Jump to content

Başlangıçlar ve Efsaneler


ErikaWasHere

Recommended Posts

İlk başta herkese selamlar. 3 yıldır uğraştığım bir roman projesi var. 3 kitaptan oluşmaktadır. Şimdilik son kitap üzerine yoğunlaşmaktayım. Açtığım konu ilk kitabın giriş kısmından bir kesittir. Umarım hoşunuza gider ve tavsiyelerinizi yorumlarınızı paylaşmaktan çekinmezsiniz ^^ Tavsiyelerinize göre biraz düzenlemeler yaptım. Anlam bozuklukları ve yazım yanlışlarına karşın gözümü biraz daha açık tuttum. Ve bir kısmını daha paylaştım. Umarım merakınız artıyordur ^^

Sıcak bir yaz akşamında yaşları 18 ile 20 arasında değişen, yaklaşık olarak 60’a yakın topluluk sessizce şehir merkezinden kırsal kesime doğru yol almaktaydı. Sıradan bir vakit olsaydı gezi, yada bir yaz kampı yapacaklarını düşünürdü herhangi bir kişi. Ama o devirler çok geride kalmıştı. Çünkü büyük savaş başlamış ve bu savaş yıllardır devam etmekteydi. İnsanlar kalabalık metropollerde resmen tutsak kalmıştı. Şehirlerden çıkış bir tür intihardı. Şehrin dışında özellikle geceleri bir şeyler geziniyor, bir tür kurt gibi avlarını bekliyorlardı. Bu yüzden dışarıya artık eskisi kadar devriye gönderilmiyordu. Giden devriyelerden dönenlerin sayısı ise artık daha azdı.

                Durumun fazlasıyla farkında olan bu gruptaki gençler her gün büyüklerinden, şehirlerdeki yetkililerden işittikleri sözleri fazlasıyla kanıksamaya başlamışlardı. Hepsinin gözlerinde endişe ve korku vardı. Ekipmansız korumasız sadece bir otobüs ve minibüs ile birlikte neden korunaklı şehirden ayrıldıklarını düşünmekteydiler. Ve neden sadece rahip ve yanında yaşlı bir adamdan başka hiçbir kimsenin grupta olmadığını düşünüyorlardı. Ardından ikinci sıradaki çocuklardan birisi yanındakine usulca fısıldadı.

-‘’Heey Pat’’ dedi. ‘’Neden bizi şehirden çıkardılar? Bu sadece suçlulara verilen bir ceza değil miydi? Biz ne yaptıkta buraya düştük?’’

Yanında oturan Pat biraz düşündü. Gruptakilerin arasındaki en büyük kişi oydu ve gruptaki herkesin saygı gösterdiği kişilerden birisiydi. O yüzden bir bilgi kırıntısı almak için sürekli ona fısıldayıp pusulalar ile sorular soruyorlardı. Ve tabi başlarındaki rahip Gregory’nin onun amcası olmasının da faydası yok değildi.

Ardından Pat fısıltısını kuvvetlendirerek otobüsteki herkesin duyabileceği şekilde konuştu.

-‘’ Tanrı aşkına size bir şey bilmediğimi söyledim kaç defa. Burada neden bulunduğumuza dair hiçbir fikrim yok. Şehirdekilerin haberinin olup olmadığını bile bilmiyorum. Ve ne amaçla ‘’barınaktan’’ çıkarıldığımızı bilmiyorum, belki yaz hasadını kaldırmaya yardımcı olmak için olabilir. Şehirde işe yaramayan tek gençler biziz sonuçta. Herkes ya ‘’barınağın’’ ihtiyaçları için teknik ekibe katıldı yada savaşmak için güvenlik güçlerine katıldı. Ama sizin gibi benimde canımı sıkmıyor değil.’’ Dedi.

                Tam sözlerini bitirmişken yanında bir karartı belirdi. Bu karartı cübbesini giymiş Rahip Gregory’den başkası değildi. Ve bir elini omzuna koyarken başını eğerek kulağına fısıldadı. Aslında rahibin amacı gruptaki bu korku ve endişe yumağının çözülmesi idi.

