Jump to content

Sengoku Jidai


Saki Asamiya

Önerilen İletiler

Birçok oyuna, filme, hikayeye ve tabi ki anime ve mangaya konu olmuş olan SENGOKU (Sengoku Jidai, ya da “Savaşan devletler çağı”) Japonya’nın İkinci Dünya Savaşından sonra en kanlı dönemlerinden biri kabul edilir.

1467 ile 1600 yılları arasında devam eden bu çağ kanlı bir iç savaştır. İmparatorun zayıflayan gücü ve İmparator yerine ülkeyi yöneten Shogun kurumunun yozlaşması nedeniyle bir çok daimyo (derebeyi) birbirine girmiş ve olan çoğu zaman bu savaşlarla alakası bile olmayan insanlara olmuştur.

Savaşın başlaması 1467 yılında Shogun Yoshimasa Ashikaga’nın ölümüyle başlar. Liderinin ölümü ile devlet çöker ve Daimyo adı verilen feodal liderler tüm Japonya’yı kontrol altına alabilmek için aralarında savaşmaya başlarlar. Her Daimyo kendisini ülkeyi yönetecek en iyi  Shogun olduğunu düşünmektedir.

Bu başlıkta Sengoku çağının genel siyasi ve sosyal durumunu, belli başlı tanınmış kişileri ve diğer önemli bilgileri paylaşacağız.

(Belki… Sıkılıp bırakmazsam.)

 

Tarihçe

1542: Ağustosun sonuna doğru bir Portekiz gemisi Tanegashima adasına gelerek, misket tüfeklerini Japonya’ya getirir. Bu ada devletinin ilk defa ateşli silahlarla tanışmasının yolunu açmıştır.

1549: İspanyol rahip Francisco Xavier Kagoshima’ya gelir.

1555: Shingen Takeda ve Kenshin Uesugi Kawanakajima’da dört kez savaşmalarına rağmen birbirlerine üstünlük sağlayamazlar.

1560: Nobunaga Oda’nın 2000 kişilik kuvveti Yoshimoto Imagawa’nın 25000 kişilik ordusunu bozguna uğratır ve Imagama hayatını kaybeder. (Okehazama Muharebesi)

1565: Shogun Yoshiteru Ashikaga, Yoshitsugu Miyoshi ve Masahide Matsunaga tarafından suikaste uğrar.

1568: Nobunaga Oda, Yoshiaki Ashikaga’yı destekleyerek Kyoto’ya yürür ve Yoshiaki’yi Shogun yapar.

1569: Nobunada Oda, İspanyol rahip Luis Frois’in isteğine olumlu cevap verir ve Kyoto’da Hristiyanlığın yayılmasına izin verir.

1570: Nobunaga, Anegawa savaşında Asakura ve Asai klanlarını yener.

1570: İlk Portekiz ticaret gemisi Nagasaki’ye gelir. Japonlar tütün ile tanışır.

1571: Nobunaga, bilinmeyen bir nedenden dolayı Enryaku-ji tapınağını yokeder ve tapınaktaki herkesi, kadın-çocuk demeden öldürtür.

1573: Nobunaga, kendisine karşı planlar yapan Yoshiaki’yi yener. Murmochi Shogun’luğu sona erer.

1575: Nobunaga Oda ve Ieyasu Tokugawa Shingen Takeda’nın oğlu Katsuyori’yi Nagashino’da mağlup eder. Bu ateşli silahların Japonya’da ilk defa kullanıldığı savaştır.

1576: Nobunaga, Azuchi kalesini inşa ettirir.

1576: Nobunaga Hongan-ji tapınağının keşişleriyle neredeyse savaşa girer ama tapınağın şefi Kousa Kennyo’nun yönetimi oğluna bırakması karşılığında savaştan vazgeçer.

1582: Outomo, Arima ve Oumura Daimyo’ları Roma’ya diplomatlar gönderirler. (Sekiz yıl sonra döneceklerdir.)

1582: Nobunaga’nın en sadık adamlarından biri olan Mitsuhide Akechi, Nobunaga’ya ihanet eder ve Honno-ji tapınağında konaklamakta olan Nobunaga’ya saldırır. Nobunaga intahar eder. Nobunaga’nın diğer sadık generalleri Ieyasu Tokugawa ve Hideyoshi Hashiba Akechi’yi kim idam ederse büyük onur kazanacağını bildikleri için Akechi’nin peşine düşerler. Tokugawa çok uzakta olduğundan Akechi’ye ulaşamaz.

1582: Hashiba, Akechi’yi Tennou dağının yanında yakalar ve onu öldürür. (Yamazaki Muharebesi)

1583: Hashiba, Nobunaga Oda’nın ölümünden sonra isyan eden Katsuie Shibata’yı Shizugatake’de yener. Nobunaga’nın kız kardeşi Ichi intahar eder.

1583: Osaka kalesinin inşaası başlar. Tokugawa ile Hashiba’nin arası bozulur.

1584: Hashiba ve Tokugawa,  Nagakute’de sonucu belirsiz olan bir çatışmaya girerler.

1585: Tokugawa, Hashiba’ya teslim olur.

1585: Hashiba, Chousokabe klanını yenerek Shikoku adasını kontrol altına alır.

1585: Hashiba, kanpaku (“imparator nağibi”) olur.

1586: Hashiba, Başbakan olur ve soyadını Toyotomi olarak değiştirir.

1587: Toyotomi, Kyushu adasını fetheder.

1587: Toyotomi “Kılıç Avını” başladır. Buda’nın devasa bir heykelini inşaa ettirmek için halktan kılıçları ve içinde demir bulunan herşeyi toplatır. Esas amacı ise isyan çıkmasını engellemek için binlerce kılıca el koymaktır.

1587: Toyotomi, Cizvit (Jesuit) papazlarını Japonya’dan kovmak için emir verir ama emir bilinmeyen bir nedenle uygulanmaz.

1588: Tenshou Ouban”, dünyanın en büyük metal parası basılır.

1589: Japonya’ya ilk baskı makinesi getirtilir.

1589: Toyotomi, Odawara ve Touhoku bölgelerini kontrol altına alır. Neredeyse tüm Japonya artık Toyotomi’nin kontrolündedir.

1591: Toyotomi, büyük çay seremonisi ustası Sen-no-Rikyu’ya intahar etmesini emreder. Rikyu emre uyar.

1591: İlk İnciller Japonya’da ortaya çıkmaya başlar.

1592: Toyotomi, Çin’i işgal etmek amacıyla Kore’ye bir ordu gönderir.

1594: Toyotomi Fushimi kalesini inşaa ettirir.

1595: Japonya’nın Robin Hood’u olarak bilinen Goemon Ishikawa’nın 21 yıllık kariyeri yakalanması ve canlı olarak haşlanarak idam edilmesi ile sonra erer.

1597: Toyotomi, Kore’ye ikinci bir ordu gönderir.

1597: Toyotomi’nin emri ile Nagazaki’de 26 misyoner ve Hristiyan idam edilir.

1598: Toyotomi ölür.

1600: Der Liefde adında bir Hollanda gemisi yanlışlıkla Bungo bölgesine gelir. Gemide görevli İngiliz denizci William Adam, Tokugawa’nın danışmanlarından biri olur. (Adams’ın hikayesi ileride “Shogun” adlı kitapta ve televizyon dizisinde popülerleştirilecektir.)

1600: 21 Ekim’de gerçekleşen Sekigahara Muharebesi’nde, Tokugawa’nın komutasındaki “Doğu Ordusu”, Toyotomi’ye sadık kalan Mitsunari Ishida’nın komutasındaki “Batı Ordusu”nu yener. Bu Japon topraklarında gerçekleşmiş en büyük savaş olacaktır. Ishida, birkaç gün sonra idam edilir. Sengoku çağı sona erer.

 

Bu kanlı dönemden sonra, artık yıllar süren savaşlardan bıkan Japon halkı, kısmen de olsa, Tokugawa Shogunluğunun liderliğinde uzun süren bir barış dönemine girmişlerdir. Bu dönem “Edo Çağı” olarak geçer. Tokugawa barış sağlandıktan sonra gözünü tehdit olarak gördüğü Hristiyanlara çevirir ve 1612 yılında Hristiyanlığı Japonya’da resmi olarak yasaklar. Kyoto ve diğer şehirlerde ki kiliseler yakılır ve 1622 yılında 55 Hristiyan idam edilir.

Tokugawa’nın yaptığı başka saçma sapan işler, 1603 yılında kadınların Kabuki dansı yapmalarına izin vermesi ve 1629’da “ahlakı bozuyor” diye yasaklaması ve kendine isyan çıkmasın diye ülkede tekerlekli araçları yasaklayarak, ülkenin ekonomisinin içine etmesidir. Bunun dışında yabancı ülkelerin gemilerini yasaklayarak ülkeyi içe kapatması ve ülke vatandaşlarının Japonya’dan ayrılması ve ayrılanların da geri alınmalarına izin vermemesi gibi zeka harikası icraatları olmuştur.

 

SHINOBI (NİNJA)

 

Normalde bunu sonlara yazacaktım ama bu aralar herkesin ninjalarla kafayı yemesi nedeniyle eklemezsem içimde kalır diye düşündüğüm için buraya ekledim.

80’li yıllarda ki popülerliklerini bir kenara bırakırsak, bugün hiçbir tarihçi Ninja’ların gerçekten var olup, olmadığı hakkında kesin bir bilgi sahibi değil. Frank Dux ve Masaki Hatsumi gibi dallamaların iddaalarının tam tersine, bu meşhur gölge savaşçılarının varlığı hala tartışılan bir olay.

Wikipedia’da Ninjalar ile ilgili makalenin kaynaklarının çoğu Oxford mezunu ve Cambridge Üniversitesi profesörü Steven Turnbull’un 2003 yılında yazdığı Osprey Publishing tarafından yayınlanan "Ninja AD 1460-1650" adlı kitabından alınmış. İşin ilginç yanı, Turnbull 2014 yılında yayınladığı "Ninjas - An inverted Tradition" adlı makalesinde 2003 yılında yazdığı şeylerin çoğunu geri alarak, kitabın büyük bir kısmını teyit ettirmediğini itiraf ediyor.

Burada yazan bilgiler genelde bu kitaptan ve Amerikalı gazeteci Andrew Adams'ın "Ninja: The Invisible Assassins" adlı kitabından derlenmiştir. Ne kadar doğru olup olmadığına artık siz karar vereceksiniz. (Bir zahmet teyit kısmını siz halledin. Herşeyi benden beklemeyin.)

"Zorluklara dayanmak Ninja'nın görevidir. Ninja ailesini unutmalıdır. Bizim en büyük yükümüz budur. - Ninja Atasözü(?)"

Filmlerde, oyunlarda ve animelerde gördüğümüzün tam tersine, Sengoku döneminde, Ninja'lar korku ve nefret ile anılırlardı. Ortalama bir Japon, Ninja'ların varlığını bilir ama korkudan ya da hiç karşılaşmadığı için bahsetmekten çekinirdi. Konuşanlarda, onlara "Ninja" diye hitap etmezdi. Ninja'lar için kullanılan terim "Shinobi" idi. Bu "Ninja" kelimesi yazıldığında kullanılan ilk kanji sembolünden geliyordu. İlginçtir ki, "Shinobi" kelimesi Japonca'da "Gizlilik" manasına gelir. Bir sıfat olarak kullanılan bu kelime, ninjaların kullandığı ekipmanları da tanımlamak için kullanılmıştır. Örneğin, Ninjaların kullandığı kılıçlara, "Ninja-to" adı verilmekteydi. ("to" burada "kılıç" anlamına geliyor.)

Ninjalar için kullanılan bir başka gelime ise "Kusa" dır yani "Çimen". Bu hedeflerinden sadece bir kaç metre uzaktayken uzun çimenlerin arasına saklanabilmelerinden gelmektedir.

Shinobi klanları Samuray klanlarına organizasyon açısından çok benzerler.

Klanların kendilerine göre siyasi ve dünyevi görüşleri olmuştur. Bazıları güç dengesini sağlamak için savaşmış, bazıları sadece tek bir daimyo için savaşmış, bazıları ise en yüksek ücreti ödeyenler için savaşmışlardır. Bazı klanlar arasında rekabette vardır. (Hanzo ve Fuma klanları arasındaki hayali rekabet gibi) Diğer klanlar tarafsız kalırken, bazıları sadece saldırıldıkları takdirde savaşa girmişlerdir. Diğer ninja klanlarını kardeş gibi görüp, gerektiğinde beraber savaştıkları da olmuştur. En meşhur klanlar, Omi bölgesinde bulunan Iga ve Koga (okunuşu "Koka") köyleridir.

Organizasyon

Klanın başındaki kişiye "Jounin" adı verilir. Onun hemen altında ikinci liderler, "Chunin" ve "Genin" vardır. Chunin'ler, yöneticiler, öğretmenler, Klan'ın büyükleri vardır. Genin'ler ise günlük aktiviteleri düzenleyen ve görevleri ve operasyonları seçen kişilerdir.

Mafya terminolojisi ile alakalıysanız, Chunin'ler "Caporegime", Genin'ler ise askerlerdir.

Bazı klanlarda, Jonin'ler daimyo'lar gibi kalelerde yaşarlar ve göz önündedirler ama sadece birkaç kişi o şahsın bir Ninja klanı lideri olduğundan haberdardır. Normalde bir samuray olan Hattori Hanzo'nun garip bir şekilde bir ninja ustası olarak resmedilmesinin nedenlerinden biri de budur belki de.

Shinobi-do "Ninja'nın yolu"

Aşağıda okuyacağınız maddeler, yukarıda bahsedilen kaynaklara ek olarak toplanan bilgilerle hazırlanmıştır. Doğruluklar tıpkı Ninja'ların kendileri gibi tartışmalıdır. Ninja'ların "ninpo" adı verilen tekniklerinin ne kadar gizli olduklarını düşünürsek (gerçekten varlarsa tabi) tarihsel açıdan ne kadar gerçek oldukları size kalmış. Bunları klanların genel felsefeleri ve kuralları olarak düşünebiliriz.

  • Asla klanına ihanet etme.
  • Görevini tamamla ; başarısızlık gibi bir seçenek yok.
  • Klanını ve görevini kendinden üstte tut.
  • Yakalanırsan, kaç.
  • Kaçamazsan, kendi canını al.
  • Canını alamazsan, karşı koy.
  • Eğer bir yoldaşını kurtaramıyorsan, canını al. Ölüm, tutsak olmaktan iyidir.
  • Chunin'e ve Jonin'e sorgulamadan itaat et.
  • Gölgelerin içinde yaşa; asla gerçek yüzünü gösterme.
  • Eğer görevin tamamlanması için öldürmen gerekmiyorsa, öldürme.
  • Eğer öldürmen gerekiyorsa, çekinme.
  • Tanrıları onurlandır.
  • Aynı klandan kimseye saldırma.
  • Klandan kaçmak ölümdür. Kaçak Shinobi'lerin (Nukenin) yaşamalarına izin verilmeyecektir.
  • Ustanın düşmanları senin de düşmanlarındır.
  • Görevleri sadece Chunin'den al.
  • Kendi başına asla bir görevi kabul etme.
  • Verilen görevi asla sorgulama ve geri çevirme.
  • Her konuda, huzur, aydınlanma ve denge için çabala.
  • Birgün evinden kaçman gerekirse, yakında bir yere malzeme ve erzak gizle.
  • Her zaman kendi klanından bir genin'e yardım et.
  • Asla "Ninja" , "Shinobi" ve "Suikastçı" kelimelerini halk arasında kullanma. Metaforlar ve şifreler kullan ki, ne kendini, ne görevini ne de klanını tehlikeye sok.
  • Her zaman etrafını ve diğer insanları izle
  • Her zaman izlendiğini asla unutma. Her zaman.

 

Şimdilik bu kadar. Devam edecek. (Belki. Canım isterse...) Bizi izlemeye devam edin.

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

COĞRAFYA

 

Jeoloji

Japonya dağlık bir ülke olduğundan çiftçilerin ekinlerini biçebilmeleri için çok uğraşmaları gerekir. Kanto (Japonya’nın “pirinç sepeti”) bölgesinde yaşayan bir çiftçi ekinlerini ekmekte sorun yaşamaz ama dağlık Kai bölgesi gibi bir yerde durum çok farklıdır. Dağlık bölgeler Japon adalarının %90nı kapladığı için Japonya eski çağlarda hep açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

Volkanlar

Japonya’da bu kadar çok kaplıca bulunmasının nedeni Japon adalarında çeşitli çaplarda 290 kadar yanar dağ bulunmasından gelir. Japonya’da 36 tane aktif yanardağ vardır ama çoğu uyuyan volkanlardan oluşur. Meşhur Fuji dağı bile hazırda bekleyen bir doğal felakettir. (Japonca’da Fuji dağına “Fujisan” denir. “Fujiyama” değil. O farklı bir dağ.)

Dağ patlamaları (“püskürmeler”) günlerce hatta haftalarca sürebilir. Neyse ki, Sengoku zamanında bile bu tür felaketler çok ama çok nadiren gerçekleşmiştir.

Deprem

Depremler ise farklı bir konudur. Japonya, insanları uykusundan uyandıran hafif titremelerden, kaleleri yutabilen korkuç sarsıntılara kadar her türlü depremi yaşamıştır. Filmlerde görüğünüz gibi yerde açılan yarıkların insanları yuttuğu tür bir deprem göremezsiniz. Bu tür depremler de vardır ama bunlar sadece yer altının madenler gibi tünelli ya da mağaralı olduğu bölgelerde gerçekleşir. Depremin ölüm riskleri düşen bir enkazın altında kalmak ya da yanmakta olan bir binada yanarak ölmekle sınırlıdır. En azından Japonya’da deprem nedeniyle ölümler genelde böyle gerçekleşir. Hatırlamanız gereken detay 20. Yüzyıla kadar Japonya’da binalar tahta ya da kağıttan yapılırdı. Betondan duvarlar bile tahta iskeletlerin üstüne inşa edilirdi. Eğer depreme dışarda yakanırsanız yapmanız gereken ayaklarınızı sıkı bir şekilde yere basıp karada sörf yapıyormuşcasına dengede kalmaya çalışmaktır.

Genelde iki tip deprem türü vardır: Kayan depremler ve zıplatan depremler. Toprağın yana doğru kayıp geldiği depremler yerden gelen, nesneleri havaya fırlatan depremlerden daha az zarar verir. Deprem olduğunda ilk fark etmeniz gereken şey hangi tür bir deprem olduğudur. Eğer zıplatan bir depremse derhal dayanıklı bir nesnenin altına ya da kapı aralığına girilmeli ve düşen nesnelere dikkat edilmelidir.

Volkanların aksine, maalesef depremler Japonya’da sürekli gerçekleşen doğal felaketlerdir. Hatta o kadar fazladırlar ki, çoğu zaman olduğunu bile farketmezler ya da görmezden gelirler.

 

Hava Şartları

Ekvator’un yukarısındaki çoğu ülke gibi Japonya’da ülkenin kuzeyinde hava daha soğukken, güneyinde daha sıcaktır. Yağmurlar ise sıkça yağar. Özellikle eylül ve ekimde ki yağmur sezonları inanılmazdır. Günde metrekareye 10 ya da 20 santimetre küp yağmur yağabilir. Güney de ki Kagoshima bölgesine ise daha erken muson yağmurları ile karşılaştığı için Haziran ve Temmuz, ülkenin kuzeyine göre daha ıslaktır.

En sıcak ay genelde Ağustostur ve hava sıcaklığı 30 santigrat dereceye kadar çıkabilir. Kagoshima’da ise 32 dereceye kadar çıkabilir. Ocakta hava sıcaklığı, ülkenin iç kısımlarında 9 dereceye Kagoshima’da ise 12 dereceye kadar düşebilir.

Bu görünen sıcaklığa rağmen Honshu’da kar yağışı kaçınılmazdır. Şehirlerde günlük hayatı yavaşlatacak kadar en az iki kere ağır kar yağışı olur. Yüksek irtifada bulunan Koufu ve Heizan gibi şehirlerde kar daha ağır etkilere sebep olur.

 

 

DAVRANIŞLAR & GELENEKLER

Görgü Kuralları

 

Derlerki, “Silahlı bir toplum, kibar bir toplumdur”. Sengoku çağında Japonya tepeden tırnağa silahlanmış bir milletti.

Eski Japonya’da statü ve makam ne kadar önemli olursa olsun, görgü kuralları toplumun hareket etmesini sağlayan çarklar gibidir. Bir kişinin statüsü ne kadar düşükse, kendinden yüksek statüde birine saygıda kusur etmemesi o kadar önemliydi.

Neredeyse her sosyal etkileşmelerde üç kesin durum vardır: Üstünüz olan biriyle, sizinle aynı statüde olan biriyle ve sizin altınızda olan biriyle. Düşük rütbeli bir samuray kendiyle eşit statüde bulunan biriyle, bir istekte bulunmayacağı sürece, normal bir şekilde konuşur. Eğer karşısında ki aynı statüde biriyle onun üstüymüş gibi konuşursa bu duruma göre bir hakaret ya da espri olarak görülebilir.

Eğer aynı samuray efendisi ile sanki arkadaşı gibi konuşuyorsa bu büyük bir “Leje Majeste” (efendisine saygısızlık) örneğidir. Bu kendisini efendisi ile eşit gördüğü anlamına gelir ve çok ciddi bir şekilde cezalandırılmasına hatta idam edilmesine bile neden olabilir.

Eğilmek

Eğilmek, Japonya’da hem selamlamak hem de veda etmek için kullanılır. Kimin ne kadar eğildiği ile ve ne kadar süre eğildiği ile iki kişiden hangisinin daha yüksek statüye sahip olduğunu anlayabilirsiniz. Eşit statüde olanlar ve arkadaşlar, boyunlarını birkaç santim eğerler ama bunun dışında resmi bir görüşmede doğru düzgün eğilmeniz gerekir.

En saygı gösteren eğilme şekli secde eder gibi alnınızın yere değecek şekilde eğilmektir. (Çince’de buna “Kow-tow” adı verilir.) Bu genelde sarayda ya da bir daimyo’nun karşısında yapılır. Ama bir köylü eğer çok yüksek rütbeli biri tarafından (büyük bir samuray ya da bir daimyo) çağılırsa bunu yapması ve diz çökmüş halde konuşmaya devam etmesi gerekebilir.

