Jump to content

Milanya [FF]


LeornKayn

Önerilen İletiler

Bölüm 1

      -Başlangıç-

                                                      

En iyi arkadaşım George ile Balık tutmaya Hivean* gölüne gitmiştik...
Hava karardığında elimiz boş kamp yerimize döndük... Biraz inat edip gerektiğinden fazla gölde kaldığımızdan saat epey geç olmuştu. Yemek bile hazırlamadan çadırlarımıza daldık. İçini otlarla doldurduğum çadırımın içine bir çarşaf serip uyumak için uzandım. Bir kaç dakika içinde uykuya dalmıştım bile. Gece sakindi, ne bir esinti, ne bir ses... Sadece huzur vardı göletin etrafında.

O gece tuhaf bir rüya gördüm. Daha önce görmediğim bir kadın, rüyamda bana sesleniyordu, adının Milanya olduğunu ve benim onu bulmam gerektiğini söylüyordu. Bana bir şeyler söylemeye devam etti. Bütün bunların arasında, Nilen Şatosunun adıda geçmişti. Rüya giderek beni etkiliyordu... Bana anlattığı şeyleri belirli bir aralıklarla tekrarlıyor her tekrarında sesi dahada artıyordu. En sonunda boğulacak gibi oldum, kendimi uyanık gibi hissediyordum ama uyanık olmadığımında farkındaydım. Birinin beni kurtarmasını diler oldum neredeyse. George'nin beni uyandırmasıyla bu tuhaf rüyamda son bulmuştu. George endişe içinde beni uyandırmış, ne olduğumu soruyordu. Tabi ben o ara onun o endişe içindeki yüzüne dikkat edememiştim. O an sadece Milanya denen kadının adını sayıklıyordum. Rüyanın gerçekliğine kapılmış olmamdan dolayı olsa gerek George'yi iki kolundan tutup sarsarak "O kadın nerede?" diye sordum. Şüpheli bakışlarıyla aniden sakinleşen George etrafa bir kaç saniye baktıktan sonra "Kim? Kimden bahsediyorsun? Burada ikimizden başka kimse yok!" dedi. Aslında bu cevabı beklemiyordum gözlerimi sıkıp kafamı kaç saniye içinde biraz da olsa toparladıktan sonra gördüğüm rüyayı George'ye anlattım. İlginç bir kabus olduğunu söyleyip geçiştirdi. İkna olmuştum, arada olurdu böyle şeyler ne de olsa. George çadırdan çıkarken "Yarın kasabaya döneriz, temiz hava sana yaramadı." diyip yüzünde küçük bir sırıtma ile çadırdan çıktı...
Rüyadan sonra tekrar uykuya dala bilmek için uzandım ama düşünceler hala kafamın içini terk etmemişti.
Uyu dedim içimden kendime sertçe. Uyu!
Çadırın dışından bir ses geldi. Nilen diyordu. Nilen, dedim kendi kendime tanıdık bir isim... Kim acaba? Nilen, diye sayıkladım tekrar.
Uzandığım yerden kalkıp çadırın girişindeki bezi kenara iterek dışarıya baktım. Dışarısı eski bir salona açılıyordu. Hava yağmurluydu, salonu aydınlatan tek şey gecenin amansız yağmuru arasında çakan şimşeklerdi.
Bir tanesi gayet sert bir gürüldemenin ardından çaktı. Güçlü bir aslanı bile irkilte bilirdi bu şimşek.
Işığı o karanlık salonun bütününü aydınlatmaya yetti. Işığın bir kaç saniyelik aydınlatması sayesinde salonun penceresinde dışarıyı izleyen birinin olduğunu gördüm. Bir kadındı bu, güzel bir elbise giymişti, maviyi andırıyordu giysisi, aşağıya doğru uzanan geniş etek kısmının fırfırlı kesimleri maviyi tamamlayacak parlak inci taneleriyle işlenmişti. Denizin altındaki incelere bakıyor gibi hissettim kendimi. Elimle açık tuttuğum bezi itip dışarı çıktım. Ayağımı uzattığımda tahtadan bir zemine bastığımı hissettim. Kuru ve soluktu. Issız bir ev zemini gibi hissettiriyordu. Zemine bakan gözlerimi pencerede ki kadına bakmak için tekrar çevirdiğimde kadının bana baktığını gördüm. Ufak bir etkilenmenin ardından;
- Yüzünü göremiyorum ama beni etkiliyorsun dedim? ( Neden böyle bir cümle kurmuştum? İçimden mi gelmişti?)
Kadının ağzını oynattığını azda olsa görebiliyordum ama sesini duyamıyordum.
- Seni duyamıyorum dedim, hafif şaşkın ifademle. Bir adım daha atıp yaklaştım.
Yaklaştığımda gözlerim beni yanıltıyor mu diye düşünmeye başlamıştım. Neler olduğunu anlamak için etrafa göz gezdirmeye başladım. Odada hiç kapı yoktu, Sadece şimşeklerin içeri girmesine izin veren geniş dikdörtgen bir pencere ve arkamdaki çadır dışında salon bomboştu.
Bir adım daha yaklaştım kadına, irkildim. Bir adım daha yaklaştım. Her adımımda kadının sureti biraz daha kayboluyor, yüzü silikleşiyor, vücudu saydamlaşıyordu.
Bir adım daha yaklaşmaktan korktum.
- Sana biraz daha yaklaşırsam ölür müsün? Sana yaklaşırsam kaybolur musun? dedim.
O ana kadar sesini duyamadığım kadının sesi, biraz da olsa bana ulaşmaya başlamıştı.
- Sen bana yaklaşmıyorsun benden uzaklaşıyorsun. Benden korkuyorsun. Beni aramıyorsun, yaklaşmıyorsun bana, beni bulmuyorsun.
- Seni bulmak mı? Ama neden?
- Bana ihtiyacın var çünkü? Senin... Kalbinin... Kurtulman lazım, dedi bunu söylerken o güzel sesi kaybolmaya başlamıştı.
Hiç bir şey anlamıyor gibiydim. Zihnim bulanmaya başlamıştı.
- Peki seni bulursam nasıl kurtulacağım?
- Elimi tutman yeterli, dedi o an silik karanlık suretin elini bana uzattığını gördüm.
Elim vücudumun isteği dışında yavaşça kalkıp ona doğru uzanmaya başladı. Ve eline dokundu, tuttu ve sıktı. Gözlerimi elime dikmiştim.
Ani bir şimşek çarpması daha yaşandı bu sırada... Öncekilerden parlak ve gürültülü idi. İrkilip başımı ve gözlerimi hafifçe kaldırdım. Gözlerim sonuna kadar açılmıştı ama sebebi korku değil şaşkınlıktı.
- Sen o kadınsın... ufak bir duraksamanın ardından. Yüksek sesle; SEN MİLANYA'SIN.
Milanya bana gülümsüyordu. Sevecen bakışlarıyla ve elmacık kemiklerinin altındaki o küçük gamzeleriyle bana gülümsüyordu. Dalgalı saçlarının ardında kalan narin kulaklarında ki abanoz küpeleriyle beni büyülüyor, bana gülümsüyordu.
Dona kalmıştım. Şimşeğin odayı aydınlatması iki saniye bile sürmemişti ama ben bu süreyi on dakika gibi yaşamıştım. Işığın azalmasıyla suratı tekrar silikleşiyordu. Elini hissedememeye başlıyordum.
Ve karanlığın hakimiyeti tamamen almasıyla elini tutamaz olmuştum.
Milanya; Bekliyorum beni bul L...
Demişti son dediğini duyamamıştım. Başımı eğdim. Biraz sakinleştikten sonra, aniden başımı kaldırıp seni bulacağım MİLANYA! diye bağırdım ve nedensizce ona sarılmak için ileri doğru atıldım. Kollarımı açtım, boşluğun içine atladım ve soluk pencereye çarptım.
Sana sarılamıyorum bile dedim kızgınlıkla. Seni hissedemiyorum bile Milanya ! Gözümden yaşların döküldüğünü fark ettim hayretle.
Pencerenin kenarında kollarımı kendime dolamış şekilde, dışarıya bakarken son bir şimşek daha çaktı. Camda bir suret daha gördüm. Uzun saçlı, kara kapüşonlu birini... Tam arkamdaydı. Ben daha dönemeden elini sırtımda hissettim. Bana dokunan o el bir bıçak kadar soğuktu ve beni iteklemesi ile önümdeki pencerenin bir balkona dönüştüğünü fark ettim. Dengemi kaybederek aşağıya düştüğümü hissettim. Düşerken gözlerim balkonun olduğu yere doğru çevrildi. Kapüşonlu adam bana bakıyordu.
- Sen dedim bilinçsizce sen!
Çamurlu çimenlere çarpmamla yerimden fırlamam bir oldu. Düşüncelerim ve konuşmalarım hızlanmıştı. Nefes nefeseydim. Ne oluyor, dedim. Etrafıma baktım. Ellerime baktım. Neredeydim, deyip aniden ayaklandım. Çadırın tavanına çarpmıştım. Çadır! dedim telaşlı halimle. Kafamı hızla sağa sola çevirdim.
- Dışarısı, dışarısı...!
Hızla çadırın girişinden dışarı atıldım. Telaştan çadırın girişindeki ufak demir parçasına takılıp yere düştüm.
- Çimenler? Salon nerede? Yağmur nerede? Uzun süre ellerim yere dayalı dizlerimin üzerinde durdum, olanları bir kez daha anlamaya çalışıyordum.
- Sadece bir rüya mı ? dedim kendi kendime. Rüya olamayacak kadar gerçek hislerle uyanmıştım. Kalbim çarpıyor, ellerim titriyor, gözlerim şaşırıyor. Beynim doğru olanı istiyor. Ruhum sevgiyi istiyordu. Gün ağarmak üzereydi.

