Jump to content

Genel Araştırma

'Aksiyon' etiketi için arama sonuçları.

  • Etiketlere Göre Ara

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Yazara Göre Ara

İçerik Türü


Forumlar

  • Duyuru & Kurallar
    • Forum Kuralları & Yardım
    • İstek, Şikayet ve Öneri
    • Tanışın Kaynaşın
    • Türk Anime TV Etkinlikleri
    • E-dergi
  • Türk Anime Çeviri Ekibi (TAÇE)
    • Tamamlanan Projelerimiz
    • Devam Eden Projelerimiz
    • Gelecek Projelerimiz
    • Askıya Alınanlar
    • TAÇE Duyuruları
  • Anime GENEL
    • Anime İstek ve Öneri Bölümü
    • Bilinmeyen Animeler ve Karakterler İçin Yardım Bölümü
    • Anime Genel
    • Anime Geyik
    • Animeler & Karakter Anketleri
    • Anime Tanıtım ve İncelemeleri
    • Anime Serileri Bölüm Tartışma Alanı
  • Manga GENEL
  • Fansub Takımları
  • Anime Manga Live-Action Download
  • Fan Kulübü
  • Japonya
  • Program Deposu
  • Konu Dışı
  • Roronoa Zoro's Roronoa Zoro Kimdir?