-‘’Patrick, sizi asla ama asla işe yaramaz diye görmüyorum. Sadece biraz yönlendirilmeye ihtiyacınız var. Ve bu her zaman olan bir şey. Kimsenin size bu konuda bir şey söylememiş olması doğal bir durum çünkü bu konuyu sadece reşitlerle paylaşırız. Ve aranızda reşit birisi bulunmuyor.’’ Dedi.

                Usulca konuştuğu halde herkesin kulak kabartması sonucu ufak bir fısıltı bile orman yangını gibi bütün gruba yayıldı. Akıllarda acaba reşit mi olacağız tarzında sorular geçmekteydi.  Hepsinde bu düşünceler varken akıllarında otobüsün yavaşladığını hissettiler. Ardından rahip ile yaşlı adam konuştuktan sonra otobüs tamamen durdu ve kapı açıldı.

                Yaşlı adam eline bastonunu alarak yavaşça gerindi ve temiz havayı içine çekti. Sanki artık 10 yaş daha gençmiş gibi rahatça hareket etmeye başladı. Ardından grup yavaşça inerken elinde liste olan rahip sırayla onlara görev vermeye başladı. Gruptakilerden bir kısmı minibüsten eşyaları indirmeye başlarken bir kısmı çadır dikilecek alanların temizlenmesi görevi verildi. Diğer kısım ise ateş için yakacak odun aranması için etraftaki ağaçlıklara yollandı. Tabi biraz bu zor oldu çünkü hava kararmak üzereydi ve geceleri dışarıdaki karanlıkta nelerin saklı olduğunu az çok biliyorlardı. Tabi Rahibin araya girmesi sonucu kendilerine güvenerek ve toplu halde durarak kısa zamanda çok sayıda yakacak odun toplayarak geri dönmeyi başardılar. Gruptakiler dayanışma içinde kısa sürede her şeyi hazır hale getirdiler. Sadece yaşlı adam katlabilir bir sandalyeye oturarak etrafı izliyordu.

                Ateş yakıldı yemekler için kızlar rahibe yardım etti. Yorulan erkekler ise biraz şikayet etseler de yinede mutlulardı. Şehrin karamsar ve içe kapanık havasından uzaklaşmak herkese iyi geldi. Havanın kararması ile birlikte sıcak olan hava serinlemeye başladı. Sivrisinekler biraz rahatsız etse bile kimse şikayetçi değildi. Bu sırada uzaktan, geldikleri yönün ters istikametinden hızlı bir şekilde bir konvoyun geldiğini gördü rahip. Ardından yaşlı adamla göz göze geldikten sonra Pat’i yanına çağırdı.

-‘’Patrick, acaba biraz sorumluluk alıp herkesin yerli yerinde olmasını sağlayabilir misin bir 30 dakika için?’’ diye sordu Rahip Gregory. Pat ise bu zoraki görev karşısında yapacak bir şeyinin olmadığını kabul edip başını sallayarak kabul etti.

 

Batı Kapısı Kumandanı:

                Rahip Gregory her ne kadar gözlerinin iyi görmediğinden bahsetse de yinede uzaktan gelen araçların sayısını doğru bildi. Üzerlerinde uçaksavar ve ağır makinalı tüfekler bulunan 12 zırhlı araç ve içi tıka basa tam donanımlı askerler ve bir araç dolusu mühimmat dolu olan bir sivil kamyonet vardı. Araçlar kamp alanına yakın sayılamayacak bir mesafede durduktan sonra, bir manga asker ile başlarında yürüyen gayet otoriter ve ciddi yüzlü bir subay onlara doğru yürümeye başladı.

                Yüzünde tırnak izlerine benzer yarıklar bulunan bu subay hiç selamlamadan direkt konuya girdi.