Nilen Şato'su, Hivean gölünün ortasındaki bir adadaydı. Karaya uzun bir ahşap köprüyle bağlanıyordu. Terk edilmiş kullanılmayan bir şatoydu...
George, başta öyle bir yere asla gitmeyeceğini söyledi ama ben tek başıma da gidebileceğimi, bunun benim için önemli hatta hayatımı değiştirebileceğini hissettiğim bir şey olduğunu söyledim.
Başını eğdi, bir öflemeyle; Cidden sorunların var senin. İyi, peki seninle geleceğim ama en ufak bir aksaklıkta kaçarım bak, dedi ve gülümsedi.
- Sorun değil senden hızlıyım, dedim gülerek.
Bir kaç dakikalık yürüyüşün ardından. Eski şatonun karşısındaydık.
- Bu köprü fazla eski, dedi George, ama mimarisini sevdim. Köprünün tahta trabzanlarına dokundu ve, Kuru meşe yaprağı, dedi, her dokunuşta insana güven hissi veren özel bir yaprak... Burası kimin eviyse zevki de iyiymiş.
- Bunları bilmen beni şaşırttı doğrusu. Kuru meşe yaprağı diye bir şeyi ilk defa duyuyorum.
Sayıklar gibi oldu George -Hayır duymuyorsun-
Kapıya geldiğimizde şöyle bir baktım dokundum elimi üzerinde gezindirdim.
- Ev gibi hissettiriyor, dedim içimden. Kapının üzerinde dolaşan elimi kapının koluna indirerek açtım.
İçerisi karanlıktı. Giriş, ufak bir koridorun ardından geniş bir salona açılıyordu ama etrafta pek eşya yoktu. Kırık kanepe, bir kaç gümüş şamdan, kırık bir ayna.
- Güzel yağmalamışlar, dedi George etrafa bakarken. Pek bir şey yok burada gidelim istersen?
- Hayır biraz daha kalmak istiyorum, dedim. Üst katlara bakalım, gel, deyip hızlıca merdivenlere atıldım.
- Toz içinde koşturuyorsun bizi, dedi George.
Ondan önce üst kata vardığımdan bu sözünü duymamıştım bile... Üst katta merdiven biter bitmez büyük bir salon başlıyordu. Vay canına, dedim içimden. Duvarlara bakarken tam karşıda bir pencere gördüm, kırıktı, genişti ve dikdörtgen şeklindeydi.
Gözlerim büyümüştü. İşte! dedim, Bu o pencere, kesinlikle o! İleri atıldım pencerenin önüne geldim tahta kenarlıklarına dokundum. Bir şey bulmak istercesine bakıyordum. Arkamdan gelen George'yi fark etmemiştim. Pencerenin cam kısımlarını incelerken arkamda bir suret gördüm. Tıpkı rüyamdaki gibi irkilmiştim. Arkama aniden dönünce George korkmuştu.
- Ne yapıyorsun, dedi şaşkınlıkla.
- Özür dilerim, dalmışımda, seni başka bir şey sandım.
George güldü, Gidelim mi artık buradan iyice saçmalamaya başladın sen.
- Tamam, gideceğiz ama bakmak istediğim son bir yer daha var.
Üst katta merdivenin bitimindeki sağa doğru açılan koridordan içeri girdim. Kapısı kırılmış bir oda vardı orada. Çalışma odasını andırıyordu. Lüevren* ağacının kütüğünden masa ve üsttü örtülmüş bir çerçeve genişliğinde eşya ile doluydu oda...
Yerde ki kağıtlardan birini alıp okumaya çalıştım. Kağıt büyüyle alakalıydı, sıradan bir insan okuyamazdı bunları tabi. Haliyle bende; Burası bir büyücünün şatosu, dedim. Yerde yanık bir kaç kağıt parçasıda vardı. Raflardaki devrilmiş kitapların arasında bir kaç parşömen gözüme çarptı. Girişteki masaya yöneldim, üzerinde bir kızıl taş duruyordu, rengi solmuştu. Kim bilir bununla neler yapıyorlar diye düşündüm.
...George ise hiç heyecanlanmamış gibiydi. Elimde tuttuğum büyü kağıdını masaya bıraktıktan sonra geniş bir çerçeveyi örten çarşaf dikkatimi çekti. Altında bir şey saklıyordu sanki, heyecanım bir kez daha arttı.
Beyaz tozlu çarşafı tutup çekmem bir oldu. Etrafa baya toz kaldırmıştım. George bundan rahatsız olup odadan çıkmıştı. Bense çarşafın altında ne olduğuna heyecanlı gözlerle bakıyordum. Gözlerimdeki heyecanın ve yüzümdeki gülümsenin solmaya başladığını hissettim.
Beklemediğim bir portre ile karşı karşıyaydım... Büyük olasılıkla şatonun sahibinin portresiydi ama şaşırtıcı olan bu değildi şaşırtıcı olan portredeki adamdı. O adam bendim. Evet bendim!
Birden başımın çatlayacak gibi olduğunu hissettim. Birkaç hatıra canlandı zihnimde ve aniden dahası, odada zihnim gibi canlanıyordu. Yepyeni bir hal alıyordu. Tozlu masa ve raf tertemiz oluyor, yırtık duvar kağıtları yenileniyor, dağılmış kağıtlar düzenli bir şekilde masanın üstünde toplanıyordu. Yerlerdeki kitaplar ise raflardaki yerine yerleşiyordu. Hatıralarım zihnime dolmaya devam etti.
Oda her hatırada biraz daha tamamlandı ve sonunda sanki hiç terk edilmemiş gibi düzenli bir hal aldı. Hızlıca odamdan çıkıp diğer odaları dolaşma isteğime engel olamadım, dolaştığım her odada farklı bir anım aklıma geliyordu ve ben hatırladıkça şatoda düzeliyordu ve en son girişteki ilk salona geldiğimde her şeyi hatırlamıştım...
Gerçek adamın Leo Nilen olduğunu, Shieva krallığına ait bir sihirbaz olduğumu ve krallığa hizmet ettiğimi, verilen görevleri yaptığımı ayrıca Leoras Te Nir* sihirbazlar loncasının ileri gelen üyelerinden biri olduğumu hatırladım...
Ve sonrasında Milanya'yı hatırladım, aşık olduğum kadını... Onun uzun siyah saçlarını, sevinçle gülümseyen yüzünü, yeşil parlak gözlerini... Hepsinden daha önemli bir şey daha hatırlamıştım!
Milanya'yı benden alan, kaçıran adamı... Adı, Victor Weorm'du Xaizer X krallığındaki bir kara büyücü, ayrıca da krallığın Lordlarından biriydi. Bütün her şeyin sebebi olan bu adam, benim hatıralarımı kilitleyip, zihnimi yapmacık hatıralar ile doldurmuştu...
...Ve en iyi arkadaşımmış gibi yanımda dolaşmaya başlamıştı. Peki ama bunu neden yapmıştı? Elinde beni öldürecek bir şans varken öldürmesi işine gelirdi. Kendisine, büyü gücüne fazlamı güvenmişti?
- Hayır, hayır, gücüne fazla güvense beni göz önünde tutmazdı. Başka bir şey var, diye düşündüm.
Hatırlayamadığım bir şeydi bu büyük olasılıkla...
Ben bunları düşünürken merdivenlerden bir gıcırtı sesi geldi. Biri merdivenlerden iniyordu. Arkamı döndüğümde George, hayır, Victor yüzüme sert ve soğuk bir şekilde bakıyordu. Yavaşça merdivenlerden inmeye devam etti. Yanımdam geçip kapıyı açtı ve durdu. Sakin sesiyle "Herşeyi hatırladığına göre, Leo, yakında savaşımız başlar. Büyük olasıkla seni neden onca zamandır öldürmediğimi düşümüşündür. (sırıttı) Sebebi Milanya, ona şükran duymalısın. Sayesinde 20 yıl yaşadın fakat 10 gün sonra öleceksin. Buna kendini hazırla" dedi.
- Yaptıkların sana bir şey kazandırmayacak, dedim emin bir şekilde.
Tek kaşını kaldırıp bana baktı. Victor da en az benim kadar kendimden emindi.
Parmağını şıklattı ve görünüşünü değiştirdi, daha doğrusu orjinal haline geri döndü. Soğuk beyaz yüzü, uzun siyah saçları ve sivri kemikli burnuyla karşımdaydı. Siyah uzun pelerini ve grileşen kapüşonu ile. Cebinden çıkardığı purosunu yaktı. Bir nefes çektikten sonra sarı canlı gözlerini bana çevirdi.
- Öleceksin Leo.
- Bunu az önce de söylemiştin. Bu sözü bir çok kez duydum ben Victor.
- Evet bir çok kez duydun. Bakışlarını yere doğru eğerek, ama benim ağzımdan ilk defa duyuyorsun dedi.

Pelerinini arkaya atarak, dairelerden oluşan desenli siyah ceketinin cebinden deri eldivenlerini çıkardı ve giydi. Ağzındaki puroyu sol elinin baş ve işaret parmağıyla alıp dumanını üfledi. Kapıya yöneldi, çekti ve açtı. Çıkmadan önce omzunun üzerinden bana son bir kez baktı ve kapıyı kapatıp gitti.
Bense salonun ortasında öylece kalmıştım. Sol elimi sıktığımı fark ettim ve kendimi yumruklaştırdığım elime bakarken buldum. İçimi kaplayan hırs zihnimi boşaltmaya başladı. Bütün o karmaşayı bir kenara iterek geliyordu. Ve hepsini dağıttı.
Zihnim berraklaşmıştı. Daha sakin düşünebiliyordum. Arkamda dönen kanepeye sert bir tekme indirerek, ittim. Kenara itilen kanepenin altından, aşağıdaki bodrumun girişi ortaya çıkmıştı. Uzanarak açtım, bir kaç büyülü kelimenin ardından karanlığına doğru atıldım.

Hatırlamak - Bölüm 1 - Son

 

Bölüm 2

Evet! Başarmıştım! Uzun yıllar hiç büyü yapmamış olmama rağmen bodrumun girişine yaptığım geçiş büyüsünü aktif hale getirebilmiştim. Bu sayede melekler şehri Anlies'in altındaki Gece Ormanına varabilmiştim. Fakat geçiş büyümün bir süresi vardı. Bu süre dolunca bulunduğum yere geri dönüyor ve büyüyü belli bir süre tekrar edemiyordum.
Şimdi Jeouan'ı bulmam lazımdı. Kendisi bilge bir ağaçtı, çok uzun bir ömür yaşadığından birçok şeyi biliyordu ve kendisine danışmak için gelenlerle de sohbet ederken yeni bilgiler öğreniyordu. Bir çok büyücünün ne yaptığını bilirdi. Fakat ona soru sorma hakkını bize yirmi bir yılda bir defa veriyordu. Biraz yürüdükten sonra karanlık gölün kıyısına Jeouan'ın bulunduğu yere gelmiştim. Beni görünce;
- Ohh.. Leo! Bir kaç gün erken gelmedin mi? diye sordu.
- Erken geldiğimi bende biliyorum. Soru sormak için gelmedim. Sana anlatmam gereken bazı şeyler var.

Başımdan geçen ve hatırlayabildiğim herşeyi ona anlattım, anlattığım şeyler ilgisini çekmişti, sanırsam ve amacımı da anlamıştı. Ona soru sormadan bana cevap vermesini istiyordum. Anlattıklarım arasında; ustası olduğum büyü gücümü, geçmişimle ilgili olumlu ya da olumsuz her hangi bir şey hatırlamadığımı söylemiştim. Kısacası bunları bana hatırlatmasını istiyordum.
Jeouan yaşlı suratıyla gülümsedi ve;
- Cidden zekisin Leo. Değişik bir yoldan da olsa beni cevap vermeye itiyorsun, peki bu oyununu kabul ediyorum. Öncelikle sana büyü gücünü hatırlatmama ne dersin? Sen, Leo , Nilen ailesindensin. Nilen ailesi, yıllar boyu çok ilginç bir büyü gücünde gelişmiş bir aile. Onlar hatıraları etkilerler. Bir nevi ilizyon fakat insan beyninde geçmişine doğru yapılan bir ilizyon. Gerçekten muazzam bir güçtir. Ayrıca çok etkili bir çok casusluk görevine atanan bir büyücü soyundan geliyorsun. Yanlış hatırlamıyorsam sende o casusluk görevlerine Leoras Te Nir'in kızıl dereceden bir büyücüsü olarak gidiyordun hatta namında "Geçmişin Efendisi" idi... Görevlerinde neler yaptığını bilmiyorum fakat casusluk görevi genelde iyi şeyler değildir... Bunlar aslında senin üstünde bulunan lanetin yanında sıradan şeyler... Şimdi sana bir soru soracağım Leo. Anneni, babanı yada kız kardeşini hatırlıyormusun?

Bu soru bana çok saçma gelmişti... alaycı bir gülüşle

- Tabi ki hatırlıyorum...
- Emin misin? Adları neydi peki? Gözleri, saç renkleri, yüzleri nasıldı?

Bu ikinci sorudan sonra yüzümdeki o gülüş yavaşça sönmeye başladı.
Çünkü ne anne-babamın ne de küçük kız kardeşimin adını yüzlerini hatırlayabiliyordum. Hepsini unutmuştum! Bir anlığına delirecek gibi oldum. Yerimden hızlıca kalkıp başımı tuttum. Düşün, düşün, hatırlayama çalış! deyip durdum kendi kendime fakat hiç bir şeyi hatırlayamıyordum.
Arkamı hızlıca döndüm tam "Onlara ne oldu? Yaşıyorlarmı?" diye soracaktım ki yaşlı ağacın sorulacak sorulara cevap vermeyeceği aklıma geldi. En iyisi anlatacaklarının devamını dinlemekti. Kafam toparlandıktan sonra tekrar oturduğum ağaç kütüğüne döndüm.
Düşünceler içinde...