Eğer birisi büyük bir hata yapmışsa, gücendirdiği kişiye karşı bu şekilde özür dilemeye çalışabilir. Eğer düzgün ve içten yapıldıysa, gücenen kişi büyük ihtimalle affedecektir. Neticede içten bir özür, olduğunuz yerde durup “pardon yav” demekten çok daha fazla kabul görür.

Konuşma Şekli

Bir insanın konuşma şekli ve diksiyonu sosyal statüsünün bir aynasıdır. Japonların biriyle konuşurken kullandıkları “konuşma seviyeleri” vardır. Hatta belirli insanlar için kullanılan fiiller bile bulunur. Örneğin aynı statüden insanlar oturup yemek yiyeceklerse, “taberu”, eğer sizden daha üstün biri yemek yiyecekse, “meshiagaru” kelimesi kullanılır. Eşit statüde biri bir şey yapacaksa, “suru” (yapmak); üstün statüde biri bir şey yapacaksa “nasaru”, sizden alt statüde biri bir şey yapacaksa “itasu” kelimesi kullanılır. Bu farklı türden kelimeler bir araya getirildiğinde, sadece kullanılan kelimelerden bir insanın statüsünü anlayabileceğiniz ilginç bir sistem ortaya çıkar.

İnsanlar kendilerinden üstün statüde biriyle konuştuklarında genelde o kişiye hitap ederken 3. Şahıs kullanırlar. Örnek: “Lord’um bu görevi benim tamamlamamı isterler mi?”

Evlere Giriş

Bir eve girerken, tahtadan zemine ya da tatami minderlerine basmadan önce ayağa ne giyildiyse çıkartılır. Çıkartmamak hem hijyenik olarak büyük bir hata hem de büyük bir hakarettir. Bazı zengin kişilerin evinde “zori” ve “geta” adı verilen sandaletleri hazırlayan hizmetçiler bulunur. Bu nedenle, mesela bir bahçeyi gezmek istendiğinde, kapıdan ayakkabı almak gereksizdir. Hanlarda bile müşteriler için sandaletler bulunur.

Evlerde duvarlar kağıttan ve tahtadan yapıldığı için, ses çok çabuk yayılı bu nedenle yüksek sesle konuşmak kabaca bir harket olarak görülür. Diğer odalarda insanların konuşmaları, duymamak her ne kadar zor da olsa, hoş karşılanmaz.

Birinin Huzuruna Çıkmak

Bir lordun ya da başka önemli birinin karşısına çıkıldığında her zaman ya görünür bir yerde ya da duvarların arkasında, lordun çağırdığı zaman duyabileceği kadar uzaklıkta, muhafızlar bulunur. Her zaman resmi bir şekilde eğilinir ve birkaç metre uzakta yere oturulur. Oturmak için her zaman minder verilmeyebilir.

Görüşme sırasında odadaki en yüksek rütbeli kişi (genelde o bölgenin lordu ya da bir daimyo) odanın en arkasında “dai” adı verilen taht gibi bir koltukta, diğer herkes yerde oturur. Dışarıda ise, lordun oturacağı tatami minderlerinden oluşan bir platform ya da tabure vardır. Lordun bağlı olduğu klanın sembolünün üzerinde bulunduğu sancaklar etrafına yerleştirilir. “Kagemusha” gibi filmleri izlediyseniz neye benzediğini anlamışsınızdır.

Bazen, dışarıda görüşme sırasında lord verandada otururken, diğerleri verandanın önünde, yere otururlar. Bu çok fazla kişinin olduğu bir toplantıda, tek bir odada toplanmanın zor olması nedeniyle daha pratik bir yöntem olarak görülür.

 

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

fifsc2-sc232610-fpxobjiip1-0wid1000cell1

Sosyal Yapı

Eski Japonya’da (gerçi durum şu an da pek farklı sayılmaz) statü herşeydir. İster ayak takımı olsun, isterse İmparator gibi güneş tanrısının ilahi oğlu olsun, bir insanın değer sosyal statüsü ile belirlenir. Japonya’da bulunan kast sistemi, samuray’ların da desteklemesi ile yaklaşık 1000 yıl boyunca kalmıştır.

İmparatorluk Sarayı

Japon imparatorluk ailesinin içinde, imparator, eşleri, metresleri, çocukları, çocukların eşleri (sadece erkek çocukların, kız çocukları kuge aileleriyle evlendirilip aradan çıkarılırdı) bulunurdu. En yüksek rütbeli yetkililer, saray hizmetkarları, nedimeler ve muhafızlarda teknik olarak sarayın parçası sayılırlar.

Emperor_Nakamikado.jpg

İmparator

Japon imparatoru, “Cennetin Oğlu” ismiyle anılır ve güneş tanrıçası “Ametreasu Ookami” nin soyundan geldiğine inanılırdı. En azından bu halkın inandığı bir şey di. Her ne kadar bir budist gibi giyinsede, imparator’un ilahi kökeni reddedilmezdi. Bu imparatorun saygı görmesini sağlıyor ama dokunulmaz yapmıyordu. Gözünü ülkenin yönetimine dikmiş bir daimyo gerekirse imparator’u tahttan inmeye zorlayabilirdi. Neticede imparator tanrı soyundan geliyorsa ve kendi gibi aynı soydan gelmiş akrabaları varsa birini indirip, diğerini başa getirmenin ne sakıncası olabilirdi ki?

İmparator’un ismi asla kulları tarafından söylenmezdi. Onun yerine “Majesteleri İmparator” (Tennou Heika) olarak anılır ve kendisiyle konuşulurken “Heika” ya da “Ue-Sama” (“efendimiz”) olarak hitap edilirdi. Kendi ailesinin üyeleri bile bu ünvanları kullanırdı.

İstediği taktirde, tahttan feragat edip emekli olabilir ve saraydan birkaç kilometre uzakta küçük bir sarayda inzivaya çekilebilirdi. Eğer yeterince güçlüyse, emekli olmasına rağmen yerine geçen oğlunun hatta torununun yerine bile ülkeyi gizliden yönetebilirdi.

İmparatorluk Ailesi

İmparator’un tek bir eşi olmazdı. Eşlerinden bir tanesi “İmparatoriçe” olarak kalırken, kendisinin dört ya da beş eşi, birçok cariyesi ya da odalığı olabiliyordu. Bu kadınlar genelde “Kuge” kastından seçildiği ve by soylu aileler arasında ki evlilik bağlarını göz önünde bulundurduğunuzda, hemen hemen herkesin imparator ile akrabalığı olduğunu düşünebilirsiniz. İmparator’un en büyük avantajlarından biri herhalde gözünü kestirdiği güzel hatunu odasına alabilmesiydi. Bu kadınlar her ne kadar eş olarak kabul edilmeselerde, bu ilişkiden doğan çocuklar soylu kabul ediliyorlardı. Gidip gelen kadınların sayısı düşünülürse, ortalıkta tonla “prens” olması çokta şaşırtıcı olmasa gerek.

Bu yüzden, yaklaşık üç nesil boyunca, imparatorluk soyundan gelenler “imparator” ve “prens” olarak iyiye ayrılmışlardır. Bunun dışında ki kimseler halktan, ya da ayak takımı sayılırdı. Her ne kadar “halktan” kabul edilselerde, hala “kuge” sınıfından oldukları için saygı görürlerdi. Örneğin, Minamoto klanının kolları soylarından geldikleri atadan isimlerini alırlardı. Seiwa Genji, İmparator Seiwa’nın soyundan gelirken, Saga Genji, İmparator Saga’nın soyundan gelirlerdi. Sengoku döneminde ki çoğu “kuge” ve “buke” aileleri kökenlerini en azından bir tane eski imparatora dayandırırlardı.

İmparator’un eşleri sarayda kendi odalarında kalırken, İmparatoriçe’nin sarayın içinde kendisi için yapılmış bir mini-sarayı bulunurdu. İmparator isterse hanımlarını yanına çağırır, ya da çok nadiren arkasında bir muhit ile birlikte istediği hanımı odasına giderdi. (Bu ikincisi büyük bir onur kabul edilir.)

İmparator’un oğulları bazen kendilerini sanata verip büyük sanatçılar ve şairler olurken, bazıları manastıra girip hayatlarını inançlarına adarlardı. Tabi ki bazıları da çeşitli daimyo yada kuge aileleri ile işbirliği yapıp kendilerini tahta geçirmeye çalışırlardı. Bazen gözünü hırs büyüyen kıskanç bir kardeş ya da bir amca imparator’u devirmeye kalkabiliyordu. Bir keresinde tahttan feragat eden bir imparator, oğlunun salaklıklarının ülkeyi batıracağını düşündüğü için tahtı geri almıştı.

Çoğu Avrupa hanedanlığının aksine “Primogeniture” yani en büyük oğlun tahtı alması geleneği ne Japon Sarayında ne de Japonya’nın kalanında uygulanmazdı. Her ne kadar en büyük oğul, en uzun süre ortada olduğu için, genelde en olası aday gibi görülse de, imparator canının istediğini varisi olarak seçebiliyordu.

İmparator’un çocukları, (cinsiyeti farketmeksizin) iyi eğitim alır ve çok ciddi, nadir kullanılan bir Japon diyalekti ile konuşurlardı. Çince okuyup, yazabilir ve Çin klasik edebiyatını iyi bilirlerdi. Çoğu, diğer soylu aileler ve samuraylar tarafından “yumuşak” ya da “efemine” olarak görülmelerine rağmen, aralarından bazıları üzerlerinde ki, sorumluluğun hakkını verip, kendilerini küçük görenleri şaşırtmışlardır.

İmparator’un kızları genelde güçlü kuge ya da buke ailelerine gelin olarak gönderilirlerdi. Bu tür evlilikler büyük bir avantaj olarak görülür ve İmparatorluk prensesleri her soylu ailenin göz diktiği bir “ödül” olarak görülüyorlardı. Her ne kadar evlendikleri zaman imparatorluk statülerini kaybetseler bile, genede ailenin üyesi olarak kalıyorladı ve bazen aile bağları bir ünvandan daha değerliydi.

Saray Çalışanları

Hiçbir hanedanın sarayında dalkavuklar, yalakalar ve diğer fazlalıklar eksik olmamıştır. Güneşin oğlunun sarayı da bir istisna değildir. Bu çalışanların çoğu, orta seviye kuge soylularıdır. Yüksek rütbeli ve güçlü kuge’ler çağrılmadıkları ya da ciddi bir mesele olmadığı sürece ortalarda olmazlar. Bu tür insanlar zaten yeterince güçlü oldukları için imparator’a yalakalık etmelerine gerek yoktur. Düşük rütbeli kuge’ler, sarayda çalışarak hem statülerini arttırmak, hem de imparator’un gözüne girmek isterler.

Sarayda ki insanlar arasında sadece birkaç tanesi imparator’un gerçek dostları sayılabilirler ama bu tür bir dostluk tehlikelidir ve sarayda bile birinin canını tehlikeye sokabilir. İmparator ortalarda olmasa bile, sarayın koridorları entrikalar planlayan insanlarla doludur. İmparator’un yokluğu, bu grubun çalışmasına engel değildir.

Nedimeler

İmparatorluk sarayında ki kadınların sayısı göz önüne alındığında, onların yardımcılığını yapan bu kadar çok profesyonel nedimenin varlığıda normaldir. Bu nedimler tıpkı, muhafızlar gibi başkentteki en soylu kuge ailelerinden seçilir. Çoğu evli kadınlardır, bir yandan bazen haftalarca hatta aylarca sarayda kalmalarına rağmen, bir yandan da evlerinde eşlerine ve ailelerine yardımcı olurlar. Saraydaki eşlerin ve cariyelerin zaman geçirmek için yaptıkları en popüler aktivitelerden biri emirleri altında olan nedimelerle (bekar ya da evli farketmeksizin) genç ve yakışıklı saray muhafızları arasında çöpçatanlık yapmaktır. Duygusal ilişkiler ve kırık kalpler sarayda sürekli görülür.

9a7a5ea9c71f091b4e9a9cbf778af2db--japane

Saray Muhafızları

İmparatorluk Sarayı, iki farklı askeri güç tarafından korunurdu. Bunlardan biri “İmparatorluk Muhafızları”, genelde tören görevinde bulunurlar, kuge kastından gelir ve Heian döneminden kalma elbiselerini, geçmiş yüzyıllardan kalan eski ve etkisiz silahlarını gururla taşırladı. Diğer grup ise buke kastından gelen, bakufu (Shogun’un komutasında ki askeri hükümet) dan gelen bir samuray müfrezesi idi. Bazen metodları ve ideolojileri birbirine benzerken, bazen birbirlerine rakiptiler. Sarayın her kapısı bir grup asker tarafından korunurken, koridorlar iki kişilik gruplar tarafından sürekli devriye gezilirdi. Her ne kadar görevleri törenlere katılmakta olsa, Muhafızlar silahlı ve silahlarını kullanmasını iyi bilen askerlerdi. Her ne kadar moralleri çok yüksek olmasada, imparator için ölmeye hazır gözüpek savaşçılardı.

Eğer imparator, imparatoriçe ya da bir prens bir davet ya da konuşma yapıyorsa, muhafızlar göze gözükmeseler bile mutlaka yakında, çağrıldıkları taktirde hemen gelebilecekleri bir uzaklıkta bulunurlar ve gerekirse onur muhafızı olarak yakında bulunabilirlerdi.

 

KASTLAR

Sengoku döneminde, Japon toplumu dört sınıfa ayrılır:

Kuge: Saray aristokratları

Buke: Askeri aristokratlar

Bonge: Halk ve ayak takımı

Hinin: İnsan olmayanlar

Din adamları, daha yüksek bir amaca kendilerini adadıkları düşünüldüğünden bu sınıflandırmanın dışında kalırlardı. Bu nedenle, basit bir köylünün bir prensle konuşma şansı sıfıra yakınken, sonradan bir rahip olmuş bir köylünün bir prensle karşılaşması daha yüksek bir ihtimaldir.

Her ne kadar bir kastın içinde doğmuş bir insanın sosyal merdivende yukarı ya da aşağı inmesi pek mümkün değilse bile, Sengoku döneminde her şey mümkün olabiliyordu. 1598de ölümüne kadar Japonya’yı yöneten Hideyoshi Toyotomi hayatına, Nobunaga Oda’nın sandalet taşıyıcısı olarak başlamıştı. Her ne kadar düşük bir statüde doğması onun bir Shogun olmasını engellediyse bile, bu onun Japonya’da ki en güçlü adam olmasını engellemedi. İronik bir şekilde, geçmişine rağmen, Toyotomi’nin kendisi insanların doğdukları statüde kalmaları gerektiğini savunmuştur.

Üstün bir statüde doğan bir kişi otomatik olarak alt statüde birinin üstü sayılır. En düşük rütbeli samuray bir köy muhtarının üstündedir. Rütbesi ne olursa olsun bir buke, bir bongenin üstüdür.

6abc5c40bc2fb08f2dec10ae330f00d5.jpg

KUGE

Kugelerin çoğu başkentin yanında yaşarlar. Her ne kadar 16. yüzyılda zayıflamışta olsalar, çoğu Fujiwara gibi kuge hanedanlarının bir zamanlar Japonya’yı nasıl yönettiklerini büyük bir zevkle hatırlarlar. Bir samurayın soylu aileler arasında ki farkı gözlemlemeleri çok zor da olsa, bir Kuge bunu kolaylıkla fark edebilir ve onlar için bu farklılıklar çok önemlidir.

Başkent Miyako (günümüzde ki adıyla Kyoto) nun dışında yaşayan Kugeler sürgün yemiş sayılırlar. Bunun dışında kendini dine adayan Kugeler bile Miyako’dan dışarı çıkmazlar. Genelde başlarında oldukları tapınaklar başkent’in içindedir ve evleri tapınağın yanında ya da aynı bloktadır.

Kugeler sınıf farklılıklarının bilincindedirler ve bu onların günlük hayatlarının bir parçasıdır. Sahip oldukları statü, elbiselerinin renklerinden, saraya hangi kapıdan girdiklerine (eğer girebiliyorlarsa) kadar bir çok şeye göre değişir. İmparatorluk Muhafızları kuge ailelerinden seçilir ve Doğu kapısını koruma görevini (her ne kadar buke tarafından desteklenseler bile) büyük bir onur kabul ederler.

Sürekli devam eden savaş durumu nedeniyle, kuge ailelerinin ekonomik durumu eskisi kadar iyi değildir. Çoğu zaman buke ailelerine yaptıkları yardımlar ve iyilikler sonucunda ailelerine bakabilirler.

İmparatorluk ailesi, kugelerin yaşam alanıdır ve besin zincirinin tepesinde İmparator bulunur.

113.jpg

BUKE

Bukeler Japonya’nın her yerinde bulunur. Genelde kuge ailelerinden gelirler ve Tokugawa, Takeda ve Hojo aileleri gibi, soylarında mutlaka birkaç imparator kan bağı bulunur. Buke sınıfı kökeninde askerlerden oluşurdu ve görevleri düzeni korumak ve “barbarlarla” savaşmaktı. Kuge soylularına ait olan toprakları ve kaleleri korurlardı. En azından 10. Yüzyıla kadar. Sengoku döneminde ise Bukeler Japonya’nın gerçek efendileriydiler. Bütün bunlara rağmen, Miyako’da hala bir imparator var ve sadece o Shogun’u atayabildiği için bütün bukeler başkenti kontrol altında tutmanın ne kadar önemli olduğunun farkındaydılar. Burada ironik olan şey, askeri rütbe ile sivil rütbenin beraber olması. Shogun’un bile devlette sivil bir statüsü vardır, aksi halde imparatora yaklaşamaz bile.

Bütün Bukelerin samuray olması gibi bir zorunluluk yoktur. Savaşçı bir ailenin üyesi bile silahını bırakıp manastıra katılabilir. Ve çoğuda bunu yapmıştır. Bazıları tapınağın başına kadar yükselmiş ama bir yandan da klanlarının başında kalıp, günlük işleri idare etmişlerdir. Shingen Takeda ve Kenshin Uesugi bu tür “savaşçı-rahip”lerin örnekleridir. Çoğu buke, dünyevi işlerden bıkıp manastıra girmiş ama klanları tehdit altına girdiğinde tekrar silah alıp cepheye gitmişlerdir.

Bu bir bakıma, bukelerin doğasını anlatır. İster sanatçı, ister rahip, ister akademisyen olsunlar, bukeler öncelikle savaşçıdırlar ve hayatları büyük ihtimalle savaş alanında sona erecektir. Ne kılıcını ne de yayını iyi kullanamayabilir ama klanı tehlikedeyse, hiç düşünmeden savaşacaktır. Diğer kastlar ve insanlar, onlar ne tür meslek seçerlerse seçsinler, bukeleri hep savaşçı olarak göreceklerdir.

Tokaido13_Hara.jpg

BONGE

Soylu olmayan ama insan yerine konan Japonlar, çiftçilik, zanaakarlık, tüccarlık gibi işler yaparlar. Bir şehir ya da kasabanın çoğunluğu bonge sınıfından gelir ama çoğu kişinin tahmin ettiğinin aksine, köle gibi topraklarından ayrılılamayacak insanlar değildirler. Aktörler, doktorlar, hayat kadınları, rahipler, balıkçılar vs. bonge sınıfından gelir.

Zanaatkarlar ve çiftçiler diğer bongelere göre daha çok saygı görürler. Tüccarlar ise süphe ile karşılanırlar ve küçümsenirler. Halkın gözünde başkarlarının alın terinden sadece komisyon alan bedavacılar olarak görülürler. Bu tabiki gerçekte onlarında nasıl insanlar olduklarının bir kanıtı değil, buke ve kugelerin onları nasıl gördüklerini gösterir. Tıpkı Avrupa’da ki orta çağ burjuva sınıfı gibi Japon tüccarlarının da ileride güçlü ve zengin olmaları ayrı bir ironidir. Bukeler ve tüccarlar arasında ilginç bir parazitik ilişki vardır. Samuraylar askeri harekatları için tüccarlardan para çekerler ve karşılığında tüccar ailelerin oğullarından birini evlat ederek tüccarı buke sınıfına sokarak ailenin sosyal düzenden yükselmelerini sağlarlar.

Bonge sınıfının buke sınıfına saygılı ve itaatkar olması şarttır. Samuraylar kendilerine saygısızlık ettiklerini düşünükleri bongeleri oracıkla öldürüp, hiçbir yaptırım olmadan yürüyüp gitme gibi bir hakları vardı.

38fd938942c6b3c3d06138d6590fc4f9.jpg

HININ

Geldik insan yerine bile konmayan garibanlara. Hinin kastı dışardan bakıldığında en azından ırksal olarak diğer Japonlardan farksızdırlar. Bir insanın hinin olup olmadığı, ne iş yaptığından (işi varsa tabi) ve nerede yaşadığından bellidir. Sengoku döneminde, her şehrin dışında hininlerin yaşadığı getto gibi mahalleler bulunurdu.

Hininler dericilikte ve kasaplık işlerinde çalışırlardı. Japon Shinto dininin temizlik ve saflık standartlarına göre, hininler “kirli” sayılırlardı. Onları için kullanılan bir başka terimde “eta”dır. Burada küçük bir hatırlatma yapalım. 21. Yüzyıl Japonyasında “eta” kelimesi çok ağır bir hakaret sayılır. Amerika’da ki n*gger kelimesinden daha ağır kabul edilir.

Bazı hininler yaşadıkları bu sosyal hapishaneden çiftçi gibi davranarak kaçmaya çalışırlar. Bu bazen işe yarar ama çoğu zaman hininler günün birinde birilerinin gerçekten kim olduklarını anlayacakları korkusuyla yaşarlar.

BAKUFU

Bakufu, Shogun’un ve dolayısıyla imparatorun arkasında ki askeri hükümet ve ülkedeki esas güçtür. Piramidin en tepesinde, Miyako’da ki Muramachi bölgesindeki sarayından ülkeyi yöneten Shogun bulunur. Etrafında da, hizmetliler, muhafızlar ve yetkililerden oluşan bir ordu vardır.

Bakufu uzun süre lidersiz kalmıştır. Ashikaga sülalesinin son Shogunu Yoshiaki, 1573 yılında tahttan indirilmiş ve Ieyasu Tokugawa 1602 yılına kadar Shogun ünvanını kullanmamıştır.