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Oluşturma Tarihi

  • Start

    End


Son Güncelleme

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Üye Grubu


Hakkımda


Outlook


Web Sitesi


ICQ


Yahoo


Jabber


Skype


Konum


İlgi Alanları

19 sonuç bulundu

  1. 1.BÖLÜM UÇURUM 2.BÖLÜM Ölüm ve Yaşam 3. Bölüm Acaba… 4. Bölüm İntikam 5. Bölüm İblisin insan yanı ( final) SON
  2. Konu: 16 Yaşında bir 10. Sınıf öğrencisi olan Kıtamura Ken aynı sınıfta olan Tadakoro Kyoko adlı kıza aşıktır ve bunu hala ona söyleyememiştir.Bugün yapılacak olan okul gezisini ona açılma fırsatı olarak kullanmayı düşünmektedir. Ama okul gezisinde başlarına geleceklerden habersizlerdir.Bu olay Ken'i tamamen değiştirecektir. ŞU ANLIK KARAKTERLER: Ana Karakter: Kıtamura Ken Tadokoro Kyoko Sawamura Aoki Yan Karakterler: Ryohei(Bloodshed Patronu) - Erkek Kido(FREEDOM Patronu) - Erkek Yoshino Yayoi - Bayan Hiromitsu Naoto - Erkek Hidekata Ayumu - Erkek Hanaye Au - Bayan Julie Ukumi - Bayan Arata Itsuki - Erkek Yoshiaki Zen - Erkek Tomiko Anzu - Bayan Chokichi Hajime - Erkek Mikazuki Saika - Bayan Yasuhiko Zentaro - Erkek Isao Fugiki 1.Bölüm Ken kahvaltısını yapıp evden çıkti ve yolda giderken Aoki ile karşılaştı. Aoki Ken’in en yakın arkadaşlarından biridir. Aoki: Günaydın,bugün okul gezisi günü sonunda geldi be Kyoko’ya açılacaksın değil mi Ken: Günaydın ,evet sonunda gelebildi,açılmayı düşünüyorum ama tam karar veremedim kabul etmezse şimdiki olan yakınlığımızı kaybedeceğiz. Aoki: Merak etme, Kyoko kabul edecektir bundan eminim. Hadi Gidelim Okula vardıklarında okul gezisi için otobüsler hazırlanmıştı ve yola çıkmaya hazırlardı. Yola çıktılar. Yoldayken garip garip patlamalar oluyordu ama endişe edilecek kadar büyük değillerdi. Ken’in içine bir korku düştü.” Ya Kyoko teklifimi kabul etmezse korkusuydu bu” eğer Kyoko teklifini reddederse Ken hayatındaki en değer verdiği insanı kaybedecekti. Olumsuz düşünmeyi bırakıp okul gezisini düşünmeye başladı. Okul gezisinde kalacakları otele vardılar. Odalar ve kalacakları çiftler önceden belirlenmişti erkekler,erkeklerle,kızlar,kızlarla kalacaktı. Ken’in oda arkadaşı ise Aoki’ydi. Eşyalarını yerleştirirken Ken’e birşeyler söyledi. Aoki: Nasıl bir teklifte bulunacaksın? Çok sade olmamasına dikkat et Ken: Nasıl olup olmadığı önemli değil benim teklifimi kabul etmesi yeter Aoki: Kızlar şaşalı tekliflerden hoşlanır şaşalı bir şekilde etsen güzel olur aslında Ken: Onu otelin merdivenlerine çağırıp orada teklif etmeyi düşünüyorum sade olabilir ama aklıma gelen tek şey bu Aoki: Böyle olacağı belliydi. 10.Sınıfların en zeki öğrencisinin aklına derslerden başka birşey gelmez. Teklif yapmayı nereden bilsin.Neyse sana bir kaç birşey önerebilirim. Ken: (sert bir ses tonuyla) İşime karışma AOKİ ! Aoki: ( yumuşak bir ses tonuyla gülerek ) Tamam tamam sakin ol Eşyalarını yerleştirip üstlerini değiştirdikten sonra yemeğin yenileceği kata indiler. Yemekten sonra Ken Kyoko’yu otelin 3. katındaki merdivenlerine çağırdı.Kyoko Ken’den birazcık daha erken geldi. Birden o katta bir patlama yaşandı. Patlamanın sebebi Ülkenin en büyük mafya çetelerinden olan FREEDOM VE BLOODSHED Liderlerinin dövüşüydü. Dövüşleri bu otele kadar sıçramıştı. Kyoko savaşlarının ortasında kaldı. Polis otelin içindeki tüm öğrencileri tahliye ediyordu Aoki ve Ken de tahliyelilerin arasındaydı. Ken ve Aoki Kyoko’nun tahliye edilen öğrenciler arasında bulamadılar ve etrafta aramaya başladılar.Bir süre sonra tekrar bir araya geldiler Ken: Hiçbir yerde yok bulamadım lanet olsun. Aoki: Bende bulamadım ama merak etme polis onu da tahliye etmiştir endişelenme Ken: Umarım öyledir Bir süre sonra polis içeriye tahliye olamayan varmı diye kontrol etmeye girdi herkes tahliye olmuş gibi görünüyordu. Polis telsizinden bildirimler geldi: 1.Polis grubu:Burası temiz 2.Polis grubu:Burasıda temiz 3.Polis Grubu: Burasıda temiz Amirim Amir:Anlıyorum çok şükür herkes tahliye olmuş Aniden… 4.Polis grubu: Amirim FREEDOM Lideri Kido Burada Bir Kızı Öldürmüş ve şimdi gidiyor !! Amir: Ne ? Durdurun onu çabuk olun !! 4.Polis Grubu: Malesef bir kızı öldürmüş elimizden kaçırdık !! Amir: Lanet olsun. Kızın adı ne ? ! 4. Polis Grubu: Ölen kızın adı TADOKORO KYOKO ! Ken: (ağlamaklı bir ses tonuyla) Ne ? Ken anne ve babasının ölümünden sonra onu yeniden hayata bağlayan insan olan Tadakoro Kyoko’yu da kaybederek umutsuzluğa kapılmıştı. Artık eski Ken’den bir eser yoktu. 2. Bölüm Kyoko’nun öldüğünü öğrendikten sonra Ken hayatla bağlarını koparmıştı. Hayatta tek değer verdiği varlığını kaybeden Ken’i bekleyen tek şey umutsuzluktu.Ken artık neden yaşadağına bile anlam veremiyordu Kyoko’nun kendisi yüzünden öldüğünü düşünüyordu.Ken’in tek düşündüğü şey Kyoko’nun olmadığı bir dünyada kendisinin de olmaması gerektiğiydi.Bu düşünceler arasında kaybolup giderken kapı sanki Ken’in hüznünü betimlercesine çaldı. Gelen Aoki’ydi. Aoki: Selam.Müsaitmisin girebilirmiyim? Ken: Geç Aoki: Direk konuya gireceğim ne yapmayı planlıyorsun? Amacın nedir? Kyoko’nun intikamını almadan böyle oturarak ölmeyimi bekleyeceksin? Sen böyle birimisin ? Ken:( :(((((ğırarak ağlarcasına) Ne intikamı Kyoko benim yüzümden öldü, eğer o gün onu o merdivenlere çağırmasaydım bunlar başına gelmeyecekti ve hala yaşıyor olacaktı hepsi benim hatam. Yaşamayı haketmiyorum. Hıh zaten hiçbir zaman haketmemiştim . Aoki senden en iyi arkadaşın olarak bir istekte buluncağım. BENİ ÖLDÜR ! Aoki: Neler saçmalıyorsun sen Ken. Kyoko’yu FREEDOM’un pislik patronu öldürdü senin hiç bir suçun yok. Tek yapmamız gereken Kyoko’nun intikamını almak başka birşeyde değil eğer Kyoko’nun intikamını aldıktan sonra tekrar seni öldürmemi istersen.En iyi arkadaşın olarak seni öldüreceğim sana söz veriyorum. Ama şimdi ölemezsin şuan tek yapman gereken Kyoko’nun intikamını almak. Ken: (Doğrulur,Şeytani bakışıyla ve tüyler ürpertici bir ses tonuyla) Planını anlat Aoki o herifleri geberteceğim Aoki: İşte benim tanıdığım Ken budur. Planım onları içlerinden yok edip geberteceğiz. Ken: O nasıl olacak Aoki: Orasını ben halledeceğim. Babam polis olduğundan istihbaratım kuvvetli. Babamın dediğine göre yerlerini bildikleri halde oraya adımlarını atmaya korkuyorlarmış. Nedeni henüz bilinmiyor ama baskına tenezzül bile edilmiyormuş. Biz o yere gideceğiz ve onlara katılmak için geldiğimizi söyleyeceğiz. Ken: Bizi almaları için ne yapacağız bizi oraya sokmazlar. Aoki: FREEDOM mafyası güçlü olanları her zaman kabul eder ne tür insan olursa olsunlar böyle bilinirler. Senin gücünü çok iyi biliyorum Ken sende benim gücümü biliyorsun. Oraya giremememiz için hiç bir sebebimiz yok. Onlara katılıp içlerinden yok edip köklerini kurutacağız. Ken: Neredeler? Aoki: Tokyo 22. bölge Yer altı tapınağı. Ken: Gidelim Ken ve Aoki küçüklüklerinden beri Kılıç kullanma konusunda eğitim görmüşlerdi. Ve artık kılıç kullanmakta usta olmuşlardı. Kyoko’nun ölümü bir kılıcın kalbine saplanmasından daha beter bir acı vermişti kalbine. Ve artık hiç bir şey kıramazdı Ken’in Soğuk Kalbini. FREEDOM’un kaldığı üyelerin yerine gelmişlerdi. Tam yer altına inecekken onları 2 kişi karşıladı. İçlerinden biri “Siz 2 delikanlı ne yapıyorsunuz burada hadi evinize buraya girmenize izin yok” dedi Aoki: Biz FREEDOM a katılmak için buraya geldik. ne yapmamız gerekiyor. “FREEDOMA Katılmakmı sizmi şakamı yapıyorsunuz yoksa gerçekten delirdiniz mi eğer 2 dakika içinde buradan gitmezseniz pişman olursunuz. Ken: (korkunç bir ses tonuyla) FREEDOM’a girmek için siz 2 nizi öldürmem gerekiyorsa bunu zevkle yaparım. FREEDOM Üyelerini sanki üstlerine bir şeytanın eli deymiş gibi bir korku salmıştı. Kıllarını bile kıpırdatsalar ölecekleri hissi tüm vücutlarını kapladı. Tam ken saldıracakken ağaçların arasından biri çıkıp. “ Neden bu genç delikanlıları denemek için içeri kabul etmiyoruz size de uyar değil mi ? Ken: Başları sen misin ? Kız: Sana bunu düşündüren nedir ? Ken: Güçlüsün diyip saldırır. Julie Ken’in saldırısını kendi kılıcıyla durdurur ve bir anda Ken’in arkasına geçer. Kılıcını saplayacakken Ken o saldırıdan rahatça sıyrılır. Ken tekrardan saldıracakken Aoki Ken’e durmasını söyler. Ken: ( kızgın bir ses tonuyla ) Durmam için bir sebep söyle Aoki Aoki: Şuan savaştığın kişi FREEDOM Mafyasının en güçlü 10 üyesinden biri olan Julie Ukumi.Bence bu kadar dövüşmeniz yeterdi değilmi Julie-san Julie: (Gülerek) Uzun zamandır dövüşmemiştim bu iyi geldi Delikanlı. FREEDOM’a katılmak isteme sebebinizi öğrenebilir miyim ? Ken ve Aoki aynı anda… “İNTİKAM” Julie: Güzel bir sebebiniz var peki neden ve kimden intikam almak istiyorsunuz. İntikam dediğiniz şey ağzınızda oyuncak olacak türden bir kelime değil bunu iyi bilmelisiniz. Ken daha fazla konuşmak istemedi ve Aoki devam etti.”bir mafya patronundan intikam almak istiyoruz sevdiğimiz bir arkadaşımızın katili oldu bu yüzden güç arıyoruz ve sizin bize güç bahşedebilecek bir mafya çetesi olduğunuzu biliyoruz bu yüzden buraya geldik.Bizi kabul edecek misiniz ?. Julie: Pekala. Sizi sevdim güçlü ve akıllısınız ancak mafyamız ihaneti hiç sevmez. Eğer bize ihanet edecek olursanız… BİZ SİZİ ÖLDÜRMEDEN GİDİN VE KAFANIZA SIKIN (JULİE TÜYLER ÜRPERTİCİ BİR KONUŞMAYLA KEN VE AOKİYİ ÇETEYE ALDI GELECEK BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE) 3.Bölüm Julie, Ken ve Aoki yi güçlerini test edip kabul ederek çeteye kabul etti.FREEDOM’un gerçek yüzü Ken ve Aoki çeteye katıldıktan sonra belli olacaktı.Julie,Ken ve Aoki tapınağa adımını attıkları anda yayılan o iğrenç kan kokusunu aldılar. Aşağıya doğru indiklerinde onları 2 kişi karşıladı. Bunlar Julie’nin sağ ve sol kollarıydı. Sağ kolu, İri yarı, yapılı vucudu ve korkunç yüzü ve bakışlarıyla İsao Fugiki, Sol kolu,Uzun boylu uzun saçlı sevecen bir tavrı olan Yasuhiko Zentaro. Julie içeri girdiğinde yanlarında belirerek konuşmaya başlarlar. Fugiki: Yanınızdaki 2 kişi yeni üyeler mi Julie-sama Julie: Evet bugun aramıza yeni katıldılar Zentaro: Sizin pek yeni üye kabul ettiğiniz görülmez Julie-sama nedir bunun sebebi ? Julie: (Gülecen bir tavırla) Güçlüler. Fugiki: Güçlüler demek. Zaten sizin ilginizi çekebildiklerine göre güçsüz olmaları imkansız Zentaro: Peki katılma sebepleri nedir Julie-sama ne istiyorlar? neyi arzu ediyorlar ? Julie: (yine gülecen bir tavırla) İntikam Zentaro ve Fugiki Aynı Anda “ oo İntikam Demek peki neden ve kimden intikam almak istiyorlar” Julie: Ken’in sevdiği bir kız arkadaşı Bir mafya patronu tarafından öldürülmüş onun intikamını almak için bize katıldılar. Zentaro: Bir şırpıntı için intikam mı almak istiyorlar hıh güleyim bari. Ken yavaş adımlarla Zentaro’nun yanına yaklaşarak kulağına birşeyler fısıldar. “Eğer bir daha Kyoko hakkında kötü birşey söylersen seni öldürürüm” Zentaro ve Fugiki Ken’den yayılan öldürme hissini sezdiler ve saldırmaya hazırlandılar. Tam o anda Aoki… Aoki: (Gülerek) Hadi ama Ken bu kadar çabuk galeyana gelme onlar Kyoko’yu daha tanımıyorlar bu yüzden böyle bir şey dediler sakin ol. Ken: Sen nasıl böyle sakin olabiliyorsun Kyoko’ya Şırpıntı dediler Aoki: Evet duydum ama sakin olmalıyız. Daha yeni tanıştık sorun çıkarma bir daha da böyle bir şeye kalkışacaklarını sanmıyorum. Ama eğer bir daha böyle bir söz duyarsam… (ŞEYTANİ BİR BAKIŞLA) O ikisinin kellelerini sana kendi ellerimle teslim edeceğim. (Gülerek) Şimdi sakin olmalıyız değilmi ? Zentaro ve Fugiki içlerinden “ Çift kişilikli demek dikkatli olmalıyız” diye düşündü Julie araya girerek şimdi yapacağımız şey size FREEDOM’un En güçlü 10 üyesini tanıtmak olacak. 10 dan 1 e doğru başlıyorum. 10.üye: Yoshino Yayoi Cinsiyet: Bayan Benim ve sizin gibi bir kılıç ustasıdır Gerçekten Güçlüdür kolay kolay sinirlenmez ve pek kimseyi takmaz. Ama iş dövüşe geldiğinde dünyadaki en merhametsiz insandır. 9.Üye: Hiromitsu Naoto Cinsiyet: Erkek Pek ortalıkta dolaşmaz. Genellike patron çağırdığında gelir Dünyadaki en iyi suikastçilerden biridir. 8. Üye: Hidekata Ayumu Cinsiyet: Erkek Gösteriş yapmayı sever. Bir sihirbazdır. ama bu sihirlerini nasıl yaptığını kimse öğrenemedi. Dünyanın en iyi sihirbazıdır. 7. Üye: Hanaye Au Cinsiyet: Bayan İyi kalpli biridir insanlara yardım etmeyi sever. Neden FREEDOM a katıldığını kimse bilmiyor.Yeteneği ise Şifa. Bir insan ne kadar ağır yaralı olursa olsun onu iyileştirebilir. Ama kullanan kişiye bir yan etkisi varmı bilinmiyor 6. Üye: Ben yani Julie Ukumi Cinsiyet: Bayan Bende sizin gibi bir kılıç ustasıyımdır beni zaten tanıyorsunuz Diğer 5 üyeye gelirsek bu kişilerin yüzlerini ve yeteneklerini sadece Patron biliyor bizlere sadece isimleri ve cinsiyetleri söylendi. Bu kişiler olağanüstü güçteler. Onları yenebilecek birileri henüz varolmadı. Sana isimlerini ve cinsiyetlerini söyleyeyim 5. Üye: Arata Itsuki Cinsiyet: Erkek 4. Üye: Yoshiaki Zen Cinsiyet: Erkek 3. Üye Tomiko Anzu Cinsiyet: Bayan 2. Üye: Chokichi Hajime Cinsiyet: Erkek ve bu kişilerin içinde 1. olan Patrondan sonra en büyük yetki ve güce sahip 1.ÜYE: Mikazuki Saika Cinsiyet Bayan Evet tüm üyeleri tanıdığımıza göre başka birşey kalmadı. Bir sorunuz varmı Ken ayağa kalkar ve o çarpıcı sorusunu sorar. EĞER 10 ÜYEDEN BİRİNİ ÖLDÜRÜRSEK YERİNE GEÇEBİLİYORMUYUZ ? (bu sorudan sorna Julie , Zentaro ve Fukigi şok içinde gelecek bölüm neler olacak ?) 4.Bölüm Ken’den herkesi şaşırtan bir soru gelmişti.Hiç kimse böyle bir şey beklemiyordu Ken’in aklından ne geçiyordu. O sırada Aoki de bu tüyleri diken diken eden soruya katıldı. Aoki: (Şeytani bir gülümsemeyle) Evet Julie-san eğer en güçlü üyelerden birini öldürürsek yerine geçme şansımız varmı. Zentaro: Siz aklınızı mı kaçırdınız ? Ne dediğinizin farkında mısınız ? Aoki: Gayet farkındayız. Biz buraya güç için katıldık ve gücü bu şekilde bulabileceğimizi düşünüyoruz.(aynı gülümsemeyle) Bir itirazınız mı var. Aoki’nin bu sözlerinden sonra Zentaro’nun dili tutulmuştu ne diyeceğini bilemiyordu daha önce böyle bir varlıkla karşılaşmamıştı.Bu soruya nasıl bir cevap verilebileceğini bilemiyordu. Julie gülerek Julie: Ahahaha Siz gerçekten çok İlginçsiniz.İyiki sizi aramıza almışım . Sorunuza cevap verecek olursak. Evet onların yerini alabilirsiniz.Tabi ki ÖLDÜREBİLİRSENİZ Ken: Bunu duyduğuma sevindim. Sizde En Güçlü 10 Üye’nin arasındaydınız değil mi ? Julie: (gülümsemeyle) Evet öyleyim. Ken: (Şeytani bir bakışla) Aramaya gerek kalmayacak demek.Yerinizi almam için seni öldürmem yeterli mi ? Julie: Evet. Tabi yapabilirsen. Ken saldıracakken . Zentaro ve Fugiki Julie’nin önüne geçti ve Zentaro bir şeyler söyledi “Bir şırpıntının intikamını almak iç--” lafının devamını getirmeden Aoki kılıcı ile Zentaro ve Fugiki’nin kellelerini bedenlerinden ayırdı ve şeytani bir bakışla bu sözleri söyledi. “SİZE EĞER BİRDAHA KYOKO’YA ŞIRPINTI DERSENİZ SİZİN KELLENİZİ ALACAĞIMI SÖYLEMİŞTİM” dedi.Daha sonra Zentaro ve Fugiki’nin kellelerini yerden alıp Ken’e doğru yürüdü ve kelleleri Ken’e doğru uzatıp. Gülümseyerek. “Buyur Ken. Eğer bir daha Kyoko’ya şırpıntı derseler.Sana kellelerini kendi ellerimle getireceğime dair söz vermiştim” dedi. Julie ne olduğunu anlayamadan herşey bitmişti.Kılıcını çekip Aoki’ye doğru koşmaya başladı. Tam saldıracak iken Ken kendi kılıcı ile Julie’yi durdurdu. Ken: Senin dövüşün benimle bayan Julie: Siz benim adamlarıma bunu nası yaparsınız ikinizde buradan sağ kurtulamayacaksınız size bu yaptığınızı ödeteceğim Ken: Çok fazla çene yapıyorsun bayan. Ben pek fazla konuşmayı sevmem. Kılıçlarımızla konuşmak ister misin. Julie: Seni adi herif Ken ve Julie arasındaki dövüş başladı.Kılıçlarını çok hızlı sallıyorlardı.Julie bir hışımla Ken’in arkasına geçti ve kılıcını Ken’e geçirmeye çalıştı. Ken sağa doğru adımını attı. Julie’nin saldırısı boşa gitti.Bundan yararlanan Ken kılıcını Julie ye saplamaya çalıştı.Eliyle yere tutunan Julie’ Ken’e tekme atmaya çalıştı. Ken Julie’nin bacağını kılıcıyla kesti.Julie acıyla kıvranırken Ken acımasızca kılıcını Julie’nin kalbine sapladı. Julie sonuna yakındı.Ölmeden önce Zentaro ve Fugiki’ye dermişçesine”Lanet olsun. İntikamınızı alamadım çocuklar.Hepsi benim güçsüzlüğümden oldu.Merak etmeyin yanınıza geliyorum.” Sonra Aoki ve Ken’e dönerek “Sizi affetmeyeceğim bunu bilin. Ama umarım siz intikamınızı alırsınız. Lanet olsun” son sözlerini söyledikten sonra hayata veda etti. Julie öldükten sonra Aoki ve Ken nasıl Julie’nin yerine geçtiklerini nasıl anlayacaklarını düşünürlerken bir telefon sesi duyduydular. Ses Julie’den gelmekteydi.Ken eğilerek Julie’nin telefonunu cebinden aldı ve açtı. Arayan kişi Ken’le konuşmaya başladı. ……:Merhaba,Kıtamura Ken Julie’yi öldürdük demek. Ken: Evet. Sen kimsin. Kido: Ben, FREEDOM Lideri Kido. Seni yeni 6. Üye olduğun için tebrik ederim. Tüm üyelere tanıtacağım bu yüzden telefonda kayıtlı olan adrese gelmeni istiyorum. Yanındaki arkadaşınla birlikte gelirsen sevinirim. Ken: Geliyoruz… Ken ve Aoki telefondaki adrese doğru yola çıktılar. Bu sırada Kido ve FREEDOM’UN En güçlü 5 üyesi ile toplantıdaydılar. Kido: Yeni üyemizle tanışmak için can atıyoruzdur umarım. Tomiko Anzu: Bu toplantıya beşimizden başka birisini çağırdığınız hiç olmamıştı Kido-sama. Chokichi Hajime: O ikisiyle baya ilgilisiniz bakıyorumda. Kido: Senin gözlerinden hiçbir şeyde kaçmıyor Hajime-kun. Ama malesef tek ilgili olan ben değilim. O 2 üyemizi uzun zamandır tanıyan biri var aramızda .(Gülümseyerek) Değilmi Saika-chan (Kido, Ken ve Aoki’yle neden bu kadar ilgiliydi ve Mikazuki Saika onları nereden tanıyordu ??) 5. Bölüm Kido Ken ve Aoki’yi GÜÇLÜ 5 Lİ ‘nin toplantısına çağırmıştı.Bu onlarla ilgilendiğinin bir kanıtıydı.Aoki gitmeden önce Ken’e dikkatli olmaları gerektiğini ne olup ne biteceğini kestiremediğini söyledi.Ama bunları Ken’e söylemek çok anlamsızdı. Yüreğindeki ateş her tarafını yakmıştı onun artık ne olacağını önemsemiyordu.Tek istediği çok sevdiği Kyoko’nun intikamını alarak onu huzura kavuşturmaktı. Toplantının olduğu yere geldiklerinde önlerinde hiçbir şey yoktu.Ken telefonu eline alıp arayacakken birden önlerinde bir bina belirdi. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı.Hiçbir şey yokken önlerinde böyle bir şeyin olması onları şaşırtmıştı. Binanın kapısının önünde bir kişi bekliyordu.Birden Ken ve Aoki’ye yürümeye başladı.Bundan tedirgin olup kılıçlarını çektiler. Ama durum beklediklerinden farklıydı.Üstlerine doğru yürüyen kişi başını eğerek. “Hoş geldiniz Ken-sama Aoki-sama ben sizi toplantıya götürecek olan Belgamil sizinle tanıştığıma memnun oldum” dedi.Ken ve Aoki tedirginliklerini üstlerinden attılar ve kılıçlarını kınlarına koydular.Belgamol kafasını kaldırarak”Lütfen beni takip edin sizi toplantının olduğu yere götüreceğim” dedi ve binanın içine girdi.Yeni 6. ve yoldaşı da onu takip ederek arkasından binanın içine girdiler.Toplantının olduğu yere geldiklerinde Belgamil “Bundan sonrasına siz devam edebilirsiniz. Görüşmek üzere”diyerek birden gözden kayboldu. Ken ve Aoki kapıyı açıp içeri girdiler.Girdiklerinde Aniden 2 kişi tüm kana susamışlığı ile 2 sine saldırdı.Aoki ve Ken saldırılarını son anda fark edip güçlükle durdurular. Aoki: (gülümseyerek) Bu kadar ani gelmenizi beklemiyorduk. Keşke biraz ısınsaydık rica etsem kim olduğunuzu sorabilirmiyim. Chokichi Hajime: FREEDOM En güçlü 2. üye Chokichi Hajime Tomiko Anzu: FREEDOM En güçlü 3. üye Tomiko Anzu. Memnum oldum.Sizin gücünüzü test ettikte biraz.Saldırımızı karşıladığınıza göre iyi gibisiniz.Ama karşılamamanızı isterdim. (Şeytani bir bakışla ve sert bir konuşmayla) Sizi ellerimde öldürmek en çok istediğim şeydi Lanet olasıcalar.(Gülümsemeyle) Malesef olmadı. Neyse boşverin. Ken: Sizin deneme tahtanız olduğumu sanmıyorum. Eğer o pis ayaklarını kılıcımın üzerinden çekmezsen seni öldürürüm. Chokichi Hajime: Hayal kurma yumurcak.Böyle birşey olmayacak.Ama ölmek istiyorsan bunu hemen şimdi yapabilirim. Ken: Denemek istermisin ? Kido sert bir ses tonuyla: Yerlerinize geçin Hajime, Anzu Tomiko Anzu: Tabikide Kido-sama Hajime:(iplemeyen bir tavırla) Tamam Kido: Arkadaşların kusuruna bakmayın.Çok arkadaş canlısılar bu yüzden yeni arkadaşlarını biraz tanımak istediler. FREEDOM 5 Lisi toplantısına ve FREEDOM a hoşgeldiniz.Ben Kido FREEDOM un Lideriyim. Diğer arkadaşlarımızı zaten tanıyorsunuz. Sizi neden buraya çağırdımı sormak isterseniz. Sizinle ilgileniyorum.Gerçek gücünüzü umarım bana birgün gösterirsiniz.Asıl konumuza gelirsek burada sizi tanıyan bir arkadaşımız var. Sizinle konuşmak istiyor diyecekleri varmış. Söz senindir Saika-chan Mikazuki Saika: Beni hatırladınızmı ? Ken ve Aoki hayatlarındaki hiç birşeye bu kadar şaşırmamışlardı.Aynı anda ağızlarından bu isim çıktı KYOKO CHAN ? ? ? Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin iyi yada kötü tüm yorumlarınız benim için önemlidir seriyi bırakmayacağım ve devamını getireceğim
  3. Özürle başlamak isterim sözünü verdiğim türleri tam kullanamadım komedi şeklinde yazmakta pek iyi değilmişim malesef onun yerinede farklı bir tür eklemedim şimdilik bu konularla yazabilirsem gelecekte belki daha farklı türlerle ilgili aklıma fikirler gelebilir umarım beğenirsiniz. Her türlü eleştiriye açığım, kırıcı olmamak koşuluyla tabi, iyi okumalar. "Siyahın olduğu yerde beyaz, aydınlığın olduğu yerde karanlık, gecenin olduğu yerde gündüz, iyinin olduğu yerde kötü... Geçmişte vardı, şimdide var ve gelecekte de eminimki olacaktır. Başkaları seni nasıl görürse görsün, doğru olanı yaptığından emin ol ve..." Çarpışmanın ortasında bir saniyeliğine tam olmasa da bu sözleri hatırladı. Aklından kendi kendine konuşuyordu Şu an neden burdayım ki... Hayır öyle değildi, burda olmalıydım çünkü... Nedenini bilmiyordu sadece karşısında ki gençle mücadele ediyordu. Kendi yaşlarındaki bu adam kimdi ? Neden şu an onunla savaşmaktaydı ? Şu an bulunduğu kale neresiydi ? Dışarısı gözükmüyordu, kalenin iç kısımlarında olduğunu farketti. Hafızası bulanıktı. Hatırlamak istiyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Gözü etrafında ki cesetlere takıldı, burada ne olmuştu ? Bütün bunları düşünürken şu anda yapması gereken tek bir şey olduğunu farketti, hayatta kalmalıydı. Etrafında ölmüş kişiler ya da şu an karşısındaki kişi kim bilmiyordu, hatta neredeyse umursamıyordu "Görüşmeyeli paslanmışsın sanırım, kendimi tutmasam çoktan ölürdün galiba" "Kimsin sen ? Burada ne oldu ? Neden seninle savaşıyoruz ?" "Ah ah, demek hala hatırlamıyorsun ? Acaba seni fazlamı zorladım ?""Patla!" Büyük bir patlamayla yan duvarı tamamen yoketmişti. Karşısındakine saldırmaya çalışıyordu. Neden sonra farketti, ikiside hızlıydı, darbeleri fazla yıkıcı etki yaratıyordu.Bunları nerede öğrenmişti, nasıl yapabiliyordu ? Umursamadı. Saldırılarına devam etti. İkiside sert darbelerden kaçıyor, birbirlerine tekrar saldırıyordu ancak neredeyse karşındaki gence dokunamamıştı bile. Belinde bir kılıç olduğunu farketti, kınından çıkardı. Kılıcı simsiyahtı, neden sonra farketti üstündekilerde simsiyahtı, karşısındaki ise bembeyaz giyinmişti, saçları bembeyazdı , onunda kılıcını çıkardığını gördü kılıcı da bembeyazdı. Bu adamla arasındaki bağlantı neydi ? Onu daha önceden tanıyormuydu ? "Heee ? Demek biraz daha oynamak istiyorsun öyle mi ?" "Neden bahsettiğin ya da kim olduğun hakkında bir fikrim yok, sadece bu işi hızlıca bitireceğim." bitirmek mi ? Neyi bitirmekten bahsetmişti ? Hala hafızası bulanıktı. Dışardan sesler geliyordu, seslere bakılırsa dışardada büyük bir savaş döndüğü aşikardı. Yıkılmış duvardan içeri birisi girdi, bir kızdı. "Leo, gitmemiz gerek acele et!" Kızı gördü, "Tamam, Kizuna! Biraz daha dayanın!" Tamam mı ? Neden cevap vermişti, ismi Leo muydu ? Bu kızı tanıyormuydu ? Neden ismini biliyordu ? Dışarıda neler oluyordu ? Düşünmek istediği çok şey vardı, ancak şu anda karşısındakiyle ilgilenmeliydi. "Hahahaa karşında birisi varken nereye baktığını sanıyorsun sen!" Kafasını geri çevirdiğinde neredeyse aralarında 30 santim vardı, kılıcının geldiğini gördü bu darbeyi savuşturamayacağını hissetti yinede kenara atıldı. "Hmmm, hatırlayamasan bile yeteneklerin hala seninle, şanslı p..","Yinede o küçük kesik bile iş görür." Kesik mi ? Sol koluna baktı, derin olmasada kesilmişti. "Beyaz Akım!" Başına sert bir ağrı girdi. Dengesini kaybetti, görüşü bulanıklaştı, nefes alamıyor gibi hissediyordu. Tüm bunlar kolunda ki küçük kesikten mi olmuştu ? "Hahaha doğrusu bu kadar hızlı biteceğini düşünmemiştim, eh naparsın sanırım buna kader diyebiliriz değil mi ?" karşısındaki gençten bu sözleri işitti."Atıl!" Gencin elindeki kılıçla kendine hızla geldiğini gördü ancak kıpırdayamadı, sanki bedeni onu kabul etmiyor hareket etmesine izin vermiyordu. Keskin bir acı hissetti. Kafasını eğdi göğsündeki kılıcı farketti, kılıcın girdiği yerden oluk oluk kan akıyordu, acıyordu, daha önce böyle bir acı hissettiğini hatırlamıyordu.Hissettiği acı net düşünmesini engelliyordu, ne yapmalıydı ? Hiçbir şey hatırlayamıyordu ve şu an ölmek üzereydi. Nasıl bir saçmalıktı bu ? Göğsündeki kılıcın çıkışını hissetti, çok daha acı vericiydi. Dizlerinin üstüne çöktü, yere yığıldı. Görüşü kararmaya başladı. "Savaşımız burada son buluyor gibi, beni dahada eğlendirirsin sanmıştım ama neyse, söylemek istediğin son bir şey var mı ?" canı yanıyordu, hatırlayamasa bile bu adamla bir geçmişlerinin olduğunu farketti. Birinin bağırdığını duydu, "Leo, LEO!" birinin ona koştuğunu gördü, saçları kızıldı, az önceki kızdı, kimdi bu kız ? Onu nereden tanıyordu ? İçinde bir soğukluk hissetti, sanki yeni doğmuş ancak yaşamaya fırsatı olmadan ölüyormuş gibi geliyordu. Odaya 3 kişinin daha girdiğini gördü, birilerinin konuştuğunu duydu, "Götürün onu, dışarıdakilere de söyle geri çekiliyoruz!" "Bu kadar gelmişken geri mi çekileceğiz !? Böyle bir fırsatı bir daha bulamayabiliriz!" "Şu an ölüyor farkında mısın bilmiyorum ?" "Bu konuyu daha sonra mutlaka konuşacağız!!" "Bencede bu konuyu sonra konuşun aksi taktirde sonunuz onunkinden farklı olmayacak, hahaha!" O üçlünün beyazlar içindeki adama saldırdığını gördü. Birinin onu kavradığını hissetti, canının acımadığını farketti ya da acıyor muydu ? Bedenini hareket ettiremiyordu. Hem hiçbir şey bilmiyor hem de olayları anlayamıyordu. Ne kadar acı vericiydi. Bomboş bir zihinle, tek başına, acı içinde ölmek. Gerçekten böyle bir şekilde, daha hiçbir şey başlamadan biticek miydi ? Gözlerini kapattı. Hayatta kalmalısın, henüz yapman gerekenler bitmedi...
  4. <<Kitap kapağı, yazım tarzı, konu tamamen bana aittir.>> Bisca - 0,1 "Ruhsuzlar, dünyayı ele geçireli kaç yıl oldu, Jason?" Sıska bedeni, korkuya teslim olmuştu sanki. Yürürken, her yeri kolaçan ediyordu birde. Bisca, Jason'un korkusunu anladı ve sırtından sımsıkı sarıldı. "Of Jason, amma korkak çıktın. Alt tarafı Derin Orman'dayız!" Jason, kendisiyle dalga geçildiğini anladı, Bisca'nın kafasına hafifçe vurdu. "Evet, ruhsuzların olduğu dünyanın ortasındayız şu an." Bisca'yı görmemezlikten gelip yürümeye devam etti. Bastığı dallardan çıkan ses, kulaklarını tırmalıyordu. Jason, uzun saçlarını kulağının arkasına atıverdi. Bisca, dikkatlice saçlarına baktı. "Jason, saçların beyazlıyor galiba." Diyerek her erkeğin korktuğu tepkiyi sergiledi. "Daha saçlarımın beyazlaması için çok erken!" Bisca sırıttı. "Siyahların arasından çok belli oluyor. Hehe, yaşlanıyorsun!" Jason, daha fazla konuşmadan normal ağaçlardan iki kat daha büyük ağaçlara baktı. "Astgrad'a erişemezsek ruhsuzlar kokumuzu alabilir." Bisca, al dudakları ile gülümsedi. Esneyip, Jason'u takip etti. Çalılardan hışırtı sesleri gelince gardını aldı Jason. Her yer ağaçlık olduğundan görünmüyordu hiçbir şey. Bisca, rahatındaydı. "Çok korkuyorsun Jason. Senin kız arkadaşın olmama rağmen, senden daha cesurum!" Diz kenarındaki kından hançeri çıkarıp çalılara fırlattı. Bir şeye saplanmıştı sanki. Evet, evet. Saplanmıştı. Bisca, saplandığını anlayınca iki adım geri çekildi. Jason ise korkudan tir tir titriyordu. Sesler, her yerden gelmeye başlamıştı artık. Jason, dayanamayıp elindeki kılıcı yere attı. "Lanet olası kadın! Senin için hayatımı veremem ben." Diyerek tırıs adımlarla tersine doğru ilerledi. O da neydi? Etrafları sarılmıştı... Bisca, dizüstü düştü yere. "Bunlar, ruhsuzlar... Kaçamayız!" Jason, Bisca'ya küfürler saydırıp çalıların içinden kaçmaya çalıştı. İki-üç saniye sonra çığlıkları duyuldu. "Dur, bırak beni!" Bisca, korkmuş gözlerle sesin geldiği yere baktı. Sesler durdu, kara gözleriyle gökyüzüne baktı. "K-Kusura bakmayın kardeşlerim. Geri dönemeyeceğim..." Tüm yükünü bırakıp var gücüyle koştu. Onu takip eden ruhsuz ekibi, çok hızlıydı. Bisca kafasını arkaya çevirdiği an, siyah saçlarından tutulup fırlatıldı. Bir daha ayağa kalkamadı. Ağlıyordu. Fakat öleceği için değil, arkasında bırakacakları için. Sivri kulaklı, uzun burunlu bir ruhsuz gözlerinin önüne geldi. Ağzını açarak çürük dişlerini göstermiş oldu. Bisca'nın ak teni, kızıla boyandı. Ruhsuz, onu öldürünce tatmin oldu. Ayağa kalktı, uludu. Siyah teni kan olunca elinin tersiyle sildi. Dağlar, denize dik uzanmış güneşlenirken; Bisca'nın ruhu dünyadan gitmiş, bedenini bırakmıştı. Maceracılar, yüzünün hâlini görünce tüyleri ürpermişti. Güzel yüzü, ısırık ısırık parçalanmıştı... Roxas - 1 Yine bir rüzgâr geliyordu doruklardan. İnsanların nefret ettiği rüzgârdı bu. Ama bazıları da seviyordu esintisini, özgürlüğünü... Manzaraya sahip, iki dağ arasında kurulmuş bir şehre bakıyordu rüzgâr. Astgrad... Ne zaman kurulduğu, ilk insanların hangi ara geldiği gibi belirsiz, bencil insanlardan oluşan, bir şehirdi. Fakat sorunları vardı. Ruhsuzlar... Bir anda ortaya çıkmışlardı. Güçlü, güçsüz. İnsanların yaşamlarını çalıp bedenlerinden etlerini koparırlardı. Geride kalan kemikleri olurdu. Astgrad, kapana kısılmış gibiydi. Ruhsuzlar her an kapılarına dayanıp yaşamlarını isteyebilirdi. Ya da ölümüne onları korkutabilirlerdi. İnsanlar, özgür olmaya çalışmıyordu. Yedikleri yerde oturup hayal kurarlardı. Ama insanlık için didinen, hayatlarını maceraya adamış kişilerde vardı. Maceraperestler. Özgürce kanatlarını çırpıp uçan o insanlar kurtarabilirler miydi umutsuzları? Kollarından tutup çıkarabilirler miydi dibi olmayan çukurdan?.. ****** Roxas... Bozulmuş ve dar yoldan geçiyordu Roxas. Kulaklarına gelen ses onu huzursuz etmesine rağmen aldırmıyordu. Ömrü boyunca duyduğu şeylerdi onlar. Soğuktu insanlara karşı. Tek benimsediği şey maceraydı. Sevgisini yıllar önce kaybetmişti. Hatırladığı geçmişi ona acı veriyordu. İnsanlar toplanmıştı Büyük Meydanda. Hepsi bir yere bakıyor gibiydi. Roxas, merak içindeydi. Mırıltılar, sesler gelmeye başladı. "Xanxus'a meydan okuyup galibiyetle ayrılan kişiye yirmi altın mı? Keşke kölelerim olsaydı da üstüne salsaydım!" Roxas, daha da meraklandı. Uzaktan bakan adama yürüdü. Sesini değiştirip kapüşonunu yüzünü görmeyecek şekilde ayarladı. "Hey yaşlı adam! Bu olay nerede olacakmış? Bana bir açıklasan?" Yaşlı adam, sopasına daha da sıkı tutundu. Yüzüne bakmaya çalıştı. Tuhaftı. "Maceraperest misin çocuk?" Roxas, adama kısık kahverengi gözleriyle baktı. "Evet, maceraperestim. Haydi ama söyle bana!" "Kızıl Meydan'da olacakmış." "Saol yaşlı adam. Hakkın ödenmez!" Kızıl Meydana yol aldı Roxas. ****** Büyük bir alandı burası. Her ev farklı farklı dizayn edilmişti. Kocaman kütük ortaya koyulmuştu. Eskiden infaz alanıydı Kızıl Meydan. Kütük, kanı emmiş, kokusu ile yaşıyordu. Kimsenin umurunda da değildi burası. Gelip geçtiğine bakarlardı sadece. Büyük bir halka oluşturmuşlardı. Çizginin ve halatların ötesine adım atmak yasaktı. İçeride, Xanxus kapışıyordu. Karşısındaki çocuk; siyah saçlı olup, kötü bakan mavi gözlü biriydi. Zayıf, kılıç tutmayı bilmeyen fakat tutan biriydi. Xanxus, eğleniyordu onunla. "Hey çocuk! Elindeki oyuncak değil. Onu bırak ve çık buradan. Beni yenecek güç yok sende!" Yine de saldırdı. Xanxus, kara gözleriyle öldürmüştü zaten. Şakak noktasına ters bir tekme yedi. O acıyla yere düştü çocuk. Onu yere yapıştıran Xanxus, yakasından kaldırıp kalın iplerin dışına attı. Tüm insanlara göz gezdirdi önce. Son gücüyle haykırmaya başladı. "Var mı beni eğlendirebilecek? Güçlü kişiler varlığını benden gizlemesin! Korkularınız size hakim olduğu sürece kim varlığı adına savaşabilir ki?" Bir süre sustu. Aldı nefesini iri bedenine, salladı ağır kılıcını. O sırada rüzgâr, halatlardan atladı. Tüm gözler Roxas'ta idi. Herkes siyah, yıprak, kapüşonlu kıyafetine bakıyor, dalga geçiyordu. Xanxus, gözlerini çevirdi sıska bedene. Çıplak göğsünü şişirip kılıcını yerinden oynamış taşlara sapladı. Konuştu Roxas'la. "Hey! Zayıfların gelmesi sorun oluşturuyor benim için! Çık şuradan." Roxas, kapüşonunu çıkardı. Kahverengi saçları dalgalanıyordu esintiden. "Korkularım diyor ki: 'Bu adamın gücü seni incitemez'." Xanxus, dişlerini gıcırdattı. Konuşmasına devam etti Roxas. "Bence korkularım doğru söylüyor. Acemi..." Daha fazla dayanamadı. Kılıcını taşlardan çıkarıp bodoslama daldı üzerine. Kılıcını vargücüyle salladı. Roxas, biraz kenara çekildi. Kolayca sıyrılmıştı. Xanxus, kılıcını geri çekip karnını kesmeye çalıştı. Eğildi, çelmeyi taktı. Dengesini kaybeden Xanxus, uzaklara geri çekildi. Kılıcı düz tutup saldırmasını bekledi. Roxas, birkaç adım ileri gitti. "Kılıç tekniğin sıfır. Sen nasıl kendi üzerine yirmi altın koyabilirsin ki?" "Bunu bana, kılıç çıkarmayan biri mi diyor? Güldürme beni." Tekrardan saldırıya koyuldu Xanxus. Yavaş hareket ediyordu Roxas'a göre. Roxas, Xanxus gelene kadar pozisyonunu aldı. Biraz kamburlaştırdı kendini. Yere sıkıca bastı, hıphızlı ilerledi üstüne. Uçuyordu sanki. İzleyenler, derinden etkilenmişti hızından. Çakışacaklardı. Roxas, kendisini frenleyip gelmesini bekledi. Dimdik durdu bu sefer. Geliyordu, ağır ve sert adımlarla. Roxas, Xanxus'a baktı. Korkutucu gözleri, duygularını açığa çıkarmıştı. Tek istediği şey, onun koca bedenini yere düşürmekti... Son beş adım. Biri zaferin tadını çıkaracaktı. Diğeri ise yenilgisinin acı duygusunu. Ama dövüşün sonucu çoktan belli olmuştu. Yere düşmüştü. Roxas, Xanxus gelir gelmez ters tekmeyi şakak noktasına vurdu. Kılıcı ile beraber yerde yuvarlandı iriyarı adam. Sonunda durmuştu. Zar zor nefes alabiliyordu. Üstündeki şok, çok büyüktü. Yürüdü üstüne. Eğilip baktı yüzüne. "Kusura bakma ama yenildin. Biraz daha güçlen." Xanxus, alnından akan kanı fark etmeden, nefes nefese konuştu. "B-benim yıllardır üzerinde çalıştığım o tekmenin üstünde kaç yıl uğraştın?" Cevabı basitti. Kurnazca sırıtıyordu. "Hiç." Xanxus, donakalmıştı. Kınındaki silahı çıkarmadığına seviniyor, tanrıya şükrediyordu. Çünkü bu yetenekle kolayca öldürebilirdi. Anlamıştı rakibinin kim olduğunu. "Sen Soğuk Katil olmalısın! Küçük yaşında, tıpkı bana baktığın bakışlarla üç kişi öldürdün. Üstüne kız kardeşinin boğazını bıçakla doğradın." Roxas, ses çıkarmadı. Lanetler yağdı insanlar tarafından. Herkes, tek tek dağılmaya başladı. "Tıpkı efsane gibi!" Kahkahayla karışık ses tonuyla tekrardan açtı ağzını. "Kendi kardeşini öldürecek kadar aşağılık bir varlıksın. İnsanlar senden iğreniyor!" Ses daha da çoğaldı. Üzülüyordu bu duruma. Olayı anlamadan böyle düşünmeleri kalp kırıcıydı. Dışarıdan umursamaz olduğunu göstermesi, yüreğinin paramparça olmadığı anlamına gelmezdi. Dayanmasının ve hayata tutunmasının iki nedeni, geçmişinden kurtulmasını sağlayan kahramanı ve kardeşinin ağzından dökülen son sözlerdi. İnsanlardan tepki alıyordu. Roxas, kaşlarını çatıp buruşuk yüzle Xanxus'a döndü. Ayağını kaldırıp tekmeyi karnına bastı. Tekrar ve tekrar... Hırsını çıkarana kadar. Durdu. Kötü görünüyordu insanların gözünde. Herkesin nutku tutulmuştu zaten. Xanxus, ağzından akan kanı sildi zar zor. Roxas, Xanxus'un etrafında yürüdü. Orada kalan insanlar pür dikkat izliyor, herhangi bir olay olacak mı merak ediyorlardı. Yere yığılmıştı Xanxus. Soğuk Katil, etrafında yürürken konuştu biraz. "Kendini öldürtmek isteyen insanları sevmem ama istediklerini yapmak isterim. Fakat karşımdaki yenme ödülümü bana verene kadar, onu öldüremem. Ne de olsa buralara kadar boşuna yürümedim." Xanxus, altın kesesini çıkardı, uzattı. Roxas, hızlıca kaptı elinden. İçinden küfürler saydırdı yenilgiye uğrayan. Soğuk katil, her adım attığında insanlar korkup kaçıyor, kimse kalmıyordu. Halatların üstünden atlayarak bakındı etrafına. Küçük kız ona bakıyor, o da safça bakıyordu mavi gözlerine. Koşmaya başladı Roxas'a doğru. Masum masum bakıyordu. Bir adım daha atacakken ayağı takıldı ve yüzüstü düştü. Roxas içinden, "Ne yapıyor lan bu?" Dedi. Sonunda yanına varmıştı. Yakından daha masum ve tatlı görünüyordu. Dalgalı kızıl saçları, kırmızı teni ve mavi gözleri vardı. Beyaz gömleği, dizine kadar gelen etek onu daha da tatlı yapıyordu. "Merhaba yüce savaşçı. Adınızı öğrenebilir miyim?" Roxas, elini kafasına koyup okşadı. Yumuşacıktı saçları. Bıraktı, gülümseyerek baktı çocuğa. Kötü görünümünden eser yoktu. "İsmim Roxas. Sizin adınızı öğrenebilir miyim küçük prenses?" Küçük kız, kendisine prenses denildiği için sevinmişti. Tebessümle cevap verdi. "Lucy. Çok muhteşem dövüştünüz. Silahınızı çıkarmadan bitirdiniz. Sizin gibi bir insan, insanlığa çok büyük bir yararı olabilir. Fakat insanlar sizden neden nefret ettiğini duyunca kötü oldum. İyi biri gibi görünüyorsunuz. Kan dökmenizin bir sebebi vardır zannediyorum. Ne olduğunu sorabilir miyim?" Roxas, asık suratını saklayamadı. Mutsuzdu, çok mutsuz. "Söyleyemem. Kendimle beraber mezara götüreceğime and içtim." Lucy, al yanakları ile dudaklarını büzüştürdü. Yan gözle baktı. Konuşmasına devam etti Roxas. "Haydi ama! Bu benim küçük bir sırrım." Lucy, bir anda tiz sesiyle, heyecanla konuştu. "Güçsüz bir kızım. Ailem de yok, yapayalnızım. Acaba beni güçlü bir maceraperest yapabilir misiniz?" ****** Güneş; batıp tekrardan doğuyordu. Horozlar daha yeni ötmeye başlamış, Roxas, şehir kapısına doğru koşuyordu. Roxas, Lucy'nin söylediği kelimeleri kulağında duyuyordu. 'Ailem yok, yapayalnızım.' Duyduğu kelimeler, içini yakıyordu. Ailesi olmadığı hâlde, nasıl umutsuz olamıyordu? Aynı şeyleri yaşamıştı. Fakat ona elini uzatıp, oturduğu kuytu köşelerden kurtarmış olmasaydı hâlâ umutsuz olabilirdi. Belki de ölürdü. O parlaklığı aklının bir köşesinde kazılıydı. Onun sayesinde dövüşebildi, özgür olabildi. Şehir kapısının önünde duran kıza baktı. Koskocamandı kale kapısı. Paslanmış demirlerle, kilitli bir kapıydı. Açmak için bir altın, geçmek için bir altın verilirdi. Bu yüzden kapı bekçileri alınan vergiden kendisine pay bırakırdı. Sonuçta ölüm tehlikesi çok yüksek bir iş yapıyorlardı. Kapının önünde duran kızıl saçlı Lucy idi. Zıplaya zıplaya el salladı. "Usta!" Dedi tiz sesiyle. Roxas, onu sevmişti. Kız kardeşini hatırlatıyor, hayatına biraz olsun sevgi katıyordu. Doğru, kapı muhafızları, Roxas'ı en son ne zaman gülümseyerek görmüşlerdi? Koşa koşa yanına geldi Lucy. Yanına gelir gelmez bir tane fiske yedi alnına. Acıdan kıvranan Lucy, isyan etti. "Neden vurdun?! Ah, acıdı." Roxas, kıs kıs güldü. Kardeşine de böyle vururdu. "Lucy, insanlar daha uyanmadı. Uyandırırsan, sıkıntı çıkaracaklar." Lucy, kafasını evet anlamında salladı. Roxas'ın gururunu okşadı. "Tam da ustamdan beklenildiği gibi!" Roxas, kelimelerini umursamadan sırtındaki kılıflardan iki tane tahta kılıç çıkardı. "Dünkü konuşmamızı hatırlıyorsun değil mi Lucy?" Sorusuna, soruyla cevap verdi. "Eğitimden sonrası mı?" Roxas, beden dilini kullanarak onayladı. Minik kız devam etti konuşmasına. "Evet, hatırlıyorum. Bana verdiğin taktik değil mi?" "Bana sırasıyla tekrardan söyler misin?" Kız, anlam çıkaramadan söylediklerini yaptı. "Birinci sırada; silahını çıkarmadan rakibinin yeteneklerini gözle. İkinci sırada; defansif oynayarak bir anda agresifleş ki rakibin ne olduğunu anlayamasın. Üçüncü sırada ise eğer kendi canın tehlikedeyse geri çekilip, savaşı sonlandır." Roxas, alkışladı öğrencisini. Kafasını okşayarak, düzelttiği saçını bozdu. Lucy, kızıl saçlarını düzeltmeye çalışırken, bir yandan ustasını dinliyordu. "Doğru. Fakat üçüncü sıra bazen en önemlisi olabilir. Her ne kadar sıra önemliyse can güvenliği de önemlidir. Bunu dikkate al ve maceracı ol." Talim kılıçları çarpıştı. Rasgele sallıyordu Lucy. Roxas, savunma yapıyordu. Kafasına doğru gelen talim kılıcını, kılıcıyla savundu. Soğuk katil, açığını gördü. Savunmayı bırakıp, adeta Lucy'nin etrafında dönerek, arkasına geçti. Boynuna tuttu kılıcı. Her şey çok aniydi. Lucy, tekrardan başarısız olmuştu. Kılıcı elinden bırakıp sırtüstü uzandı yere. "Galiba başaramayacağım!" Diye sızlandı. Elini uzattı Roxas. "Bence başaracaksın küçük prenses." Elinden tuttu, yardımıyla kalktı ayağa. Kılıcını yerden alıp tekrar denedi. Tekrar, tekrar... Her defasında yorulsa da, o da özgürce uçup dünyayı keşfetmek istiyordu. Denizleri, toprakları, buzla kaplı dağları, çiçekleri, bitkileri... Yere düşmüştü. Kılıcına tutunup, kalktı tüm cesaretiyle. Dişlerini gıcırdattı. Harap olmuş yüzüyle baktı ustasına. Üstüne cesurca atladı. Kılıcını yukarıdan saldırdı. Tekrardan açık bıraktı. İçinden binbir türlü şey geçiyordu zavallı kızın. Ama çevik davranarak açığını kapattı. Ustasının gülümsediğini görünce gururlandı. Bu sefer sağdan saldırdı. Roxas, bir eli arkada diğer eli sürekli defansa oynuyordu. Sağdan gelen saldırıyı yuvarlak kabzasıyla engelledi Roxas. Hatta kılıcını çekmesiyle, rakibinin silahını yere düşürdü. Yine de pes etmedi kız. Geri çekildi. İçinden konuştu. "Mantığımı kullanırsam, onu yenebilirim!" Koşuyordu kalan gücüyle üstüne. Nefes nefese kalmış bedeni, hayallerin peşinden koşuyordu. Yıldız gibi parlıyordu Roxas'ın gözünde. Hayatını değiştirmişti küçük kız. Ama ciddi olmalıydı. Onun gelişmesini sağlamalıydı. Kılıcı daha sıkı kavradı. Hâlâ koşuyordu. Stratejisini çoktan belirlemişti. Küçücük bedeni ve kalan erkesi ile böyle bir şey yapabilir miydi? Bilemiyordu, denemeliydi. Çarpıştılar. Roxas, kılıcı doğruca karın boşluğuna savurdu. Lucy, çevikti, eğilerek kurtuldu. Bacakları açık olan Soğuk Katil, ne yapacağını anladı. Müsaade etmeyecekti. Geriye atıldı. Fakat kılıcı elinden zorla alındı. Şimdi ise elleri boşta kalan Roxas idi. Yavru kaplan gibiydi. Alnından dökülen teri umursamayıp, nefes nefese baktı ustasına. Adım atmayı denedi, atamadı. Bütün enerjisini bir anda harcamıştı. Gözleri kapandı, kendisini salıverdi. Kucakladı minik öğrenciyi. Sırtına attı, bacaklarından tutarak taşıdı omzunda. Evine doğru yürüdü tebessümle. Dar sokaklardan geçiyordu Roxas. Bu sefer mutlu olarak. Başına gelecek olaylardan habersizce yürüyordu... Yorumlarınızı eksik etmeyin. Umarım iyi bir şeyler yazabilmişimdir :D.
  5. Dublajlardan, Forum yokluğundan, Üniversitelerden, Sınavlarından, Vizelerinden kurtulmakla birlikte; uzun süredir epic bir seriye başlamak istiyordum, (Evet kaybolduğum süre zarfı içerisinde) bu serilerden "Imprisoned Sins" ve "Zodiac Hacker için başka başka fikirlerim olduğundan askıya almak zorunda kaldım ve yeni bir fikir için kendimi etrafa saldım. En sonunda bir kaç gün önce aklıma gelen A.R.T projesini ilk olarak blogumda yayınlamaya, sonra ise buraya taşıma kararı verdim. A.R.T sadece belli bir olay çerçevesi içerisinde geçecek bir hikaye olmayacak ve sıradan olmayacak. A.R.T'ı tam bir SAGA olarak düşünebilirsiniz bu yönden. Belli başlı Arc'ları olacak ve bu Arc'lar 1 ile 10 bölüm arasında (Hatta belki daha fazla) değişecek. A.R.T benim için tamamen deneysel olacak çünkü sonunda ne olacağına karar vermediğim ilk serim. Umarım bu yolda ilerlerken bana sizde eşlik edersiniz :D ^-^ Öz Tanıtım; Hikayelerle bütünleşmiş ve daha önceden çevirmenlik yapan ben, Üniversite sınavları yüzünden hikayelere uzun bir süre elveda demiştim ve Zodiac Hacker serimi yarım bırakmıştım. Ancak şimdi ise yeni bir periyota girmiş ve yeni bir hikayeyle size selam veriyorum; Merhabalar! Alacakaranlık Rambo Takımı A.R.T Konu; Paralel bir evrende, paralel bir Dünya'da, Alacakaranlık (Twilight) kuruluşu Dünya'nın tüm pis işleriyle ve bunu getirileriyle uğraşmaktaydı. Bu kuruluş kendi içerisinde görev bakımından 4'e ayrılmıştı; Küçük saldırı gurupları için: A.S.T yani Alacakaranlık Saldırı Takımı Sosyal Olaylarda Kullanılması için; A.K.T yani Alacakaranlık Komando Takımı Anormal vakıalar üzerinde kullanılması için; A.E.T yani Alacakaranlık Elit Takımı ve son olarak ise, uzun zaman gerektiren ve yüksek rütbe isteyen olaylarda ise A.R.T yani Alacakaranlık Rambo Takımı kullanılırdı. Bu hikaye, A.R.T'ın dönüm noktasına girmeye başladığı ve karşılaştığı vakıaların hikayelerinin bir toplamıdır. Karakterler; Henüz orjinal tasarımları tamamlanmadığı için yoklar. Ama yakında burada olacaklar. ;) ARC 1: Karanlık Hapishane; Bölüm 1: Yavaşça koridoru boyluyorduk; daha doğrusu itekleniyordum, o benim kolumdan tutmuş, ben ise kafamı eğmiş bir şekilde. Etraftaki kafeslere çeviriyordum bazen kafamı, tıpkı eski çağlardaki zindanlar gibiydi burası. Hatta direk zindandı, insanları kapatmak için kullanılıyordu, sadece şu an ismi biraz daha şatafatlı bir hale getirilmişti; hapishane. Bazı parmaklıkların üzerindeki his ve pas izleri bu kısımların bir daha kullanılmayacak üzere bırakıldığını belli ediyordu, buraya ne tür insanların ve ne amaçla tıkınacaklarını da belli ediyordu. Pas izi ne kadar fazlaysa, çıkma olasılığı o kadar az demek oluyordu yani. İlerledikçe, etraftaki iğrendirici koku ve parmaklıklardaki pas oranı da o kadar artıyordu. “Daha ne kadar gidebiliriz ki” diye düşünürken en sonunda dibi gözükmeyen karanlığın içerisinde, adeta pislikten çıkmış gibi duran bir hücrenin önünde durduk. Adam elini anahtarlarına attı, birkaç tanesini eledikten sonra ise önünde durduğumuz hücrenin anahtarını buldu ve kapıyı açtı. “Gir hadi içeri, adi yaratık!” Bir hamlede elimdeki kelepçeleri söküp, içeriye doğru iteklerken beni, ağzından bu cümleler çıkıyordu bu insan müsveddesinin. Öyle ki ellerim bağlı olmasaydı, beni hücreye kadar getirdiğinden ve kurtulmak için onu ezmem gerektiğinden değil de bu korkaklığı arkasına saklanıp birde büyüklük tasladığı için öldürürdüm onu. “İkiniz iyice eğlenirsiniz artık! Değil mi Mon!” O sırada içeride köşeye usulca oturmuş olan, üzerine karanlık içerisinde rengini tam olarak seçemediğim bir kapüşon geçirmiş çocuğu gördüm. Boyutları ve duruşundan yaş olarak benden bir hayli küçük olduğunu çıkarabildim ancak gerisi hikâyeydi, hiçbir şey seçilmiyordu başka çocukta. “Eğlenceye dâhil ol istersen, üçüncü bir kişiye asla hayır demeyiz. Bilirsin, konukseverimdir.” Sesi yumuşaktı, konuşma tarzından baktığımda her hangi bir aksan sezmiyordum. Melankolik bir hava yayıyordu etrafına her bir cümleyi söylediğinde. “Kalsın.” Tek kelimesini söyledikten sonra, karanlığın içinde kayboldu gitti gardiyan, ben ise yeni “Oda” arkadaşımla sonunda baş başa kalabildim. “Fazla bu tarafa dönmesen iyi edersin, kendi sağlığın için söylüyorum bunu. Yoksa burun spazmı falan geçiriverirsin.” “Nasıl yani?” Daha cümlemi kurmamla birlikte içeriden süzülen inanılmaz tiksindirici koku, burnumu parmaklıklara ve koridorun esintisinin azizliğine vermemi sağladı. Sanki içeride 1000 yıldır beklemiş bir ceset vardı ve bu ceset hiç çürümemiş ve içeriyi sürekli kokutmaya devam etmişti. Eğer ki koridor olmasaydı eminim ki, burun spazmı denen bir şey yoktuysa da burada başlangıcını yapardı. “Fark etmişsindir diye düşünüyorum, onlara karşı yaptığın şey ne kadar kötüyse, kaldığın ve gördüğün muamele de bir o kadar kötü oluyor. Bu kokunun sebebi de-“ “Tuvalet izni.” “Aynen öyle. Günde sadece 1 kere çıkmana izin veriyorlar.” “Günde 1 kere yetmiyor mu peki?” “Dediğimi duymadın sanırım. Sırf günde bir kere yetmesin diye yağ oranı fazla ve su oranı düşük yemekler veriyorlar.” Koku yüzünden uyuşan beynim, kendini hafifçe toparlamaya başlayınca, gelecek hakkında planlar ve olasılıklar kurmaya başladım. Bu olasılıklar ve planlar arasından ise “Buradan nasıl çıkarım?” ve “Tüm gün böyle parmaklıklar arasında burnumu dışarı uzatıp, tuvalet sıramı beklemekle mi geçireceğim?” gibi sorularda geçti. “Adın nedir?” “Adım mı? Nasıl bir cevap duymak istediğine bağlı?” “Mümkünse soruma verdiğin cevap gibi olmayan, birkaç harfin bir araya gelmesinden oluşan, basit bir anlamı ve geçmişi olan, sana seslenirken kullanmam gereken kelimeyi rica ediyorum.” “Adım… Beki.” “Tanıştığımıza memnun oldum Beki, bende Mon.” “Garip bir ismin varmış” “Senide öyle.” Gecen sessiz dakikalar içerisinde Mon’un arkada tarafta bir şeylerle uğraştığını fark ettim, daha doğrusu duydum; halen koku yüzünden arkamı dönmeye korkuyordum. Tıkır tıkır seslerle birlikte sonunda geçen uzun bir boşluktan sonra Mon en sonunda ağzını tekrar açtı; “Nasıl bir şey yaptın da bu kadar derinde bir yere gelmeyi becerdin bu hapishanede?” “Konuşmayı pes istemediğim bir şey. Kişisel algılama lütfen.” “Algılamadım merak etme.” Burnumun kokuya biraz alışmasıyla birlikte arkamı hafiften dönüp Mon’a küçük bir bakış attım. Elinde küçük bir tahta parçası vardı ve tırnaklarıyla hafifçe bu tahta parçasını soyuyordu. Bu sırada yüzüne daha net bakabilme fırsatına sahip olmuştum, hafiften çamur içinde gözüken yanakları, küçük yuvarlak yüzü ve parlak gözleriyle birlikte, aklımda daha önceden sormam gereken bir soru olduğunu fark ettim. “Peki, Mon, peki sen neden buraya düştün?” Soruyu sormamla birlikte Mon bana dehşete düşmüş bir bakışla döndü, yüzünde hiçbir ifade yoktu. Sanki bir şeytan tarafından ele geçirilmiş bir insan gibiydi, gözleri parlıyordu ama ışıkla değil, daha çok ateşle. Bu bakışları görünce kafamı parmaklıklara tekrar döndürmekten başka çarem kalmamıştı. “Hırsızlık yapmıştım.” Sorduğum soru, onu, beni susmaya ittiği kadar rahatsız etmemişti nedense. Konuşmak istiyor gibi bir sesi… Hayır, daha çok, anlatıp kurtulmak isteyen tarzda bir sesi vardı. “Bilirsin, fakirlik falan işte. Eve ekmek götürme derdi, ayyaş baba-” “Klasik sebepler demek istiyorsun yani? Anlayabiliyorum.“ “Hayır, böyle şeyler duymayacaksın benden, diyecektim aslında. İnsanların cümlesini tamamlamasını bekle biraz.” Mon’un konuşması bir anda ilginç bir hal almaya başlamıştı. “Babamın tahtını elinden çalmaya çalıştım. Daha doğrusu, bende çalmaya çalıştım diyelim şuna. Bu eylemi gerçekleştirmeye çalışan bir tek ben değildim sonuçta.” “Mon, soyadın… Soyadın ne senin?” “Kanesaki” (金崎) “Kralın çocuğu musun sen!” “Yani, bir ara prens dendiğim zamanlar vardı evet.” Arkamda oturan, birkaç dakikadır sakince, tırnaklarıyla küçük bir tahtayı yontan bu çocuğun, aslında Kanesaki soyuna ait olduğunu öğrenmemle bir anda tüm olayın seyri ve anlatacaklarına olan önyargılarım sapmaya başladı. “Küçük kardeşim ve ben babama karşı bir suikast düzenledik ama buraya bakarak da anlayacağın gibi, pek işe yaramadı. Şunu bilmelisin Beki, babam elinde tuttuğu krallığı sonuna kadar hak ediyor ancak bu demek değildir ki onu o konumda istiyorduk.” “Bildiğim kadarıyla vergi oranları, diktatörlük anlayışı yüzünden bu ülkede birçok isyan vakası yaşanıyormuş.” “Sana söylediklerinden çok daha fazla hem de. Belki 10 katı, hatta belki 100 katı daha fazlası ancak babam çoğu daha kıvılcım dahi çıkaramadan hepsini söndürüyordu. Bu yüzden çoğundan kimsenin haberi olmuyor.” Mon’un ayağa kalkmasıyla birlikte içimde bir tedirginlik oluşmaya başladı. Sormam gereken bir soru daha vardı sanki. “Onu tahtından kaldırmayı başaramayınca buraya tıktı beni. Ne kadar acıklı öyle değil mi? Arap kumaşıyla donatılmış odalardan, geniş yumuşak yataklardan, her gün beni eğlendirebilecek kadınlardan; böylesine bir cehenneme düşmeyi göze almak.” O sırada Mon’un gölgesini arkamda daha bariz bir biçimde hissetmeye başladım, öyle ki artık önümdeki minicik ışıltıda daha onu görebiliyordum. Tam o sırada, çok daha önceden sormam gereken soru sonunda aklıma geldi. “Buradaki yemekler, muhtemelen 3 öğün çıkmıyordu, değil mi?” “Sadece 2 öğün işkence amaçlı yapılmış yemekler. Bazen onlarda olmuyordu hatta.” “Onları da çıkardıktan sonra aç kalıyordun muhtemelen. Kendi soyu dahi olsan, sonuçta krala saldırdın, seni böylesine küçük bir cezayla bırakması garip öyle değil mi?” Aradan geçen küçük bir sessizlikten sonra, en sonunda aklıma gelen o soğuk soruyu sordum. “Mon, bir kardeşin olduğunu söylemiştin. O şu an nerede?” “Kardeşimi yedim Beki.” A.R.T; Karanlık Hapishane: Bölüm 2 Gerçek (事実) Bazı gerçeklikleri varlığı, kişiye zarar vereceğinden saklanır, dışarıya duyurulmaz; saklanır tüm bütünlüğüyle. Bu bütünlük lakin bozulur zamanla yağan yağmurun ak ve hür suyuyla, vaftiz olmuş gibi ortaya çıkar tüm pisliğinden arınarak. Ancak bazı yalanlar vardır ki bu yalanlar kişiye değil karşıdakine zarar vereceği için en derin çukurların dibine düşer; bu derin çukurlar ki bataklık gibidir, çekti mi dışardan bir yardım alana kadar hiçbir şekilde dışarıya çıkarılamaz. Mon arkamda dikilmiş, gölgesiyle beni ürkütmeye çalışıyor gibi hareketler yapıyordu. Sanki eski çağ filmlerin birisinden çıkmış gibiydi. Bana saldıracağı kesindi ama buna cüret etmek nedense ona halen zor geliyordu. Kafamı yavaşça avuçlarımın arasına aldım ve her şeyi yavaşça ve yerlerine oturtarak düşünmeye başladım. Tüm olasılıkları ve bu olasılıkların sonuçlarından sonraki çıkarlarımı ve bu çıkarlarım dâhilinde elime geçebilecek sonuçları teker teker elimden geçirdim. Bu sırada Mon arkamda sıkılmış olmalı ki, o yumuşak ama derin düşünceler içerisindeki sesiyle konuşmaya başladı; “Kaçmayacak mısın?” “Şu an onu düşünüyorum, bir saniye olsun bekleyemez misin?” Arkamı dönmemiş olmama rağmen Mon’un yüzündeki ifadeyi aklımdan geçirebilmiştim. Şaşırmış olmalıydı, bu da buraya gelen ilk kişinin ben olmadığımın kanıtıydı. Elinde tuttuğu tahta parçasını yoğuma şeklini ve tutuşu da bunu kanıtlar nitelikteydi. Nereyse mükemmeldi. Hayır; mükemmeldi. Gerçi bu asil zamanda aldığı eğitimden kaynaklanabilirdi de ki bu da geçmişi ve ismi hakkında söylediklerini kanıtlardı. Ancak; “Kardeşin; onu yemedin öyle değil mi?” “Ne diyorsun sen, kulakların işitmez, beynin işlemez mi oldu korkudan yoksa. Sana onu kendi ellerimle öldürdüm diyorum!” “O kısım doğru ancak bunu gerçekten yemeksiz kaldığın için mi, yoksa buna zorunda kaldığın için mi yaptın?” Cümlelerim üzerinde bir gram olsun etki bırakamamıştı, halen duruşunu koruyor ve bana saldırmak için, neden halen, bekliyordu. Gerçekten asil soydan geliyordu bu çocuk. “Ne saçmalıyorsun sen?” “Diyorum ki; Kardeşini, onu yemek için değil de, daha çok o seni yemek istediği için öldürdün. Gerçi, buna pek öldürme diyemeyiz, daha çok; Kaza.” Omzumdan kafamı uzatıp ona doğru bakar ve bu cümleleri kurarken yüz ifadesindeki netliği daha net görebilmiştim. Cümlelerim yine etkisiz kalmıştı ancak bir öncekilere göre biraz daha vurucu olmuştu ki, gözlerindeki keskinlik artmış ve kolundaki kaslar, çok değil, sadece biraz gevşemiş ancak sonra yeniden sıkılaşmıştı. Sadece bir saniyeliğine dikkatini dağıtabilmiştim bu teorimle. “Birazdan ölecek birisi için gayet güzel teoriler kurabiliyorsun, korkudan dolayı salınmış olan adrenalin beynini genişletmiş olmalı.” “Senden korktuğuma çok eminsin.” “Neden korkmayasın ki? Elimdeki tahtayı geçsek de yılların kılıç eğitimine sahip bir prenstim ben, beni yumruk yumruğa bir kavgaya girsek dâhi yenemezsin. Söyle, ölümden korkmamanı sağlayan nedir şu an?” “Sana bunu sonra açıklayabilirim, sonuçta Teros kadar zamanımız var daha.” Üzerimdeki elbiseyle burnumu tıkayarak ayağa kalkıp, Mon’la yüz yüze geldim. Gözlerinde ki bakış benden bir şey bekliyordu, bir şey umut ediyordu. Bende ona bu umut ettiği şeyi nihayetinde vermem gerektiğini düşündüm; “Şöyle ki Mon, aklımda birkaç soru var sana sormak istediğim. Farz et ki beraberinde sürekli dolanan bir kardeşin var ve bu kardeşinle tüm imparatorluğu çökertebilecek bir plan dâhi yapabilecek kadar yakınsın. Bu kardeşin senden yaşça küçük, bu yüzden onun için rol modeli niteliğindesin. Ki bu kişinin ses tonunu ve bakışları hiç değişmeyen, rol modelliğinin sonuna kadar hakkını veren birisi olduğunu düşün. Şimdi sorum ise şu; Bu çocuk ve kardeşi bir odada günlerce aç bırakılsın, ilk hamleyi tecrübe olarak yüksek bir abiden mi, yoksa vücudunun ayakta kalabilmesi için yaşça büyüklerinden daha fazla enerji tüketen bir kardeşten mi beklersin?” Mon, daha ağzını açıp konuşmaya başlamadan, sorularıma devam ettim. Hâlbuki daha birkaç saniye önce beni uyarmıştı başkalarının sözünü dinlemem konusunda, sanırım biraz da olsa ölüm için istekliyim; “İkinci olarak ise; Bu abi kardeşine saldırmış ve onu yemiş, öldürmüş olsun diyelim. Bu abi bozuntusu, beynine bir iğneyle kazınmış bu hatırayı hatırlamak için aynı hataya tekrar düşer mi? Bir kez daha aç kalsa tekrardan aynı harekete girebilecek cesareti kensinide bulabilir mi?” Mon’un bakışları artık yavaştan yavaşa değişmeye başlıyordu, atışlarım düşmeleri gereken noktaları buluyor ve ağırca olsa da onu bana doğru iteliyordu; “Üçüncü olarak, bu abi bir prens olsun ve büyük kökenli bir aileden gelsin. Kraliyet ailelerinde köken çok çocukluluk olur. Bu çocuklar belli başlı alanlarda uzmanlık yapar ve kraliyeti ileriye taşımak için uğraşırlar ve aralarındaki bağ güçlüdür; en azından Teros’da böyledir bu durum. Aralarında güçlü bir bağ vardır. Peki, bunlardan birisine zarar gelse, diğerleri onu kurtarmak için ne yapar?” Artık soruları sormayı bırakıp, cevapları dinlemem gerektiğini düşünmüştüm; “Dördüncü ve son olarak; Bu abi öldürme aç kalmasa da neden hücresine gelen kişileri öldürsün?” Burnuma tuttuğu kıyafeti sonunda aşağıya doğru bıraktım, o sırada Mon yüzümdeki gülümsemeyi fark ettiğinde, birkaç adım geriye çekildi ve vücudundaki kasları germeyi bıraktı. Ardından ise olayı anladığı gibi bana döndü; “Neden ölümden korkmayacak kadar kabiliyetli bir suikastçı bu hapishaneye düşsün? Söyler misin, Beki? Ya da bilinen adıyla, son 6 ay içerisinde birçok suikastı karanlığa dahi hissettirmeden yapmayı başarabilmiş, çoğu kişinin korkulu rüyası, kralın dahi ayrı bir birlik kurmasına sebep olan, yüce Ookami (狼)” “Tekrar tanıştığımıza sevindim. Bu arada, eğer biraz çekilirsen, etrafın kokusuyla sağ olsun fazla uğraşmadan anahtarı kusup geri çıkarmam gerekiyor.” Mon yanından geçerken, düşünceli bakışlarla yere bakıyordu. Halen yerine oturtamadığı bir şeyler vardı veya birden buradan çıkmak ona halen garip geliyordu. Belki de ikisini birden düşünüyordu. Yüzündeki netlik artık yok olduğundan, onu okumam zorlaşmıştı. “Seni gerçekten kardeşlerim mi yolladı?” “Şu ana kadar göndermeyi denedikleri anahtarlar sürekli başka hücrelere denk geldiğinden dolayı seninle neredeyse aynı rütbeye sahip birine ihtiyaçları vardı, bu yüzden beni tuttu kardeşlerin. Daha doğrusu benimle ilk konuşan, senden hafifçe küçük sarı saçlı kız kardeşindi veya ablandı. Tam olarak bilemiyorum, şu günlerde bayağı bir karıştırıyorum yaşları.” “Alice.” “Sanırım oydu, her neyse anahtarı çıkardım. Bu arada hücrene gelen herkesi yamyamlık bahanesiyle katletmen hiç hoş değil. Benim yaptığım gibi de çıkarttırabilirdin anahtarı.” “İnsanlar senin cümlelerin kadar basit olabilseydi, anahtarı gizlice yedirmemiz ve ardından parçalara ayırıp midesinde anahtarı aramama gerek kalmazdı.” “Demek öyle.” Elimde anahtarla birkaç saniye bekledikten sonra, Mon’a doğru ilerleyip önünde bana hücresine geldiğimden beri sergilediği bakışla karşıladım. Elimdeki anahtarı eline tutuşturup küçük bir iç çektikten sonra konuşmaya başladım; “Anahtarı çıkardım.” O sırada Mon’un yüzündeki şaşkınlığı bakmadan dahi görebiliyordum. Sorma istiyordu içten içe “Ben hiçbir ses duymadım?” diye ama acelesi bu soruyu sormasını engelliyordu. Kapının önüne hızla ilerlerken merakını bastırmak adına bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüp hafif bir sesle; “İnanmıyorsan günlük tuvaletini kontrol edebilirsin, gerçi pek tavsiye etmem bu davranışı. Kokudan ölme ihtimalin çok yüksek.” “Kalsın.” Mon anahtarı kapı deliğine sokup hızla çevirdikten sonra artık “Gerçek” oyunun başladığını hissedebilmiştim. Operasyon, nihayet son evresine girebilmişti. Geriye sadece küçük detayları halletmek kalıyordu. “Hadi gidelim.”