- Hayır hatırlayamıyorum, sadece vardılar.. Vardılar, sadece bir zamanlar var olduklarını hatırlıyorum sanırsam...
Jeouan yapraklarını hafif bir kıpırdatmanın ardından...
- Aslında o varlığıda 'herkesin anne-babası vardır' düşüncesinden yola çıkarak söylüyorsun, var olduklarından bile emin değilsin. Ben şuan onlardan söz etmesem belki hiç hatırlamayacaktın varlıklarını veya söz edemeyecektin... Nilen ailesi hatıraları kontrol etmede çok güçlendiler fakat bu gücü geliştirirken çok enteresan bir şekilde kendilerinide lanetlediler. Bu lanet şöyle bir şey Leo; sevdiğin biri eğer ölürse onu unutursun. Adını, yüzünü, yaşadığınız hatıraları... Hiçbir anısı artık sende barınamaz... Evet, gücün muazzam fakat bir insan hayatından götürdükleri de az sayılmaz. Sıcak hatıralar, ders verici öğütler, beraber ağladığın insanlar, sevdiğin, gülerek eğlendiğin hatıralar.
Seni kimi eğitti hatırlıyorsun değil mi?
- Evet senin yanındaki ölümsüz bir ağaç fidesi. Küçük bir şeydi fakat oldukça zeki ve bilgeydi...
- Baban bilerek seni eğitmesi için onu benden istedi. Çünkü o ölümsüzdü. Asla ölmeyecekti. Onu ve onun öğrettiklerini asla unutamayacaktın. Verdiği öğütleri, yaptıklarını ve söylediği sözleri.
Fidenin sana söylediği son sözleri hatırlıyormusun ?
- Evet
- Ne demişti?
- Seni çok seviyoruz oğlum. Sen bizi unutacak olsanda, bizler seni hatırlayacağız. Hiç bir şeyi dert etme akışına bırak... Artık eğitimin bitiyor... Bende seni çok seviyorum abi uma---

Sözlerim yarıda kesilmişti çünkü o sözler fidenin değil anne ve babamın küçük kız kardeşimin sözleriydiler...
Gözlerim yaşarmıştı bu da neydi şimdi ağlayacakmıydım...? Küçükken anlayamadığım sözlerdi bunlar şimdi ise gayet iyi anlıyordum... Kendimi sıkarak yaşlı ağacı dinlemeye devam ettim...

- Sanırsam anladın. Baban senin bu lanetten habersiz büyümeni istiyordu. Farkına varamayacaktın, hiç varamadında... Sayemde her şeyi daha bugün, bir kaç dakika önce fark ettin. İşte bunları anlayıp zor anlar yaşarsan diye baban o fideye bu sözleri söylemesini söylemiş...
Cidden çok düşünceli bir adamdı ve bu arada adı da Heuron'du umarım unutmazsın. Baban hayattayken bu lanetin farkına kendi babası ve annesi öldükten iki yıl sonra yine ilginçtir ki senin gibi benim sayemde vardı. Birbirnden farklı büyülerle bu olayı durdurmaya çalıştı ama başaramadı.
İşte en son yol olarak o fideyi seni eğitmesi için benden istedi. Ah, bu arada o fide şuan gölün karşısında kocaman bir ağaç oldu eskisi gibi konuşamıyor belki ama hala o bilge bir duruşa sahip.
Hazır unutmadığın hatıralar için şunu söylemeliyim Leo. Hatıralar önemlidir, insanların davranışlarını, kararlarını etkilerler ve unuttuğun bir hatıra, yapacağın her şeyi değiştirebilir. Aklında bulunsun umarım bunu unutmazsın... Sana söyleyeceklerim bu kadar Leo... Bu arada on gün sonra soracağın soruya iyice düşündükten sonra karar ver. Soracağın soru kaderini değiştirebilir.

Kafam allak bullaktı fakat Jeouan'ın, son söylediklerinden önce yüzüme uzunca baktığını fark etmiştim sanki bir şey vurgulamak istiyor gibiydi.
- Belki de bir lanet değildir, dedim Jeouan'a bakarak , ölen dostlarımı unutuyorum, bu onları hiç yaşamamış benim adıma hiç yaşamamış gibi yapıyor.
Jeouan yaşlı kütük başını sallayarak;
- Hayır, hayır Leo, böyle düşünerek onların yaptıkları şeylere ve yaşadıkları her ana hakaret etmiş olursun. Onlar senin için bir şey yaptığında sen bunları unutacaksın. Yalnızlık ve bencilliğe itileceksin. Yaşadığın süre boyunca uğraş! Yık bu laneti ve gerçek gücüne kavuş. Bu lanet bir lütuf değil.

Açıkçası moralim bozulmuştu. Yaşadığım olay sıradan bir şey değildi, bir çok soru ve düşünceler içinde ormandan ayrılmayı bekledim. Yaklaşık yirmi dakika sonra büyünün süresi sona eridiğinde geri dönmüştüm.
Soğuk bodrum katındaydım. Karanlık bir yerdi. Hiç bir ışığın geçmediği, karanlık, soğuk bir yer. Tıpkı beynimin bir köşesi gibi. Dalgın bir halde elimin bir hareketi ile yaptığım ufak bir ateş büyüsüyle bodrumun fenerini yaktım. Fenerin bulunduğu kutunun üzerinde bir harita vardı, dikkatimi çekmişti. Dalgın dalgın bakarken bir yer gözüme çarptı... Kırmızı mürekkep ile yuvarlak içine aldığım ve yanına "Amcamın yeni evi" diye not ettiğim Shieva krallığının küçük şehri Nezeron, bu olayla birlikte amcamıda hatırlamıştım... Ardından son görevime çıkmadan önce ona bıraktığım Leoras Te Nir'in pelerini aklıma geldi. Büyülü bir pelerindi ve ona ihtiyacım vardı. Böylelikle bir sonraki yapmama gereken şey kendiliğinden ortaya çıkmı oldu.
Nezerona gidecektim ama önce biraz uyuyup kafamı dinlemem gerekliydi. Bodrumdan girişe, giriş katından ise bir üst kata çıktım. Yatak odama girip kendimi yatağa bıraktım. Düşüncelerimle birlikte...

Hatırlamak - Bölüm 2 - Son

 

Bölüm 3

Şatodan ayrılmadan önce geldiğimdeki haline çevirerek eski bir döküntü gibi görülmesi için büyü yaptım. Ardından yola çıkıp bir at arabası bekledim, uzun bir bekleyiş oldu, yaklaşık üç saat kadar uzun! Sonunda bir tanesine rastladım ama o da pek konforlu bir şey gibi durmuyordu ve ne yazık ki elde başka bir seçenek de yoktu. Arabanın arkasından koşup atladım, insan taşıyor olmasına rağmen bir yük arabasıydı ve oturulabilecek hiç bir şey yoktu. Arabada, elindeki parayı bir dilenci gibi baş parmağı ile havaya fırlatıp yakalayan bir genç başka kimse yoktu. Sesiz bir yolculuk olacak gibiydi. At arabasında yere oturup ayaklarımı boş kalan ön kısma doğru uzattım. Ardından cebime koyduğum büyü kitabını çıkardım sözlerle biraz alıştırma yapmam gerekliydi nede olsa yirmi senedir tek bir büyü bile yapmamıştım. Güç olarak telaffuz etmekte zorlandığım büyüler element büyüleriydi ama yanıltmaca ve gizlilik büyülerini okudukça daha iyi şekilde yapacak kadar hatırlıyordum.
Hızlı bir şekilde hafızamın tazeleneşi, bir anda o büyülerdeki ustalığımı geri getirmiş gibiydi... Uzun süredir kitabı okuyordum, hatta o kadar uzun süredir okumuştum ki bir gün geçtiğinin dahi farkında değildim. Sabahın erken saatlerinde dikkatimi dağıtan şey ise atın toprak yoldan çıkıp taş yola girmiş olduğunu gösteren tok nal sesleri olmuştu. Şehre yaklaştığımızın işaretiydi bu, yol daha iyi bir hal almıştı. Kitabı cebime koyup bir iki saat kestirmek için gözlerimi kapattım...
Bir buçuk saat sonra bir dürtülmeyle uyandım. At arabasının sahibiydi beni dürten:

- Efendim geldik ama şehrin içine giremiyorum kapısındayız. Sizi burada bırakmam lazım.
- Giremiyor muyuz, neden?
- Bilmiyorum... sıkı güvenlik var... sanırım bir şey olmuş.

Bir kaç saniye içinde kendime gelip arabadan aşağıya atladım. Geniş giriş kapısına doğru üzerimi silkerek yürümeye başladım. Kapının önünde beş asker beni karşıladı. Aralarından biri kıdemli olduğunu belli edercesine kuşanmıştı. Bu saate kıdemli bir asker görmek hem de giriş çıkış kontrolünde...! Bu kadar küçük bir şehir için ilginç bir şeydi...

- Burada ne işin var yabancı? Niçin geldin?
- Yakınlarımdan birini ziyaret edecektim... Amcamı, Rifus Nilen, belki tanırsınız...
- Üzgünüm daha önce duymadım ve (üstüme başıma bakarak) seni içeri alamayız.
- Ama neden?
- Bize verilen emirler içinde, sebepler ve nedenler olmaz. Sadece yapılması gereken vardır ve bu emirler açıkça diyor ki önemli kişiler dışında şehre giriş ve çıkışlar üç gün olarak kapatılmıştır.

Üç gün mü? Bu benim planlarım için oldukça önemli bir zaman kaybıydı. Elimde dokuz günüm kalmıştı ve henüz yapmam gereken bir kaç iş daha vardı ve onlar da bana bir kaç gün daha kaybettirecekti. Peki, ama ne yapmam gerekliydi? Şehre sorun çıkartarak giremezdim ya. Yüksek güvenlik içeride kesinlikle daha yoğundu... Bir şekilde kıdemli olan askerin anılarıyla oynamam gerekliydi. Saniyeler içinde bir dokunuşla anılarını değiştirebilmem lazımdı ama benimle arasındaki mesafeyi koruyordu. Ona durduk yere temas etmek büyük olasılıkla sorun çıkartacaktı. Gerçi dokunmam yeterli olur muydu orası bile soru işaretiydi. Anı değiştirme büyüsünü uzun zamandır yapmıyordum ne de olsa... Belki on saniye gerekecekti... Başımı eğip, askerle aramızdaki mesafeyi de ölçerek yavaşça kaldırdım. Aramızdaki mesafe neredeyse beş adımlıktı. Hızlı bir yürüyüş ile ve üç saniyelik bir dokunuş sonrası, elimi geri çekişim, diğer askerlerin tepki süresi, yaklaşık dört saniye daha eklerdi... Tamamdır... Başarabilirim! Bir adım attım ve ikinci adım. İkinci ilkinden daha hızlıydı, üçüncü adımım ise ikincisinden... Dördüncü adım en hızlısı oldu ve sadece bir adım kalmıştı ki askerlerin gözlerinin içindeki ufak adrenalin artışı kafamı kurcalamaya kurcalamıştı. Sadece bir adım kala durdum, durmak zorundaydım. Çünkü arkamdan gelen birinin adımı söylediğini duymuştum bu da durmama sebep olmuştu... Sesin tınısından dost bir tanıdığa ait olduğunu kesitirebilmiştim. Kıdemli asker tam karşımda bana dikkatlice bakarak ve bana seslenen kişinin tepkisini bekler gibi duruyordu.

- Leo, eski dostum seni uzun zamandır görmüyordum. Demek geri döndün ha...

Kafamı arkaya çevirip kim olduğuna bakmıştım. Hatırlanacak bir yüz daha diye geçirdim içimden, yüzüne bakışımdan anlamış olmalıydı onu tanıyamadığımı....

- Beni tanıyamadın mı yoksa? Sağ kolun ve Leoras Te Nir'deki en iyi dostun Rohak Yordmirak...

İsimler, dedim içimden, bu sihirli sözcükler, insanı hatırlatmakta birebir. İsmini duyunca Rohak'ın, Leoras Te Nir'deki yoldaşım, yardımcım ve genelde muhatap olduğum nadir insanlardan biri olduğunu hatırlamıştım...
En son görüşmemizde seviyesi benden düşüktü ama şimdi ki hali yirmi yıl öncekinden farklıydı. Bunu pelerininin açık kızıl, rengini görür görmez anlamıştım. Loncada üç seviye yükselmiş demek oluyordu bu. Artık bir kızıl pelerinden bir seviye aşağıdaydı. Yani benden bir alt kademede...
İçeri giriş bileti bana görünmüştü. Rohak bunu sağlayacaktı. Rahatlamıştım.

- Üzgünüm Rohak, hafızamda biraz sorun var seni hatırlayamadım bir an... Ama şimdi gayet iyi hatırlıyorum...
- Sen ve şu hatıraların! Ne zaman durgun kaldılar ki?! Sanırım artık aramıza geri döneceksin ha? Tebrial senin uzun bir görevde olduğunu söylemişti bize. Umarım görevin de başarılı olmuşsundur.