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

tanegashima+firearm.jpg

İlk ateşli silahların ortaya çıkışı

1543 yılının bir gününde, bir tayfun sonucu ağır hasar alan bir gemi Kyushu’nun hemen güneyinde ki Tanegashima adında ki bir adada sahile vurur. Ne olduğuna bakmaya gelen ada halkı geminden çıkan, anlamadıkları bir dili konuşan bu renkli gözlü, soluk tenli adamları büyük bir ilgiyle izlemeye başlarlar. Bu adamlar Portekizli denizcilerdi ve Japonya’ya ilk ayak basan Avrupalılardı. Ada sakinleri bu ilginç insanları sanki yeni bir yaşam formu ile karşılaşmışcasına izlemeye devam ederler ama en çok dikkatlerini çeken bu yabancıların elindeki uzun, sopaya benzeyen nesnelerdir.

Peki bu nesneler neye benziyorlardı? Her biri yaklaşık bir metre uzunluğunda metalden bir tüpe sahipti ve en arkalarında bir dipçik bulunuyordu. Portekizliler uzun tüpün içine siyah renk bir toz doldurup, ardından metalden yapılmış küçük bir bilye koydular ve birden sanki yay ile nişan alıyormuşcasına dikildiler. Sonra hafifçe, yanan bir ip parçasını tüpün başına yaklaştırıp sağır edici bir gürültüyle cihazın diğer ucundan ateş çıkmasını sağladılar. Küçük metalden top tüpten fırlayarak, Portekizlilerin nişan aldığı hedefe saplandı. Bu ilginç nesne aslında bir silahtı: Misket Tüfeği.

Adanın lordu bu silahtan o kadar etkilenmişti ki, adasına gelen bu yabancılara silahları satın alabilmek için tonla altın ve gümüş ödedi. Hemen ardından adamlarına bu silahı ve barut üretmeyi öğrenmelerini emretti. Yaklaşık bir yıl sonra Tanegashima’da ki mühendisler Portekizlilerden satın aldıkları tüfeğin daha gelişmiş modelinden bir düzine kadar üretmeyi başardılar.

Bu yeni silah iki tüccar Tanegashima’yı ziyaret edip üretimini öğrenene kadar pek dikkat çekmedi. Tüccarlardan biri bu yeni silahı Negoro tapınağında ki silahlı keşişlere anlatırken, diğeri Japonya’da ki en büyük ticaret şehri olan Sakai’ye gitti. Negoro ve Sakai birkaç yıl sonra bu yeni silahı kendileri üretmeye başlayacaklar ve ülkenin her yerindeki derebeylerine bu silahları satacaklardı.

Misket tüfeğinin ilk defa Japonya’da savaşta kullanımı Portekizliler Tanegashima’ya ayak bastıklarından altı yıl sonra, Lord Shimazu’nun Kyushu adasında ki Kajiki kalesine saldırısı sırasında olacaktı. Bu korkunç silahın ünü kısa sürede Mori, Otomo, Hojo ve Imagama gibi derebeylerinin dikkatini çeker ve barut kokusu Japonya’da savaş alanlarının bir parçası olur.

images?q=tbn:ANd9GcQ-05UyweqnttgKr4jT7oa

Kusursuz silah diye bir şey yoktur

Her ne kadar ateşli silahlar Sengoku dönemi Japonya’sında büyük bir hızla yayılmalarına rağmen, bazı samuraylar bu yeni silaha sanki oyuncakmış gibi davranıyorlardı. “Kai Kaplanı” olarak tanınan Shingen Takeda, tıpkı zamanın komutanlarının çoğu gibi, misket tüfeklerini daha çok psikolojik bir silah olarak kullanıyordu. Tüfeklerin gürültüsünü askerleri ve atları korkutmak için, ve çok nadiren belirli komutanları uzun menzilden indirmekten başka işlevleri olmadığını düşünüyordu. Teknik olarak Takeda haksız sayılmazdı. Uzun menzilleri ve sağır edici sesleri dışında, misket tüfeklerinin iki tane ciddi dezavantajı vardı ve bu problemler onların savaş alanlarında önemli bir rol oynamalarını engelliyordu.

Birincisi, yağmur ya da kar yağdığında, misket tüfekleri işe yaramaz hale geliyorlardı. Ateşleme mekanizması tüfeğin dışında olduğundan kolaylıkla ıslanıyor ve barutun patlamasını engelliyordu. İkincisi, tüfeği doldurmak çok uzun zaman alıyordu. En iyi eğitimli nişancının bile bu tek atışlık tüfekleri doldurması yaklaşık yirmi saniye alabiliyordu. Özellikle saldırı altındayken, disiplinli bir şekilde her adımın yapılması (namlyu temizlemek, barutu doldurmak, misketi koymak, fitili yakmak) zor bir işti. Bu nedenle eğer ilk atış hedefi ıskalarsa, karşı saldırı çok büyük bir ihtimalle piyadeleri parça parça edecekti. Hatta bazı askerler ilk atıştan sonra çaresizlikten tüfeklerini atıp yaklaşan düşmanlara taş atmaya başlıyorlardı.

latest?cb=20131004154558

Shingen Takeda

Takeda böyle kaprisli bir silaha güvenmeyi reddediyordu. İyi eğitimli bir süvari birliğinin hala savaş alanında ki en iyi silah olduğuna inanıyordu ve kuvvetlerini bu şekilde dizayn ediyordu. Takeda süvarilerinin ismi bile savaş alanında korku salmaya yetiyordu. Ardı ardına savaşta elde ettiği zaferler onun bu düşüncesini doğrular gibiydi. Japonya’da ki tüm daimyolar Takeda süvarilerinin dağların arasından at sürerek geleceği günü korkuyla beklemekteydi.

Öte yandan, Japonya’da tek bir adam bu yeni silahın gücüne inanıyordu ve savaş alanında ki etkisini kanıtlamak için zaman kolluyordu. Bu adam ileride neredeyse tüm Japonya’yı kontrol altına almaya çok yaklaşacak olan, “Şeytan” lakaplı Nobunaga Oda’dan başkası değildi. Oda bu mutheşen silahların gücünü, onu küçük gören Takeda’nın üstüne deneyecekti.

9ab630df32311cce94347b60dc2f15db.jpg

Nobunaga ve Silahı

O meşhur Portekiz gemisi Tanegashima’da karaya vurduğunda, Nobunaga Oda sadece dokuz yaşındaydı. Babasının kendisine hediye olarak verdiği tüfekle neredeyse birlikte büyüdü. 15 yaşında tüfeği ilk defa savaşta kullandığında silahın ne kadar etkili olabileceğine ikna oldu ve bu düşüncesi zamanla daha da güçlendi. Yeni Shogun Yoshiaki Ashikaga’yı desteklemek üzere 1568’de Miyako’ya girdiğinde, tüfek ve barut imalatının ve ihtalatının merkezi olan Sakai şehrine gitti. Nobunaga, Sakai şehrindeki tüccarları öyle bir korkuttuki, Sakai’liler derhal kendilerini Oda klanının emrine sunup, gözüpek derebeyinin ordularını silahlarla ve barutla donattılar. Nagamasa Asai’nin yenilişi ve Omi’de ki tüfek imalatı yapan Kumimito şehrinin kontrol altına alınması ile Nobunaga’nın artık Japonya’da ki tüm derebeylerinden daha fazla tüfeği vardı.

1570 ve 80 yılları arasında, Nobunaga’nın en büyük düşmanları Ishiyama’nın müttefiği olan Osaka’da ki Hongan-Ji tapınağında ki silahlı keşişlerdi. Ama girdiği ardı ardına savaşlar sonucunda, Nobunaga bol miktarda misket tüfeği kullanan özel bir piyade ordusunun düşmanı yerle bir edeceğinden emindi. Bu düşüncesini kendine sakladı ve silahlarını kullanacağı bir fırsatı beklemeye başladı.

Nobunaga beklediği fırsatı müttefiği Motoyasu Matsudaira (ileride Ieyasu Tokugawa olarak tanınacak) onu yardımına çağırdığında buldu. Shingen Takeda’nın oğlu, Katsuyori, babasının intikamını almak için muazzam bir orduyla Matsudaira’nın kontrolünde olan Mikawa’ya saldırdı. Büyük bir heyecala, Nobunaga sağ kolu olan Hideyoshi Hashiba’yı yanına çağırdı ve emirlerini sıraladı:

latest?cb=20170424035527latest?cb=20170721172752

Nobunaga Oda - Hideyoshi Hashiba

“Hideyoshi! Gifu kalesinde 10000 asker ve 3000 tüfek hazırla!

Tüfekleri en iyi nişancılarımıza ver!

Bolca tahta ve kürek getir!”

İki gün sonra, Nobunaga, Matsudaira’nın yanına geldi ve ertesi gün Nagashino’nun hemen batısında yüksek bir tepe olan Shidara-ga-hara’da konuşlandılar. Nobunaga tepenin girişine her 40 metrede bir tahtadan siperler inşa ettirdi. Bu siperler Takeda’nın süvarilerini yavaşlatacak engeller olacaklardı. Nobunaga emirlerini verdi:

“Piyade kuvvetleri bu tahta siperlerin arkasından ateş edecekler. Herkes iyi nişan alacak. Üç sıra oluşturulacak ve her sıra ardı ardına ateş edecek. İlk sıra ateş ederken, ikinci sıra tüfeğini dolduracak ve üçüncü sıra ise cephanesini alacak.”

Savaş sabah saatlerinde beş gibi başladı. Katsuyori, Nobunaga’nın siperlerine ardı ardına dalga dalga süvari yolladı. Ama en iyi süvarileri bile üzerlerine yağmur gibi yağan tüfek misketlerine karşı savunmasızdı. Öğlen saat üçe geldiğinde, yaklaşık 10000 Kai askeri, generalinden piyadesine kadar yerde cansız yatıyordu. Bir zamanlar ismi bile generalleri titreten Takeda süvarileri artık yoktu.

Nobunaga’nın dehası bu yeni teknolojiyi etkili bir şekilde kullanmakla bitmeyecekti. Yeni bir çağa ayak basıldığının farkındaydı. Bu çağda, düelloların, geleneklerin bir anlamı olmadığını, okuma yazma bilmeyen bir köylünün elindeki tüfekle yüksek rütbeli, tecrübeli bir samurayı nasıl kolaylıkla yokettiğine şahit olmuştu. Bu savaşın sonucu tüm Japonya’ya yayılmaya başlayınca, diğer derebeyleri de en sonunda bu silahın gücünü kabul etmeye başladılar.

Avrupa’da ki feodal ordularda, “salyangoz” ya da “caracole” türü atış sistemlerinin kullanıldığı ve sıralı ateş sisteminin 1630 yıllarına kadar kullanılmadığını düşünürsek, Nobunaga’nın yaşadığı çağın ne kadar ilerisinde olan bir adam olduğunu anlayabiliriz.

d1d182aa43f34b115b119833d762d61f.jpg

Mori’nin yenilmez donanması

Tüm Japonya’yı “silahlı güç ile birleştime” planını uygulamaya devam eden Nobunaga’nın bir sonraki hedefi silahlı keşişlerin kontrol ettiği Hongan-ji tapınağıydı. Tapınak bir kale gibi inşaa edilmişti. Dışarıdaki yıkılması zor hisarlarına ek olarak, tapınağın içide bir liman gibiydi. Deniz yoluyla gelen erzaklar sayesinde, Hongan-ji belki yıllarca Nobunaga’nın kuvvetlerine karşı dayanabilirdi. Bu nedenle Nobunaga, Hongan-ji’yi denizden ablukaya almaya karar verdi.

Ama bu kez planı yaver gitmeyecekti. Hongan-Ji’nin müttefiği olan Chugoku’nun Mori klanı Japon tarihindeki en büyük donanmaya sahipti ve Nobunaga’nın ablukasını delmek üzere denize açıldılar. Daha güçlü, sayıca daha da fazla ve “yanan oklar” adını verdikleri patlayıcı mermileri ile Mori donanması Nobunaga’yı denizde mağlup etti.

744ecdde3c6e1a2a0b6800b864965ead--samura

Demirden gemiler

Bu acı tecrübe sonucunda, Nobunaga sonraki iki yılı bir sonraki kuşatma için plan yaparak geçirdi. Zaferin sadece Hongan-ji ve Mori arasındaki ikmal zincirinin kırılması ile geleceğini biliyordu ama bu elindeki donanmanın yapamayacağı bir şeydi. Sonra aklına bir fikir geldi. Nobunaga adamlarından Yoshitaki Kuki ve Kazumasa Takigawa’ya altı yeni savaş gemisi inşaa etmelerini emretti. Bu gemiler o kadar büyüktüler ki, inşaaları 2 yıl sürdü. Demirden kaplanmış gemilere top yerleştirildi.

Bu devasa savaş gemileri o zamanda kadar görülmemiş bir şekilde, demir ile kaplanmışlardı. Gemileri denizde gören izleyiciler gördüklerine inanamıyorlardı. Kofukuji tapınağındaki keşişlerin günlüklerinde gemiler böyle tanıtılıyor: “5000 asker taşıyabilen, 14 metre genişliğinde, 22 metre uzunluğunda, 6 metre yüksekliğinde demirden gemiler. Misket atışının gemiyi delmesini engellemek için herşey yapılmış.”

Bu devasa gemiler, o zamana kadar Japonya’da inşaa edilmiş savaş gemilerininden çok farklıydılar. Demirden zırhları ve topları olan bu gemilere “yüzen kale” adını vermek herhalde abartılı olmazdı. Nobunaga nasıl zamanında ülkedeki en iyi süvari birliğini Nagashino’da yok etmek için yeni piyade taktikleri geliştirdiyse, şimdi de ülkenin en güçlü donanmasını denizin dibine göndermek için o şeytani zekasını çalıştırıyordu.

dyzjJFG.jpg

Bütün toplar, Ateş!

1578’in haziranında, utanç verici yenilgisini aldıktan iki yıl sonra, Nobunaga, Hongan-Ji’yi bir kere daha denizden ablukaya aldı. Osaka körfezinden denize açılan 6 devasa gemi, Amiral Yoshitaki Kuki’nin komutasında hedeflerine doğru ilerlemeye başladılar. Seyir halindeyken, Nobunaga’nın donanması Hongan-Ji’nin keşfe çıkmaları için gönderdiği Saiga donanmasının 100 kadar gemisini batırdı. Saiga’nın gemilerini yokettikten sonra filo Kizu nehrinin girişinde, bir önceki deniz savaşının gerçekleştiği yerde ablukaya başladılar. Aralık ayında, erzaklar azalmaya başladığında, “yenilmez” Mori donanmasının 600 gemisi ablukayı yarmak için Hongan-Ji’ye geldiler. Savaş başlayınca, Nobunaga’nın gemileri sayıca üstün olan Mori donanmasından uzaklaşmaya başladılar. Bu aslında düşmanı menzil içine çekmek için yapılmış bir aldatmacaydı.

Zaferin kesinliğinden emin olan Mori donanması büyük bir güvenle nehrin ağzına doğru yaklaştıkça, Nobunaga’nın gemileride düşmanlarına ateş etmek için doğru zamanı bekliyorlardı. Nobungaga’nın gemilerinde ki topların mermileri yaklaşık 750 gram ağırlığındaydı. Günümüzün deniz silahları ile karşılaştırıldığında çok hafifte kalsa, 16. yüzyılda kullanılan 23-38 gramlık mermilere göre çok daha ağırdı. Top ateşine daha fazla dayanamayan Mori gemileri dağılmaya başladılar. Oda donanması, kordine edilmiş top atışları ile düşman gemilerine yaklaşmaya devam ettiler. İki yıl önceki savaşta çok etkili olan yanan oklar şimdi demirden yapılmış gemilerin zırhından sekip denize düşüyordu. Mori donanmasının sonu gelmişti. Savaş Nobunaga’nın zaferi ile sonuçlandı ve kısa bir süre sonra Hongan-Ji kalesi düştü.

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

sc145898.jpg

Çay Törenleri

Japoya’da çayın kurallarına “Sadou”, seremonilerine ise “Cha-no-yu” denir. Çay 7. Yüzyılda Çin’den Japonya’ya geririlmiştir. 15. Yüzyılda rahip Shuko tarafından seremonilerde kullanıldıysada, bilinen çay törenleri 16. Yüzyılda şimdiki şeklini almıştır. Japonlar bu çay törenlerinin bu kadar zarif bir hale gelmelerini meşhur çay töreni ustası Sen-no-Rikyu’ya borçludurlar.

Rikyu, Daitoku-Ji tapınağında Zen felsefesi ve çay törenleri konusunda eğitim görmüştür. Çay evlerini ve evlere giren yolları, insanlar arasındaki statünün oluşturduğu sosyal bariyerleri kaldırıp, aralarındaki eşitliği öne çıkarmak üzere dizayn etmiştir. O çağın durumunu göz önüne alırsak, bu çok radikal bir düşünce sayılabilir. Çay evlerinin girişleri yaklaşık bir metre uzunluğundadır ve girmek için eğilmek gerekir. Bir kişinin statüsü ne olursa olsun, eğilmesi şarttır. Çay evleri iki kişiyi alabilecek şekilde inşaa edilir. Bazı evler, üç ya da dört kişiyi alacak kadar geniştir. Ama Hideyoshi Toyotomi gibi bazıları çay törenini bahçelerde yapmayı uygun görmüşlerdir.

 

8869843%255B1%255D.jpg

Tam bir çay töreninde önce hafif, ufak bir öğün yemek verilir. Daha küçük törenlerde sadece hafif tatlılar servis edilir. Bu tatlılar, sonradan servis edilecek sert, acı çay ile tam bir zıtlık içerisindedir. Törende ikram edilen çayın ismi “Matcha” dır. Yaprak halinde değil, toz haline getirilmiş halde sunulur ve çok acıdır. Evin sahibi bu çayın az bir miktarını, mevsime göre farklı bir şekli ve resimleri olan bir çay kabının içine bambudan yapılmış bir kaşık ile döker, ardından küçük bir miktar kaynamış suyu kabın içine döker. Ardından “chasen” adı verilen bambudan yapılmış bir fırça ile kabı köpürene kadar karıştırmaya başlar. Ev sahibi kabı misafirinin, ya da en rütbeli misafir kimse onun önüne koyar, eğilir ve çayı sunar. Misafir kabı eline alır, kabın yüzü doğru yere gelecek şekilde çevirir ve çayı yudumlar. Ardından kabın ucunu eliyle siler, kabı döndürür, yere koyar ve ev sahibine teşekkür ederek eğilir. Ev sahibi ardından kabı çalkalar, başka bir misafir varsa ona, eğer başka kimse yoksa kendine aynı şekilde kabı hazırlar.

 

1280px-Cha_no_yu_nichinichis%C5%8D_by_Mi

Bütün bu kareketler, kabın kaç kere silinmesinden, mendilin kaç kere silkelenmesine kadar her şey, o zamanın durumuna ve ev sahibi olan klanın geleneklerine göre değişir. Çay töreninin ustası olan birisi bütün bu hareketleri eksiksiz ve çabukça yapabilir.

Çayın hazırlanışı ve içişi sırasında konuşulmaz, ya da mümkün olduğunca az konuşulur. Silahlar (en azından teoride) içeri alınmaz. Düşmanca hareketler kesinlikle yasaktır. Zen felsefesinin öğrettiği huzur ve sessizlik ortamı sağlanır. Entrikalar, törenden sonra planlanmaya başlanır. Bir hikayeye göre, Hideyoshi Toyotomi sinir olduğu birinin ev sahipliğinde bir çay törenine katılır. Amacı törenden sonra adamı öldürtmektir. Ama tören o kadar kusursuz bir biçimde yapılır ki, Toyotomi sadece ev sahibini öldürmekten vazgeçmekte kalmaz, ona gerçek niyetini itiraf eder ve özür diler.

 

Matcha-Tea-Set-700x325.jpg

Çay töreninin bir samuray için ne kadar önemli olduğu düşünülürse, törende kullanılan kaliteli eşyaların ne kadar pahallı olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Daimyoların hizmetinden memnun kaldıkları generallerine çok değerli çay kapları yada çay taşıyıcıları (“natsume”) hediye ettikleri görülmüştür. Bir hikayeye göre, Masamune Date bir gün kazayla çok değerli bir çay kabını elinden düşürür ve büyük bir korku ile son anda yere düşmeden yakalar. Elinde tuttuğu çay kabına bakarak şunları söyler: “Savaş alanında defalarca ölümle yüzyüze gelmiş bir adamım. Ama hayatımda asla böyle bir korku yaşamadım”. Bunu söyledikten sonra sinirleri yerine gelsin diye kabı kaldırıp yere vurmuş ve parçalara ayırmıştır.

 

images?q=tbn:ANd9GcTKVTr3hLL09pyxXUeotWU

Çay törenlerinin bir örneğini ülkemizde de zamanında yayınlanmış “Shogun” dizisinde görebilirsiniz. Dizinin bir bölümünde, Lord Buntaro gücendirdiği eşi Mariko’ya kendini affettirmek için Cha-no-yu yapmıştır. “Rikyu” adındaki film ise meşhur çay töreni ustasının hayatını anlatır.

Nobunaga ve Çay Törenleri

Nobanaga her ne kadar geleneklere haz etmesede ve büyük ihtimalle çocukkende bu uzun ve karmaşık törenlerden hoşlanmamış olsa da, bir daimyonun oğlu olarak bunun eğitimini almıştı. Ama 1568’de başken Miyako’ya zaferle girene kadar bu törenlere pek değer vermemişti.

 

fd6dbfaa6b079be2cd2ebbd6b8b612ec.jpg

Nobunaga, Sesshu’da ki Akutagawa kalesi’nde kalırken, iki farklı ziyaretçi, farklı zamanlarda gelerek ona çok değerli çay eşyaları hediye ederler. Bunlardan biri Miyako ve Yamato’nun adı kötüye çıkmış eski yöneticisi Hisahide Matunaga idi. Nobunaga’nın bir önceki harekatında yenilmişti ve şimdi teslimiyetini sunması gerekiyordu. Matsunaga ona paha biçilmez “Tsukomu Nasubi” çay setini hediye olarak sununca, Nobunaga sadece onu affetmekle kalmadı, topraklarının başına geri dönmesine izin verdi. Dokuz yıl sonra Matsunaga, Nobunaga’ya ihanet edip isyan çıkarınca, Nabounaga onu kolayca yenip Shigi’de ki dağ kalesinde kuşattı. Matsunaga, kalesi alevler içinde yanarken, “Hiragumo” (örümcek) adını verdiği çaydanlığa barut doldurarak bir zincirle boynuna taklı ve kendisiyle birlikte, Nobunaga’nın ele geçirmeyi çok istediği çaydanlığı da yok etti.