-‘’ Ben Saint Pierre şehri batı muhafaza komutanı Legatus legionis Charles dedi, ve sizin buraya geleceğinizden ancak bir saat önce haberim olabildi. Bu konudan memnun değilim, bölgeyi tarayamadık ve şimdi biden sizi korumamız istendi. Sizlerin ne amaçla burada olduğunuzu ve sorumluların kimler olduğunu öğrenmek istiyorum. Buraya gelebilmek için elimdeki az sayıdaki kaynaklarımı harcamak zorunda kaldım. Umarım burada şımarık bir bürokratın veledi ve onun arkadaşlarına korumalık yaptığımı söylemezsiniz.’’ Diye sertçe konuştu.

                Aslında Legatus legionis haksız değildi. Çünkü ülke sınırları diye bir şey kalmadığı için bu yeni dünyada insanlar şehirlere sıkışık kaldılar. Ve sonu gelmez bürokrasi yüzünden en tepede olanlar kendi bulundukları şehirleri üzerinde neredeyse mutlak hakim konumuna geldiler. Kafalarına göre kuralları bu kadar göz önünde olmasa bile gizli bir şekilde çiğnedikleri herkesin bildiği bir şeydi.

                Bunun üzerine Rahip Gremory ondan hiç beklenmediği şekilde suratı kıpkırmızı olan albaya baktı. Ardından derin bir nefes alarak yanında bulunan ve başı kıyafetinin kapşonu yüzünden gölgelenen yaşlı adamla dönerek diz çöktü ve albayın kaba sözleri karşısında özür diledi. Ve yaşlı adam yüzünü gölgeleyen kapşonunu çıkardıktan sonra albay gördüklerine inanamadı. Bu yaşlı adam Saint Pierre şehri ve ona bağlı 3 bölgenin Başpiskopusu yani en genç yaşta Dux ünvanı almış Başpiskopos Drum’dan başkası değildi.

                Bunu gören albay hemen yanındaki askerler ile birlikte diz çökerek kaba sözlerini bağışlamasını ve kendisini affetmesini diledi.

-‘’Sizi tanıyamadığım için çok özür dilerim Başpiskopos hazretleri. Sizin geleceğinizi bilseydim daha iyi bir şekilde karşılardım sizi.’’ Dedi.

                Başpiskopos derin bir nefes alarak gülümsedi. Ve ardından,

-‘’Bağışlanacak bir durum yok, size haber verilmedi çünkü yaygara çıkarılmasından hoşlanılmam ben burada şuan için unvanlarımdan arınmış birisiyim. Zaten geldiğim grupta benim kim olduğuma dair sadece rahibin bilgisi var ve bu bilgiyi artık siz de sahipsiniz. Ayrıca bu durumdan askerlerinizin haberdar olacağını biliyorum ama sizden ricam bu durumu gruptakilere anlatmamaları. Şuan için yemek hazırlıkları yapılmakta acele ile çıktığınız için yeterince erzağınız yoksa isterseniz gruptakiler ile birlikte yiyebilirsiniz.

                Albay bu teklife çok şaşırdı. Aslında Başpiskopos Drumm için söylentiler mevcuttu çok kibar ve yardımsever olduğu kulaktan kulağa anlatılmaktaydı. Ve onunla aynı masada yemek yeme şerefi herkese nasip olan bir şey değildi. Çok düşündükten sonra kendi üstüne başına ve askerlere baktı. Ardından pişmanlık dolu bir sesle Başpiskoposa dönerek:

-‘’Çok isterdim Başpiskopos hazretleri ama şu gençlere bakın hala umut dolu ve bu güzel günün tadını çıkartıyorlar. Fakat yemekte biz gördüğünüz gibi bu donanımlar ve silahlarımız ile birlikte yanlarına gelirsek endişe etmekten başka bir şey düşünmeyecekler. Bırakın henüz savaş onlara tam olarak ulaşamamışken kalplerine endişe ile doldurmayalım.’’ Dedi.

                Bu cümleler Başpiskopos Drum’un yüzünde gülümsemesine neden oldu. Haklısınız Legatus dedi ve hemen ekledi, yinede henüz bu savaş bitmemesine rağmen bırakın bu akşam günün tadını çıkartalım ve gelecek hakkında umut besleyelim.