  6. Hikayenin Başladığı Yer (Spoiler içinde o ana kadar ölen karakterlerin ismi yazmaktadır.) Hikaye animenin 18. bölümünden sonrasında geçmektedir. -Night Raid- Tatsumi: Canlı Bulat: Ölü Sheele: Ölü Chelsea: Canlı Najenda: Canlı Akame: Canlı Leona: Canlı Mine: Canlı Lubbock: Canlı Susanoo: Canlı -Jaegers- Bols:Ölü Dr. Stylish: Ölü Wave: Canlı Esdeath: Canlı Kurome: Canlı Run: Canlı Seryu: Canlı Bu Hayran Kurgusu hikayede okumak için iki yoldan birini seçmelisiniz. Olaylar başladıktan sonra seçeceğiniz yolu takip ederek aynı başlangıçtan bambaşka bir son elde edeceksiniz. Aşağıdaki bilgilerden hangi hikayenin ilginizi daha fazla çekeceğine karar verebilirsiniz. Akame Ga Kill savaş odaklı bir anime olduğundan iki hikayede de aksiyon bulunmaktadır*. *Bu FF'i daha önce okumuş olanlar doğrudan 2. hikaye, yani "Dördüncü Yaprak Düştüğünde"yi seçmelidir. ;) Aynı zamanda isterse birinci hikayenin düzenlenmiş ve içerik açısından zenginleştirilmiş versiyonunu da okuyabilirler. Ay Kanamaya Başladığında | Dördüncü Yaprak Düştüğünde Tür: Romantizm, Aksiyon, Fantazi | Aksiyon, Trajedi, Dram, Psikolojik Odaklanılan Karakter: Akame | Chelsea Yaş sınırı: +13 | +18 (Yarışmaya Dahil Değildir!) Tema Müziği* : X | X *God Eater adlı oyundan alınmıştır. "AKB Yolu" Ay Kanamaya Başladığında Bütün Sorunlar Çözülecek. Geceleri Avlananları, Gecenin Kendisi Avlayacak. "DYD Yolu" Dördüncü Yaprak Düştüğünde Eğer Çığlıklar Son Bulursa, Kızıl Ateşin İçinde, Huzur Bulunabilir mi? AKB (Ay Kanamaya Başladığında) Rotası Tamamlanmıştır. PDF halini ister tarayıcıdan, isterseniz indirerek okuyabilirsiniz. :) https://drive.google.com/file/d/0B2a7i75FpsaVUWVwdUlJLVQtc2c/view?usp=sharing BİRİNCİ KISIM (Giriş ve 1. Bölüm iki hikayede de aynıdır.) -Prolog- -Buraya nasıl girdin? -… -Sana, burayı nasıl bulduğunu sordum. -Najenda’yla konuşmam gerek... Çekil önümden. -Üssümüze gizlice girip konuşmaya geldiğini söylüyorsun. Çocuk mu kandırıyorsun sen?! Karşımda bana nefretle bakan pembe kıyafetli bir kız… Yüzüme doğrultulmuş bir silah… Görmekten nefret ettiğim bir yüz ifadesi… -Sadece konuşmaya geldim. Sadece— -Sana inanmıyorum. Herkesi alarma geçirdim bile. Yakalama ilanlarında birkaç kez gördüğüm kız, Mine, gardını indirmeden beni tartıyordu. Birkaç metre uzağımda olmasına rağmen elindeki koca tüfeği tereddüt etmeden bana doğrultmuştu. Bir yandan da göz ucuyla kemerime bakıyordu. -Bana başka bir seçenek bırakmıyorsun. Ben kendi yolumu bulurum. -Hah. Zaten silahla gelen birinin sözüne güvenmemi beklemeyemezsin. Ancak ölün beni geçebilir, Pumpkin! Cümlesini bitirdiği anda silahını ateşlemişti. Büyük bir ateş bulutu saliseler içinde silahından çıkarken hemen kılıcıma davranmış ve önümdeki silaha doğru çekmiştim. Eğer saldırıyı bloklamayı ya da kaçırtmayı denersem geç kalırdım. O yüzden kılıcımın ucuyla Pumpkin’in namlusunu arkamdaki cama doğrultmuştum. Büyük bir patlamayla beraber kattaki bütün camlar kırılmış ve etrafı duman kaplamıştı. Yüzünde şaşkın bir ifade olan Mine bir saniyeliğine açık vermiş ve dumanı da fırsat bilerek arkasına geçmiştim. -Neden?! Neden bu kadar güçlü patladın Pumpkin?! Avantajlı durumda olan bendim! Mine silahının özelliğinin aktif olmasına şaşırmış bir şekilde etrafına bakınıyordu. Dumanın içinde beni arıyor bir yandan cama doğru yaklaşıp temiz hava almaya çalışıyordu. Dediği son laf sayesinde yüzümde küçük bir tebessüm belirmişti. Benden önce ateş ederse avantajlı olacağını zannetmişti kız. Halbuki Pumpkin gerçeği ondan önce farketmiş olmalıydı. Şanslıydı ki dediklerim yalan değildi. Gerçekten de, Night Raid’in üssüne konuşmaya, en azından bazı şeyleri değiştirmeye gelmiştim. Önümdeki ilk engeli kolay şekilde aştıktan sonra doğruca hedefime gidiyordum. Bölüm 1. İmkansızı Yok Et. (DYD ve AKB rotası) Her gece, o kabusu tekrardan görüyorum... Yanık barut kokusu, yer yer oluşan kan gölleri, sisten önümü bile göremezken uzakta havaya saçılan uzuvlar... Her yerde... Ama her yerde, çığlık sesleri... Ben ise, ayakta, hareketsiz bir şekilde duruyordum. Bir kabustu bu. Hemde geçmişte gerçekten yaşadığım bir kabus... İnsanların birbirlerini acımadan öldürmelerini izlediğim, oluşan ceset kulelerinin yıkıldığına şahit olduğum, yanındakileri kurtarmaya çalışmak yerine acılarına son vermek için öldürdüklerini gördüğüm bir kabustu. Orada neden bulunduğumu hatırlamıyordum. Nasıl hayatta kaldığım, ondan sonra ne yaptığım şokun etkisiyle zihnimden silinmişti. Tek bir kişi hariç... “Talsen, ayağa kalk!” Gözlerimi açtığım anda refleks olarak sağa doğru atılmıştım. Kafamın önünden geçen uzun kılıç kayaya çarpmış ama anında yön değiştirip tekrar üstüme geliyordu. Kendime gelmiştim. Ben... Ben, tekrar savaşıyordum... Kılıcı sağ elimdeki silahla hızlı bir şekilde blokladım ve mümkün olduğunca arkaya zıpladım. Durumumu tekrar gözden geçirmek için kendime birkaç saniyelik vakit yaratmak istemiştim. Karşımda bir kız vardı. Uzun, siyah saçları gözlerinin önüne düşmüş, kırmızı gözleri bedenimi delercesine bakıyordu. Giydiği siyah kıyafet toz, toprak olmuş, elindeki katana ise doğrudan boğazımı gösteriyordu. Bu kızı tanıyordum, “arananlar” listesindeki adı dudaklarımdan bir anda çıkmıştı: -Akame.. Katana tekrardan yüzüme geliyordu. “Yeter artık...” Üzerime gelen katanayı tüm gücümle sola ittim ve boşta kalan elimi açıp avucumla karnına vurdum. Bu ani darbeyi beklemeyen Akame darbenin etkisiyle öksürmüş ve savunmaya geçmeye çalışmıştı. Bu vuruşum onu bir saniyeliğine nefessiz bırakmıştı. Şu an istesem ona hasar verebilir hatta birazcık şansla beraber öldürebilirdim. Ama bitirici vuruşu yapmadım. “Sonuçta bütün amacım bunu engellemek değil miydi?” Yerde takla attıktan sora nefes almak içi geri çekilmişti. Gözlerindeki nefret gittikçe derinleşiyor, ruhumu yaralıyordu. Neden onunla savaşıyordum? Aynı tarafta değil miydik? Daha iyi bir gelecek için, insanların acı çekmesini önlemek için uğraşmıyor muyduk? Hayır, onunla aynı tarafta değildim. Çünkü onu da yok etmeye çalışıyordum. Aynı Kapitol’e ve Jeager’lara yapacağım gibi... Bundan 2 saat önce bir karar vermiştim. Bu savaş, devrimcilerin ve Kapitol’ün arasındaki bu yıkım... Asla iyi sonuçlanmayacaktı. Yozlaştığını bildikleri bir sistemi çökertmek için aynı yönteme başvurmaları sadece daha fazla yıkım gerekirdi. Komik olan tarafı ise, devrimcilerin gerçekten yapabilecekleri başka bir şey yoktu. “Katilleri öldürerek, yerlerine başkalarını düşünen yöneticiler getirmek..” Çok doğru bir amaç gibi geliyordu, değil mi? Doğru olan şey uğruna savaşmak, değişim için fedakarlık ettiğini görerek ölmek.. “Yeter artık..” Yanlış seçimler, yanlış kararlar... Kendini feda ettiğinde başkalarının da çökeceğini bilsen bile, yine de senden öncekilerin fedakarlıkları için savaşmak.. Akamenin yaptığı buydu, Night Raid’in yaptığı buydu. Onlarda biliyorlardı. Bu savaşın nasıl sonuçlanacağını, yanındakileri nasıl kaybedeceklerini.. Benden iyi biliyorlardı.. Bu yüzden, onları yok edecektim. Ve bunu en kısa şekilde yapacaktım: Önce, Akame’yi yok ederek. Çünkü onları kanatmanın en kolay yolu buydu. Ay kanamaya başladığında, Hepsi teker teker düşecekti. Peki, ben kim miydim? Bu soruyu bende kendime soruyorum... Kılıcımı tekrardan sımsıkı tuttum. Elimdeki rapier, belkide bu kararı verirken güvendiğim tek şey olmuştu. Sonuçta onun sayesinde bu gücü dengeli bir şekilde kullanabiliyordum. Artık zamanı gelmişti, savaşı bitirip adımı duyurmalıydım. Geri çekildim. Saçlarımın ve ellerimin elektriklenmesine izin vererek, öne doğru atılmak için yaylandım. Raiperin ucu doğrudan Akame’yi gösteriyordu. Akame ise hazır bir şekilde bekliyordu. Harekete geçtiğim anda bunun bir daha geri dönüşü olmayacaktı. Ya o, ya da ben bu savaşı kaybedecektik. Tüylerim diken dikendi, rapierin ucundan küçük kıvılcımlar çıkıyor, sadece sağ ayağım yere tam olarak basıyor, havadaki sol topuğum ise yere kıvılcımlar gönderiyordu. İki elimle rapieri kavradım. Ve hiçbir şeyi düşünmeyerek doğrudan Akame’nin üstüne atıldım. Akame gözlerimin içine bakıyordu. İlk kılıç saldırımı bloklamış ve aramızdaki mesafeyi açmak yerine daha da yakınlaşmıştı. İkinci saldırımı kılıcı tutan sağ eline yapmıştım. Rapier hızlı bir şekilde eline gelirken vücudunun sağ kısmını geriye çekmiş ve kafama tekme atmak için arkasını dönmüştü. Bunu fark etmemle eğilmiştim ve yeni saldırıyı karnına yapmak için tekrar yakınlaştım. Tehlikeyi fark eden Akame hareketi yarıda kesip kılıcımı bloklamıştı. İki kılıç arasında kıvılcımlar çıkıyordu. Sağ, sol derken sürekli birbirlerine çarpıyorlardı. Artık geri çekilmek gibi bir seçenek yoktu. Bunu ikimizde bildiğimizden durmadan saldırıyorduk. Onun kılıcının özelliğini çok iyi biliyordum; eğer bir kez bile derimi keserse beni öldürebilirdi. Bu yüzden ona saldırmak için yakınına gelmem aslında benim aleyhimeydi. Ama bunu ben istemiştim. Çünkü... Son saldırıyı Akame yapmıştı. Rapieri sert bir kılıç darbesiyle aşağıya çekerek omzumda yara açmak için kendi kılıcını uzatmıştı. Hemde kendisini çok kısa bir süre için savunmasız bırakarak... Amacı belliydi. Beni başka türlü yenemeyeceğini anladığından bu yolu seçmişti. Bu saldırı bana değdiğinde birkaç dakika içinde ölecektim. Ama eğer bu anı değerlendirirsem onu da benimle beraber mezara sokabilirdim. Gerçekten... Anlamadıkları tek şey buydu. Night Raid’in üssünü basıp, onları ikna etmeye çalıştığım konu buydu. Yozlaşmış bir krallığı, kan dökerek düşüremezlerdi. Yine de bana karşı çıkmışlardı. Ne olursa olsun, bu amaç uğruna fedakarlık etmeye hazırlardı. Ve bende, bu yüzden onlara savaş ilan etmiştim. “Yeter artık...” Omzuma gelen kılıcı büyük bir hışımla sol elimin içine almıştım. Şans eseri düz kısmını tutmayı başardığımdan elimin kesilmesini önlemiştim. Bütün vücudum bir anda titremişti. Rapieri yere bıraktığım anda sağ elimi Akame’nin göğsüne koydum. Ve karşımda, bana şaşırarak bakan kıza şu sözü söyledim. -Artık bitti... Gözlerimi kapattım. Tekrar açtığım anda ise varlığını hissettiğim kuvvetin elimden Akame’ye akmasına izin verdim. Çıkan ilk kıvılcımla beraber Akame’nin bütün vücudunu elektrik kaplamıştı. Masmavi parlayan elektrik bedenini sarmasıyla beraber Akame çığlık atmaya ve acı içinde kıvranmaya başlamıştı. Yaklaşık 5 saniye boyunca onun acı çekişini izlemiştim. Bu görüntüye dayanmak tahmin ettiğimden daha zordu. Ama, ama yapabilecek başka bir şeyim yoktu. Avcumun içinde tuttuğum kılıç kısa bir süre sonra kırılmış Akame ise acının etkisiyle bilincini kaybetmişti. Bedeni tam düşecekken onu tutmuş, kollarımın arasına almıştım. Ama biraz önce yaptığım şeyin etkisiyle dengemi kaybetmiş ve Akame kucağımdayken dizlerimin üstüne çökmüştüm. Bedenim titriyordu. Göz pınarlarım ona yaptığım şey yüzünden boşalmış, yanağıma gelen timsah gözyaşları kendime olan nefretimi arttırmıştı. -Başka yolu yoktu Akame... Ben... Özür dilerim. Akamenin teigusu parçalara dağılmış, rapier ise toprağa saplanmıştı. Kucağımda Akame’nin kalp atışlarını duyabiliyordum. Güçlü ama bir o kadar da kırılgan olan bedeni ellerimin arasında sakin bir şekilde duruyordu. Uyanması biraz zaman alacaktı ve benimde yaptığım saldırı yüzünden ayağa kalkabilecek gücüm yoktu. Yükselmeye başlayan aya bakıyordum. Sanki ne yaptığımı biliyormuş gibi kızıl rengiyle bana bakıyordu. Bu ıssız alanda, yaptığım ilk savaşı ben kazanmıştım. 2. Bölümün en başı iki hikayede de aynıdır. Bölüm 2. Birinci Yaprak (DYD Rotası) 1 gün sonra... *Night Raid’in Üssü* Öğleden sonra, yavaş ve temkinli adımlarla bir hafta önce bastığım üsse tekrar giriyordum. Ama bu sefer gizlice değil, doğruca ön kapıdan, belki bir tuzağın içine doğru... Kemerimde beni dizginleyen kılıcım, kucağımda ise baygın ve güçsüz düşmüş bir bedenle... Kapının önünde ise, “o” bana bakıyordu. Acımsayarak, küçümseyerek, üzülerek, şaşırarak---- ----Chelsea’nin yüz ifadesini anlamak mümkün değildi. Beni gördüğü gibi koşmaya başlamıştı. Ama gardımı indirmeme rağmen savaşmak istediğini hiç düşünmüyordum. Çünkü baktığı tek şey Akame’nin savunmasız bedeniydi. Yanıma geldiğinde dizlerinin üzerine çökmüştü. Ağlamaklı yüz ifadesi başımı ağrıtıyor, göğsümde ince bir acıya sebebiyet veriyordu. Kucağımdaki kızı nazikçe ona devretmiştim. Eline aldığında ise ağlamaya başlamıştı. -Akame! Akame!!!! Chelsea’nin gözyaşları yanağından akarken ağzımdaki iğrenç tadı unutup daha fazla ağlatmadan gerçeği söylemiştim. -O yaşıyor... Ağlamayı bir anda kesip kulağını Akame’nin göğsüne koymuştu. Yüzünde oluşan küçük bir tebessüm ve rahatlamadan sonra konuşmaya devam ettim. -Ama artık Teigusunu kullanamaz. Yüzündeki ifade yerini nefrete bırakmıştı. Gözlerimin içine bakarken ağlamak istiyordum. -Sen?! Planımı uygulamaya devam ettim. -Evet, ben... Birebir çarpıştık, ve o kaybetti. -... Sinirliydi. Belki de buraya ilk gelişimde dediklerim ona ulaşmamıştı. -Şimdi, ne kadar ciddi olduğumu anlıyor musun, Chelsea? -Keşke... Keşke karşıma hiç çıkmasaydın! Bunca zaman sonra... -Bunca zaman sonra... tam 12 yıl olmuştu, değil mi? Yüz ifadesi bir anda değişmişti. Artık beni görmüyor, boş bakıyordu. -Eğer o gün ölseydin.. -Eğer o gün ölseydim, seni bu savaştan sağ şekilde kurtaramazdım. -Sana katıldığımı kim söyledi?! Sen... sen Akame’yi ..! -Onu öldürmedim. Ama artık eski Akame değil, savaşması kesin ölümü olur. Chelsea gözlerini yere devirmişti. Akame’nin göğsünde oluşan yanık izine bakıyor, bir yandan da düşünüyordu. -Hey... Talsen, Seni öldürücekler... Biliyorsun, değil mi? -O gün geldiğinde, ne yapacağımı çok iyi biliyorsun. Seni, arkadaşlarını, benimle savaşmak isteyen herkesi yok edeceğim. Gözleri dediğim son şeyden sonra gövdeme dikilmişti. Büyük ihtimalle belimin sol tarafındaki kılıca bakıyordu. -... O elindeki şey, seni ele geçirecek... O zaman, istediğin kadar pişman olabilirsin, ama sonucu değiştiremeyeceksin. - Hayır Chelsea, yanlış düşünüyorsun. O şey beni ele geçiremezdi. Ama----- -Eğer bu şey beni kontrol edemezse... İşte o zaman her şey yok olucaktı.. Bugün savaşmak için gelmemiştim. Sadece Akame’yi güvenli bir yere bırakmak ve uzun süredir görmediğim Chelsea’yi tekrardan görmek istemiştim. Bundan 12 yıl önce, ben ve Chelsea, aynı kasabada yaşıyorduk. Diğer çocuklardan şanslı olarak, barışçıl ve sakin bir bölgedeydik. Avlanmak için basit eğitimler alırken, genelde birbirimizle oynuyor ve büyüklerimizi gözlemliyorduk. Ta ki, o güne kadar. O kanlı günde, kendimi savaşın ortasında bulduğumda, Chelsea artık yanımda değildi. Çünkü onu kaçırmışlardı. Hatırladığım sadece bu kadardı. Kendime ne olduğunu bilmediğimden, onu aramaya gidip gitmediğimi hatırlamıyordum. O zaman istesem de kurtaramazdım zaten. Ama beni hâlâ hatırlaması... Bunu beklemiyordum. Belki de planımı değiştirmeliydim. Aslında... Değiştirmem gerekiyordu. Çünkü arkamı döndüğümde, yüzüme doğru gelen buz parçası beni savaşmaya zorlayacaktı. Kılıcımı çıkardığım anda buz parçasını ortadan ikiye delmiştim. Küçük kristaller yanımdan geçerken, önümdeki manzarayı tam olarak algılamak için tekrar bakıyordum. -Bizi buldular! Chelsea titreyerek ayağa kalkmıştı. Bu benim suçu olmalıydı. Tam önümde, üsse yaklaşık 500 metre uzaklıkta, kapitol’ün ölümcül ekiplerinden birisi duruyordu. 5 kişilerdi, sayıları az görünse de yaydıkları ölümcül aura beni bile tedirgin ediyordu. -Chelsea. Akame’yi çabuk buradan uzaklaştır! Ayakta sakin şekilde durmaya çalışan Chelsea bir çıkış yolu arıyordu. Dediğimi pek duymuşa benzemiyordu. -Takım arkadaşların burada değil bunu biliyorum. Artık gizli üssünüz bulunduğuna göre burada kalamayacağını da biliyorum. -... -Ama beni iyi dinle! Akame’nin hayatı senin ellerinde, onu buradan götürmelisin! -Ama sen---- -Bu benim suçum. Onları buraya ben getirmiş olmalıyım. -Talsen ama sen----- -Chelsea yeter! Sizi yok edeceğimi söyledim ama ölmenize izin veremem! Senin ölmene izin veremem. Chelsea’ye konuşması için fırsat bırakmamıştım. Onu bir an önce uzaklaştırıp zaman kazanmalıydım. Bunları düşünürken, yüzümde bir gülümseme belirdi. Kafamı son kez arkaya çevirip Chelsea’ye şunu dedim. -Son olarak, mümkünse yalıtkan bir yerde saklanın. Sonrasında ise kılıcımı sımsıkı tutarak önümdeki ekibe doğru koşmaya başladım. Zorlu ama tek taraflı bir savaş olacaktı. Söylediğim... Tabiki onlar için geçerliydi... Bölüm 3. İkinci Yaprak (DYD Rotası) Neden? Neden olaylar istediğim gibi gitmiyordu? Böyle olmaması gerekirdi... Böyle olmaması gerekirdi.... Böyle olmaması---- ----lazımdı. Bir saldırıyı daha bloklamıştım. Wave kılıcını bütün kuvvetiyle omzuma itmiş ve rapierle bloklanmıştı. O anda sağ tarafıma gelen buz kütlesini engellemek için kılıcını itip geriye takla atmıştım. Savaş beklediğim gibi gitmiyordu. Onları ciddiye almamam beni sistematik şekilde zayıflatmayı başarmalarına neden olmuştu. Tek istediğim Chelsea ve Akame için biraz zaman kazanmaktı. Asıl planım onlar güvenli bir yerde saklandıktan sonra Jaeger ekibini püskürtmekti. Ama şu an planımı gözden geçirmem gerekiyordu. Hepsini teker teker takip edemiyordum.Kurome 7 kuklasını da yönetiyordu. Run uzaktan destek ateşi açarken Esdeath takımı yönetiyor ve boş anımı yakaladıkça buz kristalleriyle beni dürtüyordu. Wave ise birebir çarpışarak diğerlerine ulaşmamı engelliyordu. Beni daha önceden tanıyor olmaları imkansızdı. Gücümü, kim olduğumu daha onlara göstermemiştim. Eğer bugün buraya gelmeselerdi birkaç gün sonra onları teker teker avlayacaktım. İçimi bir anda büyük bir korku kapladı. Bir kişi eksiklerdi! Wave’in kılıcını rapierle tekrar blokladıktan sonra eğilmiştim. Solumdan yaklaşan kukla saldırdığı anda altından geçip sağ tarafımdan gelen kuklaya tekmeledim. Kazandığım birkaç saniyede herkesi tekrar saydım. Wave, Run, Esdeath, Kurome... SERYU EKSİKTİ! Nerde neRDE NERDEYDİ Bu KIZ?! Bir hışımla arkama bakmıştım. Benden 500 metre uzaktaki kapıda kocaman bir delik vardı. Hayır! Hayır Hayır!! Onun ve tiksinç köpeğinin Chelsea’ye yaklaşmalarına izin veremezdim. Akame gücünü yitirmişti, Chelsea’de onun gibi bir manyağa karşı kendini savunamazdı. Dikkatimin dağıldığını anlayan Esdeath yolladığı ince buz kristallerini göğsüme saplamayı başarmıştı. Acı içinde göğsümü tutarak geri çekildikten sonra Esdeath elini kaldırmış, diğerleri saldırmayı kesmişti. Bana doğru yürürken bir yandan da konuşmaya başlamıştı. -Kişisel olarak algılama sakın. İmparator seni öldürmemi emretti. Yoksa, sana teşekkür bile etmemiz gerekli, sayende seni takip ederek Night Raid’in saklandıkları yeri bulduk. Belki bunun hatrına imparatoru seni hayvanım yapmaya ikna edebilirim. Hem bizim karşımızda 5 dakika dayanabilecek kadar güçlüsün. Esdeath eğleniyor gibiydi. Ama konuşma tarzı beni zerre kadar irrite etmiyordu. Şu an tek düşündüğüm şey Akame ve Chelsea’nin nasıl olduğuydu. ‘’Bu benim suçum” “Eğer onun güçlerini elinden almasaydım böyle olmazdı. Ceketimden yere kan akıyordu. Bütün vücudum göğüs kafesime giren kristallerin etkisiyle titriyordu. Belki de titremelerini sebebi bu değildi. Belki de bana haber veriyorlardı. Artık ciddi olmam için... -Demek öyle, Esdeath. Artık saklayacak bir şeyim yoktu. Önümdeki grubu durdurduğum anda üsse geri dönmem gerekiyordu. Hepsini teker teker alt etmem çok zamanımı alırdı. Bu yüzden tek bir saldırıda bunu başarmaya çalışacaktım. Eldivenlerimi tek tek çıkarttım. Yere düşerlerken ise, göğsüm acımayı kesmişti. Vücudum kıvılcımlar çıkartırken rapierin kabzasını iki elimin arasına aldım. Ve Esdeath’in gözlerinin içine bakarak şunu söyledim. Esdeath kılıcı havaya kaldırmamla beraber durmuştu. Gözbebekleri bir anda küçülmüştü. -Eğer onlara bir şey olursa: Kork benden Esdeath! -Herkes geri çekilsin! Bütün gücümle rapieri yere soktum. Ve gizli saldırılarımdan biri olan yeteneğin adını bağırdım. -Eşsiz alan! Bölüm 4. Üçüncü Yaprak (DYD Rotası) Önce önüme bir yıldırım düştü. Sonra bir metre uzağıma... 10 metre uzağıma... Kısa süre içinde bir kilometrelik alana rastgele yıldırımlar düşmeye başlamıştı. Kararan gökyüzünde şimşekler çakıyorken kılıcı yerden çıkarmış ve arkama bile bakmadan koşmaya başlamıştım. Onları bulmalıydım. Seryu’dan önce, onları bulmalıydım! Üsse girdiğimde nefes nefeseydim. Yarattığım alan şu an üsse girilen yeri de etkisi altına almış olmalıydı. Eğer buraya girmesem, yarattığım o alanda hepsini öldürebilirdim. En azından... Etrafta kaçışmalarını izlerdim. Bana yaklaşık 10 dakikalık bir zaman kazandıracaktı, tabi buraya başka bir giriş bulamazlarsa... Üst katta değillerdi. Bu kısımdan gelen tek ses binanın üstüne düşen yıldırımlardı. Onlara yalıtkan bir yere gitmelerini söylemiştim. O zaman yer altında olma ihtimalleri daha yüksekti. Nefes nefese indiğim mahzende her yerde Chelsea’yi arıyordum. Bütün bunlar 15 dakikada gerçekleştiğinden binada olmayan Night Raid üyelerinin durumdan haberi yoktu. Bunlar tamamen benim suçumdu. Onları kurtarabileceğime inanmıştım. Kurtarmalıydım. Doğruluğuna inandığım amaç uğruna, Önüme çıkan herkesi yok etmeli, ama kurtarmalıydım. Duyduğum bir kükreme sesi üzerine bütün tüylerim diken diken olmuştu. Tahta kapının arkasından gelen sese doğru koşmuş ve tekmeyle kapıyı yerle bir etmiştim. Gördüğüm manzara karşısında ise... Ellerim bütün gücünü kaybetmişti. Rapier yere düşerken- --Gözlerimden gelen yaşlar yanağıma akarken. İçimde bir şeyler değişmişti. “Bu BENİM SUÇUMDU...” Yerde, kendi kanının içinde yüzen birisi vardı. Gövdesinden bölünmüş... Bağırsakları dışarı dökülmüş... Bacakları canavarın dişlerinin arasında kırılmış... Kendini bile savunamadan--- ‘benim yüzümden’ Haksız şekilde ölen Bir *ceset* duruyordu. -Akame... -Akame Akame--- ---Akame!!!! -Hahaha. Hahaha. Hahaha!!!!!! Sonunda ‘adalet’ yerini buldu! Cesetin yanında dizleri üzerine çöküp canavarın beslenmesini izleyen birisi vardı. Aklım durmuştu. “benim suçumdu” Gözlerim yere bakıyor, Ağzımdan kan geliyordu. İçimdeki nefret... Kendime doğrulmuştu. Yapabildiğim tek şey İleri doğru bir adım atmaktı. Çıkan sesten dolayı turuncu saçlı kız bana bakıyordu. Gözleri kararmış... Ağzı aldığı zevkten dolayı büzülmüştü. -Ahahahhahahahah. Akame’yi öldürdüm! Onu öldürdüm! Öldürdüm!!! Bir adım daha attım. Planında --- Yapmaya çalıştıklarımın da --- İçine sıçıyım. Eğer onların seviyesinde davranmam için beni zorluyorlarsa Bende öyle yaparım. Bölüm 5. Dördüncü Yaprak (DYD Rotası) 15 dakika önce -Lanet olsun! Arkama bakmadan koşarken olayların nasıl geliştiğine lanet okuyordum. Kucağımda baygın takım arkadaşımın silueti ve arkamda ise can düşmanlarımız vardı. Üste sadece ben ve baygın Akame varken baskına uğramıştık. Ama burayı nasıl bulmuşlardı? Talsen’i takip ederek mi... Hayır.. Lütfen onun yüzünden olmasın! Kapıyı tekmeyle kırmış ve hızlıca ana koridora girmiştim. Binanın yapısını düşünüyor, saklanacak bir yer arıyordum. En üst kat en uygun yerdi. Birbirine geçit olan onlarca oda varken şekil değiştirip gizlice içeri gelenleri haklayabilirdim. Yine de yalıtkan bir yer bulmam gerekiyordu. Bunu Talsen söylemiş olsa da, onun ne kadar tehlikeli olduğunu bilsem de bu dediğini görmezden gelemezdim. Belki gerçekten bizi bulmalarının sorumlusu oydu, Yine de şu an zaman kazanmaya çalışıyor olması bize yardım ettiğini gösteriyordu. Onu anlayamasam da, Ondan nefret etsem de, İçimdeki ses ona birazcık da olsa güvenmem gerektiğini söylüyordu. Üst kat seçeneğini eledikten sonra mahzene gitmeye karar kıldım. Uygun bir hücreye vardığımda, yanındaki gardiyan odasına Akame ile beraber girmiştim. Nefes nefese kalmamla, Akame’yi koltuklardan birine yatırdım. Bu tehlikeli durumda onu uyandırsam bile yardım edemezdi. Çünkü kılıcını Talsen kırmıştı. Bunu fark ettiğimde, içimde bir şeylerin yandığını hissettim. Bu nefretti. Bu kindi. Bu pişmanlıktı. Kelimelere dökmeye çalışmam sadece boşunaydı. 11 sene önce yaşanılanlardan sonra onu ilk kez gördüğümde hissettiğimle aynı duyguydu. O gün, büyük salonda herkesi karşısına alarak kılıcını Najenda’ya doğrultması... Titreyen sesiyle konuşurken ciddi gözükmeye çalışması. Bize savaşmayı bırakmamızı, yoksa bizi yok edeceğini söylemesi, Najenda reddettikten sonra ise ilk Akame’yi yok edeceğini söyleyip bir anda yok olması. O an herkesin duyduğu hislerle benimki farklıydı. Evet, öyle bir durumda ondan nefret ediyordum. Ama, ona karşı duyduğum nefret çok daha geçmişe dayanıyordu... Gereken hazırlıklıkları tamamlamış, eğer biri gelirse diye tetikte bekliyordum. Yaklaşık 10 dakika geçmişti, Akame’nin üstünü örttükten sonra örümcek formuna girmiş ve kapının üstünde saklanmıştım. Eğer biri gelirse saldırmak için sadece bir şansım vardı. Zaten, her şey o andan sonra gerçekleşmişti. Üst katlardan yıldırım sesleri geliyordu. Bir canavar kükrüyor, mahzene doğru yürüyordu. Duyduğum sesle atağa hazırlandığımda içeri giren kişi tahmin ettiğim şey olmuştu. Seryuu önce küçük hale dönüşen köpeğini içeri sokmuş, sonra kendi girmişti. Kıkırdıyarak çıkardığı seslerden bir şey anlamasamda ensesini görebildiğim anı bekliyordum. Korkuyordum, yine de ölüm-kalım için sadece tek bir hamle hakkım vardı. Eğer onu öldüremezsem köpeği hem beni, hem de Akame’yi öldürürdü. “Şimdi.” Ensesini gördüğüm anda kendimi aşağıya bırakmış ve o anda insan formuna geri dönmüştüm. Ağzımdaki iğneyi elime aldığımda ise, Köpeği havlamıştı. Ve Seryuu’nun kolundan çıkan iğrenç silah beni karnımdan vurarak odanın diğer tarafına yollamıştı. -Hahaha seni salak suçlu! Koro’nun yapabileceklerini hafife aldın. Böyle olacağı belliydi. -Ahahahaha. Ağzımdan kan geliyordu. Burada ölecektim. -Seninle biraz sonra ilgileneceğim. Ön aperatif olarak Akame’yi yemem lazım! Koro! Diğer suçluyu bul! Görüşüm zayıflıyordu, Düşüncelerim bulanıktı. Yüzüme sıcak kan sıçramıştı. Arkadaşım, gözlerimin önünde ölmüş, ben ise ölümü bekliyordum. -Aferin Koro! Aferin! Neden peki? Neden hiçbir şey hissetmiyordum? Neden ölürken, İçim huzurla dolmuştu?.. Bölüm 5. Şansın Bittiği Yerde... Bir saniyede... Sadece bir saniyede.. İçimi kaplayan nefrete beni ele geçirmesine izin vermiştim. -Koro! Öldür Onu! Akame’nin vücudunu yere tüküren “Koro” bana doğru geliyordu. Şu an aklımdaki tek şey- Seryuu’yu öldürmekti. Canavar dev halinde ağzını açmış ve doğruca üstüme gelmişti. Yaptığım tek şey ise, bana yaklaşmasını izlemekti. Dişlerini ve aralarından akan kan damlalarını görebiliyordum. Eldiveni çıkarttığım elimi Koro’ya doğrulttum. Elimde bir anda oluşan küçük manyetik alan avuç içimi kapayıp açmamla yaratığın üzerine gitmişti. Aramızda yaklaşık bir metre varken yaptığım saldırı yüzünden Koro bir anda durmuş- Daha doğrusu durmaya zorlanmıştı. Tek adımda kapattığım boşluğu canavarın altına girerek tamamlamıştım. Elektriklenen elimi karnına sokmamla beraber canavarın kükremesi bir olmuştu. Saniyeler sonra canavar sarı renkte çakan kıvılcımlarla beraber tamamen küle dönmüştü. Seryu 10 saniye içinde gerçekleşen olayların etkisindeydi. Bu zamanı fırsat bilerek diğer eldivenimi çıkarmıştım. -Sen onu öldürdün! -Aynı sana yapacağım gibi.. Çığlık atan Seryu vücudundan çıkan silahların hepsini bana doğrultmuştu. Geber! Diye bağırmasıyla beraber tüm mermileri üstüme boşaltıyordu. Ama yaptığı boştu. -Seni öldüreceğimi söylemiştim değil mi? -Geber! Attığı mermilerden hiçbiri isabet etmiyordu. Sol elimi yumruk yapmamla beraber tüm mermileri elektrik alanı yaratarak üstüme yolluyordum. Gözlerinden yaş gelmeye başlayan Seryu aklını kaybetmişti. Bu binayı yıkmadan önce onu durdurmalıydım. -Kes şunu! Sağ elimi yüzüne doğru sallayarak bütün vücudunu elektrik kaplayacak bir saldırı yaptım. -Ahhhhh!!! Elimde rapier olmadığından saldırılarımın gücünü ayarlamıyordum. Şu an sinir hücreleri yanıyor olmalıydı. Vücudu acı içinde yerde titrerken yanına gelip diz çökmüştüm. Saçlarından havaya kaldırarak yüzüme bakmasını sağladım. -Yaptığın şeyin anlamını biliyor musun? -ıııııı. Elektrik vermeye devam ediyordum. Şu an hem bilinci yerindeydi hem de acılar içinde kıvranıyor olmalıydı. Ama bu yetmezdi. Sol elimi kulağına götürdüm, ve işaret parmağımı kulağının içini gösterecek şekilde tuttum. -AHHHHHHHHHHHHHHHH! AHHHHHHHHH!!!!! Bütün beynini yavaş yavaş yakıyordum. Paralize olmuş vücudu hala titriyor, deminki acıdan kat be kat fazlasını çekiyordu. Sol elimi çekerek saçını tuttuğum elimden güç alarak odanın arkasına attım. Bilincini açık tutması için yolladığım dalga gözlerini kapatmasını engelliyordu. Yerden kılıcımı tekrar almıştım. İçimdeki nefret geçmemiş, yerine daha da artmıştı. Rapier elektriklendikçe adımlarım hızlanıyordu. İlk olarak, tek hamlede kalbine kılıcı saplamıştım. Kalbi patladığı için yüzüme sıçrayan kanla beraber son hamle olarak kılıcın ince ucuyla kafasını kestim. Artık ölmüş olsada elektriğin etkisiyle vücudunun alt kısmı hala titriyordu. İçimde en ufak bir duygu değişikliği yoktu. Sadece nefret ve kin, Kendime olan nefretim Ve bütün dünyaya duyduğum kin. Planım artık başarısız olmakla kalmamış, Chelsea ve Akame’yi kaybetmiştim. Tüylerim diken diken olmuştu. Evet Akame’yi ölürken görmüştüm ama- -Chelsea nerdeydi?!
  7. :TÜR: Aksiyon, Romantizm, Dram, Bilim-Kurgu, Süperzeka :KONU: Emir adındaki bir Türk gencinin, Japonyada yaşayacakları anlatılıyor. Gencimiz süper zekalı bir çocuk. Geliştirdiği yapay zeka algoritması ile dünyaya meydan okuyor. Ancak bunun ağır bedelleri olacak... :OPENING: http://www.youtube.com/watch?v=jUvIh6eePQw *************************** İkinci ve üçüncü sayfalardaki yorumlar spoiler içerebilir. Dikkat edin :) Görüşlerinizi de esirgemeyin arkadaşlar. Onlar bizim için çok önemli :) 1.SEZON 1. Bölüm (Queen-Emir-Kurumi): Yıl 2023 "Nerdeyim ben? Herkes nerede? Queen, Queen Neredesin?" Dıt-dıt-dıt-dıt... Hastahanede gözlerimi açarken duyuyorum kalp atışını ölçen o makinanın sesini. Bana ne olmuştu? Demin ne yapıyordum? Bir sağıma bir soluma baktım. Odada kimse yoktu. Camdan dışarı baktığımda güneşin yavaştan kaybolduğunu gördüm. Sonra kapı çaldı ve odaya küçük kardeşim girdi. -Abii! Uyanmıssın! Abim uyanmıs Heyyy! Diyerek üzerime atladı. Küçük İlaydam, sevgili kardeşim. İlayda demeye üşendiğimden kendisine Maviş diyorum. 10 yaşında sarı saçlı, mavimsi yeşilimsi değişken göz rengi ve peltek konuşması ile çok sevimli biri. -Hani, abim yok mu? -Tuvalete gitmişti, gelir şimdi. Abim, 28 yaşında. Ailemizi kaybettiğimizden beri bütün yük onun üzerinde. bir bilgisayar firmasında mühendis olarak çalışıyor. Benim bilgisayar Merakımda aslında oradan geliyor. 1.92 boyunda, 94 kilo, hafiften kendini salmış bir göbek ve dağınık turuncu saçlar. Kendiside tipi gibi ilginç biri. -Ah doğru ya, Maviş, Queen Nerede? -Queen mi? Ehmm şeyy.. Korkmuş, çaresiz görünüyordu. Heralde koyduğum okuma engeli onu korkutmuştu. -Sen getir, kırılmadı korkma. -Sen nerden... tamam getiriyorum! Dedi kocaman bir gülümsemeyle. Queen yani benim mini bilgisayarım, telefonda diyebilirim aslında, tamamen benim tasarladığım bir sistem üzerinde çalışan sanal zeka algoritması. Bir çeşit SKYnet. Aslında onu yeşil gezengen ve sayılardan oluşan tam bir hack arayüzü ile donatmıştım ama şuan arayüzde beni mavi saçlı, kocaman turkuaz gözleri, kırmızı dövüş kıyafetleri ve güzelmi güzel vücuduyla karşılıyor. Açıkcası bunu çizdiğim için biraz utanıyorum. Ama gerçekte böyle bir kızla çıkmanın hayal olduğunu da var sayarsam... -Queen orada mısın? -Emir! seni adi birden bire düşüp bayılmakta ne demek! Vücudunun her şeyini izliyorum ancak hiçbir şeyi anlayamadım. Bir daha beni böyle korkutma! -A-ah, çok özür dilerim. -Hıh. Ben onu aslında bana arkadaş olsun diye tasarlamıştım. İlk başta konuşmayı bile bilmezken, şimdi korkmayı, hayal etmeyi yada sevinmeyi öğrenmiş durumda. Açıkcası böyle birşeyi hiç beklemiyordum. Her gün beni şaşırtmaya devam ediyor. -Toparlan işimiz var. -Ne işi Emir? Dinlenmen gerek. -Queen, hazırlan. Sadece küçük bir baygınlık o kadar. Üstümü giyinirken abim odaya girdi. Adı Kazım, ama japonyaya geldiğinde Kazuto olarak değiştirdi. iyi mi yaptı kötümü bilemeyeceğim ama komik olduğu açık. Kapıyı kapatacaktı ki gerisin geri açtı. Sadece bakarak ne yaptığımı anlamıştı. Kafasıyla onay verdi. Ve odadan çıktı. Doktorun dediklerini söylemedi. Gerçi o gün söyleseydi, muhtemelen yaşama isteğimi kaybederdim... --------------------------------- Şuan Japonya'da yaşıyorum. Abimin işi dolayısıyla. Buradaki tek arkadaşım, Kurumi-chan, ancak ben ona sadece Kurumi diyorum. İlk başlarda biraz rahatsız da olsa, beni anlayıp sesini çıkarmadı. Bana göre saçma. Sevgilim değil sonuçta. Ama keşke olsaydı... Uzun siyah saçları, kırmızı lensli gözleri, hatta bir gözüne bazen saat şeklinde bir lens takar, ki ona çok yakışır, orta boylu, erkekleri etkileyen inanılmaz tatlı konuşması ile tam bir fıstık! -Hey Emir, seni sapık yine Kurumi'yi düşünüyorsun değil mi? Yüzünden belli yamuluverdin :) -Beynime doğrudan bağlısın zaten. Yüzümden anlamışmış. -Evet bağlıyım. Bu yüzden bir daha sapıklık yapacaksan daha dikkatli ol. -Tamam tamam... İkimizde Karasuno lisesinin sınavlarına girdik ancak kendisi sınav çıkışında ağlamaya başladı. Saçma sapan yanlışlar yaptığını söyledi. Kazanamayacağından korkuyormuş. Ben hallederim dedim. Şimdi ise oraya gidip birkaç kayıt yapmak istiyorum :) okulun çok gelişmiş kablosuz ağ sistemleri var. Oradan sızacaktım. Kim beklerki sadece 2 kişilik yer kaydı için koca sistemin hacklenmesini. Queen aklımı okuyup, işe başlamıştı bile. Kendi işlemcisi dışında, benim beynimin işlem gücünü de kullanıyor.Bu sayede işlem gücü günümüz bilgisayarlarının yüzlerce kat üstünde. Bunu sağlayan algoritmayı ben tasarladım. Başkasının eline geçmesi, dünyanın sonunu getirebilir. ... -Alo, Kurumi? -Emir-kun? -Sana kaç defa şu eki ekleme dedim. Sevmiyorum. -Ta-tamam, Emir. -Kayıt işi tamam. Haftaya beraber Karasuno Lisesindeyiz. Sınıf 1-1 de en arkada cam kenarı 2'li sıra bizim. -S-s-sen ciddisin! Emir seni seviyorum diyeceğim nerdeyse! Çok teşekkürler! -Ah keşke desen... -Anlamadım. -Önemli bişey demedim canım heh he. Ayrıca hemen sevinme. Ceza olarak 3 sene katlanacaksın bana. -tamam :) 2.Bölüm(Kötü Haberler Dizisi): -Emir, uyan! Kurumi seni bekliyor! -Tamam tamam, anladık dur. -Bak bu senin için bir şans olabilir! -Bana sapık diyenede bir bak... Ama Queen haklıydı. Kendisini dışarı çağıracak cesaretim pek yoktu. Bu alışveriş olayı imdadıma yetişti doğrusu. Yataktan kalktım. İnce, mavi bir kısa kollu ve ona uygun mavimtırak capri pantolon giydim. Artık hazırdım. kapıyı açtığımda güneşten gözlerim mayıştı. Yavaş yavaş görmeye başlarken, ağzımda diğer taraftan açılıyordu. Kurumi, kırmızı elbisesi, iki yandan toplu uzun saçları ve o çok yakışan sarı, saat şeklindeki lensi ile karşımda duruyordu. Dünkü yağmurdan ıslanan asfaltın parıltısıyla büyüleyiciydi. Ne oldu diye sorana kadar da öyle kaldım. -Çok şey olmuşsun... Ee, Güzel! -Ah teşekkür ederim Emir-kun! Ay özür dilerim, Emir. -Önemi yok, yavaştan gidelim bari. -tamam Alışveriş merkezine ulaştık. Ama gözüm dünyayı görmüyordu. Neredeyiz, ne yapıyoruz umursamıyordum. Sadece ona bakıyordum. Alışverişi tamamlayıp bir kafeye oturduk. O çilekli-muzlu dondurmasını yerken, bende çayımı yudumluyordum. -Aman ya. Herşey iyi hoşta, memleketin çayını özledim. -Yapacak birşey yok Emir. Ama sana kokteil önerebilirim, çok lezzetlidir. -Yok. Çayın yerini tutmaz. -İyi sen bilirsin... Hey, dondurma ister misin? -O-olur. Diyebildim ancak. Kendi yediği kaşıkla ağzıma dondurma tutuyordu. Çok mutlu olmuştum. Bir iki kaşık yedirildikten sonra, hepsini bana yedirirsen sana ne kalacak diye şaka yollu azarladım kendisini. Saat geç olmaya başlamıştı. kalkmaya karar verip yola koyulduk. Kırmızı ışıkta beklerken önümüzden geçen motorsikletli kişi bir anda Kuruminin çantasını kaptı. -Queen! -Anlaşıldı! Queen'in ismini söylememle beraber barikatların kalkıp motorsikletli şahsı devirmesi bir oldu. Tam çantaya doğru yönelmiştimki, gözlerim karardı, sendeledim. Ama hemen kendime geldim. Neler oluyordu bana böyle? Neyse, sakin kalmalıyım. Kurumi ile ilk randevum ve bunun batmasını istemiyorum. Gidip çantayı aldık. Hırsızı da polise teslim ettikten sonra Kurumi'nin evine doğru yola çıktık. -Emir, pek iyi görünmüyorsun? -Yok bir şey iyiyim. -Emin misin? Hırsızla uğraşırken sendelediğini gördüm. -Biraz başım döndü. O kadar önemli birşey değil. -Ah, işte burası benim evim. 2 katlı gepgeniş bir apartman gördüm. Üst katta Ailesi oturuyormuş. Alt kat ise kendlerine aitmiş. Nedenini sorduğumda ise oranın kendi kursları söyledi. Babası dövüş sanatları, annesi ise resim eğitmenliği yapıyormuş. Kendisininde karakuşak karateci olduğunu o an öğrendim. Tanıdıkça daha çok aşık oldum doğrusu... Daha fazla sabredemedim. Söyleyecektim. -Şeyy kurumi! -evet? -Seni seviyorum! Ne olursa olsun seni seviyorum! Şaşkındı. hiç beklemiyordu. Hayır dedi. Seninle olamam dedi. Sebebini sorduğumda ağlayarak evine doğru koştu. Hiç bir şey diyemedim ardından. Yanlış ne yapmıştım? ------------------------------------------------- Eve vardığımda direk odama gidip üstümü değiştirdim. Bu gün olan şeyde neydi? Sanki o an düşünce yetimi kaybetmiştim. Neler olduğunu bulmalıydım. Birde Kurumi sorunum vardı tabi... -Queen, hırsızlık anındaki bedenimin durumunu kontrol etmeni istiyorum. -Peki. Vücut verilerine ulaşılıyor... -Küçük bir kalp atışı hızı artması dışında bir anormallik yok. Oda hırsızlıktan dolayı sanırım -Anlıyorum. Kesinlikle anormal birşeyler vardı. Abim evde olmadığından ona soramadım. Ayrıca çok yorulmuştum. Yatağa uzandığım gibi uyumuşum. -Emir! Kalk lan, sabah oldu. -Off abi tamam ya. Aşağı indiğimde birisi kahvaltı hazırlıyordu. Mutfağa girdiğimde şok oldum. Yarı çıplak bir kadın vardı. Burnumu saklayarak geri kaçtım. Abimse bana gülmekle meşguldü. Kız arkadaşıymış meğer. Ulan Japonya'da da olsak kazım kazımdır diye geçirdim aklımdan. Doğru ya. Neler olduğunu öğrenmem lazımdı. Abime sorayım dedim. -O gün hastanede doktor ne dedi abi? yüzündeki gülümseme yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. Geç otur dedi. -O gün bayılmanın nedeni, beynindeki bir sorunmuş. Beyninin düşünmeyi sağlayan kısmı normal insanlara oranla yüzde yüz faalmiş. Ancak daha fazla dayanamazmış. Senin anlayacağın, Queen, seni öldürüyor. ... Uzun bir sessizlik çöktü odaya. Hiç bir şey diyemedim. Kendi yarattığım sistem, beni zehirlemişti. Ardından abim anlatmaya devam etti. -Bağlantıyı her kullandığında senden yıllarını çalıyor. Bu yüzden dikkat et. Çok gerekmedikçe algoritmayı aktif etme. Ne yapacağımı düşünürken, Queen çığlığı bastı. Haykıra haykıra ağlıyordu. -Benim yüzümden! Benim yüzümden ölüyorsun emir! -Yeter! Henüz ölmem için çok erken. Ne kurumi'yi kazanabildim, ne de amacıma ulaşabilmiştim. Burada böyle bir sebepten dolayı duracağımı mı sanıyorlar? Hayır! -Ölüm, gel! Senden korkmuyorum! 3.Bölüm(Seni Seviyorum): -Emir Dur! Daha fazla algoritmayı kullanmak istemiyorum. Seni öldürecek! -Yapmak zorundasın Queen! -Yapamam! -En azından duygularımı incele. Ondan sonrada yapamam diyorsan tamam! Queen: İyi tamam deyip verileri incelemeye başladım. Bu değerlerde neydi böyle! Korkuyordu, ama öleceğinden değil... ------------------------------ Kurumi'yi aramaya karar verdim. Neden öyle tepki verdiğini öğrenmem lazımdı. Aradığımda telefonu annesi açtı. -İyi günler Hanım efendi, Kurumi ile görüşebilir miyim? Dememle kadının ağlamaya başlaması bir oldu. Dediklerinden hiç birşey anlayamadım. O sırada babası kadını sakinleştirmeye geldi. Telefonu eline aldı. -Alo? Siz kimsiniz? -Ben Emir, okuldan bir arkadaşıyım. -He sen şu okula girmesini sağlayan çocuksun. -evet, şey, Kurumi'yi verebilirmisiniz telefona? ... -İstesemde olmaz. -Neden? -Gerçekten bilmiyor musun? Demekki seni üzmek istememiş. Kendisi şuan hastanede, yoğun bakımda. -Ne dediniz! Nerede! Adresi verin! Telefonu fırlatıp koşa koşa alt kata indim. Bisiklete atlayıp yola çıktım.Yolda bisikletin lastiği patladı. Yeter be deyip kenara fırlatıp koşmaya başladım. annesi ağladığına göre küçük bir şey olamazdı! -Tokisaki Kurumi'nin odası hangisi. Çabuk! -T-tamam, 320 nolu oda ama ziyaret saatinde değiliz beyefendi! -Sokarım saatine be! Koşa koşa yukarı çıktım. 300-301-302.. Koridorun sonundaki 320 nolu odaya daldım. Kurumi orada öylece yatıyordu. Komadaydı. Peşimden koşan kadına ona ne olduğunu sordum. Beyninde tedavisi bulunmayan bir hastalığı olduğunu, yapacak hiç bir şeyleri olmadığını söyledi. Yıkıldım. O ölecekse ben neden yaşayacaktım ki... -Queen! Bağlantıyı başlat! Kurumi'nin beynini kullanacaksın. (en üsteki diyaloğu okuruz tekrardan) -İyi be tamam, ama ölürsen suçlusu sensin. -Hadi! Kurumi'nin boynunun arkasındaki sinirlerin olduğu kısma elimi koydum. Kurumi'nin beynini hackliyordum. Önce bir kararsızlık yaşadım ama yapmak zorundaydım. O an doğruyu yanlışı değil, sadece onu kurtarmayı düşünüyordum. Sinirler aracılığı ile Queen kendini kurumiye açık bir hale getirdi. Durumu incelemeye başladı. Dediğine göre, Yapısal olarak hiçbir hasar yoktu. sadece beyni yapması gerekeni yapmıyor, adeta intihar ediyordu. Yapabileceğimiz tek şey, bendeki nöral altyapı bilgisini kurumiye aktarmaktı. Zaten durum dahada kötüleşemezdi. işleme başladık. Buraya kadarını hatırlıyorum. Sonra yine bayılmışım. Uyandığımda hemen karşıdaki odada yatıyordum. Tavandaki floresan'ı görmemle fırlamam bir oldu. Queen'in odasına daldım. Gözlerime inanamadım. İşe yaramıştı! Uyanmıştı! Gülümseyerek bana bakıyordu! -Emir, hoşgeldin. Queen'le konuştum. Bana herşeyi anlattı. -... -Konuşsana, hadi bir şeyler söyle. Seni seviyorum falan de mesela. -A-Anla-madım. - Nesini anlamadın şapşal. Hastalığımdan dolayı sana hayır dedim. -Yani... -Evet evet ondan. Yaklaş hadi. Gel otur yanıma. Kafam durdu adeta. Sadece denileni yapabildim. Yanına oturmamla sarılması bir oldu. Teşekkür etti. Sonra yüzünü bana döndü ve ufak bir öpücük kondurdu. Bununla idare et şimdilik diyede küçük bir espiri yaptı. ... Tamam onu kurtarmıştım. ama kendimi ne yapacaktım? Daha amacıma ulaşamamıştım. Burda durmalımıydım? yoksa devam mı etmeliydim? 4.Bölüm(Süper zeka): -Aa, Kurumi! Hoşgeldin! -Şşşt, sessiz ol Queen. -Ah, afedersin. Taburcu olduğumuz gecenin sabahı, kurumi bize beni uyandırmaya geldi. Yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. Yavaştan gözlerimi aralarken kuruminin sesini duydum. -Kalk artık uykucu tembel! -Tamam tamam. Derken elinden tutup yatağa çektim. Üzerime düştüğünde göz göze geldik. aramızda sadece santimler vardı. Dayanamadım, yine öpüştük. Dakikalarca hiç bırakmadan... Sonra üste ben çıktım. -Pekala Kurumi-chan! Bir erkeğin odasına bu saatte geldiğine göre iyi cesaretin varmış. Sonuçlarınada katlanırsın artık! -D-Du-Dur! Ne yapıyorsun Emir-kun! -Ah, yasak kelimeleri kullanıyorsun. Bak dahada kızdırdın beni. -Bırak beni sapıklık yapma, daha yeni çıktın hastaneden! -Olabilir. Sessiz ol yoksa duyacaklar! Dedikten sonra sustu, yüzü kızardı, ellerini yana saldı, gözlerini kapattı. "İyi be" diyebildi ancak. O an o kadar sevimli bir yüz ifadesi vardı ki... Kıyamadım. Şaka yapmaktı amacım ama Kurumi'nin beni ne kadar sevdiğini görmeme sebep olmuştu. Kendini bana bırakmış, bana güveniyordu. Küçük bir öpücük kondurup yanına uzandım. -Sanki öyle birşey yapabilirimde! -Yapamayacaksan öyle şeylere zorlama. Aptal! (Kısa bir sessizliğin ardından) -Hey, sence elimdeki bu güçle ne yapmalıyım? -Nasıl yani? -Quuen' i diyorum. Şuan herhangi bir ülkenin güvenlik ağını çökertebilir, herhangi bir uydunun iletişimini kesebilirim. Ve daha fazlası... Ayrıca ölümcül hastalıklarıda tedavi edebiliyorum. Açıkcası korkmaya başladım. -Bu işlerden anlamam Emir. Ancak bildiğim tek şey sana güvendiğim ve ne yaparsan yap arkanda olacağımdır. Bu yüzden korkma tamam mı? -Ben deli sen benden deli... Şöyle şeyler söylemesen olmaz demi? -Olmaz, sonuçta seni seviyorum ve bunu söylemekten de zevk duyuyorum. -A-Aptal... ------------------------------------------------------------------------------- -Pekala Queen, işlemi başlat. -Anlaşıldı! İnsan beynini yüzde 100 kullanırsa neler olur? Dünyanın en merak edilen sorularından biri. Çılgın bilim adamları uğraşadursun, ben Queen ile bunu başarabilirim. Onu kendi Beynime entegre edeceğim. Tek beyinde iki kişilik olacak. Böylece hem Queen beni anında anlayacak, hemde arayüzle uğraşmadığımız için daha fazla baygınlık vb. sıkıntılar olmayacak. Hem bu sayede onu kimse bulamayacak. Ancak bunu yaparsam, Queen ebediyen orda kalacak ve geri dönüşü olmayacak. Ama bu riske girmeliydim. İşlem ben uyurken, yani beynin en az kullanıldığı zamanda olacak.Sabah kalktığımda herşey belli olacak. **Sabah olur** Bir ses duyuyorum. Yankılanıyor..."Emir, Emir uyan." diyor. Gözümü açıp etrafa baktığımda kimseyi göremedim. Sonra sesi tekrar duyunca herşeyi anladım. İşlem tamamlanmıştı. -Pekala queen, şimdilik beyin kullanımını 2 katına çıkar. Bakalım neler olacak. -Tamam ama yatağa uzan ve rahatla. İşlem 10 dakika kadar sürecek. Birden yaparsam neler olacağını kestiremem. -Sana bırakıyorum. 10 dakika sonrasında uyandım. Hiç bir farklılık hissetmiyordum. Neyse, vakit daralıyor. Kurumi ile randevuma gitmeliyim dedim kendi kendime. Buluşacağımız kafeye doğru yola çıktım. Yoldan geçen arabaları izlerken bir şeyi keşfettim. Hissedebiliyordum. Evet. "Minibüsün frenleri patlayacak ve yoldan geçen çocuğa çarpacak" Hissettiğim anda fırladım. Son anda atlayarak onu kurtardım. Küçük cocuk çok kormuştu. Annesi şoku atlatıp çocuğun yanına gelene kadar sarıldım... Ulan dedim kendi kendime. Daha sadece iki katını, yüzde 15 ini kullanırken sonuç çıkarma yetim tavan yapmıştı. Randevu yerine vardığımda Kurumi çoktan oraya varmıştı. Çok beklettim mi diye klasik bir soru sordum. "Hiçte bile, yeni geldim bende" dedi. -"Hmm, ilk kelime, hiçte bile demeden önce 0.27 saniyelik bir duraksama yaşadın. Kafanı yana eğerek sevimli yüz ifadeni takındın. dur bakayım(kalbine dokundum), kalp hızın normalin çok ötesinde, Sanki koşarak gelmişsin. Ve yüzündeki şaşkınlık ifadesi bunları nasıl anladın der gibi. Ya gecikicem düşüncesiyle deliler gibi koştun. Yada o çılgın yavru köpek yine seni kovaladı. -Sen, Nasıl?? -Bundan sonra ben hem Emir, hemde Queen'im. Kısacası senden sonra kendi beynimide Hackledim.... -------------------------------- -Hey, kim bu? -Adı emir komutanım. -Emir mi? Sanırım türk. Her neyse, onu buraya geitirin. Kendisiyle konuşmak istiyorum. -Emredersiniz! 5.Bölüm(İçeriye Giriş): (Klavye tıkırtıları duyulur) "Şunuda şöyle kodladık mı, işte oldu. Sanırım bununla ordunun dikkatini çekebilirim." Az önce bulduğum bir savunma açığını orduya açık bir şekilde ilettim. Yer bilgilerimi bulmaları an meselesi olsa gerek. 1 saat kadar olmuştu. Kendi kendime sayıklamaya başladım. Ulan dedim, gerçekten saldırsam heralde koca askeri sistemi silerim haa. Aslında öylemi yapsam? Ama o zmn bir anlamı kalmaz. Kenpachi ile yüz yüze konuşmalıyım... ben bunları söylerken, bir grup asker evimin önünde toplanmaya başladı. Kapıyı kıracaklardı ki açıverdim. -Kıpırdama! -Tamam tamam, geleceğinizi biliyordum zaten. Hadi acele edinde beni üstlerinize götürün... Beni o filmlerde çok çıkan askeri jiplerden birine bindirdiler. Ellerimdeki kelepçeler de hiç rahat değildi doğrusu. Ben umursamaz tavırlarımı sergilerken yavaş yavaş harakete geçmiştik. -Efendim! Emiri bulduk! -Buldunuz mu? Salak mısın be? Herif adresini verdi. Böyle bir açığı keşvedebilecek olan adam, bu şekilde kolay bulunabilir mi? Neyse, hadi getirin. Beni klasik askeri sert tavırla zorla odaya götürdüler. İçeri girdiğimde, taht gibi bir koltuğa kurulmuş, hafif yaşlıca, bir gözü korsan misali bantlı olan bir herif vardı. Hiç kale almıyormuş gibi davrandım. -Kelepçeleri açmayı unuttular sanırım...Ah ahh, çok can sıkıcı. -Demek o sensin ha? Emir denen velet? -Sende Kenpachi denen general bozuntusu olmalısın. -Hey sözlerine dikkat etsen iyi edersin. Nerede olduğunu unutma. -Kod adı Dragneel, 0215 nolu karargah, özel komando bölüğü nexlerin tutulduğu o çok özel yer. Ayrıca tam yetkiye sahip japon donanması lideri olan Zaraki Kenpachi efendininde ini. -Seni nalet velet! Bunları nerden biliyorsun! -Buraya geltirildiğimde öğrendim. -Ne dedin!? İşte an geldi. Arayüzü son kez kullanışım. Queen'i serbest bırakmanın zamanı geldi... Üzgünüm Kurumi, eğer geri dönemezsem, üzgünüm... -Tamam, oyun zamanı bitti. Queen! Gerisini sana bırakıyorum. -Ne yapıyorsun Sen velet! -Sisteminizi hackliyorum? Bir sorun mu var? Silahını bana doğrultarak: -Hemen dur! Yoksa seni gebertirim! -Durma, ama bunu yaparsan o çok sevdiğiniz Uridium bombalarını tüm dünya öğrenecek. Nükleer sızıntıyıda unutma sakın. ----------------------------------------------- Aynı saatlerde Kurumi'nin evi: "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni vid"... -Bu saatte kimden gelmiş olabilir ki? Ah, Emirden mi? -Kurimi. Bunları sana anlattığım için üzgünüm. Ancak geri dönemezsem, bilmen gerekecek. Seni çok seviyorum ancak, tüm dünyada savaşı durdurmak adına, bunları yapmalıyım. Lütfen beni bağışla... Kurumi gözlerinden yaşlar süzülürken, sadece tamam diyebildi. Onu destekleyeceğini söylemişti. Her ne kadar bu kadar manyakca şeyler beklemesede. 6.Bölüm(Emirin Mesajı & Skynet 2.0): "Queen'i aslında babam tasarladı. Temelini en azından. Ancak bunu duyan süper güçler adı altındaki şerefsizler, Türkiye bu gücü elde edemesin diye, babamı ve annemi trafik kazasında harcadılar. Şerefsizler... İntikam ateşiyle yanıp tutuşurken, Queen'i tamamladım. Şimdi sıra intikam almaya gelmişti. Ancak o sırada seni tanıdım. Hayatımda ilk defa yaşamak için bir sebebim olmuştu. Sonuna kadar çabaladım ve sonunda seni yakaladım. Ancak bu şerefsizler durmayacak ve başıma gelenlerden sonra başkasının canının yanmasına göz yumamam. Belki dönemem diye, sana Queen'i burakıyorum. Seni zorlayamam ama, dönemezsem eğer, kontrolü senin almanı istiyorum. Bu güç başkasının eline geçmemeli. Yok edip etmemek sana kalmış ancak Queen'in bir canlı olduğunu unutma... Şuan japonyanın Askeri Merkez Üssüne dalıyorum. Muhtemelen dönemeyeceğim ve henüz doyamadım sana. Doya doya seni seviyorum diyemedim. Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm! Ancak bunu yapmak zorundayım. Hoşcakal Sevgilim..." Mesajın her saniyesinde, kalbi dahada çılgın atmaya başlıyordu. Sevdiği adam, kendini hiçe sayarak ölüme gidiyordu. Elinden ağlamaktan başka hiçbir şey gelmiyordu. Hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra... Ama onun için yaşamalıydı. Kararını verdi. Geri gelmezse, Queen ile onun başlattığı işi bitirecekti. Yada bu yolda... ----------------------------------------------------- -Pekala General bey, Siz hariç bütün personeli tahliye et bakalım. -Asla! Seni nalet velet! Kim olduğunu sanıyorsun! -Sadece kızgın bir Türk... Dememle füzelerden birini harakete geçirmem bir oldu. Amerikaya doğru gidiyordu. -Pekala general efendi, ne diyorduk? -tamam tamam! Durdur şunu! ... Personelin tahliyesi tamamlanmıştı. Geriye bir tek general ve ben kalmıştım.Neden diyebildi sadece, neden. Neden mi? Daha fazla masum insan ölmesin diye... Daha fazla O***pu Çocukluğu yapan, daha fazla Bebek Katili! olmasın diye! Birde soruyordu utanmadan. Klasik asker mantığı. Hepsi böyle... -Hey general efendi, uzayda kaç tane uydunuz var? -Sana hiçbir şey söylemeyeceğim! -Keyfin bilir. -Queen, sisteme erişim sağladınmı? -Herşey hizmetinde Emir. Bu işi dışardan yapmaya kalksam muhtemelen beynimi yakardım. Onca işlem gücü ile sistemi hacklemek ne kadar kolay olsada, hayatımı çalıyor olması dehşet verici. -Japonya uzaya toplam kaç uydu göndermiş? -73 tane. 13'ü tam aktif. 50 tanesi ömrünü tamamlamak üzere. 10 tanesi izse uzayda boş geziniyor. Sadece 13 tane aktif uydu mu? Yetmez, imkanı yok! yirmi tane lazım, en az yirmi. Hiçbir şeyin kolay olmasını beklemiyordum ama, ölümdeki bilinmezliğe ne kadar karşı çıksamda, korkutuyordu. Buraya kadar gelmişken yılamazdım. -Pekala Azrail, meydan okumanı kabul ediyorum. arayüzü tam kapasite kullanacağım. Queen! Tam kapasite, hayatım pahasına! Hiç durmadan, Rus uydularına sahip olacaksın! Buraya kadar gelmişken, geri duramayız, Anladın mı! -Emir... (Quuenin düşünceleri) Benden hayatını almamı istiyor. Korkmuyor mu? Nasıl bu kadar cesur olabiliyor? Nasıl ölüme bu kadar hazır? -Hey, burda dünyayı kurtarıyoruz. Çekinme tamam? :) -T-tamam! -Pekala, SKYNET 2.0 Programı, başlasın! 7.Bölüm(Film Şeridi): -Iıaahh!! -Emir durmalıyız! -Bu kadar acıyı bir hiç için çekmiş olmayacağım! Durmayacaksın! Ölsem bile durmayacaksın! Queen'in hareketleri beynimi kavururken, hayatım yavaş yavaş gözlerimin önünden geçmeye başladı. Kurumi ile tanıştığım an geldi aklıma... Orta okulun son senesi transfer olmuştu. Çok güzeldi. O zamanda tarzı aynıydı. Tek gözünü kapatan uzun siyah saçları ve gözündeki kırmızı lensleriyle çok hoş duruyordu.Ondan çok hoşlanmıştım ama ne kadar çabaladıysamda hiç bir zaman ona açılma fırsatı bulamadım. Ta ki mezuniyet gecesine kadar. Ben yine sap gibi evime doğru yürüyordum. Yanlız başımaydım çünkü akşama kadar arkadaşlarla oyun salonunda eğlenmemize baktık. hoş bütün oyunları Queen saolsun ben kazanıyordum ama :) Karanlıkta yürümeye devam ediyorken, kenarda duran bi kız gördüm. Tek başına, kaldırımın ucunda oturmuş, hüngür hüngür ağlıyordu. Yanına yaklaştım. Aman Allah'ım, yoksa bu o muydu? -Gecenin bu saatinde burada ne arıyorsunuz? Bir şey mi oldu? -Yok önemli bişey değil. Dedi gözlerinin yaşını silerken ve kafasını yukarı kaldırdı. İnanamıyordum, bu Kurumi'ydi. Sokak lambasının ışığında parlayan gözlerinden süzülen yaşlar çenesinde birleşip yere düşüyorlardı.O anki yüz ifadesi büyüleyiciydi. Kendimden birazcık utandım. O an ne düşünüyordum öyle. Kendimi toparlayıp söze girdim. -Kurumi-san? -Emir-kun? Senin ne işin var burda? -Burası benim evime giden yol, asıl sen ne yapıyorsun kız başına? Dedim, demez olaydım. Deliler gibi ağlamaya başladı yine. Erkek arkadaşı onu aldattığını itiraf etmiş, artık ayrılmak istediğini söylemiş. Biraz teselli etmek, birazda kendimi tutamadığımdan, sarılıverdim kendisine. Oda bana sarıldı ve tekrar ağlamaya başladı. Dakikalarca öyle kaldık. Sonra kendine geldiğinde yüzüme baktı. yanakları biraz kızarmıştı. Ne oldu kızardın, hasta falan mısın diye soruncada, soğuktan, dedi sadece. Bende üstelemedim doğrusu. Ne yani benim gibi birini sevecek hali yoktu ya... O an nereden bilebilirdim hasta olduğunu, sevdiği kişi olan bana açılamayacak kadar hasta olduğunu hemde... Günler ayları kovaladı. Çok görüşmeye fırsatımız olmasada, her imkan bulduğumda yanına gittim. Yaptıklarım çokta birşeye yaramıyordu. Yakınlaşamıyordum ona. Bir gün onu zorla buluşmaya ikna ettim. Kararımı vermiştim. Geldiği gibi konuya girecek, onu sevdiğimi söyleyecektim. Buluşma yeri olarak ayarladığımız kafeye ilk ben geldim. yaklaşık beş dakika kadar sonra camdan koşarak geldiğini gördüm. Bir iki adım daha attı. Ardından yavaşça yere düştü, bayılmış olmalıydı. Başının yere deydiğini gördüğüm an, fırlayıverdim dışarıya. Yanına vardığımda yerde haraketsiz yatıyordu. Nefes alışverişini dinlemek için ağzına doğru eğildim. Sanki normal gibiydi. Kucağıma aldığım gibi, arkadaki hastaneye koştum. Şimdi düşünüyorumda, buluştuğumuz her yerde, yakında bir hastane vardı. Gözüm kurumiden başkasını görmüyordu ki fark edeyim. Neyse yetiştirdim hastaneye. Önemli bişey olmadığını, sadece yorgunluktan olan bir baygınlık olduğunu söylediler. Hem rahatladım, hem kendimi suçlu hissettim. Yorgun argın benimle buluşmaya gelmişti. Odasına girip yanına oturdum. Kafamı yorgana yaslayıp ağlamaya başladım. Bir yandanda durmadan özür diliyordum. -Gerçekten çok üzgünüm, ne olur kusuruma bakma, çok çok çok üzgünüm! -Sen neden bahsediyorsun. Senin bir suçun yokki. Gelmeyi kendim istedim ben. Dedi ve bana sarıldı,teselli etti. Hiç bir şey yokmuş gibi davranıyordu. Sanki ölmekte olan kendi değilde, başkasıymış gibi... --------- Kız kardeşim geldi gözlerimin önüne. İlaydacığım. Kendisi aslında bir akrabamızın kızı. Daha bebekken ailesini kaybedince, ona bakma işini biz üstlendik. Kendisine hiçbir zaman gerçeği söyleyemedik. Daha çocuktu zaten, üzemedik. Otobüslerde kucağımda uyuya kalırdı. Sürekli başıma bela açardı.hiç unutmam, ilk okul ikiye giden çocuklar mavişimin bir arkadaşının zorla parasını almışlar. buda dayanamayıp yerden aldığı sopayla ikisine birden girmiş. Sonuçsa felaket. Bebelerin eli yüzü kan içinde, bizim5 yaşındaki sıpadan kaçmaya çalışıyorlar. :) He birde abim var. ama onunla ne anım nede yakın bir bağım var. Sanki kan bağı yokmuş gibi. Hatta aslında kardeş değiliz dese hiç tepki göstermem. Ama seviyorum onuda, bana o baktı sonuçta. ----------------------------------------------------------------------- -Emir, biraz daha dayan! Bu son uydu! Başarabilirsin Emir! Queen'in bişeyler dediğini duyuyordum ama, ne dediğini anlayamıyordum. Gözlerim hiç bir şeyi seçemez olmuştu. Sadece bulanık, beyaz şeyler dalgalanıyor gibiydi. Bir kaç uğultudan başka birşey de duyulmuyordu. Değil kıpırdamak, vücudumun zerresini hissedemez olmuştum. Galiba ben yavaş yavaş, ölüyordum... 8.Bölüm(Son Dilek): Pekala yedek Queen, yolu bildiğini biliyorum, Bağlantımızı sağladığımıza göre sende neler hissettiğimi çok iyi biliyorsun. Beni Emir'e götür. En azından son bi kez görmek istiyorum onu! -P-peki. --------------------------- -Skynet 2.0 başlatıldı. Skynet 2.0 programı... Adını efsane film serisi terminatördeki süper bilgisayardan alan, çok gelişmiş bir yapay zeka Algoritması. filmdeki kadar güçlü değil ancak, yinede insanları dize getirebilecek bir yapı. 20 tane uyduyu dünyanın etrafına yayıp aradaki bütün diğer uyduları manipüle etmek suretiyle devreye giren bir sistem. Bu neyi değiştirecek? Tüm küresel iletişim araçları, internet, uydu telefonları... Hepsini aynı anda kullanılamaz hale getirecek.Kısacası insanlığı 150 yıl geriletecek. Kötü birşey gibi durabilir, ancak sağlık sektörüne baktığımızda, tıp alanındaki gelişmeler fazlasıyla yeterli olacak. Savaş alanları Queen tarafından canlı izlenip tüm dünyaya yayınlanacak. Kimsenin pis işleri artık silinip kaybolmayacak. En azından Planım böyle. --------------------------- Uydu sistemleri devrede. Füze savunma sistemleri devrede. Küresel iletişim engellemesi başlatıldı. Queen, kendini uyduların hafızasına transfer ediyordu. Bu sayede dünyadan yapılan hiç bir müdahele planı bozamayacaktı. Herhangi bir tehtitde ise japonların uridium bombaları çok iyi bir koz olacaktı. dııt dıııtt dııııııı.... Emirden gelen yaşam sinyalleri sıfırı gösteriyorken, Queen'in gözlerinden piksel piksel yaşlar akmaya başlamıştı. Yerde yatan cansız bedende kaldı gözleri. Yapmasaydı yaşayabilirdi. Durabilirdi, hepsi kendi suçuydu. Sanalmış gerçekmiş kimin umrunda! O acıyı hissediyordu. O yok oluşu farkediyordu... -Queen! Kendine gel. Sana bırakılan son görevide layıkıyla yerine getireceksin! -K-Ku-Kurumi san! Sen buraya nasıl geldin! -Emir seni bana emanet etti. Bir kopyanda bende vardı. Onu kullanarak geldim. Ayrıca burada sana özel bir mesaj daha var. Benim kopyamla senkronize ol. Hem mesajı al, hemde benimle bağlantıya geç, hadi. -T-Tamam. Kurumi koşarak emirin yanına gitti. Vücudu buz kesmiş, ten rengi solmuştu. Başını kucağına aldı ve tekrar "neden?" diyebildi sadece. Ancak bu seferki soru, neden onuda yanında götürmediğiydi. Cevabını bilsede, acı geliyordu kaybetme duygusu. Emirin yaptığını bencillik olarak yargıladı. "Güvenebileceği tek kişi ben olsamda, bu acıyla geride bırakılmak hiç adil değil" diye konuşmaya çalıştı, ağlamaklı bir dille, göz yaşlarını tutamazken... ----------------------------- Emirin bıraktığı bir video mesajdı. Kurumiye hazırlanan mesajla aynı zamanda yapılmış gibi duruyordu. Ciddi bir ifadeyle söze girdi: -Queen, sen benim en iyi arkadaşımdın. Sen benim can yoldaşımdın. Seni sen olman için tasarladım. Ve biliyordum ki, beni öldürecek şeyleri ne olursa olsun yapmayacaktın. O yüzden araya küçük bir program yazdım. Bundan sana bahsetmeli miydim bilemedim. Eğer öğrenirsen benden uzaklaşabilirdin belki. O yüzden de sessiz kaldım. Ancak bunları konuşmak için artık çok geç. Şimdi senden tek isteyebileceğim, ne kadar ciddi olduğumu anlaman ve sana bıraktığım son görevi layıkıyla yerine getirmen. Yoksa kendimi boş yere öldürtmüş olurum, değil mi? Video kapanırken, Emirin suratında güven dolu kocaman bir gülümseme vardı. Queen son bir çığılık daha attı. Gözündeki yaşları sildi. Bundan sonra ne ağlayacak, nede üzülecekti. Sadece ama sadece görevine odaklanacaktı. Emirden aldığı son görevine... Kurumi bile olan biteni kabullenmişken, kendisi bu şekilde duramazdı. -Pekala Kurumi san! Emirin son dileğini, onu en çok sevenler olarak bizler gerçekleştireceğiz! 9.Bölüm(Yeni Dünya): --------------------------- "Skynet 2.0 programı başlayalı 5 sene olmuştu. Hiç bir ülke uydulara erişememiş, hatta füzelerle yada uzay gemileriyle bile vuramamışlardı. Çünkü uyduların yaydığı frekanslar tüm füze ve mekiklerin navigasyon sistemini alt üst ediyor, asla hedefe varamıyorlardı. Hal böyle olunca internetin değeri kat ve kat arttı. Ülkeler artık silah, mermi, füze yerine, hackerlar yetiştirmeye başlamıştı. Aksi halde internet bağlantılarını kesmeleri gerekiyordu ki dünyanın en kapsamlı iletişim aracını bu şekilde engellemek düşünülemezdi bile." --------------------------- Bir gökdelenin tepesinde, hafif esen ılık rüzgar saçlarını dalgalandırırken, Kurumi ufka doğru bakıp, derin düşüncelere dalıyordu. Geçen 5 yıl boyunca ne yapmıştı? Hayatında neler olmuştu? tek bildiği, tek hissettiği yanlızlık duygusuydu. Kapkaranlık... Sonra Queen'in sesini duydu. Oda değişmişti. Yaşananlardan sonra Kurumi'ye anne demeye başlamıştı. Emir'i de bir nevi babası olarak görüyordu zaten. -Anne, bende aynı şeyleri hissediyorum. Bende yanlızlık çekiyorum. Ama ne kadar çirkin bir düşünce de olsa, insan alışıyor... Hem, Babam cennette seni bekliyor, unuttun mu? Hiç olmazsa senin öyle bir şansın var. Peki ya ben ne yapayım? Benim tesellim ne olacak! Bunu düşündükçe... Derken gözlerinden yaş akacak gibi oldu. Ancak söz vermişti. bir daha ağlamayacaktı. Kendini tuttu, tuttu... Kurumi gözlerini ufuktan ayırmadan konuşmaya başladı. -Queen, sen iyi bir programsın. Ayrıca her insan gibi duyguların, düşünce gücün, hislerin, Kişiliğin var. Umuyorum ki Allah buna kayıtsız kalmayacaktır. Diyebildi ama içinde hiçte buna inanası gelmiyordu. Ama böyle birşey daha önce yaşanmadığına göre, belki de olabilirdi. bu konu çok karışık olduğundan düşünmeyi bıraktı. Bir ara ufak bir gülümseme geldi yüzüne. Queen merakını gizleyememiş olacak ki, sebebini sordu. Kendi de az çok tahmin ediyordu gerçi. -Gayet açık kızım, kendi kurduğumuz uydu ağını kırmaya çalışan ekibe başkanlık ediyorum, ondan. Küresel İletişim Merkezleri (K.