İşte Leoras Te Nir'in sorunlu elemanı Tebrial'ın ismine geçti. İsimler ne de büyülü sözcükler... Tebrial, loncada benden bile eskiydi hatta benden bile değil bir çok kişiden bile. Irkının ne olduğu hakkında kimseye hiç bir şey söylememişti. Rütbesi ise ayrı bir muamma idi. Tek bildiğim bir şey varsa oda bana garezi olduğuydu ve benim bunun nedeni hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
Sadece her fırsattı beni eleştirir ya da aşağılardı. Tabi bende sessiz kalmazdım. Aramızın pek iyi olduğunu söylemek zor. Ama bende ondan hoşlanmadığımdan pek sorun değildi bu.
Tebrial Novaendrud'un benim yerime bir şey demesi beni şaşırtmıştı. Benim göreve filan gittiğim yoktu. Neden böyle bir şey söylediğini merak etmiştim. Belkide başıma gelenlerle bir ilgisi bile vardı.

Rohak surat ifademin değiştiğini fark etmişti...

- Bir sorun mu var Leo?
-Hayır, hayır. Sadece biraz dalgınım yolculuk esnasında pek uyuyamadım ve sanırım şehirede giremiyorum.
- Bir kızıl pelerini içeri almıyorlar ha? Hahahahah... Hiç güleceğim yoktu... Suratıma uzun süre baktıktan sonra... Bir dakika sen ciddisin peki ama neden yoksa seni tanımadılar mı?
- Sanırım tanımadılar, gerçi yirmi yıldır ortalarda yoktum normal değil mi sence de?
- Haklısın ayrıca pelerininde üzerinde değil. Neyse benimle gel. Hem şehre girmiş olursun, hem yirmi yıl boyunca o uğraştığın görevden bana biraz söz edersin. Cidden merak ediyorum doğrusu!!
- Aslında benimde merak ettiğim bir şeyler var, Rohak. Mesela tüm bu güvenlik önlemleri ne için?
- Haberin yok mu? Doğru ya nereden olsun. Yinede duymaman biraz garip?!
- Nedir duymadığım?
- Şehirde bizim önderliğimizde bir toplantı yapılacak. Çok özel konuklarımız var. Kısacası bu büyük bir sorun. Bir çok krallığı içeriyor ve çözüm konusunda bize güveniyorlar.
- Ciddi bir meseleye benziyor sorun nedir peki?
- Grilimdal krallığında bir katliam yaşandı. Hatta bir soykırım diyebiliriz. Kayn ailesi tamamen yok edildi. En azından biz öyle düşünüyoruz, gerçi kayıp olan iki çocuk var ve henüz cesetlerini bulamadılar ama büyük ihtimal yanan cesetler arasındalardır. Kaçmış olsalar bile fazla yaşayamazlar. Olay meydana geleli bir ay oluyor, üstelik oldukça ses getirdi. Biliyorsun Kayn ailesi önemli bir soydu. Eşsiz büyü güçleri Petus için ender bir şeydi. Grilimdal krallığı için ise daha ender. Uzun süredir bir kaç aile ile araları iyi değildi ancak kimse böyle birşey beklemiyordu. Normal bir savaş olsaydı herkes anlardı. İç kavganın boyutu bu kadar büyük olunca bazı işlerin ters gittiği yakınlardaki krallıklar ve Grilimdal kralı tarafından anlaşıldı. Soykırımı yapan diğer aile ise ortadan kayboldu. Yardım eden aileler hala krallığın sınırlarında ama asıl rol oynayan Kagreol ailesi idi ve işin asıl dikkat çeken kısmı ise, Kagreol ailesinin Xaizer X krallığına doğru yol alırken görülmüş olmaları. Diğer krallıkların tepkisi üstlerine çektiler.
Xaizer X ırkını bilirsin diğer varlıklara karşı pek iyi davranışlarda bulunmazlar. Soykırım arkasında da Xaizer X olduğu düşünülmekte. Grilimdal krallığında en önemli ailelerden biri olan Kayn ailesini yok edip ardındanda diğer önemli aile olan Kagreolları kendi topraklarına aldıkları düşünülüyor bu da gelecekte Grilimdal'ı işgal etme planı demektir. Tabi kanıtlanmış bir şey yok sadece söylenti ama kuvvetli bir söylenti. Bugün burada ağırlanacak olan o özel misafirler Xaizer X krallığının ileri gelenlerinden üç kişi. Güvenlik önlemlerinin nedeni bu. Bize ne söyleyecekler çok merak ediyorum açıkçası. Umarım söylentiler söylenti olarak kalır. Onlarla savaşmayı hiç istemiyorum. Lanet pisliklerin savaşta diğer varlıklara nasıl davrandığını az çok herkes bilir. Tabi hepsi bu kadar değil. Yirmi yıl içinde Xaizer X krallığı ile ilgili bir çok söylenti ortaya atıldı, bir çok olay yaşandı. Kırılma aşamasına ulaştık diyebilirim. Senin bu gün buraya dönmen bizim için büyük şans. Senin essiz gücüne ihtiyacımız olabilir. Ne bildiklerini öğrenmeliyiz... Gerçekleri veya söyledikleri yalanları...

Olaylar yokluğumda cidden karışmıştı. Bu hiç iyi olmamıştı... Leoras Te Nir üyesi olarak bu olayın içine çekilmem demek, asıl işimden alıkoyulmak demekti. Yani Victor ile dokuz gün sonra yapacağım savaş ve Milanyı'yı kurtarma planım aksayacaktı... Buna vaktim yok işte!!! dedim kendi kendime. Victor ile yaşadığım olayı Leoras'a şimdi açarsam, büyük Lonca bu duruma karşı kayıtsız kalmayacaktır. Ne kadar önemsiz bir seviyede olursan ol, bir kere Leroas'a üye olup, ona taptıysan, dokunulamazsın demektir. Bu bir kuraldır. Üyenin her sorunu, loncanın da sorunu olur ve gereği bir görev misali yerine getirilir. Loncayı bu olayın içine çekmek istemiyordum. Nihayetinde loncada kurallara saygı duyan üye sayısı kadar kuralları kendi çıkarına bakarak hiçe sayabilecek olanlar da vardı. İç karışıklılara yol açmanın hiç bir anlamı yoktu. Bir de bunlarla uğraşamazdım. Ben bunları düşünürken Rohak şehrin kapılarını açması için muhafıza seslenmişti bile...

- Kevin! Aç şu kapıyı. Farkında değilsin ama az önce içeri almadığından adam Leo Nilen, bir kızıl pelerin.

Asker bu rütbeyi ve ismi duyunca açıkçası biraz panikledi, aceleyle kapıyı açmalarını emredip, yanıma geldi.

- Üzgünüm efendim sizi tanıyamadım...
- Sorun değil kimse tanımanı beklemiyordu.

Kapı açıldığındaki manzara. Kırk iki yıldır değişmeyen o manzara... Şehre ilk girişimi hatırladım babamla birlikte şatodan, bu kadar uzağa gitmek için ilk defa ayrılmıştık. Geliş amacımızda beni Leoras Te Nir'e sokmaktı. Şimdi hatırladımda... Nezeron şehri küçük ama önemli bir şehirdi, Leoras Te Nir karagahı burada "Kızıl Arazi"deydi. Ve o efsanelere konu olabilecek ihtişamı ile şehrin merkezindeki, etrafı bu topraklardan başka hiç bir yerde yetişmesi mümkün olmayan turuncu ağaçlarla çevrili, araziye adını veren kızıl taşlarla süslenmiş, üç katlı silindir şeklindeki Leoras Binası tam karşımda duruyordu.

Nezeron şehri misafirleri - Bölüm 1 - Son

Bölüm 4

Şehrin pazar kısmına açılan kapıdan içeri girmiştik. Etraf baya kalabalıktı ancak ben daha çok ileride kendini belli eden Leoras Te Nir Karargahı, Kızıl Araziye dikkat kesilmiştim. İlerledikçe bu şehride geçen hatıralarım canlanmaya başlamıştı. Kendimi ufak ufak tamamlamaya devam ediyordum. Aslında çok sinir bozucu bir durumdu. Sanki beynimde ne kadar olduğunu dahi bilemediğim bir sürü şey eksikti ve bunları tekrar geriye getirebilmek için yaşadığım o anları tekrar yaşamam gerekliydi.
Şu an Rohak kim bilir bana neler anlatıyordu. Kızıl Araziye öylesine dalmıştım ki söyledikleri kulağıma anlamsızca sesler gibi geliyordu. Aklımı en çok kurcalayan ve en çok korktuğum soruyla boğuşuyordum o sırada. Ya hatırlayamadım çok daha önemli bir şeyler varsa...? Ve ya o hatırlayamadığım şeyler karakterime etki ediyorsa? Eskiden nasıl biriydim tam olarak bilemiyorum ama bildiğim bir şey varsa casusluk görevleri riskli ve tehlikelidir. Kim bilir neler yapmıştım? Yoksa hala aynı kişi miydim? Lanet olsun bu soru kafamı o kadar kurcalıyor o kadar meşgul ediyordu ki durduk yere gerginleşiyor ve dalgınlaşıyordum. Dikkatimi toparlamam....
Rohak'ın dinleyip dinlemediğimi anlamak için olsa gerek bana doğru dönmesi ve yoldaki bir taşa takılıp sendelememle düşüncelerimden sıyrılarak yaşanan dünyaya geri dönmüştüm. Etrafıma bakınca şaşırmaktan kendimi alamadım.