                Kampa dönerken acaba neden Başpiskoposun kendisinin burada olduğunu merak etmekteydi. Herkes şahitlik yapamazdı bunun için kalplere girebilen bir dilinizin olması gerekirdi. Ama şehirde birkaç şahit bulunmaktaydı. Ve hepsi başarılıydı neden bu grup için Başpiskoposun kendisi gelmişti. Hala anlam veremiyordu.

                Bu düşünceler içinde kampa dönerken grubun çoktan her şeyi hazır ettiklerini gördüler. Patrick sorumluluğundaki gençlerin bütün işleri bitirdikleri ve kendi aralarında konuştuklarını gördü. Masaların kurulması ile birlikte Rahip gençlere fazla masa ve sandalyelerinde çıkarılmasını istendi.

-‘’Bu gece misafirlerimiz var arkadaşlar. Bu yüzden elimizde ne varsa paylaşacağız, çünkü onlar bizi korumak için rahat yataklarını bırakıp gelen batı kapısı kumandanı ve askerleri.

                Gençler arasında mutluluk nidaları geldi. Çünkü batı kapısı muhafızları Saint Pierre nam-ı diyar Barınak şehrinin en gözde ve en sert muhafız grubu idi. Her birisi askerler gelirken hayran hayran bakmaktan kendilerini alamadı.

                Kampı organize eden sorumlu kişi çocukları etrafına alıp ateşin başına geçti. Herkes bu yaşlı adama hürmet ediyordu. Aslında yaşlı demek uygunsuzdu çünkü o henüz 40larının ortasındaydı. Ama yaşadıkları yüzünden yüzündeki oluşan çizgiler yaşına onlarca yıl katmaktaydı. Ve en sonunda ateş başında sessizlik oluştu. Yaşlı adam ateşe bir odun daha atıp ateşi canlandırdı. Ardından gözlerini ateşe dikti. Herkes ondan korkuyla karışık saygı duydukları için kimse ona soru sormaya cesaret edemiyordu. Gecenin bir vakti neden güvenli şehirden çıktılar ve neden bir zamanlar hayat dolu olan ama artık sadece zifiri karanlık ve sessizlik olan bu topraklarda olduklarını düşünüyorlardı.

                En sonunda yaşlı adam seslice iç çekip gözlerini ateşten ayırabildi. Her birinin yüzüne baktıktan sonra konuşmaya başladı.

                ‘’Bundan 10 yıl önce bugün nihai savaş başladı..’’ Ardından kampta bir sessizlik oluştu. Kamptaki tek gürültü askerlerin yürüyüşlerinin ve rüzgarın sesiydi. Yine konuşmaya başlamadan önce yaşlı adam düşüncelerine yön vermeye çalışıyordu. Sonra bunu yapmayı bırakıp ‘’hayır hayır’’ dedi başını iki yana sallayarak. ‘’Size hikaye anlatmayacağım çocuklar’’ dedi sonra tekrar konuşmaya başladı. ‘’ Size bildiğimiz her şeyi anlatacağım en başından. Kehaneti, savaşın başlangıcını, melekleri, şeytanları ve neden burada olduğumuzu’’ dedi yaşlı adam.

Ateşin etrafındaki bu küçük topluluk merakla birbirine baktılar. Her birinin bir fikri yada kulaktan dolma söylentileri işitmişliği vardı. Topluluk tarafından reşit olmayan kişilerden saklanırdı bu gerçekler. Acaba artık reşit mi oluyoruz diye düşündüler. Topluluk tarafından artık çocuk muamelesi görmeyeceklerini düşündüler. Yeni gelen sorumluluklarının omuzlarına çöktüğünü hissettiler.          

                Yaşlı adam tekrar söze girişti. ‘’Acaba dedi kehanetin ne olduğunu biliyor musunuz?’’ diye sordu bütün grup üyelerine. Herkesin bir fikri vardı ama gruptan bir cılız ses fısıltıları durdurdu.

‘’Ben biliyorum.’’ Dedi. Gruptaki gençlerin yaşça en büyüklerinden birisiydi. İsmi Mike’di ve Patrick’in en yakın arkadaşıydı.

 

‘’Güzel’’ dedi başpiskopos. ‘’O zaman grup ile paylaşmanı istiyorum’’ diye devamını getirdi.