İ.M.)' nin en önemli yerleşkesi olan Japonya'daki ofisin başındaydı. Queen sayesinde artan zekası onu insan üstü bir güce kavuşturmuştu. Bu kurum için biçilmiş kaftandı. Onun içinde bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Tepesinde durduğu göktelende o binaydı. Kurumi, kurumdaki herkesle adeta dost olmuştu. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Hepsininde Queen'den haberi vardı. Pek tabii sadece yapay zeka olarak bilinen küçük şirin bir oyuncaktı. Tüm dünyayı etkisi altına alan program olacağı kimin aklına gelirki? ------------------------ K.İ.M.'in ikinci ve bir o kadar önemli bir görevi daha vardı. Ülkeyi, dış güçlerin hacker saldırılarından korumak. Bunun için sıradan bilgisayarlar kullanmak zorunda olması biraz sıkıntı versede, Queen'in sağladığı süperzeka fonksiyonları işini biraz daha kolaylaştırıyordu. Zaten japonyanın bir numaralı merkez olmasının sebebi, Kurumi'nin yazdığı değişken algoritmalı 8 katmandan oluşan güvenlik duvarıydı. Bir duvarı kırsalar bile ikinciyi kırmaları için 2 kat daha fazla sistem gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Çünkü 1. katmandaki değişen algoritmanın gözden kaybolmaması için, anlık kontrol altında tutulması zorunluydu. Dönemin teknolojisi onu atlatılamaz kılıyordu. Ancak bu koruma tedbir amaçlı sadece merkez binasında bulunuyor, diğer hiç bir merkeze yada kuruma sağlanmıyordu. Ne polislerde nede askerlerde bu denli güçlü korumalar vardı. Sebebi ise çalınmasını engellemekti. Göktelenin tepesinde rüzgarın hazzını yaşarken, kendisini çağıran bir anons duydu. Ardından alarmlar çalmaya başladı. Anlaşılan biri yine katmanlara kafa atıyordu. "Bıkmadılar şundan, geçemeyeceksiniz anlayın artık" diye iç geçirdi. Yavaş adımlarla kontrol odasına inerken, içerdeki personelin bağırışlarını duydu. -Tanrı aşkına başkan nerde kaldı! -2. katman düştü! -3. katman yüzde 80-70-60... Duyar duymaz içeriye doğru koştu. Queen'in yüklü olduğu aracı, paneldeki porta aceleyle yerleştirdi. Klavyeden gerekli kombinasyonları yazdı ve seslendi: -Queen! Senin sıran! -Peki anne! Queen bütün kontrolü eline aldı. Gereksiz bütün sistemleri kapatıp tüm işlem gücünü kendinde topladı. Güvenlik duvarını onarmaya başladı. ancak yenileme hızı çok yetersizdi. Onardığı her %3'lük dilime karşılık duvarın %10'u düşüyordu. Geriye yapılacak tek bir şey kalmıştı. Arayüzü kullanmak. Biran için tereddütte kaldıysada, Kurumi'nin de izniyle hemen işleme başladı. Aradan geçen 5 yılda arayüzü daha çok geliştirmişlerdi. Ancak ağrı hala çok şiddetliydi. Queen gücü yavaş yavaş arttırarak saldırıyı durdurdu. Acıdan dizlerinin üstüne çökmüş olan Kurumi, işlemin sonlanmasıyla gelen rahatlamanın etkisiyle büyük bir oh çekti. Ancak başları beladaydı. Saldıranın sıradan bir bilgisayar olması imkansızdı. Yoksa, yoksa başkası da arayüzü keşfetmiş olabilirmiydi? Hem de bu kadar güçlüsünü yapmış olabilirmiydi? Bu saçmalıktı. Dahası, yardımcıları Daniel ve Tohka'ya birşeyler açıklamaları gerekiyordu. Neler oluyordu Allah aşkına... Revire doğru yola çıkarken, Daniel ve Tohka'ya gelmelerini işaret etti. Onlara birşeyler söylemeliydi. 10.Bölüm(Daniel&Tohka): -Daniel, Tohka... Az sonra söyleyeceklerim sizin hayatınızdan daha değerli. Yani bunu kimse bilmemeli. Anlaşıldı mı? Daniel ve Tohka önce birbirlerinin yüzüne kısaca baktılar, sonra evet dercesine kafalarını bir aşağı bir yukarı salladılar. Kurumi Queen hakkındaki gerçeği anlatırken, ikisininde gözleri her duydukları kelimeye karşılık dahada büyüyordu. En son Skynet 2.0'ın aslında Queen ve çok sevdiği Emir'in eseri olduğunu duyduklarında, Korkudan yere çökmüş bir vaziyetteydiler. Daniel söze girdi: -Yani sen bizim düşmanımız mısın? -Hayır, ama eğer bana engel olmaya çalışırsanız acıma beklemeyin. Arayüz'ün neler yapabileceğini bilmiyorsunuz... -Neden bu kadar ileri gidiyorsun? İnsanların suçu ney! -İnsanların mı? O nalet yaratıkları umursamıyorum bile. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, aciz birer pislik torbası her biri. Tek dertleri savaş. Ben sadece Sevdiğim adamın son dileğini yerine getiriyorum. Öldükten sonra bana bıraktığı son dileği... Tohka şoku yeni atlatmış olacakki, titremesini kesip konuşmaya başladı: -Yani biz şimdi ne yapacağız? -İstedğinizi yapmakta özgürsünüz. Bu kadar büyük bir şeye sizi zorla bulaştıramam. -Ben, Ben seninle kalacağım. Ben son iç savaşta ailemi kaybettim. Daha fazla insanın ölmesini, daha fazlasının acı çekmesini izlemek istemiyorum. Daniel, sen ne diyorsun bu konuya? -Ben mi? Sizi çılgın kadınlar. Peki tamam. Tohka varsa bende varım. -Nasıl yani anlamadım? Cebinden çıkardığı sigarayı yakarken düşünüyordu Daniel. Ya bu çılgınca plandan uzak duracak, ya da sevdiği kadına, Tohka'ya bişey olmaması için elinden geleni yapacaktı. Derin bir nefes çekti ve: -Hay ben böyle işin ta... Bi kıza aşık ol, oda dünya çapında bir planın peşinden koşsun. Sokayım böyle şansa. -Daniel... Sen, doğru mu söylüyorsun? -E heralde. Böyle manyakca bişeyi başka niye kabul edeyim. -Daniel! Bende seni... Gözlerindeki mutluluk yaşları konuşmasını engelliyordu.Ayağa kalktı ve Daniel'in kucağına atladı. Öyle sıkı sarılıyordu ki... Kurumi ikisine uzun uzun baktı. Sonra dayanamadı, o da ağlamaya başladı. Yine emiri özlemişti. Burada, yanında olsa, ona nasıl sarılır, nasıl koklardı... Kafasını hafiften sağa-sola salladı. Şimdi bunların sırası değil diye düşündü. Kafasını toplayıp yanındakilere seslendi. -Pekala, şu bize saldıran şeyin ne olduğunu çözmemiz lazım. ------------------------------- Ertesi günün sabahı masasında uyuyakalmış Kurumi'yi Tohka aceleyle uyandırdı. Saldırının yapıldığı yerin alanını daraltmayı başarmışlardı.Hemen kontrol odasına koştular. Kurumi gördüğü yer karşısında şaşkına dönmüştü. Belirledikleri sınırların içinde o askeri üste bulunmaktaydı. Şaşkınlıktan eli ayağına dolaştı. Ne yapacağını düşünürken aklına uydu telefonları geldi. Doğrudan bağlantılı olduklarından direk generale ulaşabilirlerdi. 2 adamını telefonu iletmeleri için görevlendirdi. -------- (telefon çalar) -Ne istiyorsun. -Kenpachi... -Sende kimsin nalet olası. -Sus ve sadece soruma cevap ver. Arayüzü nerden buldun? -Ha! Sen o pisikopat veledin sevgilisi misin yoksa? -... -Hah hah ha! Biliyordum. Pekala genç bayan. Şimdi kulaklarını dört aç ve beni iyi dinle. Uydu ağının arkasında sen olduğunu biliyorum.Geliyorum, hazır olsan iyi edersin. Ayrıca bana bıraktığın o hediye içinde teşekkürler. Çok işime yaradı.Hah hah Ha! Dedi ve telefonu kapadı.Kurumi olayı anlamıştı... (Emir'in Öldüğü gün) "Dikkat, kendi kendini yok etmeye 1 dakika, Dikkat, kendi kendini yok etmeye 1 dakika..." -Kurumi! Buradan hemen çıkmalısın! Acele et. -Ama Emir ne olacak! -Biliyorum! ama o öldü! Sen yaşamak zorundasın. Acele et! ----- O an Queen'i tam olarak kontrol edemiyordum. O yüzden oradan kaçmak zorunda kalmıştık. Emirin bedenini de, orada bırakmıştık. Sonraki zamanlarda oradan çaldığımız kayıtları incelerken, klonlama ile ilgili birşeyler okumuştuk. Yoksa...Hayır olamaz! Olmamalı! Seni general bozuntusu! Sevgilimi rahat bırak! Bedenini rahat bırak!!! 11.Bölüm:(Olamaz!): -Queen herşey hazır mı? -Anne, bunu yapmak istediğine emin misin? -Duygularımı okuyabildiğin halde, bunları bana soruyor musun? -Öyle ama... Babam ne yapmanı isterdi? -Queen, sana bir gerçeği hatırlatayım. O burda değil! Nalet olsun yok işte yok! Yapmaya çalıştıkları şey, emirin yaptığı gibi Queen'i kuruminin beynine almaktı. Bu sayede beyninin tamamını, en azından teoride, kullanabilme şansına sahipti. Emir sadece yüzde 15'e çıkabilmişti. Daha yükseğini denemeye fırsatı olmamıştı. Kurumi ise sonuna kadar gitmeyi planlıyodu. O Generali ve bu işe bulaşan herkesi öldürecekti. Hali hazırda kullandığı kırmızı lensler yüzünden zaten oldukça ürkütücüyken, aklını kan hırsı bürümüş halini görünce korkmamak elde değildi. -Kızım, işleme başla... -Tamam anne! --------------------- (Generalin Üssünde) -Efendim, elimizden geleni yapıyoruz ancak, onu şimdi uyandıramayız. Aksi halde çok yaşayamaz. -Uzatma lan, dediğimi yap. Ölüm ölmemesi umrumda değil. Elimizde daha çok var. Geleceğini biliyorum Emir'in sevgilisi. Eğer o manyak ile sevgiliysen, sende en az onun kadar manyaksındır. Ama ben senin gibi değilim. Hatta sana güzel bir sürpriz de hazırladım. Hah hah ha! Uyandırılma işlemi başlıyor. Kalp atışları, normal. Kan basıncı, normal. Beyin fonksiyonları, normal. Kabin açılıyor... Dumanların arasında bir gölge gözüktü... -Pekala millet, burayı boşaltın. Birazdan ortalık çok karışacak. Ayrıca tüm uyduları onlar kontrol ediyor. Herhangi bir askeri hareket yapmaya kalkarsak işimiz biter. Burada olanlardan kimsenin haberi olmayacak. Pekala manyak kadın, gel bakalım, sen mi kazanacaksın yoksa sevgilin mi, göreceğiz! Haaahh Haaa! 5 dakika kadar sonra, Kurumi askeri üsse gelmişti. Etrafta kimsenin olmaması biraz ürkütücü olsada, sebebini o da biliyordu. Şimdi yapması gereken generali bulup onun işini bitirmekti. Yapmak istediği şeyi az çok anlamıştı. Emiri yada en azından beynini klonlamaya çalışıyordu. Bunu tam olarak başarırsa, hiç bir şekilde durdurulamazdı. Klon oldukları için beyinlerinin tamamını kullandırabilirdi. Ölmeleri çokda mühim değildi general bozması için... -Kenpachi Şerefsizi, neredesin çık ortaya! -Hey hey, sakin ol. Hem niye onu çağırıyorsun. Yoksa beni özlemedin mi? Kurumi sesi duyar duymaz titremeye başladı. Yavaşça arkasını döndü. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Dili tutulmuş, doğru düzgün nefes alamıyordu. Karşısında cansız bedenini kucağına aldığı, sevgilisi olan Emir'in tıpatıp aynısı olan biri duruyordu. Klon... -S-sen, sen Emir değilsin. Biliyorum ama... -Benim ondan ne farkım var? A dur bir dakika, ben seni ondan daha çok istiyorum. -Ne demek istiyorsun? -Senin ölmeni ondan çok istiyorum!! ... 12.Bölüm(Yeter Artık!): ----------------- Üzerime doğru geliyordu. Elindeki bıçakla koştura koştura... Elimi belimdeki tabancaya götürdüm ama, çekemedim. Dayanamıyordum artık. Yanlız başına 5 yıl yarı ölü yaşarken hep onu düşünüyordum. Cansız bedeninin soğukluğunu kucağımda hissettiğim Emir'im, klonda olsa şuan karşımda duruyordu. Yeter! Daha fazla bu acılara katlanmak istemiyorum! Kurumi kollarını açtı ve üzerine doğru koşan, emirin klonuna bakarak gülümsedi. Emir bir an sendeledi, ancak koşmaya devam etti. Tam Kurumi'nin yanına gelmişti ki, bıçağı yere attı, kuruminin elinden tutup onu kaçırdı. Kurumi hala şoktaydı. Emir konuşmaya başaldı. -Kenpachi benim beynimi kontrol altına almak için beynime bir çip koymuş. Ama beynimi olduğu gibi kopyaladıklarından Queen'de beraberinde geldi. Uyandırıldığımda otomatikman harakete geçti. Çipi devredışı bırakması biraz zaman aldı ancak gördüğüm kadarıyla tam vaktinde yetişti. -Yani sen şimdi gerçek Emir misin? -Hayır, sadece kopyasıyım. Bu yüzden sevinme. Zaten bir kaç dakikalık ömrüm var. General beni daha tamamlanmadan makinadan çıkardı. -Ölümünü bir daha mı göstereceksin bana? Tam bastırdım anılarını derken, birdaha mı buz kesmiş bedenini hissedeceğim? İstemiyorum, hayır! ... Hiç birşey diyemedi Emir. Gözleri doldu . Elinden birşey gelmiyordu. Sadece onu da bu işe bulaştırdığı için pişmandı. Koşmaya devam ettiler. General peşlerinden geliyordu. Sinirden deliye dönmüştü. Artık hiçbir şeyi umursamıyordu. Onları yakalayacak ve ikisinide oracıkta öldürecekti. Klonun zaten çok fazla ömrü kalmamıştı gerçi, ama olsun. Kurumi'nin önünde bir kez daha öldüreceğim onu! diye geçirdi içinden... ------------------ -Tanrı aşkına Kurumi-san nereye kayboldun! - En son nereye bakıyordu? Askeri üs değil miydi? Oraya gitmiş olmasın sakın? Queen, sen birşey biliyor musun? Queen kararsız kaldı. Emiri öldürenin general olduğunu söylese, sebebini bilmek isteyeceklerdi. Kurumi'yi bu kadar kızdıracak birşey küçük olamaz diye düşüneceklerdi. ama yinede anlatacaktı. geriye bir tek annesi kalmıştı. Onuda bu şekilde kaybetmek istemiyordu... -Sebebini sormayın ve sadece dinleyin. Aslında orası... ---------------- Askeri üssün etrafı dışarı çıkarılan personel ile çevriliydi. Bazılarıda generale katılmış, Kurumi ve Emiri arıyorlardı. Artık sınırına gelen Kurumi, üzüntüden patladı. -Yeter! Dur diyorum Emir. Artık yaşamak istemiyorum. Senide son kez gördüm dünya gözüyle. Her ne kadar klonda olsan... Hiç bir pişmanlığım kalmadı geride. Daha fazla dayanamıyorum. -Kurumi... Ordalar! Koşun! Sonunda general ve ekibi onları bulmuştu. Köşeye sıkışmışlardı.General o çirkin sırıtışını gösterdikten sonra, tetiği çekti. Emir refleks olarak kuruminin önüne atladı. Sırtından vurulmuştu. Tam kalbine denk gelen yerden... Ve kuruminin kucağına düştü. "Yaşamalısın" diyebildi sadece. ağzının kenarından akan kanlar, zemine yayılmış kanlara karışırken... Kurumi bir kez daha Emir'in cansız bedenini kucağında tutuyordu. Bu sefer hayatı ellerinden kayıp gitmişti. Dondu ve öylece kalakaldı... 13.Bölüm Sezon Finali(Değişim başlasın!): Daniel ve Tohka ekip ile beraber üsse vardıklarında, Kurumi'yi kucağındaki cesetle ağlarken bulmuşlardı. Onun emir olduğunu öğrendiklerinde buz kestiler. Sadece birbirlerine bakakaldılar. Yanına gidecek yüz bulamıyorlardı. Gidipte ne diyeceklerdi ki zaten... -Anne!Anne iyi misin? Ses Queen'in sesiydi. Daniel'e onu yakına götürmesini söyledi. Daha yeni yakınlaşmaya başlamışken, Queen karşısında 5 yıl önceki portreyi tekrar gördü. Her adım ilerleyişinde, duyguları daha çok yoğunlaştı. En son yanlarına geldiklerindeyse çığlığı bastı. -hayır! Yine olmasın hayır! ------- Biraz sakinleştikten sonra devam etti. Beni babamın eline koy. Neler olduğunu o bana söyleyebilir. Klon da olsa o Emir, henüz tamamen ölmemiş olmalı. Daniel söyleneni yaptı. Queen sinir uçlarından beyne ulaştı. Hafıza bölümünü tararken birden durdu. "Emir'den mesaj mı var?" Dur bi saniye, neler oluyor böyle? Emir'den mesaj mı var? Muhtemelen beyninde kalan son şeylerden biriydi. Otomatik gönderilecek bir mesaj. Açtı, okumaya başladı. "Size yaşattığım acılar için gerçekten üzgünüm, ama kurtardığınız hayatlar için buna değer. Her ne kadar hal böyle olsa da, sizi daha fazla zorlamak istemiyorum. Bu yüzden son olarak bu kodları bıraktım. Bunlar hem senin acı çekme duygunu, hemde Kurumi'nin benle ilgili anılarını hatırlamasını engelleyecek. Tamamen silecek kadar ileri gidecek cesaretim yok malesef. Şimdi iş sana kalıyor, yapacak mısın? Yoksa bu şekilde kalmak iyi mi?" Queen kafasını kaldırıp annesine baktı. Gözleri sönmüş, ölü gibi duruyordu. Dokunsan devrilecek kadar zayıftı. Onun duyguları yapaydı sonuçta. Ne kadar hissedebilme yeteneği olsada gerçekteki kadar şiddetli olamıyordu. Bir kendi yaşadıklarına baktı, birde annesinin yüz ifadesine. Düşünecek bir şey yoktu. Anıları silecekti. Daniel'den Kurumi'ye uzanmak için yardım istedi. Kurumi onu eline aldı ve söze girdi. -Bu manyağı senden iyi tanıyorum Queen. Aşağı yukarı aklından neler geçiyor biliyorum. Ama yapma. Eğer son dileğinide unutursak, yaşadığımız bunca şeyin ne anlamı kalacak? Hadi eve gidelim, bu sefer katılmamız gereken gerçek bir cenaze töreni var... Queen gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Saldı kendini. Küçücük bir ekranda mavi-beyaz süzülen piksel taneleri. Acının ne demek olduğunu öğrenmiş gibi manalı manalı süzülen gözyaşları... ---------------------- Generalin takımı dağıtılmıştı. Kendisi ise görevden alınmıştı. Tabi halka duyurulan kısım buydu. Gerçekte dünyanın en önemli güvenlik noktası haline gelmiş bir merkezin başkanına saldırmak açıklanamaz birşeydi. Hem işin arkasında gerçekten kimin olduğunun da bulunması gerekiyordu. Bu yüzden Kenpachi'yi sorgulamak üzere yanlarında getirdiler. Klasik asker bozması, ağzını bile açmadı. En son Kurumi yanına geldi. Başına silahı dayadı. "Söyleyecek bir şeyin var mı?" dedi. Generalin hayır demesinin üzerine hiç ikiletmedi. Çekti tetiği. O anki soğuk kanlılığını gören Queen içinde garip bir korku hissetti. Sanki tanıdığı annesi başkasına dönüşmüş gibiydi. Kurumi arkasını döndü ve giderken "toplayın şunu" dedi. Hala olanlara anlam verememiş olan sorgulama ekibi denileni yaptı. Kurumi kendi kendine konuşmaya başladı. Bundan sonra kötülere merhamet olmayacak. Bundan sonra acıma olmayacak. Bundan sonra kimseyi kurban vermeyeceğim hiç bir şerefsize! Sonra Queen'e döndü ve: -Kızım, bundan sonra hiç bir kötüye acıyarak bakma. Ayrıca unutma, asıl düşmanı daha bulamadık. Hiç bir yumuşaklık belirtisi göstermeyeceğiz. Ben yaşadığım sürece skynet 2.0 programı devam edecek. Küresel İletişim Merkezleri (K.İ.M.)'de emrimde. Generale o desteği veren o***'yu bulup canına okuyacağım. -Anne... Queen yaşananları tekrar düşündü. Belkide doğru olan buydu, yada yapması gereken. Annesine destek olmaya karar verdi. Her ne kadar korkuyor olsada... 2.SEZON Notlar: Konu ilk bölümden saçmalanmışa benziyor ancak yeni bölümler geldikçe ortaya güzel şeyler çıkacak. Her hafta en az bir bölüm ekleyeceğim. Keyifli okumalar. 1-1.Bölüm(uyanış): Kurumi'yi kurtarmak için beynini hacklediğimden beri 5 yıl geçti. Bu yaptıklarım sanki hiç birşeyi değiştirmemişti. Hala komadaydı, hala dışarıya tepki vermiyordu. Ne yapacağımı bilmeksizin öylece dolanıyordum. 5 yıl boyunca hiç birşey yapmadan... O gün hastaneye gitmedim. Gidemedim. Belkide benim yüzümden hiç uyanamayacaktı. Ne yaptığımı sanıyordumki? Öylece bir insanın beynini hackleyemezdim. Ama onu kaybetmekten korktum. Şu nalet dünyada bana ait olduğunu düşündüğüm tek şeyi. Bu korkum, belkide onun sonu olmuştu. Ben bunları düşünürken çalan telefonun sesiyle irkildim. Cebimden çıkarıp baktığımda hastaneden aradıklarını gördüm. Acaba... Hayır hayır. Aklıma kötü şeyler gelmemeliydi. Yinede korkarak telefonu açtım. -Alo, emir-san'la mı görüşüyorum? -Buyrun benim. -Gözünüz aydın, hastanız uyandı. -Ne! hemen geliyorum! Montumu aldığım gibi kapıdan dışarı fırladım. Bisikletim arızalıydı. 3km yolu koşmam gerekiyordu. Olsun, şuan 30km bile koşarım. O gözlerini açtıya, gerisinin bir önemi yok... 301-302... Koridorun sonundaki 320 nolu odaya kelimenin tam anlamıyla kafa attım. Evet kafa attım. Kapı arızalıydı ve açmak için biraz uğraşmam gerekiyordu. O kadar acele edincede direk kafayı vurdum.Kapıyı açtığımda kurumi yataktan doğrulmuş, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Gözlerimden gelen yaş durmak bilmiyordu. Hemen koşarak yanına vardım. -Kurumi, sonunda uyandın! -Uyanmak mı? -Evet, tam 5 yıldır komadaydın. -Be-beş yıl mı? Sen gerçekten Emir misin? Kesin bu bir rüya olmalı... -Hayır gerçek! Burdayım, hiç gitmedim! -Senin 2 defa ölümünü gördüm Emir, 2! Hepsi sahtemiydi! Tüm yaşadıklarım, hepsi bir rüyadan mı ibaretti! Hayır bu gerçek olamaz! -Kurumi... Neler olduğunu idrak edemedim ilk başta. Ondan biraz daha anlatmasını istedim. Tüm detaylarıyla, sanki bir ömür yaşamış gibi anlatıyordu. Onu daha fazla yormamak ve dinlenmesine izin vermek için, biraz yanlız bıraktım. Sonra Queen ile irtibata geçtim. Çekilen beyin tomografisini incelemeye başladık. Sonuçta beynindeki hücrelerin sayısında aşırı bir artış olduğunu gördük. Neredeyse 5 yıl yaşamış kadar veri birikmişti. Bunun 2 tane mantıksız ama mantıklı olması gereken açıklaması vardı. Ya Kurumi komadayken, benim yaptıklarım yüzünden uzun bir rüyaya dalmıştı, yada geleceği görmüştü. Beyin hakkında bilmediğimiz tonla şey varken pek hala her ikiside mümkün. Şimdi düşünmem gereken bunlar değil, Kurumi'nin bedensel ve ruhsal sağlığı. Zira eski Kurumi gitmiş, yerine sert ve asker havasında bir Kurumi gelmişti. 1-2.Bölüm(Uyanış-2): Kurumi hastaneden taburcu oldu. Bir kaç gün yanlız kalmak istediğini söyledi. Bu boşlukta bende kendimi olanları anlamaya çalışmaya verdim. Herşeyden önce beynimi daha iyi anlamam gerekiyor. Bunun için daha zeki olmalıyım ve bunu başarmanın yoluda Queen'den geçiyor. Onu doğrudan beynimin içine erişibileceği şekilde yeniden yazdım. Bundan böyle benim rızam olmaksızın bütün kontrolleri elinde tutabilecekti. Peki bu ne işe yarayacaktı? Queen insanoğlunun bildiği tüm bilgileri idrak etme yeteneğine sahip bir varlık. Beyin üzerine bilinen herşeyi öğrenecek, benim beynimi kullanarak öğrenme gücünü arttıracak ve olanları çözmeye çalışacak. Pekala çözmesi yıllar bile sürebilir. Aslında Queen'i doğrudan bedenime aktarabilirim ancak bu işlem çok riskli ve geri dönüşü olmayan birşey. Böyle birşey'e kalkışmadan önce bunu denemeliyim. Ayrıca Kuruminin Bana anlattıklarının gerçekliğinide kontrol etmem gerekiyor. Eğer gerçekten söylediklerinde doğruluk payı varsa... Geçen bir haftanın ardından daha fazla sabredemeyip kurumiyi görmeye gittim. -hey, benim, içeri girebilirmiyim? -Emin değilim. -Ne demek emin değilim, geleyimmi gelmeyeyimmi? -Onu kastetmedim. Neyse, gel. Seni çok özledim... Odaya girdiğimde pencerenin yanında dikiliyordu. Belliki dışarıyı izliyordu. Sonra yavaştan bana doğru yaklaştı. Elini yanağıma koydu. Yüzünden tarif edilemeyecek duygular yansıyordu. Korku, mutluluk, sevinç, hüzün... Hepsi bir arada... "Gerçekten senmisin?" diye tekrar sordu. Hiç bir şey demedim. İyice yaklaşıp dudağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra, "hepsi geçti, her ne yaşadıysan hiç biri gerçek değildi. Bu durumdan kurtulmalısın ve ancak sen kendini kurtarabilirsin. Sana yeni bir şans verilmiş gibi düşün. Herşeye yeniden başlama şansı." Kafasını göğsüme yasladı. Bir an ağlayacağını sandım. Hatta eski Kurumi olsaydı çoktan seller yağdırmaya başlamıştı. Şu an karşımda duran kişi ise bambaşka hissettiriyordu. Uyanmadan önce en son ne hatırladığını sordum. -Başımıza bela olmuş pisliğin tekini idam ettim. Bir kaç gün sonra ölmüş olması gereken o Kenpachi o.ç'undan bir mesaj aldım. Tahminimce kendini klonlamıştı. Şerefsiz. Nasıl yada nerde yaptığını bilmiyorum. Manyak herif, Eski usül atam bombası yaptırmış, sırf beni öldürebilmek için bütün şehri havaya uçurdu. Aslında birazda mutluydum. Sonunda gerçek senin yanına geliyordum. Sonunda tüm bunlar son buluyordu. Biraz şaşırmıştım. Bir asker gibi konuşuyor, küfürler yağdırıyordu. Yaşadıklarını göz önüne alırsak, daha azını bekleyemezdim zaten. "Sonuç olarak haklı olduğunu düşünüyorum" dedim ve tekrar sarıldım. Bu sefer yumuşadı, ağlayacak gibiydi ama yine kendini tuttu. -Peki şimdi ne olacak? Normale mi döneceğiz? -Aslında, biraz araştırma yaptım. Kenpachi denen adam gerçekten var. Gerçekten gizli bir üssün kumandanı. -Dur bir dakika, geçen sefer oraya tek başına gidiyordun. Queen'i kullanarak sistemlerini hacklemekti amacın. Bu sayede uyduları kontrol altına alıp dünyaya barış getirmeye çalışıyordun. Kısaca böyle birşeyler yapıyordun. -Güzel planmış aslında. Bir kaç saniye sessizlik oldu. Kurumi birşeyler düşündüğümü anlamış olacaktı ki, bana bakarak şeytanvari bir gülümseme gösterdi. Çok ürkütücüydü. Sonra tek rar konuşmaya başladı. -Hey, birdaha böyle bir çılgınlık yapmayı düşünürsen, benide yanında götür. Ve evet, birde şu var. Queen'i kullanarak otomatik nişan alan bir silah üzerinde çalışıyordum. Sanırım seninle birlikte bunu yapabiliriz. Bir daha seni kaybetmek istemiyorum ve oraya birdaha hayatta dönmem. Ama seni tanıyorum, bunu yapacağını adım gibi biliyorum. İntikam için... -İntikam için... Haklıydı. Planı beğenmiştim. Yapacaktım. Ama dediği gibi bu sefer yanlız değil, kurumi ile beraber gideceğim. Onu kişisel intikamım için kullanmayı hiç istemiyorum ama, bir daha yanlız bırakmayacağıma dair ona söz verdim. Bir şekilde sözümü tutmam gerek. Ölmeden, geri dönmemiz gerek. Bunun içinde çok sağlam bir plan yapmam gerek. Peki Kurumi'nin anıları ne kadar gerçek? Geleceğimi gördü? Hepsini oraya gidince anlayacağız. ********** Arkadaşlar açık konuşmak gerekirse konuyu çok dağıtıp aşırı hızlı giderek bir hata yaptım. Şimdi hikayeyi en baştan yazıyorum. Bu sefer bazı karakterler olmayacak, olanların kişilikleri farklı olacak, bu yazdıklarımda gördüğüm hatalar ve eksiklerde giderilecek. Şuan whatpad üzerinden yayınlamaya başladım ki böylesi çok daha uygun benim için. Benim yazdıklarıma ilgi duyan arkadaşları bekliyorum. Eski yazdıklarımı silmeyeceğim. Zira ikisinide okuyup karşılaştırma yapabilecek insanlar var. Belki yeni halini kimse sevmez, eskiye döneriz vs vs. İpler sizin elinizde yani. => http://w.tt/1JqYdxy ---5.Bölüm'e buradan ulaşabilirsiniz
  8. Nintoba bizzat kendi hikayemdir, resim büyük geldiği için karakterlerin resmini koyamadım, hikaye biraz uzun gelebilir 2 yıl emek verdim, okuyanlarda zevk alsın isterim, lütfen okurken kendinizi zorlamayın, kafa karıştırıcı yerlerde sakince ve sindirerek okuyun, iyi eğlenceler Hikayeye hazırlık açıklamaları NİNTOBA Güzel güneşli bir gün sabahı insanlar kendi halinde yaşıyorlardı, birden dünya sallanmaya başladı, insanlar yerden yavaşça 25 metre kadar yükseldi ve dünyadaki topraklar bir tarafa toplanıp karışmaya başladı, aynı şekilde sularda bir tarafa toplandı ve karıştı ve dünya yarısı su yarısı toprak bir hal aldı ve barut, sülfür, Petrol, virüs ve bakteri dünyadan kayboldu, su kısmına yaklaşılamıyordu çünkü su seni hızla çekirdeğe kadar çekip parçalayacak kadar fazla derinliğe ve basınca sahipti, toprak taraf ise 6 ya bölünmüştü, hepsi eşit yüzey alanına sahipti ve hepsinde bitmeyen bir su kaynağı vardı, ortada suyun yapışmadığı siyah bir kumdan oluşma ve siyah gövdeli koyu mavi yapraklı ağaçları olan yusyuvarlak bir alan ve etrafında 5 ayrı bölüm vardı, en kuzeyden saat yönü sırasıyla tamamen çölden oluşan bir bölge, sonra tamamen kayalık ve dağlık olan bir bölge, sonra ormanlık çimenlik ve akarsuların olduğu güneşli bir bölge, sonra tamamen karlarla kaplı bir bölge ve en son olarak hep fırtınalı ve rüzgârlı bir bölge vardı ve birden gökyüzünden “NİNTOBA” diye bir gürleme duyuldu, sonra da havadan 2 cm yarıçapında hiçbir şekilde kırılmayan 6 ayrı renkte top yağmaya başladı ve insanlar ışınlanarak birbirleri ile yer değiştirmeye başladılar, zenciler beyaza dönüştü, Yahudiler yok oldu, diller birleşti insanlar dinlerini, ibadet şekillerini, adlarını ve arkadaşlarını dahi unuttular, sadece bu olayla birlikte dünyaya düşen kırılamaz taş sütunlarda yazan “Sizi Allah yarattı, ondan başka ilah yoktur” yazısını biliyorlardı ve din hakkında başka fikirler düşünme yetenekleri yok olmuştu, karışan milletlerin birbirleri ile evlenmesiyle din, dil ve ırk farklılığı ortadan kaybolmuştu, biryandan da insanlar sesten dolayı nintoba olarak adlandırdıkları bu topları keşfetmeye başlamışlardı, her nintoba sarı: ışık, siyah: karanlık, mavi: su, yeşil: rüzgâr, kahverengi: toprak ve kırmızı turuncu sarı karışımı: ateş olmak üzere hızla sallandığında ya da sıkıldığında kendi elementinden oluşturuyordu ve oluşturulan elementler 15 dk içinde tekrar kayboluyordu, nintobalar kolayca eritilebiliyordu ve erimiş nintobalar çeşitli metal şeylerle birleştirilip elemental güçleri olan zırh ve kılıçlar yapılabiliyordu, aynı zamanda erimiş nintobaların bazıları birbirleri ile birleşip yeni nintobalar oluşturuyordu ve bazı yeni nintobalar sadece bir kere yapılabiliyordu, bunlara nadir nintobalar deniliyordu, çok geçmeden 6 ayrı bölgede 6 ayrı krallık kuruldu bu krallıklar en kuzeyden saat yönüne sırayla büyücü, samuray, şövalye, Viking, kılıç ustası ve ortada Ninja krallıklarıydı, nintobalarla beraber nadiren çok zeki ve çoğunlukla da farklı saç renkli insanlar doğmaya başladı, nintobaları sadece onları kabul eden sahipleri onları reddetmedikçe kullanabiliyordu, sahibi ölünce ya da nintobayı reddedince nintoba yine aynı bölgeye gökten düşüyordu, fakat bunları toplamak uzun sürdüğü için ülkeler büyücü kralına başvurdular ve nintoba enerjisini kendi krallıklarının başkentlerine yaptıkları depolara bağlamasını ve nintobanın gökyüzüne değil depoya dönmesini istediler, ama büyücü kralının kuralları vardı ilk olarak her ülke 1 milyon asker barındırabilecek ve olası bir savaş durumunda bir taraf kazanana kadar barış olmayacaktı, ikinci olarak komutan ve askerleri kendisi kadar düşman yenerse 1 kendinin 2 katı düşman yenerse 2 nintoba alacak ve askerlerin isimleri normal halktan ayrılabilsinler diye Japonca, İngilizce ya da antik dilde lakaplar olarak verilecekti, ayrıca büyücülerin hazırladığı ordu, rütbe, şehir ve savaş aletleri yapım düzenine uyulacaktı ve bütün krallıklar bunu kabul etti, artık nintobaları her seferinde tekrar toplamak zorunda kalmayacaklardı, fakat artık herkes savaşın çok yakında ve kaçınılmaz olduğunu anlamıştı Bölüm 1 şimdi gelelim asıl hikâyemize bu hikâye aşırı zeki doğan iki prensin hikâyesidir. Prenslerimiz lolard ve kirinin IQ su küçükken yapılan IQ testinde 500 ve 490 çıkmıştı, bu yüzden çok kolay ezberleyip hiçbir şekilde unutmuyorlardı, bunun üzerine babaları Ninja kralı moku, ağbi lolardı 4, küçük kardeş kiriyi de 3 yaşında sıkı bir eğitime başlattı 9 yıl boyunca matematik, fizik, kimya, biyoloji, coğrafya gibi derslerin yanında ninjutsu, taijutsu, karate, kung fu, tekvando, judo, aikido, kickboks, boks, güreş ve diğer dövüş sanatlarında en üstün bir tık aşağısına kadar öğrenmiş suikast, gizlenme, kaçma, tırmanma ve iz sürme gibi askeri dersleri tam puanla geçmiş ve her gün 1 saat vücut çalışarak 9 yılda vücut dâhil her alanda muazzam seviyelere ulaşmışlardı, babaları onları ileride çıkacağına kesin emin oldukları bir dünya savaşı için hazırlamıştı ve onlar 9 yıl sonra eğitimi bitirip askerliğe başladıkları günde savaşın başlangıcıydı, her ülke diğerini gafil avlamayı düşünüyordu ama bütün krallıklar ülkelerinde savunmaya bıraktıkları 200 bin asker hariç 800 bin kişilik ordularıyla henüz yola çıkmamış Ninja ordularının bulunduğu Ninja krallığı topraklarında karşılaşınca 4800 bin kişilik dev elemental bir yıkım gerçekleşti ve bir dünya savaşı başladı, fakat bu savaşta lolard ve kiri anneleri yuki barayı kaybetmişlerdi, bunun üzerine lolard 3 gün konuşamadı, daha sonra babaları moku normal insanlar askerliğe başlarken 2 nintoba aldığı halde onlar prens olduğu için onlara 6 nintoba vererek askere başlatacağını söyledi ve onu neşelendirdi. Savaşın başlamasından bir hafta sonra Kiri: (içeri girer) lolard ağbi, çalışmaların nasıl gidiyor Lolard: (masanın üstündeki kâğıdı karalarken) hala düşünüyorum, bir nadir nintoba yapmanın bu kadar zor olacağı aklıma gelmezdi Kiri: tabi ki, elinde hiçbir veri yok ve sadece varsayımlarla bir nadir nintoba yapamazsın ki Lolard: elmas nintobası yapmak istiyorum Kiri: ama ağbi elmas nintobasının olup olmadığını bile bilmiyoruz, hem varsa başkası da yapmış olabilir ve nadir olduğu için sen yine yapamazsın, hem kimse bulmamış olsa bile hangi nintobalarla yapılacağının bilmiyorsun 52 nintoba ile 2 üzeri 52 den 4.503.599.627.370.496 farklı kombinasyon var bilinen 52 nintobayı çıkar 4.503.599.627.370.444 farklı kombinasyon var Lolard: biliyorum ama birkaç fikrim var Kiri: (masanın karşısına oturur) lütfen anlatır mısın Lolard: artık askerlere nintoba kitapçığı diye bir kitapçık dağıtılıyor, içinde nintobaların yapılışını ve çeşitli kullanımlarını yazıyor Kiri: evet bana da verdiler Lolard: bende o kitapçıktan baktım ve bak ne buldum Kiri: ne buldun Lolard: lav nintobası toprak ve ateş nintobalarının birleşimi ile oluşuyor, cam nintobası ise kum ve ateş nintobalarından oluşuyor, kömür nintobası kaya ve karanlık nintobalarından oluşuyor, kaya nintobası ise toprak ve toprak nintobasından oluşuyor Kiri: eee ne olmuş yani ben bir şey anlamadım, tamam doğru bunlarla oluşuyor ama bundan sen ne anladın Lolard: dikkat edersen fark edebilirsin, lav gerçektende toprak ve toprak türlerinin erimesi ile oluşur, erimeyi burada ateş temsil ediyor, aynı cam için kumun eritilmesi gibi nintobaların yapılışları da gerçek oluşumlarına benziyor Kiri: ama kömür nintobası kaya ve karanlıktan oluşuyor bunun mantığı ne Lolard: kömür siyah bir kaya gibi görünüyor, burada oluşumu değil görünümü benzetilmiş, kaya oluşumunda ise geriye sarma var, normalde kayaçların fiziksel ve kimyasal çözünmeleri ile toprak oluşur ama burada sanki kırık parçalar toplanıp tekrar eski haline getiriliyormuş gibi toprak ve toprak birleşip yeniden kaya oluşuyor Kiri: tamam bunu anladım, peki bunun elmas nintobası ile alakası ne Lolard: ben nintobaları bu şekilde sınıflandırdım, oluşumu benzeyenler, görünüşü benzeyenler ve geri sarma ya da birleştirme ile oluşanlar Kiri: yani Lolard: yani elmas nintobası varsa bunlardan birindedir, elmas kırılarak ya da işlenerek başka bir madene dönüşmediğine göre bence elmas nintobası oluşumu ya da görünümü benzeyenlerden olacak, oluşumu benzeyenlerden ise, elmas gerçekte kömürün aşırı basınç ve sıcaklığa maruz kalması ile oluştuğu için bana kömür, basınç için toprak, kum ya da kaya, yüksek sıcaklık için de lav ya da ateş lazım, eğer görünümü benzeyenlerden ise bana görünüşü için cam, parlaklığı için ışık, o kristal şekli için de lazer ya da ışın lazım anladın mı Kiri: lolard ağbi sen müthişsin, IQ nun benden 10 daha yüksek olması çok normal Lolard: neyse ben nintoba deposuna gidip nintobaları alacağım ve deneyeceğim, olmazsa iade edip diğer nintobaları alırım, umarım teorim doğru çıkar Kiri: kesin başaracaksın Lolard: sende benimle gelsene Kiri: yok ben nintobalarımı aldım, 6 temel nintobanın her birinden bir tane aldım, ben biraz antrenman yapacağım ve yeni nintobalarımı nasıl kullanacağım hakkında düşüneceğim Lolard: o zaman görüşürüz, ben nintobayı yapmayı başarırsam sana haber veririm Kiri: tamam, hadi görüşürüz ve ayrılırlar ertesi gün lolard koşarak kirinin yanına gelir lolard: (elindeki buz mavisi üstünde antik harflerle elmas yazan topu göstererek) buldum buldum, kiri teorim doğru çıktı elmas bir oluşumu benzeyen nintobaymış kömür, lav ve kaya nintobası gerekti, tam da 6 nintoba etti kiri: harika, nereye ekleyeceğine karar verdin mi, çünkü ben hala karar veremedim, sanırım hiç birleştirme yapmadan her zırha bir nintoba düşecek şekilde giyeceğim lolard: ben henüz karar vermedim, sanırım elde fırlatarak kullanacağım kiri: neyse ben nintobalarımı eritmeye gidiyorum, oradan çorbacıya uğrayıp halk yemekleri nasıl oluyormuş ona bakacağım, oradan da askeri üniformalarımı almak için zırh fabrikasına, sonrada nintobaları eklemek için askeri demirciye gideceğim lolard: o zaman görüşürüz, bende halkın oynadığı beysbol diye bir oyun varmış, onu denemeye gidiyorum kiri: görüşürüz ve ayrılırlar, kiri erlenlerdeki(erlen, içine karışımların konulduğu konik biçimde bir deney tüpü) erimiş nintobaları rafa koymuş çorba içerken lolard da beysbol sahasında atıcılık yapıyordur, fakat lolard arkasından yanlışlıkla beysbol topunu değil de yeni bulduğu elmas nintobasını alır ve hızla fırlatır nintoba hava da hız kazanırken vurucunun hızlı darbesiyle yön değiştirir, nintoba çok hafif olduğundan çok uzaklara kadar yol alır ve kiri tam çorbayı kafasına dikerken hızla rafa çarpar ve erimiş nintobaların çorbaya akmasına sebep olur, çorba metal türü olmadığı için nintobalar birleşmeyerek ayrı kalırlar ve kiri fark etmeden tek yudum da içer, kiri aşırı derecede sıcak olan erimiş nintobayı ancak boğazı ve midesi yanmaya başlayınca fark eder ve can havliyle yuvarlanmaya başlar, o sırada elmas nintobası raftan sekmiş üçgeni tamamlayacak şekilde tekrar lolarda yönelmiştir ve yeterli hıza ulaşan nintoba elmas üretmeye başlar, nintoba elmastan bir mızrak halinde lolarda saplanır, lolard ne kadar kaslı ve dayanıklı olsa da nintoba yarın santimlik bir kısmı dışarıda kalacak kadar derine girmiştir ve ikisi de hastaneye kaldırılır, kral moku olayı haber alıp hastaneye koşar Moku: doktor, durumları ne yaşayacaklar mı Doktor: ne yazık ki bu kadar derin yaralara karşı bir şey yapamayız, yaşama ihtimalleri sıfır Mokunun aklına bir şey gelir ve hızla saraya gider iki tane hapı masadan alır ve hastaneye geri gelir Doktor: bu nedir Moku: mucit köyü diye tarafsız bir köy var Ninja, Viking, kılıç ustası krallıklarının birleştiği yerde bir köy, nintobalar kullanılarak yapılmış çok başarılı icatları var, bu gün bana oradan bir elçi geldi, yeni ürettikleri bu hapları denememiz için getirdiğini söyledi yan etkisi her şey olabilir sakatlık, psikolojik sorunlar, bitkisel hayat, ölüm bile olabilir, ama eğer işe yararsa her tür özellikleri 2 ye katlanacak, madem ölümleri kaçınılmaz, bence denemeye değer, bu hapları serumlarına koyun Doktor: emredersiniz ekselansları haplar işe yarar ve kiri ile lolard kısa zamanda iyileşir, fakat elmas nintobası lolardla birleşmiş ve onu elmas adama dönüştürmüştür, erimiş nintobalar kirinin içinde soğuyarak midesiyle birleşmiş ve enerjisi ile karışarak kiriye vücudundan element oluşturma gücü vermiştir Bölüm 2 ertesi sabah kral moku ve kardeşi kiiro sarayda çay içiyorlardır Kiiro: lolard ve kirinin başına gelenleri duydum geçmiş olsun Moku: sağ olasın ama çok şükür hayatta kalmayı başardılar ve inanılmaz güçler kazandılar Kiiro: bence bunların hepsi onlara fazla yüklenmenden, onlara bu kadar sıkı bir eğitim vermek yerine en azından çocukluklarını yaşamalarına izin verseydin bütün bunlar olmayacaktı Moku: sen de kızın reni 3 yıllık askeri dojo eğitimine yollamadın mı Kiiro: bunu onun savaşta hayatta kalabilmesi için yaptım, biliyorsun ki askerlerin %30 u ilk 3 savaş içerisinde ölüyor ben onu bu akıbetten korumak için askeri dojoya yolladım ama bu eğitime onu 9 yaşında başlattım, yani o şuan kiri ile yaşıt olmasına rağmen çocukluğunu yaşamış ve askerliğe psikolojik olarak da hazır bir çocuk Moku: kiri ve lolard da askerliğe hazır, onlar çocukluğun eğlencesini savaş alanında yaşayacaklar, bir ufak talihsizlik oldu diye onları bu yoldan geri alamam, hem bu olay sayesinde normalden daha güçlü oldular, onları savaşta asla yenilmeyecek her şeyde usta ve çok güçlü bireyler olarak yetiştirdim, sen nasıl kızın renin ölmesini istemediğin için ona 3 yıl eğitim verdirttiysen, bende kiri ve lolardın ölmesini istemediğim için onlara 9 yıllık en ağır eğitimi verdirttim, çünkü onlar benim çocuklarım olmalarının yanı sıra birer prens ve gelecekteki dünyanın hükümdar adayları, onların yaşaması benim için ve bütün Ninja krallığı için her şeyden önemlidir, haksız mıyım Kiiro bir iç çeker ve “haklısın” der Moku: gelelim seni buraya neden çağırdığıma Kiiro: ne için çağırdın Moku: kiri ve lolarda her türlü eğitimi verdim bir şey hariç, nintoba eğitimi, ve bunu da onlara sen vereceksin Kiiro: ben mi, niye ben, ve nintoba eğitimi de ne Moku: sen nintoba ve savaş stratejileri hakkında bilgili yetenekli bir savaşçısın, senden askeri kitapçıktaki şeyleri öğretmeni istemiyorum, nintobalar nasıl oluşur nereye eklenirse ne özellik verir, gibi şeyleri zaten onlar ezbere biliyorlar, senden onlara nintoba ile savaş nasıl yapılır eğitimini vermeni istiyorum, kimin hangi ülkenin askeri olduğunu nasıl tanıyacaklarını, hangi nintobayı hangi nintoba ile yeneceklerini ve nintobalar ile nasıl savaş stratejileri oluşturacaklarını, senden onlara bunu öğretmeni istiyorum Kiiro: ama benim, askerliğe başladığı dönemde kızımın yanın da olmam lazım Moku: biliyorum, yarın kiri ve lolardla birlikte bir göreve gideceksin, sırf kiri ve lolardın yeteneklerini gör diye, çünkü sende kabul edersen kiri ve lolard ile senin kızın reni bir takım yapıp başına seni koymayı düşünüyorum, böylece nintoba eğitimini sadece kiri ve lolarda değil kızın rene de vermiş olursun, başlarında olup onlarla savaşlara katılacaksın, yaklaşık bir yıl kadar onlarla olacaksın, ta ki onlar güçlenip kendi ordularını yönetecek duruma gelinceye kadar, böylece kendi kızının güvenliğinden de emin olursun Kiiro: epeyi iyi düşünmüşsün, ben varım Moku: bu arada biliyorsun ki büyücü kralı ile olan anlaşmamız gereğince, onun hazırladığı askeri sisteme uyacağız ve seni de 1000 başı olarak göreve başlatıyorum Kiiro: cömertliğin için teşekkürler, peki bizim gibi başka guruplar da var mı Moku: sadece bir tane, yine 3 kişilik bir gurup, hepsi zengin ailelerin 4 er yıl eğitim almış zeki ve yetenekli çocukları, gerçekten gelecek vaad ediyorlar Kiiro: peki başlarında kim var Moku: doku naifu, kendine has dövüş tarzı, bizzat kendi icat ettiği süper bıçağı ve onu her saldırıdan kaçıran ayakları ile yenilmez bir savaşçı, onu da teğmen lideri yaptım, yani kendinden altta olan üsteğmen, teğmen, asteğmen, 1000 başı lideri, 1000 başı, 100 başı, 10 başı, kıdemli er ve er rütbelerinin hepsinin komutanı Kiiro: çok yetenekliymiş, o rütbeyi hak ediyor sanırım Moku: evet Kiiro: peki ben göreve ne zaman başlıyorum Moku: hemen yarın, bu gün ben bütün takım üyelerine diğer takım da dahil birbirleri ile tanışsınlar diye parkta buluşmalarını söyledim, zaten ilerde birbirlerine çok işleri düşecek gibi, hem onların önceden tanışık olması sana da kolaylık olur (çayın son yudumunu içer ve fincanı masaya koyar) Kiiro: öyle olsun (çayını bitirip fincanı masaya koyar) ikisi de ayağa kalkar Moku: hadi yarın ki işinde bol şanslar, senden büyük işler bekliyorum Kiiro: teşekkürler, ben artık gidiyim Moku: kendine iyi bak Kiiro: sende Moku: görüşürüz Kiiro: görüşürüz Kiiro saraydan çıkar ve malikânesine doğru yol alır Bölüm 3 o sırada kiri ve lolard da parka gidiyorlardır Kiri: sonunda hiç görmediğimiz kuzenimizle tanışacağız Lolard: heyecanlı mısın Kiri: evet, aynı zaman da bizim gibi bir gurup daha varmış, 4 er yıl eğitim almış çok yetenekli insanlarmış Lolard: evet, öyle diyorlar Kiri: kuzenimiz renle ilgili neler biliyorsun Lolard: sadece ismini biliyorum, bir de senle aynı yaşta Kiri: gerçekten mi Lolard: evet ama dikkatli ol, insanların aklını çelmekte bir numaraymış, seni oyuna getirmesin Kiri: lolard ağbi, bazen kiminle konuştuğunu unutuyorsun sanırım, benim gibi bilge birinin aklının çelinmesine imkân yok, ben bana zararı olacak bir şeyi asla yapmam Lolard: biliyorum ama bir numara denilince böyle işte içimde bir şey oldu Kiri: sen rahat ol ağbi sonuçta kuzenimiz ve kim bir prensin aklını çelmeye yeltenebilir ki Lolard: haklısın (karşıda parkı görür) bak işte park orada hadi gidelim Kiri: tamam Parka geldiklerinde 2 tane kız yanlarına gelir, kızıl saçlı konuşmaya başlar Ren: kiri ile lolard olmalısınız Lolard: evet ben lolard Kiri: bende kiri, peki hanginiz ren Ren: benim Lolard: (pembe saçlı kıza döner) peki sen kimsin Haru: ben diğer Ninja gurubundan, haru yajirushi Lolard: peki diğer gurup arkadaşların nerede Haru: kesin dojoda bir şeye takılmışlardır, neyse burada biraz konuşak ta, olmazsa sonra dojoya gidip sizi onlarla tanıştırırım Lolard: iyi olur, hem askeri dojo nasıl bir yer görmüş olurum Haru: bilmiyor musun Lolard: hayır ben ve kardeşim 9 yıl sarayda eğitim gördük Haru: doğru siz prenssiniz o yüzden size biraz fazla yüklenmişler Lolard: fazla mı bence bunların hepsi gerekli şeyler, sen ve arkadaşların 4 yıl eğitim aldınız değil mi, peki yaşlar kaç Haru: ben ve takım arkadaşım iruka 13 üz, diğer takım arkadaşım hari yoroi ise 12, peki siz Lolard: ben 13, kiri ile ren de 12 Ren: peki bir şey soracağım, 9 yılda hiç saray dışına çıktınız mı Kiri: hayır, ilk defa çıkıyoruz, sizlerde annemiz dışında gördüğümüz ilk karşı cinslersiniz Ren: eee nasılmış dışarısı Kiri: bence epeyi iyi Lolard: bence de Ren: kiri, senin vücudun çok pürüzsüz gözüküyor Kiri: evet, başımıza gelen kazayı duymuşsunuzdur, o olay sayesinde kazandığım yeteneklerimle saçım ve kaşım hariç bütün tüylerimin kökünden ateş çıkararak yaktım, biliyorsunuz nintoba sahibine zarar vermiyor, tüylerin çıktığı delikleri doldurdum ve pürüzsüz bir cilt Ren: delikleri doldurdum derken Kiri: tüm hücrelerimin içinde mikroskobik toprak iplikler oluşturuyorum ve onunla DNAmın içindeki nükleik asitlerin yerlerini değiştirip o hücreleri bölünerek o delikleri kapatacak şekilde programlıyorum Ren: wow, kendi DNAn ile oynamak ne güzel, öyle bir yeteneğim olsa kendimi dünyanın en güzel kızına çevirirdim Kiri: neden çirkin misin ki Ren: ne hahahaha, çok komiksin kızlar hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, neyse ben sana bir ara öğretirim Kiri: nasıl banyo yaptığımı görmek ister misiniz Haru: (şaşırır) ne nasıl yani Kiri: hayır yanlış anlamayın, bak (vücudundan buharlar çıkar) işte banyo yaptım Haru: bu nasıl banyo Kiri: derimden su üretiyorum, vücudumdaki tüm kiri alıyor, sora onu derimden 3 cm yukarı kaldırıp buharlaştırıyorum ve tertemizim, hem giysilerimi bile yıkamış oluyorum Haru: çok iyi yetenekleriniz var Lolard: evli misiniz Haru: hayır değiliz o işleri savaş bittikten sonrasına bıraktık, peki siz Kiri: normalde 12 yaşına giren herkes evlenebilir, 15 yaşında da yetişkin olur, aslında eğitimi bitirince evlenecektik, ne yazık ki savaş yüzünden ertelendi ama savaşmak da eğlenceli olacaktır eminim Haru: düğününün ertelenmesi moralini bozmadı mı kiri Kiri: hayır, zaten bunu telafi etmesi için babamdan bana cariye olarak 14-18 yaşlar arasında bir kız şövalye askeri getirmesini istedim ama zırhı ile beraber, şövalye zırhlarını severim Ren: hahahahah Haru: neden gülüyorsun Ren: (harunun kulağına eğilir) kızı zırhlarıyla beraber istemiş Haru: (renin kulağına eğilir) sen ona öğretirsin Ren: en iyi eğitim uygulamalı eğitimdir Haru: bana bak, sakın kirinin aklına garip şeyler sokma Ren: (sırıtarak) sen orasını bana bırak Haru: sen bir manyaksın Ren: teşekkürler Haru: artık dojoyu ziyarete gidelim mi, geç olmadan Lolard: olur gidelim Ren: (kiriye yandan sarılır) biz burada kalabilir miyiz, kiriye bazı özel şeyler öğretmeliyim(haruya göz kırpar) Kiri: bizi yalnız bırakabilir misin ağbi Lolard: emredersiniz kiri-sama(sama japonca efendim anlamına gelen ek) Haru: (lolardın kulağına eğilir) dikkatli ol bu kız kiriyi kibirli, sapık, sinir bozucu bir tipe dönüştürebilir Lolard: neye dönüşüp dönüşmeyeceği kirinin bileceği iş, öyle görünmeyebilir ama çok bilge bir insandır Haru: çok garip insanlarsınız Lolard: neyse, dojoyu ziyarete gidiyor muyuz Haru: evet, hadi yola koyulalım beni takip et Haru ile lolard askeri dojoya doğru ilerlerler Bölüm 4 Lolard: askeri dojoda ne gibi dersler görüyorsunuz Haru: ninjutsu, gizlenme, kaçma, suikast ve silah kullanma eğitimi Lolard: hangi silahlar Haru: hemen hemen hepsi ver, sen hangisini seçersen onun eğitimini veriyorlar Lolard: peki sen hangi silah için eğitim aldın Haru: ok ve yay bide hançer, çünkü büyücü kralının belirlediği kurallara göre ok ve yay kullananlar kılıç taşıyamazlar, en fazla bir hançer onun için yakın dövüşte iyi olmazsak kolayca ölebiliriz Lolard: demek ki çok güçlü ve yetenekli olmayanların okçu olması tehlikeli, geriye sadece çok yetenekli okçular kalıyor, çok mantıklı Haru: peki sen hangi silahın eğitimini aldın Lolard: ben ve kardeşim her silahta ustayız, her tür kılıç, mızrak, ok ve yay, kaplan pençesi(tekagi), fırlatma bıçağı, balta, kedi pençesi(shuko), bıçak ve diğer her tür savaş aletini kullanabiliriz Haru: inanılmazsınız 9 yıl boşa değilmiş desene Lolard: demiştim Haru: 9 yılda hiç boş zamanlarınız olmadı mı Lolard: oldu tabi, her cumartesi pazar sadece 1 saat vücut çalışıyoruz kalan zamanlarda serbestiz Haru: peki o boş zamanlarda neler yapıyorsunuz Lolard: çeşitli oyunlar ve yarışmalar Haru: ne gibi Lolard: bazen boş zamanlarımızda demircilik, marangozluk ve çarklı makineler yaparak geçiriyoruz, oyunlar olarak ta mesela en iyi kılıcı yapma yarışması, yaptığımız makineleri savaştırma, kale savaşı gibi oyunlar Haru: kale savaşı ne oluyor Lolard: iki tarafta kendine bir kale inşa ediyor, zırhını silahını falan yapıyor, kuşatma silahları hazırlıyor ve kalenin içine ve etrafına ölümcül tuzaklar hazırlıyor, amaç kalenin içindeki parşömeni almak Haru: bütün bunları yapmak uzun sürmüyor mu Lolard: evet, genelde bu 6 ayda falan hazırlanıyor, her hafta sonu azar azar hazırlıyoruz Haru: peki ölümcül tuzak dedin o nasıl oluyor, ölme tehlikesi yok mu Lolard: var tabi, hatta savaşlarımız bile ölümüne, kiri benden 1 yaş küçük olmasına rağmen benle hemen hemen eşit güçte, o yüzden birbirimizi hiç öldüremedik ama birbirimizi yaralamışlığımız var, aslında hep savaş hazırlığı Haru: ama ölebilirsiniz Lolard: eğer orada ölürsen, zaten savaş alanında hiç yaşayamazsın, biz bu şekilde büyüdük Haru: savaşta sizi çok merak ediyorum Lolard: bir gün sende görürsün Haru: bu arada sen geçirdiğin kazada elmas adam olmamış mıydın Lolard: evet, hala öyleyim Haru: ama normal insan gibi görünüyorsun (lolardın yanağını sıkar) hatta öylesin Lolard: cebinden kunai çıkarır(kunai Ninjaların kullandığı bir tür bıçak) yanağımı tekrar sık ve aynı zamanda koluma kunaiyi saplamaya çalış Haru: ama bir şey olmasın Lolard: sen merak etme Haru: (lolardın yanağını sıkar oldukça normal ve yumuşaktır ve kunaiyi hafifçe lolardın koluna değdirir kunai delemez, tüm gücü ile saplar ama kunai kırılır, sonra lolardın kolunu tutar ama kolu çok normal ve ettendir) nasıl Lolard: iki halim var, birincisi bu, her tür özelliğim insan gibi fakat dayanıklılığım inanılmaz derecede, ikinci halim ise (elmasa dönüşür) tamamen elmas olurum ve yemeye, nefes almaya ve hiçbir insanı şeye ihtiyacım olmaz, ayrıca ağırlığım 15 ton olur, savaşta beni bu halde kolay kolay yenemezler (tekrar normale dönüşür) anladın mı Haru: harika bir özellik Lolard: evet Haru: lolard Lolard: efendim Haru: sende babandan cariye istedin mi Lolard: hayır ben o işleri savaş sonrasına bıraktım, peki sen haru savaş olmasa evlenmeyi düşündüğün biri var mıydı Haru: sır tutmayı bilir misin Lolard: ne demek bir prense güvenmiyor musun Haru: hayır da, gene de, neyse kimseye anlatmayacaksan anlatıyorum Lolard: dinliyorum Haru: aslında evlenmeyi düşündüğüm biri vardı, hala da düşünüyorum Lolard: adı ne Haru: aslında şuan ona gidiyoruz Lolard: takım arkadaşın mı Haru: evet adı iruka, çok zeki bir çocuktur, yaptığı bir deney sonucu eline buz nintobası eklemeyi başardı Lolard: nasıl, normalde ellerinin erimesi gerekirdi Haru: sana çok zekidir demiştim, meraklandın mı onunla tanıştığında sana anlatır Lolard: gerçekten meraklandım Haru: bir de kendine has bir dövüş tekniği var alışılmadık bir teknik Lolard: bunu da meraklandırmak için mi söyledin Haru: evet, gerçekten zekisin Lolard: teşekkürler Haru: ikisinin de yukarıya doğru böyle alev gibi saçları var çok ilginç insanlar Lolard: iruka ve hari yoroinin mi Haru: evet hari de ilginç çocuktur Lolard: ne gibi Haru: nintobalarla çalışan bir icat düşünüyor, eğer yeterli nintobayı toplarsa savaş alanında fırtınalar estirir Lolard: nasıl bir icat Haru: şimdi biraz meraklan, oraya varınca hari sana anlatır Lolard: oraya varmak için sabırsızlanıyorum Haru: vardık sayılır Lolard: öyle mi şu anda görülüyor mu Haru: evet bak, şu karşıdaki 6 katlı geniş bina var ya o Lolard: hadi gidelim Haru: tamam Askeri dojoya girerler Bölüm 5 (uzun ve kafa karıştırıcı kısım, sindirerek okuyun) içerisi epeyi büyüktür Lolard: amma büyükmüş peki arkadaşların nerede Haru: onlar burada değil, burası sabah eğitim yapmak için onlar arka bahçedeki kulübedeler Lolard: kulübe mi Haru: evet kulübe, bu askeri dojoda yatılı kalanların bahçede kendilerine ait kulübeleri var her kulübede üçer kişi kalıyor, bende hari ve irukayla beraber o kulübede 4 yıl geçirdim, neyse gidelim Lolard: tamam Arka bahçeye gelirler ve eski tek katlı ahşap bir kulübeye girerler, içeride biri sarı diğeri buz mavisi alev gibi saçları olan iki çocuk vardır Haru: merhaba millet, bakın size kimi getirdim Buz mavisi saçlı çocuk döner İruka: kimi getirdin Haru: hani bizimle beraber göreve başlayacak diğer gurup vardı ya onlardan lolard İruka: lolard mı, prens lolard mı Haru: evet İruka: (hemen sağ dizini yere koyar ve sol dizini diker, sağ elini yumruk yapıp sağ dizinin yanına diker ve sol kolunu sol dizinin üstüne koyar) çok üzgünüm efendim, bilmiyordum saygısızlık ettim Lolard: tamam tamam, bu kadar resmi olmana gerek yok, bende senle yaşıtım bana lolard de yeter İruka: peki lolard-san(san japonca saygı eki) Sarı saçlı çocuk elini uzatır Hari: memnun oldum lolard-san, ben de hari yoroi Lolard: (harinin elini sıkar) memnun oldum Hari: sizin gibi bir insanın böyle bir yerde ne işi olur ki Lolard: hem diğer takımın üyeleri ile tanışmak, hem de hikâyelerinizi dinlemek için geldim Hari: hikayelerimiz derken Lolard: önce senin şu nintobalı icadını, sonrada irukanın nasıl ellerine buz nintobası eklediğini ve şu kendine has dövüş tekniğini görmek isterim Hari: tabi ne demek, benim için bir onudur Lolard: o zaman anlat Hari: (eski masanın üstünden üzerinde çizimler olan birkaç kâğıt alır) lolard-san ışık nintobalı bir ayakkabının özelliğini söyleyebilir misiniz Lolard: elbette her 2 dk da bir 0-50 metre arası bir yolu 1 saniye de gidersin ve giderken nesnelere dokunabilirsin ama yön değiştiremezsin Hari: evet doğru peki bunu 2 dk beklemeden her saniyede yapabilseydin kimse seni durdurabilir miydi Lolard: hayır böyle bir güç, yani bunu durdurabileceklerini hiç sanmıyorum peki nasıl çalışacak Hari: bu icat çivilere ve yaylara dayanıyor, bir nintobanın harekete geçmesi için ne gerekir Lolard: hızla hareket etmesi, iyice sıkılması ya da gerginlik kazandırılıp serbest bırakılması gerekir Hari: işte ben bu gerginlik kazandırma ile harekete geçirmeyi düşündüm, olay şu, 2 tabanlı bir ayakkabı düşün üstte çelik taban, altta kauçuk taban, çelik tabana 3 cm lik çivilerin 3 cm lik kısalıp uzayabilen bakır çubuklarla bağlandığını ve bu çubukların üstünde 3cm lik kalın bakır yayların olduğunu düşün Lolard: tamam Hari: işte şöyle olacak çivilerin yaylı çubuklara bağlı kısmında yarım cm lik çivilere monteli halkalar olacak ve çivinin yüzeyine tam oturacak, bu halkalara mıknatıs nintobası ekli olacak, çivilere ise ışık, ben halkalardaki mıknatıs nintobasını aktifleştirdiğimde mıknatıs bakırı çekmediği için direk ayakkabının o çelik tabanını çekmeye çalışacak, koca tabanı çekemeyeceği için kendisi ona gidecek ama çiviye monteli olduğu için aradaki kısalıp uzayabilen bakır çubuk kısalacak ve mıknatısı tabana yaklaştıracak, bu arada çubuğa sarılı yay iyice bir sıkışacak, sonra ben her bir mıknatıs nintobasını durdurduğumda yay çiviyi itecek ve gerginlikten kaynaklı olarak çivideki ışık harekete geçecek ve çivi yere değdiğinde aynı ışık ayakkabısı gibi etki gösterecek, böylece bir çivi inerken diğeri kalkacak ve durmadan bu özellik kullanılabilecek Lolard: inanılmaz da, tabanı hesaplasan 2 ye 4 ten 8 çivi olur, her biri için mıknatıs ve ışık çok fazla nintoba eder Hari: ama bana bir ışık ve bir mıknatıs yeterli olacaktır Lolard: nasıl Hari: çünkü çiviler ve üstlerine monteli halkalar, kendi aralarında bakır ipliklerle bağlı olacak, birine nintoba eklersen o bağdan hepsine eklenecek, sadece boyunun iyi ayarlanması gerekiyor, hareket halinde kopmasın koparsa eşya kırılmış gibi nintoba geri depoya döner ve gidip tekrar almak zorunda kalırım, işte böyle bir icat Lolard: tebrikler gerçekten inanılmaz bir icat yapmışsın Hari: teşekkürler, ateş ve hava elektrik eder, 3 tane toprak da çelik, birleşirlerse mıknatıs, etti 5 nintoba birde ışık 6 nintoba tam yetiyor, ben bu icadı yarın yaparım, sonra sana da gösteririm lolard-san Lolard: teşekkürler, neyse şimdi birazda iruka ile konuşalım, bu deney ve icat işleri gerçekten ilginç İruka: efendim lolard-san Lolard: öncelikle ellerinin tamamen erimesi gerekirken, nasıl oldu da ellerine bir şey olmadan buz nintobası eklemeyi başardın, onu anlat İruka: nasıl isterseniz, öncelikle ellerime hiç bir şey olmadan birleştirebilmiş değilim, zamanlamayı tam tutturamadığım için elimi biraz yaktım ama birkaç haftaya geçecek hafif yanıklardı Lolard: yani bu bir zamanlama işi mi İruka: evet 1 milisaniye daha erken davransaydım, şuan ellerim olmazdı Lolard: nasıl oluyor peki İruka: efendim yaptığım çalışmalar sonucu nintobalar ile ilgili ilginç şeyler öğrendim, bunların en ilginci ise nintoba soğumasıydı Lolard: o da nedir İruka: nintobalar erimiş halde yüksek sıcaklıkta bulunuyor, fakat bir şeye eklemek için erimiş nintoba kullanılınca önce o şeyin üzerini sarıyor, sonra sıcaklığı hızla 0 dereceye geliyor ve bir ışık gibi parlayarak nintoba ekleneceği nesnenin içine giriyor, fakat bunların hepsi 1 saniyede gerçekleşiyor, asıl iş bu nintobanın 0 derece olduğu anı yakalamak Lolard: bu neredeyse imkansız İruka: evet, benim bunu tutturmam şansıma ve daha önceki deneylerimden kalan gözlemlerime dayalıdır herhalde Lolard: peki, şimdi işi tam olarak bir anlat İruka: öncelikle bu 0 derece işi sadece nintoba bir nesneye eklenirken oluyordu ama nintoba bir şeye eklenirken, onu başka bir şeye ekleyemezdim Lolard: sen ne yaptın İruka: bize gereken bir buz, bir hedef ve bir geçit kapısı nintobası ile bir çelik eldiven, hedef nintobası sayesinde çelik eldiven ile geçit kapısı nintobasını birbirine bağladım, biliyorsunuz ki hedef nintobası bir nintobaya emir vermeye yarar ama emir değiştirilemez, emir şu “geçit kapısı nintobası, çelik eldiveni başka bir yere ışınlasın” ben hedef nintobasını aktifleştirdiğimde, oda bağlı olduğu geçit kapısı nintobası sayesinde onun bağlı olduğu çelik eldiveni başka bir yere ışınlayacaktı, bir de erimiş buz nintobamız vardı, hari o erimiş nintobayı çelik eldivenlere dökecekti fakat ben o sırada eldivenleri giyiyor olacaktım, tam nintoba birleşirken 0 derece anında ben hedef nintobasını aktifleştirecektim ve eldiven başka bir yere ışınlanacaktı, eklenecek şey ortadan kalkınca 0 derecedeki nintoba eldivenin altındaki ellerime eklenecekti ve bende zarar görmeyecektim, galiba tam 0 derce olmadan eldiveni ışınlamışız ki ellerim biraz yandı ama buna da şükür deney başarılı oldu ya Lolard: peki o kadar nintobayı nereden buldun, bakalım buz nintobası, su ve havadan oluşuyor, hadi onu yaptın diyelim geçit kapısı için karanlık ve ayna lazım, ayna için petrol ve cam, petrol için karanlık ve su, cam için kum ve ateş, kum için kaya ateş ve su, kaya için 2 tane toprak lazım, bir yığın nintoba eder, birde bunun hedef nintobası var, ateşle ışığı birleştir lazer nintobası yap, lazerle ışığı birleştir tarama nintobası yap, tarama ile lazeri birleştir hedef nintobası yap, bu kadar nintobayı bir askerin alması yıllar sürer İruka: efendim insanlar nintobalar hakkında çok az şey biliyor ve deneyleri tehlikeli olduğundan pek fazla kişi yanaşmıyor, benim böyle bir deney yapacağımı duyunca, babanız deneyden sonra buz nintobası hariç diğer nintobaları geri vereceğim şartıyla, seve seve yardım edebileceğini söyledi, çünkü insanlar nintobaların daha güçlü kullanılmasını ve ülkelerinin en güçlü olmasını istiyorlar Lolard: yani sana borç nintoba gibi bir şey verildi ve sende onları hayal kırıklığına uğratmadın İruka: evet efendim, bakın(elinden buzdan çeşitli şekiller oluşturur daha sonra onları yok edip elinde buzdan bir kılıç oluşturur ve yok eder) Lolard: gücün harbi kullanışlı, istediğin an düşmanı tek bir hareketle dondurarak öldürebilirsin İruka: evet efendim Lolard: istersen bir de senin şu dövüş tarzını görelim İruka: aslında bir dövüş tarzı olarak pek sayılmaz efendim, ben zekâma ve reflekslerime çok güvenirim o kadar Lolard: nasıl yani İruka: efendim, tehlikede iken daha iyi düşünüyorum, bunun için direk düşmanın içine en tehlikeli yerlere atlıyorum ve bir anda kendimi onları yenmiş buluyorum, atlayışımı yunusa benzettikleri için bana Japonca yunus anlamına gelen iruka ismini koydular Lolard: peki diğerlerinin isimleri İruka: (bir zırh standı göstererek) şu an zırhlı değil ama hari bu çivili zırhları giyer, zırh giyen nadir ninjalardandır, onun için ona hari yoroi yani Japonca çivili zırh adını verdiler, haru ise kendi icat ettiği yayından attığı ok, saplandığı yerde bir sakura(japonyadaki pembe yapraklı kiraz çiçeği ağacı) ve etrafında çimenlerle çiçekler oluştuğu için ona haru yajirushi yani Japonca bahar oku adını verdiler, biliyorsunuz ki asker olduğumuz anlaşılsın diye isimlerimiz Japonca ya da antik dilden olmak zorunda Lolard: biliyorum, bende küçükten beri elmaslara hayran olduğum için bana lolard, antik dilde elmas adını verdiler, şansa bakın ki ben elmas adam oldum, kardeşim ise küçükten beri iyi gizlenen, kılıç gibi delici ve kesici aletleri iyi kullanan biri olduğu için ona Japonca sis, kılıç, matkap, kesmek ve kesici alet anlamına gelen kiri ismini verdiler, diğer arkadaşımız ren ise biliyorsunuz ki antik dilde sevimli demek, yakın zamanda onlarla da tanışırsınız zaten, bu arada iruka, bir gün seni dövüşürken görmek isterim İruka: umarım bir gün görürsünüz Lolard: haru, bana hiç yayından bahsetmemiştin Haru: kendimi övmeyi pek sevmem de Lolard: olsun, sen anlat Haru: yayım üç bölümden oluşuyor, bir tuttuğumuz kısım, ona hedef nintobası ekli ve ikinci kısım yayın gerildiği esnek kısmı, ona çimen nintobası ekli ve üçüncü esnek kısmı saran dayanıklı kısım, ona ağaç nintobası ekli bunlar hedef nintobası ile birbirlerine bağlı ve ben bir ok atınca gerginlikten kaynaklanan enerji sayesinde nintobalar oku efsunluyor, bu sayede okun atıldığı yerde bir sakura ve etrafında düşmanların ayaklarını sarıp yakalayan çiçekler ve çimenler oluşuyor, ağacın sakura olması çimlerin arasında çiçeklerinde olmasını falan hep hedef nintobası sağlıyor, biliyorsunuz ki hedef nintobası bazı nintobaları değiştirebiliyor ağaç nintobasında ağacın türünü seçmek kavak, sakura, çam gibi, kaya nintobasında kayanın türünü seçmek ametist, obsidyen, mermer gibi, çelik nintobasında metal türünü seçmek civa, galyum, magnezyum gibi, birde hedef ile beraber tarama nintobası varsa bunların arasında istediğin gibi seçimini değiştirebiliyorsun, önce magnezyumla saldırır, sonra civaya çevirirsin mesela Lolard: çok ilginç şeyler bunlar Haru: icadımın patentini aldım ben Hari: ben de Lolard: patent tam olarak ne oluyor Haru: büyücü kralı 24 ayar bir külçe altın karşılığında sana bir patent parşömeni verir, buna icadının çizimini kullanılan nintobaların enerjisinden bir parça ve birkaç damla kanını koyuyorsun ve o da onu mühürlüyor ve geri alıp saklıyor, sonra sadece sen ve senin izin verdiklerin bu icadı yapabiliyor, mesela ben bunun patentini aldım artık kimse böyle bir yay yapıp ona nintoba ekleyemez, hatta bu şekilde yapıp farklı nintobalar da ekleyemez, ayrıca bir kılıç falan yapıp onda ağaç ve çimen kombinasyonunu kullanamaz, hem şeklin, hem nintoba kombinasyonunun, hem de icadının patentini almış oluyorsun Lolard: ya birisi yapmaya kalkarsa Haru: nintobalar birleşmiyor, zamanında nintobaları sahibi onu reddedince, eklendiği eşya kırılınca ya da sahibi ölünce göğe değil depoya ışınlanması için enerjisini bağlayan büyücü kralı, bu şekilde nintobaları insanlara da bağlayabiliyor Lolard: peki büyücü kralı neden bütün nintobaları kendi deposuna ışınlamıyor Haru: büyücü kralı dünyada görebileceğin en adaletli ve şefkatli insandır, asla hileye ve eşitsizliğe başvurmaz, o bu savaşta en iyinin kazanıp dünyayı en iyi insanın yönetmesini istiyor Lolard: inanılmaz peki kimmiş bu büyücü kralı Haru: Büyücü azizi kin-sama(sama japonca efendim anlamına gelen ek) nadir bir nintoba olan altın nintobasını bulduğu ve kullandığı için ona kin Japonca altın adını vermişler Lolard: patent alırken büyücü kralını gördün mü Haru: evet, böyle oyulmuş mermerler ve süslü granitlerden oluşma devasa bir sarayı vardı, diğer büyücülerden farklı olarak, krallık işareti vardı, her bir kulağını üstünde küçük ve her bir kürek kemiğinde büyük altından kanatları vardı, bu kanatlar sayesinde büyücülerin enerjisini keserek onları öldürebilir bu yüzden kimse büyücü kralına isyan edemez, zaten öyle bir krala isyan etmezler, kralın altın işlemeli desenleri olan, beyaz ipekten giysiler giyen, altından vücuda sahip hizmetçileri vardı, o kadar ihtişamlıydı ki Lolard: inanılmaz, ileride onunla tanışmayı çok isterim Haru: eğer yüksek rütbelere gelirsen belki savaşta karşılaşırsın Lolard: evet, umarım Haru: bu icatlar ve vücuduna nintoba eklenmiş insanlar az değil, hepside yüksek rütbelerde, zamanla onları da görürsün Lolard: sabırsızlanıyorum(pencereden dışarı bakar) vakit geç oluyor, ben yavaştan eve gideyim artık, sizinle tanıştığıma çok memnun oldum Haru: yolu kendi başına bulabilir misin Lolard: evet her şey için teşekkürler Lolard dışarı çıkar ve askeri dojoyu arkasında bırakarak saraya doğru yürümeye başlar Bölüm 6 ertesi gün kiri ve lolard ilk görevleri için amcaları kiiro ile buluşmaya giderler, kiiro onları görünce yüzünde şaşkın bir gülümseme belirir Kiiro: kiri, lolard, bunlar siz misiniz, çok büyümüşsünüz Lolard: siz amcamız kiiro olmalısınız Kiiro: evet ama yani sizi en son gördüğümde 3 ve 4 yaşlarındaydınız, koskoca 9 yıl geçmiş, neyse bugün sizi bir eğitim görevine çıkaracağım, eğer sizi yeterince başarılı bulursam kızım ren ile gurup olmanızı ve size ders vererek kaptanınız olmayı kabul edeceğim ama sakın eğitim diye kolay bir görev beklemeyin, sadece üçümüz olacağız, yapabilirsiniz değil mi Kiri: sorun değil amca, sen bize görev ne onu söyle Kiiro: 10 kişi Kiri: ne Kiiro: 10 kişi başkente sızmış ve hedeflerinde nintoba deposunun olduğunu düşünüyoruz Lolard: neden Kiiro: çünkü bir ülkenin nintoba deposuna sızmak demek o ülkeden çuvallarca nintoba çalmak demektir Lolard: çuvallarca mı Kiiro: evet, sonuçta diğer ülkelerden çaldığın bir nintobayı da pekâlâ kullanabilirsin, onun için onları kesinlikle durdurmalıyız Lolard: hangi ülkeden olduklarını biliyor muyuz Kiiro: elimizdeki istihbaratlara göre kılıç ustası krallığındanlar Kiri: sizce depoya sızabilirler mi Kiiro: biraz zor, karşımızdakilerin ustalığına bağlı, çünkü hiçbir zaman nintoba deposu gibi önemli bir yer savunmasız değildir Kiri: peki depoyu ne koruyor Kiiro: depoyu daha önce görmüşsünüzdür dev bir ağaçtan, tek parça, yontma dev gibi bir bina, bu bina kendisine değen her tür kötü şeyin enerjisini emer, gerek insan olsun gerek kılıç olsun hatta kılıç yoluyla insanın enerjisini bile emer, 2 dk da insan bayılır ve ona değen 3 dakika ölüm demektir Kiri: peki, nasıl böyle güçlü bir savunma mekanizması yapıldı Kiiro: babanız yaptı Lolard: babamız mı Kiiro: evet biliyorsunuz ki babanız ağaç nintobası kullanan birisi ve en güçlü ağaç kullanıcılarından olduğu için zaten adı moku(moku Japonca odun) Lolard: tamam ama ağaç nintobası böyle bir şey yapamaz ki Kiiro: uzun ve farklı bir hikâye, bunu eve gidince babanızdan dinlersiniz, şimdi biz kendi işimize bakalım Lolard: tamam, peki şimdi depoya mı gidiyoruz Kiiro: evet, kılıç ustaları oraya tahminen 2 saat içerisinde varacak, onlardan önce gidip ağaçların arasında pusu kuracağız Lolard: tamam, o zaman yola çıkalım Kiiro: hadi Depoya giderler ve pusu kurarlar, o sırada kapüşonlu pelerinler giymiş 10 kişi deponun önüne gelir, her biri çifter katana taşımaktadır Kiiro: (saklandığı yerden kiriye fısıldar) bunlar onlar Kiri: (fısıldayarak) tamam, harekete geçelim mi Kiiro: (başını sallayarak onaylar) evet Kiri, lolard ve kiiro birden ortaya çıkarlar ve 10 kılıç ustası rahat dövüşmek için pelerinlerini çıkartır, sonra kiri, lolard ve kiiroya saldırırlar, kiri ve lolard yumruklarıyla kiiro ise katanasıyla saldırır Lolard: (tek yumrukta bir tanesinin kafasını parçalar) biri gitti Kiri: (ayaklarından ışık çıkararak hızla birinin yanına gider ve elinden ateşler çıkararak yumruklarını sallamaya başlar, adam dirense de kısa sürede kılıcının, kaburgalarının ve kolunun kırılması ile yere serilir ve kiri son darbeyi kafaya geçirir) biri daha gitti Kiiro: (ışık ekli kılıcı ve eldiveni sayesinde 4 kat hızlı kullandığı kılıcıyla ard arda saldırılar yapıyordur, ne yazık ki karşısındakinin de aynen kılıçları ve eldivenleri ışık eklidir ve kılıç kullanmakta usta olan kılıç ustası iki katanası ile hem savunma hem de karşı saldırı yapmakta ve kiiroyu köşeye sıkıştırmaktadır) olamaz Lolard: (kiiroyu zorlayan adamın zırhını tek darbede parçalar, ikinci darbe kılıçları kırar ve üçüncü darbe final olmuştur) merak etme amca bizi durduramazlar Kiiro: (soluk soluğa) teşekkür ederim o sırada bir kılıç ustası katanalarının kabzasının sonundaki yuvarlak ve hilal şekillerinin birleştirerek katanalarını iki tarafı kesen bir bir mızrağa çevirir ve ortadaki iki kabzadan tutarak döndürmeye başlar kılıç ustası: savunma formu 1 sanzen sekai(sanzen sekai Japonca üç bin dünya) kılıçlar o kadar hızlı çevriliyordur ki kılıcı çevirenin gözükmesine bile izin vermiyorlardır kiri: (vücudunu kat kat toprak ile güçlendirip dönen kılıçlara doğru atlar ve bir yumruk savurur, kılıçlar kısa sürede toprak tabakayı, Ninjaların askeri üniforması olan kemerli deri ceketi ve birkaç tabaka deriyi parçalar ve kesik kesik eder fakat buna aldırmayan kiri hızlı yumruklarla kılıçları çatlatır ve kırar sonrada adamı öldürür) bu garip tekniklerde ne kiiro: (başka bir kılıç ustasıyla savaşırken) bunlar kılıç ustalarına özel teknikler, onlardan iyi kılıç kullanan yoktur, bu yüzden adları kılıç ustası lolard bir kılıç ustasının üstüne yürür kılıç ustası: savunma formu 2 kurosu sekushon(kurosu sekushon Japonca çapraz bölüm)(sağ eliyle sol katanasını sol eliyle de sağ katanasını tutar, tam lolard yaklaşırken, soldaki katanayı sağa, sağdaki katanayı sola doğru çekerek kınından çıkarır ve bir hamlede katanaları elinde bir kez çevirip sağdaki katanayı sağa, soldaki katanayı sola, tekrar kınına sokar ve böylece lolardın vücudunda sağ omuzdan sol leğen kemiğine, sol omuzdan sağ leğen kemiğine doğru bir çarpı ve omuz başlarından koltuk altlarına kadar da dik çizgiler oluşur ama lolard elmastan olduğu için etkilenmez) lolard: (bir yumrukta adamı indirir) normal insan olsaydım kollarım kopmuş, vücudum 4 parça olmuştu bunlar çok tehlikeli teknikler o sırada 2 tane kılıç ustası deponun bir duvarının karşısına geçmiş katanalarını sol omzunun üstünde, uç kısmı sağ omzuna doğru olacak şekilde tutuyorlardır kılıç ustaları: saldırı formu 1 kaze dama (kaze dama Japonca rüzgâr güllesi)(katanaları döndüre döndüre ellerini sırta doğru indirir, oradan sağ omuza doğru ve en son başlarının üstünde kılıçları son kez çevirip başlarından ileriye doğru iki kılıcıda hızla indirirler, iki kılıç ustası da bu sayede rüzgârların durmadan daireler çizdiği bir küre oluşturur ve depoya fırlatırlar, deponun duvarı çatlar ve bir kez daha kaze dama fırlatılınca deponun duvarında insan kadar bir delik oluşur) lolard: ( bir tanesine bir tekme atar adamın kılıçlar kırılınca da ikinci tekmeyi sallar ve öldürür) inanamıyorum, kılıçlarla uzak dövüş yaptılar, hem de bir mancınık kadar güçlü kiri: (ağzından hava ile ateşi destekleyip daha güçlü olarak bir ateş olarak üfler ve bir tanesini yakarak öldürür) rüzgârı top haline getiren bir teknik, bu adamlar gerçekten çok ilginç bir de bakarlar ki aralarında kılıç ustası komutanının da olduğu kalan son üçlü, iki tane çuvalla kaçıyorlardır kiiro: (biz diğerleri ile ilgilenirken depoya sızmışlar diye düşündü ve onlara doğru hızla koşmaya başladı) kaçamazsınız o sırada kirinin gözüne bir şey takılır kiri: (hızla koşar ve amcasına omuz atarak onu yere düşürür, daha sonra tüm gücüyle çuvala ateş üfler, çuvallar bir anda patlar ve onları taşıyanlar yok olur, komutanları ise son anda kaçmıştır) bunlar nintoba değil, barut nintobası ekli eldivenlerle barutlaştırılmış topraklar kiiro: (şaşkın bakışlarla soluk soluğa)teşekkürler, eğer yanlarına gitseydim kesin ölmüştüm lolard: iyi fark ettin kiri, demek ki çuvallar aslında patlayıcı tuzaklarmış kiiro: her neyse de, komutanları ortada yok herkes bir anda şaşırır, gerçektende komutan ortada yoktur, ilk akla gelen yer olarak depodaki deliğe yönelirler, komutan bir çuvala nintoba dolduruyordur, hemen üzerine atılırlar kiiro: (bir kılıç darbesiyle komutanı ikiye böler) işte birde bakarlar ki ne çuval nede komutan ortada yoktur, yerde sadece parçalara ayrılmış kayalar kiiro: (şaşkın bir halde) ne kiri:ışınlandı ve yerine kayadan kopyasını mı bıraktı lolard: kask, zırh, eldiven ve ayakkabıya aynı nintobalar ekliyse toprakta topraktan, kayada kaydan, çelikte de çelikten heykellerini oluşturabilirsin, demek ki bu adam kaya nintobası eklemiş bu dördüne de kiiro: (endişeli ve sinirli bir şekilde) asıl sorun, heykel buradayken kendisi nereye gitti o sırada komutan kirinin arkasından çıkar ve bir tekmede kiriyi fırlatır ama kiri üstün teknik bilgisi sayesinde, yere düşecekken elleriyle yere tutunur ve taklalar atarak düşmekten kurtulur, komutan hemen yanındaki lolarda ard arda kılıçlarının geçirir ama lolarda işlemez, bunu gören komutan şaşkınlıktan donakalır lolard: (daha ne olduğunu anlamasına müsaade etmeden tek yumrukta işi bitirir ama bakar ki vurduğu yerde sadece parçalanmış kayalar vardır) yine mi ama nasıl komutan başka bir yerden çıkar murasaki: tekniğimi çözmeden beni, kılıç ustası murasaki(Japonca mor ve menekşe) yi yenemezsiniz ve inanın bu ismi daha çok duyacaksınız kiri: o zaman sende beni yani kiriyi ve ağbim lolardı unutma, çünkü buradan kurtulabilirsen isimlerimizi çok duyacaksın birde bakarlar ki karşılarında kayadan bir heykel vardır lolard: ne ara yok oldu, hiç bir şey göremedim murasaki arkasından çıkar ve ard arda katanalarını lolarda sallar ama katanalar lolardı etki etmiyor sadece çizik atıyordur murasaki: katanalarım ballastandır(ballas elmas kesmeye yarayan, sanayide kullanılan 3 sanayi elmasından biri) seni neden kesemiyorlar lolard: (elmasa dönüşür) çünkü ben aslında elmastanım ve senin ballas katanalarının gücü bu kadar büyük bir elması kesmeye yetmez murasaki: o zaman siz ikiniz, söz konusu kazayı yaşayan prensler olmalısınız lolard: (bir darbe indirir ve bir katanayı çatlatır) evet murasaki: haklısınız, gerçektende isimlerinizi ileride çok duyacağım galiba lolard: (bir darbe daha indirir ve diğer katanayı da çatlatır) bunda da haklısın murasaki: bu kılıçlar kolay yapılmıyor, en iyisi kırılmadan ben kaçayım lolard: (bir darbe indirir ve bakar ki kırılmış taş parçaları) ne ara kiri: (aklına bir şey gelir) bir dakika(ayakkabılarını toprakla kaplar) toprak ayakkabısı bastığın yerlerde kendi boyuna göre delikler açar ve yerin altında çok hızlı bir şekilde hareket edersin(yerin altına girer) ileride murasaki yerden fırlar ve düşer, altından kiri çıkar kiri: ne yaptığını anladım, hızla yerin altına girerken yerine kayadan kopyanı bırakıyorsun ve o düşmesin diye açtığın deliği kaya ekli eldivenlerle oluşturduğun kaya ile tekrar kapatıyorsun, o kadar hızlı yapıyorsun ki biz göremiyoruz murasaki: tebrikler ama tekniğimi bilmen, beni yeneceğin anlamına gelmez kiri: (bir tekme atar) ama eskisinden daha fazla şansım var demektir murasaki: o zaman kim daha hızlı görelim(yerin altına girer) kiri: öyle olsun(yerin altına girer) kiri yer altındaki tünellerde murasakiyi kovalarken, bir anda tünelin iki yanından iki kılıç ustası çıkar ve katanalarını kiri ye saplar, sonrada murasakiyle beraber hızla kaçarlar kiri: (tekrar yüzeye çıkar ve kendini yere atar) ilk başta çuval taşıyan ikili ölmemişler, yer altına girip tuzak kurmuşlar, murasakiyi kovalarken bana katanalarını sapladılar (yaranın olduğu yerlerde kesilen damarları topraktan sahte damar parçaları kullanarak tamir eder ve diğer yerleri de toprakla kapatır) kanamayı durdurdum kiiro: artık geri dönelim o zaman lolard: peki, depodaki yarık ne olacak kiiro: dönünce babanıza söylerim, tamir eder kiri: (soluk soluğa) peki görev, başarısız mı olduk kiiro: hayır, görev başarılı kiri: ama yarım çuval nintoba çalındı kiiro: ama 10 çuval alamadılar, ayrıca sadece üçü kurtuldu kiri: demek öyle kiiro: hem benim hayatımı az kurtarmadınız, doğrusu görevin bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim lolard: öyleyse dönelim kiiro: ama önce(depoyu işaret eder) lolard: ne kiiro: her başarılı görev 1 yeni nintoba lolard: ama ben bu haldeyken, sanırım başka nintobaya ihtiyacım yok kiiro: zaten öyle, bazı askerler çok güçlenirse ya da nintoba ekleyecek yeri kalmazsa, diğerlerine de kalsın diye ona nintoba verilmesi durdurulur lolard: anladım kiiro: ama burada asıl kahramanımız kiri kiri: ben mi kiiro: evet beni patlamadan kurtarman, murasakinin tekniğini çözmen ve görev için canını tehlikeye atman bunların hepsi büyük kahramanlıklar, bunun için sen 2 nintobayı hak ediyorsun kiri: gerçekten mi kiiro: evet sence de hak etmedi mi lolard lolard: evet bence de hak etti kiiro: o zaman buyur kiri kiri: (yarıktan 2 tane toprak nintobası alır) teşekkürler amca kiiro: sorun değil, hadi eve dönelim, gücünüzü tekrar toplayınca kızımla beraber ilk görevinize çıkarsınız, size kaptanlık etmekten gurur duyarım birlikte eve dönerler Bölüm 7 lolard: biz geldik baba moku: hoş geldiniz, görev nasıl geçti lolard: epeyi bir zorlandık açıkçası ama çok kez de amcamızın hayatını kurtardık, ne yazık ki yarım çuval nintoba çalındı moku: can sağ olsun lolard: ama kiri sayesinde kazanmayı başardık, yeteneğiyle adamın tekniğini çözüp bizi kurtardı, bu yüzden amcam ona 2 nintoba verdi moku: aferin kiri, böyle giderse epeyi güçlü insanlar olacaksınız kiri: teşekkürler baba, o değil de sen şu deponun sırrını bize anlatsana moku: pekâlâ, madem merak ediyorsunuz anlatayım, öncelikle o bina hedef ve ağaç nintobası sayesinde tasarlanıp yapılmış bir bina, bu yüzden tek parça yontma bir bina, normalde o kadar büyük bina tek parça yontma yapılamazdı kiri: anladıkta, bunun o müthiş savunmayla alakası ne, sen binanın nasıl yapıldığını anlatıyorsun moku: tamam şimdi oraya geliyorum, yapılışını anlatmamın sebebi, bu savunmanın her şeye eklenebileceğini anlatmak içindi, gördüğünüz gibi yapılışta bir şey yok savunma sonradan ekleniyor kiri: peki nasıl ekleniyor moku: işte zurnanın zart dediği yer burası, bu dünyada güçler sadece nintobalarla sınırlı değil kiri: gerçekten mi moku: evet, nintobanın yağdığı günün gecesi bazı maddesel kırılmalar oldu ve bazı insanlar aynı lolard gibi nintobalarla birleşti, bazıları yaşlandı ve bazıları da öldü kiri: bunlardan hiç haberim yoktu moku: ama sadece bu olmadı, bazı insanlarda uyandıklarında farklı güçleri olan antik kılıçlarla, bazıları ise benim gibi limerlerle uyandılar kiri: limerler nedir moku: (omzunun üstünde ortasında parlak mücevherimsi bir şey olan ve ondan uzanan 4 tane metal kolu olan, yaklaşık 20 cm lik makinemsi bir şey oluşur) limerler bunlardır, uyandığımda yanımdaydı istediğim zaman görünmez olabiliyor ve özel güçleri olan bir makine, eğer sahibi isterse başka birinin olabiliyor ve güçleri de değişiyor, benim limerimin gücü bir şeye özellik eklemek örneğin enerji emme, yanmama, görünmez olma türü lolard: inanılmaz, sen çok güçlüymüşsün baba, ben senin sadece ağaç nintobası kullanan bir Ninja olduğunu sanıyordum moku: eğer öyle olsaydım, ülkemizin kurucusu büyük eternal chikara( Japonca sonsuz güç)-sama kendisinden sonra hükmetmesi için neden beni seçsin lolard: baba, bize eternal chikarayı anlatsana, nasıl bir gücü vardı moku: o, nadir nintobaların arasından beklide en güçlüsünün sahibiydi, berimer nintobası lolard: berimer mi moku: evet, bu nintobayı yaparken her temel nintobanın 3. halini kullandı, biliyorsunuz ki her temel nintobanın kendisi ile birleşerek oluşturduğu 3 hali var toprak, kaya, çelik; ateş, alev, yangın; su, dalga, okyanus; hava, rüzgâr, fırtına; karanlık, gece, gölge; ışık, güneş ışığı, kozmik güç, işte bunların hepsinin 3. Halini birleştirip berimer nintobasını yaptı, size söylediğim o maddesel kırılmalar esnasında, berimer nintobası ile birleşti henüz 10 yaşındaydı lolard: 10 mu moku: evet, berimer nintobasının oluşturduğu şey, berimer denilen saydam cam gibi bir maddeydi, nintobalarla beraber dünyaya gelmiş yeni bir elementti ve sadece bu nintoba onu üretebiliyordu, işin ilginç tarafı, berimere hiçbir şey çizik dahi atamıyordu, şuan dünyanın en kesici ve dayanıklı şeyleri olan ballas, obsidyen gibi maddeler, hatta mancınık gülleleri bile ona zarar veremiyordu, ama o her şeyi hiç zorlanmadan kesebiliyordu, bu nintobayla birleşince eternal chikara-sama hiç zarar almayan ama her şeyi yok edebilen, 100 tonluk ağırlığı bile kolayca kaldırabilen bir adama dönüştü, Ninja krallığını kurdu ülkenin işleyişini, askeri sistemini ve yasalarını oluşturdu, askeri dojolar ve kraliyet demircileri yaptırdı, askeri eşyaların yapıldığı fabrikayı hazırlattı ve diğer krallarla beraber büyücü kralı kin ile anlaşma yapıp nintobaları depoya topladı, hatta depoyu yapma görevini bana verdi ve eklediğim özellikleri görünce beni kendisinden sonraki hükümdar seçti ve 100 yaşında öldü lolard: 100 mü ama nintobalar yağalı sadece 13 sene oldu moku: bu, berimer nintobasının lanetiydi, yaşadığı her gün hayatından 3 yıla bedeldi ve 1 ay içinde 90 yıl yaşlanıp 100 yaşında öldü, eğer yaşasaydı Ninja krallığı kesin savaşı kazanmıştı lolard: sahibi ölünce nadir nintoba tekrar yapılamıyor mu moku: ne yazık ki hayır lolard: olsun, sonuçta geriye güçlü bir ülke bırakmış moku: evet, bizim görevimiz bu ülkeyi daha da güçlendirmek lolard: bunun içinde çok çalışmalıyız moku: evet lolard: neyse, anlattığın için teşekkürler baba, ben odama çıkıyorum moku: iyi dinlenmeler lolard lolard: teşekkürler, hadi kiri birazdan yatma vakti gelecek kiri: tamam, geliyorum yukarı odalarına çıkarlar lolard: kiri, aldığın o iki toprak nintobasını ne yapacaksın kiri: bende tam onu söyleyecektim ağbi, şuradaki raftan benim erlenlerimi versene(erlen, içine karışımların konulduğu konik biçimde bir deney tüpü) lolard: (uzanır ve 3 tane erleni alıp kiriye verir) birleştirip kaya mı yapacaksın kiri: doğru bildin, ağbi bide orada benim ispirto ocağım vardı lolard: (rafın köşesinden ispirto ocağını alır ve kiriye verir) buldum işte burada kiri: (ispirto ocağını yakar ve üzerine 1 erleni koyup içine 1. toprak nintobasını atar, 1-2 dk içinde nintoba erir, sonra erimiş nintoba dolu erleni masanın üstüne koyar ve diğer erleni ispirto ocağının üstüne koyar, sonra da içine diğer toprak nintobasını atar, o da 1-2 dk ya erir ve onu da masaya koyar, sonra içi erimiş nintoba dolu iki erleni alır ve içindeki erimiş nintobaları boş erlene boşaltır, erimiş nintobalardan bir ışık çıkar ve erlenin içinde kaya nintobası oluşur, sonrada kaya nintobasının olduğu erleni ispirto ocağına koyar ve onu da eritir, sonrada erimiş kaya nintobası dolu erlenin tıpasını tıkayıp erleni rafa kaldırır ve ispirto ocağını söndürür) işte oldu lolard: kaya nintobasını niye erittin kiri: bir fikrim var, bunun için yanımda erimiş kaya nintobası olması lazım, daha sonra eritmeye uğraşmayayım diye şimdi erittim ama önce yarın sabah kraliyet doktoruna gitmem lazım lolard: kraliyet doktoru mu neden kiri: yarın sabah benimle beraber gel, sende öğrenirsin lolard: tamam bende geleceğim, şimdi yatalım da kiri: tamam yataklarına girerler Bölüm 8 ertesi gün kahvaltıdan sonra kiri: baba ağbimle ben kraliyet doktoruna gidiyoruz bir fikrim varda doktora danışmam lazım moku: tamam akşam bana da anlatırsınız olur mu kiri: tamam baba kraliyet doktoruna giderler doktor: kiri-sama, lolard-sama bir sorun mu var, neden buradasınız kiri: sorun yok doktor sadece midemi inceletmeye geldim doktor: midenizi mi kiri: evet midemi midemin tam olarak ne durumda olduğunu öğrenmem gerek doktor: nasıl isterseniz bir bakalım (üzerinde bir dev bir göz olan demir çubuğun yanına gelir ve elini şıklatır göz birden açılır ve gözden çıkan ışınlar kiriyi taramaya başlar sonra doktorun gözleri bir anlığına parlar) ağzınızın içi, yemek borunuzun içi ve midenizin iç duvarı berimerle sıvanmış, bütün nintobaların enerjisi orada toplanmış ve vücuttaki enerjinin merkezi olan mideden vücuda yayılıyor kiri: berimerle mi sıvanmış hani şu hiçbir şeyin zarar veremediği berimerle mi doktor: evet ve aynı nintoba gibi enerji üretiyor, zaten araştırma sonuçlarına göre nintobalar elemental enerji üreten kaynakların berimerden toplara hapsedilmesi ile oluşmuş şeyler, onun için hiç kimse nintobaya zarar veremiyor kiri: yani şuan asit içsem bana hiçbir şey olmaz mı doktor: evet efendim olmaz kiri: bende bunu istiyordum doktor: bir planınız mı var efendim kiri: evet gücüme güç katacağım(erlenin tıpasını çıkarır ve erimiş kaya nintobasını içer) lolard: inanılmazsın kiri bu gerçekten işe yarayabilir kiri: (ellerini kayadan eldivenlerle kaplar) işte bu demek ki her bir nintobanın gücüne ayrı ayrı kavuşabilirim doktor: evet ama önce onu oluşturan nintobaları içmelisiniz ki onu kullanabilesiniz, yani kaya ve toprak nintobanız olduğu için ilerde çelik nintobasını içip çeliği de kullanabilirsiniz kiri: teşekkürler doktor ve sana da garip gözlü alet, ağbi ben babamın yanına gidiyorum lolard: sen git ben biraz doktorla konuşmak istiyorum kiri: tamam(koşarak dışarı çıkar ve saraya gider) lolard: doktor bu alet nasıl çalışıyor doktor: bu aslında basit bir makinedir sadece tarama nintobası, hedef nintobası, ceset nintobası, iskelet nintobası, kemik nintobası, kan nintobası ve ışın nintobası ile çalışıyor lolard: gerçekten çok basitmiş doktor: tarama nintobası ile hasta taranıyor ve bilgiler doktora aktarılıyor gerekirse hedef nintobası ile bölge belirleniyor kan nintobası ile kan durduruluyor bazen de hastaya kan veriliyor sonra eksik yada kırık bir şey varsa ışın nintobası ile buharlaştırılıyor ve yerine kemik, iskelet yada ceset nintobası sayesinde yeni parçalar takılıyor ayrıca bu nintobalar hala yaşayan şeyler üretiyor, yani ceset nintobası ile yapıp hastaya naklettiğiniz bir böbreğin aslından hiçbir farkı olmuyor ve tek gereken hastanın her an o karaciğere biraz enerji vermesi oluyor, bu yüzden hasta daha hızlı yoruluyor, bu işlemin çok tekrarlanması hastayı yorgunluktan yatalak hale getirebilir, bundan dolayı çok büyük parçaları tekrar oluşturmak yerine nintoba ile çalışan robotlarını takıyoruz sadece hastanın biraz fazla nintoba vermesi gerekiyor, zaten bu hastanelere sadece askerler gelebilir buralar onlar için kurulmuştur lolard: ama bu hastanelere fazla nintoba gitmiyor mu doktor: ama zaten ülkedeki nintobalararın %20 si ülkedeki ışıklandırma, su tesisatı, silah ve zırh fabrikaları, demirciler ve hastaneler için ayrılmıştır normalde her askere 10 nintoba düşerken bu yüzden 8 nintoba düşüyor lolard: peki neden herkese 8 nintoba vermiyorlar da savaş kazanana 1 tane veriyorlar doktor: çünkü bazı insanlar çok yetenekli ve fazla nintoba ile çok daha güçlü olacaklardır aynı kardeşiniz gibi ama herkese 8 nintoba verseniz yeteneklileri kısıtlamış olacaksınız ve ülkeyi kalkındırıp zafere götürecek kişilerde zaten o yetenekli ve rütbeli insanlardır lolard: teşekkürler doktor, gerçekten çok bilgilisiniz izninizle şimdi saraya dönmem lazım doktor: ne demek efendim, ne zaman isterseniz gelebilirsiniz lolard saraya doğru yol alır o sırada sarayda kiri: baba, artık her savaşta biriktirdiklerimle yeni nintobalar yapıp kendime ekleyeceğim ve çok güçlü olacağım moku: böyle inanılmaz bir gücün olduğu için şükretmelisin, herkese nasip olmaz böyle bir yetenek kiri: haklısın baba, ağbim de bende gerçekten çok şanslıyız moku: evet, bu arada yarın yeni bir görev için yola çıkıyorsunuz bu sefer yanınızda ren de var o sırada içeriye lolard girer lolard: ren mi, ne olmuş rene kiri: hiç, sadece yarınki görevde bizimle olacakmış, onu söylüyordu babam lolard: ha o mu, neyse ben antrenman yapmaya gidiyorum, kiri geliyor musun kiri: evet geliyorum, yarın için hazır olmalıyız moku: iyi öyleyse, siz gidin ben sizi yemek vakti çağırırım kiri: tamam baba lolard: hadi gidelim birlikte antrenman sahasına doğru giderler antrenmandan sonra gece olmuştur ve yemek yiyip yataklarına uzanırlar kiri: ağbi, acaba biz bir çizgi film, anime veya romanın baş kahramanı olsaydık nasıl olurdu lolard: çok farklı olurdu kiri: neden ki lolard: normalde bir başkahraman sıradan olur, halkın içinden olur ve salaklıkla eziklik arasında gidip gelir, sonra gökten zembille bir güç gelir, şansa da bunu bulur, bu da gücü alınca süper kahraman olur herkese yardım eder ve iyilik timsali olur, en sonda da bu çocuk sevdiği kızın kalbini kazanır ve mutlu son, bu bizde asla olamayacak bir şey kiri: bence bizim gibi biri de başkahraman olabilir sonuçta zekiyiz, bilgiliyiz, güçlüyüz, mantıklıyız ve duygularımızın etkisinde kalmadan karar verebiliriz lolard: bu söylediklerin hükümdar sıfatları başkahraman değil, başkahraman dediğin insanlarca hor görülür ve sonra bu herkesin sevgisini kazanır, biz dışarıda dolaşsak herkes emrimize amade kiri: bence sorun bunların yapımcılarında, çocuk eziğin teki, bir güç kazanıyor süper savaşçı oluyor, küçücük çelimsiz kızlar, dev gibi silahlar kullanıp iri yarı adamları dövüyor, insanlarda bunları seviyor, biz burada her gün antrenman yapıyoruz, canımızı dişimize takıyoruz, şurada yarın ölecek miyiz belli değil, millete sorsan onlar bizden daha iyi lolard: boş ver en azından canımızı koruyacak kadar yetenekli ve güçlüyüz, asıl şanssız olanlar her gün ölen binlerce asker kiri: neyse hadi uyuyalım, bakalım yarın neler olacak lolard: iyi geceler kiri: iyi geceler uyurlar Bölüm 9 yarın sabah gitmek için hazırlanmaya başlarlar moku: kiri lolard size bir sürprizim var kiri ve lolard hızla babalarının bulunduğu ahıra gelirler kiri: ne sürprizi baba moku: (yanındaki iki atı göstererek) bakın işte size yol arkadaşı kiri: bu atlar bizim mi moku: evet hem de bunlar savaş için özel yetiştirilmiş safkan atlar bunlardan iyisini bulamasınız kiri: teşekkürler baba, siyah olan benim lolard: o zaman beyaz olan da benim kiri: atına ad verecek misin lolard: verelim mi kiri: verelim zaten muhtemelen bunlar hayatımız boyu bize arkadaşlık edecekler lolard: olur o zaman bu güzel parlak beyaz atın adı diamond olsun kiri: bende bu soylu cesur siyah ata obsidian diyeceğim eşyalarını atlarına yüklerken sarı bir atın üzerinde kiiro ve kahverengi bir atın üzerinde ren gelir kiiro: hazır mıyız çocuklar ren: merhaba kiri nasılsın kiri: iyiyim sen nasılsın ren: bende iyiyim, babam görevdeki kahramanlıklarından bahsetti gerçekten çok iyisin kiri: teşekkürler, gerçekten kahraman mıyız onu bu görevde anlayacağız ren: ben sana inanıyorum lolard: biz de hazırız amca, yola çıkabiliriz kiiro: o zaman hadi gidelim lolard: görüşürüz baba moku: görüşürüz kiri, lolard kendinize iyi bakın kiri, lolard, ren ve kiiro ülkenin dışına doğru at sürerler iki sokak öteden bir geçit kapısından geçerler ve ülkenin sınırına ışınlanırlar, at sürerken lolard: amca bu ülke içi ışınlanma işi nasıl halledildi kiiro: şimdi biliyorsun ki 6 ülke var ve bunların hepsinin yüz ölçümü eşit yani Ninja ülkesi dünyanın 6 da 1 ini kaplıyor, bu kadar büyük bir ülkede merkezden sınıra kadar gidip diğer ülkelere saldırmak çok zor onun için geçit kapısı nintobası sayesinde ülkenin her yerine ışınlanma ve hızlı yol alma sağlanıyor, başka bir geçit kapısı nintobası ile yer altına ışınlanıp orada birleştirilen çelik borular ve dev çelik halkalar ülkenin altını tamamen kapladı ve ona geçit kapısı nintobasının eklenmesi ile her sokakta geçit kapısı oluştu, hatta ülkenin dış halkasındaki köylerde bile geçit kapısı açıldı artık herkes kolayca ülke içinde seyahat edebiliyor lolard: demek öyle, vay vay iyi akıl edilmiş kiiro: ülkelerdeki su sistemleri de bu şekilde yapılmıştır hedef, tarama ve su nintobaları yer altındaki boru hatları ile birleştirildi ve her ülkedeki nintobaların yağışıyla beraber oluşmuş sınırsız su kaynağı bu sayede her eve istendiği anda iletilebiliyor lolard: bütün bunlar her ülkede var mı kiiro: evet, bunlar zamanında büyücü kralı kin ile yapılan anlaşmada kinin her ülkede olmasını şart koştuğu şeyler, bunun üzerine bir de zırh ve kılıç yapım fabrikası ile askeri demirciler de her ülkede aynı çalışan yapılardır lolard: savaşta her taraf eşit neredeyse kiiro: evet büyücü kralı herkesin eşit olmasını bu sayede en çok hak edenin savaşı kazanmasını istiyor lolard: onunla tanışmayı çok istiyorum kiiro: bir gün sende tanışırsın kiri: amca bu arada sormayı unuttuk, görevimiz tam olarak ne kiiro: geri getirme görevi kiri: geri getirme mi kiiro: evet, şimdiki teğmen lideri doku naifudan önce başka bir teğmen liderimiz vardı, kılıçların şahı maren (maren antik dilde kılıç) kendisi büyük savaşta fırtınalar estirmişti, kolluklarından, bacak korumalarından ve eldivenlerinden çıkabilen ballastan toplam 30 tane ince kısa kılıcı çok rahatça kullanıyor, ışık nintobaları sayesinde çok hızlı bir şekilde hareket ediyordu, bir gün bir noktaya yapılacak sürpriz kale kuşatmasının ve tuzakların planlarını ana orduya götürmesi gerekiyordu, yaklaşık 1000 kişi ile beraber yola çıktı şövalye krallığının istihbaratı bunu bir şekilde öğrenmiş ve 5000 kişilik şövalye ordusu bunları kıstırdı, yenilgi kaçınılmazdı maren düşündü eğer plan onların ellerine geçerse hem kale kuşatması başarısız olur, hem tuzaklar açığa çıkar hem de ana ordu çok büyük bir yenilgiye uğrardı, belki askerleri savaşırken planları kurtarıp kaçabilirdi, o da öyle yaptı, askerleri orada bırakıp kendisi tek olarak kaçtı ülkesine döndüğünde durumu rapor etti, fakat olayı öğrenen asker aileleri çocuklarını ölüme terk ettiği için marene hayatı zehir ettiler, her gün hakaretlere maruz kalan evi taşlanan, insanların selamı sabahı kestiği maren, durumu babanıza anlatıp bir çözüm bulunmasını istese de hiçbir çaba sonuç vermedi, ölen 1000 askerin aileleri ve akrabaları yaklaşık 7000 kişi ediyordu, asker akrabaları hakaretlerini ve saldırılarını arttırınca maren daha fazla dayanamadı, onu savaş alanında ünlendiren hızı ile o gece kendisine saldırıda bulunan bütün insanları öldürdü, ortalığı kan gölüne çevirdi, sonrada hızlıca ülkeyi terk etti kiri: onu mu geri getireceğiz kiiro: tam olarak geri getirme denemez ama onu yakalayıp askeri mahkemede yargılanmasını sağlayacağız, hatta mahkemede babanız, ben, kızım ren ve sizde olacaksınız, ilk tecrübeniz olur hem kiri: o zaman adamı öldürmemeliyiz demektir kiiro: öldürebileceğinizi pek sanmıyorum ama kiri: bakalım ne olacak ama şimdi akşam oluyor sanırım kamp kurmalıyız kiiro: evet sanırım, lolard, ren kamp eşyalarını hazırlayın, kiri hadi sende git onlara yardım et kiri: tamam kamplar kurulur yatma vakti gelir herkes uyuyunca ren kirinin yanına gelir ren: (uykulu bir şekilde) kiri senin yanında yatabilir miyim kiri: (uykudan yeni uyanmış, şaşkın ve uykulu bir şekilde) ha şey evet tabii, ama baban kızmaz mı ren: ben o işi hallettim sen merak etme inanılmaz bir kozum var sen sadece sus ve yat kiri: nasıl istersen (yatar) ren: (çadıra girer, yanına yatar ve uyur) ertesi gün olur ren: uyandın mı kiri kiri: evet ama senin çadır babanın çadırının hemen önünde değimliydi, baban nasıl anlamadı ren: evet ama benim çadırda hazırladığım tahtadan bir kukla vardı, aynı bana benziyordu, onun gölgesini görüp benim uyuduğumu sanıyordu kiri: nasıl hazırladın onu, samuray krallığı topraklarındayız her taraf kayalar ve taşlar etrafta ağacı nereden buldun ren: dün sana dedim ya, görev sırasında göstereceğim bir kozum var kiri: o değil de, dün gece sen neden bir anda çadırıma gelip yattın ren: yalnız yatmayı sevmiyorum, ayrıca her yer kaya, yerler çok soğuk, canım sıkıldı bende gelip senin yanına yattım, bu gün yine bütün gün at süreceğiz galiba, çünkü kılıçların şahı marenin nerede olduğunu tam bilmiyoruz, tek bildiğimiz samuray krallığının Ninja krallığına bakan dış halkasında olduğu, bu da epeyi bir yer ediyor kiri: evet daha çok arayacağız galiba (rene dikkatle bakar renin teni çok pürüzsüz, yumuşak, parlak ve tüysüz görünüyordur) ren senin vücudun biraz değişmiş sanki ren: fark ettin demek ama bu güzel vücudu nasıl yaptığımı sana şimdi anlatmayacağım, bu güzel haberi zaten görev sırasında öğreneceksin kiri: şu görev bir an önce başlasa da meraktan çatlayacağım ren: meraklandırmayı seviyorum ama bende bir an önce sana bu müjdeyi vermek istiyorum kiiro: ren kızım ne yapıyorsun ren: yola çıkacağız diye kiriyi uyandırıyordum kiiro: ha öylemi hadi toparlanın, kahvaltıdan sonra yola çıkacağız ren: (kiriye göz kırpar) hadi artık kalk, yola koyulacağız birazdan kiri: (vücudundan buharlar çıkararak banyo yapar) tamam kalkıyorum kiri, lolard, ren ve kiiro mareni arayarak ve samuraylardan kaçarak 3 hafta geçirirler Bölüm 10 daha sonra marenin çevrede görüldüğüne dair söylentiler duyunca hızla söz konusu yere geldiler ve bir anda karşılarına biri çıkar maren: benim için mi geldiniz(kiiroyu görür) ooo sarıcık ta buradaymış(kiiro Japonca sarı demek) beni yenmek için çok büyük bir kozunuz vardır umarım, yoksa sadece benimle sohbet etmeye mi geldiniz kiiro: seni geri götürmeye geldik maren: geri götürmek mi ne için kiiro: hak ettiğini vermek için maren: öylemi ne hak ediyormuşum kiiro: bunu orada göreceğiz maren: eğer gerçekten hak ettiğimi alacak olsaydım, seve seve gelirdim, ne yazık ki hak ettiğimi değil uygun gördüğünüzü alacağım için gelmeye hiç de istekli değilim, en iyisi siz geri dönün kiiro: buraya rica etmeye gelmedik, gerekirse seni zorla götürürüz lolard: maren-san normalde her Ninja kendi saç renginde üniforma ve zırh giyer ama sizin saçınız ve üniformanız siyah olmasına rağmen sarı zırh giyiyorsunuz maren: biliyorsun ki o günden sonra hayatım çok değişti, şunu unutma ki siyah ve sarı yeniden doğuşun simgesidir lolard: vay vay, bak bunu yeni öğrendim maren: (kiri, lolard ve rene bakar) siz bu görev için biraz küçük değil misiniz kiri: eğer gerçekten savaşacaksak bizde çok sürprizler göreceksin maren: ben sadece huzurlu bir hayat istiyorum ama eğer yakamı bırakmayacaksanız savaşırız kiiro: eğer kendi isteğinle teslim olmazsan, saldırmak zorunda kalacağız maren: (kolluklarından ve bacak korumalarından 5 er ballas ince kısa kılıç çıkarır aynı şekilde her bir parmağından da 1 er tane çıkarır) benden korkmuyorsanız korkuturum kiiro: kiri, lolard, ren saldırın(kendisi de saldırır) maren: (lolarda saldırır ama sadece çizmeye gücü yetiyordur) bu da ne lolard: (elmasa dönüşür) bizde çok sürprizler var demiştik maren: gerçekten bir kozunuz olduğunu bilmiyordum kiri: (elini tabanca şeklinde tutup parmağının ucundan kayadan mermiler fırlatır) bakalım ne kadar dayana bilirsin maren: (hızla kendisine çarpan kaya mermilerinden eli yüzü kan içinde kalmıştır birden davranıp elini parmaklarındaki kılıçlarla beraber kirinin karnına saplar) benden korkmanız gerektiğini size söylemiştim kiri: (yere düşer ve soluk soluğa) gene de bizi yenemeyeceksin ren: (katanasını marene doğru sallar maren tam kaçarken kunaisini alır ve marenin bacağına atar) bizden asla kurtulamazsın maren hızla renin arkasına geçer tam kılıçlarını rene saplayacakken kiiro katanasını sallar ve marenin bacağından sıyrık alır kiiro: bence artık pes etmelisin maren maren: (kendi etrafında hızla dönerek kılıçlarını her yöne sallamaya başlar ve kiironun vücudunda sayısız yara açar sonrada kiiroya bir tekme atar ve onu yere yığar) bana diyeceğine kendine bak kiiro, size beni rahat bırakmanızı söyledim, bana karışmanın cezasını çekeceksiniz ren: baba, hayır (katanasını marenin karnına saplar ama zıhtan dolayı pek bir hasar veremez) maren: (elini bir pençe gibi kullanıp renin vücudunda 5 tane kesik açar) yanlış kişiye bulaştın velet ren: ( yere düşer, bayılmamak için kendini zor tutuyordur) kiri, baba iyi misiniz lolard: (arkadan hızla bir yumrukla mareni yere yığar sonrada ard arda yumruklarıyla marenin bacak korumalarındaki toplam 10 ballas ince kısa kılıcı kırar) asıl sen yanlış kişiye bulaştın maren: (lolardı bir tekmede üstünden atar) bir tek seni yenemedim, olmadı diğerlerini öldürür kaçarım lolard: (bir yumrukta marenin bir kolluğu ile beraber 5 kılıcını kırar) o zaman sen onları öldürmeden ben senin kılıçlarını kırarım maren: daha 15 tane kılıcım var(hızla kiriye döner) önce senden başlayalım kiri: (maren kılıçlarını tam kirinin boğazına saplayacakken kiri kendini kayadan bir zırhla kaplar, sonra hızla marenin ayağını bileğinden yakalar ve elini ateşle kaplayarak marenin ayağını yakar, maren acıdan yalpaladığı anda alevli kayadan yumruğunu marenin karnına geçirir ve zırhını parçalar) ben hala ölmedim maren: nasıl, karnına 5 tane kılıç geçirdim, bilincinin yerinde olması imkânsız kiri: kayadan yeni damarlar ve etler oluşturarak zararı yok ettim lolard: (arkadan marene saldırır maren savuşturur ama diğer kolluğu ile 5 kılıcını kaybeder) vazgeç maren maren: (yerde yatan kiironun yanına gider) o zaman sen öleceksin ren: (maren kiiroyu tam öldürecekken ren yerden hızla kalkar ve marenin suratına tekmeyi geçirir, sonrada kunaisini marenin bacağına saplar ve mareni yere fırlatır) bende ezik değilim maren maren: (bir çelme ile reni yere yapıştırır ve kılıçlarını renin sırtına geçirir ama bir de bakar ki renin sırtında 15 cm lik kalın bir zırh vardır) bu da nereden çıktı ren: (üzerindeki zırh yok olur ve marenin etrafını kalın sarmaşıklar sarar ve onun hareket etmesini engeller, sonra ren marenin kaskını çıkarıp hızla marene kafa atar ve maren bayılır) sanırım iş halloldu kiri: görev başarılı diyebilir miyiz yani lolard: (kiironun yaralarını sarıyordur) Allahtan fazla derine girmemiş gene de çok fazla yara almış ren: (mareni zincir ile bağlar ve zırhlarını çıkarır) hadi akşam oluyor kampları hazırlayalım kiri: (atlardan malzemeleri indirir) tamam ben kampları kurarım akşam olur herkes yemeklerini yemeğe başlar lolard: (mareni çözer ve ona bir tas çorba verir) buyur maren-san maren: (çorbayı alır) sağ olasın delikanlı, ama neden bana böyle iyi davranıyorsun lolard: çünkü sen ülkeyi büyük bir yenilgiden kurtardın, planlar şövalye krallığının eline geçseydi kale kuşatması başarısız olur, hazırlanan tuzaklar yok edilir, yaklaşık 20000 kişilik ana orduya büyük bir pusu ve tuzak kurulur kolayca ordu yenilirdi, ana ordunun bu yenilgisi savunmada büyük açık oluşturur ve şövalye krallığı ülkeye girerdi, daha sonrada diğer ülkelerin saldırısıyla ülke hemen çökerdi maren: gerçekten çok zekisin ama gene de askerin halinden anlamayan, aptal halkın önyargılarını ve isyanlarını durduramazsın lolard: sabredin maren-san, askeri mahkemede bizde olacağız size adaletin yerini bulacağı konusunda söz veriyorum, hak etmediğiniz hiçbir şey almayacaksınız maren: teşekkürler evlat, umarım ileride çok büyük bir insan olursun lolard: sağ olun maren-san, neyse yatalım artık maren: tamam herkes uyur, 2 hafta içinde gurup ülkelerine geri döner Bölüm 11 kiri: merhaba baba, biz geldik moku: kiri, lolard hoş geldiniz duydum ki görev iyi geçmiş kiri: evet baba, çok iyi geçti moku: onlardan memnun musun kiiro kiiro: evet, onlar gerçekten yetenekli kiri: bu arada ren, bize bir şey anlatmayacak mıydın ren: ha evet evet, hadi herkes şöyle otursun anlatacağım herkes oturur ve reni dinlemeye başlarlar ren: şu an dünyanın en mutlu insanı belki de benim, çünkü kolay kolay kimseye nasip olmayacak bir şeye kavuştum kiiro: nedir o dediğin şey ren: bir nadir nintoba kiiro: ne nadir nintoba mı ren: evet, yeni bir nintoba bulur muyum umuduyla rastgele nintoba birleştiriyordum, derken karanlık ve ışığın birleşmesi ile oluşan illüzyon nintobalarından iki tanesini denedim, normalde birleşmeyen nintobaları istesen de birleştiremezsin ama iki illüzyon birleşti, yeni nintobanın üzerinde antik harflerle gerçek illüzyon yazıyordu, çok şaşırdım hemen denedim ve oluşturduğu şeylere dokunabiliyordum, bende bunu nasıl en iyi şekilde kullanabileceğimi düşündüm ve kraliyet doktorunda ameliyat oldum kiiro: ameliyat mı ren: evet göz merceklerimi aldırdım, daha sonra onlara bu nintobayı eklettim ve onları geri taktırdım, sonrada ceset nintobası ile tekrar montelettirdim, şimdi nintoba gözlerimde ekli ve bakın ne yapabiliyorum(10 saniye içerisinde yan tarafında bir tahta koltuk oluştu) neyden yapılıyorsa ve ne kadar büyükse ona göre uzun sürüyor ama 15 dk lık maddesel şeyler oluşturabiliyorum, zaten bir nintobanın oluşturduğu şeyler sadece 15 dk dayanabilir kiiro: aferin sana ren, umarım bu sayede çok büyük bir savaşçı olursun ren: bu nintobanın size göstermediğim bir gücü daha var ki o da zihin okumak kiiro: zihin okumak mı ren: evet, mesela şuan size bakarak bütün düşüncelerinizi ve geçmişinizi görebiliyorum moku: seni kiri ve lolardın gurubuna aldığım için kendimle gurur duyuyorum, neyse artık dağılalım, sizde yarın ki mahkemede neler söyleyeceğinizi bir düşünün, hepiniz orada olacaksınız şimdiden önerilerinizi hazır edin lolard: tamam baba, hadi kiri odamıza çıkalım kiri: tamam kiri ve lolard yukarı, odalarına çıkarlar ren ve moku ise malikânelerine giderler ve ertesi gün askeri mahkeme kurulur, herkes yerini almış marenin getirilmesini bekliyordur, maren getirilir ve sanık sandalyesine oturtturulur başhakim: sanık kılıçların şahı maren, 7000 sivili öldürmüş ve ülkeden kaçmıştır, sanığın bu durumda söyleyecek bir şeyi var mı maren: evet var, öncelikle ülkemi koruyabilmek için ölüme terk etmek zorunda kaldığım 1000 asker sebebi ile bana yapılan çeşitli hakaretlere ve saldırılara tam 1 ay sabrettim, kralımız mokuya bu konudaki şikâyetlerimi dile getirdim ama ne yazık ki hiçbir şey yapılamadı, ben sıradan bir insan değildim ben koskoca teğmen lideriydim, emrimin altında binlerce askerim vardı ben sadece bana istedikleri gibi saldırabileceklerini ve benden üstün olduklarını sanan, kendilerine hiçbir şeyin olmayacağını düşünen, kendilerini gece gündüz koruyan ordunun yüksek bir rütbelisine saldıran, bu lanet ve geri zekâlı halka biraz terbiye verdim, bu gibi insanlar sadece kaosa neden olurlar, kangren olan kısım koca bir kol dahi olsa kesilmelidir, bende öyle yaptım 7000 kişi bile olsa herkes sadece hak ettiğini alır başhakim: kralım, size başvurduğu halde hiç bir şey yapmamışsınız, bu konu hakkında ne söyleyeceksiniz moku: evet yapamadım, çünkü söz konusu 7000 kişi, o kadar kişiye durmalarını söylesen nasıl ikna edeceksin, askeri güçle karşı koysan, bu sefer kral halka güç uyguluyor diye olaya dahil olmayan diğer kısımda ayaklanırdı, bundan yararlanıp diğer ülkeler bizi kolayca yıkarlardı, bu yüzden elimden hiçbir şey gelmedi, gerçekten çok üzgünüm başhakim: diğer rütbelilere söz vermeden önce söz almak isteyen hakim var mı hakim: izninizle, başhakim marenin ne gibi bir nedeni olursa olsun 7000 tane sivili öldürmesini haklı bulamayız, her kafasına esen adam öldürse memlekette insan kalmaz başhakim: doğru söylüyorsun, söz almak isteyen başka hakim yoksa sözü prenslerimize veriyorum lolard: sayın hakimler, marenin dediği gibi ölümü engellemek için yani burada ülkenin çöküşünü engellemek için kangren olan kol dahi olsa kesilmelidir, yani burada 7000 kişilik halk oluyor ki bence bu çok doğru, şu ana kadar sadece 2 görevde bulundum ama askerliğin ne kadar tehlikeli olduğunu anlamama yetti, bu kadar asker ülkeyi korumak adına gece gündüz çalışırken, halkın değil teğmen liderine bir ere bile hesap sormaya, hakaret etmeye hakkı yoktur, bu ülkede kendilerini koruyan askere ihanet eden insanlara ihtiyaç yoktur, bu gibi insanların devlete ihanetten idam edilmesi gerekir, fakat devlet bu kadar insanı idam ederse babamın söylediği gibi isyan çıkar, diğer devletler ülkeyi yıkar, bu gibi bir durumda aslında maren devlete iyilik ederek sorunu çözmüş, milletin tepkisini üzerine çekmiş ve sorunu çözmüştür, beraat etmesi gerekir lolardın bu konuşması mahkeme salonunda büyük tepkilere yol açmış, her bir kafadan ayrı bir itiraz çıkmaya başlamıştır başhakim: cevap vermek isteyen hakim: lolard-sama, 7000 sivilin katilini böyle aklayamazsınız lolard: nedenmiş o hakim: ne gibi bir gerekçe olursa olsun, kimse bir sivili öldüremez, ki burada 7000 kişiden bahsediyoruz lolard: sivil olmaları onları ölümsüz yapmaz, geçerli bir gerekçe varsa öldürülebilirler hakim: ama burada geçerli bir sebep yok lolard: ne demek yok, devletin 4 büyük rütbesi olan kral, orgeneral, teğmen lideri, 1000başı lideri rütbelerinden biri olan teğmen lideri, aynı zamanda 1000başı liderinin üstündedir, kral başkentin, 2 orgeneralin her biri 2 şehrin, teğmen lideri orta halkanın, 1000başı lideri de dış halkanın yönetiminden sorumludur, ayrıca kraliyet yetkileri olarak kral %100, orgeneral %75, teğmen lideri %50, 1000başı lideri %25 yetkiye sahiptir, yani bu adam ülkenin orta halkasından sorumlu %50 yetki ile yarı kral sayılabilecek bir adam, böyle bir adama karşı gelmek ülkeye ihanet değil de nedir ve hainler ölüme mahkûmdur hakim: ama kiri hiddetle kalkar kiri: aması maması yok, bende ağbimin dediğini onaylıyorum, o kendini savunmaktan aciz halk kim oluyor da devlete ihanet ediyor ren: kiri öyle diyorsa, bende öyle diyorum kiiro: kızım ren kiriye katılıyorsa, bende katılıyorum moku: madem bütün kraliyet ailesi bu görüşte, o zaman bende onlara katılıyorum başhakim: peki lolard-sama, marene ne yapılmalı sizce, biliyorsunuz ki halk şu anda mahkeme salonunun önünde birikmiş bekliyor, maren idam edilmezse halk köpürür, onlara bunu nasıl açıklayacaksınız lolard: öncelikle maren beraat etmeli, fakat hali hazırda bir teğmen liderimiz bulunduğu için o konuda düello öneriyorum, kim yenerse o teğmen lideri olsun diğeri ise kazananın onayı varsa bir üst rütbeye tuğ generalliğe, onayı olmazsa bir alt rütbeye üst teğmenliğe getirilsin başhakim: madem kraliyet ailesi bu görüşte, karar verilmiştir, fakat lolard-sama bunu halka nasıl açıklayacaksınız lolard: orasını bana bırakın ama yanımda babamla kardeşimde olsun, dışarıya bir sahne kurun bir de kürsü, oraya çıkıp olayı anlatacağım başhakim: nasıl isterseniz dışarıya sahne ve kürsü kurulur kiri, lolard ve moku yerini alır halk kral ve prenslerin kürsüye çıkışını alkışlıyor, idam kararının açıklanmasını bekliyordu Lolard: sevgili halkım, beni seviyor musunuz Halk: (hep bir ağızdan) evet!!! Lolard: aranızdan bir gurup bana hakaret edip, saldırılarda bulunsa onlar ne hak eder Halk: (hep bir ağızdan) ölüm!!!, ölmelidirler!!!, hainler!!! Lolard: o zaman size bir şey haber vereceğim, kılıçların şahı marenin beraatına karar verilmiştir halk hep bir ağızdan itiraz etmeye başlar Lolard: maren dediğiniz adam, kralın yarısı kadar yetkiye sahip, devletin orta kuşağının yöneticisi, bir adam, bana saldıranlar ölümü hak ediyorsa yarı kral sayılabilecek bir adama saldıranlar, ölümü neden hak etmesin halk itirazlara devam eder ama lolardın kurduğu mantığı nasıl çökerteceklerini bilemezler Lolard: bu adam, eğer planları korumak için askerlerini terk etmeseydi, planlar şövalyelerin eline geçecek ve şu anda bu sokaklarda şövalye askerleri dolaşıyor olacaktı öyle olsa hayatta kalabileceğinizi mi sanıyorsunuz, hiç acımadan sizi öldürür ya da köle yaparlardı bunlar olmasın, ülke çökmesin diye bu adam orada 1000 askerini feda etti, keyfinden mi ölüme terk etti sanıyorsunuz Halk: (hep bir ağızdan) ama 7000 sivil öldürdü, bu nasıl affedilir Lolard: biz askerler, her savaşta bu ülkeyi korumak için canımızı dişimize takıp, gece gündüz çalışıyoruz, çoğu asker daha 3 savaşını tamamlamadan, ölüyor bu kadar çabaya hakaret ve saldırılar ile mi karşılık verilmeli, savaşta her gün yüzlerce asker ölüyorken, üzülüp ağlamak kendi çocukları ölünce mi akıllarına gelmeli, bu yaptıkları devlete ihanetten başka bir şey değildir, ve bu hastalıklı düşünceyi yayan ve ortaya koyan kesim idama mahkûmdur halk susmuş lolardı dinliyordur lolard: (fısıldayarak) baba, kiri ihtiyacım olduğunda bana destek çıkın diye sizi yanımda istemiştim ama sanırım gerek kalmayacak(sonra tekrar halka seslenmeye başlar) artık bu ülkede askerler normal halktan 1 derce üstün sayılacak, çünkü ülkeye yaptıkları iyilikler sadece onlara verilen nintobalar ve maaşlarla ödenebilecek kadar küçük değildir, aynı zamanda şu an görev yapan bir teğmen liderimiz olduğu için bu işi düello şeklinde halledip kimin rütbeyi kapacağını belirleyeceğiz, sakın unutmayın ki ikisi de ülkemizin değerli ve güçlü askerleridir, bu adamların amacı sizin güvenliğinizi sağlamak, lütfen bir gurup insanın akılsızlığı yüzünden kendinizi, sonu kaosla bitecek bir işe sokmayın, şimdi kılıçların şahı mareni yanıma çağıracağım, birde o size konuşsun ortalık sessizliğe büründü, herkes bir zamanların efsanesi kılıçların şahı mareni bekliyordu, acaba ne diyecekti, gerçekten kendisinin idamı için bu kadar istekli olan bu halka, hala sevgi besliyor olabilir miydi lolard içeri girer lolard: maren-san, hadi herkes seni bekliyor maren: sorun olmaz değil mi evlat, onların gözünde sadece bir katilim lolard: merak etme, elbet gerçekleri anlayacaklardır maren: nasıl isterseniz kürsüye çıkarlar maren: ee merhaba, biliyorum son zamanlarda pekiyi şeyler yapmadım ama inanın çok sabrettim, 1 ay dayanması bile gerçekten çok zordu, evimi yaktıkları zaman artık canıma tak etmişti, gene de gerçekten çok üzgünüm, hepinizden özür diliyorum, benim tek amacım ülkenin bekası ve milletin güvenliğiydi, o olaydan sonra terk ettiğim askerlerimin her birini rüyamda gördüm, bana kendimi üzmememi ülkeyi korumaya devam etmemi söylüyorlardı, onların hatırına beklide 1 ay dayanabildim bu ağır hakaretlere ve saldırılara, ama inanın ne bundan önce, ne de bundan sonra ülkeme hiçbir şekilde zarar verecek bir şey yapmayı kendime yakıştırmam, tekrardan sizden özür diliyorum, eğer beni affedebilirseniz tekrar askerliğe dönüp devletimi ve milletimi korumaya devam etmek isterim Halk: (hep bir ağızdan) affettik bile!!! affedildin!!! maren affedilir ve tekrar askerliğe döner, ayrıca yakın zamanda tekrar zırhlarının yapılıp, nintobaları ile beraber ona geri verilmesine, ardından da şu an ki teğmen lideri doku naifu ile düello etmesine karar verilir, ayrıca kalabalık olaysız bir şekilde dağılır, kraliyet ailesi de yorucu bir günün ardından odalarına çekilir Bölüm 12 kiri, lolard, ren, kiiro ve moku birkaç gün dinlendikten sonra marenin düellosuna giderler lolard: sence kim kazanır kiri kiri: hadi maren tamam da, doku naifuyu daha önce hiç görmedik bile ama galiba bizim haricimizdeki diğer gurubun eğitmeniymiş aynı bizim amcamız gibi lolard: (etrafa bakınmaya başlar) harbi mi, o zaman diğer gurup ta buralarda olabilir karşıdan diğer gurubun üyeleri gelir haru: merhaba lolard, kiri, ren sizde mi düello için buradasınız lolard: evet, ha bu arada kiri, bunlar iruka ile hari yoroi, hari senle aynı yaşta yani 12 iruka ise 13 yaşında kiri: memnun oldum ben yüce kiri hari: yüce mi kiri: hah hah evet yüce, bir prens için iyi durmadı mı, aslında özellikle benim gibi biri için hari: nasıl isterseniz, yüce kiri-sama kiri: tamam tamam şaka yaptım, bana sadece kiri de yeter, bana saygı göstermesi gerekenler halktır, askerler ise istediklerini söyleyebilirler ne de olsa asker arkadaşlarım hari: çok enerjik ve espritüel buldum sizi, sebebini sorabilir miyim kiri: çünkü mareni yakalama görevi bize verilmişti ve şimdi onun düellosu var, zorlu bir görevin ardından böyle eğlenceli şeyleri izlemek çok güzel, insanların yarışmasını izlemeyi çok severim hari: ben de, ama ustamız doku naifu kesin kazanır, çok yetenekli bir askerdir kiri: göreceğiz bakalım, bu arada irukaydı değil mi iruka: evet kiri-san kiri: bu çocuk çok saygılı ve terbiyeli gibi duruyor lolard: evet gerçektende öyle, bunun gibi insanları ne yazık ki pek fazla göremiyoruz iruka: teşekkürler efendim lolard: iruka, senin kökenin tam olarak ne iruka: babam Fransız annem ise İspanyol lolard: ya senin hari hari: babam Alman annem ise İngiliz lolard: peki senin haru haru: babam Boşnak annem ise Çinli iruka: peki siz lolard-san lolard: bizim babamız Türk annemiz ise Japon ren: benimde babam Türk annem Rus lolard: neyse madem tanıştınız, düello sahasına gidelim her halde marenle, doku naifu oradadır o sırada moku ile kiiro konuşarak sahaya geliyorlardır kiiro: bence maren alır, adam geçekten çok güçlü eğer 4 kişi olmasaydık ölebilirdik moku: bence doku naifu alır, çünkü şu ana kadar ona vurabilen kimse olmadı kiiro: ne olmadı mı nasıl moku: biliyorsun ki mucit köyü dayanıklılık haplarından her ülkeye 3 tane yolladı, bunların 2 sini çocuklarıma 1 ini de doku naifuya verdim, o zamanlar sadece kendi icadı olan bıçağı vardı, o bu hapın kiri ve lolardı nintobanın aşırı sıcağından koruduğunu öğrenince hemen kendi üstünde denedi, erimiş hedef ve tarama nintobalarını ayaklarına döktü ve hapı içti biraz zorlandı ama 2 hafta içinde muhteşem bir güce kavuştu, etrafı tarayıp tehlikeyi anlayan ayakları hedef nintobasının enerjisi ile onu başka yere kaçırıyor kiiro: ama hep kaçarak dövüşemez ki moku: zaten koşarak kaçmıyor, ayağı kayıyor kiiro: ayağı mı kayıyor moku: dövüşte görürsün kiiro: peki icat ettiği bıçağın gücü ne moku: patentini aldığı bu bıçak, iki parçadan oluşuyor iç kısmının ince uzun çivileri var ve bu kısma zehir nintobası ekli, dış kısmın ise iç kısmın çivilerine tam uyacak delikleri var ve bu parçaya asit nintobası ekli, iki parça birleştirilince çiviler deliklere tam oturuyor ve normal bir hançer gibi görünüyor ama o çiviler sayesinde içteki zehir dış yüzeye ulaşıyor ve hançeri zehirli hale getiriyor, öte yandan dış kısımdaki asit nintobası bıçağı asitle kaplıyor etleri ve zırhları kolayca eritip kesebilecek hale getiriyor kiiro: vay vay, gerçekten çok güçlüymüş, bakalım bizim maren ne yapabilecek, bu arada mucit köyü o haplardan kendilerine kaç tane ayırdı moku: 6 tane kiiro: 6 mı daha fazla üretemezler mi moku: ne yazık ki yapılışında çok fazla elmas kullanılıyor ve elmas kolay bulunmuyor, diğer ülkelerle yaptıkları alışverişlerde topladıkları tüm parayla, bir elmas madeni almışlardı kiiro: elmas madeni mi moku: evet, epey bir para birikmiş anlaşılan ama bu elmas madeni şu anda tükendi bile kiiro: nasıl, o kadar elması ne yaptılar moku: haplara kullandılar tabi ki 24 hap için koca elmas madeni gitti yani anlayacağın bir daha üretmeleri neredeyse imkânsız kiiro: çok ilginçmiş ama bence biz düelloya odaklanalım birazdan başlar moku: tamam, aha işte geliyorlar marenle doku naifu arenaya gelirler, seyirciler düellonun başlamasını merakla bekliyorlardır doku: marendi değil mi, eğer beni yenersen teğmen liderliğini sana bırakacağım ama beni yenemezsen alacağın rütbe için şuna ne dersin, bana bir kez vurabilirsen senin yeterliliğe karar vereceğim ve tuğ general olacaksın ama eğer bana hiç vuramazsan yetersizliğine karar vereceğim ve bir alt rütbede üst teğmen olacaksın var mısın maren: yani seni yenemesem de sana bir kez vurmak bile bana rütbe verecek, hiç yoktan iyidir ama bence kendine fazla güveniyorsun, benim hızıma yetişebilen şu ana kadar pek çıkmadı doku: o zaman, hadi düello başlasın maren: tamam düello başlar maren: (hızla doku naifuya doğru ilerler ve kılıçlarını durmadan çevirmeye başlar) hadi bakalım doku naifu hiç zorlanmadan saldırılardan kurtuluyordur, geri geri giderek saldırıları savuştururken tam o sırada ayağı kayar ve yere düşer gibi olur, maren bunu fırsat bilip saldırıya geçer ama doku naifu düşmez, bir anda yerde dönerek kayar seyirci ne olduğunu anlamadan doku naifu marenin 6 metre ilerisine geçmiştir ve tam yerde kayarken marenin bacağına iki kesik atmıştır, maren ne zaman saldırmaya kalkışsa doku naifunun ayağı kayıyor ve maren ıskalıyordur, dahası doku naifunun ayağı kayarken düşmeyip kayarak daire çiziyor acayip hızlı ve garip hareketlerle tahmin edilemez bir yol alıyor ve marenin yanından her geçtiğinde ona bir kesik daha atıyordu ve düello 5 dk içinde doku naifunun kesin zaferi ile sonuçlanmıştı, doku naifu bir kere bile darbe almamıştı doku: merak etme maren, bıçağımdaki nintobalar aktif değildi, yoksa zaten kolunu bacağını tek hamlede koparmış olurdum maren: (yaraları sarılırken) gerçektende bu rütbeyi hak ediyorsun ama olsun gene de yeniden orduya döneceğim için mutluyum, her ne kadar üst teğmende olsam sonuçta 4000 askerim var demektir düellodan sonra herkes evlerine gider, lolard direk antrenmana gitmiştir, kiri ise birkaç saat ren ile takılmış sonrada ağbisiyle beraber antrenmana katılmıştır ve yorucu bir günün ardından herkes yataklarına girer Bölüm 13 (uzun ve kafa karıştırıcı kısım, sindirerek okuyun, bu bölümü okumazsanız pek birşey kaçırmazsınız) gurup kiironun vereceği ders için sınıfta toplanır ve kiiro içeri girer kiiro: merhaba çocuklar lolard: hoş geldin amca kiiro: bu gün size krallıkları anlatacağım lolard: peki amca kiiro: öncelikle bildiğiniz gibi 6 büyük krallık var ve bunların her birinin kendilerine ait bazı özellikleri var, örneğin üniforma ve zırhları, önce bundan başlayalım krallıkları zırhlarına göre ayırırken en belirgin özellik kasklarındadır eğer kaskını takmamışsa o zaman zırhına göre ayırırız öncelikle kendi krallığımızdan başlayalım, Ninjaların kaskı hepiniz bildiği gibi bezden bir kar maskesi üzerine burnu, ağzı ve yanakları kapatan çelik bir maskeden ibarettir, sadece gözleriniz açık kalır, üniformamız ise kemerli deri ceket ve kunailerimizle patlayıcı kâğıtlarımızı koymak için cepli pantolondur, biliyorsunuz ki onun cepleri epeyi fazla ve büyük, sırada büyücüler, büyücüler anlaşılması en kolay olanlarıdır çünkü kask giymezler aynı şekilde zırhta, onları ellerinde yılanbaşlı asalarından, küçük kuru kafalarla tutturulmuş pelerinlerinden, geniş ve göğüslerinin yarısını kapatmayan giysilerinden, şalvarlarından yada kel kafalarından tanıyabilirsiniz, sonra sırada samuraylar, eski çağlardaki samurayların kasklarına benzeyen kasklar takarlar, yalnız kaskın en önünde metal boynuza benzeyen kısım yoktur ve tek renktir, zırhları ise kalın geniş minik kalkanlara benzeyen güçlü omuzluklar ve 4 tabakalı eğildikçe iç içe giren gerildikçe açılan zırhlardır, samurayların zırhlarından aynı zamanda rütbelerini de