- Neredeyiz Rohak? Az önce pazar yerindeydik?!
- Oradan çıkalı neredeyse on dakika oluyor Leo, aklın nerelerde senin?
- Üzgünüm dalmışım. Kendimi pek iyi hissetmiyorumda.
- Önemli değil.
Eliyle bana sol tarafı işaret ederek;
- İşte konuklarımız bu kapıdan gelecek.
- Ve biz?
- Biz onları burada karşılacağız. Sen ve ben...
- Aslında ben size toplandıda katılsam? Şehirde yapmam gereken bir kaç ufak işim varda...
- Niye acele ediyorsun ki o herifleri karşılarken yanımda olmanı istiyorum Leo. Onlara güvenmiyorum.
- Şunu bil ki onlara hiç kimse güvenmiyor. Ama bak... Gerçekten halletmem gereken işlerim var.
- Bu kadar ısrar edicek ne işin olabilir ki?
- Amcam, amcamı ziyaret edeceğim. Ondan almam gereken ufak bir eşyam var.
- Amcanı daha sonra da ziyaret edebilirsin Leo, gün içinde, onu ziyaret etmek için yeterli zamanı bulabilirsin. Yakında burada olurlar, uzun sürmeyecek merak etme. Biz sadece karşılayacağız. Kalacakları yere kadar onlara askerler eşlik edecek. Kısacası karşılamadan sonra özgürsün.
- Bunun olacağını biliyordun madem neden seninle bir başkası daha gelmedi?
- Aslında gelecekti. Ama nedense Tebrial'i bulamadım.
Tam bu sırada batı kapısından bir borazan sesi duyuldu. Büyük geniş şehir kapısı açıldı ve konuklarımız hemen kapının arkasındaydılar. Bu konu ile toplantıda zaten uğraşacaktım. Şimdi uğraşmam gereken daha önemli konular vardı. Amcama verdiğim o pelerini almalıydım. Gideceğimi söylemek için Rohak'a dönmüştüm ki yüzündeki ifadeden ters giden bir şeyler olduğunu anlayarak sustum.
- Konuklarımız bunlar değildi... Regerox Delacroix, Xeorth X görünürde yoklar. Beklediğimiz konuklardan sadece Keroktox Xir Nex burada.
Keroktox Xir Nex'i tanırdım. Yanlardan kısa, ortada kısımdan uzun saçlarını hep arkadan toplardı. Saçları ön kısımlarda biraz seyrelmiş ve beyazlamaya başlamıştı ama yirmi yıla rağmen onu tanımıştım. Rohak konuşmaya devam ediyordu...
- konuklarımızdan ikisini göremiyorum. Sanırım değişiklik yaparak diğer ikisini eklemişler. Gruba liderlik ediyormuş gibi görünen kadın Anaix Hax.
Kıpkırmızı saçlı bu kadın, koyu kırmızı gözleri ile sanki beni tanıyormuş gibi bakıyordu. İsmini duyduğumda üzerindeki, bayanlara özel üretilen zırhı süzdüm. İsmi ve görüntüsü hiç bir çağrışım yapmamıştı nedense. Rohak'ın anlattıklarına göre Anaix, Xaizer X krallığının ileri gelen ailelerinden birine mensuptu ve altıda bir saf kanlarından birisiydi. Keroktox'da öyleydi.
- Ama yanlarında getirdikleri diğer kişiyi tanımıyorum... diye şüphe ile söylendi Rohak. Düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. Yüzünü tiksindiğini belli eden bir ifadeyle buruşturup;
- Gidip şu pislikleri selamlayalım, gereksiz diplomasi işleri açı.................
Rohak'ın sözleri yarım kalmıştı. Sözlerini yarım bırakan şey ise Keroktox'un göğsüne sapladığı uzun kılıcıydı.
Keroktox;
- Eğer bizim ırkmız ile alakalı kötü şeyler söylersen ölürsün pis insan!
Rohak ağızından kanlar akarak yere düştü. Yarı aralık ağızıyla nefes almaya çalışıyordu. Ama her nefes alışında çıkardığı boğuk ses daha az gelmeye başlıyordu. En sonunda tamamen durdu. Ölü bedeni taş zeminde yatıyordu. Olayın şokundaydım gözlerim faltaşı gibi açılmış, şaşkınlıkla Rohakın cesedine bakıyordum. Olup bitenleri anlayamamıştım bile.
Kerohktox denen adam onlarla alakalı konuşma geçerken bize neredeyse otuz metre uzaktaydı... O mesafeyi kimseye hissettirmeden kapatmak büyük yetenek isteyecek bir işti. Ama asıl beni şaşırttan olay bizi duymuş olmasıydı. Duyulacak kadar sesli konuşmuyorduk... İşler hiçte benim lehime gelişmiyordu. Milanya'yı kurtarma amacımdan uzaklaşıyordum. Şu Xaizer X mevzusu her geçen dakika beni biraz daha içine çekiyordu...
Rohak için ne yapabilirdim? Kılıç muhtemelen kalbini delip geçmişti. Bir tane bile şifa büyüsü bilmiyordum! Bilsem bile parçalanmış bir kalbi onarmak imkansızdı. Rohak'a bakarken elimde ufak çaplı bir şok büyüsü hazırlamıştım gözlerimi hafifce Keroktox'a sonrada etrafa çevirdim yakınımızdaki askerler ne tepki verecekleri konusunda tedirgindiler. Keroktoxtan mı korkmuşlardı... Hayır, hayır kraliçeden korkuyorlardı. Bizim yani Shieva krallığının kraliçesinden. Kraliçenin onlara verdiği görev yüzünden hiçbir şey yapamıyorlardı. "Ne olursa olsun Xaizer X ile savaşa girecek bir harakette bulunmayın!". Bütün bunları o anda istem dışı bir şekilde yakınımdaki askerin zihninden öğrenmiştim. O ana kadar farkında bile değildim. Demek insanlara temas etmedende zihninlerine girebiliyordum... Gözlerimi tekrar Keroktox'a çevirdim oda bana bakıyordu
- Umarım o büyün beni durduracak kadar etkilidir yoksa arkadaşınla aynı sonu paylaşırsın!
Bu onun yanına kalmamalıydı elimi hızlıca hava kaldırmak için hamle yapmıştım ki başka bir el elimi havaya tam kalkmadan tuttup engellemişti...
Anaix;
-Hayır Leo, hayır... Biz buraya savaş için gelmedik Keroktox'un tavrı için üzgünüm. Öfkesine pek hakim olabilen biri değildir.
- 'Hakim olabilen biri değil' de ne demek Anaix! Bizim için ne dediğini duydun! Hiçbir ırk bize karşı böyle konuşamaz! Biz hepsinden üstünüz.
- Kapa çeneni Keroktox!
- Ama Anaix o...
- Kapa çeneni dedim Keroktox!
-Irhhhhaaaaaaaaaaaaaaaaa sen ırkımız yüz karısısın Anaix belkide senide öldürmeyeliyim...!

Anaix oldukça ciddi bir tavırla Keroktox'a doğru döndü.

- Bekliyorum. Haydi. Beni öldürmeyecek miydin? Ha Keroktox? Beni öldürebileceğini mi duydum sanki...? Benim en çok ne zaman tehlikeli olduğumu biliyoruz değil mi Keroktox...? Neyse ki şu an oldukça sakinim.
Keroktox deminden beri sıkıca tuttuğu kılıcını artık daha tedirgin mi tutuyordu yoksa elimi titriyordu tam olarak anlıyamamıştım. Uzun kılıcını sol tarafındaki kınına koyup başını başka yöne çevirip etrafa bakmaya başladı.
- Görevimizi hatırlaman çok güzel Keroktox.

Anaix tekrar bana dönerek

- Üzgünüm Leo iki krallık arasındaki ilişkileri iyileştirmek için gelmiştik ama şu olanlara bak! Bir kızıl pelerin, gerizekalının teki yüzünden şu an yerde ölü olarak yatıyor!
Son kelimeleri söylerken sesi yavaşça ve giderek sertlemişti.
Bense ne yapacağımı hala bilmiyordum. Eski bir dostum yerde cansız yatıyordu. İntikamını almalı mıydım? Böyle birşey yaparsam krallığı savaşa sokmuş olmayacak mıydım? Yirmi yıldır ortalarda görünmeyen bir üye için kesinlikle iyi bir şekilde sonlanmayacaktı bu olay. Ama arkadaşımı orada bırakıp hiçbir şey olmamış gibi çekip gitmek de doğru gelmiyordu. Bir yandan da öylece bırakırsam toplantıya katılmam gerekmeyecek diye düşünüyordum. Böylece Milanya'yı kurturmaya odaklanabilecek, Victor'la olan savaşma hazırlanabilecektim. Benim için doğru olanı seçmem gerektiğine inanıyordum ve bu aptallığı yaptım;
- Öldürülen kızıl pelerin benim en iyi arkadaşımdı! Belkide tek arkadaşım... Buna böyle tepkisiz kalmayacağım!
Keroktox'un bakışları direk üzerime yoğunlaşmıştı bu laflarımdan sonra Anaix olmasa çoktan üzerime atlamıştı bile. Bende onun gözlerinin içine bakmaya başlamıştım. Ortamda yine ağır bir savaş havası hissediliyordu ki duyduklarım karşısında tüm gerginliğim yok olmuştu. Şaşkın bir şekilde Anaix'e döndüm.
- Evet, doğru duydun Leo. Arkadaşını canlandırabilirim. Sakin ol, elindeki büyüyü serbest bırak.
- Ama nasıl?
- Bana güven büyünü serbest bırak. Bende arkadaşını geri getireyim. Söylediğim gibi buraya savaşmaya gelmedik.
Elimdeki şok büyüsünü serbest bırakmıştım. Anaix Keroktox'a dönerek;
- Onu geri getir.
-Bunu yapmayacağım. O ölmeyeği haketti. Gücümü böyle biri için kullandırtma bana lütfen!
- Sana 'onu geri getir' dedim Keroktox. Efendimizin bu habere memnum kalacağını mı sanıyorsun? Seni kesinlikle öldürecektir tabi benden istemezse... diyerek sırıttı.
Keroktox istemeye istemeye kılıcını kınından çıkardı. Yerde yüzü koyun yatan Rohak'ı sırt üstü çevirerek kılıcını tekrar kalbine soktup ve "Ruh bedene geri döner işkence için" diyerek Rohak geri getirdi. Kılıcı tersinden sokarak zarar gören kalbini iyileştirmişti. Göğüsünde tek bir çizik bile yoktu ama acısını hala hissedebiliyordu. Rohak'ın yerde zorla nefes alışlarından anlayabiliyordum bunu...
- Keroktox bir işkencecidir Leo. İnsanları öldürür ve diriltir. Böylelikle onlara akıl almaz işkenceler yapabilir ama gücü ona kötü bir huy kazandırdı. Önüne geleni kesebileceğini sanıyor.
Keroktox'un gücü cidden ilginçti ama bir işkenceci için paha biçilmez bir güçtü. Aklıma takılan başka bir şey daha vardı.

- Adımı nereden biliyorsun?
- Beni hatırlamıyormusun Leo? Doğru ya Victor senin hafızanı silmişti. Gerçi geri geldiği hakkında söylenip durduğunu duymuştum ama beni hatırlayamaman üzücü. Peki şöyle söyleyeyim o zaman... Matilda Von Nel..?
Anaix'i hatırlamıyordum ama Matilda Von Nel'i hatırlıyordum. Demek o Anaix'ti. Onunla yıllar önce bir görevimde tanışmıştım. İlk görevlerimden birinde... O zamanlar saçları sarıydı ve tuhaf bir aksanı vardı. Şimdi Anaix'in yıllar önce büründüğü Matilda karakterinin beni kandırmak için olduğunu anlıyordum.

Nezon Şehri Misafirleri - Bölüm 2 - Son

Bölüm 5 

- Anaix... Yani Matilda... Rohak arkadaşım olmasaydı eğer, asla büyümü geri çekmezdim. Yıllar önce senin yüzünden başıma neler geldi biliyormusun!?
- Haa! Casussun ve başına gelenlerden yakınıyorsun..! Seni kullandığım içinde intikam mı istiyorsun şimdi? Kendine hakim olmayı öğren o zaman! Neyse ki efendime bir söz verdiğim için sertleşmeyeceğim. Bu konuyu uzatmayalım. Her iki tarafın iyiliği için...
Sesinde ki tehdit hissedilir derecedeydi ve haklıydı. Uzatmamak en iyisiydi. Onlara daha fazla katlanamayacaktım. Askerlere dönerek;
- İki, ah hayır biri daha vardı. Ona dönerek, pardon üç misafirimize Kızıl Araziye kadar eşlik edin.
Askerlerle birlikte Kızıl Araziye doğru yola koyulmuştu korkunç üç misafirimiz...Rohak ise hafiften kendine gelmişti sürünerek kendini bir evin duvarana yaslamış az önce yaşadıklarını düşünüyordu.
- Soylarına soktuklarım... Ihhh! Hala acıyor! Sanki birşey batıyor gibi... Birimizin onlara eşlik etmesi gerekiyordu, Leo.
- Bence kendi başlarınada gidebilecek yaştalar.
- Haha... Yine de...
- Yinelik birşey yok anlayacaklardır. Seni gerçekten sağ salim geri getirdiklerine emin olmak zorundaydım. Ayrıca askerler bu kadar basit bir işi halledebilir. Merak etme bu yaşananlardan sonra bir daha sorun çıkaracağını sanmıyorum Keroktox'un...
Rohak yavaşça ayağa kalkmıştı.
- O zaman bizimkilerin yanına gideyim. Şehre geldiklerini bildirmem gerek... (bir kaç adım attıktan sonra arkasını dönerek)
- Sen gelmiyor musun Leo?
- Söylemiştim ya?! Şehirde görmem gereken biri var.
- Ah, tabi tabi. Hatırladım. İnsan gidip gelince bazı şeyleri unutabiliyor hehee...
Rohak eli ile başını kaşıyarak sırıttı ve yavaşça uzaklaştı... Ben de gideceğim yola doğru yöneldim... Nezeron'nun kuytu sokaklarına, silahçıların ve demir işi yapanların olduğu kısmına doğru... Bir kaç dakika içinde gideceğim yere ulaşmıştım.
Tam da hatırladığım gibiydi, modern tarzdaki dükkanların çoğalması dışında pek de değişmemişti. Özelliklede o ağır, rahatsız edici demir kokusu hala aynıydı. Amcamın küçük evi de hala oradaydı. Evinin bahçe kapısının hemen yanındaki küçük yapı dükkanı idi. İyi bir demirciydi. Diğer iş yerlerine göre ufak kalsada iyi satışlar yapabiliyordu. Ama bugün dükkanını açmamıştı. Evin kapısının önüne gelmiştim bile. Kapıya hafi hafif iki kere tıklattım. Ses gelmedi. Bu sefer hızlıca üç defa. Yine bir ses gelmemişti. Sanırım evde yoktu. Moralim bozulmuştu buna. Pelerinime ihtiyacım vardı ve zaman hiç kaybına tahmmülüm yoktu. Bir an eve zorla girmeyi bile düşündüm. Üstelik henüz güneş batmamışken, kendi amcamın evine...
- Aaaa saçmalayı kes! dedim kendime. Elbette dönecektir, oturup beklemem yeterli. Arkamı dönüp yakınlarda bir yere içecek bir şeyler almak için gidecektim ki amcamın sesini duydum. Kapıyı açıp başını uzatarak; "Nereye gidiyorsun Leo?" diye seslenmişti. Bağırmışta olabilirdi. Emin değilim.
- Amca, üzgünüm evde yoksun sanmıştım. Şey, ee nasılsın görüşmeyeli?
- Görüşmeyeli nasılım haaaa? Yirmibir yıldır hiç uğramadın be evlat! Hemde hiç... Yaşlandım artık iyice... Baban olmasa ölmüştüm belki de...
Babam amcama bir büyü yapmıştı. Tıpkı bizim gibi yaşaması için diğer insanlara göre daha yavaş yaşlanıyordu. Genel olarak biz büyücüler doğum günlerimizi üç yılda bir kutlarız ama bu, yapılan yaş büyüsüne göre değişir. Her büyücü bu büyüyü sadece kendine uyguluyabilir. Tabii arada çok özel büyücüler çıkabiliyor -ki bunlar başkalarına da bu büyüyü yapabiliyor- babamda onlardan biriydi. Hıh! Bana babamdan bahsederek babamı hatırlatmıştı... Ama sadece varlığını. Nihayetinde yine unutacaktım.
- Kapışmayalı uzun zaman oldu Leo... Bekle bekle hemen geliyorum.
İçeriye koşup satranç tahtası ve iki tanede tabure getirmişti. Bu amcamla aramızda küçük bir gelenekti. Amcamı ne zaman ziyaret etsem hep satranç oynardık hemde her seferinde. Evet ciddiyim tam onbeş yıl boyunca bunu hiç bozmadan yaptık. Bozulduğu tek dönem benim ortadan kaybolduğum dönem oldu... Yeniden bu ufak hobiyi sürdürmek güzel olacaktı ama hiç satranç oynayacak havamda değildim.
- Anlatsana Leo bunca yıl neredeydin...
Amcam piyonlarıyla hamlelerine başlamıştı bile.
- Önemli değil amca görevler işler vs vs. Aynı olaylar işte ama bu sefer uzun sürdü... Artık buralarda sayılırım.
Oyuna hiç konsantre olamıyordum, atı niye oraya oynatmıştım ki neyse... Nede olsa yine ben kazanacaktım...
- Merak ettim bak. Neymiş bu görev? Bana anlatabilirsin yabancı değilim ya hehe...
Amcam piyonuyla ortada çıkardığım atımı fırsatını bulmuşken yedi.
- Yakınlarda ki bir krallığa casusluk görevine gitmiştim. Adamların elinden birşey koparmak cidden çok zordu, dosyaları saklama yöntemlerini bir görsen...?
Yedirdiğim piyonlardan dolayı önü açılan kalemi açık hedef halinde ileri sürdüm. Tam olarak rahatça, yenileceği filin yolunun üzerine amcam yine fırsatı kaçırmadan filiyle kalemi yedi.
- Benden birşey sakladığını düşünüyorum Leo, bak çok ciddiyim. Bana olan biten her şeyi anlatabilirsin, baban sayılırım ne de olsa.
Amcamın bütün taşları yerindeydi. Benim ise pek bir şey kalmamıştı elimde. Tekrar basit bir hata yaptım ve veziri şahmın önünden çektim, şah açık hedefti.