Mike biraz düşündükten sonra yarım yamalak bilgisini paylaştı. Tabi bu bilgileri reşitlerin konuşmalarını duvarlar arkasından dinleyerek ulaşmıştı. Açıklaması güçlü rüzgarlar tarafından boğulurken Başpiskopos sadece başını sallayarak dinliyordu.

 Mike bildiklerini anlattıktan sonra Başpiskopos biraz düşündü ve ‘’evet dedi ardından ekledi hayır dedi. Tam olarak bu değil’’

KEHANET.

                Tüm Katolik dünyasının merkezi olan Vatikan’da büyük bir telaş vardı. Papa’nın tüm çağrılarını en sonunda kabul eden 3 semavi dinin temsilcileri ve azınlıkta bulunan ama azımsanmayacak kitleleri olan diğer dinlerin temsilcileri Papalık seçimlerinin yapıldığı Sistine Şapel’inde toplanmıştı.

                Bu toplantı bütün dünyanın dikkatini çekmişti. Bundan sonra her 2 yılda bir toplantı yapılacaktı ve bu toplantının amacı ‘’Dinler Arası Diyalog ’’ kurmaydı. Tabi tüm dünyaya söylenen ve bu toplantıya gelen temsilcilerin haberdar olduğu amaçtı. Gerçek amaç ise daha ürkütücü ve daha dehşet vericiydi. Bu toplantıların amacı hazırlıktı. Yaklaşan mahşer gününe hazırlık.

 Şapelde sıkı güvenlik önlemleri alınmıştı ve hiçbir kayıt cihazı yada kamera alınmamıştı. İsviçreli muhafızlar her yerde dört dönüyor ve en ufak bir rahatsızlığa karşı sert önlemler alıyordu.

Katolik dünyasının temsilcisi ve toplantıya ev sahipliği yapan Papa kürsüye çıktı. Herkesin yüzüne dikkatlice baktıktan sonra konuşmaya başladı. ‘’Tüm temsilciler ilk önce çağrılarıma kulak verdiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Burada sizleri diyalog kurmak ve işbirliği için çağırdığımı düşünebilirsiniz. Ama herkesi dikkat çekmeden çağırmanın bir yolu yoktu. Bazılarınız inanmayabilir. Bazılarınız gülüp geçebilir. Ama burada iseniz ve eğer burada konuşup kabul edilen kararlara uymayacaksanız, bir sessizlik yemini etmenizi istiyorum. Bu bir rica değildir ve emir de değildir. Eğer uymayacaksanız lütfen toplantıyı terk edin.’’

Salon birden fısırtılarla doldu. Herkesin aklında buraya kadar gelip birden dayatmaları görünce şaşırdılar. Büyük çoğunluğu toplantıyı terk edip etmeme konusunda boğuşurken bazıları meraklarına yenildiler. İçlerinden en büyük çoğunluğun temsilcisi olan birleşik İslam müftüsü Abu-Hassan ayağa kalkarak ‘’İslam dininin tüm temsilcileri burada kalacak ve yemine uyum sağlayacak.’’ Dedi. Herkes ellerindeki kutsal kitaplarını havaya kaldırarak yemin ettiler. Ve sırasıyla hahamlar ve diğer din  temsilcileri bu durumu kabul ettiler.

Papa elindeki mendil ile alnındaki teri sildikten sonra gülümseyerek konuşmaya devam etti. Bizimle irtibata geçen bir soyun son temsilcisi ve onunla beraber gelen kara haberleri sizinle paylaşmak için topladım. Mahşer günü ile alakalı bilgiler. Bu kişinin soyu bir tableti korumak ve saklamak için yemin etmiş kişilerdir. Bu tabletteki bilgileri sizinle paylaşacak kişiyi izninizle çağırmak istiyorum kürsüye.’’ Dedi.

Salon birden fısıltılarla doldu. Acaba neden bahsediyorlardı. Bütün semavi dinlerinde mahşer gününden bahsedilmişti. Mahşer günü için alametlerin dünyada görülmeye başlandığına dair hikayeler duyulmuş. Ama hiç kimse bu duruma karşılık ne bir hazırlık ne de bir plan yapmışlardı.