anlayabilirsiniz, onların zırh rengi bizdeki gibi saç rengine göre değil rütbesine göre verilir, 1000başı lideri ve tebaası yani 1000başı, 100başı, 10başı, kıdemli er ve er sarı zırhlar giyer, teğmen lideri ve tebaası yani üst teğmen, teğmen ve as teğmen mavi zırhlar giyer, kral ve generaller yani or general, kor general, tüm general ve tuğ general kırmızı zırhlar giyer, buna göre dikkatli olun, sıra geldi şövalye krallığına onları da kolayca ayırt edebilirsiniz çünkü kaskları diğer bütün kasklara göre farklıdır yuvarlamsı değil silindir şeklindedir, üstünde saçlarının renginde bir püskül bulunur, onlarda rütbeye göre zırh rengi verirler 1000başı lideri ve tebaası mavi giysiler üzerine beyaz zırhlar, diğerleri yani as teğmen ve üstündekiler mavi giysi üzerine sarı zırhlar giyerler, yani eğer mavi giysi üzerine beyaz yada sarı zırhlar giyiyorlarsa kesin şövalyedirler, şimdi sıradaki kılıç ustaları, eski Osmanlı kaskının çelik bir maske eklenmiş haline benzer, zırhları ise samuray zırhları ile aynıdır yalnız samuraylar gibi geniş güçlü omuzluklar yerine şövalye krallığının boyun korumalı sade omuzluğunu kullanırlar, renkleri ise tamamen kendi tercihleridir, gelelim son krallık olan Vikinglere onların kaskları kâseye benzer ve çeşitli süslemeleri vardır, bazılarında yanak ve çene korumaları olabilir ama hepsinin kasklarında boynuzlar vardır, ayrıca bütün Vikinglerin uzun gür sakalları vardır zırhları ise genelde kürklü deri ceketler,deri pantolonlar ve deri eldivenlerdir oralar çok soğuk ve karlı olduğu için maden bulmak gerçekten zor, buluyorlar mı evet ama herkese yetmiyor gene de aralarında zırhlı Vikingler görebilirsiniz, zırhlarının ve üniformalarının renkleri ise aynı bizdeki gibi saç renkleri ile aynıdır, buraya kadar anlamadığınız ve sormak istediğiniz bir şey var mı lolard: eğer Vikingler kürklü deri ceketler giyiyorlarsa nasıl zırhlarına nintoba ekliyorlar kiiro: biz nasıl kemerli deri ceketin tokası çelik olduğu için oraya ekliyorsak onlarında kürklü deri ceketlerinin düğmeleri çelikten, oraya ekliyorlar lolard: eklenme alanına göre güç artıp azalıyor mu kiiro: hayır, başka soru yoksa devam ediyorum sırada krallıklar ve silahları öncelikle biz Ninja krallığı, silahlarımız neler az çok biliyorsunuz yay, katana, çift uzun hançer, kaplan pençesi, bıçaklar ve her ninjanın en temel silahı kunai, bunun yanında yapışkan patlayıcı kâğıtlarımız da savaştaki en büyük yardımcılarımız, ayrıca unutmayın hiçbir ülkede okçular kılıç taşıyamaz, okçular en fazla bir hançer taşıyabilir, onun için pek ön safta olmazlar, büyücü krallığı ise biliyorsunuz ki gerçek büyücü değillerdir, sadece enerji savaşçısı dediğimiz insanlardır, enerjiyi kontrol edebilirler ve bunu asalarına ekledikleri nintobların enerjisi ile birleştirip elemental enerji oluşturuyorlar, bu gücü kontrol etmek için büyücü olmak gerekiyor, büyücü olmak için insanlar büyücü kralının ayinine katılıyorlar ve askere giriyorlar, insanın enerjisi kıllarından dışarıya doğru akar, bu ayinde kişinin kaşları hariç tüm kılları yok olur, bu sayede de kişinin enerjisi vücudunda hapis olur ve enerjinin yoğunluğu artar, sonra tek çıkış yeri olan kaşlardan çıkan enerji kişinin görüşünü ve sezgilerini büyük oranda arttırır, ayrıca içindeki bu yoğun enerjiyi kullanarak kişi savaşabilir ve büyücü olur, her büyücü sadece bir tür nintobayı kontrol edebilir, bu da kaşlarının renginde bir nintoba olmalı yoksa kontrol edemez, her asker bir tür nintoba kontrol edince ülkenin ferahı için harcanabilecek çok fazla nintoba kalıyor, bu yüzden de büyücü krallığı çok hayat dolu bir yerdir, büyücüler savaş kazandıkça nintoba almazlar enerji kapasitesi ve enerji hâkimiyeti alırlar, bu sayede daha kolay ve daha çok elemental enerji kontrol edebilirler, hatta belli bir seviyeye gelince elemental enerjiyi çıplak ellerle kontrol etmeye başlarlar, sırada samuraylar var, onların sadece iki silahı vardır yay ve katana ama samurayların süvari birlikleri olan roninler kargı da taşırlar, aslında ronin eski çağlarda efendisiz samuray demekti ama yeni samuray krallığı süvari birliklerine ronin ismini koyunca anlamı değiştirildi, şu anda samuray süvarisi anlamına geliyor, şimdi şövalyelerde sıra, onların silahları çok fazladır öncelikle uzak dövüşten bahsedelim arbalet, şövalye krallığının uzak dövüş silahıdır ama onların okçuları yanlarında hançer yerine kısa kılıç taşırlar, yakın dövüş silahları ise çift elliler ve tek elliler olmak üzere ikiye ayrılır çift elliler, uzun kılıç, büyük balta, balyoz gibi çift elle kullanılanlardır, tek elliler ise bir kalkanla beraber kullanabileceğiniz tek elle kullanılabilen silahlardır, örneğin Avrupa düz kılıcı, kısa kılıç, savaş baltası, gürz, topuz gibi ve şunu unutmayın şövalyeler asla katana kullanmazlar, ayrıca şövalyelerin en büyük silahlarından birisi de süvari mızrağıdır, at üstünde kullanılan bu güçlü mızrağın özelliği at hareket edip sallandığı müddetçe kendine ekli olan nintoba aktifleşir ve birikir, birine vurduğu ya da durduğu anda bu biriken güç birden açığa çıkar ve saldırı gücü normal bir nintobanın 10 kat fazlası güçte olur, sıradaki krallığımız kılıç ustası krallığı, bu krallığın silahı çok basittir çünkü sadece tek tip silahları vardır çift katana, şimdi son krallığımız Vikingler, onların yakın dövüş silahları sarkaçlardır bir çubuğa ya da bir boruya bağlı olmayan bir sarkaç olduğunu ve onun o çubuğa ya da boruya bağlı olması gereken yerde tutma yeri olduğunu düşünün, işte böyle bir silahları var, fırlatma silahları ise daha ilginç yaylar ve çarklarla yapılmış bir ufak makine, içine ufak bir fırlatma baltası konulabilecek şekilde yapılmış, baltayı yerleştirip tetiğe basarak fırlatıyorlar ve normalden daha hızlı ve iyi gidiyor ayrıca bu makineye ekledikleri nintoba ile atılan baltaları efsunlayabiliyorlar, buraya kadar bir sıkıntı var mı lolard: herkes anladı sanırım kiiro: o zaman şimdi sırada son anlatacağım ders krallıkların yetenekleri, bizim krallığın özel bir yeteneği olmadığı için geçiyorum, direk büyücülerden başlıyorum, onların elemental enerjiyi kontrol etmesinin yanında birde silahsız ve nintobasızken doğal elementsiz enerjiyi kontrol etme güçleri vardır, mesela elleri ile enerji topu atabilirler, pek hasar vermese de morartabilir, ayrıca kişinin büyü gücü çok yüksekse tahtaları ve belki kayaları bile parçalayabilir ve bir de yaklaşık 10 dk lık bir konsantrasyon ile oluşturdukları yuvarlak bir biçimde onları saran elementsiz enerji duvarı vardır, dayanıklılığı kişinin büyü gücüne bağlı olarak değişir, aynı zamanda kişinin büyü gücü çok fazlaysa bu kalkanı 5 ya da 3 dk içinde yapabilir, ayrıca büyücüler uçabilir ama en güçsüz büyücüler sadece 3 metre uçabilir, büyü gücü arttıkça maksimum yükseklikte artar ve beklide en önemlisi büyücüler tehlikeyi ve düşmanlığı sezerler, onları kılık değiştirerek kandıramazsınız, onlara gizlenerek saldıramazsınız ve onları uykularında bile gafil avlayamazsınız, sırada samuraylar var samurayların iki yeteneği vardır askerden önce eğitimde bunları öğrenirler, birincisi 2 kat bir hızla düşmana doğru atılmak ve katanasını kınından o sırada çıkarmak suretiyle yapılan jetto giri(Japonca jet kesiş) karşıdaki önceden hazırlıklı değilse hemen ikiye bölünür, ikinci özellik ise silahsızken kullandıkları bir tekniktir, tek dizlerinin üzerine çöküp bir kollarını yukarı ve yana doğu açarlar, sonra yerden hızla kalkıp koşarak kollarını savururlar ve kolları aynı bir kılıç gibi önlerindeki nesneyi keser, şimdi sırada şövalye krallığı var ama onların bir özelliği olmadığı için atlıyorum, gelelim kılıç ustalarına onların teknikleri katanalarını hızlı kullanmaya dayalı saldırı ya da savunma teknikleridir, bunların arasında en çok kullanılanları savunma formu 1 sanzen sekai(üçbin dünya) birbirine kenetlenmiş katanaları hızla çevirerek hiçbir şeyin aradan geçmesine izin vermeyen bir teknik, sonra savunma formu 2 kurosu sekushon(çapraz bölüm) katanaları tersten çekip havada sallayarak düz olarak tekrar kınına koyma tekniği ve karşıdakinin kollarını kesip vücudunu çapraz olarak 4 e böler, bundan kaçmak için zıplarsanız bacaklarınızı, sağa ya da sola kaçarsanız bir bacağınızı ve kolunuzu kaybedersiniz, bundan tek kaçma yöntemi alttan kaymaktır, ama dikkatli olun genelde kılıç ustası ordularının en ön safı bu tekniği kullanırken arkalarındaki 2. Saf savunma formu 1 i kullanıp durmadan kılıç çeviriyor ve alttan kayanları dilim dilim doğruyor, bu yüzden bu tekniklere karşı çok dikkatli savaşın son teknik, saldırı formu 1 kaze dama(rüzgâr güllesi) katanaları sallayarak rüzgârın yönünü sürekli değiştirip rüzgârı bir daire şekline hapsetmeye dayalı bir teknik yapması en zor olan tekniktir ama gücü bir mancınık güllesine eşdeğerdir, son krallığımız Viking krallığı tam bir yetenek mi bilmiyorum ama çok güçlü ve dayanıklılardır, kolay kolay kılıç geçmez ayrıca birkaç yumruk ya da tekme ile zırhları ve kılıçları kırabilecek kadar güçlülerdir, neyse benden bu günlük bu kadar hadi serbestsiniz, bir sonraki görevden sonra yani yaklaşık iki, üç ay sonra görüşürüz gurup dağılır, lolard haru yajirushi, iruka ve hari yoroiyi saraya çağırır onlara demircilik ve marangozluk atölyelerini tanıtıp yaptığı şeyleri göstermek istiyordur kiri ve ren ise şehirde dolaşıp konuşuyorlardır ren: ne kadar güzel bir ülkemiz var değil mi kiri: evet etrafta ne kadar fazla insan var, her biri de farklı görünüyor birbirlerini seviyorlar mı ren: seviyorlar mı derken kiri: bu kadar fazla insan varken kiminle evleneceklerini nasıl seçiyorlar, o kadar fazla güzel kız ve yakışıklı erkek var ki ren: insanların eşlerini nasıl şetçiklerini mi soruyorsun kiri: evet ren: erkeklerin neye göre kız seçtiklerini anlatamam, zaten işine yaramaz, bu benim tekniğim olarak kalsın, kızların nasıl erkek seçtiğine gelince o konu çok karmaşık genelde kızdan kıza değişir kiri: peki sen neye göre seçiyorsun ren: ben mi aaa bakalım ben genelde pek seçici değilim genelde yüzü normal, göbeği olmayan ve aşırı kıllı olmayan herkes olur benim için, biraz da kaslı olsa iyi olur ama sende hepsi fazlasıyla var, seni zaten bu yüzden seviyorum kiri: teşekkürler ren: şimdi ye yapalım kiri: bir şeyler yiyelim mi ren: olur döner yiyelim mi kiri: tamam, bildiğin bir yer var mı ren: evet var hem de bizim gibi Türk, oraya gidelim çok güzel döner yapar kiri: olur hadi gidelim o sırada sarayda lolard: işte burası benim atölyem, kiriyle ben burada demircilik ve marangozluk alıştırmaları yapıyoruz, mesela ben her yıl yaptığım en iyi kılıcı seçip buraya asıyorum, bakın 10 tane kılıç var, her biri de farklı kılıçlar(yamuk yumuk ufak bir hançer gösterir) bu ilk yaptığım hançer, bakın yıllar geçtikçe kılıç daha sağlam ve düzgün oluyor(en sondaki çift elli şövalye kılıcını alır) bu benim 9 yıllık demircilik tarihimde yaptığım en sağlam ve en dayanıklı kılıç ve ben eminim ki şu an askerlerin kullandığı katanalardan kat kat güçlü iruka: nasıl bu kadar eminsiniz lolard-san lolard: malımı tanırım(irukaya katana atar) yakala bakalım hangisi daha dayanıklı iruka: efendim ben kılıç kullanmakta pekiyi değilim hari: (katanayı alır)ben senin için kullanırım lolard: hadi biliyorsun bu hız ve çeviklik testi değil kaçmaya gerek yok kılıçlarımızı çarpıştıracağız ama yumuşak olma hari: tamam başlıyorum(hari katanayı hızla lolarda doğru sallar ama lolard iki eliyle kılıcını kavrayıp hızla çevirir ve harinin katanası ikiye bölünür) ne inanılmaz bir güç lolard: insan pratik yapa yapa gelişiyor, bir ustamız yoktu, zaten sadece eğlencesine yapıyorduk ama çok büyük bir yol kat ettik, kılıç için en uygun malzeme nedir, nasıl vurursak kılıç daha keskin olur, malzemeler nasıl daha hızlı ve daha dayanıklı katlanır, kılıcın şeklinin denge ve ağırlık merkezine etkisine bağlı olarak verdiği avantajlar, gibi şeyleri deneme yanılmayla öğrendik ve ben gerçekten de demircilik yaparken çok eğleniyorum, çünkü kendin bir şey yapıyorsun, böyle kendi yaptığın yemeğin daha tatlı gelmesi gibi o kılıcı falan bir başka seviyorsun haru: 9 yılda gerçekten çok gelişmişsiniz lolard: teşekkürler, bir ara isterseniz sizinle eğlencesine demircilik yapabiliriz, gerçekten dünyanın en eğlenceli şeyi hari: ben çok isterim, bir ara yapalım iruka: bence de olur haru: iyi tamam da demircilik sanki bana biraz şey yani lolard: niye olmasın ki, demircilik çok eğlencelidir, neyse sen evde bir düşün, daha sonra kararını söylersin haru: tamam hari: (ayağa kalkar)hadi biz gidelim artık iruka: izninizle haru: görüşürüz lolard: görüşürüz haru yajirushi, iruka ve hari yoroi evlerine dönerler akşama doğru kiri de gelir, akşam yemeğini yerler ve yatarlar Bölüm 14 ertesi sabah moku: (bağırarak) kiri iki dakika aşağıya gelir misin kiri: (koşarak aşağıya iner) geldim baba moku: ha kiri sana söz verdiğim hediye geldi, askerler senin istediğin gibi bir kız bulmuşlar kiri: gerçekten mi görebilir miyim nerede moku: bahçede seni bekliyor kiri koşarak bahçeye çıkar, bahçe de parlak beyaz zırhlı yeşil saçlı biz kız durmaktadır şövalye: (sağ dizini yere koyar ve sağ yumruğunu sol omzunun üstüne koyar) siz yeni efendim olmalısınız kiri: sonunda seninle görüştüğüme sevindim, seni özgürlüğünden ettiğim için beni bağışla ama demek ki bizim askerler seni yakalamışlar, şans işte şövalye: sorun değil efendim, bundan sonra hayatımı size adamaya hazırım kiri: ben kiri, Ninja krallığının küçük prensiyim, senin adın ne şövalye: ne yazık ki isim koymaları için gereken belirgin bir özellik göstermediğim için henüz bir ismim yok kiri: o zaman sana knight diyeceğim sorun olur mu şövalye: gurur duyarım efendim kiri: ayağa kalkabilirsin, hadi odana çıkalım benim odamın hemen yanında sana bir oda hazırlattım knight: emredersiniz efendim, birlikte knightın odasına çıkarlar kiri: nasıl odan güzel mi knight: evet gerçekten güzel kiri: zırhın içi çok sıcaktır, istersen üstünü değiştirebilirsin(gardırobu açar) burada senin için pek çok giysi hazırlattım, hangisini istersen giy knight: (gardıroptan bir elbise alır) çok teşekkür ederim knight giyinirken konuşmaya devam ederler kiri: esir alınmadan önce rütben neydi knight: 100 başı kiri: ben henüz eğitimde sayılırım, bu yıl ağbim, ben ve kuzenim amcamın komutasında göreve çıkıyoruz, seneye rütbeli bir asker olarak göreve başlayacağım knight: eğitim zor mu kiri: normal askerlik gibi, yalnız başımızda amcamız var ve sadece 4 kişiyiz, normal insanlara göre epeyi zor sanırım, peki rütbe atlamak zor mu knight: ülkeden ülkeye değişir sanırım, şövalye ülkesinde savaşta senden yüksek rütbeli bir kişiyi yenersen o rütbeye gelirsin, kendi rütbende 2 kişi yenersen 1 rütbe atlarsın kiri: evet sanırım ülkeden ülkeye değişiyor, çünkü bizde senden yüksek rütbeli bir kişiyi yenince aranızdaki rütbe farkının yarısı kadar rütbe atlarsın, yani kendinden 1 rütbe yüksek 2 kişiyi yenmelisin ki 1 rütbe atlayasın, kendi rütbende ise 4 kişi yenersen 1 rütbe atlarsın knight: tabi orduyla değil mi kiri: evet tabi mesela sen 1000 başının bir eri olsan karşı tarafın 10 başısını öldürsen rütbe atlayamazsın, kendi ordunla başka bir orduyla savaşman gerek savaşta hiçbir şey yapmasan da senin ordun olduğu için rütbe atlarsın, kendi ordusu olmayan erler ve kıdemli erler ise daha farklı bir şekilde rütbe atlıyor erin katıldığı savaş kazanılırsa er, kıdemli er olur kıdemli er ise katıldığı savaş kazanılırsa 10 başı olur ve kendi 10 kişilik ordusunun başına geçer knight: erler ve kıdemli erlerin rütbe atlaması sanırım her ülkede aynı şekilde, çünkü bizde de öyle oluyor kiri: en güçlü ülkeler hangileri knight: savaş başladığından beri ülkelerin toprak ele geçirme hızı ve zafer sayılarına göre yapılan sıralamada en üstte Ninja krallığı var, yani en güçlü ülke şu an Ninja krallığı kiri: sonra kim var knight: Ninja krallığından sonra büyücü krallığı var, ondan sonra samuray krallığı, ondan sonra şövalye krallığı, ondan sonra da kılıç ustası krallığı ve en altta da Viking krallığı var kiri: şövalye krallığı 4. sıradaymış neden bu kadar aşağıda knight: bu sadece zaferlerin bir istatistiği unutmayın lütfen, her krallık güçlüdür yoksa zaten bu savaş hemen kazanılırdı kiri: haklısın bu arada yaşın kaç knight: 17 yaşındayım efendim kiri: demek öyle, seni arkadaşım ren ile tanıştırayım mı knight: nasıl isterseniz efendim kiri: sen daha yeni geldin, sen bugün dinlen, yarın ben seni onunla tanıştırırım Knight: tamam efendim ertesi gün beraber kirinin amcası kiironun malikânesine giderler kiri: (kapıyı çalar) bakar mısınız hizmetçi: (kapıyı açar) buyurun kime bakmıştınız kiri: acaba ren içerde mi hizmetçi: evet içerde kiri: sana zahmet çağırabilir misin hizmetçi: kim gelmiş diyeyim kiri: kiri gelmiş deyin o anlar hizmetçi: tamam efendim (içeriye doğru seslenir) hanımım, kiri sizi kapıda bekliyormuş ren: (merdivenlerden hızla inerek) ne kiri mi, hemen geliyorum ren kapıya gelir ren: hoş geldin kiri içeri gelsenize kiri: nasıl istersen kiriyle knight içeri girip otururlar ren: ee kiri bizi tanıştırmayacak mısın, kim bu güzel kız kiri: kendisi benim ilk cariyem knight-san ren: he demek öyle, nasıl, benden daha iyi mi kiri: (düşünerek) hiç bilmiyorum, bence ikinizde çok güzelsiniz ren: peki sen knight-san, kiri den memnun musun knight: kiri gerçekten çok nazik ve zeki bir insan, esir alındığımda başıma ne gelecek diye çok korkmuştum ama efendimin 12 yaşında biri olduğunu öğrendiğimde gerçekten nasıl biri olduğunu merak etmedim değil, ama kiri 12 yaşında olmasına rağmen çok güçlü bir savaşçı gibi görünüyor efendimin onun gibi biri olması beni gerçekten mutlu etti aslında ren: evet kiri gerçekten öyledir, çok tatlı değil mi, birde onu savaşırken görmelisin, sana özel yeteneklerini gösterdi mi knight: özel yetenekleri mi kiri: ilk geceden fazla şaşırtmayayım demiştim ren: ne kadar düşünceli değil mi ama bence kızı fazla meraklandırma da göster kiri: tamam birkaç numara göstereyim bari diğerlerini akşam gösteririm(kayadan bir kılıç oluşturur) bak bunun gibi knight: inanamıyorum, bunu nasıl yaptınız kiri: akşam anlatırım sana ama bunun gibi pek çok yeteneğim var knight: sanırım efendim siz olduğunuz için şimdi daha da mutluyum ren: bu arada yaşınız kaç knight-san knight: 17 efendim ren: epeyi gençsin, ben de 12 yaşındayım beraber çok iyi anlaşırız sanırım kiri: neden olmasın, beraber eğlenirsiniz, knight-san sana ablalık yapar ren: doğru, aslında knight-san bizden büyük ama çok terbiyeli biri, bize bile saygıda kusur etmiyor knight: bu şekilde yetiştim efendim, ayrıca esir alındığımda kendimi yeni efendime adamaya hazırlamıştım ren: demek öyle, ne güzel, peki savaşta iyi misin knight: iyi savaşırım ama genelde teke tek savaşlarda iyi değilim, çünkü pek kaslı biri olmadığım için karşıdaki genelde bana göre daha üstün oluyor ren: niye normalde öyle ağır zırhlar giydikleri için şövalyeler istemese de kas yaparlar, sende niye yok knight: ben pek antrenman yapmadığım için kaslarım sadece savaş alanında kazandığımla kaldı ren: karın kasların nasıl, kaç baklavan var knight: yarı belirgin 4 kadar kiri: ren senden 5 yaş küçük ama senden güçlü anlaşılan, çünkü renin tam 8 tane baklavası var knight: gerçekten mi ren: evet bak(karnını açıp kaslarını sıkar 8 tane karın kası oluşur) tabi biz Ninjalar durmadan hareketli olmamız gerektiği için kaslı olmalıyız knight: gene de gerçekten çok güçlüsünüz ren: teşekkürler(ayağa kalkar) ha bu arada ben size atıştırmalık bir şeyler getireyim kiri: teşekkürler, sonra da knightla ben saraya döneriz ren: nasıl istersen, ama ara sıra knightı da getir de konuşalım kiri: tamam bir şeyler atıştırdıktan sonra kiriyle knight saraya dönerler, kiri ona güçlerini nasıl kazandığını anlatıp yeteneklerini gösterir sonra da yatarlar Bölüm 15 ertesi gün moku: kiri, lolard kahvaltı hazır kiri: (merdivenden iner) geldim baba lolard da gelir ve yemeğe başlarlar lolard: o değil de, görevden geldiğimizden beri 2 hafta civarı oldu yeni göreve ne zaman gideceğiz moku: aslında bugün, gerçi pek görev sayılır mı bilmem lolard: neden, görev değil mi moku: görev ama tehlikesi biraz daha az lolard: ha öyle, peki nasıl bir görev moku: biliyorsunuz ki mucit köyü bize 3 tane dayanıklılık hapı verdi, neden çünkü biz bunların işe yarayıp yaramayacağını gözleyecektik, gerçektende işe yaradı, bu sayede çok güçlü savaşçılar oldunuz ama bu sonucu onlara rapor etmemiz gerek ve antlaşmamıza göre bizzat siz gitmelisiniz, onlar sizin üzerinizde hapın etkilerini izleyecekler kiri: biz derken, amcam kiiroyla ren bizimle geliyor mu moku: evet onlar da geliyor, hem olası bir düşman ordusuyla karşılaşma ihtimali için hem de mucit köyünün gelişmişliğini incelemek için sizinle gelecekler, fakat bu görev de biri daha sizinle o da diğer 3. hapı kullanan kişi, zaten tanıyorsunuz teğmen liderimiz doku naifu kiri: aa ne güzel, o yanımızdaysa savaş olsa bile endişelenmemize gerek yok, ne de olsa teğmen lideri moku: sanırım haklısın, hadi hazırlanın artık kiri: tamam baba kiri eşyalarını atı obsidiana, lolard da atı diamonda yükler, o sırada diğerleri de gelir ve yola çıkarlar, mucit köyünün bir sınırı da Ninja krallığına birleşik olduğu için oraya varmaları 1 hafta sürmez ama aynı zamanda mucit köyünü inceleme görevleri olduğu için mucit köyünün Ninja, Viking ve Kılıç ustası krallıklarına olan sınırların hepsini dolaşmaktadırlar ve o sırada geçtikleri yamacın altında bir Viking köyü görürler kiri: Viking köyleri diğer köylere göre daha az gelişmiş baksanıza doku: evet öyledir kiri, çünkü o kadar kar ve soğuğun içinde bir medeniyetin gelişmesi diğerlerine göre daha zor oluyor kiri: demek öyle o sırada atlarını hızla sürerek köye doğru ilerleyen 100 kadar şövalye görürler, diğer şövalyelerden farklı olarak kanatlı kask takıyorlardır, ayrıca miğferlerinde ve zırhlarının üstündeki örtüde birbirine geçmiş iki yeşil hilal vardır, şövalyeler hıza köye girerler ve önlerine çıkan herkesi asker sivil demeden öldürmeye evleri yakıp yıkmaya başlarlar lolard: bunlar da kim, masumları da öldürüyorlar doku: şövalye krallığının en güçlü birliklerinden biri, asit birliği, dünyada görebileceğin en acımasız insanlardan oluşmuş her yerlerine asit nintobası ekli şövalyeler lolard: yardım etmeyecek miyiz, sivilleri de öldürüyorlar doku: hiç bulaşma evlat, savaş her zaman acımasızdır lolard nefret dolu gözlerle şövalyelere bakıyordur, aralarında tek farklı giyinen, muhtemelen liderleridir diye düşündüğü kişiyle göz göze gelirler, bir süre bakıştıktan sonra lolardlar yolarına devam ederler ve mucit köyüne varırlar lolard: biz geldik, bu hapların etkilerini inceleyecekler kimler mashin: merhaba ben mucit köyünün lideri mashin(Japonca makine demek) loalard: sanırım siz bizi inceleyeceksiniz mashin: evet sizi şöyle alalım o sırada asit birliği köye girer ama gayet sakindirler komutan: mashin-san biz geldik mashin: hoş geldiniz lolard: (kızgın bir ifadeyle) onların burada ne işi var mashin: asit birliği lideri toxic kishi(toxic İngilizce toksik, zehirli kishi Japonca şövalye) şövalye krallığı için hazırladığımız bazı aletleri götürmek için geldi lolard: tarafsız olduğunuzu sanıyordum mashin: taraf tutmuyoruz ama neden alışveriş yapmayalım, hem şövalye krallığında çok iyi mucit dostlarım var, taraf tutmuyorum diye onlara sırtımı dönemem lolard: tamam tamam, bizi bir an önce inceleyin de gidelim, daha fazla şu toxic kishiyi görmek istemiyorum toxic: haddini bil velet, şu anda tarafsız topraklarda olmasaydık kelleni uçurmuştum lolard: bir dahaki karşılaşmamızda bekliyor olacağım toxic: öyle olsun o anı iple çekiyorum malzemelerini alırlar ve giderler mashin: hadi biz işimize dönelim lolard: nasıl istersen mucitler her birini iyice incelerler mashin: tamam bize bu sonuçlar yeter, siz artık gidebilirsiniz lolard: hadi gidelim amca kiiro: nasıl isterseniz, zaten bende araştırmamı bitirdim, o değil de burası epeyi gelişmiş bir yer evler bile çelikten doku: evet gerçekten ilginç bir yer gurup ülkeye döner kiri: baba biz geldik moku: hoş geldiniz knight: hoş geldiniz kiri-sama kiri: hoş bulduk moku: nasıl geçti lolard: mucit köyü para karşılığı şövalye krallığına yardım ediyor moku: ee ne var bunda lolard: yolda asit birliğini gördük, o canilere birisi haddini bildirmeli moku: alışırsın lolard savaş bu, eğitimini bitirip kendi orduna sahip olduğun zaman, istediğini yaparsın kiri: aynen ağbi şimdi boş ver lolard: haklısın neyse kiri: hadi knight biz odamıza çıkalım knight: nasıl isterseniz lolard: bende biraz dinleneyim akşama doğru herkes yatar Bölüm 16 gece birisi sarayı gözlüyordur, yavaşça ve gizlice sarayın duvarına tırmanır, kiriyle knightın yattığı odanın penceresine yaklaşır, pencereyi kırarak içeri girer ve kılıcını kiririn boğazına dayar kiri: (istese onu o an öldürebileceği halde ne olduğunu anlamak için beklemeyi tercih eder) sende kimsin, ne istiyorsun adam: (knightı belinden kavrar) nişanlımı geri götürmeye geldim knight: yoru(Japonca gece demek) sen misin yoru: evet benim aşkım, seni esaretten kurtaracağım kiri: çok üzgünüm ama knight benim ve senin onu götürmene de izin vermiyorum yoru: knight mı kiri: evet ona bu adı ben verdim yoru: bak çocuk kargaşa çıksın istemiyorum, ben sadece nişanlımı götürmeye geldim uslu uslu dur, ben de seni öldürmeyeyim kiri: knight sen ne düşünüyorsun knight: (yoruyu hafifçe iterek geriye çekilir) çok üzgünüm yoru ama bir olay çıkmadan gitmelisin, yoksa seni canlı bırakmazlar yoru: nasıl yani bu çocuğu nişanlına tercih mi ediyorsun knight: sen onu tanımıyorsun yoru, onu yenemezsin, lütfen kendine zarar vermeden git yoru: (knightın kolunu sıkıca tutar ve kendine çeker) saçmalama, bir çocuk bana ne yapabilir knight: (yorunun elinden kurtulmaya çalışır) bırak beni esir alınsam da ben hala 100 başıyım, sen sadece bir 10 başısın bu bir emirdir bırak beni yoru: ne olmuş 10 başıysam, benim babam korgeneral ve seni almadan dönmeyeceğim knight: vazgeç yoru yoksa öleceksin yoru: (sinirle) yeter artık, bunun yüzünden mi ölecek mişim(kılıcını kirinin boğazına saplar) knight: (bağırarak) kiri(yandaki kılıcını kapar ve hızla yorunun karnına saplar) yoru: (kan kusarak) bunu nasıl yaparsın, bana ihanet ettin(yere yığılır) knight: (şok geçirmiş bir şekilde elindeki kanlı kılıca bakar) olamaz, ne yaptım ben kiri: (ayağa kalkar) demek öldü knight: kiri yaşıyorsun kiri: boğazımı kayaya çevirdim, kılıç onu deldi sonra yerdeyken kılıcı çıkardım deliği kayayla kapattım, sonrada tekrar boğazımı normale çevirdim hiç bir şey olmamış gibi oldu, ve sanırım nişanlını öldürdün knight: (hüzünlü bir şekilde) bir anda kendimden geçtim, böyle olsun istememiştim kiri: izninle nöbetçileri çağırayım da cesedi götürsünler knight: tamam kiri: nöbetçiler, şunu götürüp gömün lütfen nöbetçi: emredersiniz kiri-sama kiri: hizmetçiyi çağırında o da şuraları bir silsin, her yer kan oldu nöbetçi: nasıl isterseniz kiri: çok yorucu bir gece oldu, istersen bir duş al knight knight: evet sanırım bir duş alsam iyi olur knight duş alır, duştan sonra kiri: şimdi nasılsın knight: biraz daha iyi, hadi yatalım kiri: nasıl istersen ve yatarlar ertesi gün sofrada moku: galiba dün bir saldırıya uğramışsın kiri kiri: evet baba, knightın nişanlısıymış moku: demek öyle kiri: ama knight onu öldürdü moku: seni zorla mı nişanlamışlardı onla knight: hayır ben kendim istemiştim moku: onu seviyordun demek knight: evet efendim moku: öldüğü için üzgün müsün knight: evet üzgünüm, işler böyle bitsin istememiştim, ama elden bir şey gelmez, hayat devam ediyor moku: güzel bu düşünceni sevdim bu arada kiri sana iyi kız getirmişiz, aynı bir Ninja gibi düşünüyor aslında bundan iyi Ninja olurdu kiri: olabilir ama sanırım knight şövalyeliği tercih ederdi knight: evet, ayrıca soğukkanlı olmak bence sadece Ninja askerleri için değil diğer tüm askerler için de bir avantaj, çünkü savaşta her türlü vahşiliği görebilirsiniz moku: sanırım haklısın kiri: işin ilginç yanı neden nişanlısını almak için kendisi gelmiş, söylediğine göre kor generalin oğluymuş yerine birkaç yetenekli şövalye gönderebilirdi knight: beni kendisi götürmek istedi herhalde lolard: babası kor general miymiş knight: korgeneral toxic kishi lolard: toxic kishi mi knight: evet kiri: hey ağbi bu senin görevde tartıştığın adam değil mi lolard: demek kor generalmiş(yumruğunu sıkar) o kadar kendine güvenmesine şaşmamalı moku: bu arada fark ettiyseniz farklı krallıklardan askerler bir şekilde ülkemize sızıyorlar önce şu depo hadisesi, sonrada dün akşamki saldırı kiri: aynen o kadar askeri, kaleyi aşıp nasıl koskoca başkente giriyorlar moku: biz de bunu araştırıyorduk, başkent kanalizasyonun da bir tünel bulduk, görünen o ki bir şövalye kalesinden bizim kanalizasyona kadar uzanan koca bir tünel açılmış ve buradan başkente adamlar girebiliyor kiri: ama bir dakika depoya saldıranlar kılıç ustasıydı moku: evet sanırım bunları şövalyelerle anlaşmalı yapmışlar, kalenin sahibi depomuz ve şehrin güvenliği hakkında bilgi almak için onlarla iş birliği yapmış olabilir kiri: peki tüneli kapatsak moku: denedik tünelde çok uzağa ateş edebilen tuzak sistemleri var, tünelin girişinden çıkışına kadar her yer korumalı, tek çaremiz kaleyi ele geçirip oradan tüneli kapatmak olacaktır kiri: peki kale savaşına bizde gidiyor muyuz moku: evet, çünkü çok önemli bir savaş, hatta sizin takımla beraber diğer takım da gidiyor kiri: ha o zaman iyi, çünkü o takımın başında teğmen lideri doku naifu var, o varken hiçbir düşman bizi yenemez, değil mi ağbi lolard: bakalım kaledekiler ne kadar güçlü kiri: peki sayısal olarak durum nasıl moku: kalede 4000 asker var, bunun için biz 5000 kişilik ordu gönderiyoruz, ayrıca biliyorsunuz ki şövalye krallığı 4. Sırada biz ise 1. Sıradayız 1000 kişilik fazlalık yeterli olur her halde, ayrıca ordunun başında teğmen liderimiz doku naifu var kiri: demek onu ordunun başına getirdiniz moku: evet zaten teğmen liderinin 5000 kişilik ordusu oluyor normalde ama bir sorun var ki saldıracağımız kalede şövalye 1000 başı lideri var kiri: 1000 başı lideri mi ama o teğmen liderinden daha alt bir rütbe, hem de şövalyeler daha kolay rütbe atlıyor yani arada çok fark var moku: evet belki ama gene de onun karşısına olurda siz çıkarsanız dikkatli olun, sonuçta savaşta her zaman istediğin kişiyle dövüşmüyorsun kiri: doğru söylüyorsun ha bu arada knight sen 1000 başı lideri hakkında bir şey biliyor musun knight: adı chimei tensai(japonca ölümcül dahi) kendisini hiç görmedim ama hakkında pek çok efsaneler var, duyduğuma göre dünyada en fazla nintobaya sahip insan oymuş, kendi kurmuş olduğu 100 kişilik çark şövalyeleri birliğindeki her askeri en iyi şekilde donatırmış ve pek çok icadı varmış, hatta bazıları onun şövalye krallığındaki herkesten güçlü olduğunu söylüyor, kraldan bile kiri: oha, o zaman niye hala 1000 başı lideri olsun ki hiç olmazsa or general olurdu, bence bunların hepsi uydurma, bence o sadece çok güçlü ve kahraman bir savaşçıdır, pek fazla görünmediğinden efsaneleşmiştir lolard: pek çok icadı var demiştin değil mi knight: evet lolard: acaba mucit köyünün yöneticisi mashinin bahsettiği şövalye krallığındaki dostu o olabilir mi kiri: belki de odur lolard: neyse savaşta işin aslını anlarız her halde, peki ne zaman gidiyoruz moku: yarın lolard: (yemeğini bitirip sofradan kalkar) öyleyse ben gidip antrenman yapayım ve savaşa hazırlanayım kiri: (yemeğini bitirip sofradan kalkar) bende biraz savaşa hazırlanayım, knight hadi sende gel hem belki sana da bir şeyler öğretmiş olurum knight: (peşinden gider) nasıl isterseniz efendim ertesi gün herkes atına atlar ve şehirde geçit töreni yapar gibi şehrin çıkışına ilerleyen kuşatma ordusuna katılır Bölüm 17 2 hafta içinde kalenin karşısındaki tepeye varırlar çadırlarını ve mancınıkları kurar ballistalarını hazırlarlar, geceyi burada geçirip sabah saldıracaklardır, kaledeki askerlerde bunları görüp savaş hazırlığına başlarlar, ertesi gün, güneş doğmaya başlamıştır, askerler bir yandan kahvaltı yapıyor bir yandan da birkaç saat içinde başlayacak olan savaşın endişesini taşıyorlardı, fakat güneş tepenin ardından doğup kaleye ışıklarını vurmaya başlayınca, Ninja ordusunu büyük bir moral bozukluğu ve korku kapladı çünkü karşılarında diğer kalelerden farklı bir kale vardı, nintobalarla çalışan makineler kullanılarak yapıldıkları için kalelerin 50 metre yüksekliğinde olması doğaldı, fakat bu kale, kulesindeki merdivenden en ufak taşına kadar tamamen çeliktendi, ordunun zafer planları yerle bir olmuştu çünkü bu güne kadar hiç çelikten bir kale görmemişlerdi ve böyle bir kalenin ne kapısını ne de duvarını mancınıklarla ya da ballistalarla yıkamazlardı kiri: inanamıyorum ağbi kale tamamen çelikten lolard: böyle bir kale için ne kadar çelik gitmiştir, neden basit bir kale için bu kadar çelik kullanmışlar, çok mantıksız ve onları zarara sokacak bir hamle, çünkü biz bu kaleyi ele geçirirsek o kadar fazla çelik kayıpları olacak ki bunu telafi etmeleri yıllar sürer, ne planlıyor acaba şu 1000 başı lideri kiri: kapıyı kırabilir misin lolard: bana mı soruyorsun, hem zaten sende yumrukla çelik kırabiliyorsun kiri: ama bu duvar çok kalın, nereden baksan 5 metre kalınlığında lolard: kapıyı kırmalıyız o halde, o 1 metre kalınlığında kiri: sanırım öyleyapacağız, çünkü mancınıklarımız bu kaleye karşı işe yaramaz ama merak etme bende sana yardım ederim lolard: hadi bakalım, ilk kale savaşımızda ne olacak kiri: saldırı başlamak üzere o sırada ordunun komutanı doku naifu atının üzerinde bir konuşma yapıyordur doku: askerlerim kalenin çelikten olması sizi korkutmasın, içindeki askerler yine etten, ayrıca burada sizinle birlikte prenslerimiz de var, onlar bu çelik kaleden içeri girmemizi sağlayabilirler, birbirimizi kolladığımız sürece kimse bizi durduramaz, biz ki şu anda en güçlü krallık olan Ninja krallığının askerleriyiz, biz çevik ve ölümcül suikasçileriz, ayrıca biz onlardan tam 1000 kişi daha fazlayız, burada sizinle beraber canlarını vermeye hazır olan prenslerimiz var, kralımız mokunun kardeşi kiiro ve kızı rende bizimle beraber, ve ben bizzat teğmen lideri olarak sizin önünüzde savaşa giriyorum, askerlerim cesaretinizi kaybetmeyin, bu savaş elbet bizim zaferimizle sonuçlanacaktır askerler: (hep birlikte nara atarlar) heeeey!!! doku: şimdi askerlerim, çelik duvarların bile bizi durduramayacağını kanıtlayalım, şövalyelere kaçınılmaz yenilgiyi tattırmak için ileri!!! askerler: (hep birlikte nara atarlar) heeeey!!! bütün askerlerin tüm gücüyle kaleye hücum etmesiyle kuşatma başlar, fakat sürprizler Ninja ordusunun peşini bırakmaz, normalde kalelerde ballista ve mancınıklar kullanılırken, bu kalede top arabaları vardır ve üzerlerine gülleler yağdırmaktadırlar kiri: (tozlara ve şarapnellere karşı kolunu yüzüne siper ederek) nintobaların yağışıyla dünyada barut kalmadı sanıyordum, nasıl eskisi gibi toplar kullanabiliyorlar lolard: galiba barut nintobası ekli eldivenle barut dolduruyorlar, nasıl olsa nintobayla oluşan şey 15 dk dayanabiliyor, topları kullanmaları için yeterli sanırım kiri: bir an önce kaleye ulaşıp kapıyı kırmalıyız, yoksa bu toplar orduyu yerle bir edecek yanlarına haru yajirushi gelir haru: ben belki biraz oyalayabilirim 6 tane top var(bir ok atar ve topu tam içinden vurur ve topun içinden topu parçalayarak bir sakura ağacı çıkar) biri gitti lolard: harikasın, sen topları hallet biz kapıya gidiyoruz haru: tamam o zaman, çabuk olun yoksa ordumuz fazla dayanamaz lolard: tamamdır(kiriyle beraber kalenin kapısına doğru giderler) fakat tam kapıya ulaştıklarında beklenmedik bir şey daha olur, bütün kale bir anda parlar ve ışıldar sonrada parlak kürklerle kaplanır kiri: (kapıya yumruk atar ama hiç etki etmez) bu da ne lolard: sanki bütün kaleye nintoba eklenmiş gibi, bu parlaklık sanırım ayna nintobasının etkisi, kaleye saldıracak olan her tür plazma, enerji, ışık ve ışık saçan şeyleri 2 katı gücünde geri yansıtacaktır ve bu kürkler de kesin kürk nintobasının etkisi, yani saldırılarının etkisini %75 azaltacaktır ama o grimsi parlama neydi onu bilmiyorum kiri: sanırım çelik yelek nintobası, kalenin dayanıklılığını 4 katına çıkaracak lolard: bu durumda bu kaleyi ele geçirmemiz neredeyse imkânsız kapıyı kırmak için kaç ton güç gerekiyorsa onun 16 katı gerekiyor ki %75 ini kürk nintobası yok edecek 4 katı kalacak, çelik yelek nintobası da kaleyi 4 kat güçlendiriyor, bu sayede ilk baştaki eşitlik sağlanır ve kapıyı kırarız ama senle ben aynı anda vursak bile en fazla normalin 6 katı bir güç oluşur, 16 kata ulaşmamız imkânsız kiri: (lolardı kolundan tutar ve koşar) bir fikrim var lolard: nedir kiri: görürsün(bağırarak) ayakkabısında toprak nintobası olan var mı, acilen 2 kişi lazım 2 asker gelir askerler: emredin prensim kiri: kalenin içine yer altından gireceğiz, ikiniz yer altında açacağınız, tünelleri birleştirerek ordunun geçebileceği bir tünel hazırlayacaksınız, sanırım bir birine bitişik 6 tünel işe yarar askerler: emredersiniz 2 dk sürmez(hızla yer altına 3 kere girer çıkarlar) tünel hazır prensim fakat şövalyeler diğer uçta hazır bekliyor dikkatli olun kiri: ilk giden biz olursak sorun olmaz(bağırarak) bütün askerler, bu tünelden kaleye gireceğiz, bu tek şansımız beni takip edin bütün ordu kiri ve lolardın peşinden tünele girer, kiri ve lolard tünelden çıkar çıkmaz etraftaki şövalyelerin kılıç darbelerine maruz kalırlar, fakat kısa sürede onları yerle bir ederler lolard: kiri, hadi çabuk olalım, etrafı biraz temizlersek gerisini ordu halleder kiri: tamam(ağzından ateşlerle beraber kayalar atarak saldırmaya başlar) lolard: (yumruklarıyla şövalyeleri birkaç darbede öldürüyordur) ordu da tünelden çıktı sonun da, iyi akıl ettin kiri: hadi ordumuz savaşırken biz komutanın köşküne gidelim lolard: tamam köşke doğru hızla ilerlerler, o sırada karşılarına bir şövalye çıkar, kaskında ve zırhının üstündeki örtüde iki kızıl çark vardır ve kalkanının kenarları parlıyordur lolard: bu knightın söz ettiği çark şövalyelerinden biri galiba şövalye: demek chimei tensai-samayı yenebileceğinizi sanıyorsunuz ama önce beni yenmelisiniz lolard: öyle olsun, kiri bunu bana bırak kiri: nasıl istersen ağbi, ben orduya yardım edeceğim, işin bittiğinde beni çağırırsın lolard: tamam(çark şövalyesinin kalkanına bir yumruk atar ama yumruğunda çatlak oluşur, kalkana ise hiçbir şey olmaz) nasıl bu imkânsız şövalye: ayna nintobası darbeyi sana 2 katı olarak geri yollar lolard: ama benim yumruğum plazma, ışık, enerji ya da ışık saçan bir şey değil, nasıl normal bir saldırıyı geri yollar şövalye: efendimizin icatlarını hafife alma(ışın nintobası ekli testereli kılıcını sallar ama lolard elmasa dönüşünce elmas ışın nintobasının ışığını kırarak etkisiz hale getirir, sadece testerede lolardı kesmeye yetmez) lolard: ışın nintobası ekli normal bir kılıç bile demiri kolayca kesebilir, bir de bunların kılıcı testereli en az 2 kat güçlü demektir, şu chimei tensai nasıl biri acaba şövalye: (ışın nintobası ekli kaskından ve eldiveninden lolarda ışın atar ama elmas ışığı kırdığı için işlemez, o sırada şövalyenin kaskının iki tarafı yanlara doğru hafif açılır ve içindeki zehir nintobası ekli minik arbaletler zehirli minik oklar fırlatır ama bu da lolarda işlemez) lanet herif, nesin sen böyle(ayakkabılarının uç kısmından zehir nintobası ekli birer bıçak çıkarır ve lolardın bacağına vurur ama bu da işlemez) lolard: hızla çark şövalyesine bir çelme takar ve tam göğsüne bir yumruk geçirir ama sadece zırh yamulur şövalye: (ayağa kalkar) bilmiyor musun şövalyelerin zırhları 2 katlıdır lolard: ama gene de bu kadar az hasar vermiş olamam şövalye: çelik yelek nintobası zırhımın gücünü 4 kat arttırıyor lolard: bütün bu icatları ve nintobaları chimei tensai mi veriyor size şövalye: evet hepimizde aynı icatlar var ama çok güçlü bir birliğizdir(saldırılarının işe yaramayacağını anlayınca kalkanı ile lolarda vurur ve lolardı birkaç metre fırlatır) lolard: gördüm, saldırıyı yansıtırken kalkanının kenarları parlıyor şövalye: evet o kısma ışık nintobası ekli, sen vurduğun zaman o ışık üretiyor ve kalkandaki ayna nintobası o ışığı 2 katı olarak geri yansıtırken senide beraberinde itiyor, yani sanki senin vuruşunu yansıtıyormuş gibi oluyor lolard: tebrikler, gerçekten güçlüymüşsün(göğsüne bir yumruk daha geçirir ve zırhı kırar sonrada bir yumrukta adamı öldürür) ne zorlu herifmiş be kiri: (koşarak gelir) işin bitti mi lolard: evet biraz zorladı ve elimi çatlattı ama hallettim kiri: bende bir tane çark şövalyesi ile karşılaştım, ışınlı testere kılıcı ve her şeyi yansıtan bir kalkanı vardı, birde oradan buradan zehirli oklar, bıçaklar çıkarıyordu, bir kere zehirlendim ama kolumdan su fışkırtarak zehri attım, hadi köşke girelim lolard: tamam ama bu kapı da çelikten kiri: ama kale kapısı kadar kalın değil, en fazla 10 cm, belki birlikte saldırırsak kırabiliriz lolard: denemeye değer ikisi birden kapıya tüm güçleri ile geçirirler ama kapı sadece yamulur, ard arda birkaç saldırı sonrası kapıyı kırarlar, karşıda tahtın üzerine oturmuş bir çark şövalyesi görürler ama bu şövalyenin diğerlerinden farklı olarak kanatlı kaskı ve çift elli kılıcı vardır kiri: bütün çark şövalyelerinin aynı olduğunu sanıyordum lolard: galiba bu chimei tensai chimei: hoş geldiniz, bu şerefi neye borçluyum, buraya kadar gelebildiğinize göre epeyi güçlü olmalısınız kiri: bunu birazdan göreceğiz chimei: benim değerli çark şövalyelerim sizi zorladı mı, çünkü onlarda zorlandıysanız beni yenmeniz imkânsız, ben ki şövalye krallığının en güçlü insanıyım lolard: en güçlü mü, öyle olsaydın kral olman gerekirdi chimei: kralımız ya da or generallerimiz ezik değiller ama ben farklı bir seviyedeyim ve eğer benimle savaşmaya kararlıysanız, ya siz kalemi alırsınız ya da ben sizin kellenizi ama eğer kaleyi ele geçiremezseniz kaçabileceğinizi zannetmeyin lolard: tamam, savaş başlasın(nasıl olsa kalkanı yok gerisi bana sökmez diye düşünür) kiri: (chimei tensaiye ağzından ateşli kayalar püskürtür ama ateşli kayalar zırha çarpınca hızla geri sekiyordur) yoksa lolard: (chimei tensaiye bir yumruk atar ve eli biraz daha çatlar) evet, bu adamın bütün zırhı aynı diğer kalkan gibi, hiçbir saldırı işlemiyor chimei: insanları şaşırtmayı severim(kılıcı kırmızı parlamaya başlar, kılıcını sallayınca hızla ileriye doğru bir ışın dalgası gider ve kirinin kolunu koparır ama kiri hızla kaydan damarlar ve kaslarla kolunu geri vücuduna bağlar) gerçekten güçlü kişilersiniz, sanırım benim kılıcımın da diğer çark şövalyeleri gibi ışınlı testere kılıcı olduğunu sandınız lolard: gerçekten sürprizlerle dolusun chimei: teşekkürler, aslında çalışma prensibi çok basit, gördüğünüz gibi kılıcımın iki keskin tarafında da boydan boya içeri doğru bir kesik var, bu kesik kılıcın içindeki çubuğa kadar ilerliyor, olay şu içerdeki çubuğa ışın nintobası, kılıcın diğer kısımlarında ise ayna nintobası ekli, içerdeki çubuk ışın üretince ayna nintobası bunu yansıtıyor ve tek çıkış olan kesiklerden dışarı fırlatıyor, kesik çok ince olduğu için ışın orada sıkışıp yoğunlaşıyor ve güçleniyor, yani normal ışının 3 katı gücünde bir ışını metrelerce uzağa fırlatabiliyorum lolard: peki bunu bize niye anlatıyorsun chimei: işte bu yüzden (ışın nintobası ekli eldivenlerinin parmak uçlarından iki ışın atar, biri lolarda çarpıp yok olur çünkü elmas ışını kırar ve yok eder, diğeri de kirinin bileğini deler ama kiri orayı kaya ile kapatır) gördün mü ikinizde çok güçlüsünüz ve ben de ölümsüz değilim, sizi de öldürebileceğimi sanmıyorum, onun için biraz sohbet edeyim dedim lolard: ne yani kaçıyor musun chimei: hayır, muhtemelen daha çok karşılaşacağız ama şu durumda ikimizde birbirimizi öldüremiyoruz, neden berabere saymıyoruz(bir düğmeye basar ve oturduğu taht yükselerek tavanda açılan kapağa gider) lolard: kiri hadi, hemen yukarıya çıkmalıyız kiri: tamam(kayadan bir merdiven yapar) lolard: (merdivene tırmanır ve vurarak tavanı kırar) hadi ona yetişmeliyiz kiri: geliyorum(merdiveni tırmanır) kendilerini kalenin surlarında bulurlar kiri: helal be, adam her şeyi düşünmüş lolard: işte orada, doku naifu ve gurubunun yanında kiri: onların arasından kaçamaz galiba lolard ve kiri, chimei tensainin yanına giderler lolard: görüyorsun değil mi chimei tensai, kalen çelikten de olsa, askerlerin çok güçlü de olsa Ninja ordusu hepsini yendi, aynı zamanda bir sürü çelik kaybettiniz chimei: kalede sadece 5 çark şövalyesi vardı, diğerleri askerden bile sayılmaz bana göre, ayrıca iş yine benim dediğime çıktı, ya siz benim kalemi ya da ben sizin kellenizi demiştim madem siz kalemi aldınız bana gitmek düşer(hızla kuleye çıkmaya başlar) kiri: ağbi kuleye çıkarak nereye gidebilir ki lolard: bilmiyorum, aşağı mı atlayacak ki, aslında o zırh varken hiçbir şey olmaz ona, koş kiri yakalayalım kiri: tamam ağbi(kuleye tırmanırlar) lolard: dur chimei tensai, aşağı atlasan bile askerlere yakalanırsın chimei: atlayacağımı kim söyledi lolard: nasıl yani chimei: balon aktif(kulenin üstü açılır ve içinden kocaman bir balon şişerek yükselir ve kulenin alt kısmıyla beraber chimei tensaiyi havalandırır) lolard: askerler okları hazırlayın balonu patlatacağız chimei: görüşürüz çocuklar(balonun tepesindeki çelik kısım ve balonun sepetinin kenarları parlar ve atılan tüm oklar hızla geri seker) lolard: adam bunu da düşünmüş chimei: bunu da düşündüm(balonun sepetinden bir top arabası çıkar ve komutan köşküne top atar) kiri: ağbi kendi köşkünü vurdu lolard: neden acaba köşkün yıkılmasıyla kaleyi güçlendiren ayna, kürk ve çelik yelek nintobalarının etkisi yok olur, ayrıca kale taştan basit bir kaleye dönüşür lolard: inanamıyorum, demek bunun içinmiş kiri: askerler hemen güllenin düştüğü yeri araştırın, bu kaleyi güçlendirmek için her ne kullanıyorsa, az önce onu yok etti teğmen lideri doku naifu gelir doku: irukayla, hari yoroiyi aşağıdaki tüneli kapatmaları için gönderdim görev tamamdır haru: chimei tensai kaçtı ama hem kaleyi ele geçirdik hem de düşmanın gücü hakkında pek çok bilgi edindik, ayrıca tünel de kapatıldı lolard: doğru diyorsun, neyse ben köşkün oraya gideyim, bakalım bu chimei tensai neyi yok etmiş kiri: bende geliyorum köşke gelirler asker: efendim, tahtın altında şöyle bir makine bulduk lolard: (makineye bakar) basit dikdörtgen bir makine, kesin bunun bazı parçalarına nintoba eklidir ama her kalesine bu kadar nintoba mı harcıyor kiri: belki başka bir numarası vardır lolard: belki, eğer öyleyse onunla bir sonraki karşılaşmamızda kesin soracağım, zaten adam yaptıklarını anlatıp onlarla övünmeyi seviyor, kesin bize anlatır kiri: neyse, madem görev bitti geri dönelim ağbi lolard: hadi dönelim doku naifunun ve kiironun gurubu beraber geri dönmeye hazırlanırlar kiri: (kiiro ve reni görür) siz neredeydiniz, ben sizi hiç savaşta göremedim kiiro: biz okçuların başındaydık kiri: ha, demek o yüzden karşılaşmadık kiiro: hadi yola koyulalım kiri: tamam hadi guruplar 2 haftaya ülkelerine geri döner Bölüm 18 kiri: selam baba, biz geldik moku: hoş geldiniz, görev nasıl geçti kiri: chimei tensai kaçtı moku: demek öyle, peki hakkında bir şeyler öğrenebildiniz mi kiri: evet, adam ölümsüz gibi bir şey moku: ölümsüz mü kiri: icat ettiği zırhı sayesinde ona değen her şey iki kat güçle geri dönüyor ve 3 kat güçlü ışını fırlatabilen bir kılıcı var, askerleri bile çok güçlü moku: demek öyle, efsaneler gerçek galiba kiri: efsaneyi bilmem ama mucit köyü lideri mashinin yakın dostunun o olduğuna eminim moku: demek öyle kiri: ayrıca baba, görevde kaleden içeri girmemizi sağladığımız ve chimei tensaiyi savaşı terk etmeye zorladığımız için bize 2 şer nintoba verilecekti ama zaten ağbim lolarda nintoba verilmediği için sadece bana verildi, ödülü tek ben aldığım için rica ettim bana 3 nintoba verdiler, çünkü lolard ağbimin bir planı var ve bunun için benim çelik nintobasına sahip olmam gerekiyor moku: öyleyse 3 tane toprak nintobası alıp birleştirip çelik yapacaksın, sonrada içeceksin kiri: evet knight: (içeri girer) hoş geldiniz kiri-sama kiri: hoş bulduk knight nasılsın knight: iyidir efendim, asıl sizi sormalı kiri: teşekkürler bende iyiyim(ayağa kalkar) hadi knight vakit geç oldu, biz odamıza çıkalım knight: nasıl isterseniz efendim kiri: ha baba, bu arada ağbim lolard seninle bir şey konuşmak istiyormuş(knightla birlikte yukarıya çıkarlar) moku: öylemi lolard lolard: (oturur) evet baba, sanırım yakın zamanda yine kiiro amcam bize ders verecek moku: evet, haftaya ders verecek lolard: işte ben o dersten sonrası için bir şeyler düşündüm moku: nedir lolard: son zamanlarda şövalyeler moralimi çok bozmaya başladı, gerek çark gerekse asit şövalyeleri ve 1000 lideri ve korgeneralleri son derece başımıza bela oldular, bende şövalye krallığına bizimle artık uğraşmamaları gerektiğini, bizi asla yenemeyeceklerini ve gerekirse onları hızlıca yok edebileceğimizi göstermek için, şövalye topraklarına büyük bir sefer düşünüyorum, kor general toxic kishiyle savaşabilmeyi umuyorum yaklaşık 12000 kişilik bir ordu gerekecek, savaşa bizim gurubun yanında diğer gurupta katılacak, tabi ki teğmen lideri doku naifu ve amcam 1000başı kiiro da savaşa katılacak moku: peki orduyu kim yönetecek lolard: orduyu teğmen lideri doku naifu, ben ve kardeşim kiri yönetecek moku: peki, nasıl bir savaş stratejisi düşünüyorsun lolard: toxic kishi bir kor general olduğuna göre, kalesi şövalye krallığının orta halkasında, gelişmiş, 6000 kişilik bir kale olacaktır, ama oraya varabilmek için önümüze en az 4 farklı kale çıkacak, onun için ordunun çok iyi hazırlanması gerekiyor, teçhizat, erzak, atlar, seyyar revir, doktorlar, tıbbi malzemeler, seyyar tamir ve demirci atölyeleri gibi pek çok şeyin eksiksiz olması gerekiyor, çünkü hızlı bir şekilde kaleleri ele geçirip asıl kaleye varmamız ve o kaleyi de almamız gerekiyor moku: gerçekten çok büyük bir sefer düşünüyorsun lolard: evet, peki bu hazırlıklar ne kadar sürer moku: tahmini 2 ay kadar sürer lolard: neyse, zaten 5 aydır durmadan görev yapıyoruz, 2 ay dinlenmiş oluruz, çünkü zaten bu planladığım sefer muhtemelen 4 ya da 5 ay sürer moku: tamam öyleyse, ben emir vereyim hazırlıklar hemen başlasın lolard: teşekkürler, neyse ben odama çıkıyorum moku: tamam lolard odasına çıkar, herkes yatar 1 hafta sonra kiironun dersi için gurup sınıfta toplanır kiiro: merhaba çocuklar, bugün size nintobaların kullanımlarıyla ilgili bir ders anlatacağım, nintobalar genelde 3 e ayrılır, birincisi hepimizin bildiği normal nintobalar, ikincisi nadir nintobalar dünyada sadece 1 tane olabilen ve sahibi ölse de yapılamayan nintobalar, genel olarak normal nintobalardan çok daha güçlüdürler ve son olarak ikincil nintobalar, nintoba eklenmiş bir şeye eklenebilen nintobalar, ayrıca bir nesneye istediğin kadar ikincil nintoba ekleyebilirsin, bir sınırı yoktur, bu ikincil nintobalar şunlardır, hedef, tarama, lastik ve çelik yelek nintobası, bunların nasıl yapıldığını askeri kitapçıktan bulabilirsiniz, neyse şimdi ne işe yaradıklarına geçelim, hedef ve tarama nintobalarını az çok hepiniz biliyorsunuz en çok kullanılan nintobalardır, özellikle makineler ve icatlarda çok kullanılırlar, tarama nintobası çeşitli şeyleri tarayarak o şey hakkındaki bilgileri başka bir şeye aktarır, hedef nintobası ise nesneleri sahibinin emrettiği şekilde hareket ettirtmeye yarar, eğer eldivene, ayakkabıya falan ekli değil de bir makinenin parçasına ekliyse o emir değiştirilemez, bu yüzden o emri değiştirmek için tarama nintobası kullanılır, tarama nintobası bilgileri tarar ve ona göre hedef nintobasına emir verir, şimdi geçelim diğerlerine, lastik nintobası eklendiği şeye istendiği zaman elastikleşme yeteneği kazandırır, bu sayede çelik kadar sert ve lastik kadar esnek şeyler yapılabilir, ayrıca lastik ekli nesne çekilerek epeyi uzatılabilir, hatta hedef ve tarama nintobalarıyla otomatik olarak uzatılıp hareket ettirilebilir, ayrıca nesneye elastiklik kazandırdığı için nesne ezici saldırılara karşı da dayanıklı olur, şimdi geçelim çelik yelek nintobasına bu en basit nintobalardan biridir, çünkü yaptığı şey çok basit, eklendiği nesnenin dayanıklılığını ve gücünü 4 kat arttırır, buraya kadar anlamayan var mı lolard: sanırım yok kiiro: iyi öyleyse, bu günlük benden bu kadar dağılabilirsiniz herkes dağılır, lolard 2 ay sonrası için antrenman yapmaya gider, kiri ise knight ve renle beraber dışarıda takılıyordur kiri: knight, sana bir şey sorabilir miyim knight: nedir efendim kiri: âşık olmak nasıl bir şey knight: âşık olmak mı(hafif kızarır) ee şey yani böyle bir kişiye karşı içinde böyle sevgi duymak, onunla olmak istemek, ee böyle nasıl desem kiri: kardeş sevgisi gibi mi knight: hayır, hayır öyle değil kiri: arkadaşlık, dostluk gibi bir şey mi knight: hayır onlardan daha fazla bir sevgiyle, ona ilgi duymak gibi ren: (atılır) azmak gibi mi knight: (kızarır) hayır, hayır anlamıyorsunuz, böyle huzuru onunla bulacağını düşünmek gibi kiri: buldum barış antlaşması imzalamak knight: efendim bence bu işi zamana bırakın, ileride öğrenirsiniz zaten kiri: ren, beklide knight haklıdır, sanırım biz bunları anlamak için biraz fazla taş kalpliyiz ren: Ninja olduğumuz içindir kiri: neyse, hadi bir şeyler yiyelim, knight senin annenle baban aynı ülkeden değil mi knight: evet, çünkü zaten ben Nintobadan önce 4 te doğdum, annem de babam da İsveçtir kiri: peki hiç içli köfte ya da çiğ köfte yedin mi knight: hayır kiri: o zaman hadi lokantaya gidiyoruz, ren sen de yemekte bize katılırsın herhalde ren: tabi ki katılırım kiri: hadi gidelim hep beraber Türk lokantalarından birine giderler, akşama doğru herkes yataklarına geçer Bölüm 19 haftalarca süren antrenmanlar ve hazırlıklar sonunda, 2 ay bitmiş ve ordu büyük bir gururla sefere çıkmıştır kiri: ağbi bu güzergâhta devam edersek karşımıza 4 kale çıkacakmış galiba, doğrumu lolard: doğrudur kiri: ya içlerinden biri chimei tensainin kalesi olursa lolard: yine bir önceki savaş gibi alttan geçeriz kiri: peki chimei tensaiyi, bu sefer yenebilecek miyiz lolard: chimei tensainin bir sürü kalesi var, illa bizim gideceğimiz kalede olacak değil ya kiri: ama ya kalede olursa lolard: bir önceki seferki gibi savaşırız, nasıl olsa bu sefer çelik nintoban da var değil mi kiri: evet lolard: o zaman sorun yok kiri: peki şövalye krallığında çark şövalyeleri ve asit birliği dışında başka birliklerde var mı lolard: savaş için hazırlık yaparken bunları araştırmıştım, şövalye krallığında 5 tane birlik varmış, birincisi 1000 başı lideri chimei tensainin çark şövalyeleri birliği, ikincisi kor general toxic kishinin asit birliği, üçüncüsü kor general hagane kishi(japonca çelik şövalye demek)nin çelik birliği, dördüncüsü or general lili(antik dilde orman demek)nin orman şövalyeleri birliği, sonuncusu da or general tsubasa(japonca kanat demek)nın kanat şövalyeleri birliği, içlerinden en az karşılaşma şansımızın olduğu birlik çelik birliği, çünkü onlar başkentte kralın özel korumalığını yapıyorlar ve sadece ara sıra sefere çıkıyorlar kiri: peki biz seferdeki bir şövalye ordusuyla karşılaşamaz mıyız lolard: bizi görünce yollarını değiştirirler, çünkü 12000 kişiyiz, or generallerin bile 25000 kişilik ordusu var, yani ancak bir or general bize saldırabilir, o da çok küçük bir şans, diğer şekilde kimse bize kolay kolay saldıramaz kiri: demek öyle, ya o değil de az önce fark ettim, her birliğe komutanının ismine benzer bir isim vermişler lolard: birliğin ismini komutan seçiyor, kendine göre bir isim seçer herhalde kiri: ha demek ondan, peki birlikleri sayarken or generalleri de saydın, or general 4 büyük rütbeden değil mi lolard: evet 4 büyük rütbenin içinde kral hariç en önemlisi, kralın %75 yetkisine sahipler, inşallah bizde ileride or general oluruz kiri: inşallah lolard: ama 4 büyük rütbenin her birinden sadece 1 kişi olabilirken or generalden 2 tane olabilir, yani ileride ikimizde or general olabiliriz kiri: evet akşam olmuş, ordu durmuştur lolard: burada kamp kuracağız galiba, hadi erkenden yatalım, daha gidecek çok yolumuz var kiri: doğru diyorsun ordu orada kamp kurar ve ertesi sabah erkenden yola çıkar, 2 hafta içinde çelikten bir kale ile karşılaşırlar kiri: burası kesin chimei tensainindir lolard: evet kiri: o zaman ben hemen toprak ayakkabılarımla tünel açmaya başlayayım lolard: tamam kiri: (topraktan içeri girer sonrada çıkar) ağbi çok büyük bir sorun var lolard: ne oldu kiri: bu kalenin tabanı da çelikten, yani tünel kazarak içeri giremeyiz lolard: (biraz düşünür) buldum, nasıl olsa koskoca orduda düşündüğüm nintobaya sahip birileri vardır (orduya bağırır) eldivenine geçit kapısı nintobası ekli biri var mı bir asker gelir asker: bende var efendim lolard: tamam, şimdi sen ellerinde geçit kapısı aç asker: (ellerinde geçit kapısı açar) tamam efendim lolard: kiri sende ellerini o geçit kapısına sok, nintobaların ürettikleri 15 dk dayanır, 14 dk boyu çelikten bir küre üret, bende o sırada o topu fırlatabileceğimiz, önceden hazırladığım mancınığı kuracağım kiri: tamam lolard bir sopayı yere diker, sonrada ucuna tahta bir silindirle çevirme kolu monteler, sonrada silindirin bir kenarına ip bağlar ve ipin ucuna da ufak bir taş böylece çevirme kolu çevrildikçe silindir ve ona dış bağlı olan taşlı ip döner, bu sayede taşı çok hızlı bir şekilde döndürürler lolard: askerler, biriniz şunu durmadan döndürsün asker: emredersiniz efendim(kolu döndürmeye başlar) lolard: (diğer askere döner) asker şu dönen taşa kilitlen 14 dk dolmak üzere, benim emrimle geçit kapısının içindeki o devasa çelik topu o taşa ışınlayacaksın asker: tamam efendim lolard: (taş tam gökyüzüne karşı 90 derece olmak üzereyken) şimdi!!! asker çelik topu taşa ışınlar, taş çelik topun içinde kalır ve ip bu ağırlığı kaldıramayarak kopar, daha önceden kazandığı hızla çelik top kalenin kapısına doğru yol almaya başlar ve büyük bir güç ile kapıya çakılır kapı içeriye doğru iyice yamulur lolard: kiri, bundan sonrası bize kalmış, kapıyı yumruklarımızla kırmalıyız kiri: (kendini kalın çelikten bir zırhla ve çivili eldivenlerle donatır) tamam ağbi ard arda 5-6 darbeden sonra kapı kırılır ve ordu hızla içeri girer lolard: hadi, kalede 4000 kişi var biz onların 3 katıyız kiri: ağbi chimei tensai kalede mi, ona bakalım lolard: haklısın hızla komutanın köşküne giderler, lolard birkaç vuruşla kapıyı kırar ve içeri girer, içeride bir çark şövalesi oturmaktadır lolard: çok şükür ki chimei tensai kalede değil kiri: bu adamı ben alırım şövalye: (parmaklarından ışın atar ve kiriyi tam kalbinden vurur) beni hafife aldınız kiri: (yarayı çelikten damarlarla ve etlerle kapatır) asıl sen bizi hafife alıyorsun(elinde çelik Ninja yıldızı oluşturup atmaya başlar) şövalye: (Ninja yıldızlarını kalkanıyla geri püskürtmeye başlar) işe yaramaz(kalkanıyla saldırmaya kalkar) kiri ağzından yavaşça çelik tozu üfler ve üflediği yerler çelik olur, kalkan onları 2 kat hızla geri püskürtse de üflenen şey toz olduğu için süzülerek geri kalkana konar ve kalkanın ışık saçan yerleri çelikle kaplanıp çalışamaz hale gelir, artık kalkan hiçbir şeyi geri püskürtemez ve kiri birkaç darbede adamı öldürür kiri: bu tamamdır lolard: sanırım kale bizim, düşmanların hepsi bitmiş bile kiri: haber yollayalım da kaleyi devralmak için hazırlanan 6000 kişilik ordu gelsin kaleyi devralsın sonrada ondan 4000, 2000 falan diğer kalelere aktarırız lolard: haklısın, o kadar ele geçirdik boşa gitmesin, hatta haber ver de ekstra 4000 kişi daha hazırlayıp yollasınlar, çünkü en sondakiyle beraber 5 kaleye 6000 kişi yetmez, o 4000 kişi en baştakileri korur, diğer 6000 bin kişiyi, daha içteki kalelere doğru hareket ettiririz kiri: tamam, ben hemen haber yollayayım lolard: tamam, bu geceyi burada geçireceğiz herhalde kiri: hem kamp kurma derdi de olmaz, yarın sabahtan yola çıkarız ordu o gece orada konaklar Bölüm 20 ertesi gün erkenden yola koyulurlar kiri: ağbi bu şövalye toprakları ne kadar güzel değil mi çimler, çiçekler, ormanlar, nehirler, göller bizim ülke tamamen simsiyah lolard: ama bizim ülkede çok ilginç, bütün ülke siyah kumdan oluşma ama kum ıslanıp çamur olamıyor, bazı yerlerde meyve suyuna benzer parlak sarı su kaynakları var ve hiç bitmiyorlar, ağaçların yaprakları koyu mavi ve parlak sarı renklerde, ayrıca ağaçlar siyah renkte ve onlardan üretilen siyah odunlar normalden 4 kat daha dayanıklı ve güçlü, hem bizim ülkede koparılan çiçekler ve kesilen ağaçlar kendiliğinden tekrar oluşuyor, hem çiçek demişken hiçbir ülkede olmayan kara extol çiçeğimiz ve moril meyvemiz var, ülkemizin sırları hala çözülemedi ve bence biz böyle ilginç bir krallıkta olduğumuz için çok şanslıyız kiri: haklısın, ama şövalye krallığının da tam huzur bulmalık manzarası var, insan rahatlıyor be lolard: ben ondan çok nintobanın ve onun dünyaya getirdiği garipliklerin arka planını merak ediyorum, bu kadar düzenli gariplikler, sanki arkasında birileri varmış gibi kiri: ben o kadar da heyecanlı