- Oyunumuz bitince anlatırım amca içeride anlatmam daha iyi olur.
Ve amcan bu sözümden sonra...
- Şah-mat! Haha yaşlanmış olabilirim ama hala zinde sayılırım. dedi kahkahalarla ve yerinden kalktı.
- Hadi içeri geçelim anlatacaklarını merak ediyorum.
Amcam içeri doğru yollanmıştı, bense yerimde oturmaya devam ediyordum, Başım eğik elimdeki piyonla oynuyordum. Amcam tekrar bir seslendi
- Eee! Hadi Leo! Tüm gün seni bekleyemem!
Elimdeki piyonu satranç tahtasındaki amcanım şahnın çaprazına koyarak "şah ve mat" dedim. Başımı satranç tahtasından yukarıya amcama doğru kaldırarak oturduğum yerden şu soruyu sordum.
Amcam nerde?...
Sahte Şah 1

 

 

 6.Bölüm 

 

Güçlü, zayıf, tecrübeli.
Yabancı olduğu yerde kalmıştı. Başını eğmişti. Gözlerini göremiyordum aynı zamanda yüzündeki ifadeyi de seçemiyordum. Öylece olduğu yerde duruyordu. Kendini sıkar gibiydi. Alnından akıp çenesini yalayarak yere düşen bir ter damlası dikkatimi çekti. Korkuyordu yoğun baskı altındaydı. Bu iyi bir şeydi benden korkması benden zayıf olduğu anlamına gelirdi. Zayıf biri güçlü biri karşısındayken ilk anda şoka girer, hareketsiz kalır, terler. Sonra ne yapacağını düşünür beynin ilk tepkisi "kaç" sinyali olur, cesaret bu sırada sessizdir, yoksundur, yoktur. Çünkü korku onu en arkalara itmiştir.

O, hala hareketsiz dururken, bende oturduğum yerden kalkıp bir adım mesafe bırakacak kadar yaklaşmıştım ona. Yüzünden bir ter damlasının daha aktığını gördüm, gözlerimle kayıp giden damlayı takip ettim. O da diğeri gibi yere düştü. Damlayı takip ederken aşağıya doğru çevirdiğim bakışlarım adamın sol eline takılmıştı, elini yumruk yapmıştı. "Saldıracak" dedim kendi kendime. Tipik bir zayıfın, güçlü karşısında deneyebileceği türden bir saldırı. Hareketsizliğin ardından ani bir saldırı, büyük ihtimal büyüsüz bir basit yumruk olacaktır ve bunu kaçma eylemi takip edecektir. İhtimali zayıf olsa da ikinci bir plan olarak; hareketsizlik, ani saldırı, dikkat dağıtan saldırının ardından ölümcül darbe... Ama genelde ilki uygulanırdı çünkü ikinci hamle risk büyük barındırıyor. Beceremezsen ölür ya da yakalanırsın.
Bunlardan birini yapacağını çok iyi biliyordum çünkü bende bir zamanlar benzer duruma düşmüştüm. Tecrübelerim bana yardımcı oluyordu. Bunları aklımdan geçirdiğim kısa süre zarfında sıkılan yumruğun harekete geçtiğini gördüm.
Her şey saniye saniye her iki taraf için de tüm hızı ile gerçekleşiverdi. Yumruk kalktı, gerildi, çeneme doğru nişanlandı. Bana doğru yollandı! Ama başarılı bir deneme değildi. Zaten beklediğim bu saldırıdan bir adım geri çekilerek kurtuldum ancak bu bir adım gerileme casusa kaçması için yeterli alanı oluşturmuştu. Yumruğun hemen ardından bir sıçramayla koşmaya başlamıştı.
Amcamın evi yuvarlak bir alanda çıkmaz sokaktaydı ve caddeye açılan tek bir yol vardı. O cadde de üç ayrı sokağa açılıyordu; ikisi sol tarafa doğru, biri sağ tarafa.
Casus sıçramasının ardından ilk gördüğü soldaki sokağa dalmıştı. Basit dedim en yakın olanı arıyor ilk gördüğü yere koşuyor saklanıyor. Buraya gelirken canlanan anılarım iyice oturmuştu artık. Köşe köşe sokakları hatırlamaya başladım. Girdiği sokağın yetmiş üç metre ilerisinde yol sağ ve sola olmak üzere ikiye ayrılıyordu.
Sol taraf pazar alanına giriyordu, oldukça kalabalık, karmaşık, caf caflı bu kaçış alanı, kaçıştan çok saklanmaya yönelikti ama şehrin çıkış kapısına fazla uzak kalıyordu, sağ taraf hafif kalabalığa rağmen şehrin çıkış kapısna yakındı…
Peki hangi yöne gidecekti ?
"O saklanmak istemiyor. O kaçmak istiyor kurtulmak istiyor. Benden…" diye düşündüm.
Sola baktığında karmaşık sokağın hızını yavaşlatacağını düşünecek, çıkış kapısının uzak olduğunu fark edince sağa yönelecektir. Boş sokak hızımı kesemez diye düşünüp kaçış kapısının yakınlığı, kafasının içinde bir kez daha "kaç" sesinin yankılanmasını tetikleyecek.

Sağ taraf, evet… Sağ…

Düşüncelerimin ardından arkamı döndüm ve önümdeki satranç tahtasına sağ elimi uzatıp bir taş aldım. En sevdiğim taştı bu...
"Piyon"
"Sağ taraf Herigir sokağına açılıyor." dedim kendime kendime… Piyonu ağzıma yaklaştırdım birkaç söz fısıldadıktan sonra sağ elimi gerdim ve piyonu Herigir şehir kapısına doğru fırlattım.
Ardından koşuya başlayıp casusun daldığı ilk sokağa girdim. Sokağa girdiğimde onun sokağın sonundaki ayrıma geldiğini gördüm arkası bana dönüktü. Sol tarafa doğru derin derin bakıyordu.
Saniyelik bakışlarını kesip, başını arkaya çevirince beni gördü. Tekrar panikledi. Kafasını önüne çevirdi ardından sağa yöneldi.
İyi haberlerin çabuk gelmesine alışkın değildim ama olaylar tamda düşündüğüm gibi gidiyordu.
Çünkü;
Saliselik bir beklemenin ardından sağ sokağa doğru hızlı bir sıçramayla daldı. Casusluk temel eğitimi, kendimde olmadığım zaman diliminde gram ilerleme katetmemiş.
Kaçan casus fazla basit düşünüyor. Bu da örgütlerin, tarikatların, loncaların armut topladığı anlamına geliyordu.
Kısa düşüncelerimin ardından hızla ileri atılıp koşmaya devam ettim.
Sokaktan hızla koşarak geçerken meraklı gözlerin bana takıldığını fark ettim. Bu duyguyu özlemiştim ve dahasını...
Benim, kim olduğumu, nereye gittiğimi bilmeden merakla izleyen o gözlerin içindeki yansıyışımı. Merak edişlerini…
Şaşkın gözlerinin ardında oluşturduğum üç saniyelik anı olmayı. İşte ben bu yüzden casus olmuştum.
Artık iyice kendine geldin Leo diye mırıldandım övgüyle. Yirmi bir yıllık uykuda kazandığım benliğim, eski öz benliğimle gittikçe kaynaşmaya başlamıştı.
Çevreye takılan gözlerimi saliselik bir göz kırpıştan sonra önümdeki yola çevirmiştim.