Nobunaga’nın diğer ziyaretçisi Sakai şehrinden gelen, Sokyu Imai adında bir silah tüccarıydı. Nobunaga, Sakai şehrindeki tüccarlara “Ok vergisi” adı verdiği 20000 gümüşlük ağır bir vergi uygulayınca, tüccarlar ödemekle, karşı koymak arasında ikilemde kalmışlardı. Barış yapmak amacıyla, Imai Nobunaga’ya “Matsuhima” (Çam adası) ve “Ioou” (Beyaz gök) adlı çay setlerini hediye etti. Nobunaga bu hediyeleri o kadar sevdi ki, Imai’yi Sakai’nin valisi yaptı ve bundan sonra Nobunaga’nın tüccar camiyası ile arasında ki en önemli bağlantısı olacaktı.

Ardı ardına ülkenin her yanından insanlar Nobunaga’ya bu paha biçilmez hediyeleri sundukça, bu eşyaların ne kadar değerli ve güçlü olabileceklerini anladı. Nobunaga her ne kadar geleneklerden pek haz etmesede, tıpkı teknoloji gibi, gelenekleri de kendi çıkarı için kullanabilme konusunda bir uzmandı. Bu çay eşyalarının kendi prestijini ne kadar arttırabileceğinin farketti. Kısa bir süre sonra adamlarını çağırıp onlara şunu söyledi:

“Bolca altın ve gümüşümüz var. Çin’e gidin ve bana bulabileceğiniz en değerli çay eşyalarını satın alın.”

“Çay eşyası avı” başlamıştı. Nobunaga’nın kolleksyonunda elliye yakın paha biçilmez çay seti bulunuyordu. Çay ustalarının yüreklerini hoplatan, “Hatsuhana” (ilk çiçek), “Matsumono” (mavi çam ağacı), “Fuji” (Zengin samuray), “Matsuhana” (Tören çiçeği) gibi meşhur çay setleri artık Nobunaga’ya aitti.

Nobunaga, sanat eseri toplamaktan fazlasını yapıyordu. Aslında bütün bu pahallı eşyaları toplamasının bir nedeni vardı: Sakai ve Miyako şehirlerindeki tüccarları kendine bağlamak. Öte yandan Nobunaga bu çay setlerini kalesine toplayıp onlarla övünmüyordu. Bu çay setlerini çok yaratıcı bir şekilde, emri altında ki insanların kendine sadık kalmaları için kullanıyordu. “Derebeyi Çayı” adı verdiği yeni bir tür çay töreni yaratmıştı.

Çay ve Propaganda

Nobunaga’nın büyük çay törenlerinden ilki 1573 yılında Miyako’da ki Myokaku tapınağında gerçekleşti. Önemli tüccarlar davet edildi ve meşhur çay ustası, Rikyu çayı hazırlamakla görevlendirildi. Nobunaga, Miyako ve Sakai’de ki en önemli insanları etkilemek istediği için en değerli çay setleri kullanıldı.

 

ce273b76-53a0-11e5-84f6-bcfa7e73eda7.jpg

Sen-no-Rikyu

Nobunaga bu muazzam çay partilerini düzenlemeye devam etti. Bu ona sadece adamlarını inceleyip, karakterlerini çözme şansı vermiyor, aynı zamanda bu törenleri propaganda için kullanmasını sağlıyordu.

Zamanın önemli tüccarlarının büyük derebeyleri ile bağlantıları vardı. Mallarını satmak için ülkeyi gezerken, başkentin dışından haberlerde getiriyorlardı. Nobunaga bu bilgi ağını büyük bir ustalıkla manipüle ederek, tüccarların kendisi için casusluk yapmalarını sağlıyordu. Çay törenlerinde yaydığı söylentilerin kısa bir sürede tüm ülkeye yayılacağının farkındaydı. Bu yöntem ile Nobunaga, düşman ya da dost olsun, diğer derebeylerinin aldığı istihbaratı kontrol edip onları kendi etkisi altına alıyordu. Nobunaga’nın çay törenlerinin sanatsal toplantılardan daha derin ve önemli işlevleri vardı.

MW_LT_SE21-6_Photo.jpg?1456990812

Çay Töreni ve Sadakat

Nobunaga, emri atında ki samurayları motive etmek için elinde ki paha biçilmez çay setlerini kullanıyordu.

“Savaşta önemli başarılar kaydeden savaşçılar, çay setleri ile ödüllendirilecek ve çay törenlerine davet edileceklerdir.”

Çay törenlerini başarıların ödüllendirildiği bir sistem olarak getiren Nobunaga, komutanlarını motive etmekte çok zorlanmıyordu. 1582 yılında, Kazumasa Takigawa, Takeda klanını yok edildiği Kai harekatında büyük başarılar elde etmişti. Nobunaga’dan ödül olarak Azuchi’de yapılmış, “Juko” (yanan ışık topu) çay setini almayı umuyordu. Ama Nobunaga onu Kanto bölgesine Shogun yardımcısı olarak atamıştı. Kanto’da Shogun yardımcılığı, Shogun kadar güçlü bir pozisyondu ve çoğu samuray böyle bir göreve terfi edilmenin büyük bir şeref olduğunu düşünürlerdi. Ama Takigawa sadece hayal kırıklığı hissetti.

Tabii ki, her samuray toprak ve ünvan yerine çay setlerini tercih etmiyordu. Öte yandan bir derebeyinin ödül olarak verebileceği toprak sayısı sınırlıydı. Nobunaga’nın toprak yerine değerli eşyaları ödül olarak verme fikri, aslında feodal güçten merkezi yönetime geçmek için atılmış bir adımdı.

 

 

Liyakat

Çay törenleriyle işimiz bittiğine göre sırada, günlük hayatla ilgili birkaç makaleye geçebiliriz. Ama önce, eski Japonya’da insanların yetenekerine göre terfi ettirilmeleri ile ilgili küçük bir parça paylaşalım. Aşağıda okuyacağınız maddeler, Asakura klanında devlet yetkililerinin nasıl davranması ile ilgilidir.

Toshikage Juhachikajo (“Onyedi madde”)

  • ·         Asakura ailesinde, özel atamalar sadece yaşlı ya da kıdemli oldukları için verilmeyecektir. Danışmanlar yeteneklerine dayanarak seçilecektir.
  • ·         Nesillerce Asakura ailesine hizmet edenler bile, yetenekli olmadıkları taktirde atanmayacaklardır.
  • ·         Savaş durumunda olunmasa bile casuslar, ne kadar uzak ya da yakın olsun, diğer bölgelerde bulunacak ve oradaki durumu gözlemleyeceklerdir.
  • ·         Meşhur savaşçıların kullanmış olduğu kılıçlar ve diğer silahlara göz dikilmemelidir. 10000 bu değerinde bir kılıç, tanesi sadece 100 bu değerinde ki 100 tane yari’yi yenemez.
  • ·         Sanatçılar ve aktörler sürekli olarak Miyako’dan getirilmemelidir. Uzun vadede, bu paranın bölgemizde ki yetenekli sanatçıların eğitiminde kullanılması daha uygundur.
  • ·         Oyun sahnelemeleri kalede gece saatinde yapılmamalıdır.
  • ·         Değerli atlar ve şahinler, sırf askerleri eğitmek için oldukları yerden alınmamalıdır. Bu yasak, diğer bölgelerden alınan önceden istenmemiş hediyeleri kapsamaz. Ama üç yıl kadar sonra bu hediyelerin başka ailelere verilmeleri gerekir. Onları elde tutmak sadece keder getirecektir.
  • ·         Yeni yıl için tören elbisesi giyildiğinde, Asakura klanının üyeleri üzerinde klanın “mon”u (klan sembolü) olan sade elbiseler giymelidirler. Eğer pahallı ve şaşaalı elbiseler giyilirse, ülkedeki hiçbir samuray iyi giyinmediği sürece efendileriyle görüşemeyeceklerine inanırlar. Bu da samurayların çoğunlukla, çeşitli bahanelerle uzak kalıp, Asakura klanına hizmet verememeleri ile sonuçlanabilir.
  • ·         Hizmetli alımında, zeka diğer özelliklerden daha az önemlidir. Dürüstlük daha önemlidir. Tembel bir insan bile dış görünüşü iyi ise, iyi bir hizmetkar ya da mesajcı olabilir. Ama asla ne iyi karateri ya da iyi görünüşü olmayan birini işe almayın.
  • ·         Hizmetkarınız olmayan insanlara hizmetkarınız gibi davranmayın.
  • ·         Mecbur kalmadığınız sürece, başka bir bölgeden gelen bir samuraya gizli bilgileri vermeyin.
  • ·         Keşişte olsa, bahçevanda olsa, diğer ailelerin sizin hizmetinizde bulunan yetenekli insanları kendi hizmetlerine almalarına izin vermeyin.
  • ·         Savaş için hazırlanırken, uygun gün ya da saldıracak yön aramakla zaman kaybetmeyin.
  • ·         Yılda üç kere, dürüst ve yetenekli adamları topraklarınızda inceleme yapmak için görevlendirin. Her sınıftan insanları dinleyip, devlette ki problemleri anlayıp, çözmelerini sağlayın. Eğer varislerinizden biri bu görevle ilgileniyorsa, kılık değiştirmesini söyleyin.
  • ·         Bir bölgede, hükümdarın kalesi hariç başka bir kale ya da hisar bulunmamalıdır. Bütün önemli insanlar, kalenin içinde ki kasabada yaşamalı ve konutları kendi kahyaları tarafından bakılmalıdır.
  • ·         Bir manastırın, tapınağın ya da evin önünden geçerken atınızı durdurun. Durumları iyiyse tebrik edin. Değilse, üzüntünüzü bildirin. Bunun ileride çok olumlu etkileri olacaktır.
  • ·         Hukuk davaları konusunda tarafsız olun. Sizin emriniz altında ki bir yetkili yanlış bir iş yapmışsa, ağır bir şekilde cezalandırın.
İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

slide_3.jpg

Aileler ve Klanlar

Aile bağları eski Japonya’da çök önemlidir. Bütün sülalelerin aynı çoğrafi bölgede hatta bazen aynı binada yaşaması doğal bir şeydi. Aileye sadakat en önemli kanunlardan biriydi ve toplumun her katında önemli bir yere sahipti. Her çocuk babasına, ve babasının babasına saygı gösterir ve göstermeliydi. Yetiştikler bile kendi büyüklerine saygıda kusur etmemeye çalışırlardı.

 

f29a59dcf257bd9de903fe33e1d96beb.jpeg

Klanlar

Klanlar ailelerden daha büyük idiler. Klanların içinde bir çok aile vardı ve bu ailelerin kan bağı ile birbirine akraba olmaları önemli değildi. En yetkili kişi klanın reisi olan kişiydi. Klanların iç ilişkileri kafa karıştırıcı olabilir. Örnek olması açısından Shingen Takeda’nın başında olduğu Takeda klanına bir göz atalım:

Takeda ailesi, klanın lideri olan ailedir. Takeda ailesininde kendi kolları vardır. Shigen Takeda’nın ailesi ana ailedir, Shingen’ın kardeşlerinin ve amcalarının da aileleri yan aile olarak kabul edilir. Buna ek olarak kendisi de klan olan Yamagata, Baba, Asakura gibi “vasal” aileler vardır.

Tokugawa klanında, mesela, birkaç ana aile vardır. Sengoku dönemini sona erdiren Sekigahara muharebesinden sonra Kii Tokugawa, Mito Tokugawa, Owari Tokugawa adı verilen “Üç şerefli aile” (go-sanke) kurulmuştur. Buna ek olarak Hosokawa ve Honda gibi vasal clanlar ve onlara bağlı aileler vardır.

 

h5_29.100.498.jpg

Evlilik

Evlilik sadece iki kişi arasında bir birlik değil aileler arasında da bir anlaşmadır. Soylu aileler sürekli olarak kızlarını müttefikleri olan (ya da ileride olabilme ihtimali olan) ailelerin oğullarıyla görücü usülü evlendirmişlerdir.

Bu evlilikler maaselef her zaman barış ile sonuçlanmamışlar ve mutlu sonla sona bitmemişlerdir. Nobunaga Oda, çok sevdiği kız kardeşi Ichi’yi müttefiği yapmak istediği Nagamasa Asai ile evlendirmiştir. Nobunaga kendisine saldırmaya kalkan Yoshikaga Asakura’ya savaş açınca, Asai arkadaşı olan Asakura’nın yanında yer alıp Nobuaga saldırmış ve yenildikten sonra seppuku yaparak canına kıymıştır. Ichi Nobunaga’nın yanına dönmüş ve Nobunaga tarafından kendi adamlarından biri olan Katsuie Shibata ile evlendirilmiştir. Shibata’nın ve Toyotomi’nin arası bozulunca tekrar savaş çıkmış ve Ichi teslim olmayı reddedip kocası ile birlikte kendi canını almıştır.

Halktan gelen insanlar için evlilik çok daha basit bir şeydir. Her ne kadar bonge arasında görücü usülü evlenmeler olsa da, kuge ve buke sınıflarının aksine, sevgi için yapılan evlilikter halk arasında daha yaygındırlar. Rahiplerin bile evlenmesi normal bir şeydi. Bir tapınağın liderliğini çoğu zaman bir önceki baş rahibin oğlu yapıyordu.

 

dg-04-copy.jpg

Çöpçatanlar

“Baishakunin” adı verilen çöpçatanlar eski Japonya’da çok yaygındırlar. Kız istemeye giden aileler kendilerini utandıracak bir şey yapmaları ya da evlenecek çiftlerin birbirlerini beğenmemeleri ihtimali nedeniyle iki ailenin bu çöpçatanlar yardımı ile anlaşmaları daha kabul edilebilir bir şeydi.

Evlilik çağları genelde kızlar için 16-18, erkekler için 18-22 yaşları arasıydı. Kızı ya da oğlu bu yaşlarda olan bir ebeveyn, bu konularda tecrübesi olan bir arkadaşından ya da birinden çocuğu için uygun bir eş adayı bulmasını isterdi. Eğer anneler ve babalar kızları için uygun bir aday bulurlarsa, bu adayı tanıyan yaşlı birine gidip kendilerini tanıştırmalarını isteyebiliyorlardı. Bu tür tanışmalar sıkça olur ve genelde bir tapınağın bahçesinde gerçekleşiyordu.

Çöpçatanlık bir ailenin kurulmasına neden olduğu için şerefli bir meslek sayılıyor ve düğün törenlerinde bu insanlar için özel bir yer ayrılıyordu.

 

LOOK-Captain-America-and-Iron-Man-Reimag

Okuduğunuzdan emin olmak için

Düğünler

Ailenin Shinto ya da Budist olmasına göre farklı törenler gerçekleşiyordu. Evliliklerin çoğu Shinto usulünde yapılırdı. Bu tür evliliklerde, gelin ve damat düğün odasına birlikte girip, bir yer masasının önünde diz çökerek otururlardı. Arkalarında ailelerini temsil eden kişiler bulunurdu. Bir Shinto rahibi dua okurken, gelin ve damat uzatılan sake’den üç yudum içerlerdi.

Evlilikler çiftin ailesinin ve arkadaşlarını katıldığı, eğlenceli ve mutlu ortamlar olan uzun partilerdi. Bu partilerde sake su gibi akar ve yeni evli çift, özel bir yerde otururlardı. Ama çoğu zaman gelin misafirlerin istekleri ile ilgilenebiliyordu.

1890220_orig.jpg

Çok Eşlilik

Samuray’ların çoğu zaman birden fazla eşleri bulunuyordu. Kadınlardan biri lord’un resmi eşi iken diğer kadınlar cariye olarak ailenin malikanesinde yaşıyorlardı. Lord’un eşi kendi sınıfından biri olmasına rağmen, cariyeleri kuge ya da bonge sınıfından gelebiliyordu. Yukarıda da anlattığımız üzere, her ne kadar bu ilişkilerden doğan çocuklar babanın sınıfından olarak kabul edilselerde, anneleri edilmiyordu. Klasik Japon edebiyatında, bonge sınıfından gelen annelerin bir başka samuray lordu ile oğlunun pozisyonunu güçlendirmek için entrikalar planladığı bir çok hikaye vardır.

Boşanmalar

Eski Japonya’da bir erkek istediği zaman eşini boşayabilirdi. Boşanmaya sebep olan nedenlerden en sık rastlananları, eşin çocuk doğuramaması ya da erkek çocuk doğuramamasıydı. Bir koca eşini boşamak istediğinde sadece, “Seni boşuyorum” der ve yıkılmış eski eşini kişisel eşyaları ile ailesinin evine yollardı. Nedeni ne olursa olsun boşanmak bir kadın için, “kadınlık görevini yerine getirememesi nedeniyle” onur kırıcı bir olay olarak görülürdü.

Tahmin edeceğiniz gibi bir kadının kocasını boşaması gibi bir hakkı yoktu. Ama kadınların kendilerini kurtarabilmeleri için bazı yöntemleri de mevcuttu. Kocasından kaçıp bir budist tapınağına sığınan bir kadın güvende sayılırdı. Kocası, karısının arkasından tapınağa girmeye kalkarsa, zavallı kadına acıyıp, onu koruma altına alan rahiplerin gazabına uğrardı. Budist rahiplerinin dövüş teknikleri konusunda uzman olduklarını ve o zaman diliminde çoğunun silahlı olduğunu düşünürsek tapınağa girmeye kalkmak dayakçı koca için pek iyi bir şekilde sonuçlanmıyordu. Eğer bir kadın budist tapınağında üç yıl kalırsa, kocası ne düşünürse düşünsün, yasal olarak boşanmış sayılıyordu. Bu şekilde boşanan kadınlar, dünyevi hayattan ellerini çekip “ama” adı verilen budist rahibeler oluyorlardı.

 

8357743_orig.jpg

Metresler

Sengoku döneminde Japonya’da üst tabaka kişilerin bir yerlerde en azından bir tane metresleri olması normal karşılanırdı. Her ne kadar bazı erkekler eşlerini çok sevseler de, Sengoku dönemi Japonya’sı ataerkil bir toplumdu. Eşler evi çekip çevirip, çocuk doğurma ve büyütmekle görevliyken, metresler iyi vakit geçirmek için vardılar.

Metres derken, illaki hayat kadınlarını kastetmiyoruz. Bir erkeğin devamlı olarak ilişkide olduğu, ve ekonomik olarak desteklediği kadınlar bu sınıfa girer. Metres, herhangi bir meslek grubundan bir kadın olabiliyordu. Dansçı, çiftçinin kızı, miko, geisha ya da başka bir adamın eşi vesaire. Hatta bazen bir hayat kadını bile metres olabiliyordu. (Shogun dizisinde Kashigi Omi adlı karakterin aşık olduğu hayat kadını gibi)

Eşlerin, metreslere karşı olan tepkilerinin pek önemi yoktu. Bazen eşin haberi bile olmazdı bazen de olmasına rağmen seslerini pek çıkarmazlardı. Erkeklerin egemen olduğu bir toplumda, bu tür şeyleri normal kabul edip, fazla tepki göstermezlerdi.

Bazen mecburen, kendi klanlarının geleceği için metreslerden haberdar olmalarına rağmen ilgilenmezlerdi. Sengoku döneminde, eline silah alıp savaş alanında vuruşarak en az erkekler kadar saygı gören Leydi Ginchiyo Tachibana geçirdiği bir hastalık nedeniyle çocuk doğuramadığı için kocası Muneshige’nin metres almasına göz yummuştu. Neticede klanın bir varisi olması gerekiyordu.

Eğer evli bir kadın başka bir erkekle yakalanırsa, ikisininde sonu idam olabiliyordu. Eğer evli bir erkek başka bir kadınla yakalanırsa, sadece utanç verici bir durum kabul edilmekteydi.

Gördüğünüz üzere, eski Japonya’da ciddi bir çifte standart vardı. (Durumun şimdi de pek faklı olduğu söylenemez ya, neyse) Ama bunun için Japon toplumunu suçlamak pek doğru sayılmaz. Japonya, zamanın tüm toplumları gibi ataerkil bir toplumdu ve kadınlar, her ne kadar çoğu diğer ülke ile karşılaştırıldığında daha saygı da görse, neticede erkeğin sahip olduğu “değerli bir mal” olarak kabul ediliyorlardı.

 

japanese-children-at-a-flower-festival-l

Çocuklar, Çocukluk ve Yaşa Erme

Çocuklara, doğduklarından yedi gün sonra isimleri verilirdi. Çocuk büyükdükçe hayat ve toplum hakkında bilmesi gereken her şey evde kendisine öğretirilirdi. Okullar her yerde olmadığı için ve ailelerin çocuklarını okula gönderecek güçleri olmadığından, bu “evde eğitim” genelde alabilecekleri tek eğitimdi. Kasabalarda ki budist tapınakları bazen çocuklara okuma yazma öğretmek için kurslar açsada, bu her zaman ve her kasabada yoktu.

Eğer bir çocuk sol elini kullanmaya başlarsa, sağ elini kullanmak üzere eğitilirlerdi. Bunun bazı diğer toplumlarda görüldüğü gibi dini bir nedeni yoktur. Japonya’da herşey sağ elini kullanan insanlar için yapılmıştır ve toplum sağ elini kullanan insanlar içindir. Sengoku döneminde sol elini kullanan tek bir kişi bile yoktur.

Ortalama bir yetişkin Japon’un üzerinde ki ağır yükler göz önünde bulunduğunda, çocuklar çoğu zaman yetişkinlerin sahip olmadığı bazı özgürlüklere sahiptirler ve çoğu zaman aileleri tarafından şımartılırlar. Bu özgürlük çok uzun sürmez. Verilen görevleri yapabileceği yaşa geldiğine karar verildiğinde ailenin yaptığı işe yardım etmesi beklenir. Bu ya tarlalarda pirinç ekimine yardım etmek ya da ailenin işlettiği handa işlere yardım etmek olabilir.

Hayatlarının önemli bir parçası olduğundan, rahiplerin çocukları, diğer çocuklardan daha önce okuma yazma öğrenmeleri gereklidir. Kuge ve Buke kastının çocuklarıda, ailelerinin satın alabileceği en iyi eğitimi alırlar. Bazı klanlar kendi okullarını bile açabilirler.

Bu tür eğitim genelde kız çocuklarına verilmez. Kızlar genelde annelerinden sadece bir eşin ne yapması gerektiğini öğrenirler. Eğer üst sınıflardan gelmişlerse, hayatları daha rahattır. Okuma, yazma ve sanat eğitimi alırlar. Yemek pişirmek ve temizlik, hizmetçilerin kızlarının öğrenmesi gereken konulardır.