değilim, zaten bu nintobaların nereden geldiği er geç ortaya çıkacaktır lolard: neyse, biz sıradaki kaleye biran önce varmaya bakalım kiri: haklısın gidelim ordu 2 hafta içinde başka bir kalenin karşısına gelir, bu kale normal taştan bir kaledir lolard: askerler bu kale çelikten değil kiriyle ben kapıyı kıracağız, hızla içeri girin kiri: ben başlıyorum ağbi lolard: geldim, geldim hadi kırak şu kapıyı kiri ve lolard birkaç darbede kapıyı kırarlar, ardından askerler içeriye girmeye başlarlar, birkaç ufak çarpışmadan sonra kiri ve lolard komutan köşküne girerler, içeride normalden en az 10 cm daha kalın zırhları olan bir şövalye oturuyordur lolard: yoksa bu bir çelik birlik şövalyesi mi kiri: sanırım öyle, ama bunlar hani kralı koruyordu lolard: bilemiyorum şövalye: kralın özel muhafızlarıyız ama diğer zamanlar, ya hep birlikte seferdeyiz, ya da kendi başımızayız ve siz benim kaleme saldırdınız şövalye görüntüsünden beklenmeyen bir çeviklikle yandaki devasa çift taraflı savaş baltasını kapar ve kiriye kaburga bölgesinden geçirir, fakat kiri kendini çelikten zırhla kaplayarak saldırıyı savuşturur kiri: çok üzgünüm ama bizim elimizden pek kişi kurtulamaz şövalye: benden de pek kişi kurtulamaz ama sizin ordu benimkinin 2 katı(baltasını kendisiyle beraber döndürmeye başlar ve önüne gelen her şeyi ikiye böler) lolard: geçen seferkini sen öldürdün, o zaman bu da benim(havada iki takla atar ve tam şövalyenin kafasına hızla bir dönen tekme çakar, şövalyenin kaskı kırılır) normal bir şövalye olsaydı şimdiye kafası parçalanmıştı şövalye: (baltayı hızla lolardın kafasına geçirir fakat balta çatlar, lolarda bir şey olmaz) bu da ne lolard: (şövalyenin kafasına bir yumruk geçirir ve öldürür) iş bitmiştir, bakalım ordu kaleyi ele geçirmiş mi, hala düşman kaldıysa onlara biraz yardım edelim kiri: tamam hadi gidelim dışarıda savaş hemen hemen bitmiştir, lolardla kirinin yardımlarıyla, birkaç dk da kale ele geçirilmiştir kiri: haber yolladım ağbi, diğer hazırlanan 4000 kişiyi ilk ele geçirdiğimiz kaleye, ilk kaledeki 6000 kişinin de 4000 ini bu kaleye yollamalarını söyledim lolard: iyi etmişsin, bu gece burada kalır yarın erkenden yola çıkarız, askerlerimizden şimdiye kadar 1200 kişi öldü, 10800 kişilik orduyla 3 kale daha ele geçirmemiz gerekiyor kiri: 2 kaleyi hallederiz de, sondaki kale sanki biraz zorlayacakmış gibi lolard: bakarız, hele oraya kadar gelekte kiri: doğru diyorsun, orada hepimizi ilginç olaylar bekliyor olacak lolard: niye ki kiri: (sırıtır) aklımda birkaç ilginç plan var da lolard: orduyu tehlikeye atmada, ne yaparsan yap kiri: tamam, ben gidip dinleneyim(gider) lolard: nedir bunu bu kadar mutlu eden acaba, neyse sanırım ileride öğreneceğim ertesi gün ordu tekrar yola çıkar, fakat 12 günden sonra etrafta artık yeşil çimenler değil kuru otlar vardır kiri: ağbi bu doğal bir şey değil, sanki kasıtlı olarak kalenin etrafındaki otları kurutmuşlar gibi lolard: doğru söylüyorsun, bir kale savunmasında kuru ot tek bir şeye yarayabilir kiri: yakmak lolard: demek ki kaleden ateşli ok falan atıp, bunları tutuşturacaklar kiri: ama bunu sadece kuru otlarla yapamazlar lolard: petrol kullanmaları gerekecek kiri: acaba bir yerlerde petrol fışkırtacak makineler ya da adamlar mı var lolard: buldum, kaleye 20 dk mesafe kalınca bir tepenin etrafını taşlarla çeviririz, sonra petrol nintobasıyla petrole bular yakarız, bu sayede taş çemberin içinde kuru ot kalmaz ve ordu orada bekleyebilir, sonra amcam kiiroyla beraber bizim gurup ve teğmen lideri doku naifuyla beraber diğer gurup toplanırız, toplam 8 kişi etti, biz kaleye saldırırız orduda kaleye ok atışı yaparak bize destek olur, sonra onlar otları yakmaya kalkışır ama ordu otsuz yerde olduğu için onlara bir şey olmaz, bizde başımızın çaresine bakarız, sonra biz geri çekilir orduyla buluşuruz ve orduyla beraber asıl saldırıya geçeriz kiri: çok harika bir fikir ağbi, umarım başarılı oluruz lolard: bakalım ne olacak kaleye 20 dk kala aynen lolardın planındaki gibi otları yakarlar ve yakılan alana orduyu yerleştirirler, sonrada 8 kişilik gurup kaleye doğru yola çıkar, onlar kaleye yaklaşınca kaleden garip top arabaları çıkar ve dönerek etrafa petrol saçmaya başlarlar lolard: dikkatli olun, petrol size gelmesin ren: (yol boyu konsantre olmuştur 2 cm kalınlığında 1 metre yarıçapında çelikten bir kalkan oluşturur ve petrolleri engeller) ben hallederim ama birinin de zemini yanmayan bir şeyle kaplaması gerekiyor kiri: (yerdeki otların üstüne 15 cm kayadan bir tabaka örter) tamamdır kaleden ateşli bir ok atılır ve otların hepsi tutuşur, fakat 8 kişilik gurup kayanın üzerinde olduğu için tutuşmazlar, otarın tamamı yandığında, kiri orduya işaret verir ve ordu kaleye doğru hareket etmeye başlar haru: o sırada bizde kaleyi oyalayalım(kapıya ok atar ve kapıdan kocaman bir sakura ağacı çıkar) kiri: (ateş üfleyerek ağacı ve kapıyı yakar) işte böyle kapı yanıp kömür olunca tek darbede kırılır ve içinden askerler hızla dışarı çıkarlar ren elindeki dev kalkanı askerlere doğru fırlatır ve haru da onun tam arkasına bir ok atar ve yerden bir sakura ağacı çıkarak kalkanı arkadan askerlere doğru iter, böylece askerler tekrar kaleye girmek zorunda kalırlar, bir yandan da Ninja ordusu geliyordur ayrıca oklar atarak şövalyeleri geri tutuyorlardır, ordu iyice yaklaşınca 8 kişi kaleden içeri girerler ve savaşmaya başlarlar, teğmen lideri doku naifu hiç darbe almadan şövalyeleri ard arda öldürüyordur, aynı şekilde hari yoroi de hızlıca elindeki kaplan pençesiyle(kaplan pençesi, eldivenin üstüne takılan uzun bıçaklar namı değer, tekagi) şövalyeleri bir bir şişliyordur, iruka ise aynen zamanında lolarda anlattığı gibi bir anda şövalyelerin içine dalıyor, sonra bir anda hepsini yerden yere vuruyordur, haru oklar atarak ren ise oluşturduğu katanasıyla düşmanları bir bir öldürüyorlardır, kiiro onları koruyor, kiri ve lolard da ordu girebilsin diye kapıyı tutuyorlardır 2-3 dk içinde ordu içeri girer ve fazla uzun sürmeyen bir savaş sonrası kale ele geçirilir kiri: planın harika işledi ağbi lolard: evet peki şimdi askerleri nasıl konumlandıralım kiri: ikinci kaledeki 4000 askeri buraya alalım birinci kaleye diğer 4000 kişi varmıştır, şimdi birinci kalede 6000 kişi var demektir oradaki 4000 askeri ikinci kaleye alalım, böylece birinci kalede 2000 ikinci ve üçüncü kalede 4000 asker olur lolard: tamam o zaman, ben haberi yollayayım, sonrada yatarız kiri: tamam, sen haberi yolla ben yatmaya gidiyorum(gider) lolard: son iki kale kaldı, (iç çeker) neyse hayırlısı ordu o geceyi orada geçirir Bölüm 21 ertesi gün tekrar yola çıkarlar ren: (atıyla kirinin atına yanaşır ve kulağına fısıldar) şu anda hazır sayılır, bu kale ele geçirilince mi göstereceksin kiri: (fısıldayarak) evet, bu kale ele geçirildiği gece hazırla ve yanıma getir ren: tamam (hızlanarak ordunun ön taraflarına geçer) lolard: ne oldu, sana ne söyledi kiri: önemli bir şey değil, zaten önümüzdeki kaleyi ele geçirince sen de göreceksin, sana daha önce bahsettiğim ilginç olaylarla ilgili lolard: umarım ne yaptığını biliyorsundur kiri: (sırıtarak) tabi ki biliyorum, sen hiç endişelenme lolard: bakalım neler olacak 2 hafta gittikten sonra kaleye varırlar lolard: askerler, kapı kırılınca içeri girmeyin, önce okçularımız bütün oklarını direk içeriye atacak, sonra okçular arkalarını kollarken yakın dövüşle savaşanlar içeri girecek anlaşıldı mı askerler: anlaşıldı lolard: öyleyse ileri!!! Kiri ve lolard kapıyı kırarlar, şövalye askerleri içerde savunma pozisyonunda bunları bekliyorlardır, fakat Ninjaların içeri girmediklerini görünce saldırmak için dışarı çıkmaya kalkarlar, işte o sırada Ninja okçuları bütün oklarını şövalyelerin üzerine boşaltır, ardından diğer Ninjalar da içeri girmeye başlar, fakat bir terslik olur, şövalyeler normalde dışarıya dökülen kızgın yağ kazanlarını 180 derece döndürüp tam kapının ağzındaki Ninjaların üstüne boşaltırlar ve pek çok Ninja kızararak can verir lolard: kiri, sen surlardaki askerleri temizleyebilir misin, bende komutan köşküne gideceğim kiri: nasıl istersen(merdivenlerden surlara çıkar ve ağzından ateşle çeliği birleştirerek sıcak çelikler fırlatmaya başlar) lolard komutan köşkünün kapısını kırar ve içeri girer, içeride kimse yoktur, o sırada lolardın üzerinde bulunduğu taban bir anda yok olur ve lolard aşağıdaki sıvı betonun içine düşer, sonra bir adam kaskındaki buz nintobasını kullanarak azot üfler ve betonu hızlıca dondurur, lolard dev bir beton bloğunun içinde hapis kalır şövalye: bunu beklemiyordun sanırım, ama diğer kaleleri nasıl bir bir ele geçirdiğinizi duymuyor değiliz, bende bir oyun hazırlayayım dedim lolard: (elmasa dönüşüp betonu kırar ve çıkar) bunlar beni durduramaz şövalye: nasıl olur lolard: (tek yumrukta adamın kafasını parçalar) ama iyi tuzakmış kiri surları temizlemiş, lolard da komutanı öldürmüştür, kale kısa sürede ele geçirilir kiri: lolard, şimdi askerleri nasıl konumlandırmalıyız sence lolard: bir dakika hele bir düşüneyim, şimdi ilk üç kalenin her birine 2000 kişi bıraksak geriye 4000 kişi kalır, onları da dördüncü kaleye alırız kiri: iyi fikir zaten asıl önemli olan bir arkamızdaki kale, çünkü bize arkadan saldıracak bir ordunun önce o kaleyi ele geçirmesi gerekiyor lolard: tamam o zaman, ben haber vereyim de hemen askerleri yönlendirsinler kiri: bu arada sana söylediğim sürprizi gösterme vakti geldi lolard: sürpriz dediğin, son kale savaşında yaşanacak ilginç olaylar değil mi kiri: evet, ama şimdi sana göstereceğim o olaylara sebep olacak şey lolard: nedir o knight yanlarına gelir knight: hazırım efendim lolard: knightın burada ne işi var kiri: sürpriz!!! lolard: kiri bana bunu açıkla, knight neden burada kiri: gerek orduyu korumak için, gerekse nişanlısı yorunun Ninja topraklarına yalnız gitmesine izin veren korgeneral toxic kişiden intikam almak için, toxic kishiyle savaşmak istediğini ve onu yenmek için bir planı olduğunu söyledi, bende izin verdim lolard: bu bir Ninja ordusu, oysa bir şövalye kiri: toxic kishiyi yenmemize yardım edecekse, samuray bile olsa kabulüm lolard: ama kiri kiri: yeter ağbi, seni daha fazla dinlemek istemiyorum, ben çoktan kararımı verdim lolard: nasıl isterseniz kiri-sama kiri gider knight: neden siz daha büyük olmanıza rağmen kiriye efendim diye hitap edip onun her dediğini kabul ediyorsunuz lolard: babam bizi hiçbir kurala bağlı olmadan yetiştirdi, bizim için bu dünyada her şey serbest, onun tek istediği, kurala uyanlar değil kural koyanlar olmamızdı çünkü gerçek krallar kural koyanlardır, eğer ben kiriye bağırıp bunu yapmasına izin vermediğimi söyleseydim, o kesinlikle bana itiraz etmezdi, fakat bu onu sınırlandırmam ve onun kendine olan özgüvenini azaltmam demektir, ben onun ileride gerçek bir yönetici olmasını istiyorum, ayrıca biliyorum ki kiri çok zeki ve bilgili bir insan, o asla gelişigüzel karar vermez knight: öyleyse savaşa benim de katılmama izin veriyorsunuz lolard: evet veriyorum ama planın nedir bir anlat bakalım knight: ben zengin ve soylu bir ailenin kızıyım, askerler arasında sıkı dostlarım var, toxic kishiyi yenmek için onlardan yardım alacağım, bana bu görev için 12 tane nintoba verildi, toxic kishi gibi asit kullanan birini yenebilmek için en iyi nintoba lav nintobasıdır, kılıcıma, kalkanıma, kaskıma, zırhıma, eldivenlerime ve ayakkabılarıma lav nintobası ekledim ve içerdeki adamlarım da aynı şekilde lav nintobaları kuşandılar, bunlarla onu yenmeyi düşünüyoruz lolard: iyi düşünmüşsünüz, umarım planın başarılı olur, neyse bu gece burada kalalım, yarın da kalan 7600 askerimizle son seferimiz için yola çıkalım knight: öyleyse ben dinlenmeye geçiyorum lolard: tamam gidebilirsin knight: teşekkürler(gider) ertesi gün ordu yola çıkar, o sırada toxic kishinin kalesinde şövalye: hoş geldiniz efendim toxic: haberi alır almaz geldim, demek büyük bir Ninja ordusu hızla kaleleri ele geçirip buraya geliyormuş şövalye: evet efendim, tahmini 1 ya da 2 haftaya burada olurlar toxic: demek öyle, peki bütün asit birliği kaleye geldi mi şövalye: evet efendim, hepsi geldiler kışlada sizi bekliyorlar toxic: öyleyse savaş için tuzakları hazırlayın şövalye: emredersiniz toxic: (kaşlarını çatarak ufka bakar) bakalım mucit köyündeki çocuklar, söyledikleri kadar yetenekliler mi Ninja ordusu 2 hafta içerisinde toxic kishinin kalesine varır, doku naifu son savaş için orduya sesleniyordur doku: ey Ninja krallığının cesur askerleri, hep beraber tam 2.5 aydır seferdeyiz ve tam 4400 arkadaşımızı bu seferde kaybettik, ama sonunda asıl hedefimize yani bu kaleye ulaştık, bu kaleyi almamız Ninja krallığı için çok önemli, çünkü hem şövalye krallığının korgeneralini yenmiş, hem 5 tane kale ele geçirmiş, hem de 2.5 ayda şövalye krallığının orta halkasının yarısına kadar dik bir şekilde geçmiş olacağız ve bunun şövalye krallığına gerçekten büyük bir gözdağı olmasını umuyoruz, şimdi ilerleyin ve kaleyi ele geçirene kadarda geri dönmeyin askerler: (kaleye doğru hücuma geçerler) heeey!!! lolard: kiri, dikkatli ol kalede tuzaklar olabilir kiri: (yerden yavaşça dışarı çıkan asitleri gösterir) bunun gibi mi lolard: (elmasa dönüşür) sanırım evet, askerler, lav nintobası sahipleri asitleri engellemek için nintobalarını kullansın askerler asitleri lavlarla kapatırlar, lavlar soğur ve kayaya dönüşür, asit kayayı eritemeyeceği için girişteki tuzak engellenmiş, olur iruka kalenin giriş kapısını dondurur hari yoroi de parçalar böylece askerler içeri girmeye başlar, fakat girişte mevzilenmiş asit birliği orduyu yararak dışarı çıkmayı başarır ve ard arda Ninjaları öldürmeye başlar lolard: kiri sen knightla beraber yukarı çıkmaya çalış, bunlar asit birliği, asit elmasa hiçbir şey yapamaz ben bunları hallederim kiri: tamam, askerleri olabildiğince yukarı yollamaya çalış lolard: nasıl istersen kiri: knightla birlikte savaşarak yukarı çıkmaya başlarlar lolard asit birliği şövalyeleriyle savaşmaya başlar şövalye: (asitli kılıcıyla lolarda vurur fakat lolarda işlemez) nasıl olur lolard: hepiniz aynısınız(tek yumrukta adamı indirir) lolard birkaç asit birliği şövalyesini öldürünce şövalyeler yukarı kata doğru geri çekilmeye başlarlar, Ninja ordusu şövalyeleri hızla yeniyor, şövalyeleri geri çekilmeye zorluyordur toxic: (asit şövalyelerinin bir bir öldüğünü görür) askerlerim, bu düşmanları yenemezsiniz, kaleden kaçın, çünkü size bir şey olursa çok büyük kaybımız olur asit birliği şövalyeleri atlarına atlayıp kaleyi terk ederler, yaklaşık 88 kadarı kurtulmayı başarır kiri: toxic kishi, asit birliğinde gittiğine göre sen tek kaldın, zaten 1600 kişi fazla olan Ninja ordusu senin diğer askerlerini kolayca yenecektir toxic: benle savaşmak, senin için biraz zor olacaktır bence kiri: onun için seninle knight savaşacak toxic: (knightı görür ve oğlunun nişanlısını tanır) demek oğlum seni kaçıramadı knight: ne yazık ki yoruyu öldürmek zorunda kaldım toxic: öldürmek zorunda mı kaldın, o geri zekâlıya o kadar yerine başkasını gönder demiştim(yumruğunu sıkar) neyse boş ver ama madem onu öldürdün o zaman bende seni öldürmeliyim(kılıcını knighta sallar) knight: (ağzından lav kusarak toxic kishiyi geri püskürtür) çok üzgünüm toxic kishi, ama seni nasıl yenebileceğimi biliyorum toxic: demek öyle, öyleyse göster, çünkü beni asla yenemezsin knight: (kılıcını lavla kaplayıp toxic kishinin karnına geçirir) üzgünüm ama yolun sonu toxic kılıçtaki lavın soğumasıyla oluşan kayaları karnından çekip fırlatır, sonra karnında oluşan boşluğu asitler kapatır ve asitler ete dönüşür toxic: (asit adama dönüşür) beni her damlama kadar yok etmeden, asla yenmezsiniz(bir yumrukta knightı yere fırlatır) ve bunu yapmaya hiçbirinizin gücü yetmez knight: yanılıyorsun(ayağa kalkar ve ağzından lav püskürtür, sonrada tüm vücudunu lavla kaplayıp toxic kishiye doğru koşar ve çarparak onu yere yıkar, ardından arkadaki şövalyelere seslenir) şimdi!!! şövalyeler ağızlarından toxic kishiye lav püskürtürler, tamamen kayalarla kaplanıp neredeyse tamamen buharlaşan toxic kishi, knightın son kez lav püskürtmesiyle tamamen ortadan yok olur knight: (arkadaşlarına sarılır) başardık yaşasın!!! kiri: (alkışlar) tebrikler knight o sırada toxic kishi tekrar oluşarak yerden kalkar toxic: bir damlamı bile toprağın altında saklayamayacağımı mı düşündünüz(kendisine ihanet eden şövalyelerin ağzından içeri asidini püskürterek onları oracıkta öldürür) sıra sana geldi knight, bu ihanetin bedenini canınla ödeyeceksin knight: (telaşla etrafına bakınır) olamaz toxic: (ellerini knigthın ellerine kenetler ve ellerinden asit çıkarak knightı eritmeye başlar) şövalye krallığı hainleri asla affetmez, küçük hanım kiri: (el sallar) elveda knight knightın acı dolu çığlıkları arasında toxic knightı bir dakika içerisinde tamamen eritir, ardından kiri elini kayayla kaplayıp toxic kishiye bir yumruk çakar ve onu yere yığar, o sırada lolard yukarı gelmiştir kiri: ve kazanan korgeneral toxic kishi, ama vazgeçmelisin, ağbim tamamen elmastan ve ben kaya oluşturabilirim, ne ben seni öldürebilirim ne de sen beni öldürebilirsin, kaleyi terk et ve başkente geri dön, seninle savaşıp daha fazla askerimin canını tehlikeye atmak istemiyorum toxic: öyle olsun, ben asıl istediğime kavuştum gücünüzü ölçtüm, asit birliğimi savaştan canlı çıkardım ve hainleri öldürdüm, artık gitsem de yenilmiş olmam, nasıl olsa şövalye krallığının içlerinde uzun süre duramazsınız, çok yakında bu kaleleri sizden geri alırlar(kaleden aşağıya atlar ve parçalanır sonra tekrar birleşir ve atına atlayıp başkente doğru yol alır) lolard: hainleri öldürdüm derken ne demek istedi kiri: knightı öldürdü lolard: neden onu kurtarmadın kiri: iki kişinin karşılaşmasına karışılmaz, knight onu yenebileceğini iddia etti, bende ona imkân verdim, fakat knight yenildi, elden bir şey gelmez lolard: adam senin kaç aylık dostunu gözlerinin önünde eritiyor ve sen sadece izliyor musun, hiç mi vicdanın yok kiri: ağbi ben dört şeyi yaparken mutlu olurum savaşırken, sevişirken, yarışırken ve yarışanları izlerken, knight, toxic kishiyi yenebileceğini iddia etti ama yenemedi, bu bir yarıştı ve toxic kishi kazandı, her gün binlerce insan savaşta ölüyor, her ölen için yas tutsaydık savaşmaya vaktimiz olmazdı, biz askeriz ağbi, aciz çocuklar değil lolard: ama senin bu yaptığın çok farklı, büyük savaşta annemiz öldüğünde de hiç üzülmedin kiri: gene mi aynı konu, daha kaç kez söyleyeceğim ağbi biz askeriz ve her ölene üzülecek karar vaktimiz yok, üzüntü ve keder bizi güçsüz kılar lolard: bari sadece sana yardım edenler ve sana değer verenler ölünce biraz üzülseydin kiri: bir yangını başlatmak için bir kıvılcım yeterlidir, eğer annem için üzülürsem bu beni zamanla duygusal ve güçsüz birine çevirir, hem diğer ölülere haksızlık yapmış olurum, ve şunu iyi biliyorum ki olmuş bitmiş bir şey için hayıflanmak ve geçici bir şeye bağlanmak, sadece zayıflık belirtisidir lolard: nasıl istersen öyle olsun, neyse toxic kishi haklı buralarda fazla duramayız, yakında şövalye rütbelileri ard arda akınlar yapıp bu kaleleri bizden alırlar, buralarda durursak bizde kurtulamayız kiri: haklısın, o zaman askerlere söyle kaledeki bütün ganimetleri toplamaya başlasınlar, yarın aynı istikametten geri dönüyoruz, diğer kalelere de haber ver onlarda bütün ganimetleri toplasınlar, biz her kaleye vardıkça o kaledeki askerlerle beraber ganimetleri de yanımıza alır birlikte eve geri döneriz lolard: akıllıca bir fikir, ben haber vereyim de hazırlıklara başlasınlar kiri: tamam, ben renin yanına gidiyorum, biraz dinleneceğim kiri, renin yanına gider, haru yajirushi de lolardın yanına gelir haru: sanki kiriye biraz fazla yüz veriyorsun gibi ha lolard: boş ver, bırak istediğini yapsın, aslında haksız değil, askerlerin içinde en ideal olanı arkadaşları öldüğünde üzülmeyen, düşman öldürdüğünde vicdan azabı çekmeyendir ama işte ben onun kadar mükemmel değilim, benim vicdanım var haru: bence her insanın vicdanlı ve merhametli olması gerekir, bir askerin bile, çünkü vicdan ve merhamet olmadan kişi insanlığını koruyamaz lolard: kiri hariç, o korur, göreceksin birkaç gün sonra tekrar o neşeli, enerjik çocuğa dönüşür, sadece bu savaş stresi biraz gerilmesine neden oldu haru: bence seninde gerilmene neden olmuş, hadi gel hari yoroi ve irukayla beraber bir çay iç, ben senin yerine diğer kalelere haber gönderirim, sonrada size katılırım lolard: teşekkürler Ninja ordusu 2.5 ay içerisinde geldikleri yoldan aynen geri döner ve geri dönerken her bir kaledeki bütün askerleri ve ganimetleri yanına alır, sonunda ordu ülkeye dönmüş ve pek çok ganimet getirmiştir, fakat bu sefer için hazırlanan kale muhafızlarıyla beraber toplam 22000 kişiden sadece 14000 i geri dönebilmiştir, yani savaşmak için hazırlanan 10000 kişiden sadece 4000 i sağ kalmıştır, halkın coşkulu tezahüratları arasında hüzün ve gururla karışık duygularla ordu şehre girer Bölüm 22 kiri ve lolard saraya girerler moku: hoş geldiniz, sanırım sefer başarılı geçti lolard: evet, sanırım şövalyelere büyük bir gözdağı verdik kiri: görevdeki başarılarımdan dolayı bana iki nintoba verdiler, onları birleştirip lav nintobası yapacağım moku: toxic kishiyi yenebildiniz mi kiri: knightın bir planı vardı ama toxic kishi vücudunu aside çevirebiliyormuş, sonuç olarak knight öldü moku: demek öyle, kötü oldu, tam da yarın doğum gününüzdü kiri: ben çoktan unutmuşum, doğru ya, yarın doğum günümüzdü moku: evet, ayrıca eğitiminiz bitti ve yarından itibaren rütbeli birer asker olacaksınız, fakat eğitiminiz bitse de amcanız kiiro yine ara sıra size ders verecek kiri: peki hangi rütbeden başlayacağız moku: 10 başı olarak başlayacaksınız, 10 başı biraz düşük bir rütbe gibi gelebilir ama her şeyi ağırdan almak iyidir, bir anda yüksek bir rütbeye gelirseniz tecrübeniz yetmez 10 başılıktan başlayacak ve tecrübe kazanarak yavaş yavaş gelişeceksiniz, peki söyleyin doğum gününde hediye olarak ne istiyorsunuz kiri: ben 36 tane nintoba istiyorum moku: 36 tane mi biraz fazla değil mi, kiri kiri: pek sayılmaz, aslında sadece 6 temel nintobanın 3. hallerini yapmaya yetecek kadar, çünkü 3. hallerini kullanabilmem için 2. hallerini de kullanmam gerek, 36 nintoba alıyormuşum gibi gelebilir ama bunlar yeni bir element oluşturmadığı için sadece saldırımın alanını biraz arttıracaktır, yani aslında ben, bakalım şu anda karnımda 11 yanımda da 2 nintoba var 36 yı da alırsam, 6 temel nintobanın 3. hallerine kadar yaparım 36 sı gider, kalan 13 te benim doğum günü hediyem olur moku: öyle olsun peki sen lolard, sen ne istiyorsun lolard: ben çok yetenekli bir öğrenci istiyorum, askerliğe yeni başlamış olsun ama inanılmaz birisi olsun, onunla beraber görevlere çıkmak istiyorum moku: iyi fikir, yetenekli bir ninjanın senin gibi bir prensten öğreneceği çok şey olmalı sanırım lolard: bende öyle düşünüyorum moku: öyleyse siz odanıza gidin de biraz dinlenin, ben sizi akşam yemeğine çağırırım lolard: tamam, hadi kiri yukarı çıkalım kiri: tamam geliyorum(yukarı çıkarlar) ertesi gün doğum günü partisi ve yeni yıl kutlaması için büyük salon süslenmiş ve hazırlanmıştı, partiye kiri, lolard, moku, kiiro, ren, haru yajirushi, hari yoroi, iruka, doku naifu, saray hizmetçileri ve saray muhafızları katılmıştı, kiri ve lolard konuşarak büyük salona geliyorlardır lolard: ne kadar şanslıyız, doğum günümüzle nintobanın yağışı yani yılbaşı aynı gün kiri: artık orduya katılıyoruz, zaman ne kadar hızlı geçiyor lolard: işte, acısıyla tatlısıyla 1 yıl bitti, umarım geçen her bir yıl bir önceki yıldan daha iyi olur ---{SON}---
  9. Merhaba arkadaşlar. Hikâyemi Fate serisine alternatif bir devam olarak yazdım yarışmada bir iddiam yok umarım seversiniz :) Hikaye içinde bazı sarkıllar göreceksiniz şarkılar bana ait değil benle iletişime geçerseniz daha fazlasını önere bilirim. Şimdiden ilginiz için teşekkür ederim. Bölüm 1 Jenna hazırdı. Yıllardır son sınavı için hazırlık yapıyordu. Kutsal kâse savaşını kazanmalı en azından soyadını yüceltecek şekilde ölmeliydi. Meltucrea ailesinin adını kutsal kase savaşını kazanarak yüceltmeli yâda bu uğurda ölmeliydi. En azında onu büyüten yeni bir yaşam imkânı sunan bu aileye böyle teşekkür edebilirdi. Sihirli çemberi çizmiş bir hata olmaması için en az iki kez kontrol etmişti. Her şey kitaplarda yazana uygun bir şekilde olmalıydı o da öyle yapmıştı. Artık bir hizmetkâr çağırmaya başlaya bilirdi. Çemberin başına geçti sihirli sözleri söylemeye başladı. Sözcükler odada yankılanırken çember mavi mavi parlamaya başladı. Gümüş bıçağını kınından çıkardı ve bir yandan sihirli sözcükleri okurken bir yandan da çıkardığı bıçakla elinde derin bir kesik açtı acı onun için ciddi bir uyarıcı olmuştu ama sözcükleri söylerken duraksamadı hatta tonlamasının bile değişmemesine dikkat etti. Çemberin ortasına yerleştirilmiş kâsenin içerisine birkaç saniyede kırmızıya boyanmış elinden, bir kaç damla kanın damlamasına izin verdi. Kâsenin içerisinde kül, toprak, demir, kömür gibi gerekli malzemeler vardı. Kandamlasının düşmesiyle büyük bir patlama oldu. Jenna geriye doğru düştü duman bulutu içerisinde bir adam avazının çıktığı kadar bağırıyordu. Adamın sesi biraz kızgın birazda heyecan doluydu. Jenna dumanın içerisinde çırpınan hareket eden ve her yere emirler yağdıran adamın siluetini görebiliyordu. Size yelkenler dedim aptallar. Yelkenler benim korsanlarım bir torba dolusu kumdan daha aptal lanet olsun kurtulun şu çapadan. Aye! Bu aptallar yüzünden burada ölüp gideceğiz. Şu lanet çapayı toplayamıyorsanız zinciri kırın. Güzel! Manevra yapıyoruz yelkenleri açın bu cehennemden çıkacağız. Olup bitene anlam veremeyen Jenna olduğu yerde donup kalmıştı. Sonunda bir hizmetkâr çağıra bildiğini anladı ama bu iş böylemi oluyordu? Hizmetkarlar ilk geldiklerinde ya da anlaşma yapana kadar böyle deli gibi bağırıp ortalıkta çırpınır mıydı? Gelen hizmetkârlar antik çağlarda yaşamış şerefli kahramanlar olmalıydı, bu adam bir kahramandan çok akıl hastasına benziyordu. Hey hey hey sakin ol diye seslendi Jenna ayağa kalkarken. Adam ona dönüp yedi deniz neredeyim ben diye bağırdı. Biraz korkmuş birazda şaşkın görünüyordu. Burası neresi bir cadı tarafından mı kaçırıldım. Lanet olsun bir denizkızı olmalı. Cadı olamayacak kadar güzel. En son ne yapıyordum. Lanet denizkızları beni ve mürettebatımı şarkıları ile kontrol altına almış olmalı. Hayır hayır son hatırladığım Atlantik açıklarında bir deniz savaşında olduğum. Kolsuz Jack sende kimsin be kadın? Ben- ben Jenna bir büyücüyüm. Seni buraya kutsal kâse savaşı için çağırdım. Yani bir cadı tarafından mı kaçırıldım? Jenna öfke dolmuştu ve hizmetkârının kafasına yumruğunu indirdi. Cadı demeyi bırakır mısın hiç hoş değil ve özür dilerim sana vurmak istememiştim. Nedir bu kutsal kâse savaşı diye sordu hizmetkâr. Kutsal kâse savaşı hakkında bir şey bilmiyor musun diye sordu Jenna. Nereden bile bilirim daha önce hiç ca-büyücülerle aynı ortamda bulunmadım diye çıkıştı hizmetkâr. Bu garip genelde hizmetkârlar kutsal kâse savaşını ve çağırıldıkları dönemim özelliklerini bilerek gelir diye düşündü Jenna. her neyse senin için kısa bir bilgilendirme vereceğim. Kutsal kâse savaşı dört senede bir seçilmiş büyücülerin bir hizmetkâr çağırıp savaştıkları ve sonunda kutsal kase tarafından bir dilek hakkı ile ödüllendirildikleri bir savaş. Savaş yedi tip hizmetkârın çağırılması ile başlar. Bu hizmetkârlar kılıçlı, okçu, mızraklı, binici berserker, sihirbaz ve suikastçıdır. Her şeyden önce kutsal kâse savaşı için seninle anlaşma yapmalıyız. Ne diyorsun? Adam elini uzatarak işin içinde altın varsa her türlü anlaşmaya hazırım dedi. Jenna uzatılan eli sıkarak kutsal kâseyi kazandıktan sonra istediğin kadar para dileye bilirsin dedi. O zaman anlaştık dedi hizmetkâr. Peki, ismin nedir diye sordu Jenna. Bana kırlangıç derler, kırlangıç, kaptan kırlangıç seninki? Jenna... Kaptan nasıl sorsam bilemedim... Siz... Siz... Bir korsan mıydınız diye sordu Jenna. Korsan? Bir korsan? Adam sanki kelimenin ağırlığını tartıyor gibi düşünceli bir hali vardır. Beni böyle çağıran çok oldu ama ben kendimi özgür bir adam olarak tanımlıyorum. Adaletin, özgürlüğün ve kadınların peşinde koşan bir adam. Kendi adaletimi kendim yaratmayı denediğim için bir korsan oldum. Bir korsanın uzun hikâyesini dinlemek istemezsin unutalım gitsin. Yanlış anlamayın lütfen ben sadece kahramanların bu savaşa katıldıklarını sanıyorum dedi Jenna. Kanlı bir korsanın savaşına katılması seni üzdü mü yoksa kahramanlar ölmüş aptal insanlardır kadın ve sanırım -yani emin değilim- bende öldüm. Buda beni kahraman yapar diye gülümsedi kaptan. Peki, bu savaş sizin ilk seferiniz mi? Aye! Bir çok savaş gördüm ancak bir ca... Büyücü tarafından kaçırılıp dahil edildiğim ilk savaş olmalı. Kaptan tam cadı diyecekti ancak Jenna'nın sinirli bakışlarını gördükten sonra cümlesini düzeltti. Son hatırladığım şey top yağmuru arasında gemimi yüzdürmeye çalıştığımdı. Bölüm 2 Anlaşmamız tamamlandığına göre artık başlaya biliriz dedi Jenna. Aye! Öncelikle bir gemi ve mürettebat bulmalıyız. Eğer işler ben öldükten sonra çok değişmediyse mürettebat işini ben halledebilirim. En yakın tavernada yelken açmak için can atan korsanlar vardır dedi kaptan. Sen öldükten sonra işler çok değişti kaptan 21. yüzyıldayız ve artık İngiliz sularında izinsiz tek bir gemi yüzemez havada tek bir uçak uçamaz dedi Jenna. Hayatım boyunca tek bir İngiliz'den yelken açmak için izin almadım kadın dedi kaptan. Sanırım bir gemi bulmamız imkânsız ama senin için bir araç ayarlaya bilirim dedi Jenna beni takip et işimizi görecektir. Jenna büyük bir malikânede tek başına yaşıyordu. Devasa ev büyük ferah ve gösterişsiz odalar ve koridorlardan oluşuyordu. Kaptan sessizce Jenna'yı takip etti. Sonunda malikânenin garajına ulaştılar. Garaj çekirdek bir ailenin içerisinde rahatça yaşaya bileceği kadar büyüktü. Garajın tam ortasında 1967 model mustang shelby gt500 eleanor duruyordu. Sanırım motoru çalışır durumda ama biraz kaporta işçiliği gerekiyor. Kutsal kâse savaşı için onarabiliriz. Babamındı ama kullanmaya hiç fırsatım olmadı dedi Jenna. Sanırım kullana biliriz ama önce halletmemiz gereken bir kaç işlem var dedi kaptan. Nedir diye sordu Jenna. İkinci kaptanımı seçmeliyim, bir mürettebat bulmalıyız ve bu kuşu onarmam için malzemeler gerekiyor. Aklımda güzel bir fikir var dedi kaptan. Tayfa işi zor olacak. Bu devirde denizci bulamazsın ve malzemeleri yapı malzemeleri satan bir mağazandan alabiliriz dedi Jenna. Tayfa işini bana bırak şimdi sırada ikinci kaptanı seçmek var dedi kaptan ve kafasındaki denizci şapkasını çıkarıp Jenna'nın kafasına yerleştirdi. İkinci kaptan işini de hallettiğimize göre sırada tayfa ve malzemeler kaldı beni bir tavernaya götür. Şapka sana çok yakıştı dedi kaptan. Jenna bu beklenmedik iltifat karşısında ne diyeceğini bilemedi de sessiz kalmayı tercih etti. Taverna bulmak zor olabilir ama sanırım bir gece kulübü bulabiliriz gerçi aradığını bulabileceğinden pek emin değilim ama önce üstüne biraz çeki düzen vermeliyiz sana elbise almak için dışarı çıkalım böyle çok dikkat çekersin dedi Jenna. Beni takip et diye ekledi. Garajda Jenna'nın başka bir arabası daha vardı sıradan bir aile arabasıydı ve yaşadığı malikâneye hiç uymuyordu. Jenna ve kaptan arabaya bindiler güneş tam tepedeydi. Jenna arabasını en yakın alış veriş merkezine sürdü. Mağazada tüm dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi neyse ki insanlar onların birer tiyatro oyuncusu sandılar. Hemen kaptan için elbise bakmaya başladılar. Kısa bir süre sonra tüm alış veriş tamamlanmıştı. Dizlerine kadar gelen motorcu çizmeleri siyah kot pantolon üzerinde kuru kafa deseni olan t-shirt siyah bir kapüşonlu polar ve neredeyse yere kadar uzanan mat siyah bir kaban almıştı. Aslında yeni elbiselerin eskilerden pek bir farkı yoktu sadece biraz daha modernize edilmişti. Simdi bir korsandan çok metalciye benzedin dedi Jenna neyse hala zamanımız var bir yapı marketine gitmeye ne dersin diye sordu. Aye! Gidelim gözlem yapmalıyım dedi kaptan. Kaptan artık insanların ilgisini eskisi gibi çekmiyordu. Bu durum biraz olsun Jenna'yı rahatlattı. Kısa bir süre sonra yapı marketine vardılar. Markette Jenna kaptanı takip ediyordu. Kaynağa ihtiyacımız var bol bol çekiç el örsleri anahtarlar rol bar yapmak için çelik boru caraskal boya kaptan durmadan ihtiyaçlarını sayıyordu ihtiyaçlar bir türlü bitmiyordu ve hiç birini de satın almıyorlardı. Jenna sonunda dayanamayarak sordu. Neden sadece dolaşıyoruz hiç bir şey almıyoruz? Buraya satın almak için gelmedik dedi kaptan. Öyleyse ne için geldik diye sordu Jenna. Gözlem için kameraları ve güvenlik görevlilerini tespit ediyorum diye cevapladı kaptan. ne için diye sordu Jenna duyduklarına inanamayarak. Soygun için tabi ki benim kim olduğumu sanıyorsun. Bunu yapamayız diye çıkıştı Jenna. KES SESİNİ! Yoksa ikinci kaptanım bana ihanet mi ediyor? Köpek balıklarına yem olmak mı istiyorsun bu savaşı kazanmak istiyorsan dediklerimi yapmalısın. Jenna cevap verememişti korkmuş ve çaresiz hissediyordu. Mağazayı terk ettikten sonra kaptan Jenna'dan özür diledi bir daha ona sesini yükseltmeyeceğine dair söz verdi kaptan. Hava kararmıştı artık gece kulübüne gidebilirlerdi Kulüp kaptan için çok gürültülüydü herkes çılgınlar gibi dans ediyor ve içki içiyordu. Yedi denizin laneti neler oluyor burada bu boktan gürültüde ne buna müzik mi diyorsunuz. Bu insanlar neden kafası kopmuş tavuk gibi tepiniyor diye bağırdı. Jenna cevap vermedi bir köşeye oturdular kaptan etrafı izliyor ve bir anlam vermeye çalışıyordu. Kaptan müziği çok severdi mürettebatıyla birlikte deniz yolculuklarında deniz şarkıları söylerdi hatta gemisine bir kaç müzisyen almayı bile düşünürdü. Ancak birkaç yüz yılda insanların müzik anlayışı oldukça değişmişti. Bir süre sonra Jenna dayanamayıp gördün mü burada hiç korsan yok dedi. Kaptan parmağını dikkat anlamında kaldırdı. Benim ikinci kaptanım daha açıkgöz olmalı diyerek bir adamı işaret etti. Bir adam başka bir adama bir şey verdi ve karşılığında ve karşılığında başka bir şey aldı. Değiş tokuş çok hızlı sürmüştü Jenna ne değiş tokuş ettiklerini görememişti. Değiş tokuşun sonunda adamların ikisi de farklı yönlere ayrıldılar. Kaptan şunu takip edelim bakalım dedi. Adam gece kulübünün arka kapısından çıktı ve ara sokağa daldı. Jenna e kaptan da peşinden gittiler kısa bir takipten sonra adam başka bir ara sokağa daldı. Hemen ardından Jenna ve kaptan girdi ancak yol bir çıkmazdı. Arkasına dönen adam iste beni takip edenler diye seslendi sokağın girişinde 8-10 adam belirdi. Her yerden elleri sopalı adamlar peydah olmuştu. Bölüm 3 Jenna panik olmuştu simdi ne yapacağız diye fısıldadı. Daha önce serserilerle hiç karşılaşmamıştı. Kaptan gülümsedi benim ikinci kaptanım daha uyanık olmalı demiştim. Başından beri bizi takip etmelerine izin verdiğimizin farkında değil miydin yoksa. Bunlar polis olmalı dedi adamlardan biri. Terfi peşinde olan çaylaklardan olmalı. Sakin olun dedi kaptan polis değilim buraya bir iş teklifi için geldim. Senin gibilerle işimiz olmaz dedi başka biri. İri yarı dev gibi bir adamdı liderleri gibi gözüküyordu. Seninle işimiz bittiğinde bir daha iş peşinde olamayacaksın. Öyle olsun dedi kaptan. Bu işi erkek erkeğe çözelim. Ben kazanırsam beni dinleyeceksiniz siz kazanırsanız çekip giderim ve yanımda getirdiğim güzel arkadaşımda sizlere bir hediye olarak kalır ne dersiniz? Liderleri bir adama işaret yaptı ve aralarından biri ileri çıktı. Kaptan gardını aldı ilk saldırıyı yapan adam oldu. Kaptan son ana kadar hiç tepki vermedi adamın yumruğu tam suratının ortasına geliyordu yumruk kaptana ulaşmadan saliseyeler önce kaptan bir adım geri çekildi. Adamın yumruğu boşa çıkmıştı. Kaptan dengesi bozulan adamın suratına bir yumruk indirdi. Adam devrilmemişti ancak sersemlemişti. Hızla ikinci yumruğunu savuran kaptan bu sefer adamın kulağına nişan aldı. Kulağına çok sert bir darbe alan adam yere yığıldı ve hareketsiz kaldı. Liderleri yeni bir işaret yaptı. Böylece ileriye üç adam çıktı. Kaptan hey hey hey! Hadi ama erkek erkeğe dedik bu iş sıkıcı olmaya başladı. 3 çocuk benim için az beş olsun. Tekrar düşündüm de şunu yedi yapalım. Liderleri bunu sen istedin dedi ve yeni bir işaret yaptı. İki kişi daha ileriye çıktı. Bu sefer adamların elinde sopalar ve bıçaklar vardı. İlk hamleyi sopalı bir adam yaptı. Adam sopayı sol elinde tutuyordu. Sopasını sağdan sola doğru savurdu. Kaptanın geri adım atmasını bekliyordu ancak kaptan öyle yapmadı. Aksine ileri bir adım atarak adamın soluna geçti. Kolunu tutarak saldırıyı durdurdu. Sağ elini savurarak adamın suratına bir darbe indirdi. Adamın kolunu tutarak bileğine bir diz darbesi indirdi. Adamın elindeki sopayı almasıyla bıçak tutan başka bir adamın kafasında kırması bir oldu. İkinci bir bıçaklı adam hızla kaptanın ardından kör noktasından saldırdı. Kaptan birden sağa sıçramasıyla adam kaptanın bir adım önüne düşmüş oldu. Kaptan adamın bacağının eklem yerine tekme atarak onu diz çöktürdü. Tam bitirici darbeyi yapacakken 4. sopalı bir adamın hamlesinden kaçmak için sol tarafa atladı. Adamın sopası az önce diz çöken adamın omuzuna geldi. Tüm bunlar saniyeler içinde olmuştu ve kaptan tek bir sıyrık almamıştı. Kaptan artık sıkılmaya başladım çocuk yollamaktan vaz geçip benimle dövüşmeye ne dersin sayın lider diye seslendi grubun liderine. Daha fazla dövüş yok kendini kanıtladın şimdi konuş bakalım dedi. Ah bu iyi oldu çoktan sıkılmaya başlamıştım artık sadede gelelim dedi kaptan ve ekledi burada konuşmak uygun olmaz neredeyse polis gelir. Arkadaşımın evine gidelim. Arkadaşlarınızı toplayın arabalarınıza atlayın onları tedavi edelim. Jenna bu da ne demek oluyor sokak serserilerini evime neden alacakmışım dedi. Onlar bizim mürettebatımız ikinci kaptan tabi ki kutsal kâse savaşı boyunca bizimle yaşayacaklar dedi kaptan. Jenna bu durumdan hoşlanmamıştı. Ancak kaptana tekrar çıkışma cesaretinde bulunamadı. O da neydi öyle orada muhteşemdin böyle dövüşmeyi nereden öğrendin diye sordu Jenna konuyu değiştirerek. Nerede mi hiç bir yerden dedi kaptan. Nasıl yani hiç bir dövüş sanatları hocasından ders falan almadın mı diye sordu Jenna inanamayarak. Tabi ki hayır orada tek yaptığım biri bana saldırdığında kaçmak açığını yakaladığımda da saldırmak oldu diye açıkladı kaptan. Sonunda Jennanın evine gitmişlerdi ve yaralılarla ilgilenilmişti. Herkes malikânenin en büyük salonunda toplandı. Her şey hazırsa kendimi tanıtarak başlıyayım. Ben kaptan kırlangıç bana kaptan ya da efendim diye seslene bilirsiniz. Yüz yıllar önce yaşamış ve ölmüş bir korsanım. Arkadaşım jenna beni buraya büyülü bir savaşta ona yardımcı olmam için çağırdı. Jenna duyduklarına inanamayarak ne yapıyorsun sırlarımızı onlara açıklama diye çıkıştı panikle. Kaptan yaptığı çok doğal bir davranışmış gibi şaşırarak neden açıklamayayım eğer mürettebatımız olacaklarsa bir aile gibi olmalıyız onlardan bir şey saklamamız doğru olmaz dedi. Hey hey hey! Neler saçmalıyorsunuz bu hikâyeye inanmamızı beklemiyorsunuz her halde diye atladı lider. Gözlerinizle görmeden inanmayacağınızı tahmin etmiştim dedi kaptan. Birden ellerinde mavi birer ışık huzmesi belirdi. Işık huzmesi ilk önce kılıç görünümünde şekil aldı. Sonra yavaş yavaş parlaklığını kaybetmeye başladı. Adamlar fal taşı gibi açılmış gözlerle ışığı izliyordu. Işık tamamen yok olunca kaptanın ellerinde iki kılıç tuttuğunu ve bu kılıçları yoktan var ettiğini fark ettiler. Göğsünde de sekiz adet çok eski tabanca asılıydı. Serserilerin lideri bu silahları sadece korsan filmlerinde görmüştü. Şimdi inandınız mı diye sordu kaptan. Evet, yani hayır lider ne diyeceğini bilmiyordu. Neyse zamanla alışırsınız. Şimdi iş konuşalım sizleri buraya bir soygunda bana yardımcı olmanız için topladım. Bir yapı stok marketini soyacağız ihtiyacım olanların listesini yaptım onları aldıktan sonra oradan çıkaracağınız her şey sizin olacak çok müşterisi vardı yani içi para dolu olan kasa sizin olabilir. Ne diyorsunuz diye sordu kaptan fazla uzatmadan. Lider işin içinde para varsa her türlü anlaşmaya varım dedi. Kaptan jennaya dönüp gülmeye başladı. İşte gerçek korsan böyle olur dedi. Jenna bu sözleri ilk kez duymuyordu. Anlaşmayı kabul ederken kaptan kırlangıçta bu cümleyi kullanmıştı. Soygun işi hoşuna gitmiyordu ancak artık kaptanı durduramazdı. O da akışına bırakma kararı aldı. Kaptan gerekli malzemelerin listesini lidere uzattı. Listeyi inceleyen adam dostum bu malzemeleri taşımak içi bir tır gerekecek. Ancak sorun değil ayarlaya biliriz dedi. Dostum? Bana kaptan yada efendim diye seslenebilirsiniz dediğimi sanıyordum diye çıkıştı kaptan. Ayrıca arkadaşımda sizin ikinci kaptanınız oluyor o yüzden aynı saygıyı ona da göstermenizi bekliyorum dedi. Her neyse planın nedir kaptan diye sordu lider. Plan? Planda nedir? Hayatım boyunca tek bir planım olmadı planlar her zaman son anda bozulur. Yapacağımız şu oraya gireceğim güvenlik görevlileri ve kameralardan kurtulacağım ve sizde malzemeleri alacaksınız işte bu kadar basit dedi kaptan. Öldürmek yok diye çıkıştı Jenna öldürmeden nasıl kurtulacağız diye sordu kaptan duygusuzca. Jenna seninle geleceğim güvenlik görevlilerini uyutacağım dedi. İşte benim ikinci kaptanım aksiyondan uzak kalacaksın diye korkmuştum dedi kaptan büyük bir mutlulukla. Öyleyse dağılın yarın akşam sekizde sizleri tırla birlikte burada bekliyor olacağım dedi ve adamları yolcu etti kaptan. Bölüm 4 Ertesi gün adamlar tırla birlikte hazırdılar. Mağaza saat onda kapanacaktı. Son bir kez hiç olmayan planı gözden geçirdiler. Hepsi maske takıyordu. Telsizlerle birbirleriyle bağlantı kuracaklardı. Saat tam on birde kaptan ve Jenna tırdan inecek kaptan kameraları halledecekti sonra mal kabul girişinden içeri sızacaklardı. Kaptan Jenna'yı yönlendirecek güvenlik kameralarının icabına bakacaklardı. Her şey hazır olduğunda tır yanaşacak ve operasyon başlayacaktı. Her şey hazır olduğunda kaptan işaretini verdi. İşe başlamadan önce adlarınızı öğrenmek istiyorum kendinizi kısaca tanıtın dedi. Adamlar kendini tanıtmaya başladı. Gurubun liderinin adı Jackti. Sırayla herkes ismini saydı. isim hafızası iyi olmayan kaptan bakın şöyle yapalım hepinize birer isim vereyim isimlerinizi öğreninceye kadar verdiğim isimlerle sesleneyim sizde yeni isimlerinizle idare edin dedi ve hepsine birer isim verdi. Liderin ismi afelade oldu. İsim işi de hallolduğuna göre artık yola koyulmalıyız dedi kaptan. tırı afelade sürdü ön tarafta kaptan ve Jenna oturuyordu. Diğerleri arkaya bindiler. Eski günlerde ben ve tayfam yağmaya gittiğimizde şarkılar söylerdik. Orada başımıza ne geleceğini sadece tanrılar bilebilirdi ama en azından mutlu giderdik dedi kaptan. Jenna biraz mırıldansana dedi aynı atmosferi yaşamak güzel olur. Kaptan teklifi kabul etti. Do what you want, 'cause a pirate is free, You are a pirate! Yar har, fiddle lee dee, Being a pirate is alright with me, Do what you want 'cause a pirate is free, You are a pirate! Yo ho, ahoy and avast, Being a pirate is really badass! Hang the black flag at the end of the mast! You are a pirate! You are a pirate! - Yay! We've got us a map, (a map!) To lead us to a hidden box, That's all locked up with locks! (with locks!) And buried deep away! We'll dig up the box, (the box!) We know it's full of precious booty! Burst open the locks! And then we'll say hooray! Yar har, fiddle lee dee, Being a pirate is alright with me! Do what you want 'cause a pirate is free, You are a pirate! Yo ho, ahoy and avast, Being a pirate is really badass! Hang the black flag at the end of the mast! You are a pirate! Hahaha! We're sailing away (set sail!), Adventure awaits on every shore! We set sail and explore (ya-har!) And run and jump all day (Yay!) We float on our boat (the boat!) Until its time to drop the anchor, Then hang up our coats (aye-aye!) Until we sail again! Yar har, fiddle lee dee, Being a pirate is alright with me! Do what you want 'cause a pirate is free, You are a pirate! (spoken)Yar har, wind at your back, lads, Wherever you go! (singing)Blue sky above and blue ocean below, You are a pirate! You are a pirate! Şarkı bitince bu sefer hep birlikte söylediler. Tır iki sokak geriye park etti. Kaptan ve Jenna indiler maskelerini taktılar. Mağazanın arkasına geldiklerinde kaptan bir yay şekillendirdi. Jenna yayı görünce demek okçu sınıfısın dedi. Bilmem bu oku önceden de kullanıyordum sessiz olamam gerektiği zamanlarda çok etkili oluyor. Kutsal kâse savasıyla bir alakası yok dedi. Kaptan mağazanın duvarlarından içeri atladı ve daha iner inmez ilk oku kameraya yolladı. Ardından Jenna duvardan atladı. Mal kabul girişi bir tırın içeri girebileceği kadar büyük bir kapı ve hemen yanında normal bir kapıdan oluşuyordu. Kaptan birden Jenna'e acilen saklan dedi. Birlikte bir konteynırın ardına saklandılar. Kapıdan çıkan güvenlik görevlisi telsizle konuşuyordu. Dışarı çıktım her şey normal gözüküyor. Kamerada normal elektronik bir ağrıza olmalı dedi. Kaptan Jenna'e dönüp uyut şunu dedi. Jenna başıyla onaylayarak görevini gerçekleştirmeye başladı. Büyü kısa bir sürede tamamlandı ve adam yere düştü. Jenna kameraları güvenlik odasından kontrol ediyorlar. Orasını halletmeden kameraları tek tek etkisiz hale getiremeyiz. Bir siber saldırı olduğunu düşünüp polisi ararlar ne yapacağız dedi. O zaman önce onları halledeceğiz sadece dediklerimi yap kameraların kör noktalarından ilerleyeceğiz dedi kaptan ve kapı aralığından içerideki kamerayı kontrol ederek ters yöne dönünce içeri girdiler. İçerisi konteynırlarla doluydu. Bu işlerini kolaylaştıracaktı çünkü kameralardan saklana bilirlerdi. Ancak güvenlik görevlilerinin sayısı çok fazlaydı. Jenna ve kaptan zamanla işe alışmışlardı. Kaptan bir ses çıkarıp güvenlik görevlisini yanlarına çekiyor kameranın bakmadığı zamanda Jenna adamı uyutuyordu. Adamı sakladıktan sonra is biraz daha ilerliyorlardı. Mağaza içerisi oldukça büyüktü ancak güvenlik odası tabelalarda gösteriliyordu. Uzun uğraşlar sonunda güvenlik odasına ulaştılar kaptan birden kapıyı açtı ve Jenna hemencecik içerideki üç adama toplu bir uyku büyüsü yaptı. Artık kameralar ve geriye kalan güvenlik görevlilerini temizleye bilirlerdi. Kaptan tekrar yayını çekti attığı oklar kameralara maddesel zarar vermiyordu sadece kameraları kullanılmaz hale getiriyordu. Jenna ve kaptanın titiz çalışması sonucunda bütün kameralar ve güvenlik görevlileri etkisiz hale gelmişti gerisi kaptanın mürettebatına kalmıştı. Adamlar hızlı çalışıyordu. Her şey yolunda giderken kaptan garip bir his hissetti. Jenna'da aynısını hissetmişti yakınlarda bir hizmetkar var bizim için geliyor diye uyardı. Kaptan siz çalışmaya devam edin işiniz bitince burayı terk edin diyerek hızla mağazanın önündeki otoparka koşmaya başladı. Otoparka vardığında baştan aşağı zırhlı antik yunan mızraklılarıma benzeyen bir hizmetkârın onu beklediğini gördü. Kaptan sınıfını sormama gerek yok herhalde ben kırlangıç kaptan kırlangıç bir korsanım. Kendini tanıtmayacak mısın diye sordu kaptan. Adamın cevabını mızrağını fırlatarak verdi. Mızrak ıskalayacak gibi havada hızla süzülüyordu. Kaptan asıl hedefin kendisi olmadığını çok geç fark etti. Savaşçının asıl hedefi yeni gelmiş olan Jenna'ydı. Kaptan büyük bir panikle geri geri üç dört kez sıçradı. Maalesef mızrağı durduramayacaktı. O da önemli bir karar vererek kolunu mızrağın uçuş yoluna uzattı. Mızrak kaptanın bileğine saplandı. Sağ elindeki mızrak yere düşerek mavi ışık huzmesi halinde kayboldu. Kaptan Mediea seni ikinci kez kaybedeceğim diye fısıldadı. Bölüm 5 Kaptanın eli kötü görünüyordu. Savunmasız bir kadına saldırmak onurlu bir savaşçıya yakışmadı. Kaptan sinirden titriyordu. keelhaul nedir bilir misin savaşçı? senin gibi aşağılık herifleri cezalandırmak için kullanırız. İnfaz edilecek kişi kollarından bağlanır ve geminin altından bir taraftan diğer tarafa hızla çekilir. Geminin altında yaşayan deniz kabukluları vücudunu parçaladıkça acıyla ciğerlerindeki hava boşalır. Şanslıysan kan kokusuyla çılgına dönüşen köpek balıkları tarafından parçalanırsın. Eğer şansın yoksa ölümlerin en zoru olan boğulma seni kollarına alır. Bir balık gibi çırpınarak ölürsün. Kaptan bileğinden çıkardığı mızrağı savaşçının önüne attı al onu dedi seni cezalandırıyorum. Kaptan tüm hıncıyla saldırdı. Sol eli sağ eli kadar etkili değildi genellikle savunma yapmakta kullanırdı zaten. Savaşçı kaptanın saldırılarını kolaylıkla karşılıyordu ancak kaptan dur durak bilmiyordu. savaşçı kaptanın agresif saldırısı karşısında geriledi. Avantajı eline alan kaptan güçlü bir saldırı yapmak için tüm gücünü topladı. Saldırısını yaptığı anda savaşçı mızrağını kaptanın kılıcı ve kolu arasına sokmayı başardı. Mızrağı bir sopa gibi savurup kaptanın koluna vurmayı başardı. Bu sefer gerileme sırası kaptana geçmişti. Kaptan bir iki adım geriye sıçramak zorunda kaldı. Mızrağını daha rahat kullanmak için gerekli mesafeyi elde etmiş olan savaşçı mızrağını kaptanın boynuna saplamak için saldırdı. Jenna kaptana yardımcı olmak için savaşçıya bir ateş topu gönderdi. Ateş topu hedefi bulmuştu. İkinci kaptan olarak geride durmamı beklemiyordun her halde kaptan dedi Jenna. Savaşçı hemen kendini toparlamıştı. Zaten ateş topu savaşçıda saniyelik bir körlükten ileriye gidememişti. Ancak her şey için çok geçti kaptan silahını çıkarıp savaşçının tam kafasına nişanlamıştı. Kurşun miğferdeki tek açıklık olan göz boşluğundan savaşçının gözüne isabet aldı. Savaşçı devrilmedi gözündeki yara giderek iyileşti ve eski haline geri döndü. Kaptan hemen ölmeni beklemiyordum zaten dedi. Tam bu sırada içeriden alarm sesleri gelmeye başladı. kaptan sinir dolu bir sesle ahmaklar dedi. Kasayı çalarken adamlar alarmı aktif etmiş olmalılar. Jenna burayı terk ediyoruz yakında burası polis dolacak dedi. Kaptan burada daha işimiz bitmedi dedi. Bu bir emirdir dedi Jenna ve bir komut mührü kullandı. Kaptan ne olduğunu anlamadı bedeni onun kontrolü dışında hareket ediyordu. Yine karşılaşacağız savaşçı yarım kalan işlerden nefret ederim dedi kaptan. tıra bindiklerinde orada ne yaptın öyle diye sordu kaptan. Jenna bir komut büyüsü kullandım ustalara hizmetkarlar üzerinde kullanabilmesi için sınırlı sayıda verilir komut büyüleri biten ustanın hizmetkarı ile arasında bir bağ kalmaz ve kase savaşından diskalifiye olur diye açıkladı Jenna. Kaptanın tahmin ettiği gibi adamlar kasayı çalarken alarmı aktif etmişlerdi. Ancak neyse ki polis gelmeden kasayla birlikte mağazayı terk edebilmişlerdi. Eve geldiğinde Jenna büyük bir oh çekti ve büyü yardımı ile kaptanı iyileştirdi. Kaptan büyük bir parti vermeyi teklif etti Jenna bu fikre hayır diyemedi. Kaptan kendisi için ülkedeki en sert içkiden yirmi şişe istedi. İçkiler gelince afelade kaptana ilginç bir soru yöneltti. Nasıl korsan olma kararı aldın kaptan dedi. Sorunun cevabını Jenna'da merak ediyordu. Artık bana inanmaya mı başladın dedi kaptan. Adam orada olanları gördükten sonra şüphem kalmadı diye cevapladı. Güzel o zaman arkanıza yaslanın uzun bir hikâye olacak dedi ve bir şişe viskiyi kafasına dikti. Bir litrelik şişeyi tek dikişte bitirdikten sonra bir şişe daha dedi. Herkes kaptanın alkol performansı karşısında dolayı şok olmuştu. İçki geldikten sonra kaptan anlatmaya başladı. Her zaman kanlı bir korsan değildim. 20 yaşında ilk evliliğimi yaptım güzel olmayan bir balıkçı kulübesinde güzel olmayan bir kadınla mutlu bir şekilde yaşıyordum. Kadın güzel olmasa da iyi biriydi. Benimle ilgileniyor evimi ve elbiselerimi temiz tutuyordu. Balıkçılıkla küçük bir adada geçinmeye çalışıyorduk. Karım hamileydi. Fazla param yoktu ve son çıkan fırtınadan sonra botum büyük hasar almıştı. Bir süre denize açılamadım. Lanet İngilizler yine birileriyle savaş halindeydi. Ve adamızı koruyan küçük bir askeri birlik vardı. Her zaman bizden vergi alıyorlardı. Günün birinde askerle yine kapıma dayandılar. Benden para istediler. Param yoktu ve olmayan paramı veremezdim adamlar üzerime yürüdüler. Gençliğin verdiği hiddetle askerlerin üzerine yürüdüm. Bu hayatımda yaptığım ilk hataydı. Askerleri komşularım yardımıyla püskürttüm. Bende işime geri döndüm. Kısa süre içinde botumu onarıp balık avlamaya çıkacaktım. Ve hamile karım için para kazanmaya gidecektim. İşte buda yaptığım ikinci hataydı. Denize açılıp geri döndüğümde evimin yandığını fark ettim. Karımı kurtarmak için eve daldım karşılaştığım manzara korkunçtu. Hamile karım karnı deşilmiş şekilde yerde yatıyordu. Adayı yöneten yüz başı yaptığımı bir isyan olarak görmüş ve böyle korkunç bir cevap vermişti. Yüzbaşı evli olduğu için kışlada değil adada iyi korunan bir evde yaşıyordu. Akşam eve gitmesini bekledim hava kararınca tek başıma evine saldırdım. İçerideki askerleri ve hizmetçileri kılıçtan geçirdim. Gözümü kan bürümüştü önüme geleni öldürüyordum. Kaptan anlatırken salonda yürüyor ve olayı tekrar yaşıyordu. Salondaki herkesin tüyleri diken diken olmuş kanı donmuştu. Yüzbaşı karısı ve oğlu bir odaya saklanmışlardı. Kapıyı kırdım kadın çocuğunu kurtarmak için önüme atladı. Şanslı kadınmış bir anlık refleksle onu hemencecik öldürdüm. Elimden kolayca kurtulmuş oldu. Kısa bir arbede sonucu yüzbaşını yakalayıp sandalyeye bağladım oğlunu ise kollarından tavana astım. Bıçağımı çıkarıp tek hamlede çocuğun göğüs kafesini yardım. Yüzbaşının olup biteni izlediğinden emin oluyordum. Çocukta bende yüzbaşıda acı içinde çığlıklar atıyorduk. Çocuğun kalbini yüzbaşının gözleri önünde söktüm. Kalbin elimde attığını hissedebiliyordum. Kalbi birkaç yudumda yedim. Kaptan odadaki herkesin onu dinlediğinden emin olmak için etrafına bakıyordu herkes bembeyaz olmuştu. Kaptan deli gibi gözüküyordu. Herkes kaptanın bütün kaslarının kasıldığını görebiliyorlardı. Gözleri fal taşı gibi açılmış kas spazmları geçirerek odada volta atan kaptan hikâyesine devam etti. Yüz başı için daha zor bir ölüm hazırlamıştım. Bıçağımı tam midesine saplayarak onu orada bıraktım. Midesinden akan asit onu yavaş yavaş eritecek acı içinde ölecekti. Herkesin kanı donmuştu. Sonra ne oldu diye sordu Jenna şok içinde yutkunarak. Kaptan devam etti. Artık yaşama arzumu kaybetmiştim. Peşimde İngiliz ordusu vardı. Denize açıldım. Kendimi bir korsan adasında buldum. Bir kaptan beni gemisine aldı. Sadece öldürüyor ve yemek yiyordum. Sonra hayatımda ilk kez âşık oldum. Geminin kaptanı başka bir korsanın kızıyla evlenecekti. Böylece iki büyük korsan grubu müttefik olacaktı. Adam psikopatın tekiydi. Evleneceği kadın, kızı yaşındaydı ve sürekli kadını dövüyordu. Sonunda kaptanı öldürdüm ve gemiyi ele geçirdim. Kadın ismi Mediea'ydı ve bana karşı oda boş değildi. Onu ikinci kaptanım yaptım. Birlikte denizlere açıldık yağmalar yaptık. Hayatımda mutlu olduğum kısıtlı zamanlardan biriydi. Birlikte gemiyi geliştirdik zaten hızlı olan gemi yaptığımız geliştirmeler sonucu çok iyi manevra kabiliyetine sahip oldu. Gemi yedi denizin en hızlı gemilerinden biri haline geldi. İnsanlar onun için denizin kırlangıcı demeye başladılar. Bende kırlangıcın kaptanı olmuştum. Öldürdüğüm kaptan ve âşık olduğum kadının babasının grupları arasında büyük bir savaş başlatmış oldum. Başıma ödül konulmuştu. Uzun bir süre kaçtık. Mediea'nın babasının adı Altar'dı gemisinin adı ise leviathan dı. leviathan deniz canavarının adıdır. Ve o gemi tam bir canavardı. O kadar büyüktü ki 200 mürettebatı vardı. Tek başına yüzen bir adaydı. Kırlangıcım sadece 20 kişilik bir mürettebata sahipti ve üzerimize rüzgâr gibi gelen leviathandan kaçmamız neredeyse imkânsızdı. leviathanı korkunç yapan tek şey bu değildi. leviathan havan topları sayesinde yağmur gibi top güllesi yağdırabilirdi. O kadar çok top güllesinin güneşi kapattığı söylenir. Düşmanı yıldızsız bir geceyle ölüme uğurlar denir. Yapacak tek şeyi yaptım. Mediea'yı alıp bir bota bindirdim. Adamlarıma ben korkak bir kaptanım ve burada ölmek yerine gemiyi terk ediyorum dedim. Artık yeni kaptanınız afelade olacak. Size son emrim buradan kaçmanız ve hayatta kalmanızdır. Afelade sağdık bir adamdı ve iyi bir denizciydi. Benden sonra kırlangıca iyi bir kaptan olacaktı. İri yarı dev gibi bir afrikalıydı. Onu bir yağmam sırasında kölelikten kurtarmıştım. Bizi bir filikaya bırakıp terk ettiler. Kaptan altarın güvertesine çıkarıldık. Kaptan altara dönüp yapmaman gereken şeyler yaptım korsanlar arasında savaş başlatıp kızını alı koydum. Yaptığımın cezasının ölüm olduğunu biliyorum. İnfazımı kabul ediyorum. Eğer son isteğimi kabul edersiniz ölüme kendi arzumla şarkılar eşliğinde yürüyeceğim. Kaptan altar sizden son isteğim kızınız için uygun nazik bir eş bulmanız. Kaptan altar bir şey söylemedi sadece başıyla onayladı. Bende bıçağımı çıkarıp vücuduma derin kesikler açtım. Kanımın kokusu köpek balıklarını üzerime çekecekti. Kaptan altar kızını bu durumu görmemesi için kamarasına gönderdi. Ölümüm için güzel bir şarkı seçmiştim. leviathanın mürettebatı bana eşlik ettiler. There lies a tavern down Wisconsin way Where you can get drunk any time of the day The landlord's a bastard, the barmaid's a whore But give them no shit or you're straight out the door The Sunk'n Norwegian's the name of this hole A nasty ol' tavern if ever I've known One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky Scoundrels and brigands and ne'er-do-wells And creatures dragged up from the black pits of hell All find their relief in a tankard of ale So the Sunk'n Norwegian is where we will sail For barrels of whiskey or pints from the bar But if you don't know then you don't go One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky Drink up my friends, as much as you can For tomorrow we sail to a faraway land We'll party all night and get drunk off our heads 'Cause we can all rest when we are dead One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky Şarkı bitince suya atladım. Suya atladığımda uzaklardan gelen bir top atışı sesi duydum. Gökten leviathanın üzerine top güllesi yağmaya başladı. Kırlangıç beni kurtarmaya gelmişti. Kırlangıca binip kaçmaya başladık. Kaçmaya çalışırken leviathanın öfkesi hakkında anlatılan tüm efsanelerin gerçek olduğunu anlamıştık. Kaptan altar üzerimize yağmur gibi gülle yağdırmaya başladı. Anlatıldığı gibi mermiler gökyüzünü kaplıyordu. Ama kırlangıçta efsane gemilerden biriydi ve bizi kurtaracak tek şey onun manevraları ve ani hızlanmasıydı. Son çare olarak demir attık. Her şey bir saniye içinde gerçekleşiyordu ama hayatımın en uzun anlarından biri olduğuna ve hiç bitmediğine yemin edebilirdim. Demir atıp dümeni kırdım kırlangıç inanılmaz bir hızda iskele tarafına döndü. O kadar hızlıydı ki mürettebat bir yandan diğer yana savruldu. Tam yol alacaktık ancak bir türlü çapadan kurtulamıyorduk. İşte kaptan kırlangıcın en uzun ve son saniyesi böyle tükendi. Bölüm 6 O gece herkes uyuduktan sonra kaptan arabanın başına gitti. Çaldıkları malzemelerle arabayı onarmaya başlamıştı bile. Motorda çok problem yoktu ancak kaporta çürüklerle doluydu. Sabaha kadar çalışmayı planlıyordu. Jenna in büyü gücü sayesinde bu dünya üzerinde kaldığı sürece hiç uyumadan ömrünü geçirebilirdi. Tabi işlerin Jenna için aynı olduğu söylenemezdi. Jenna büyük bir büyü gücü kaybediyor toparlana bilmek için daha fazla uyuyor meditasyon yapıyordu. Sabah ilk uyanan afelade oldu. Kaptanın yanına gelip bir şey söylemden yardım etmeye başladı. Kaptan sizinle işimiz bitti artık gitmekte özgürsünüz dedi. Bitti mi? işimiz daha yeni başlıyor yanılıyor muyum? He mürettebatı olmayan bir kaptan işe yaramaz aksi bir korsandan başka bir şey değildir. Ben ve diğerleri sana yardım etmek istiyoruz dedi afelade. Bu devirde sağdık bir mürettebat bulmaktan daha zor olan sizin gibi ölümüne susamış sağdık bir mürettebat bulmaktır. Öyleyse bu işi hep beraber bitirelim tayfama hoş geldiniz. Bir sonra ki hedefimizde senin de fikrini duymak isterim dedi kaptan. Öncelikle o mızraklı piçi halledelim fazla zamanımız yok gibi hissediyorum başka biri onu bulmadan biz bulmalıyız dedi afelade. Acele etme benim en hızlı kaptan olduğumu unutuyorsun galiba ölmeden onu bulurum ve... -kaptan cümlesini tamamlamadı sanki bir şey hissediyormuş gibi duraksadı. - ve sanırım biz onu bulmadan o bizi bulmuş. Beni takip et dedi kaptan. Birlikte malikânenin bahçesine koşmaya başladılar. Mızraklı savaşçı malikânenin önünde duruyordu. Jenna kaptandan önce yetişmiş gardını almış şekilde duruyordu. jenna geriye çekil bu şerefsizle görülecek bir hesabım var dedi. jenna sana yardım edeceğim dedi bir planım var. Kaptan başıyla onayladı. Bir planın olmasına rahatlamıştı sonuçta karşısındaki adam hem çok hızlı hem de yaralanmıyordu. İlk saldırı savaşçıdan gelmişti. Mızrağıyla kaptanın üzerine mermi gibi atılmış kaptanın gerilemesine sebep olmuştu. Bakıyorum da bu sefer savunmasız kadınlara saldırmıyorsun dedi kaptan. Savaşçı cevap vermedi. Çok konuşkan biri değilsin anlaşılan sana olan sinirim geçmedi sana yemin olsun bu gün burada keelhaul edileceksin dedi kaptan. Cümlesini tamamlar tamamlamaz saldırdı. Savaşçı kalkanıyla kaptanın saldırılarını karşılıyor inanılmaz bir hızla tekrar geri saldırıyordu. Kaptan savaşçının hızına yetişmekte biraz sorun yaşıyor gibiydi. jenna kaptana yardım etmek için buz büyülerini kullanıyordu. Büyüler çok bir hasar vermiyormuş gibi gözükmüyordu ama savaşçının hızının yavaşladığı da aşikârdı. Hızı her ne kadar yavaşlamışta olsa hala çok tehlikeli saldırılar yapıyor kaptanla kafa kafaya savaşıyordu. Kaptanın ani dikkatsizliğinden yararlanıp saldıran savaşçı kaptanı geriye doğru sürmeye başladı. Savaşçı tüm gücünü toplayıp saldırdı. Kaptan geri sıçramak yerine sağ tarafa bir adım attı. Savaşçının mızrağı kaptanın bir kaburgasını kırarak sıyırdı. Kaptanın canı çok yanmış olmasına rağmen renk vermedi. Savaşçı kaptanın tuzağına düşmüştü. Kaptan gülümseyerek sağ alinde tuttuğu mızrağı savaşçının mızrağını tuttuğu sol eline sapladı. kılıç oradayken savaşçı re jenerasyon yeteneğini kullanamıyordu. Kaptan bir adım geriye sıçradı. jenna buzdan bir kafes örerek savaşçıya bir bağlama büyüsü yaptı ve bağırdı şimdi kaptan topuğuna ateş et. Kaptan tüm gücünü son saldırısı için topladı. Sol elindeki sağ eline alarak ileri atıldı. Kılıcını savaşçının boğazından içeri soktu. Bir adım daha ileri adım atarak savaşçının topuğuna ateş etti. Savaşçı sanki tüm gücünü kaybetmişti. olduğu yere çöktü kaldı. Artık her şey son darbeye kalmıştı. Sözünü verdiğim keelhaul u alacaksın dedi kaptan gülümseyerek tek eliyle savaşçının kafasından tuttu. Artık başka bir boyuttaydılar. Uzaktan martıların ve dalgaların sesini duydu kaptan. öğle saatleriydi güneş en tepede kuru sıcağıyla kaptanın derisini yakıyordu. Denizin tuzu güneşin yakması ve tatlı tatlı esen rüzgârın tenine verdiği muhteşem hazzı tekrar yaşamanın mutluluğunu yaşadı kaptan. Kırlangıcın güvertesinde olduğunu o an anladı. Kaptan bu gün bu piçi keelhaul ediyoruz dedi kafasından tuttuğu savaşçının bedenini güverteye atarak. afelade emredin efendim dedi savaşçıyı alıp bağlamaya başladı. Savaşçı afeladenin iri bedeni yanında oyuncak gibi kalıştı. Korsanlar çoktan şarkılarını söylemeye başlamıştılar bile. My friends I stand before you To tell a truth most dire They lurks a treator in our mist Who haven't vote the captain's ire He don't deserve no mercy We ought to shoot him with a gun But I am not an evil man but first let's have a little fun We'll tie that scoundrel to a rope And throw him overboard drag him underneath the ship A terrifying deadly trip Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho I will not say what he has done His sins are far to grave to tell It's not my place to judge a man But for them he will burn in hell The sharks will dine up on his flesh And Davy Jones will have his soul Take his money and his hat He won't need them where he's gonna go but first lets tie him to a rope And throw him overboard drag him underneath the ship A terrifying deadly trip Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho We'll tie that scoundrel to a rope And throw him overboard drag him underneath the ship A terrifying deadly trip Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho Kaptan şarkıya eşlik etmedi kırlangıçla hasret gidermekle meşguldü çünkü. jenna da oradaydı. Kaptan ve korsanlar aldırış etmedi. sanki korsanlar jenna yı tanıyordu. Sanki jenna kırlangıcın bir parçasıydı. Kaptan dümene geçti. Dümende küçük kuş figürleri vardı. Büyük siyah ana yelkenin üzerinde de kırlangıç deseni vardı hatta kuru kafalı korsan bayrağının sağ üst köşesinde de. jenna kırlangıca ait olduğunu hissetti. Sanki geminin her köşesini biliyordu. Sanki hafızasını zorlasa kırlangıçta geçen anıları hatırlayabilecekti. İnfaz başlamıştı. jenna infaza bakmadı kaptanda bakmıyordu. Parmakları dümeni okşarken ufku izliyordu sadece. jenna kaptanın ne kadar sakin olduğunu fark etti. Çok sessizdi onu ilk gördüğünden beri hep hareketli olmuştu. Hiç susarken görmemişti. Kırlangıç onun eviydi ve o evinde normalden farklı gözüküyordu. Göğsünü şişirmiş gururla ufku izliyordu. Şu ana kadar gördüğü en erkeksi insan kaptandı sanırım. İnfaz bittikten sonra kaptanı boğulduğu hayallerden afelade kurtardı. Emirleriniz nedir kaptan diye sordu. Emirlerim mi ha evet emirlerim kaptan kendi kendine mırıldandı. Tok bir sesle yelken açıyoruz tam yol ileri ve beyler o gün beni kurtarmaya geldiğiniz için çok teşekkür ederim çok iyi birer mürettebat hayır arkadaş oldunuz dedi. Ve gerçek dünyaya döndüler. Bölüm 7 jenna tekrar malikânenin bahçesinde olduklarını fark etti artık sınırına gelmişti. Bedeni titriyor, midesi bulanıyor, Bitkin hissediyor, bası ağrıyor bu evrende oluna bilecek lanet olası bütün hastalıkların semptomlarını yaşıyordu. Diz çöktü yere düştü. Gözlerini kapatmadan önce kaptanın yerde yattığını gördü. Kaptan ölmüş bile olabilirdi. Jenna umursamadı oda ölüyordu çünkü. Hizmetkârlar için zaman kavramı diye bir şey yoktur. Şu an olduğu gibi 1700'lerde yaşamış kaptanın günümüze çağrılabildiği gibi günümüzde yaşamış bir kahramanda 1700'lere çağrılabilir. Haliyle bu durum hizmetkârlara kısa sürelide olsa zaman zamanı yıkabilme gücü vermiştir. Kaptan bu gücü kullandığında hiç gerçekleşmemiş bir zamana geçmiş oldu. Bu sayede düşmanı olan mızraklıyı yenebildi. Ancak bu güç muazzam bir büyü gücü harcamaktadır. Jenna bu yüzden neredeyse ölümün eşiğine geldi. Jenna uyandığında odasında yatıyordu. Başında kaptanın afelade ismini taktığı adam duruyordu. Jenna adamın ismini öğrenme fırsatına hiç sahip olmamıştı. Muazzam derecede yorgun hissediyordu jenna. Daha önce büyü kullanamayacak hale gelinceye kadar büyü gücünü kullandığı olmuştu ancak hiç bu kadar kötü olmamıştı. Kaptan jennanın tahmin ettiğinden fazla büyü gücü tüketiyordu. Bu seferlik bir kaç günlük baygınlıkla kurtarmıştı ancak kaptan biraz fazla büyü gücü kullanacak olursa jennanın ömrü kısalmaya başlayacaktı. İki gündür baygınsın dedi adam doktor çağıramadık. Ne diye bilirdik ki arkadaşlarımız lanet olası bir mızraklı ile savaşıp bayıldılar mı? Bizi tutuklarlardı. Artık iyiyim teşekkür ederim. Bütün büyü gücümü tükettiğim için oldu. Kaptanı iyileştirdikten sonra muhtemelen bir kez daha bilincimi kaybedeceğim. O yüzden rica etsem bana yemek getirebilir misin? Diye sordu jenna. afelade telsizden adamlarına yemek hazırlamalarını emretti. Adam artık ev çevresinde nöbet tutuyoruz o tip savaşlar pek dayanamayız ama elimizden geleni yapacağız dedi. jenna cevap vermedi. Yanına yatırılmış olan kaptanı inceliyordu. Kaptan kaburgaları kırık halde ölü gibi yatıyordu. Bu hali bile kaptanın büyü gücünü emiyordu. Yaralı olduğundan hayatta kalabilmek için normalden daha fazla büyü gücü emiyordu muhtemelen. jenna kaptanın yaralarını iyileştirdiğinde tekrar bilincini yitirecekti. O yüzden açlığını ve susuzluğunu gidermeliydi baygınken açlıktan ölebilirdi çünkü. Yemek jennanın odasına geldi. jenna savaştan çıkmış bir goblin ordusu gibi yiyordu. 