Ortodoks patriği olan I. Demetrios ayağa kalkarak, ‘’bize mahşer gününde neler olacağına ipucunuz olduğunu mu söylemeye çalışıyorsunuz Papa hazretleri?’’ diye söz aldı. ‘’Durum eğer öyleyse bizler de o tableti incelemek isteriz.’’ Diyerek yerine oturdu.

Papa biraz tereddüt etse bile hemen konuşmaya devam etti. ‘’Elbette dedi bütün bilgileri paylaşacağım. Ayrıca neler olacağını değil tam olarak ne zaman olacağını da biliyoruz’’ dedi.

Toplantı salonu birden karıştı. Kimisi ayağa kalkarak bu bilginin kesinliğini ancak Tanrı’nın bilebileceğini ve Papalık makamını kafirlikle suçladı. Sadece diğer dinlerin temsilcileri değil kendi temsilcilerinden olan bazı kardinallerinde ayakta olduğunu gördü.

Papa ellerini havaya kaldırarak ‘’tüm suçlamaları kabul edeceğim dedi. Ancak toplantı sonuna kadar beni dinlemeyi kabul ederseniz’’ diye ekledi. Sonra yardımcısına başıyla işaret verdi. Yardımcısı yanından gitti ve toplantı salonuna üzerinde eski püskü ama oldukça sade olan bir yaşlı adam girdi. Papa yerine oturarak kürsüyü yaşlı adama bıraktı.

Yaşlı adam konuşmaya başladı. İlk önce tablet kayıp değildi. Ben ve benim soyumun mensupları tarafından saklanılmıştı. Çünkü insanlık tarihi için çok mühim bilgiler taşımaktaydı. Bize verilen emanet ise mahşer günü alametlerini görene kadar bu tableti saklamaktı. Bu tablete göre İsa Mesihin doğumundan 2 milenyum sonra kıyametin kopacağı. Ve insanlığın büyük bir sınavdan geçeceği yazılmaktadır. Bu tabletin kimin hazırladığına gelirken. İsa Mesih aramızdan ayrıldıktan sonra onu kefenleme işlemi yapan ailem tarafından ayakların dibinde bulunmuştur. Birden bire var olmuştur. Ve ailem tabletteki bilgiyi çözdükten sonra tablette belirtildiği gibi bunu saklamış ve hiçbir insanın eline geçmemesini sağlamıştır. Tabletteki bilgiye göre Mahşer gününe 10 yıl belki biraz daha fazla süre kalmış bulunmaktadır. Zaten bize verilen görev alametler görülmeye başladıktan sonra bunu sizinle paylaşmaktır. Benim dediklerime ister inanırsınız, ister kendi inancınızdan olanları örgütleyip hala savaşmaya devam edersiniz. O gün geldiğinde hazırlıksız yakalanırsanız yalnızca yok olursunuz.

Salondakilerin ilk başta olan alaycılığı bilgiler paylaşıldıkça yerini ciddiyete bıraktı. Tüm bilgiler verilip, toplantının amacı olan bilgilendirme kısmı bittikten sonra herkes sırasıyla soru yağmuruna tuttu yaşlı adamı. En çok sorulan soru ‘’neler yapacakları ve ne gibi bir hazırlıkta bulunacakları hakkındaydı.’’ Sorular bittikten sonra kürsüye tekrar Papa çıktı ve ne gibi önlemler alınacaklarını anlatmaya başladı. İlk başta hala olayın kötü bir şaka olduğunu inansalar da olayın gerçek olma ihtimalini göz ardı edemediler.