 

hakamagi.jpg

Hakamagi

Üç ve yedi yaşları arasında, kuge ya da buke sınıfından bir erkek çocuk, “Hakamagi” adı verilen bir elbise giyme törenine katılırlar. Üzerilerine Hakama adı verilen uzun paçalı bir cübbe, ayaklarına da tabi çorapları giyerler. Ayak parmakları ile bir go taşını alıp havaya kaldırmaları istenir. Bu bir çocuğun ilk defa erkek elbisleri giydiği ve topluma katıldığı anı sembolize eden bir andır. Neden bunu yaparlar bilmiyoruz, yapıyorlar işte. Bu törene “Chakugo” da denir ve hakamagi yazmak için kullanılan kanjilerin yerlerinin değiştirilmesi ile yazılır.

Genbuku

Bu törende, buke ve kuge sınıflarının çocuklarının resmi olarak reşit olması kutlanır. Bu törende saçları kesilir ve ilk defa bir “adam” gibi giyinmiş sayılır. Kendisine yeni bir kılıç hediye edilir ve ilk defa yeni, yetişkin ismi ile hitap edilir. Eğer çocuk kuge sınıfındansa, ilk defa bu törende “kanmuri” adı verilen, statüsünün sembolü olan şapkayı giyer. Buke’lerin çocukları ise “ori-eboshi” adı verilen bir savaşçı başlığı takarlar. Kız çocukları ise, kaşlarını traş ederler ve dişlerini siyah renge boyarlar. Genbuku genelde 13 yaşında gerçekleşir.

Miras

Daha öncede bahsettiğimiz gibi en büyük evladın kesin olarak varis olması gibi bir şey söz konusu değildir. Her ne kadar en büyük erkek evlat en favori aday da olsa, eğer baba en büyük çocuğun yeteneklerinden emin değilse, ikinci ya da üçüncü çocuklarını hatta bazen torununu bile varis olarak seçebilir. Bir keresinde, bir daimyo topraklarını, kendi kanından çocuklarından biri değil, evlat edindiği bir oğula bırakmıştır. Bu evlatlık oğul, Kenshin Uesugi’den başkası değildi ve evlat edinildiğinde çoktan yetişkin bir adamdı.

Bazen fakir samuray aileleri, borçlu oldukları tüccar ailelere olan borçlarını sıfırlamak için o tüccarın oğullarından birini evlat edinirlerdi. Bunu yaparak, hem o çocuğu samuray yaparlar, hem de çocuğun ailesinin samuray bağlantıları olmasını sağlarlardı. Bazı çok fakir bonge aileleri evde besleyecek boğazların azalması için çocuklarını bile öldürdükleri görülmüştür.

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Dramatis Personae (1)

Nobunaga-nobuambittendou.jpg

Nobunaga Oda (1534-1582)

Egzantirik tavırları ve giyim tarzı nedeniyle çocukluğunda “Owari’nin aptalı” ya da “İşe yaramaz Nobunaga” olarak bilinen Nobunaga Oda, doğduğu andan itibaren bir isyancıydı. Sık sık ailesine ve öğretmenlerine itaatsizlik eder ve çoğu kişi tarafından sevilmezdi. Küstah genç bir adam olarak tanınan Nobunaga, aslında hırslı kişiliğini herkesden gizlemekteydi. Yaşı ilerledikçe, büyük bir Daimyo olacağının sinyallerini vermeye başladı. Dosan Saito ve Yoshimoto Imagawa gibi güçlü derebeyleri ile etrafı sarılı olduğundan, dikkatli ve sabırlı bir şekilde bulunduğu bölgeyi güçlendirmeye başladı. Kiyosu ve Iwakura kalelerini zaptedip 25000 kişilik Imagawa ordusuna yaptığı sürpriz saldırı ile Imagawa klanının sonunu getirdi ve Owari bölgesinin tartışılmaz hakimi oldu.

Nobunaga Shogun ile arkadaşlığını geliştirirse ne kadar güçlü olacağını farkedip, 1568 yılında başkent Miyako’ya yürüyüp, Yoshiaki Ashikaga’yı Shogun yaptı. Nobunaga o kadar güçlendiki o dönem kimse ona meydan okuyamıyordu. Öte yandan, Shogun ile arkadaşlığıda fazla uzun sürmedi. Nobunaga, Ashikaga’yı nadiren dinliyor ve genelde kendi istediğini yapıyordu. Nobunaga’nın küstahlığından bıkan Ashikaga, gizlice bir ordu kurarak Anegawa nehrinin yanında Nobunaga’ya saldırdı ama kurnaz Nobunaga’nın ölmeye ,en azından şimdlik, niyeti yoktu. Hemen bir karşı saldırı ile Ashikiga’ya yardım eden iki klanı, Asakura ve Azai’yi yoketti. (Azai klanının lideri Nagamasa’nın kızkardeşi Ichi ile evli olmasına rağmen ona hiçbir merhamet göstermedi)

En büyük düşmanı Shingen Takeda’nın ölüm haberini aldıktan sonra, Nobunaga çok güçlü olan Ikko mezhebinin rahipleriyle ittifak kurdu. Nobunaga’nın tüm Japonya’ya hakim olma rüyası her geçen gün biraz daha gerçekleşmeye başlamıştı.

Maalesef, Chugoku bölgesine saldırmak için hazırlanırken, kendi adamlarından biri Nobunaga’nın sonunu getirdi. En sadık adamlarından biri olan Mitsuhide Akechi, bugün bile bilinmeyen bir nedenden dolayı, Nobunaga’ya Honno-ji tapınağında dinlenirken kendi adamları ile saldırdı. Sonuna kadar bir savaşçı olan Nobunaga, canlı olarak yakalanmak yerine yanmakta olan tapınakta yardımcılarından biri olan Ranmaru Mori ile birlikte kendi canını aldı.

 

ce1fb834c664d12e86ea72a16d789a9c.jpg

Ieyasu Tokugawa (1542-1616)

Motoyasu Matsudaira olarak dünyaya gelen Ieyasu Tokugawa, daha üç yaşında doğduğu Mikawa’da ki Okazaki kalesinden, Imagawa klanının Suruga’da ki kalesine bir rehine olarak gönderilmişti. Yolda Nobunaga Oda’nın babası Nobuhide tarafından yakalanıp, Sessai Taigen bir esir değişimi ayarlayana kadar Oda ailesinin “misafiri” olarak kaldı. Sekiz yaşında, Tokugawa bu kez babasının hizmet ettiği daimyonun rehinesi olmak üzere serbest bırakıldı. Yaşadığı bu zor çocukluğa rağmen, Tokugawa çok çabuk olgunlaştı. Imagawa klanının ne kadar zayıfladığını farkeden Tokugawa, “misafir” olduğu zamanlarda arkadaşlık kurduğu Nobunaga Oda’nın tarafına geçti ve Okehazama Muharebesine katıldı. Yoshimoto Imagawa bu muharebede öldükten sonra klandan ayrıldığının bir sembolü olarak ismini değiştirdi. Tokugawa, sabırlı ve akıllı bir adamdı ve yükselmekte olan liderlerle arkadaşlık yapmanın ne kadar yararlı olduğunu erkenden farketti. Doğru zamanda doğru yerde olabilme yeteneği onun bu kadar uzun süre hayatta kalıp, ileride ülkenin başına geçmesinde çok etkili oldu.

Nobunaga öldükten sonra, her ne kadar ondan hoşlanmasada, Hideyoshi Toyotomi’nin emrine girdi. 1598’de Toyotomi öldüğünde, Tokugawa isyan bayrağını açarak, kendine sadık komutanlarla birlikte Toyotomi’nin varisi Mitsunari Ishida ile savaştı ve sonunda onu yendi. Nobunaga’nın hayalini kurduğu şeyi Tokugawa gerçekleştirecekti. Tokugawa 75 yaşına kadar yaşadı (zamanın şartlarını göz önünde bulundurduğunuzda bu çok uzun bir hayat) ve bugün bile zekası ve acımasızlığı ile tanınır.

 

images?q=tbn:ANd9GcQWli2kaM2BhJVa_8skfJs

Shingen Takeda (1521-1573)

Babasının aşırlıklarından midesi bulanan Shingen, 18 yaşında onu devirerek Kai bölgesinin başına geçmiş ve bir toparlanma sürecinin ardından Shinano’yu ele geçirerek bölgede ki en büyük daimyolardan biri olmuştur. Lakabı olan “Kai Kaplanı” bile diğer derebeylerinin kalplerine korku salmıştır. Rivayete göre Tokugawa, Takeda’yı ilk defa gördüğünde korkudan titremeye başlayıp, kaçmıştır. Hükümdarlığı sırasında Takeda klanı bölgede üstünlük sağlamış ve Shigen Takeda büyük ün kazanmıştır. En büyük rakibi olan Kenshin Uesugi, onu engellemek için onunla sürekli savaş alanında karşılaşmıştır. Kawanaka adasında beş kere savaşmışlar ama ikiside birbirine üstünlük sağlayamamışlardır.

Uzun süren savaşlar sonucunda Takeda kuvvetleri, bir dalga gibi yayılıp Mikawa ve Suruga bölgelerini ele geçirmişlerdir. Bu müthiş askeri dehasına rağmen, Takeda 53 yaşında hastalıktan hayatını kaybetmiştir.

Takeda ile Uesugi arasında sadece büyük bir rekabet değil aynı zamanda gayri resmi bir arkadaşlık olduğu söylenir. Rivayete göre, Takeda’nın ölüm döşeğinde olduğunu öğrenen Kenshin ona bir mesaj gönderip, onun gibi bir savaşçının yatağında ölmemesi gerektiğini ve Takeda’nın canını sadece kendisinin alabileceğini söylemiştir.

 

uesugi_kenshin_480.jpg

Kenshin Uesugi (1530-1578)

Yüksek rütbeli bir devlet adamı ve büyük bir savaşçı olan Tamekage Nagao’nun üçüncü oğlu olan Uesugi, Nagao klanının babasından sonra lideri olmuştur. Kamakura bölgesinin lideri tarafından evlat edinince soyadını değiştirmiş, ismini de budist olduğundan “Sadakat” ve “Alçakgönüllülük” anlamına gelen “Kenshin” ile değiştirmiştir.

Kenshin ilk defa, 14 yaşında Echigo bölgesinde ki bir isyanı bastırarak ün kazanmıştır. Kenshin’in elde ettiği zaferleri kıskanan abisi Harukaga kendi askerleri ile küçük kardeşine saldırmış ama Kenshin, ona sadık olan askerlerin desteği ile abisini yenmiştir. Abisini hallettikten sonra Kenshin tüm Echigo bölgesini kontrol altına almak için harekete geçmiştir. Orduları en sonunda Shingen Takeda’nın kuvvetleri ile Kawanaka adasında çarpışmıştır. Bu savaş aslında, 5 farklı muharebeden oluşur.

4. muharebe sırasında, Kenshin, Shingen’i gafil avlamış ve onunla yüz yüze savaşmıştır. Bu tarihi düelloda iki tarafta birbirine üstünlük sağlayamamıştır. Ardından Kenshin, Terumoto Mori ile ittifak yapıp Nobunaga’ya karşı savaşmış ama ömrü savaşın sonucunu görmeye yetmemiştir.

Kenshin büyük bir savaşçı olmasının yanısıra, onur ve insanlığa önem veren bir adamdı. Kişisel çıkarları gözetmeden şeref ve haklılık için savaşması onun diğer lordlara karşılık beklemeden yardım etmesini sağlamıştır. Çoğu kişi Kenshin’in yaşadığı kirli ve kanlı çağa yakışmayan iyi bir insan olduğunu söyler.

 

images?q=tbn:ANd9GcQsbM_pmbA5PTHtoaRjkY_

Motonari Mori (1497-1571)

Motonari Mori müthiş zeki bir adamdı ve belki de 16. Yüzyılın en büyük dahisiydi. Ama aynı zamanda, zalim, kıskanç ve açgözlü bir adamdı. Daha genç yaşta, ileride klanın tek lideri olmak için kardeşlerini öldürtmüştür. Babası öldükten sonra Chugoku bölgesinin tartışılmaz lideri oldu.

Savaşta Mori, istihbarat toplama ve düşmanlarının kendi planlarını öğrenmelerine engel olmak konusunda ustaydı. Müthiş bir stratejistti ve iyi eğitimli askerlerinin hayatlarını boşa harcamak yerine, hile ve aldatmacalarla düşmanlarını yeniyordu.

Bütün bu dahiliğine ve acımasızlığına rağmen Mori, kardeşlerinin canını almanın pişmanlığından hayatı boyunca kurtulamadı. Ölüm döşeğindeyken, oğullarını yanına çağırmış ve hizmetlilerden kendisine birkaç ok getirmesini istemiştir. Eline aldığı tek bir oku kolayca büküp kırdıktan sonra, üç tane oku yanyana getirmiş ve oğullarından okları kırmalarını istemiştir. Oğulları bunu başaramayınca, onlara eğer bu üç ok gibi birlikte olurlarsa kimsenin onları yenemeyeğini ama işbirliği yapmazlarsa, o tek ok gibi kolaylıkla kırılabilineceklerini anlatmıştır.

Akira Kurosawa'nın 1985 yapımı "Ran" filminde ki Lord Ichimonji karakteri, Motonari Mori'den esinlenmiştir.

 

latest?cb=20100315153508

Dosan Saito (1494-1556)

Saito tıpkı Hideyoshi Toyotomi gibi sıfırdan, zirveye çıkmış bir adamdır. Hayatına bir lamba yağı satıcısı olarak başlayan Saito, hile ve diğer süpheli yöntemlerle Inaba kalesinin efendisi olmuş ve Mino bölgesinin hakimiyetini almıştır. Hilekarlığı ile büyük ün kazanan Saito, diğerlerinin ona verdiği lakapla “Mino Yılanı”, sahip olduğu şeytani zekası ile diğer derebeylerine korku salmıştır.

Saito aynı zamanda, diğer daimyoların aksine Nobunaga Oda’nın içinde ki hırsı farkeden bir adamdır. Genç adamın ileride çok işe yarayacağını düşünen Saito, kızı Noh’u Nobunaga ile evlendirerek, onu damadı yapmıştır.

Saito en büyük oğlu olan Yoshitatsu’nun kendisinden olmadığını düşüdüğü (ve bu düşüncesini saklama gereği duymamıştır) için, ikinci oğlunu varis olarak seçer. (Yoshitatsu’nun annesi Toki klanından bir cariyedir ve evlilik dışı olarak doğmuştur) Bunu duyan Yoshitatsu, öfkeden deliye dönmüş ve diğer iki erkek kardeşini öldürdükten sonra babasına savaş açmıştır. Mino Yılanı’nın sonu Nagara nehrinin kıyısında kendi oğlu tarafından getirilmiştir. Saito’nun ölümünü duyan Nobunaga kayın babasına yardım etmek amacıyla bir ordu göndermiş ama Yoshitatsu başarıyla Nobunaga’yı geri püskürtmüştür. Buna rağmen 1561’de Yoshitatsu öldükten sonra yerine geçen oğlu Tatsuoki, Nobunaga’ya fazla direnememiş ve Mino sonunda Nobunaga’nın eline geçmiştir.

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

  • 1 sene sonra...

DİN VE İNANÇ

i?id=884d3855d2ec89ca285eca5f7f06be79&n=

 

Japonya’da neredeyse 8 milyondan fazla “kami” (tanrı) vardır. Budizm’den gelen tanrıları içine katarsak, bu sayı daha da artar. Japonya’da Sengoku dönemine kadar ana inançlar Şintoizm ve Budizim dir. 1540’lı yıllarda Hıristiyanlık adaya gelmiş ve bazı yerlerde kendine inananlar bulmuştur.

 

Japonlarda “Panteizm” yani birden fazla tanrıya inanç vardır. Hiçbir Japon sadece tek bir tanrıya inanmaz. Sadece Bishamonten’e ya da sadece Amaterasu’ya inanan bir Japon yoktur. Bütün tanrılara eşit derecede saygı duyarlar. Tek bir tanrıya adanmış bir tapınağın rahipleri bile bütün tanrılara dua ederler. Ancak çok inatçı rahipler (ki bunların sayısı çok azdır) ısrarla tek bir tanrıya dua ederler. Konu inanç olduğunda Japonların ayrımcılık yapmadıklarını söyleyebiliriz.

Bu durumun tek istisnası, bazı ailelerin ve bireylerin belirli bir tanrıya özel ilgi göstermeleridir. Örneğin, savaş tanrısı Hachiman, Minamoto klanı tarafından koruyucu tanrı olarak görüldüğünden ona daha çok dua ederlerdi. Genede tek bir tanrıyı diğerlerine tercih etmemişlerdir.

 

i?id=4ae0c0fb021faee03874a4e83d8312f9&n=

 

Şintoizm

 

Şinto dini, Budizm Japonya’ya gelene kadar Japonların milli dini olmuştur. Şinto’nun kutsal hadisleri, ahlaki kununları, azizleri, dogmaları, günah konsepti ya da ilahi ceza gibi konuları yoktur. Amacı insanın diğer insanlarla ve evren ile uyum içerisinde yaşamasına odaklanır. Bu odaklanmanın hedefi, insanı “ruhsal kirleticilerden” uzak tutmak ve insanın kendini arındıracak aktiviterle uğraşmasıdır.

 

Şintozim’de ruhsal kirliliğe neden olan bir çok şey vardır. Herhangi bir hastalık, ölü bir bedene dokunmak, adet görmek, ve bazen cinsel ilişki bile kirlenmeye neden olabilir. Şintoizm hem ruhsal hem de bedenen temiz olmaya teşvik eder.

Budizim’in Japonya’ya gelmesinden önce, Şinto dini Japon İmparatorluk ailesi ile bağlantılıydı. Japonya’da ki en büyük tapınaklar, (Ise, Miyako’da ki Heian tapınağı) İmparator’un çocukları tarafından idare edilirdi. Budizim’in gelmesi ile birlikte Şintoizm daha organize bir hale gelmiş ve her ne kadar İmparatorluk ailesi Budizim ile daha yakınlaşmasına rağmen, bütük Şinto tapınaklarına atanan rahipler İmparatorluk ailesinden çıkmıştır.

 

Her ne kadar MS 552 yılında Budizim’in Japonya’ya gelmesi iki inanç arasında gerginliğe neden olsa da, iki dinede inanananlar kısa bir süre sonra aynı topraklarda beraber yaşamaya başlamışlardır.

Şinto her ne kadar birden fazla tanrıya inanmayı gerektirse de, bütün tanrılar Amaterasu ya da Susano-o gibi isim almamıştır. Çok yaşlı bir ağaç “Kami” sayılabildiği gibi, şiddetli akan bir nehir hatta devasa bir tayfun bile (1281 yılında Japonya’yı işgale gelen Moğol filosunu batıran tayfuna “Kamikaze”, yani “İlahi Rüzgar” adı verilmesi mesela) bir tanrı kabul edilebilir.

 

i?id=570b447755752aa904b51694714af2ee&n=

 

Şinto Mitolojisi

 

Şintoizim’de ilk tanrının ismi, bütün yaratılışın ortasında hareketsizce duran Ame-no-Minakanushi’dir. Hemen arkasından Takamimusubi, Kamimusubi, Umashiashikabihiko, Kunitokotachi, Kunisatsuchi, Toyokunnu, Uichini, Suichini, Tsunukui, Ikukui, Otonochi, Otomabe, Omotaru, Izanagi ve Izanami gelir.

 

i?id=c51e4832473daf5bc582ad13fd5b0efe&n=

 

Japonya’nın karı-koca olan Izanami ve Izanagi tarafından yaratıldığına inanılır. Ukibashi adı verilen, cennetten dünya’ya inen bir köprü ile dünya’ya gelirler. Izanagi, mızrağını primordiyal birikintiye batırıp çıkardığında mızraktan damlayan damlalardan biri Onokorojima adında ileride bu iki tanrının evi olacak adayı yaratır. Onokorojima’nın neresi olduğu tam bilinmemekle beraber, bazı tarihçiler Awaji’nin yakınındaki birkaç küçük adadan biri olduğuna inanırlar.

İlk başta, evliliklerinin meyvesi kendileri gibi çocuk-tanrılar değil, adalar olmuştur. (???) İlk sekiz “ada-çocukları”, Awaji, Shikoku, Oki, Sado, Ikishima, Tsushima ve Honshu’dur. Ardından, Kibikojima, Azukishima, Oshima, Himeshima, Chikashima ve Futagoshima’dır.

 

Bundan sonra Izanagi ve Izanami tanrı-çocuklar dünyaya getirmeye başlamışlardır ve bunların sayısı milyonlarcadır. Su, rüzgar, ağaç, dağlar, yıldırımlar, yiyecek, yağmur, nehirler, yollar, alevler, vs. Ateş tanrısı son çocuklarıdır. Bu tanrının doğumundan sonra Izanami ölür. Üzüntüden deliren Izanagi, öfkeyle ateş tanırısının kellesini aldıktan sonra, Yomotsu-no-Kuni’ye (Karanlıklar diyarı) inerek, Izanami’yi geri vermeleri için yalvarmıştır. Karısnın çürümekte olan cesedi Izanagi’yi dehşete düşürür ve koşarak dünya’ya döner. Kendisini ölümün getirdiği kirlilikten arındırmak için elbiselerini yıkar ve bu arındırma işlemi sırasında 26 tane tanrı daha doğar. Amaterasu Ookami, güneş tanrısı ve Japon İmparatorluk ailesinin atası kabul edilen tanrı Izanagi’nin sol gözünden doğmuştur. Ay tanrısı Tsukiyomi-no-Kami, sağ gözünden doğar, burnundan ise toprak tanrısı olan Susano-o no Mikoto (kısaca Susano-o) doğar.

 

i?id=a000de03d1780e3164a9d55c537a0929&n=

 

Amaterasu’nun dünya’da ki evine Takamagahara adı verilir ve Yamato/Izumi bölgesinde olduğuna inanılır. Tsukiyomi’nin mekanına Unabara denir ve ya Ryukyu adalarında ya da Kore’dedir. Susano-o’nun evi Amegashita’nın ise Honshu’nun Bizen/Bitchu bölgesinde bulunur.

 

Bütün bunlardan sonra Izanagi, Hi no Waka no Miya’ya inzivaya çekilir.