Casus, Herigir sokağında iyice ilermişti ve ufak bir dönemecin ardından şehir kapısına varacaktı. Dönemecin hemen on beş metre ilerisindeydi bu kapı. Koştuğunu düşünürsek Yaklaşık 7-8 adım ilerisinde...
Dönemeci önünde gören casus başardığını düşünmüş olmalı. Adımlarını bile saymış olmalı... Bir, iki, üç, dört, beş! ALTI! VE SON ADIM!
Dönemeçten döndüğünde görüntüsü kaybolacaktı ama sorun değildi. Çünkü döndüğü yerden geri iki adım atmak zorunda kalmıştı. Önünü kesmiştim. Hayret ve korku ile açılmış gözlerine baktığımda zihninin derinliklerinde yatan şaşkınlığı da hissedebiliyor, görebiliyordum. Aşağılayıcı bir bakış ile gülümsedim ve;
- Amcam nerede? dedim.
Duraksadı, gözlerini geldiği sokağa çevirdi ancak gelirken daha kısa olduğunu düşündüğü yolun hafif bayır oluşunu ve yorgunluğunu fark ettiğinde kaçamayacağı düşüncesi ile korku dolmuştu. "Hayır, kaçamam." diye düşünmeye başladı kendi kendine.
- Evet "kaçamazsın." dedim.
Bu sözüm onu biraz öfkelenmesine sebep olmuştu.
- Aklımı okumayı kes seni pislik!
- Konuşmayı unuttuğunu düşünmüştüm. Bir tehtit savurmak iyi fikir gibi gelmişti o an. Eğer zihnini yok etmemi istemiyorsan söyle bana amcam nerde?"
Duraksadı!
- Hadi ama sıkıldım bu sessizlikten! Sabırsızlanmıştım...!
(Bir)
(İki)
(Üç)
O küçük duraksamasının ardından büyük bir bağrışla üstüme atıldı beklemiyordum. Gözlerimin ani açılışı şaşkınlığımı ele veriyordu.
- Nefrettttt ediyorum senin gibilerden!!!!!!
Koluna gizlediği hançeri fark etmemiştim. Parlıyordu büyük ihtimal zehirliydi.
Sol elinde tuttuğu zehirli hançeri karaciğerime doğru hedeflemişti iki cmlik bir aralık kalmıştı. Olaylar fazla hızlı gerçekleşiyordu. Bir direniş bekliyordum ama bu kadar hızlı kısa bir konuşmanın ardından değil!
Sol elimle hançerli elini sol çapraza doğru kaydırttım ama hançer derimin bir kısmını yarmıştı. Bu darbe bile canımı yakmaya fazlasıyla yetti. Ardından gelen ve karnıma isabet eden sert diz darbesi de etkiyi katladı.
Saldırının ardından birkaç adım geriye çekildi. Bana baktı. Ben kanayan yarama bakıyordum derin değildi ama garip hissettiriyordu.
- Öleceksin, dedi bana.
Güldüm.
- Evet, dedim, öleceğim.
- Bunun seni mutlu etmesi şaşırttı beni..!
- Mutluluk göreceli bir kavram, bakıyorum da sakinleşmişsin.
"Güzel" dedim. Acı ile kıvranarak diz çöktükten sonra. Başım karnıma doğru çekiliyor, acıdan iki büklüm oluyordum. Bu durum moralimi bozmaya başlamıştı ki daha kötüsü oldu. Nefes alışlarım tıkanıklaşmaya başlamıştı. Elimin birini yıkılmamak için soğuk taş zemine yaslamıştım ki normalde soğuk kuru zeminin benden daha sıcak olduğunu hissetim.
-Lanet Olsun-
Son bir şey söylemek için eğik başımı kaldırdım. Bu oldukça zor oldu.
“Sakinleşmen güzel çünk…" sözlerime daha fazla devam edemiyecektim. Oysaki sözlerimi yarıda kesmekten hoşlanmam.
Vücudum benden daha canlı olan zemine çarptı. Hangimiz daha fazla ruhsuzuz acaba dedim taşlar mı, ben mi?
Son bir nefes almak için bir gayret gösterdim. Ama olmadı. Gözlerim ışığa karşı, iyice hassaslaştı bir parlaklık ardından hızla gelen karartı. Son bir kalp ritmi TIK! Yorgun ve acılı…
Bir güçlünün yaptığı en büyük hata zayıfı küçümsemektir!

 

 

(güncel bölüm) Bölüm 7

 

Gözler ve Eller yaNILTIR.

Casus yerdeki Leo’nun ölüme doğru giden vücuduna bakıyordu.
"Seni öldürmek isterdim" diye geçerdi içinden "Ancak emirler bunu yapmama engel."
Bir iki adımla Leo’ya yaklaştı , eğildi ve nabzına baktı. Sakin elleri aniden hızlanıp telaşlıca vücudun diğer nabız noktalarında dolaştı.
"Ölemezsin lanet olası!! Henüz değil!" dedi kısık bir sesle! Onu korkutan bir şeyler vardı.
"Zehrin bu kadar güçlü olmaması gerekirdi!” dedi içinden yüzü koyun yatan Leo’nun vücudunu sırt üstü çevirip cebinden çıkardığı panzehiri Leo’nun ağzına döktü.
Ardından ellerini Leo’nun göğüs kafesinin üstünde birleştirdi.
"Yaşaman lazım" dedi. Leo’ya kalp mesajı yapmaya başlamıştı. Denedi, denedi ve denedi.
Sonuç alamıyordu.
"Hayırr!!!" Dedi dişlerini sıkarak.
Sol eliyle Leo’yu ceketinden yakalayıp yüzünü kendisine doğru çekti. Leo’nun yüzüne baktı “ÖLEMEZSİN” dedi.
Casus arkasından ona doğru yaklaşan kişiyi hissedememişti. Kalp mesajı yapmaya başladığından bu yana izlendiğinin farkına varamamıştı bile.
Ceketinden yerde yatan Leo’yu kendine çektiğinde sesi duyldu.
- Ölmedim zaten.
Casus irkilmişti! Şaşkın gözlerle omzunun arkasına doğru baltı.
"Ama sen?"
"Ölmüyecektim zaten? Bu şaşkınlık ne? Sevinçten mi yoksa? Deminden beri yaşamamı söylüyordun, beni canlı görmek seni çok mutlu etti değil mi?" dedim.
- Senin ölmüş olman gerekirdi.
- Şuna bir karar verelim... Ölmüş olmam mı gerekli yoksa yaşıyor olmam mı?
(sessizlik)
İç çektim..
- Sanırım beni zehirle bayıltıp bir yerlere götürmek istiyordun ha?
Casus olduğu yerde diz çökmüş, hala bana bakıyordu. Sol eli hala benim ceketimi sıkıca tutuyordu.
Kafamı casusun ellerine doğru hafif eğerek baktım. Gözlerimi onun gözlerine kilitledim. Bakışlarım sertleşmişti.
- Eline bak, dedim sakin ve ifadesiz bir sesle.
Ufak bir duraksamasının ardından elinin hafiflediğini ve parmaklarının arasındaki ceketi hissemediğini hissetti. Hızlaca başını çevirdi çevirdi, önüne baktı, bedenim yoktu ortada.
- Yanılsama mıydı bu? diye düşündü.
- Eline bak, diye tekrer vurguladım.
Ceketi tutan elini açtı ve avucunun içine baktı.
- Piyon, dedi sessizce.
- Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor değil mi?
Elinde piyonla bana döndü. Çöktüğü yerden hala kalkmamıştı.
- Kim... bilmiyor?
Gülümsedim, gözlerimi yere doğru çevirip, ciddi bakışlarımı tekrar ona yönelttim.
- Victor yolladı seni değil mi? Beni oyalamanı istiyordu değil mi? Daha fazla hafızamı kazanmadan, kendime gelemeden.
Sustu…
- Öyle birini tanımıyorum
- Ama ben tanıyorum, Sitpa.
- Adımı... dedi şaşkın şekilde.
- Benim karşımdayken şaşırmayı bırakmalısın. dedim.
Sağ elimi uzatıp elinde tuttuğu piyonu işaret ettim. Benim ikinci yeteneğim, ben, satrançbazım.
Bu yeteneğin orjinali amcamın karısının ailesine aitti, vaktinde bana da öğretmeye çalışmıştı ve bunda başarılı oldu. Sana piyon yolladığım için kendini şanslı saymalısın karşında bir kale görmek istemezdin herhalde, diyerek gülümsedim.
- Bana istediklerimi verecekmisin Sitpa?
- Bu da sorumu şimdi? Benim buraya ne şartlarla gönderildiğimi bilmiyor musun?
Duraksayıp biraz düşündükten sonra haklısın dedim.
Hala yerde duran Sipta’ya doğru atılıp sağ omzundan tuttum, sertçe kaldırdım ve karanlık bir ara sokağa doğru çektim. Sertçe duvara yasladım. Sipta karşılık vermeyi bile düşünmedi. Yenilgiyi kabul etmişti. Bana bakarak
- Bunca zaman bir Piyonla savaştığıma inanamıyorum, dedi.
- Sana bir şey söylersem öleceğim, söylemezsem yine öleceğim ne ironi... dedi umutsuz bir sesle.
Bana bir şey söylemeyeceksin. Ben senden onları alacağım, bana bir şey söylemezsen ölmezsin.
Deyip elimi Sipta’nın anlına, kavyaracak şekilde koydum.
Sadece birkaç saniye geçmişti.
- Bu kadar. İstediğimi aldım, Sipta.
Gitmekte özgürsün, senin hayatınla alakalı bir isteğim yok. Merak etme Victor da seni öldürmeyecek. Satrançbaz olduğumu bilmiyor. Yenildiğini söyle ama elinde bilgi olduğunuda, ayrıca ona Tebrial’in adını ver seni anlayacaktır ve Victorla ilişkini kes. O adam seni piyon olarak kullanmaktan başka bir şey yapmaz.
Arkamı dönüp kalabalık sokağa doğru yöneldim.
- Neden bana yardım ediyorsun Leo NİLENNN!!
Diye bağırdı arkamdan.
Durdum.
- Çünkü bir ailen var, Sipta. Kızın en son senden bir peluş ayı istemişti değil mi? Gömleğinin içinde bir tane var.
Sipta gömleğinin içindeki şişkinliği hissedememişti. Elini attığında ise eline yumuşakcık bir şey gelmişti.
- Bu ona aldığın son hediye olmasın Sipta.
Sipta başını önüne eğmiş derin düşücelere dalmıştı bile.
-Sen, dedi başını kaldırmadan. Aniden başını doğrultu, BEKLE! diye bağırdı. Ve sustu, çünkü ben artık orada değildim.

Öğrenmek istediklerimi almıştım. Amcam güneye ticaret için seyahete gitmiş demek... Pelerin hala evinde olmalı "Mecburen izinsiz girecez" diye söylendim.
Sipta’nın hafızasından öğrendiklerimi düşünerek amcamın evine doğru geri dönüyordum. Kafam eğikti düşüncelere dalmıştım arada birkaç kişiyle ufak çarpışmalar yaşıyordum.
Victor’un odası karanlık bir yerdeydi. Sipta'ya görevi orada vermişti. Gidiş yolu kapalıydı. İfgul kokuları? Sipta yoldan geçerken İfgul kokuları almıştı. İfgullar yabani çicek türüydü. Karanlığa ihtiyaç duyarlardı. Karanlıkta evrimleşir aydınlıkta solarlardı. Evrimleştiklerinde etrafa saldıkları koku insanın içine hüzün yayardı. Psikolojik bir silahtı. Genelde konuşturulmak istenen insanlar üzerinde uygulanır ya da intihar etmeleri için bunalımda sokulan insanların yemeklerine katılırdı. Yetersiz bilgi her yerde olabilir, bir kere ele geçirdiğinde çoğaltması kolaydı.
Yürümeye devam ediyordum.
Pelerinime kavuşmam lazım diye düşündüm. Tam bu esnada vücudum. Karnıma çarpan sert bir elle durduruldu. Karnıma çarpan elin üstünde kızıl bir bez vardı.
-Pelerinin, dedi tanıdık bir ses.
Başımı kaldırdım.
- T- Tebrial?!
- Al, dedi ifadesiz suratıyla.
Sağ elimle Tebrial’in elini tutup hırsla pelerinimi çektim. Ardından bir savrulmayla sırtıma geçirdim. İçimi huzur ve sıcakllık hissi kaplamıştı. Ayrıca kendini daha dinç ve güçlü hissediyordum.
Nefes alışım çiğerlerime, kızıl havalar dolduruyordu. Nefis bir oksijendi. "Bu sonsuz enerji..." dedim kendime kendime.
Tebrial ise hala yanımdaydı.
- Yürü gidiyoruz. Salak!
Hiç bir şey söylemedim.
- Gidiyoruz dedim, diye yineledi sert ses tonuyla.
Ayakkabı bağcıklarım dedim.
Gözlerini ayakkabıma çevirmişti.Bağcık filan göremiyordu tekrar bana baktığında ise;
- Yürü gidiyoruz, diyip arkamı döndüm, Xazier X krallığından gelen misafirlerle yapacağımız salona doğru yola koyulmuştum.
Surat ifadesini görmek isterdim ama karizmamı bozmamak için arkama dönüp bakmadım bile içim içimi yesede!

Tebrial gözükür,Toplantı başlamak üzeridir, Leo sadece işlerin başlangıcındadır.
Gelecek Bölüm –Xazier X’ler bilinmeye giden toplantı-

 

 

Hikaye kendi yaratığım Petus evreninde geçmektedir..Evren hakkında bilgeyi eğer hikayeyi yazmaya devam edersem vereceğim...

 

Tür:Macera,Fantastik,Mitolojik,Doğaüstü güçler olaylar...