Link to post
Share on other sites

8 dakika önce, Mavis yazdı:

Üç kitaptan oluşan bir 'roman' yazıyorsun ve son kitapta mısın?? Pes diyorum ya kolay gelsin :D

Biraz daha çok kitap okumayla çözülecek türden basit hataların var :studying-onion-head-emoticon: 

Kontrol ettin mi bilmiyorum ama kendin de fark edebilirsin bence :cute1-onion-head-emoticon:

Daha final aşamasında değilim ^^ bu taslağın taslağı formatında. Henüz dilbilgisi yanlışlarına bakmadım bile. Maksadım bir ön okuma olması burada ^^ Şimdilik ham olan eserin tadını almanız ve geri bildirime göre düzeltmeler ve eklemeler yapmakta. Zaten tez ev işleri vs vs derken haftadan 3000 kelime anca yazıyorum son kitap biraz uzun süremi alacak gibi duruyor :(

Link to post
Share on other sites

Roman yazmak kolay değildir, tecrübe ve yılları gerektiriyor, kendini tam olarak hazır hissettiğini varsayıyorum.

Taslak aşamasında bir yazı olarak değerlendirirsem, akıcı ve sıkmayan bir stilin var diyebilirim.

Bu iyi bir şey, aksi halde okuyucuyu elinde tutamazdın, bir diğer yön karakterlerin diyaloglarını yapmacık bir tavırla yazmamışsın, güzel ben beğendim. 

Eminim zaman içerisinde kendini geliştirirsin, istikrarlı ol, başarılar.:pointing-onion-head-emoticon:

 

 

Link to post
Share on other sites

Giriş olarak güzel bir kesit olmuş tebrik ederim umarım devamı gelir. Özellikle ilk paragrafta yazım hataların bir hayli fazla olmuş " bir " kelimesini çok fazla kullanmışsın (   Sıcak bir yaz akşamında yaşları 18 ile 20 arasında değişen bir yaklaşık olarak 60’a yakın bir topluluk ... gibi ) Dediğin gibi taslak ise eğer bunların farkına eminim sen de varmışsındır . Birde bazı yerlerde anlam bozuklukları olmuş cümlenin akışını bozan ufak tefek kelimeler var . Bunların haricinde konu güzel başlamış devamı nasıl olacak merak içerisindeyim . 

Link to post
Share on other sites

5 saat önce, KasAdam yazdı:

Giriş olarak güzel bir kesit olmuş tebrik ederim umarım devamı gelir. Özellikle ilk paragrafta yazım hataların bir hayli fazla olmuş " bir " kelimesini çok fazla kullanmışsın (   Sıcak bir yaz akşamında yaşları 18 ile 20 arasında değişen bir yaklaşık olarak 60’a yakın bir topluluk ... gibi ) Dediğin gibi taslak ise eğer bunların farkına eminim sen de varmışsındır . Birde bazı yerlerde anlam bozuklukları olmuş cümlenin akışını bozan ufak tefek kelimeler var . Bunların haricinde konu güzel başlamış devamı nasıl olacak merak içerisindeyim . 

Yorumunuz için teşekkürler. Tekrar okuyunca benimde dikkatimi çekti. Düzeltmeler yaptım ^^

6 saat önce, Red King yazdı:

Roman yazmak kolay değildir, tecrübe ve yılları gerektiriyor, kendini tam olarak hazır hissettiğini varsayıyorum.

Taslak aşamasında bir yazı olarak değerlendirirsem, akıcı ve sıkmayan bir stilin var diyebilirim.

Bu iyi bir şey, aksi halde okuyucuyu elinde tutamazdın, bir diğer yön karakterlerin diyaloglarını yapmacık bir tavırla yazmamışsın, güzel ben beğendim. 

Eminim zaman içerisinde kendini geliştirirsin, istikrarlı ol, başarılar.:pointing-onion-head-emoticon:

 

 

Düzenli olarak yazmak biraz sıkıntılıydı. Okula çok fazla vakit gidiyordu. Bazen haftalarca kopmam gerekiyordu. Kısa notlar tuttuğum bir ajandam vardı karakterler ve hikaye üzerinde aklıma bir şeyler geldiğinde karaladığım. Oradan parça parça monte edip en sonunda törpüleyip bir bütün haline getirmeye çalışıyorum. Yorumlarınız için teşekkürler zamanla daha güzel bir konu olacağına dair inancım tam ^^

Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Restore formatting

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Create New...

Important Information

By using this site, you agree to our Terms of Use.