 

Yıllar sonra Amaterasu, torunu Ninigi no Mikoto’yu Japonya’yı yönetmeye gönderir ve onun büyük-büyük torunu olan Jinmu Tenmo, Japonya’nın ilk imparatoru olur.

 

i?id=1708894ce471de2f1649adc0e196e74e&n=

 

Susano-o, Amaterasu’yu mekanında ziyaret eder ama Susano-o’nun kaba davranışları Amaterasu’yu öyle gücendirir ki, Amaterasu bir mağarada kapanır ve asla çıkmayacağına yemin eder ve dünya karanlığa gömülür. Diğer tanrılar ne yapmaları gerektiğini tartışmak üzere bir araya gelirler. Tanrılardan biri bir ayna , diğeri mücevherler, bir diğeri ip üretir. Bir başka tanrıçada mağaranın girişinde şarkı söyleyip dans etmeye başlar. Amaterasu aynada kendi yansımasını görüp mağaradan dışarı çıktığında, diğer tanrılar ip ile mağaranın girişini kapatırlar ve Amaterasu’nun dönmesini engellerler. Susano-o terbiyesizliği nedeniyle Izumo’ya sürgüne gönderilir.

 

Rahipler

 

i?id=bfee2837e72646661ba358015837e8e7&n=

 

Şinto rahiplerine “kannushi” ya da “Shinkan” denir. Bir tapınağın baş rahibine “guji” adı verilirken, diğer yardımcı rahiplere “gon-guji” denir. Alt rahiplere “negi”, yardımcılarına ise “gon-negi” adı verilir. Eğer bir tapınakta sadece bir tane rahip varsa ona rütbesi ne olursa olsun guji denir. Şinto rahiplerinin hepsi vejeteryandır.

 

Bir bina inşa edilmeden önce, inşa edilecek toprağın bir rahip tarafından kutsanması gereklidir. Bu yapılmazsa, tanırların inşa edilecek binayı lanetleyeceklerine ve içinde yaşayacak insanlara kötü şans getirileceğine inanılır. Bazı kaynaklar bu işlemin bir bakıma yeni binanın tanrılara tanıtılması gibi görürler. Bazı köylerde ki küçük tapınaklarda görevli rahipler yarı-zamanlı rahiplerdir. Normalde bir meslekleri vardır ve sadece ihtiyaç duyulduğunda tapınakta rahiplik yaparlar.

Yeni doğan bebekler, arındırma işlemi yapıldıktan sonra rahipler tarafından kutsanırlar. Kutsanma işlemi evlilikler içinde yapılır. Şinto rahipleri cenaze işlerine bakmazlar. Şinto inancına göre ölüm “ruhsal kirletici” sayıldığı için defin işlemleri Budist rahipler tarafından yapılır.

 

i?id=e0d518bb40d90521ddd01c6fe5adb85a&n=

 

Rahiplik genelde babadan oğula geçer ama bazen ailesinde hiç rahip olmayan biri bile rahip olabilir.

Şinto inancına göre kirlilik yaratan olaylar şunlardır:

 

Hafif kirlenme: Bir cenazeye katılmak, et yemek, bir Kami’ye saygısızlık etmek ya da gücendirecek bir şey söylemek, doğum sırasında yakınlarda olmak, cesetlerin, kanın ya da bir hasta birinin yanında olmak, tarım ya da hasat ile ilgilenmek.

 

Ağır kirlenme: Bir tapınağa zarar vermek, Bir cesede, kana ya da hasta birine dokunmak, adet görmek, hastalık kapmak

 

Tapınaklar

 

i?id=3eeba6b66aca04b366a98fe56f310e45&n=

 

Şinto tapınaklarına “Jinja” ya da “Jingu” adı verilir ve Ise tapınağı gibi muazzam yapılardan, sokak köşelerinde ki küçük tapınaklara kadar farklı büyüklükte olabilirler.

 

Bu ufak tapınakların boyutu, genelde 20. Yüzyılda ki posta kutuları büyüklüğündedir ve en çok kasabalarda ve dağ yollarında ya da ormanlarda görülebilirler. Şekil olarak bu tapınaklar küçük evlere benzerler. Hepsinin duvarları ve çatıları ve hatta küçük “torii” leri bile vardır. Adak olarak yemek bırakılır. Bir portakal, pirinç kekleri, hatta bazen küçük bir şişe sake bile bırakılabilir. Yolda kalmış ve açlık ile yüzyüze gelmiş gezginler çoğu zaman bu adak olarak bırakılmış yemeklerle ölmekten kurtulmuşlardır. (Her ne kadar tapınağın önünde ki yemeklerin alınması hoş karşılanmamasına rağmen) Tapınağın kapıları açılırsa, tapınağın sunağında küçük bir ayna ya da bir tesbih bulunabilir. Bunlar imparatorluk hazinelerinin iki meşhur parçasının kopyalarıdır. Çok nadiren kılıca benzeyen üçüncü bir nesne bulunabilir ama en çok bulunan eşya bir aynadır.

 

Bu küçük tapınaklara ek olarak, başka nesnelerde tapınak olarak kullanılabilir: Çok eski bir ağaç, ilginç bir şekle sahip bir kaya hatta bazen bir nehir bile tapınak olarak kabul edilebilir.

 

Bir Şinto tapınağının en tanınan parçası, “torii” dir, yani kapısı. Bu kapılar genelde kırmızı renkte ya da doğal tahta rengindedir. Bir tapınağın bir başka sembolü ise “shimenawa” adı verilen düğümlü, uzun iplerdir. Bu ipler genelde tapınağın onurlandırılması gereken yerlerinin etrafına bağlanırlar. Bu iplere zigzag şeklinde katlanmış kağıtlar eklenir. Tapınağın içinde birden fazla küçük tapınak olduğu gibi bazen kutsal sayılan bir ağacın etrafı da bu iplerle çerçevelenir.

 

Şinto mimarisi, doğudan batıya doğru bir eksende inşaa edilir. Yaklaşık 20 yıl sonra tapınaklar yeniden inşaa edilir. Ise tapınağı gibi önemli tapınakların yeniden inşaası bir ulusal bayram havasında kutlanır.

 

i?id=73210d6a97afbe4bef88db2590a1dd13&n=

 

Çoğu tapınakta küçük tahtadan plakalar satan yerler vardır. Bu plakalara insanlar dileklerini ters olarak yazarlar ve bu plakaları bir ağaca ya da bir pencereye asarlar. Batı toplumlarının aksine Şinto dininde, dileğinizi başka insanların görmesinde bir sakınca yoktur.

 

Dua etmeye gelen insanlar, ana binaya gelip bir kutuya madeni paralar atarlar. Bunun amacı tanrıların tutulan dileği gerçekleştirmelerine ikna etmek hem de tapınağın masraflarını karşılamasına yardım etmektir. Para atıldıktan sonra, bir çana bağlı olan bir ip çekilir, iki kere el çırpılır (kami’nin dikkatini çekmek için), dua edilir, eğilinir ve tapınaktan çıkılır.

 

Geleceğinizi tahmin eden “omikuji” adı verilen küçük kağıt parçaları da çekilebilir. Bu kağıtlar, iyi şansın gerçekleşmesi ve kötü şansın gerçekleşmemesi için bir ağaç dalına bağlanırlar. Sengoku döneminde bazı kurnaz kişiler bu kağıtlar yardımı ile gizli bir şekilde haberleşmişlerdir.

 

i?id=9926b67521cd9e1bce6958fb120ce081&n=

 

“Hürmet ve Huşu ile: Tsukushi’de Himuka’nın Woto Nehrinde, Tachibana’nın Ahagi Ovasında, büyük tanrı Izanagi’nin kendisini yıkaması ve arındırması sonucu dünyaya gelen bu arındırma yerinin büyük tanrısı, burada bulunanlar tarafından istemeden ya da bilerek işlenen günahların temizlenmesi ve arındırılmasını bahşetsin. Sözlerime kulak verin. Hürmetle söyliyorum ki…”

 

-          Şinto arındırma duasının başlangıcı

 

 

Atsuta Jingu

Japonya’da ki en önemli tapınaklardan biridir. Üç kutsal hazineden biri olan Kusanagi-no-Tsurugi (Çimen biçen kılıç) burada bulunur. Sengoku döneminde, Nobunaga Oda, Yoshimoto Imagawa’nın kuvvetlerine saldırmadan önce bu tapınakta dua etmiştir. 3. Yüzyılda Nagoya’da inşaa edilmiştir.

 

Ise Jingu

Japonya’da ki en önemli tapınaktır. Bir iç ve bir dış tapınağı bulunur. Dış tapınakta hasat tanrıları onurlandırılırken, iç tapınakta Amaterasu’ya dua edilir. İmparatorluk hazinelerinden, ayna ve mücevherler burada bulunur. Ise’de bulunur ama ne zaman inşaa edildiği bilinmemektedir.

 

Izumo Taisha

Okuninushi burada yatmaktadır. Kaminazuki, yani 10. Ayda diğer tanrıların bu tapınağı ziyaret ettiğine inanılır. Izumo’da inşaa edilmiştir ama ne zaman olduğu bilinmemektedir.

 

i?id=848eeaed91e6a85f7d9bb3d12c5575ea&n=

 

Kasuga Taisha

Nara’da bulunan bu tapınağın en ilginç özelliği ana binaya giden yolun 3000 kadar taştan fenerle süslenmesidir. Bu fenerler sadece şubat ve ağustosta yakılırlar. 710 yılında inşaa edilmiştir.

 

Kirishima Jingu

Kyushu, Kirishima’da bulunan bu tapınak Ninigi no Mikoto’ya adanmıştır. İnşaa tarihi bilinmiyor.

 

Kotohira-gu

Shikoku’da bulunan bu tapınağın diğer adı “Konpirasan”dır ve genelde denizciler ve diğer deniz yolcuları tarafından ziyaret edilir. Susano-o’nun burada yattığına inanılır. Zozusan dağında, çıkması yaklaşık bir saat süren 785 adımlık bir merdivenden çıkılarak ulaşılır. İnşaa tarihi bilinmiyor.

 

Tsurugaoka Hachiman-gu

Minamoto-no-Yoritomo’nun emriyle inşaa edilen bu tapınak savaş tanrısı Hachiman’a adanmıştır. Heike hikayesinde Minamoto klanı ile olan ilişkisi ve Yoshitsune’nin trajedisi nedeniyle çok popüler bir tapınaktır. Kamakura’da bulunan bu tapınak 1180 yılında inşaa edilmiştir.

 

Tanrılar

i?id=e00b6c118d4b33121559d932704be4d7&n=

 

Daha öncede bahsettiğimiz gibi Japonya’da 8 milyon kadar tanrı vardır ve hepsini burada belirtmemiz imkansız bir şey. Çoğunun ismi bile yoktur. Bu nedenle en çok tanınan kami’leri burada tanıtacağız.

 

Amaterasu Omikami: Güneş tanrıcası ve Japon İmparatoru’nun atasıdır. Izanagi ve Izanami’nin çocuğudur. Japonya’nın en önemli Şinto tapınağı Ise, Amaterasu’ya adanmıştır.

 

Ame no Minekanushi: Evrenin yaratıcısı. Bütün yaratışın ortasında hareketsizce durur.

 

Inari: Pirinç ve zenginlik tanrıçası. Tapınakları “kitsune” (tilki) heykelleri ile korunur. Kendiside genelde bir tilki olarak resmedilir.

 

Izanagi: İlk Japon adasını yaratan tanrı. Minkanushi’nin 16. Nesilden çocuğudur. Şintoizm’de ki bir çok tanrıyı o yaratmıştır. Izanami’nin kocasıdır. Ölmediği ama “Emekli olduğu” kabul edilir.

 

Izanami: Japon adalarını ve bir çok tanrıyı dünyaya getiren tanrıçadır. Izanagi gibi Minakanushi’nin 16. Nesilden çocuğudur. Öldüğü ve Yomotsu no Kuni’de olduğuna inanılır.

 

i?id=e474e55ed0e7f109924773969dd86dd6&n=

 

Homusubi: Ateş tanrısı ve Izanagi ile Izanami’nin son çocuğudur. Doğumundan sonra annesi Izanami öldüğü için Izanagi öfkeden kafasını uçurmuştur. Bu onun tanrı olarak tapılmasını engellememiştir.

 

Kamimusubi: Dünyanın üç yaratıcısından biridir. Ame no Minekanushi’nin çocuklarından biridir.

 

Kunitokotachi-no-Mikoto: İlk tanrıdır. Genelde Omi bölgesinde kendisine tapılır.

 

Yerel “Kami”ler: Bunlar ağaçların, nehirlerin, dağların vs içinde yaşadığına inanılan isimsiz kamilerdir.

 

Ninigi-no-Mikoto: Amaterasu’nun torunudur. Üç kutsal hazine kendisine emanet edilmiş ve Japonya’yı yönetmesi için gönderilmiştir. Japonya’nın ilk imparatoru Jinmu, Ninigi’nin torununun oğludur.

 

i?id=fa4d2641d8c711cf5c40b069ca53d0c8&n=

 

Okuninushi: Doktorların ve sağlıkçıların tanrısıdır. Susano-o’nun soyundan gelir.

 

Shinatsuhiko / Shinatsuhime: Bu ikiz tanrılar Izanagi ve Izanami’nin çocuklarıdır ve rüzgar tanrıları olarak tapınılırlar.

 

Susano-o no Mikoto: Amaterasu’nun erkek kardeşidir. Ağaçları söktüğü, yangın çıkarttığı ve hasatlara zarar verdiği için Amaterasu’yu öfkelendirmiş ve Izumo’ya sürgüne gönderilmiştir. Bazıları tarafından deniz, bazıları tarafından ay tanrısı olarak tapılır.

 

Takamimusubi: Minekanushi’nin çocuklarından biri ve dünya’nın üç yaratıcısından biridir.

 

Tsukuyomi: Ay tanrıçası. Izanagi’nin sağ gözünden doğmuştur ve Susano-o ile Amaterasu’nun kız kardeşidir. Unabara adı verilen, tahminen ya Ryukyu adaları ya da Kore’de bulunan bir yerde bulunmaktadır.

 

Yomotsukami: Şintoizm’de ölülerin diyarı olan Yomotsu-no-kuni’nin (kısaca Yomi)  tanrısıdır. Bazıları Susano-o ile Yomotsukami’nin aynı tanrılar olduğunu düşünürler.

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

 

 

i?id=1c5c72644291c6d1ab57b2f294578692&n=

Budizm

Japonya’da “Bukkyo” ya da “Butsudo” adıyla bilinen Budizm, Japonya’ya ilk defa 6. Yüzyılda bir Kore kralının İmparator Kinmei’e hediye olarak sutra adı verilen vecizelerini göndermesi ile gelir. Doshin ve Tonei kısa süre sonra ülkeye gelirler ve ilk Budist tapınağını inşaa eden Soga no Iname’nin korumasında yeni dini yaymaya başlarlar. Şinotizm’in en inatçı savunucuları Mononobe ve Nakatomi yeni inanca karşı cephe alırlar ve 587 yılında imparatorun yeni inancı tanımasına kadar gayri resmi bir iç savaş gerçekleşir.

Budizm’i tam olarak açıklamak zordur çünkü içinde düzinelerce mezhep ve alt mezhepler bulunur.

En dindar Budist’ler reenkarnasyona ve karmaya inanırlar. Doğum, ölüm ve yeniden doğuşun olduğu sonu gelmeyen bir kısırdöngünün insanın kaderi olduğuna inanılır ve bu karma hapishanesinden kurtulmadığı sürece kaderinin değişmeyeceği söylenir. Bir Budist’in amacı iyi bir hayat yaşayıp dünyevi sorumluluklarından kurtulmak ve Nirvana’ya ulaşmaktır. Bunu yapabilmesi için “satori” (aydınlanma) ya ulaşması gereklidir. Bir kişinin aydınlanmaya nasıl olaşacağı, mezhepten mezhebe değişmektedir.

Sutra adı verilen vecizelerin Buda’ların öğretileri olduğuna inanılır. Budist rahiplerinin en önemli görevleri Buda’nın öğretilerini diğer insanlara anlatmak ve Budist kanunlarına göre yaşayıp diğer insanlara örnek olmaktır.

Budizm’in 10 ilkesi:

  • -          Canlılara zarar vermeyeceğim.

  • -          Çalmayacağım.

  • -          Zina yapmayacağım.

  • -          Yalan söylemeyeceğim.

  • -          Abartmayacağım.

  • -          Kötü konuşmayacağım.

  • -          Kaçamaklı konuşmayacağım.

  • -          Açgözlü olmayacağım.

  • -          Nefret etmeyeceğim.

  • -          Doğru yoldan ayrılmayacağım.

 

i?id=f55762f367ab771f6a7ab62c7fa90df4&n=

 

Rahipler

Tercüme farklılıkları nedeniyle bütün bütün Budist rahipleri keşiş olarak görmek yanlış olduğu gibi, bütün Budist tapınaklarınıda manastır olarak görmek yanlıştır. Batılıların manastır dedikleri yerler genelde bir sürü rahibin birlikte yaşadığı yerlerdir. (Zen tapınakları buna örnektir) Bazı mezhepler, rahiplerinin evlenmelerini istemiştir.

Budist rahiplere “so” ya da “soryo” adı verilir. Tapınağın baş rahibine “Sojo” adı verilir. Cinsel ilişkiye tövbe eden keşişlere “bozu” adı verilir. Rahibelere “ama” ya da “bikuni” adı verilir. Savaşçı rahiplere ise “sohei” denir. Her ne kadar savaşçı rahiplerin sayıları 12. Ve 13. Yüzyıllarda olduklarından çok daha az da olsa, Sengoku döneminde neredeyse her budist manastırının kendi ordusu vardır.”Shugenja” kelimesi ise “Shugendo” adı verilen Budist mezhebinin rahiplerine denir.

Budist rahipler, cinsiyetleri farketmezsizin kafalarını traş ederler. Birkaç haftada bir kafalarını 3 numara kestirirler. Her ne kadar resmi olarak vejeteryan olmalarına rağmen, etten başka yiyecek bir şey yoksa et yiyebilirler. Bir çok rahip genelde fakir oldukları için, kendilerine et sunulduğu zaman bunu kabul ederler. Et yemek, yapılan bir iyiliği reddetmekten ya da yemeği boşa harcamaktan daha hafif bir günah olarak kabul edilir. Sadece “Shugenja” rahipleri ne pahasına olursa olsun et yemeği reddederler.

i?id=d8eb5c1b3f79dec21820996afef8b4da&n=

 

Budizm’e göre günahlar:

Hafif: Bir canlıya zarar vermek, Zina etmek, Yalan söylemek ya da abartmak, kötü konuşmak, açgözlülük etmek, et yemek, kaçamaklı konuşmak, Nefret etmek, çalmak, yemeği boşa harcamak

Ağır: Bir canlıyı öldürmek, Buda’lara lanet etmek ya da saygısızlık etmek

Tapınaklar

Şinto tapınakları ile karşılaştırıldıklarında Budist tapınakları devasa yerlerdir. İçinde evli ya da bekar düzinelerce rahip yaşar. Tapınaklardan vergi alınmaz ve tıpkı orta çağlarda Avrupa’da ki kiliselerde bulunan “serf”ler gibi “bonge” sınıfından insanların çalıştığı çiftlikleri vardır. Tapınakların ana duvarları içersinde bir çok yan bina bulunabilir. Bu binaların her birinde Buda heykelinin bulunduğu bir dua etme yeri bulunur. Tapınakların girişinde “torii” kapıları vardır ama tapınakların girişlerinde savaşçı divaların ya da “shishi”lerin olduğu heykeller vardır.