Konu anlatımı bölüm bölüm değişiklik gösterebilir bunu belirtmeyeceğim fakat eğer anlatım tarzı kahramadan ilahiye yada gözlemciye geçerse o metinler arasında büyük bir boşlukla ayıralacaktır

*Hivean; İlahi dilde ıssız yoksulluk anlamına gelir her usta balıkçı bilir ki Hivean balıklardan ıssız yoksul bir göldür ama bir çok gezgin ve acemi burada saatlerce balık tutmaya çalışır ve vakitlerini boşa harcar

*Lüevren gri gövdeli bir sihirli ağaçtır ve bilgeliğin simgesidir yaydığı enerji yüksek derece mana yani ruhsal enerji sağlar

*Leoras Te Nir 8 krallıkta bulunan geniş bir sihirbaz loncası anlamca Leoras'ın 8 elçisi anlamına gelir Leoras güneşin ve kaplanların tanrısıdır

*Güncel bölüm spoiler içinde olmayandır

 

Devamını yazarmıyım bilmiyorum devamını yazsam nasıl birşey planlarım neler yazarım düşünmüştüm aslında gelicek tepkiye ve isteğime bağlı olarak karar vereceğim :D

< :DHikayeyi sınıftaki arkadaşım ingilizce hikaye yazıcaktık bende çevirip yazsın diye bunu yazmıştım ona 1 derste oda aldı fakat çeviremeceğini söyledi iyi dedim bana ver anime sitesine FF olarak yazayım boşa gitmesin dedim tabi ne dediğimi anlamadı :D

 

< :D

 

:D> :D>Not:Ayrıca devamını yazarsam aynı şekilde ilerlemeye devam edicek yani ilerledikçe olayların farklı yönlerini göreceğiz sırlar hatıralar nedenler...

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

  • Yanıtlar 28
  • Oluşturuldu
  • Son yanıt

Konuya en fazla mesaj yazanlar

Popüler mesajlar

Bölüm 1   Bölüm 2   Bölüm 3 Bölüm 4 Bölüm 5     6.Bölüm    (güncel bölüm) Bölüm 7     Hikaye kendi yaratığım Petus evreninde geçmektedir..

En heyecanlı yerde bıraktın :D   Ama devamını bekliyorum hayal gücün çok iyi yani devamı gelirse kesinlikle okurum :D

3.Bölüm eklenmiştir keyifli okumalar veya okumamalar :D   Bu bölümde hikayeye etki edicek 2-3 yan olayı tanıttım biraz...bol açıklamalı ve sıkıcı bir bölüm gibi gelebilir çünkü aksiyon pek fazla barın

Yarın okumak üzere kaydediyorum  B)

 

 

En heyecanlı yerde bıraktın :D

 

Ama devamını bekliyorum hayal gücün çok iyi yani devamı gelirse kesinlikle okurum :D

 

 

Guzel bir başlangıç olmuş Leorn, takipteyim...

 

1.Ne zaman istersen oku gitsin Hazado-San

 

2.olabildiğince hayalgücümden yararlanmaya çalışıyorum ama daha ne kadar gider bilemem :D umut kırıcı bir konuşma gibi oldu ama yazmam uzun sürebilir mahlum okul var

 

3.Sağol başlangıç gibi devamınıda güzel getirirsem benim için iyi olur :D

 

Yorumlar için sağolun...şöyle bir sorunum var vakit onun yanında arkadaşa yazdığımda hikaye kısa olacağından çabucak bir sonuca bağlamıştım şimdi o bodrum katı olayı hikayei pazartesi yazarken aklıma geldi hikayenin devamı olarak bir kaç noktasını ve finalini düşündüm fakat oraya nasıl bağlayacağım yani bağlarken sıkıcı kısımlar yazmamaya uğraşmam gerekecek...ayrıca hikaye az birşey aşkta barındırıyor ki ben aşk konusunda hiç tecrübeli değilim o kısımları anlatırken nasıl anlatacağımı bilmiyorum :D yardım gerekecek büyük olasılık abimden isterim yardım almadan yazarsam tatmin edici olmayabilir veya aşk nedir bilenler varsa aranızda bu ne lan diye bilir şimdilik diyeceklerim bu kadar :D

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

  • Forum Admin

 

Yorumlar için sağolun...şöyle bir sorunum var vakit onun yanında arkadaşa yazdığımda hikaye kısa olacağından çabucak bir sonuca bağlamıştım şimdi o bodrum katı olayı hikayei pazartesi yazarken aklıma geldi hikayenin devamı olarak bir kaç noktasını ve finalini düşündüm fakat oraya nasıl bağlayacağım yani bağlarken sıkıcı kısımlar yazmamaya uğraşmam gerekecek...ayrıca hikaye az birşey aşkta barındırıyor ki ben aşk konusunda hiç tecrübeli değilim o kısımları anlatırken nasıl anlatacağımı bilmiyorum yardım gerekecek büyük olasılık abimden isterim yardım almadan yazarsam tatmin edici olmayabilir veya aşk nedir bilenler varsa aranızda bu ne lan diye bilir şimdilik diyeceklerim bu kadar

okudum hemde yayınladığın gün -_- üstüme görev bilincini attın gittin  :P ama yazmaya vakit bulamadım neden bulamadım orasını karıştırma  :ph34r: bana göre hikaye olması gerekenden biraz hızlı gelişim gösterdi, tam acaba diye kafamda bir şeyler kurgulamaya başlamıştım ki hop hemen arkasından cevap geldi, haliyle hayal etmeye fırsat bulamadan konunun içine kendimi itilmiş gibi hissettim, biraz daha ağırdan alıp dallandırıp budaklandırıp ama fazla da dağıtmadan araya abes şeyler koymadan süsleseydin beni hikayenin içine itmek yerine elimden tutup çekeydin süper olurdu  :D konu örgüsü güzel, hikaye bilindik ama sıradan değil, anlatımda fena sayılmaz, gizem zaten var eeee  satar bu  :D sen yaz yazmaya devam et beni diğerleri gibi yarı yolda bırakma  <_< yok ajanmış kara büyücüymüş dinlemez seni rezil ederim foruma  :ph34r: aşk felan koyma be usta hani anlamadığın şeyi sen nasıl yazamıyorsan bende anlamadığım şeyi okuyamıyorum  :P ha illa aşk olsun diyorsan aç romantik anime izle ordan kopyala yapıştır o olabilir bak :D

yine çok mu yazdım yaaa  :ph34r: 

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

okudum hemde yayınladığın gün -_- üstüme görev bilincini attın gittin  :P ama yazmaya vakit bulamadım neden bulamadım orasını karıştırma  :ph34r: bana göre hikaye olması gerekenden biraz hızlı gelişim gösterdi, tam acaba diye kafamda bir şeyler kurgulamaya başlamıştım ki hop hemen arkasından cevap geldi, haliyle hayal etmeye fırsat bulamadan konunun içine kendimi itilmiş gibi hissettim, biraz daha ağırdan alıp dallandırıp budaklandırıp ama fazla da dağıtmadan araya abes şeyler koymadan süsleseydin beni hikayenin içine itmek yerine elimden tutup çekeydin süper olurdu  :D konu örgüsü güzel, hikaye bilindik ama sıradan değil, anlatımda fena sayılmaz, gizem zaten var eeee  satar bu  :D sen yaz yazmaya devam et beni diğerleri gibi yarı yolda bırakma  <_< yok ajanmış kara büyücüymüş dinlemez seni rezil ederim foruma  :ph34r: aşk felan koyma be usta hani anlamadığın şeyi sen nasıl yazamıyorsan bende anlamadığım şeyi okuyamıyorum  :P ha illa aşk olsun diyorsan aç romantik anime izle ordan kopyala yapıştır o olabilir bak :D

yine çok mu yazdım yaaa  :ph34r: 

 

Aslında uzatırdımda uzatmamak için kırptım durdum...ayrıca zaten uzatsaydım o arkadaş mevzusu rahatça tahmin edilebilecekti kısacası okuyucu daha tahmin yürütemeden dayayım dedim cevabı ve ben açıkça burada söylüyorum yazarlık kısmında iyi değilimdir daha çok senaryo olarak düşünüyorum ben yani eğer bu tarz bir işe girersem senaryo ve yönetmenlik olarak gireceğim kitap yaz hop filme çek mevzusu benim yapabileceğim birşey değil..çünkü o yazarların yaptığı betimlemeleri yapamam ayrıca yapamadığım gibi uzun betimlemeleride sevmem kafa misal okuduğum bir hikayede yazar odayı betimlemişti sıkılıp kapattım ben direk olay odaklıyım olay ve aksiyon

merak etme eğer devamı gelirse aşk göremezsin pek aşk konusu yazmam zaten sadece gerekli olacak hikayenin konusu olarak hikayeyi devam ettirirsem gizem sırlar ve hayalgücü üzerinden devam ettireceğim yani karakterimiz ilerlerken bir kaç farklı olayın içindede bulacak kendini...boş vakit bulunca 2.bölümü yazar atarım...sırf zevk için yazacağım...herhangi bir beklentiyle yazarsam devamı gelmez kendimi denerim hikaye sıkışınca nasıl çıkartırım bi öğreneyim...olumlu olumsuz yorumların için sağol Abla...ama şimdi baktımda harbi o George'nin kimliğini açıklayamayı biraz daha uzatabilirmişim...nese sağlık olsun acemeyim sonuçta...

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

  • Forum Admin

Aslında uzatırdımda uzatmamak için kırptım durdum...ayrıca zaten uzatsaydım o arkadaş mevzusu rahatça tahmin edilebilecekti kısacası okuyucu daha tahmin yürütemeden dayayım dedim cevabı ve ben açıkça burada söylüyorum yazarlık kısmında iyi değilimdir daha çok senaryo olarak düşünüyorum ben yani eğer bu tarz bir işe girersem senaryo ve yönetmenlik olarak gireceğim kitap yaz hop filme çek mevzusu benim yapabileceğim birşey değil..çünkü o yazarların yaptığı betimlemeleri yapamam ayrıca yapamadığım gibi uzun betimlemeleride sevmem kafa misal okuduğum bir hikayede yazar odayı betimlemişti sıkılıp kapattım ben direk olay odaklıyım olay ve aksiyon

merak etme eğer devamı gelirse aşk göremezsin pek aşk konusu yazmam zaten sadece gerekli olacak hikayenin konusu olarak hikayeyi devam ettirirsem gizem sırlar ve hayalgücü üzerinden devam ettireceğim yani karakterimiz ilerlerken bir kaç farklı olayın içindede bulacak kendini...boş vakit bulunca 2.bölümü yazar atarım...sırf zevk için yazacağım...herhangi bir beklentiyle yazarsam devamı gelmez kendimi denerim hikaye sıkışınca nasıl çıkartırım bi öğreneyim...olumlu olumsuz yorumların için sağol Abla...ama şimdi baktımda harbi o George'nin kimliğini açıklayamayı biraz daha uzatabilirmişim...nese sağlık olsun acemeyim sonuçta...

uzun betimlemeleri ben de sevmem sırf bu yüzden kitap okuma hayatımda yarım bıraktığım anlımın kara lekesi ödüllü bir kitap var yazar o kadar çok tasvir yapmış ki yeter ulennnn diyip kapağını kapattığım gibi şutladım kitabı :ph34r: inşallah ileride seni yönetmen koltuğunda görürüz :D senorya yazmak daha uğraştırıcı ama bilgin olsun :P bekliyorum devamını sende diğerleri gibi hayırsız çıkma :D

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

2.Bölümü ekledim aksiyonsuz bir bölüm ana karakterimiz unuttuğu bir kaç hatırasını daha öğrenmeye çalışıyor...bir kaç bölüm daha aksiyon veya savaş olacağını sanmıyorum girişin ardından karakteri ve bir kaç kişi tanıttığım bölümleri yapmayı plandım fakat ufakta olsa hikaye girecek gizemli bir kaç tip durduk yere gerilim ve aksiyonlara neden olabilir :D

 

Keyifli okumalar...olumlu olumsuz yorumları bekliyorum Amigo-San'lar

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesajını gönderebilir ve daha sonra kayıt olabilirsin. Bir hesabın varsa, hesabınla göndermek için şimdi oturum aç.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Misafir
Bu konuya yanıt ver...

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı.   Restore formatting

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Editör içeriğini temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

  • Konuyu Görüntüleyenler   0 üye

    • Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.