Belirli mezheplerin bağlı olduğu tapınaklar doğal olarak o mezhebin takipçileri için çok önemlidir. Bu tapınaklara ek olarak, tüm Japonya için büyük manevi öneme sahip olan tapınaklarda vardır. Nara şehri ve Miyako’nun civarı düzinelerce tapınaktan oluşan devasa bir tapınak-şehri gibidir. Aşağıda bu tapınaklarının en meşhur olanlarını tanıttık. (İnşaa yeri, inşaa tarihi)

i?id=348d6f6a6e22f10323042d12526684ca&n=

 

Byodo-in

“Anka kuşu” tapınağı olarakta bilinir. Bu, müthiş bir görünüme sahip tapınak ilk inşaa edildiğinde aslında Fujiwara klanından kalma bir villa idi. Anka denmesinin sebebi bir bölün üzerinde tünemiş bir anka kuşuna benzemesi yüzündendir. (Uji, 1052)

Chion-in

Budizm’in “Joho” mezhebinin doğum yeridir. Japonya’da ki en büyük ve meşhur tapınaklardan biridir. (Miyako, 1211)

Engaku-ji

13. yüzyılda ki Moğol işgalini geri püskürtürken ölenlerin onuruna inşaa edilmiştir. Kamakura döneminde bu Rinzai-zen tapınağı çok önemliydi. (Kamakura, 1282)

Enryaku-ji

Miyako’nun dışında bulunan Hieizan dağında bulunan büyük bir tapınaktır. Bu devasa komplekse, kısaca “Hiei Dağı” adı verilir. Tendai mezhebinin merkezidir ve yüzyıllar boyunca savaşçı rahiplerden oluşan bir ordusu olmuştur. Gücünün zirvesindeyken, dağın etrafında 2500 kadar irili ufaklı tapınak kurulmuştur. Nobunaga Oda, Yoshikage Asakura’nın tarafındayken 1571 yılında bu tapınağın rahiplerine savaş açmıştır. Savaştan sonra tüm tapınağı yerle bir ettikten sonra içinde yaşayan herkezi, kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürtmüştür. (Yamashiro, 788)

Hasedera

Bu tapınakta yaklaşık 10 metrelik bir Kannon (11 yüzlü buda) heykeli vardır. Sengoku döneminde bu heykel Japonya’da ki en uzun tahta heykeldi. (Kamakura, 733)

i?id=3c06d855ba320266e31c7a56d67dbded&n=

 

Hongan-ji

“Jodo Shinsu” mezhebinin merkezidir. 1591 yılında Hideyoshi Toyotomi, rahipleri kendi tarafına çekmek için tapınağı restore etmiş ve genişlettirmiştir. (Miyako, 1272)

Kencho-ji

Zen rahiplerinin eğitimin gerçekleştirildiği bu tapınak Kamakura döneminde önemli bir yerdi. (Kamakura, 1253)

Kinkaju-ji

“Altın Köşk” lakabıylada bilinen bu tapınak ilk inşaa edildiğinde Shogun Yoshimitsu’nun inziva yeriydi. Sonradan Rokuon-ji’nin bir parçası olmuştur. (Miyako, 1397)

Kiyomizu-dera

Bu muazzam tapınak, Miyako’nun hemen dışında bir uçurumun kenarına inşaa edilmiştir. 11 yüzlü Kannon’a adanmıştır. (Miyako, 780)

Kotoku-in

Daibutsu’nun yeri olarak tanınan bu tapınakta, Buda’nın 12 metrelik bir bronz heykeli bulunur. To-Daiji tapınağında ki heykelden sonra en uzun heykeldir. 1495 yılında devasa bir dalga heykelin bulunduğu tahtadan binayı yok etmiştir. (Kamakura, 1252)

Koyasan

Tıpkı Hieizan gibi bu tapınağında için rahiplerle ve keşişlerle doludur ve savaşçı rahipleri bazen sorun çıkartmıştır. Bazıları bu tapınağın Japonya’da Budizm’in merkezi kabul ederler. 11. Yüzyıldan beri bu tapınağa bağlı binalardan birinde iki adet “sonsuz ateş” adı verilen sürekli yanan meşaleler vardır. Koyasan, Sengoku döneminde sürgüne gönderilen “kuge” ve “buke” soylularının gönderildiği yer olmuştur. (Koyasan, 816)

Nanzen-ji

Bu, Miyako’nun en önemli Zen tapınağının binaları “Onin Savaşı” sırasında yokolmuştur ve 16. Yüzyılın sonunda yeniden inşaa edilmiştir. İlk inşaa edildiğinde İmparator Kameyama’nın villasıydı. (Miyako, 1264)

i?id=cadfeaa4a7d7c2573b18cf56addf59a6&n=

 

Ryoan-ji

Bu tapınak aynı zamanda dünyanın en meşhur taş ve kum bahçesinin olduğu yerdir. Bu Zen tapınağı meditasyon için inşaa edilmiştir ve hiçbir açıdan baktığızda (hava hariç) tüm taşları göremezsiniz. Bahçesine bakıldığı zaman bir kum denizinde ki taştan adalara benzeyen bir görüntü çıkar. (Miyako, 1473)

Sanjusangen-do

Diğer adıyla Rangeo-in olarak bilinen bu tapınak içindeki 130 metreye 11 metre genişliğinde 33 tane sütundan oluşan salonu ile meşhurdur. Okçular bu salonda duvarları, tavanı ya da sütunları vurmadan başından sonuna kadar gidecek bir ok atıldığı yarışmalar yapmışlardır. En önemli parçalarından biri 1000 yüzlü Kannon heykelidir. (Miyako, 1164)

Senso-ji

Asakusa Kannon adıyla da bilinen bu tapınak, Edo’nun en eski ve en meşhur tapınağıdır. Efsaneye göre, 628 yılında bir balıkçının ağına bir Kannon heykeli takılmıştır ve bunun Kannon adına bir tapınak inşaa edilmesi gerektiğinin bir işareti olduğu kabul edilmiştir. Tapınğa doğru giden, dükkanlarla dolu cadde Edo döneminde çok meşhur olmuştur. Ana kapısı, “Kaminari Mon” (Yıldırım Kapısı), sert bakan yıldırım ve rüzgar tanrılarının resimleri ile süslenmiştir. (Edo, 645)

Shinsho-ji

Bu Shingon tapınağı Fudo’ya adanmıştır ve heykeli tapınağın en önemli parçasıdır. Taira no Masakado isyan çıkardığında, Fudo’nun müdahalesi ile yenildiğine inanılır. Heykel aslında başka bir yerde inşaa edilmiştir ama bir rahip rüyasında Fudo’nun burada kalmak istediğini ona söylediğini iddaa eder ve İmparator Shijaku binanın genişletilmesini emreder. Tapınağın hazinelerinin arasında dokunulduğu taktirde deliliği ve şeytan kaçmasını iyileştiren bir kılıç olduğuna inanılır. (Narita, 940)

Shoren-in

Awata Sarayı olarakta bilinen bu tapınak, Tendai mezhebinin liderinin mekanıdır. Bu ünvan o kadar önemlidir ki, mezhebin lideri genelde İmparator ailesinin bir üyesidir. Soami tarafından inşaa edilen bahçesi Japonya’da ki en meşhur bahçelerden biridir. (Miyako, 1263)

To-daiji

Bu tapınağın ana binası dünyada ki en meşhur binalardan biridir. Daibutsu-den’in içerisinde 18 metre uzunluğunda bir Buda heykeli vardır. 1567 yılında savaş sırasında bina yanmıştır ama heykele bir şey olmamıştır. Birkaç yüzyıl boyunca bina restore edilmemiştir. Kegon mezhebi tarafından kullanılır. Yan binalarından biri, Kaidan-in, Japonya’da ki en önemli tören yerleriden biridir ve yeni budist rahiplerinin mezun edildiği yer olarak ünlüdür. Shoso-in adlı dünyanın en meşhur hazine odası bu tapınağın içindedir. (Nara, 752)

Tosho-daiji

Bu tapınak, diğer bütün Japon tapınaklarının arasında en ilginç tarihe sahiptir: asla yangın çıkmamış ve deprem yaşamamıştır ve ana binası hala ayaktadır. Bu tapınak aynı zamanda Nara’da ki eski İmparatorluk sarayının parçasıydı ve eski saraydan geriye kalan tek binadır. (Nara, 759)

i?id=94ecfd7f5db8bac1ed34445f2ceefa8f&n=

 

Yakushi-ji

Yakushi Nyorai’ye adanmış olan bu tapınak, Tosho-daiji’nin yakınındadır. Bu tapınağa aynı zamanda “Cennet Sarayı” adı verilmiş ve birçok imparator tarafından ziyaret edilmiştir. (Nara, 718)

Zuigan-ji

Kuzey Japonya’da ki en önemli Zen Tapınağıdır. Tapınağın yanında ki kayalıkların üzerine Buda’nın yüzleri oyulmuştur. Bu oyma işlemi, rahip adayları için eğitim sayılmıştır. Bu bölgeyi yöneten Date klanı için önemli bir tapınaktır. (Matsushima, 827)

 

Tanrılar

Japon Budizm’i Buda’yı inaçlarının önemli bir parçası kabul ederler ama taptıkları tanrılar içinde bazıları Asya’dan bazıları Şinto mitolojinden gelen bir çok tanrıda vardır. Japon Budizminde “Nyorai” adı verilen birden fazla Buda bulunur.

i?id=369d1e120037c10afa48591f59e0b68e&n=

 

Gruplar

Bosatsu

Bunlar bir zamanlar insan olan ama “Budalığa” çok yaklaşmalarına rağmen cennete gitmeyip, dünyada kalarak diğer budistlere yardım etmeye karar verenlere denir. En önemli olanlarına “daibosatsu” adı verilir.

Go Chi

Bunlar beş meditasyon budalarıdır. Taho, Yakushi, Dainichi, Askuku ve Shaka olarak bilinirler.

Myo-o

Nyorai yani Buda’ların şiddete başvurmaları yasaktır. Evren’in devam edebilmesi için savaşılması gerekirse bunu Myo-o adı verilen inanılmaz güçlü ve devasa tanrıların yapması gereklidir. Myo-o’lar binaları kolaylıkla yıkabilen, ağaçları köklerinden sökebilen ve elleriyle toprakta çukurlar kazabilecek güçte varlıklardır. Genelde devasa, aşırı kaslı, zırh giyen ve çift yüzlü kılıç taşıyan tanrılar olarak resmedilirler.

Nyorai

Bir buda, yani aydınlanmaya ulaşan kişi.

San Senjin

Bunlar Budizm’de ki üç savaş tanrısıdır. İsimleri, Marishiten, Daikokuten ve Bishamonten’dir. Genelde ya Çin zırhı giyen üç devasa savaşçı ya da üç kafası, altı kolu olan ve bir yaban domuzuna binen tek bir savaşçı olarak resmedilirler.

Shi Daitento

Dünya’nın dört köşesini iblislerden koruyan dört ilahi kraldır. Genelde Çin zırhı giyen savaşçılar gibi resmedilirler. İsimleri, Jikoku, Komoku, Tamon (Bishamon) ve Zocho’dur. (Persona???)

 

 

i?id=e77c83ed82b371512180a7cd7e4865e5&n=

Budist Tanrıları

Amida

Batıdaki saf dünyanın efendisi olan tanrıdır. Özellikle Budizm’in “Jodo” mezhebinde çok anılır.

Dainichi Nyorai

Budist üçlüsünden biri olan bu Buda, bilginin ve saflığın temsilcisidir. Amaterasu ile aynı tanrı olduğu düşünülür. Beş meditasyon tanrısından biridir.

Enma Ou

Budist cehenneminin yetkilisi ve ölü ruhların yargıcıdır. Kral Enma’nın görevi, ölen bir insanın ruhunun kaderini belirlemektir. Üç seçenek vardır: Ödenmeyen bir borç ya da tamamlanamayan bir görevin bedeli nedeniyle bir hayalet olarak dünyaya geri gönderilmek, kötü karmayı yakmak amacıyla cehennemin bir ya da birkaç yerinde zaman geçirmek, ya da yeniden doğmak. Cenneti hakedenler direkt olarak cennete gönderildikleri için Kral Enma ile karşılaşmazlar.

Fudo Myo-o

Fudo, iblislerle savaşan bir tanrıdır. Genelde etrafı alevlerle sarılı, bir elinde büyük bir kılıç, diğer elindede iblisleri yakalamak için bir ip ile resmedilir. Yüzünde hep kızgın bir ifade vardır.

Hachiman Daibosatsu

Hachiman, İmparatoriçe Jingu’nun oğludur. Kendisi savaş tanrısı olarak tanrılaştırılmıştır ve Minamoto klanının büyük tanrısıdır.

Jikoku

Dört cennet kralından biridir. Dünya’nın doğusunu iblislerden korur.

Jizo

Jizo, gezginlerin ve yolcuların koruyucu tanrısıdır. Kendisi gibi “jizo” ismi verilen küçük heykelleri yolların kenarlarında görülebilirler. Genelde bir elinde mücevher, diğer elinde dini seyahate çıkanların taşıdığı ucunda halkalar olan bir asa taşıyan, kısa, şişman, kel bir adam olarak resmedilir. Kendisi aynı zamanda çocukların ve hamile kadınların koruyucu tanrısıdır. Bazen bir çocuğun öldüğü bir yerde de jizo heykeli dikilir. Bonge sınıfı arasında çok popülerdir.

i?id=6611ddd5e4c96810fbc4ecec0ef63d77&n=

 

Kannon Daibosatsu

Budizm’de merhamet tanrısıdır. Amida’nın yardımcısıdır. Farklı şekilde resmedilir. 11 kafalı ya da 1000 kafalı Kannon heykelleri bulunur.

Komoku

Dört cennet kralından biridir. Dünya’nın batısını iblislerden korur.

Marishiten

Cennetin kraliçesidir. Sekiz kollu olarak resmedilir.

Taho Nyorai

Beş meditasyon tanrısından biridir.

Tamon

Bishamonten’in diğer adıdır. Dört cennet kralından, Dünya’nın kuzeyini koruyanıdır.

Yakushi Nyorai

Bilgelik tanrıçasıdır. Aynı zamanda beş meditasyon tanrısından biridir.

Zocho

Dört cennet kralından biridir. Dünya’nın güneyini korur.

 

 

i?id=8a8a2acb9658b2c2bf99a32edb991d0c&n=

Budist Mezhepleri

Çoğu mezheplerin alt sınıfları ve dalları, ana mezhepten farklı inançlara sahip olan kolları bulunabilir. Bu farklı mezheplerin hepsi Budist olmalarına rağmen, dogmaların ve emirlerin uygulanması konusunda aynı fikirde olmayabilirler. Bu Avrupa’da ki Hristiyan kiliselerinin arasında ki farklılıklar gibidir. Mesela, Avrupa’daki Ortodoks kilisesinin, Sırp, Rus, Bulgar, Yunan, Amerikan gibi kolları vardır. Bu mezheplerin hepsi aynı ağaçtan gelir ve teknik olarak aynı inançta birleşirler. Öte yandan bu mezhepler, Roman Katolik, Lutheran ya da Baptist kiliselerinden farklıdırlar. Bu ayrı mezhepler genelde merkezlerinin nerede olduğu ile ayırt edilir.

Örnek vermek gerekirse: Jodo Shinshu mezhebinin Hongan-ji kolu kurulduğu zaman Miyako’da bulunan Hongan tapınağında idi. Hokke mezhebinin Myoman-ji kolu, Yamashiro’daki Myoman tapınağında başlamıştır.

 

i?id=b38c76dce75161b195e79eb16f74a355&n=

 

Hokke (Nichiren)

Lotus mezhebi olarakta bilinen Hokke, 13. Yüzyılda Nichiren tarafından kurulmuştur. Hokke’nin 9 kolu vardır: Itchi, Shoretsu, Honsei-ji, Myoman-ji, Hachinon, Honryu-ji, Fuju-Fuse, Fuju-Fuse-Komon ve Komon. Kurulduğu zaman merkezi Musashi’nin Ikegami bölgesindeydi.

Hokke mezhebinin takipçileri, Japon Budist’lerinin içinde en fanatik olanlarıdır. “Üç Büyük Sır”ra odaklanırlar: İnanç, Kanun ve Ahlak. Amida Budizm’inin “Nenbutsu”su yerine, kendi yazdıkları “Namu myoho renge kyo” (“Lotus sutrasına sığınırım”) mantrasını tekrarlarlar. Buda’nın son emri olduğuna inandıkları bir doktrini takip ederler: Lotus Sutra’sının tartışılmaz olduğu. Lotus sutra’sına inanç, agresif bir şekilde diğer inançları hatta diğer Budist mezheplerini bile reddetmektir. Kurucusu Nichiren zamanında söyle demiştir: “Nenbutsu cehennemdir, Zenler şeytanlardır, Shingon bir ulusal felakettir, Risshularda ülkeye ihanet eden hainlerdir.” Bu sert kanunlara eksiksiz uymak, Hokke’nin inananları için günahtan arınmanın en önemli şartıdır. Bu mezhebe inanan biri hiçbir şekilde, asla “kafirlerden” para, yiyecek ya da herhangi bir yardım almaz, zira yardım almak onların mezheplerine suç ortağı olmaktır. 1498 yılında Hokke mezhebi öyle yayılmıştır ki, Miyako’nun yarısı bu mezhebin takipçileri olmuştur ve sürekli olarak Hieizan’ın savaşçı rahipleri tarafından sürekli saldırıya uğramışlardır. Bu saldırılar ve Nobunaga Oda’nın savaş açması sonucu Hokke, başkentteki kontrolünü kaybetmiştir. Bu mezhebin içinde olan Fuju-Fuse kolu, ana mezhepten çok daha sert ve fanatiktir.

Hosso

Hosso, 657 yılında Chitsu tarafından kurulmuştur ve Nanji-den ve Hokuji-den adında iki kolu vardır. Kuruluş merkezi, Settsu’da ki Genko-ji dir.

Hosso, Çin’den Japonya’ya gelmiştir ve bilinç ile insanın çevresi ile bir olması gerektiğine inanır.

 

Ikko

Sonradan “Jodo Shinshu” (Gerçek saf ülke) adı verilen Ikkoshu, Shinran tarafından 1224 yılında kurulmuştur. 9 kolu vardır: Hongan-ji, Takada, Bukko-ji, Kosho-ji, Kibe, Sensho-ji, Chosei-ji, Josho-ji ve Gosho-ji.

Ikkoshu, sadece dini değil, siyası amaçları da olan bir mezheptir ve bu nedenle yıllar boyu diğer daimyolar tarafından düşman olarak görülmüşlerdir. Bu mezhebin inananları Kanazawa’da bir daimyo’yu devirerek yaklaşık 100 yıl boyunca özerk bir bölge kurmuş ve Osaka’da Nobunada Oda ile 11 yıl savaşmışlardır.

Ikko mezhebine göre, bir insan ne yaparsa yapsın, (iyi bir insan olmak, dua etmek, bir keşiş olmak vs.) asla cennete gidemeyecektir. Cennet, Amida Buda’nın merhameti ile verilecek bir hediyedir. Japonya’da ki en zengin ve sayıca en büyük mezheplerden biridir. Bu mezhep ailenin önemini vurgular ve tapınakların önemini küçümser. Rahiplerinin neredeyse hepsi evlidir. Jodo mezhebinin “Saf Ülke” doktrininin farklı bir versiyonu olduğu için Nenbutsu duasının tekrarlanmasında ısrar eder. Nenbutsu (“Nami Amida butsu” ya da “Amida Buda’ya sığınırım”) sürekli olarak tekrar edilir ve en az bir kere doğru söylenirse cennete girileceğine inanılır. Diğer mezheplerden farkı, Nenbutsu’nun tekrarlanma nedenidir. Ikko inancına göre, Nenbutsu, insanda doğuştan olan Amida’nın merhametini uyandırmak ve bütün kötülüğün kökeni olan insanın kötü karmasından uzaklaştırmak için sürekli olarak tekrar edilir. Bir insanın aklı başında olarak yaptığı hiçbir hareket ona sevap kazandırmayacağı için Nenbutsu, yaptığı tek doğru şeydir. Bu farkındalığa “Shinjin” denir.  Bu ne yüce bir varlığa inanç ya da mucizevi bir arındırma anlamına gelir. İnsan bu farkındalığa bilinç altında ulaştığı zaman, kendi içinde ki “Saf Ülke”ye ulaşmış olacak ve oraya yaşarken ulaşacaktır. Bu Jodo mezhebinin “Saf Ülke”nin cennette, öldükten sonra ulaşılacak bir yer olduğu inancına zıttır. Ikko mezhebi öldükten sonra insanın dünyada kalıp diğerlerine yardım edeceğine inanır.

i?id=5c19ca9235bf44494d978a316ed7c8cd&n=

 

Ji

Bu mezhep 1275 yılında Ippen tarafından kurulmuştur. 12 adet kolu vardır: Honzan, Yuko, Ikko, Okudani, Taima, Shijo, Rokujo, Kaii, Reizan, Kokua, Ichiya, Tendo, ve Mikagedo. Kurulduğu zaman merkezi Sagami’de ki Shojoko-ji tapınağıydı.

Ji mezhebinin inancı, Jodo ve Ikko mezheplerinden daha merhametlidir. Ji’de bir Buda’ya inanç bile gereksizdir çünkü inanç bile yozlaşmış bir zihnin ürünüdür ve Netbutsu’yu söylemek bile bir insanı cennete gönderebilir.

Bu mezhebin erkek üyeleri genelde “Ami” ya da “Da” ile başlayan isimler alırlarken, kadınlarda isimlerine “ichibo” (tek Buda) kelimesini katarlar. Savaşta ölenlere cenaze hizmeti sundukları için Ji mezhebi, savaşçı kesim içinde çok taraftara sahiptir. Ji aynı zamanda diğer Budist mezhepleri arasında, Shinto tanrılarına (Amida Buda’nın farklı versiyonları olduklarına inandıkları için) taptıkları için farklıdır. Ji mezhebinin üyeleri sanat (özellikle resim ve edebiyat dalında) yetenkli olduklarından daimyo’ların muhitlerinde sanat ile ilgilenen grupları vardır. Ji her ne kadar “Saf Ülke” doktrininin zamanında en çok tercih edilen mezhebi olsada, 16. Yüzyılın karmaşası içerisinde yeniliğe kapalı olduğu için gücünü kaybetmiş ve çoğu üyesi Ikko mezhebine geçmiştir.

Jodo

1175 Honen tarafından kurulmuştur. Her ne kadar “Saf Ülke” teorisisi Çin’den gelmesine rağmen orada hiç tutulmamıştır. 13. Yüzyılda Japonya’ya gelmiş ve Honen ve Jakurei gibi adamların sayesinde bağımsız bir mezhep olmuştur. Beş ana kol vardır ve bunlarında aralarında kendi kolları bulunur: Chinzei (Shirahata, Fujita, Nagoshi, Obata, Sanjo, Ichijo), Seizan (Nishidani, Fukakusa, Higashiyama, Saga), Choraku-ji, Kuhon-ji, Ichinengi.

Jodo, Amidist bir mezheptir: inananlar Amida Buda’nın “Batıdaki Cenneti”nde yeniden doğmayı isterler. Bu dünya görüşüne göre, bir çok farklı Buda vardır ve her biri faklı bir Buda-diyarına hükmederler ve Amida içlerinde en temizidir. Amida’nın cennetine “Gokuraku” (Mutluluk) adı verilir. Tıpkı Ikko mezhebi gibi Jodo Nenbutsu’nun sürekli tekrarlanmasını isterler ve sadece bir kere bile doğru söylenirse cennete kabul edileceklerine inanırlar. “Saf Ülke” inancına göre, Amida özellikle başka kurtuluş yolu olmayanları kurtarmak istemektedir: Fakir, günahkar ve zülme uğrayanlar. Jodo’da sadece Amida’ya sade bir şekilde inanmak genelde yeterli kabul edilir. Bu mezhep kısa bir sürede İmparatorluk sarayında ve hatta samuraylar arasında yayılmıştır.

Kegon

735 yılında Dosen tarafından kurulmuştur. Merkezi Yamato’da ki To-daiji tapınağıdır.

Bu mezhep çok eskidir ve Nara’da ki altı mezhepten biridir. Ama zaman geçtikse sayıları çok azalmıştır. Japonya’da Sengoku döneminde 100 kadar tapınağı kalmıştır. Buna rağmen bu mezhebin alimleri çok saygı görürler.

Ritsu

Ganjin tarafından 754 yılında kurulmuştur. Merkezi Yamato’da ki Tosho-daiji tapınağıdır.

Bu mezhep, Sengoku döneminde ciddi bir gerileme dönemine girmiştir. Sade bir yaşam yaşanması gerektiğini savunur. Ritsu’nun bir kolu bu mezhebin öğretileri ile Shingon’un ezoterik Budist doktrinini birleştirmiştir.

Shingon

Kukai tarafından 806 yılında kurulmuştur. Kogi ve Shingi adında iki kolu vardır. Kuruluş yeri Yamashiro’da ki To-ji tapınağıdır.

Shingon ezoterik Budist doktrinlerine odaklanan büyük bir Budist mezhebidir. Kurulduğu andan itibaren Budizm’e bir yenilik getirmemiştir. En önemli parçaları Mandala çizmek ve Mantralardır. Shingon’da inanç akıl ve mantığa dayanır, ve bir insanın ruhunun kökenini bulmasına yardım edmeye çalışır. Davranışlarını günahtan arındırıp Buda’lığa ulaşması gereklidir. Shingon her ne kadar Amida’ya beş bilgelik Budasından biri olarak saygı duysa da, inançlarının ortasında Dainichi Buda vardır. Kukai, Dainichi’yi 6 büyük elementin (toprak, rüzgar, ateş, su, uzay, bilinç) 3 insan özelliği (öz, özellik ve işlev) ve 4 mandala ile birleşmesi olarak görür. Vücudun duruşu, el hareketleri, mantralar Shingon meditasyonunda çok önemlidir.

Shugendo mezhebinin merkezide bir Shingon tapınağıdır: Miyako’da ki Daigo-ji tapınağı.

i?id=8eefa20df8a7691b4dec054964bf079c&n=

 

Tendai

805 yılında Saicho tarafından kurulmuştur. Sanmon, Jimon ve Shinjo adında üç kolu vardır. Merkezi, Omi’de ki Enryaku-ji tapınağıdır.

Tendai inancına göre bir insanın kötülükten uzak durması, iyi işler yapması ve insan ya da hayvan farketmeksizin tüm canlılara iyi davranması mükemmeliğe ulaşmasına yardımcı olacaktır. Lotus Sutra’sını öğretmesine rağmen, Hokke mezhebi gibi fanatik değildir. Heizan’da ki kaleleri Nobunaga’nın gazabına uğramıştır.

Yuzu Nenbutsu

Ryonin tarafından 1123 yılında kurulmuş olan bu mezhebin merkezi Sumiyoshi’de Settsu’da bulunur.

Sengoku döneminde popülerliği büyük bir hızla azalsada, zamanında Amida’ya tapan ilk mezheplerden biriydi. Nenbutsu mantrası bu mezhepten çıkmıştır.

Zen

Eisai tarafından 1205 yılında kurulan bu mezhebin üç ana kolu ve bu kollarında kendi yan yolları vardır: Rinzai (Kennin-ji, Rofuku-ji, Kencho-ji, Engaku-ji, Nanzen-ji, Eigen-ji, Daitoku-ji, Tenryu-ji, Myoshi-ji ve Shokoku-ji), Fuke (Kinsen, Kasso, Kichiku, Kogiku, Kozasa ve Umeji) ve Soto. Kurulduğu zaman merkezi Heiankyo’da idi.

Zen en popüler Budist mezhebi olmasada, özellikle “Buke” arasında çok taraftarı vardır. Zen meditasyona önem verir ve bir insanın “kendini bilmesi ve anlamasının” Buda’lığa ulaşması için en önemli yol olduğuna inanılır.

Zen mezhebinin kolları için: “Rinzai generaller, Soto ise çiftçiler içindir” sözü söylenir.

 

 

i?id=9dfad647dd4586ce99f93080439f1f27&n=

Shugendo

Bu mezhebe inananlara “Shugenja” ya da “Yamabushi” denir. Kurucusunun adı En no Gyoja (Mucize adam En) adında 8. Yüzyıldan yarı-efsane bir insandır.

Shugendo ve Shugenja terimleri anime severlere tanıdık gelebilir. Anime ya da Chanbara dizi / filmlerinde Shugenja’lar genelde büyücü, sağlıkçı ya da kötü ruhları çıkartan kimseler olarak resmedilirler.

Shugendo, Şintoizm’in belirli inançlarıyla (belirli yerlere, özellikle dağlara, sanki kutsal yerlermiş gibi tapmak) Shingon ve Tendai gibi birçok Shugenja’nın geldiği ezoterik Budizm mezheplerinin ritüellerini, sembolizimini ve doktrinlerini birleştirmiştir. Shugendo’nun Shingon kolu (Tozan-ha) Miyako’da ki Daigo-ji tapınağını merkez seçmişken, Tendai kolu (Honzan-ha) Miyako’da ki Shogo-in’de bulunur. Bu iki kol arasında pek bir fark bulunmaz.

Shugenja’nın kökenleri “hijiri” adı verilen dağda yaşayan ermişlerden gelir. Dünyevi zevklerden arınmak, oruç tutmak, buz gibi soğuk şelale ve nehirlere girmek, ve Lotus Sutrası gibi kutsal yazıtları tekrarlamak için dağlarda yalnız başlarına yaşamaya başlamışlardır. Hastalık getiren kötü ruhları kovmak için kendilerini eğitmek istemişlerdir. Vücutlarını hem soğuğa hem de sıcağa dayanıklı hale getirerek ruhlarını hem cennete hem de cehenneme istedikleri zaman girebilecek hale getirmek istemişlerdir. Heian döneminde, kendileri gibi düşünen gruplar kurmuşlardır.

Shugenja’ların bu ritüelleri çok gizlidirler ve asla bir yere not edilmezler. Bütün eğitim ve bilgiler ağızdan aktarılır ve sadece kendi tarikatlarına giren öğrencilere söylenir.

i?id=3e6c7fde3ccd6006aeee7d339323a3b6&n=

 

En önemli ritüellerden biri “Mineiri” (dağa girmek) dir. Her mevsim, belirli kutsal bir dağa tırmanılır. Bu tırmanış sadece sembolik (günahkar dünyayı geride bırakıp cennete yaklaşmak) değil aynı zamanda insanın kendini fiziksel açıdan güçlendirmesi içindir. Tırmanırken mümkün oldukça az yemek yenilir. İnanca göre bu şekilde elde edilen mistik güçler, ruh halinde düşmanları, doğa üstü hayvanları etkisiz hale getirmek ve öfkeli hayaletler ve ruhlar ile savaşmak için kullanılabilir.

En kutsal sayılan dağlar; Ominesan (Yamato’da bir dağa En’in kendisi tarafından kurulmuş Kinbusen-ji tapınağı), Koyasan (Yamato’da dağın tepesinde bulunan Katsuragi tapınağı), Ushiroyama (Bitchu), Daisen (Hoki) ve üçlü tapınağın bulunduğu Kumano (Kii) ve Dewa (Uzen) dağlarıdır.

Yamabushi tapınaklarına “yamadera” adı verilir ve sadece kutsal dağlarda bulunur. Yamabushi’lerin duaları ve mudra (mistik el hareketleri)  hakkında daha fazla bilgi almak için “Men who Tread on Tiger’s Tail” filmine bakabilirsiniz.

 

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

  • 11 ay sonra...

Hristiyanlık

 

Hristiyanlık, Japonya’ya 16. Yüzyılın ortalarında gelen Avrupalıların (Japonların onlara taktıkları isimle; “Nanbanjin”lerin) inancıdır. Fazla detaya girmeden açıklamak gerekirse, Hristiyanlıkta tek bir tanrı ve üç kişi vardır: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Oğul yani İsa Peygamber bir insanın vücuduna girerek 16 yüzyıl önce Dünya’ya gelmişdir. Romalılar tarafından ayrılıkçı faaliyetler ve kafirlik suçlarından idam edildikten sonra yeniden dünyaya gelmiştir. İsa'ya inananlar inanç ve iyi davranışlar ile bir insanın  kurtulabileceği söyleyerek bu dini dünyaya yaymaya başlamışlardır. Hristiyanlık Avrupa’da ki hakim inançtır ve Asya’da da takipçileri vardır. Bu dinin en büyük mezhebi Roma Katolik mezhebidir ve merkezi Roma’da bulunan Vatikandır.  Papa ise mezhebin başındaki kişidir. Japonya’da ki Hristiyanlık çoğunlukla Roma Katolik koluna bağlıdır. Miyako, Osaka, Nagoya gibi bazı büyük şehirlerde Daimyo’ların izni hatta bazen yardımları ile kiliseler kurulmuştur. Daimyolar çoğu zaman bu yeni dine girmek yerine bu dinin Japonya’da ki temsilcileri olan “Nanbanjin”lerle (“Batılı Barbar”) iyi ticaret ilişkileri kurmak amacıyla bu kiliselerin kurulmasını yardım etmişlerdir. Bu tavır misyonerler için önemli değildir zira onlar bu ilişkileri sadece inançlarını yaymak için bir fırsat olarak görürler.

 

Cizvitler ve Fransiskenler

 

Japonya’da ki misyonlerlik faaliyetleri Cizvit (Jesuit) ve Fransisken (Franciscan) rahipleri tarafından yapılmıştır ama iki mezhep arasında ciddi bir rekabet vardır. Cizvitler (diğer adları ile “İsa’nın Topluluğu”), iyi eğitimli, seçkin öğretmen-rahiplerdir ve favori taktikleri üst sınıfları kendi dinlerine geçirip tabana yayılmasıdır. Fransiskenler ise daha alçak gönüllü, daha az eğitimlidirler ve mezheplerini tabandan yaymayı tercih ederler. Cizvitler Fransiskenleri işlerine karıştıklarını düşündükleri için çoğu zaman bulundukları yerden atılmaları için Daimyo’lara baskı yaparlar. Cizvitlerin çoğu Japonca bilirler, hatta bazıları ana dilleri gibi konuşabilirken, Fransiskenlerin çok az bir kısmı Japonca konuşabilir. Cizvitler topluma uyum sağlayabilmek için Safran rengi cübbeler giyerler zira Japonya’da safran din adamlarının rengi olarak kabul edilir. Fransiskenler bundan hoşlanmazlar ve sade cübbeler giyerler.

 

Protestanlar

 

İngiltere’den gelen bu Hristiyanlık mezhebi Roma’da ki tek adam inancına bir tepki olarak doğmuştur. Kendilerine Protestan (Kökeni “Protesto”dan gelir) diyen bu mezhebin takipçileri sadece inanç ve dua ile insanın cehennemden kurtulabileceğine inanırlar ve Roma Katolik mezhebinde bulunan günah çıkarma gibi faaliyetlerin insanlar tarafından dine dahil edildiğine inanırlar. Tahmin edebileceğiniz gibi Protestanlar ve Katolikler bir araya geldiklerinde tartışmalar ve kavgalar genelde kaçınılmazdır.

Protestanlar daha çok Hollanda ve İngiltere’de daha yaygındırlar. Japonya’da ki Portekizliler Katolik inancının yayılması için çalışırken, İngiliz tüccarlar Protestanlığın yayılması için mücadele etmişlerdir. Bu iki mezhebin Japonya’da ki mücadelesi ülkemizde de yayınlanmış “Shogun” dizisinde anlatılmıştır.

 

Baptizm ve Misyonerlik

 

Japonya’da ki Hristiyan misyonlerin gayet başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Çoğu Japon hatta aralarında Nobunaga Oda’nın oğullarından birinin olduğu bazı Daimyo’lar Hristiyan olmuşlardır. Her ne kadar herkes bu yeni dini düşmanlıkla karşılamasalar bile bazıları Hristiyanlığı ve Hristiyan olanları şüphe ile karşılamışlardır. Bazı Daimyo’lar bu yeni dine düşmanlık gösterirken bazıları baptist edilmek istemiş ama çoğunluğu sadece görmezden gelmiştir. Daimyo’lardan bazıları sırf bu misyonerlerle aralarını iyi tutmak amacıyla emirleri altındaki bazı lordlara Hristiyanlığa geçmelerini emretmişlerdir. Misyonerler genelde bunu şüphe ile karşılamış olsalarda baptist edilen lordların inançlarının yayılmasına yardım edeceklerini düşündükleri için genede buna izin vermişlerdir.

 

Din değiştiren Japonlar Anglo-Saxon isimleri alırlar ve misyonerler onlara yeni isimleri ile hitap ederler. Diğer Japonlar ise onlara eskisi gibi Japon isimleri ile hitap ederler. Bu din değiştiren Japonlar genelde Kyushu’da ve Honshu’nun güney yarısında bulunurlar. Bu baptist olan kişilerin bazıları yeni geçtikleri dinin gerekliliklerini yerine getirip rahip olmak amacıyla dinin eğitimini almalarına rağmen, Vatikan Japonya’ya bir yerel merkez açma gereğini görmemiştir.

 

Japon Hristiyanlarının hayatını zorlaştıran en büyük problemlerden biri Japon yöneticilerinin onlara arada bir gösterdiği düşmanlıktır. Din değiştirme izni rastgele olarak verilir ve geri alınabilir. Nobunaga Oda ve Hideyoshi Toyotomi hükümdarlıkları süresince ikide bir bu yeni dine olan bakışlarını değiştirmişlerdir. Eğer hem bu yeni dini bastırıp hem de Avrupalı tüccarlarla aralarını iyi tutabilecekleri bir method bulsalardı herhalde çok mutlu olurlardı.

 

Dini Seyahatler

 

Hem Şintoizim hem de Budizm’in inananları zaman zaman dini görevlerini yerine getirmek için seyahatlere çıkarlar. Bu yolcuların atlara ya da elle taşınan arabalara binmek yerine yürüyerek ve çok lazım olursa gemi ile bu yolculuklarını tamamlamaları gerekir. Bu insanların sosyal statüsü ile alakası olmayani uzaktan kolayca tanınabilecek özel bir elbise giymeleri gereklidir. Bu seyahatlerin amaçlarından biri de tanrıların gözünde diğer inananlarla eşit olmaktır. Bu tür yolculukların belli bir amacı ve hedefi vardır. Mesela tek bir tapınağı ziyaret etmek yerine, Kyushu’da ki bütün tapınakları ya da Kannon’un 33 tapınağına ardı ardına gitmek isteyebilirler.

 

Festivaller

 

Japonya’da “matsuri” adı verilen festivallerin çoğunun kökeni Şintoizmden gelir ama Ryoubu Shinto yüzünden hangi festivalin hangi tanrı ile alakası olduğu kesin değildir. Sadece birkaç festivalin kökeni Budizm’e bağlıdır.

Festival günlerinde tapınakların yakınında standlar kurulur ve küçük muskalar ve kolyelerden çocuklar için ucuz oyuncaklara, ramen ve pirinç kekleri gibi atıştırmalıklara kadar her şey satılabilir. Kuge ve Buke sınıfı da bu festivallere katılmalarında rağmen, bu festivaller aslında Bonge sınıfının eğlenmesi içindir. Omikoshi adı verilen ve uzun sırıklarla taşınan süslenmiş el arabalarını Bonge sınıfının üyeleri taşır.

 

“Matsuribayashi” adı verilen festival müzikleri genelde festivale katılanların arasında bulunan amatör müzisyenler tarafından çalınır. Temelde iki tür festival vardır: yerel ve ulusal. Yerel festivallere örnek Miyako’da kutlanan Gion Matsuri’dir. Ulusal festivallere örnek ise ülkenin her yerinde kutlanan Tanabata Matsuri’dir. Her festivalin üç kısmı vardır. “Kami Mukae” kısmında bir tapınakta ya da kutsal bir yerde kami’ler dünyaya buyur edilir.  “Shinko” festivalin ana kısmıdır. Omikoshi adı verilen elle taşınan araçlar sokaklarda dolaşır ve izleyenler festivali kutlarlar. “Kami Okuri” ise festivale gelen kamileri saygı ile evlerine uğurlamak amacıyla festivalin sonunda yapılan törendir.

 

En Popüler Festivaller

 

Şintozim festivallerinde en çok görülen sahnelerden biri ayrı takımlara ayrılan insanlar tarafından taşınan omikoshi’lerdir. Omikoshi’leri tapınaklara taşıyanlar “Wasshoi-wasshoi” diye bağırırlar. Bu takımlar arasında (çoğunlukla) dostça bir rekabet vardır ama bazen alkolün de etkisi ile kavga çıktığı görülür.

 

Gion Matsuri (Miyako)

Bütün bir ay boyunca devam eden bir festivaldir. Odak noktası ise "Yamahoko-junko" yani ayın 17. Günü yaklaşık bir ton ağırlığında kayıkların sokaklarda çekildiği bir kutlamadır. 9. Yüzyılda başlamıştır ve festivalin popülerliği ülkenin diğer bölgelerinde de kutlanmasına yol açmıştır.

 

Hina Matsuri (Ulusal)

“Kızlar Festivali” olarakta bilinir. Küçük kızların yaşadığı evlerde aileler eski imparatorluk ailesini temsil eden küçük oyuncak bebekleri bir standın üstüne dizerler. Bu teknik olarak büyük festival sayılmaz zira öyle büyük bir kutlama yoktur.

 

Izumo Taisha Jinzaisai (Izumo)

Japonya’nın Izumo hariç diğer tüm bölgelerinde “Kaminazuki” (tanrısız ay) adı verilen 10. Ayda bütün Şinto tanrılarının Izumo’da ki büyük tapınağa gidip birbirlerini ziyaret ettiklerine inanılır. Bu ay süresinde ve sadece Izumo’da bu ay “Kamiarizuki” (Tanrıların ayı) olarak bilinir. Buraya toplanan tanrılara saygı göstermek amacıyla sakin ve gürültüsüz kutlamar gerçekleşir.

 

Namahage (Karlı bölgeler)

 “Toshindon” adı verilen, cin kostümleri giyen kişiler pelerinleri, perukları ve korkutucu maskeleri ile sokakları dolaşırlar. Bu kostümlü şahıslar ellerinde bıçaklar (!) ile kapı kapı dolaşıp çocukları yaramaz yapmamaları, çalışkan ve iyi huylu olmaları konusunda uyarırlar.

 

Nebuta Matsuri (Ulusal)

Bu hasat öncesi festivali Japonya’nın her yerinde, ağustos’un ilk haftası kutlanır. Festivalin amacı tembelliği ve uykuculuğu önlemek ve bu sayede hasatın gecikmememsi içindir. Aomori, Hirosaki ve Kurashi Nebuta bölgelerinde devasa, ışıklı kayıklar gece sokaklarda insanlar tarafından çekilir.

 

O-Bon (Ulusal)

Ölenler için kutlanan Budist festivalidir. Miyako’da Nyoigatakeyama ve diğer dağların yanında devasa ateşlerin içine insana benzeyen yaklaşık 80 metrelik kuklalar atılır. Bunun amacı O-Bon için dünya’ya gelen ölmüş atalara yer göstermektir. “Bon Odori” adı verilen danslar genelde akşam saatlerinde yapılır. Kalabalık insan grupları davulcuların etrafında bir çember oluşturarak neredeyse kareografik bir şekilde dans ederler.

 

Ômisoka (Ulusal)

 “Ganjitsu” olarakta bilinir. Yılın son gecesinde evin yakınındaki tapınakları ziyaret etmek gelenektir. Tapınaklarda “dotaku” adı verilen çanlar 108 kere çalınırlar. Buna “Joya no Kane” adı verilir ve çanın her çalışında insanlara miras kalan 108 günahtan birinin silindiğine inanılır. Yakılan ateşler ziyaretçileri ısıtırken, “amazake” adı verilen ılık, kalın mayalı tatlı bir sake verilir. Tapınağa yapılan yeni yılın ilk ziyaretine “hatsumode” (ilk ziyaret) adı verilir.

 

Setsubun (Ulusal)

Bahar yaklaştıkça, insanlar tapınakla giderek aynı yılda doğan (kaplanın yılı, ejderhanın yılı vs.) meşhur samuraylar ya da yerel sumo şampiyonları gibi tanınmış insanları onurlandırırlar. Tapınağa fasülye atarak “Oni wa soto! Fuku wa uchi!” (Şeytanlar gitsin, iyi şans gelsin!) diye bağırırlar. İnsanlar bu töreni evlerinde de karanlık köşelere fasülye atarak tekrarlarlar.

 

Sôma Nomaoi (Mutsu’da ki Soma bölgesinde)

Mutsu’da ki Soma klanı festival olarak askeri tatbikatlar yapma gibi bir geleneği vardır. Zırh giyen süvariler at yarışı yaparlar ama bu üç günlük festivalin odak noktası ata binen savaşçıların yakındaki bir tapınağa giden dar bir yolda vahşi bir atı yakalaması olan bir yarıştır. Bayraklar ve flamalar havada dalgalanırken, biniciler bu vahşi atı yakalamaya çalışırlar. Atı yakalayan süvarinin yakındaki bir tepede, bir omikoshi’nin üstünde müsabakayı izleyen tanrının nimetini alacağına inanılır.

 

Tanabata Matsuri (Ulusal)

Bir Çin efsanesine göre, Cennet İmparatoru’nun kızı, (“Dokumacı” lakabı ile anılır ve Samanyolu Galaksisi’nin doğusunda yaşadığına inanılır) Galaksi’nin batısını yöneten olan “Çoban” lakaplı hükümdarla evlendirilir. Balaylarında çok fazla zaman harcayıp görevlerini ihmal ettikleri için cezalandırılırlar ve yılda sadece bir gece, yedinci ayın yedinci gününde, bir araya gelmelerine izin verilmiştir. Genç kızlar bu gece, onları dikiş dikmek konusunda yetenekli kılıp, tıpkı Çoban gibi sadık eşler bulmalarına yardım etmesi için Dokumacıya dua ederler. Edilen duaların yaklaşık üç yıl içerisinde gerçekleşeceğine inanılır. Festival davullarla, danslarla, içkilerle ve genel eğlencelerle devam eder.

 

Tango no Sekku (Ulusal)

 “Oğlanların Festivali” adıyla da bilinir. Aileler erkek çocuklarına bir çubuğun ucuna takılan Japon Balığına benzeyen, rüzgarda dalgalanan flamaları verirler (“Koi nobori” ismi buradan gelir). Köylülerden, lordlara kadar herkes bu kutlamalara katılır. Tıpkı Hana Matsuri gibi bir festivalden çok toplulukların beraber yaptığı bir kutlama gibidir.

 

Taue Matsuri (Ulusal)   

Beşinci ve altıncı aylarda gerçekleşen bu festivallerde pirincin toprağa yerleştirilmesi ve tanrıların iyi bir hasat için çağrılması kutlanır. Farklı bölgelerin kendine özgü gelenekleri vardır ama hemen hemen hepsinde danslar, davullar vardır ve renkli kostümler giyilir.

 

Tenjin Matsuri (Osaka, Tenman-gu)

Bu Japonya’nın üç büyük festivalinden biridir. Omikoshi’ler sokaklarda sırtlandıktan sonra kayıklara yerleştirilirler ve bu kayıklar Dojima-gawa nehrinde yüzdürülür.

İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesajını gönderebilir ve daha sonra kayıt olabilirsin. Bir hesabın varsa, hesabınla göndermek için şimdi oturum aç.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Misafir
Bu konuya yanıt ver...

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı.   Restore formatting

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Editör içeriğini temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

  • Konuyu Görüntüleyenler   0 üye

    • Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.