50 kiloluk bir kadına göre aşırı ve hızla yedi yemeğini. Yemekten sonra kaptanın yaralarını sarmak için tekrar büyü yapmaya başladı. Son büyü gücüne kadar kullandıktan sonra tekrar bilincini kaybetti. Kaptan uyanınca kendisini jennanın odasında ve onun yanında yatarken buldu. Yorgun hissediyordu. Bunun sebebinin jennanın büyü gücünün azalması olduğunun farkındaydı. Kendi kendine çok fazla güç kullanamama kararı aldı. Garaja arabanın yanına gitmeye başladı. Araba pek bir işe yaramamıştı işleri onsuzda halledebiliyordu ancak başladığı işi yarım bırakmayı sevmiyordu. Garaja gittiğinde aracın neredeyse bitmiş olduğunu fark etti. afelade ve adamları araba üzerinde çalışıyorlardı. Günaydın kaptan dedi afelade. Araba bitti sayılır. Sen baygınken çürükleri onardık. Rol bar ve zırh plakaları hazırladık ancak daha monte etmedik. Kısa bir zaman sonra her şey hazır olur. Size yardım edeyim dedi kaptan. Yorgun gözüküyorsunuz bir sandalye çekin ve nasıl yapmamız gerektiğini bize tarif edin dedi afelade. Kaptan çalışmayı tercih etti. Dört günlük bir çalışma sonucu her şey hazırdı jenna uyanmış gücünü toplamıştı. Kaptanda eski gücüne kavuştu. Bu akşam bu bebeği ilk savaşına sokalım dedi kaptan. jenna kaptanın yanına geldi. Biraz konuşa bilir miyiz kaptan diye sordu. Kaptan olur deyip jennayı takip etmeye başladı. Bahçede havuzun yanındaki bir masaya oturdular. Kaptan sandalyeyi jennanın yüzüne bakmayacak şekilde havuza doğru çevirip oturdu. jennada kaptanın yüzüne bakmıyordu. jenna nasıl konuya gireceğini bilemiyordu. Konuya girmede hep kötü olan jenna iyi bir savaş çıkardın diye bildi. Senin yardımınla diye cevapladı kaptan. Topuğunun zayıf noktası olduğunu nasıl bilebildin. achilles i herkes bilir şansımızı denemekte fayda olacağını düşündüm. Sadece risk aldım diye açıkladı jenna acemice. Bir süre sessizlik olduktan sonra sessizliği bozan jenna oldu. Eğer... Eğer kutsal kâseyi elde etseydik dileğin ne olurdu kaptan? Kaptanın beklediği soru bu değildi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra bilmem... Sanırım bunu o zaman düşüneceğim dedi. jenna cevap vermedi boşluğu izliyordu ve kâseyi elde edince bir komut mührünü onu yok etmen için kullanmayı düşünüyorum dedi mırıldanarak. Kaptan komut mührü kullanmana gerek yok eğer onu yok etmemi istiyorsan öyle yaparım dedi. Masadan kalkıp uzaklaşıyordu ki jenna onu durdurdu nasıl yani dilek hakkından vaz mı geçiyorsun? Dilek hakkı ya da kutsal kâse savaşı hiç biri umurumda değil kadın. hiç bir dileğim yok dedi kaptan. jenna bir dilek hakkın olmalı karamanlar en çok arzu ettikleri şey sayesinde bu savaşa katılırlar diye seslendi uzaklaşmakta olan kaptana. En çok arzu ettiğim şeye bu savaşta daha kâseye sahip olmadan ulaştım zaten dedi kaptan. Akşam olunca jenna ve kaptan arabaya bindiler. Arabanın üstü açıktı üst tarafa 360 derece dönebilen bir top takılmıştı. Kaptan sürecek jenna ateş edecekti. Eğer işler yolunda giderse kaptan fazla güç kullanmadan savaşı kazana bilirlerdi. O konuşmadan sonra şimdiye kadar jenna ve kaptan hiç konuşmamışlardı. Sonunda kaptan marşa bastı. Araba güzel şekilde çalışıyordu. Şimdi sıra bir kahraman ruhu bulup saldırmaktı. Bunun için şehirde turlayacaklardı. Yakınlarda bir kahraman ruhu olduğunda nasıl olsa jenna ve kaptan hissedecekti. afelade ve adamları da kendi araçlarıyla kaptana yardım edeceklerdi. Bir saatlik bir gezi sonucunda kaptan sonunda amacına ulaştı. Bir kahraman ruhu bulmuşlardı. Şanslarına kahraman binici sınıfı bir kahramandı ve bir motosiklet sürüyordu. Kaptan telsizle afelade ve adamlarına haber verdi. Önüne çıkıp yolunu kesmeyi planlıyordu. Ancak binici her seferinde kurtulmayı başarıyordu. Kaptan jennaya neden savaştığımız bütün hizmetkârlar tek dolaşıyor onların bir ustaları yok mu? Diye sordu jenna var tabi ki ancak büyücüler savaş alanında kolayca ölebileceklerinden üslerinde saklanıyorlar diye açıkladı. O zaman neden biz öyle yapmıyoruz diye sordu kaptan. Ben öyle istemiyorum! Diye çıkıştı jenna. Ayrıca çok güçlü bir büyücü sayılmam bir hizmetkâr beni yalnız bulursa avantaj onda olur diye açıkladı jenna sanki çıkışı için özür dilermişçesine ağır başlılıkla. jenna topun başındaydı yedi sekiz kez ateş etmesine rağmen hedefi vuramamıştı. Hayatında ilk defa ateşli bir silah kullanıyordu ve hareketli bir hedefi vurmak başka bir meseleydi. Kaptan aracı çok sert kullanıyordu ani firenler ve dönüşlere jennanın alışması hiçte kolay değildi. afelade yol ağzından binicinin önüne fırladı. Nişan alıp ateş eden jenna motoru tekerleğinden vurmayı başardı. Taklalar atıp lastik top gibi seken binicinin üzerinden arabayla geçen kaptan jennayı işte benim ikinci kaptanım diyerek kutladı. Kaptan şimdi sıra onu öldürmekte diyerek el frenini çekti ve araçtan indi. Kaptan ve jenna inene kadar binici kılıcını çıkarıp gardını almıştı bile. Denizin hemen dibinde trafiğin ortasında bir savaş olacaktı. Az sayıda olan insan gördüklerinden korkmuş bir çete hesaplaşması sanarak oradan kaçmaya çalışıyordu. binici kısa tek el bir kılıca sahipti. Kaptanda buna karşılık sadece bir kılıç şekillendirdi. Fazla güç harcamak istemiyordu. Dövüş başlar başlamaz kaptan üstünlüğünü göstermeye başladı. Kaptan teknik olarak üstün olmasına rağmen binici çok hızlı hareket ediyordu. Ancak binicinin bineği olmadan ayak oyunlarında yetersiz kaldığı aşikârdı. Binici kaptanı çok yakınına sokmamaya çalışıyordu. Kaptan ilk fırsatta yakına girmeli ve bu dövüşü bitirmeliydi. Ancak kaptan aceleyle hareket edip hata yapmadı. Birkaç savunma hareketinden sonra kaptan istediği fırsatı sonunda buldu. Binici kılıcıyla sağ üstten sol alta havayı yararak bir saldırı düzenledi. Kaptan sağ alt tarafa kaçarak saldırıdan kurtuldu. Kılıcını aşağıdan yukarı doğru savurarak düşmanın kolunu kesmeyi başardı. Kılıcını daha fazla güç kullanmamak adına yok eden kaptan biniciye sağlı sollu yumruklarla saldırmaya başladı. Neye uğradığını şaşıran binici tökezleyerek geri yıkıldı. Kaptan tekmelerle yumruklarla biniciyi öldürmeye çalışıyordu. jenna yeter artık öldür onu diye bağırmasına rağmen kaptan hiç bir şeyi duymuyordu. jenna bir komut mührü kullanmak zorunda kaldı. Kaptanın büyü kullanmama çabası vahşete dönüşmüştü. Binici öldükten sonra kaptan anca kendine gelebildi. Kaptan dönmüş sessizce denizi izliyordu. Binici ölmüş olmasına rağmen hala kahraman ruhu hissetmesi jennayı düşündürmeye başladı. Tam burayı terk edelim diyecekken kulakları tırmalayan bir gemi sireni duyuldu. jenna arkasını döndüğünde bir Northumberland (T23 duke-class) İngiliz deniz kuvvetleri savaş gemisinin denizde çok yakında olduğunu fark etti. Gemi oraya muhtemelen karartma uygulayarak gelmişti. jenna sireni duyana kadar koca gemiyi fark etmemişti bile. Kaptan yüzme bilen herkes denize atlasın. Karşımızdaki canavarın misafiri olacağız dedi. Bölüm 8 Herkes yüzerek geminin güvertesine çıktı. Geminin ne yelkenleri vardı nede tahtadandı. Metal bir geminin denizde yüzmesi yetmezmiş gibi birde yelkenleri olmadan hareket ediyordu. Kaptan jennaya kaptanlık şapkası ile yüzünü kapatmasını söylemişti. Gemide mürettebat olarak kaptan altarın leviathandaki korsanları vardı. Kaptan altarda onları güvertede bekliyordu. Kaptan altar kılıcını çekip ikinci kez güverteme çıkıyorsun bu sefer öldüğünden emin olmak için işini kendi ellerimle bitireceğim dedi. Bu sefer korumam gereken biri yok o yüzden kendimi tutmayacağım giye cevapladı kırlangıç. Bende bunu bekliyordum dedi altar kırlangıcın üzerine atılırken. Kırlangıç altarın hamlesini kılıcıyla durdurdu. altar çift el bir kılıç kullanıyordu ve kılıç neredeyse bir adam boyundaydı. Zaten devasa boyutlarda bir insan olan altara başka kılıçta yakışmazdı. Savaş esnasında altarın gözüne bir siluet takılmıştı. Bir yandan tek gözüyle silueti inceliyor bir yandan da savaşmaya devam ediyordu. Kırlangıç ben ciddiye almıyorsun kaptan daha dikkatli olmalısınız diye uyardı altarı. altar ise gördüğü bir siluet karşısında savaşı tamamen bırakmıştı. jennaya doğru birkaç adım attı. Sevgi dolu gözlerle jennanın yanağına dokundu. jenna bu hareket karşısında ne yapacağını bilemedi. Mediea biricik kızım seni ne kadar özledim bilemezsin dedi altar. jenna neden bahsettiğinizi anlamıyorum ben mediea değilim diyebildi. Kırlangıç evet kaptan mediea görünüşünün yanında karakteri de aynısı. Ancak ne beni nede seni hatırlıyor. Ve buda onu başka biri mi yapıyor. Hiç tanımadığımız bir mediea o. merak ediyorum insanı kendisi yapan özellik nedir? Onun adını ağzına alma dedi altar öfkeyle. Burada neler oluyor diye atıldı biri. Yapman gerekeni yap kaptan ve düşmanı yok et dedi aynı ses. Kaptan jennaya görünüşe göre altarı çağıran büyücü dedi. Jenna, elsevir rosevern diye açıkladı. Ailem ve onun ailesi rakiptir ve çok güçlü bir büyücü ailesinin üyesi kutsal kâse savaşına girmeden önce bu savaşın olacağını biliyordum ve bunun için hazırlandım dedi jenna kaptana. Ah Meltucrea ailesinin fareleri de bu savaşa katılmış dedi elsevir. Seni bu savaşta ezerek ailelerimiz arasındaki farkı tüm dünyaya bir kez daha göstermek benim için büyük şeref olacak diye ekledi. jenna başlayalım öyleyse dedi büyük bir hırsla gözleri parlıyordu. jenna bir savunma büyüyle başlayıp kendisine buzdan bir zırh oluşturdu. jenna buz elsevir ise ateş büyülerini kullanan büyücülerdi. Buz büyüleri düşmanın hızını düşürürken müttefik ve kullanıcıların daha hızlı iyileşmesini sağlayan bir büyü tipiydi. Ateş büyüleri ise yüksek saldırı gücü ve oluşturdukları yangınlarla hasarı arttırabiliyordu. elsevir büyük bir zevk alıyormuşçasına güldü. İşte seninle benim aramdaki fark bu fare, senin büyülerin tamamen savunma amaçlı zavallı büyüler benim ki ise düşmana felaket ve acılar içinde bir ölüm getiren kudretli büyüler. Bir fare gibi kaçmaktan başka bir şey yapamayacaksın dedi. jenna ve elsevirin bu muazzam savaşı karşısında kaptan ve altar ne yapacaklarını bilemediler. Kaptan kırlangıç senin kızının ve benim kadınımım savaşını izlemeye ve küçük bir ateşkes yapmaya ne dersin diye teklif etti altara. altar aye! İzleyelim diye cevapladı. elsevir siz ikiniz ne yapıyorsunuz. Kaptan size görevinizi yapmanızı söyledim diye çıkıştı. altar kızım savaşırken izlemekten başka bir şey yapmam diye cevapladı. Gururla ekledi onu gerçek bir korsan olarak yetiştirdim. jenna görünüşe göre hizmetkârlarımız bize yardımcı olmayı reddediyor bu işi kendimiz yapmak zorundayız dedi. Öyle olsun kimseye ihtiyacım yok sana gücümü tek başıma göstere bilirim diye cevapladı bir ateş topu yollayarak. Büyücüler tabi ki sadece ateş ve buz büyüleri yapmıyorlardı. Birbirlerini zayıf oldukları büyü alanlarına zorlayıp hata yapmalarını sağlıyorlardı. Sadece buz ve ateş büyülerini kullanacak olsalardı su üzerinde bir savaş olduğundan jenna avantajlı olurdu. Kaptan ve altar savaşı izliyorlardı. altar hey orada duran sersemler bize içki getirin diye emretti adamlarına. Adamlar birkaç şişe rom ile birlikte geri döndüler. Kaptan kırlangıç rom içmeyeli uzun zaman oluyor diye açıkladı. Kutsal kâse savaşı bittikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun diye sordu kaptan kırlangıç aslında cevabı umursamıyordu sormak istediği başka bir soru vardı ancak soramamıştı. Ortam alkolün etkisiyle yumuşamıştı. altar belki bu bebekle birlikte korsanlığa devam ederim Somali civarında hala korsanlar var diye duydum dedi. Aye! Onları bende duydum ancak o korsanlar denizden başka tanrıya inanıyorlarmış ve tanrıları biraz kafadan kontakmış. Romu yasaklamış. Yedi deniz! Romu biten korsanlar ne içerler bilirsin. Van der Decken Cebelitarık boğazından uçarak geçtikten sonra korsanlık çok değişmiş. Aye! Yeterince iğrençleştik dedi altar ve gülmeye başladılar. Van der Decken onları ıslah etsin. Korsanlığın zamanı çoktan geçmiş gibi duruyor dedi kaptan kırlangıç ve sonunda sormak istediği soruyu sordu. Ben öldükten sonra ne oldu? mediea ne yaptı diye sordu. medieanın evlenip evlenmediğini merak ediyordu kırlangıç. Sen öldükten sonra mı? Sen öldükten sonra uzun bir yaşamım olmadı diye açıkladı altar ve hikâyesini anlatmaya başladı. O olaydan sonra sadece bir yıl daha korsanlık yapabildim. İngiliz ordusu peşime takılmıştı. Genç bir İngiliz kaptanı güverteme çıkarak beni öldürdü. Kellemi leviathanın burnuna takarak nassauda sergiledi. mediea esir alınmıştı. Onu ve mürettebatımı nassau da idam edeceklerdi. Bende yapmam gerekeni yaptım. Denizin sözcüsü Van der Decken a yalvardım kızımı kurtarmasına ona güzel bir hayat vermesini istedim. Gemisinde yüz yıl köle olarak çalışmam karşılığında kabul etti. nassau da ki binlerce insanı öldürüp kızımı kurtardı ve hafızasını sildi. Artık normal bir insan olarak yaşaya bilirdi. Bana söylediğine göre bir diplomatla evlenip bir kızı ve birde oğlu olmuştu. mediea nın mutlu bir evliliği ve çocukları olduğuna sevinmişti kırlangıç hatta çocuklara karşı sevgi bile hissediyordu. Onları kendi çocukları gibi sevmişti. Ancak yine de bir hüzün hissediyordu. Bu durum onu depresif bir havaya sokmuştu. Mediea ile mutlu bir hayat istemişti sadece. altar kırlangıcın aklını okumuşçasına belki de medieanın eşi sen olmalıydın dedi. Kaptan kırlangıç siktir mate! Siktir! Diye cevapladı kafasına dikip bitirdiği içki şişesini yerde kırarak. Hadi şu işi bitirelim diye ekledi. Kaptan elsevirin jennaya olan saldırısını kılıcıyla engelledi. Neden kimin daha güçlü olduğuna hizmetkârlarınız karar vermesin hanımlar diye sordu. Kaptan altar ve kaptan kırlangıç güvertede karşı karşıya geldiler. İlk saldırıyı kırlangıç yapmıştı. Ancak altar uzun kılıcıyla yakınına gelmesine izin vermedi. altarın mürettebatı ve kırlangıcın mürettebatı savaşı izliyordu. Bir halka oluşturarak iki kaptan için güvertede bir arena oluşturdular. tezahüratlar iki tayfa arasında kavgaya döştü artık mürettebatta savaşın içerisindeydi. kırlangıç altarın devasa kılıcı karşısında ayak oyunlarıyla sadece defans yaptı. O karmaşa içerisinde her zaman en doğru kararı vermeliydi. altar se berserker sınıfı olmanın getirdiği avantajla arkası arkasıya hiç durmadan saldırılar düzenliyordu. kırlangıç sadece defans yaparak bile yorulmuştu. Eğer böyle giderse hiç bir şey yapamadan kaybedecekti. Bir süre altarı gözlemledi. Şanslı günündeydi çünkü sonunda altarı çözmeyi başarmıştı. altar sürekli jennayı kontrol ediyordu ve saldırı hamleleri esnasında birkaç hamleden sonra kendisini tekrarlıyordu. Hatta üçüncü hamlesinden sonra açık bile veriyordu. Altar saldırı hamlelerinde takrar başa döndü. Kırlangıç sabırla bekledi. altar ilk hamlesini yaptı. Kırlangıç geri sıçradı. altarın ikinci hamlesiyle rutin savunma hamlelerini bırakıp altarın yakınına girdi. Bu hareketi beklemeyen altar anlık bir şaşkınlıkla 3. hamlesini yukarıdan aşağı kılıcını savurarak yaptı. Kırlangıç önceden beklediği bu hamleye altarın kılıç tuttuğu kolundaki kasları keserek cevap verdi. Saniyeler içinde; durmadan diğer kılıcıyla soldan sağa göğsünü yardı hemen akabinde sağ elindeki kılıçla altarın boynunda derin bir kesik açtı. Altar tüm bu olup bitenler esnasında tek bir acı belirtisi göstermeden jennayı izlemişti. Altar Gülümsedi sanırım yaşlandım ve eski hızımı kaybettim dedi. Son saniyelerini büyük bir sevgi ile jennaya bakarak geçiren altar mavi bir ışık hüzmesiyle birlikte kaybolmaya başladı. Kaptan kırlangıç yaşlanmadın sadece savaş esnasında gözünü kızından ayıramadın diye mırıldandı kendi kendine. Kırlangıç bu sözlerden sonra altarın yok olmasını beklemeden koşarak geminin gönderindeki bayrağı kendi bayrağını taktı. Böylece gemiyi ve altarın mürettebatını ele geçirmiş oldu. Altarın mürettebatı yeni kaptanları için 3 kez tezahürat yaptı. Yorgunluktan bitmiş olan kırlangıç tam jennanın yanına gidecekken altarın mürettebatından biri kaptan demir kuşlar yine saldırıyor diye uyardı. Büyük bir gürültüyle İngiliz jetlerinin saldırmak için geldiğini gören kırlangıç bu gece hiç bitmeyecek mi? diye söylendi kendi kendine ve etrafına emirler yağdırmaya başladı. Herkes görev yerine savaşa hazırlanın. Benim mürettebatımdan gelenler altarın mürettebatına yardım etsin... Jetler yeterince yaklaştığında beklenmedik yerden gelen adeta gökyüzünde birden beliren mızrak kılıç ok tarzı binlerce silah jetlerin üzerine yağdı büyük bir hızla. Jetler gürültüyle havada infilak ettiler. Kaptan ne olup bittiğine anlam veremiyordu. Nereden gelmişti o silahlar? janne ve elsevir lanet olsun diye küfürler saydırmaya başladılar. janne kaptana eliyle gökyüzünü gösterdi. İşaret ettiği yerde bir kahraman ruhu duruyordu. Bu Gılgamış bütün kahramanların atası. Olabilecek en kötü şeyle karşı karşıyayız dedi. Bölüm 9 - Son Gılgamış normal boyutlarda sarışın bir adamdı. Krallara layık bir giyim kuşama sahipti. Uzun bir pelerini, gösterişli bir tacı, altından ve değerli taşlarla süslenmiş bir zırhı vardı. İkimizde üç kahraman öldürdük gibi duruyor önüme çakan tek engel olan senide öldürdükten sonra kâse benim olacak dedi, kırlangıca tepeden bakıyor kibri gözlerinden okuna biliyordu. Dişsiz jack dedi kırlangıç bir keresinde bir taşı yemeye kalktığı için bütün dişleri kırılmıştı. Kum dolu bir torbadan daha aptaldı ancak o dahi saymayı bilirdi. Eğer senin öldürdüğün kişi sayısı 3 ise benimkilerle beraber 6 yapar beni ve senide eklersek 8 eder yedi kişilik bir savaştayız dostum dedi ve bu zekâyla buralara kadar gelmiş olman şaşırtıcı diye mırıldandı kendi kendine. Ayrıca bir soytarı gibi giyinmiş ve yeni zengin olmuş bir fahişe gibi altın ve taşlarla kendini süslemişsin diye ekledi. jenna durumun kötü olduğunu düşündü Gılgamış'ı kızdırmanın güzel sonuçlar doğuracağını pek sanmıyordu. Gılgamış öfkeden deliye dönmüştü küstah! Tanrı kralla konuştuğunun farkına var ve hemen önümde diz çök diye bağırdı. Benim gibi bir kralı sıradan bir insan çağırmış olabilir mi ben kendi arzumla geldim diye ekledi. Kral he? Güldürme beni askerlerin nerede kral? Bak benim için savaşacak mürettebatım var senin gibi kralları kahvaltıda yerim ben diye çıkıştı kaptan. jenna kırlangıç ile Gılgamış arasında geçen tartışmayı tedirginlikle izliyordu. Gılgamış'ı kitaplardan tanıyordu. Daha önce iki kez kutsal kâseyi ele geçirmeyi denemiş ama zamanının büyücüleri hayatlarını feda ederek engellemeyi başarmışlardı. Anlatılana göre kral kompleksine sahip kibirli bir adamdı. Daldığı düşüncelerden onu elsevir kurtardı. Ona bir anlaşma önerdi: kutsal kaseyi yok ederseniz senle büyü gücümü paylaşırım. Aksi takdirde kırlangıç savaşı kazanamaz. altarla yapmış olduğu savaştan bitkin halde çıktı dedi. jenna zaten baştan beri amacım kutsal kâseyi yok etmekti. Dilekleri gerçekleştirmek için binlerce masum insanın hayatını alan bir nesneyi elde etmek istemem diye açıkladı. elsevir öyleyse size güveniyorum büyü gücümü seninle paylaşacağım dedi. Kırlangıç ile Gılgamış arasında geçen sözlü münakaşa iyice alevlenmişti: Kralların sonu ölümdür ben ise bir korsanım dedi kırlangıç. Korsan he? Tahmin ettiğim gibi ancak bir terörist bir kralla bu kadar küstahça konuşabilir dedi Gılgamış büyük bir kibirle gülerek. Sonunda diğer teröristler gibi ölüm olacak teröristler hiçbir zaman kralları yenemezler. Etrafına bak kral hükümetler, krallar, komutanlar veya kahramanlar aklına gelebilecek kendini diğer insanlardan üstün gören herkes zayıfları baskı altında tutmaya çalışıyorlar. Kedileri bir düzen lafı tutturmuş gidiyorlar sırf kendi çıkarları için zayıflara baskı uygulayıp toplum denilen makinenin bir parçası yapmaya çalışıyorlar. Sana soruyorum lanet olası düzeniniz bu kadar kusursuzsa neden hiç bir kral yâda krallık sonsuza kadar var olmuyor? Dediğim gibi baskı altında tutulan toplum her zaman baskı uygulayanı yok etmiştir. Bu dünyadaki her şey bir düzene değil düzensizliğe doğru gidiyor. İşte bu yüzden tanrı krallar uzun yaşamazlar ama düzensizliğe tapan, senin tabirinle teröristler sonsuza kadar varlığını sürdürürler dedi kırlangıç. Bende bir korsan olarak düzensizliğe tapar ona itaat ederim. Ne yazık ki kalın kafalı bir krala bunları anlatmak yaşlı bir korsana yeni numaralar öğretmekten daha zor. O yüzden sana kralların fazla yaşamadığını kolay yoldan savaşarak anlatacağım bu konuşma uzun sürdü gardını al diye bağırdı kırlangıç. Gılgamış öyle olsun sana tanrı kralın gücünü göstereceğim dedi ve parmağıyla üzerinde uçmakta olduğu denizi işaret etti. İşaret ettiği yerde deniz ortadan ikiye bölünüyordu. Kısa süre sonra bölünme git gide büyüyerek savaş gemisine ulaştı ve koca gemi karaya oturdu. Bölünme durduktan sonra deniz adeta arenaya dönmüştü. Suyun akmasını engelleyen görünmez duvarlar vardı sanki. jenna bir akvaryuma gittiğini düşündü çünkü balıkların suyun içinde yüzdüğünü görüyordu. Deniz yarıldığında denizin zeminin ıslak olmasını beklemişti jenna ancak sanki her su molekülü Gılgamış'a itaat etmiş ve oradan uzaklaşmıştı. Zemin kupkuruydu. Efsanelerde anlatılırdı ama böyle bir şeye ilk şahit olmuştu jenna. Deniz avantajını da elinden aldığıma göre artık başlaya biliriz dedi ve gökyüzünde binlerce ok mızrak kılıç benzeri silahlar belirdi. Gılgamış eliyle işaret verdikten sonra büyük bir hızla kırlangıca hızlandılar. Kırlangıç ise olabilecek en gür sesiyle atış serbest diye bağırdı ve bir anda gayepten gelen top mermileri kırlangıca doğru gelmekte olan silahların üzerine yağdı. Silahlarını yoktan var edebilen tek sen değilsin kral bende eski gemimin silahlarını kullana biliyorum. Gılgamış daha kaptan konuşmasını bitirmeden tekrar aynı saldırıyı yaptı ancak sonuç yine değişmedi. Yoktan var olan top mermileri yine silahları yok etti. Kırlangıç neden bunu iki erkek gibi halletmiyoruz aşağı gel ve benimle dövüş dedi. Gılgamış güldü sen kılıcıma layık değilsin öyle olsun işini çabuk bitireceğim. Gılgamış yere indi elinde kızıl ışıkla parlayan bir kılıç vardı. Kırlangıçta karaya oturmuş gemiden atlayıp yere indi kılıçlarını çekip saldırmaya başladı. Gılgamış sadece savunma yaptı. Saldırı sırası Gılgamış'a gelince kılıcını kaldırıp kırlangıca doğru savurdu. Gılgamış yavaştı kırlangıç üç adım geriye sıçrayarak saldırıyı savuşturduğunu düşündü ancak saldırının arkasından gelen rüzgâr dalgası kırlangıcın otuz kırk metre geriye uçmasını sağladı. Lastik bir top gibi seken kırlangıç yerinden kalkmaya çalışıyordu. Gılgamış sanki kırlangıcın yanına ışınlanmıştı. Tek eliyle havaya kaldırıp kırlangıca tüm gücüyle yumruk attı. Kırlangıç yine otuz kırk metre geriye uçtu. Gılgamış daha bebekken ayı ve aslanlarla güreşen bir çocuktu. Kırlangıç kaybedeceğini anlamıştı. Bu savaş onun sonu olacak gibi duruyordu en azından son bir kez daha mediea ya bakmak istedi. jenna onu büyük bir dehşetle izliyordu. jenna ile göz göze gelince gülümsedi kaptan yere kan tükürüp koluyla ağzını sildikten sonra bu suratta ne kadın ben sadece babana teslim olurum dedi yerden kalkmaya çalışırken. Kendi kendine yüce yedi deniz, babamız... İzin ver kılıcın olayım. Sana ihanet edenlere, karşı gelenlere korku ve ölüm getireyim. İzin ver düzensizliğinin dalgalarında onları boğayım diye dua etti. O anda etrafı nereden geldiği belli olmayan kuşlar doldurdu. Bu kuşlar kırlangıçtı. Kaptanın etrafında büyük bir hızla girdap gibi dönüyor kanat çırpışlarıyla etkili bir rüzgâr oluşturuyorlardı. Kaptanı havaya kaldırıp geminin güvertesine çıkardılar. Sürekli yeni kırlangıçlar geliyor sayıları binleri milyonları buluyordu. Kırlangıçlar bir girdap oluşturarak koca gemiyi kaldırdılar. Gılgamış hiç bir şey yapmadan olup biteni izliyordu. Artık tek uçabilen korsan Van der Decken değil dedi kırlangıç eski gücünü toplamıştı. Simdi sıra denize ihanet edenleri cezalandırma vaktinde diye ekledi. Havada uçan tüm kırlangıçlar hızlarını arttırdılar hızla dönmeye başladılar. Her biri birer top güllesine dönüşüp yağmur gibi Gılgamış'ın üzerine yağdı. Ortalık toz bulutuna döndü göz gözü görmüyordu. Toz bulutu dağıldıktan sonra Gılgamış'ın hasar aldığını ancak hala ayakta olduğunu gördüler. Gılgamış sinirden küplere binmişti. Aşağılık terörist simdi beni kızdırdın sana gerçek bir kralın gücünü göstereceğim diye haykırdı. Ve birden binlerce savaşçı belirdi savaş düzeni almış devasa ordu binlerce kişiden oluşuyordu Gılgamış ilk kahraman ruhu ve tanrı kral olduğu için devasa bir orduya sahipti. Piyadelerden süvarilere, kuşatma aletlerinden büyücülere, generallerden kahramanlara ortalık mahşer yerine dönmüştü. Ordu muazzam bir düzen ve taktik anlayışıyla dizilmişti. Kırlangıç güldü ordusu ne kadar büyük olursa olsun kralların sonu hep aynıdır demedim mi ben sana dedi. Ben yedi denizin yeni sözcüsü kaptan kırlangıç denizin tüm evlatlarına emrediyorum bu savaşta yanımda olun diye dua etti. O an ilk korsanlar olan Fenikelilerden bu yana yaşamış ve denize tapan tüm korsanlar çağrıya cevap verdi. Gılgamış'ın düzenli ordusunun karşısında rastgele ancak gururla dikiliyorlardı. Palalarını kılıçlarını tabancalarını çekmiş kana susamış şekilde saldırı emrini bekliyorlardı. henry morgan, william kidd, kara sam, nazik bonnet, karasakal, calico jack, Amy Fortune, barbosa, erlend eindridesson, vampir joe gibi binlerce tanındık tanınmadık kaptan ve mürettebatı çağrıya cevap verdi. Gılgamış ordusunu ateşlemek için bir konuşma yapıyordu. Yanı başında duran altar kırlangıca sende bir konuşma yap onlara vaatlerde bulun savaşacak bir amaç olursa korsanlar daha ateşli savaşırlar dedi. Bir korsan ne ister acaba diye düşündü kırlangıç. Kırlangıç ben yedi denizin yeni sözcüsü kaptan kırlangıç diye bağırdı korsanlara. Artık korsanlık zamanı geçti buraya sizleri son onurlu bir savaş için davet ettim. Bende sizler gibi bir savaş için buradaydım. Sonunda en büyük dileğin gerçekleşeceği bir savaş. Bir korsan hayatını kan, altın ve orospular için harcar işte bu yüzden sizlere denizin kalbinde huzur vaat ediyorum. Nancy'nin kızlarını vaat ediyorum. Benimle misiniz diye sordu. Korsanlar hep bir ağızdan sevinç çığlıkları atarak şarkılar söylemeye başladılar. I know of a tavern not far from here Where you can get some mighty fine beer The company's true and the wenches are pretty It's the greatest damn place in the whole of the city If you're looking for crewmates, you'll sure find 'em there Cutthroats and lowlifes and worse I should dare Ol' Nancy don't care who comes to her inn It's a den of debauchery violence and sin So come take a drink and drown your sorrows And all of our fears will be gone till tomorrow We'll have no regrets and live for the day In Nancy's Harbour Cafe If you're looking to go on a glorious quest There's a man there who knows of an old treasure chest For some pieces of eight and a tankard of ale He'll show you the map and tell you it's tale And then there's Nancy, the lovely barmaiden She may be old but her beauty ain't fading Ol' Nancy don't care who comes to her inn It's a den of debauchery violence and sin So come take a drink and drown your sorrows And all of our fears will be gone till tomorrow We'll have no regrets and live for the day In Nancy's Harbour Cafe Konuşmalar bitince sonunda ordular karşı karşıya geldiler ve birbirleri üzerine koşmaya başladılar. Gılgamış karşısındaki orduyu hafife alarak özel bir taktik hazırlamadan ordusunu ileri sürdü. Ancak korsanların birkaç özel yeteneği vardı. karasakal calico jack ve kara sam çok iyi dövüşçüydüler. Savaş alanında hızla hareket ediyor zevk için öldürüyorlardı. Amy fortune kadın olmasına rağmen kendi boyu kadar ateşli bir silah taşıyor ve silahla bombalar atıyordu. Vampir joe ise savaş alanının en kanlı adamıydı. Neredeyse çıplak ve kana bulanmış halde silahsız etrafta koşturuyor. İnsanları elleri ve dişleriyle parçalıyordu ve kalplerini yiyordu. Hem düşmanının hem de kendi kanı ile kırmızıya boyanmıştı çünkü boş kaldığı an kimseye zarar veremiyorsa kendine zarar veriyordu. Ve daha binlerce tanınmış tanınmamış korsan savaş alanına dehşet saldılar. Savaş çok kanlı geçiyordu. Sonunda kırlangıç ve Gılgamış tekrar karşı karşıya geldiler. Bu sefer kırlangıçta Gılgamış kadar güçlüydü. Kılıçlarının darbesini durdura biliyor karşı saldırı yapabiliyordu. Önceki gibi tek taraflı bir savaştan çıkıp ikili hızlı bir mücadeleye dönmüştü dövüşleri. Yaklaşık 5 dakikalık birbirini tartma evresinin ardından ilk ciddi saldırısını yapan Gılgamış oldu. Bir darbede kaptanın kolunu kopardı. Ancak kol yere düşmedi kaptanın bedeni suya dönüşüp kopan kol ile tekrar birleşti. Gılgamış ilki gövdesine ikincisi boynuna olmak üzerek iki kez tekrar saldırdı. Ancak kılıç sadece suyu kesmekten öte gidemedi. Artık denizin sözcüsüyüm bedenim denizden diye açıkladı kırlangıç hızla Gılgamış'ın iki kolunu koparırken. Kırlangıç sağ elindeki kılıcını ile aşağıdan yukarı doğru savurmuş ve Gılgamış kolunu kesmişti saldırısına devam edip yukarıdan aşağı bir darbeyle diğer kolunu da koparmıştı. Bu darbeden sonra hemen yanlarında kutsal kâse belirdi. Kâse oldukça sıradan gözüküyordu. Kaptan Gılgamış'ı tutup kafasını keserek kanının kâsenin içine akmasını sağladı. Gılgamış'ın kafasını koparan kaptan kelleyi koşarak savaş gemisinin burnuna astı. Gılgamış'ın adamları yenilgiyi kabul edip teslim oldular. Savaşı kazanan korsanlar zafer çığlıkları atıp şarkılar söylüyorlardı. When I come back from a mighty quest I have no need for sleep or rest I head to a tavern for a drink And get so drunk I cannot think A wench by my side, a jug of mead These are the things that I most need So I sit back and sing this song And drink and party all night long (Hey Hey) I want more wenches (Hey Hey) More wenches and mead (Hey Hey) I want more wenches Lots of wenches is what I need (x2) When I come back from a mighty quest I have no need for sleep or rest I head to a tavern for a drink And get so drunk I cannot think A wench by my side, a jug of mead These are the things that I most need So I sit back and sing this song And drink and party all night long (Hey Hey) I want more wenches (Hey Hey) More wenches and mead (Hey Hey) I want more wenches Lots of wenches is what I need (x2) (Hey Hey) I want more wenches (Hey Hey) More wenches and mead (Hey Hey) I want more wenches Lots of wenches is what I need (x2) Kırlangıç jennaya dönüp sanırım kâseyi yok edince bende yok olacağım. Son sözlerini söylemelisin artık vedalaşma vakti dedi. jenna kaptana sarıldı. Bir süre öyle kaldıktan sonra öpüştüler. Kırlangıç jennanın gözlerine tutkuyla bakıyordu. Keşke seninle bir ömür geçirebilseydim dedi jennaya. O an bir ışık huzmesi belirdi. Birkaç saniyeliğine gözleri kör etti. Ne olup bittiğinin farkına varan kırlangıç ahh ben kuş beyinli sarhoş bir korsanım dedi. jenna dur biraz bir yanlışlık var dedi. Dilek gerçekleştiğinde bir patlama olmalı ve binlerce insan ölmeliydi dedi. Yoksa zaferinizi kutlamak için bir patlama olsun mu istedin dedi elsevir ve durumu açıklamaya başladı. Kâse dilekleri gerçekleştirmek için insan yaşamını feda eder. Ancak siz en güçlü kahramanı Gılgamış'ı öldürdünüz. Onun hayatı binlerce insana bedel zaten işte bu yüzden kimse ölmedi. Neyse amacımıza ulaşamadık ama en azından bir felaketle sonuçlanmadı mutlu çiftleri yalnız bırakıyorum. Dört sene sonra yeni savaşta kâseyi yok etmeyi tekrar deneriz. Bir sonraki savaşta bana tekrar yardım edecek misin altar diye sordu elsevir. Altar ''Kaptan Altar'' kadın diye düzeltti ve evet memnuniyetle ederim diye cevapladı elsevir karanlıkta kaybolurken. Kırlangıca dönüp sanırım bizimde gitmemiz gerek zamanımız doldu kaptan kızıma iyi bak ona sadece denizin sözcüsü layık olabilir dedi ve parlayarak yok oldu. son Sedat Lethe
  10. Merhaba arkadaşlar burada özgün bir çalışma yayınlıyorum. Etkilenmediğim bir şey yok dersem yalan olur. Hikayenin tanıtım kısmını buraya ekliyorum. Başlayalı fazla bir süre olmadı. Çoğu isim ve tanımların gerçek anlamlarından yararlanılmıştır. Mesela Radford ismi Kızıl geçitten gelen anlamına gelir. İleride bunun ne demek olduğunu anlayacaksınız. Geri kalan kısmı alttaki linkten okuyabilirsiniz. Daha fazlasını yayınlamak isterdim ama telif hakların korunamayacağından bunu yapamam. Sonuna kadar devam ederseniz hoşuna gideceğini inanıyorum. Burada hikayenin özelliklerinden bahsediliyor. Azda olsa spoiler içerir. Güç sistemi insanlarda şöyle ayrılıyor. 1-Savaşçı: Dört temel ilkesi vardır. a) Kaplama(Ken):Ruh aurasıyla bedeni sarmalamasına olanak sağlar. Bu fiziksel saldırlara karşı büyük oranda direnç sağlar. Ayrıca insanların uzun yaşamasına sebep olur. b)Boşluk:Ruh aurasını engelleyerek varlığını gizler ve bir ölçü de kişinin güç toplamasına sağlar. c)Arıtmak(Zen):Ruh aurasını güçlendirmeye yöneliktir. Kuvveti artırmak için önemli bir yetenektir. d)Eylem(Yen): Ruh aurasını dışa doğru salınımıdır. Bazı savaşçı klan aileleri özel güçleri de mevcuttur. 2-Büyücü: İrade gücüne sahiptirler. Bir şeyi hayal edip gerçekleşmesini sağlarlar. Her hayal ettiği şeyin gerçekleşmesi ancak gerekli büyü dizilimleri bilmekle olur. Gerekli büyü dizilimlerini asalara yükleyebiliyorlar. Asasız büyü yapmak hem zordur, hem de o kadar büyü dizilimi akılda tutmak kolay olmayabilir.Bunlarda kendi aralarında ayrılabiliyor ve ayrıca destekleyici yada hizmetçi denilen summoner çağırabiliyorlar. a)Necromancer: Ölüm ve ölülere yönelik büyüler üzerine yoğunlaşmış büyücüdür. Büyüleri genelde direk öldürme, hastalık vererek zayıflatma, ölmüş olanları dirilterek emri altına alma veya diğer ölüleri kontrol etme üzerinedir. Eranbor kıtasında yasaklanmıştır. b)Pyromancer :Ateşe hükmeden büyücülerdir. Kundaklama ustası kabul edilir. Büyük bir alev çıkartarak savaşta en büyük hasar veren büyücülerdir. c)Crymancer: Buza hükmeden büyücülerdir. Buz topu, mızrağı , tuzakları ve şiddetli buz fırtınalarıyla ünlüdür. Zemini buz mızraklarıyla kaplayarak süvarilere çok büyük zarar verdirir. d)Warlocks: Karanlık büyü sanatının efendisidir, ateş ve gölge büyü gücünü kullanmayı iyi bilirler. Summoner genelde iblis türünden olup diğer büyücülere göre daha fazla çağırabilirler. e)Bloodmancer: Büyücüler genelde eşit takas kanuna uyarak mana denilen ruh havuzundan harcadıkları güçle açığa çıkartırlar ama bloodmancer türündeki büyücüler kendilerinin veya müttefiklerinin kanını tüketerek şeytanlardan daha fazla güce erişmeye çalışırlar. Karanlık ayinler ile bu güce ulaşmak isteyenler yaşam gücünü veya kendilerini feda etmeye hevesli insanlardır. f)Shadowmancer: Büyü kullanan suikastçılardır. İlizyon büyülerinde usta olan bu büyücülerin hakkında fazla bilgi yoktur. Hatta bazılarınca şehir efsanesi olarak kabul edilen bu büyücüler, kendilerinin yaydığı bir dedikodu mu yoksa hiç bir düşmanı hayatta kalmadığı için mi olduğu pek bilinmiyor ama kimse bu adı bilinçli bir şekilde anmakta istemiyor. g)Dragon princess: Aslında bir büyücü değilde kendileri ejderlerin eski öğretilerine adayan rahip olduklarını kabul ederler. Eranbor kıtasında kendilerine ait tapınakta hayatlarını yüzlerce yıldır sürdüren bu insanlar, halk arasında genç ve güzelliğin sembolüdür aynı zamanda kutsak bakireler olarak adlandırılırlar. Rahatsız edilmedikleri sürece hiç kimseye zararları olmaz ve ayrıca insan hayatına önem vermeyecek kadar gaddarlar. 3-Simyacılar: Eşit takas kanunun temelini kullanarak bir şey elde etmeye çalışan bilim adamlarıdır. Bir şey elde etmek için eşit değerde başka bir şeyi kaybetmek gerekir. Mesela ateş yakabilmek için oksijeni yok etmeleri gibi. Bu gibi şeyleri ancak dönüştürme çemberi kullanarak elde ederler. Bir nevi katalizör etkisi de denilebilir. Bir çember; yere çizilebilir, bir giysi parçasının üzerine işlenebilir veya üzerine dövme yapılabilir. Bu çemberler tebeşirden kana, izi çıkan herhangi bir maddeyle çizilebilir. Her büyücü savaşçı olabilir ama her savaşçı büyücü olamaz. O yetenek ancak elli binde bir ortaya çıkar. Simyacılarda bir o kadar nadirdir. Gerekli araştırmalarını kimselere açıklamazlar çünkü kendilerine rakip olarak başkalarını istemezler. Büyücüler, savaşçı olmayla alakaları yoktur. Simyadaki gibi kendilerini değerli araştırmalara adarlar. Seviyeler 1-100 kadar gider. Her seviye belli bir tecrübeyle veya meditasyonla(zenle) kazanılabilir. 100. seviyeden artık efsaneler başlar. Sadece büyücülerin becerileri(skill) seviyesi mevcuttur. Bunu kullandıkça yüze kadar artırma yolunda gider. Eranbor kıtasında güçlü bir imparatorluk ve 44 tane devletçik vardır. İmparatorluğun buyruğundaki bu devletçikler kendi aralarında çatışmalar mevcuttur. Aynı kıtada iki güçlü devlette bulunmaktadır. Ayrıca keşfedilmemiş bölgeye sınır olan bu kıtanın diğer uygarlıkların istilasına uğrayabiliyor. Güçlü Tarikatlar,Ticari Birlikler, Büyülü hayvanlar ve Başka diyarlarda kitabı takip ettikçe göreceksiniz. Hikaye belirli kısımlara ayrılıyor. Mesela İlk dört bölüm çocuğun babasıyla alakalıdır. Sonraki sekiz bölüm ise büyüme ve güçlerini keşfetmeye başlamasıdır. Bu yazdığım özellikleri ilk seferde göremeyebilirsiniz çünkü ana karakter yeterli donanıma başlangıçta sahip değildir. https://www.wattpad.com/story/42122859-kahramanlar-%C3%A7a%C4%9F%C4%B1 Bu arada hikaye içi yorum ve oylarınızı esirgemezsiniz umarım. Biraz bencilce olabilir ama hikayeyi devam ettirmek adına beni hırslandırıyor. 14 bölüm yayınlanmıştır.
  11. Öncelikle selamlar, "Legendary Moonlight Sculptor" Light Novel'ından etkilenip yazmaya başladığım sanal gerçeklik kurgusunu en azından bir kaç kişinin görüp ve değerlendirmesini istedim.Bir kaç açıklama yapayım ilk önce oyunun adı "Be a ..." anlamsız gelebilir onun için ilk başta bunun hikayesini vermek istiyorum. "Oyunun yapımcısı Atlantis Game oyunu bitirdikten sonra bir isim tartışması içine içine girmişti en uygun görülen isim 'Be a Emperor' olmuştu.Bu isim kararlaştırdığında oyunun yapımında yer alan bilim adamlarından biri aniden yerinden kalkıp etkileyici bir konuşma yapmıştı; 'Oyunculara imparator olmak,kral olmak gibi hedef koymak çok yanlış.Biz bu oyunu yaparken sınırsız bir dünya geliştirmeye çalıştık hayallerimizin ötesindeki bir dünya ve onlarada hayallerinin üstündeki bir dünyada hayallerinin üstünde bir yaşam fırsatı verelim ve oyunun ismini 'Be a ...' yapalım.Bırakalım bu boşluğu onların hayal güçleri ve arzuları doldursun' Bu fikirler herkes tarafından kabul edilip oyunun ismi 'Be a ...' olarak onaylanmıştı." Türler: Sanal Gerçeklik,Aksiyon,Macera,Romantizm(ilerleyen bölümlerde) Bölüm 1-Kurna Okçuluğu Bölüm 1 Barlas liseyi bitirdikten üniversiteye gitmemeyi seçen 18 yaşında bir gençti.Her zaman farklı arayışlar içindeydi.Öğrenciliği bırakmasının üstünden 3 ay geçmişti.3 ay boyunca gelecek planları yapıp hepsini basit veya sıkıcı bulmuştu. Arayış içinde olduğu günlerden birindeydi. İnternette gezinirken heryerde reklamı olan "Be A ..." oyununun reklamını görmüştü. Ünlü sanal gerçeklik oyunu "Be A ..." her kanalda reklamları dönen hatta bazı kanalların günlük 1-2 saatini bu oyunun gelişmelerine harcadığı popülerlikte bir oyundu. Bu güne kadar onda hiç merak uyandırmayan bu oyun bir anda aklını kurcalamıştı. Ve reklama tıkladı; ANASAYFA ÜYE GİRİŞİ FORUM OYUN HAKKINDA OYUNU SATIN AL RESMİ AÇIK ARTTIRMA İLETİŞİM Karşısına bir menu çıktı. İlk dikkatini çeken Resmi Açık Arttırma olmuştu. Yeni sekmede Resmi Açık Arttırmayı açtığında şok olmuştu. Bazı oyun içi eşyalara verilen teklifler 3bin dolar üzerindeydi. Ve bu eşyalar oyuncular tarafından gerçek parayla satılıyordu. Barlas siteye gözlerindeki ışıkla bakarken Napolyon edasıyla bağırdı; "Para,Para,Para!" Hemen Oyunu Satın Ala tıkladı ve küçük bir şok daha geçirmişti. Oyunun ve özel başlığının fiyatı 2bin dolar oyunun aylık ücreti ise 200 dolardı.Barlas bu sefer kira parasını denkleştirememiş bir kiracı edasıyla hayıflandı; "Para,para,para..." Bilgisayarını değiştirmek için biriktirdiği para oyunu ve başlığını karşılıyordu. Ama oyunun aylık ücreti onu düşündürmüştü. İlk 5-6 ay oyundan para kazanamayacağının farkındaydı. Barlas ailesinin yanında yaşıyordu. Ayrı bir eve çıkıp özgür bir hayat hayalleri olsa bile değil ev geçindirmek ailesinin verdiği haftalığa bile muhtaçtı. Ailesinden haftada aldığı para 100 liraydı. Şimdilik oyunun aylık bedelini karşılasada doların değerinin yükselmemesi için dua etmekten başka bir şansı yoktu. Ve hemen bir üyelik alıp sipariş butonuna tıkladı. Hemen oyunla ilgili forumlarda araştırmalarına başlamıştı. Kısıtlı İngilizcesi onu biraz zorluyordu. "Be A ..." oyununun Türkiye'de 200bin kayıtlı oyuncusu vardı ve dünya genelinde bu sayı 20 milyondu. Türk forumlarında başlangıç bilgilerini bulabilsede ileride bu forumlardan pek faydalanamayacağının farkındaydı. Ama bu konuda onun kafasını rahatlatan şey oyunda mükemmel bir çeviri sistemi vardı. Oyunda her dil çevriliyordu bu sayede 20 milyon oyuncu birbiriyle bağlantı kurabiliyordu. Araştırmalarını yaparken saat çok geç olmuştu. Perdeyi açıp dışarıya baktı Güneş çoktan yükselmeye başlamıştı. Pencereyi açtı derin bir nefes aldı hafif sabah esintisi 1 yıldır kesmediği saçlarını okşadı ve yüzünde hafif bir gülümseme oluştu; "Bizimkler uyanırlar şimdi yatayımda laf yapmasınlar." *** Zilin çalışıyla uyanmıştı.Duvardaki saate baktı gözleri tam açılmıyordu.Saat sabahın 9'uydu daha yatalı nerdeyse 4 saat bile olmamıştı.'Bizimkiler çıkmıştır' diye düşündü. Barlas'ın annesi ilkokul öğretmeni, babası devlet memuruydu. Yavaşça yuvarlandı.Yatağındaj düşünce biraz kendine geldi. Büyük alaycı bir gülümsemeyle bağırarak çalan kapıya doğru koştu; "Ne güzel bir sabah (!)" Kapıyı açtı ve karşısında kargo şirketinden birini gördü. 'Bu kadar erken mi geldi?' "Barlas Yağız için kargo var." "Evet,buyrun ben Barlas Yağız!" Barlasın sesi mutlulukla gür çıktı. "Şuraya bir imza atar mısınız?"Kargocu Barlas'ın bağırmasından biraz ürkmüştü. Bu formalite konuşma anında bile Barlas sabırsızlanıyordu. Sonunda oyun ve başlık gelmişti. Başlığı hemen yatağının yanında ki prize taktı ve dalış tuşuna bastı. *** Kafasının içindeki bir ses ona açıklamaları yapıyordu. "İlk olarak ırkınızı seçiniz, ırklar hakkında açıklama yapmamı ister misiniz?" "Hayır, İnsan ırkını seçiyorum." Barlas dün gece yaptığı araştırmalardan dolayı bilgiliydi. "Anlaşıldı.Şimdi başlıyacağınız Krallık ve Şehrini seçiniz,krallıklar ve şehirler hakkında açıklama yapmamı ister misiniz ?" "Gerek yok, Pinke Krallığı'nın Bromma Şehri'ni seçiyorum." "Anlaşıldı.Son olarak oyunda kullanacağınız ismi seçiniz.Aynı isim bir çok defa seçilebilir yani istediğiniz ismi seçebilirsiniz." "Bana bir isim öner !" "Alers, Pinke Krallığının-" "Açıklamaya gerek yok,Alers ismini kabul ediyorum." "Oyuna bağlabilirsiniz,'Be a ...' dünyasına hoşgeldiniz." Büyük bir ışıkla ışınlanma başlamıştı.Alers kendine kalabalık bir şehrin ortasında buldu ve kalabalıktan nefret ettiğini anımsadı bir anlığına. Oyundakii ilk görev her zaman Başlangıç Akademisine gidip bir silahı veya bir büyü türünü kullanmayı öğrenip onda Başlangıç Aşamasına gelmekti.Alers "Çanta" diyerek çantasını açtı.Çantasında 5 acemi can iksiri,5 ekmek ve Bromma Şehri Haritası vardı; "Hemen Başlangıç Akademisini bulup ordaki işimi bitirip avlanmaya başlamalıyım." Ve Alers haritada gösterilen yere doğru yürümeye başlamıştı. Alers haritada gösterilen yere geldiğinde iki kapı görmüştü. Başlangıç Büyü Akademisi ve Başlangıç Silah Akademisi Alers bir saniye bile düşünmeden Başlangıç Silah Akademisine yöneldi. İçeride bir çok yeni oyuncu ve eğitmenler vardı ama oradaki yaşlı bir adam gümüş saçları,dev cüssesi ve parlak gümüş zırhıyla adeta ben buranın patronuyum diyordu.Alers hiç kimseye bakmadan direk yaşlı adama yöneldi; "Hey yaşlı adam buranın patronu sensin galiba."Alersın bu sözleri söylerken yüzünde kurnaz ve şeytani bir tebessüm vardı. Yaşlı adam istifini bozmadı; "Evet,ben Başlangıç Silah Akademisinin Baş Eğitmeni Meron.Silah eğitimi almaya geldin galiba yeni maceracı." Alers baş eğitmenin cevabından aşşağı yukarı baş eğitmenin karakterini çözmüştü hemen yüzündeki şeytani tebessümü silerek tek dizinin üstüne çöktü; "Evet Baş Eğitmen Meron silah eğitimi almaya geldim ama silah eğitimimi diğer eğitmenler yerine sizin gibi büyük bir ustadan alırsam bu benim için çok büyük bir onur olur." "Benim eğitimim zordur eğitimimden başarıyla geçen pek kişi olmadı bilesin." "Ne derseniz yapmaya hazırım efendim!"Alers'ın sesi eğitim binasını titretmişti. "Demek öyle söylediklerimin gerçekliğini yavaş yavaş anlayacaksın. Şimdi duvarda asılı olan silahlardan eğitimini almak istediğini seç."Alers duvara doğru bir bakış attı ve duvara doğru yürümeye başladı. İlk başta eline bir yay aldı sonrada iki tane kısa kılıç indirdi duvardan. Yayı ve iki kılıcı göstererek ; "Yay ve çift el kısa kılıç kullanımını öğrenmek istiyorum baş eğitmenim!" Baş eğitmenin yüz hatları Alersla karşılaştığından beri il kez şekil değiştirmişti.Ardından bir kahkaha patlattı; "Hahaha, senin gibi bir ahmak buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu." "Be A ..." oyununda genellikle bir büyü türü veya bir silaha yoğunlaşılırdı.İki silaha yoğunlaşmak bazıları tarafından zayıflık olarak görülüyordu. *** "İlk olarak okçuluk eğitiminden başlıyacağız.Normalde bu eğitimi bitirme süresi olarak bir hafta verirdim ama sen iki silah seçtin yani okçuluk için sana verdiğim süre 4 gün. Şimdi sana tekniğini göstereceğim." Baş eğitmen Meron ağır plaka zırhını çıkardı ve içinde oklar olan sadağı beline taktı. Alers biraz şaşırdı Akademiye gelirken gördüğü okçuların hepsinin sadağı sırtında takılıydı; "Baş eğitmen sadağı sırta takmak daha doğru değil mi?" "Hahaha, ben okçuluğu Pinke Krallığı'nda öğrenmedim maceracı,ben okçuluğu Fassel Dağının arkasındaki Özgür Şehir Kurna'da öğrendim yani en yetenekli okçulardan öğrendim.Şimdi beni iyi izle." Baş eğitmen belindeki sadaktan oku aldı yayın sağ tarafına yerleştirdi,baş parmağıyla yayın ipini çekti ve bıraktı.Sonra Alers'a dönerek açıklamalarına devam etti; "Oku yayın sağ tarafından atmak nişan almayı zorlaştırır ama daha seri atışlar yapabilirsin. Nişan almayı kolaylaştırcak bir ipucuda vereyim sana, sadece gözünle değil kalbinlede nişan al." Bir atış daha yaptı baş eğitmen ve eğitmenlerden birine emir verdi; "Benim arazime 5bin talim oku ve 5 talim yayı gönderin! Sende beni takip et maceracı." *** Uzun bir mesafe yürüdükten sonra ortasında küçük bir ev olan büyük bir araziye gelmişlerdi. Alers etrafı incelemeye başlamıştı ama tamamen ıssız bir araziydi bazı yerlerinde korkuluklar vardı ve birde evin yanın bir su kuyusu. Baş eğitmen eğitmenlerine bakarak emretti; "Okları ve yayları kuyunun yanına bırakın!" Baş eğitmen kuyunun yanına kadar yürüdü ve durdu Alers hemen arkasındaydı. Alersa bakarak; "Korkulukları görüyor musun maceracı ?" "Görüyorum, bu arada bana Alers derseniz çok mutlu olurum efendi." "Pekala öyle olsun Alers. Şimdi beni iyi dinle. İlk korkuluk burdan 100 metre ilerde 5 tane korkuluk var senin görevin ilk 4 korkulukta. Birinci korkuluğun başına 10 vücuduna 15 ikincinin başına 10 vücuduna 20 üçüncünün başına 10 vücuduna 25 ve son olarak dördüncü korkuluğun başına 10 vücuduna 30 ok atmak zorundasın. Bunun için 5 yayın 5bin okun ve 4 günün var." Kurna Okçuluğuna Giden Yol 100 metre kafa 10 vücut 15 200 metre kafa 10 vücut 20 300 metre kafa 10 vücut 25 400 metre kafa 10 vücut 30 Görev Zorlugu:Özel Sınıf Seçimi Görev Ödülü:"Kurna Okçulugu" sınıfı ve görevin başarısına göre eşya Görev Zamanı:4 gün Kabul Et|Reddet "Hemen başlıyorum efendim!" "Kurna Okçuluguna Giden Yol" görevi kabul edildi. Bölüm 2-Şair Patron Bölüm 2 Baş eğitmen Meron Alers'a görevi oyun saatiyle akşamüstü 6'da vermişti.Görevi verdikten sonra evine çekildi.4 saat boyunca atılan okların sesini dinledi evinden, onun için atılan her okun sesi taklit edilemeyecek bir notaydı.Ama şuan çalan parça güzel bir kahramanlık öyküsünden çok bir sarhoşun müzisyenin elinden arpı zorla alıp çalması gibiydi.Ve sonunda ses kesilmişti. 5 saat sonra Baş eğitmen gecenin karanlığını ve sessizliğini yaran ok sesleriyle uyandı.Bu seslerde bir ritim,bir hikaye vardı.Azmin ritmi! Camından yavaşça baktı.Su kuyusunun yanında ufak bir ateş vardı ve ateşin yanında gecenin ayışığı ve ateşle aydınlattığı Alers vardı.Yarı uykulu baş eğitmen rüya gördüğünü düşünerek tekrar yatağına yattı. *** Sabah olmuştu ve güneş çoktan yükselmişti.Baş eğitmen Meron yatağından kalktı ve ilk aklına şey gece görüdğü rüya olmuştu.Kuyaya gidip yüzünü yıkamak için kapıyı açtığında bir şokla karışılaştı.Korkulukların üstü ve yanlarında zemin okla dolmuştu.Alers'ın terden sırılsıklam olmuş başlangıçta verilen pantolonu ve gömleği kuyunun yanındaydı ama Alers görünürde yoktu. "Bu çocuk 15 saat hiç durmadan ok mu attı ? Yani gece gördüğüm şey rüya değildi.Birgün içinde böyle birşey yapmak ahmak olduğunu sanıyordum ama bir canavar çıktı." Alers baş eğitmenin arkasından koşarak yaklaştı. "Baş eğitmen performansımı nasıl buldunuz ?" Alers sözlerini alaycı bir biçimde söylesede titreyen kolları farkedilmeyecek gibi değildi. "Beni gerçekten etkiledin Alers.Şimdi beni burada bekle sana vermek istediğim bir kaç şey var." Baş eğitmen eve girdi 5 dakika geçmeden evden çıkmıştı. "İşte bunlar." "Kurna Okçuluğuna Giden Yol" görevi başarılı. Kurna Okçuluğu sınıfını öğrendiniz. Basit Kurna Yayı kazandınız. Kurna Ok Sadağı kazandınız. Yenilenme İksiri kazandınız. "Sana iyi bir yay veremedim ama Başlangıç Akademisi'nde verilenlerden daha iyi bir yaydır bu ve Yenilenme İksiri'ni hemen iç kollarının titremesini geçerir ve enerjin yenilenir." "Teşekkürler!" Alers Yenilenme İksiri'ni hemen içti ve yayı eline aldı. "Bilgi!" Basit Kurna Yayı Saldırı:17 Dayanıklılık: 40/40 Baş eğitmen Meron tarafından yapılmış bir basit yay. Gereklilikler: Level 1,Okçu sınıfı Özellikler: Güç +5 Yayın saldırı başlangıç için çok iyiydi ve başlangıçta özelliğe sahip bir yaya sahip olmak çok nadirdi.Alers ardından sadağı beline taktı. "Bilgi!" Kurna Ok Sadağı Kapasite: 30 ok Kurna işlemeleriyle süslenmiş ok sadağı.(Bele takılır.) "Son olarak Alers yeteneğini gördükten sonra sana çift kılıç kullanımının yani Kılıç Dansı'nın bir tekniğini öğretmekten vazgeçtim" Alers küçük bir şok yaşamıştı. "Neden !? Bu benim için çok gerekli birşey lütfen öğretin!" "Beni yanlış anladın Alers sana Kılıç Dansı'nı öğreteceğim ama kalıplaşmış bir tekniğini göstermeyeceğim sadece kılıcın basitlerini göstererek zaman içinde kendi Kılıç Dansını yaratmanı istiyorum." Alers'ın gözleri parladı. "Çok teşekkür ederim efendim!" "Basitleri öğrenmek birkaç saatini almaz başlıyalım!" *** Kılıç Dansçısı sınıfını öğrendiniz. 2x Demir Kısa Kılıç Kazandınız. Kılıç dansı Alers'a basit gelmişti çünkü sadece Meron'ı taklit ederek kılıcın temellerini öğrenmişti.Meron ondan kendi Kılı. Dansı'nı yaratmasını istiyordu. "Alers şimdi beni iyi dinle.Böyle bir eğitim aldıktan sonra avlanmaya tavşanlardan ve tilkilerden başlaman doğru olmaz.Batıdaki yolu takip et goblin mağarasına varacaksın.Git ve patronlarını öldür.Biraz yeşil kan akıt!" "Hemen yola çıkıyorum baş eğitmen." "Bana artık baş eğitmen deme eğitimin bitti. Biliyorsun benim adım Meron." "Hemen yola çıkıyorum Meron!" Alers Meron'ın bir yapay zeka olduğunu bilmesine rağmen ayrılırken biraz üzülmüştü. *** "Goblin mağarası burası ha ?" Alers yarım saatlik bir yürüyüşle goblin mağarasına varmıştı.Üstünde hala başlangıçta verilen gömleği ve pantolonu vardı ama eğitim sırasında kazandığı statlar ve iyi bir yayı vardı. "Hadi girelim!" Goblin Mağarasına Girdiniz.(10-20 Level) Alers mağarada biraz ilerledikten sonra 3 goblin görmüştü.Eğildi ve yayını eline aldı.Nefesini tuttu bu onun canlı bir şeye ilk ok atışı olacaktı.Yayına gerdi ve bıraktı. Zppp! Ok goblinin ensesinden girip boğazından çıktı.Yeşil bir kan akmaya başlamıştı. Level atladınız Level atladınız. Gizlenme Yeteneği Lv.1 elde edildi.Saklandığınızda ses çıkarsanız bile %1 ihtimalle farkedilmezsiniz. Diğer 2 goblin Alers'ı farketti. "İnsan,insan !" "Pislik seni öldüreceğim !" Goblinler Alers'a doğru hareketlenmeye başlamışlardı.Alers'ın gözünde paytak goblinlerin korkuluktan bir farkı yoktu. Hemen sadağından bir ok daha çıkardı ve yayı gerip bıraktı.Öndeki goblin yavaşça dizlerinin üzerine çöktü ok kalbine saplanmıştı.Ardından bir ok daha çıkarıp arkadaki goblinin boşluğunu hedef aldı.Goblin ölmemişti.Alers belindeki iki kılıçtan birini çıkararak goblinin yanına yaklaştı ve yüzünde şeytani bir gülümsemeyle kılıcı goblinin boğazına dayadı kibarca sordu; "Patron ne tarafta ?" "Pislik insan sana patronumuzun-"Alers yüzündeki gülümsemeyle goblinin boğazını kesti.Yeşil kan bir anda heryere sıçramıştı. "Anladım,teşekkürler kendim bulurum." Alers mağaranın her yerini gezerek goblinler için bir katliam yaratıyordu ve en sonunda büyük bir kapıya ulaşmıştı.Büyük kapıyı itledi ve içerde 4 savaşçı goblin ve tahta iğrenç bir tahtta oturan şişman dev goblini gördü. 'Patron bu olmalı' Dev goblin ağzını açtı; "İnsanlar aldı yerimizi elimizden, Kırmızı kan eksik olmuştu uzun zamandır dilimizden, Bıktık mağaralara saklandık aç gözlülüğünüzden, En ufak bir merhamet bile bekleme benden!" Alers bir anada kahkaha atmaya başlamıştı,kendini durduramıyordu. "Şair bir goblin patronu ha ? O zaman sana şöyle cevap vereyim patron goblin." Alers elini başına koyarak biraz düşündü.Sonra ellerini belinde çapraz olarak asılı kısa kılıçlarını koydu ve yüz ifadesini sertleştirdi. "Doğru insan uslanmaz açgözlü bir ırktır, İnsanı bana anlatma git küçük goblinlerini kandır, Burada akacak olan sadece iğrenç yeşil kandır!" Ve Alers kılıçlarını çekti. Bölüm 3-Tebrikler! Bölüm 3 Savaşçı goblinlerin ikisi Alers'a doğru koşmaya başlamıştı.Savaş çığlığını atan Alers'da onlara doğru koşmaya başladı.Goblinlerin atağından çok ufak bir farkla kaçınıp kılıçlarından birini sağdaki birini soldaki goblinin göğsüne batırıp çıkardı.Goblinler bir anlığına darbenin etkisiyle hareketsiz kaldıklarında da çevik bir hamleyle goblin kanıyla ıslanmış kılıçlarıyla goblinlerin başını aldı.Sinirlenen goblin patronu palasını eline alarak bağırdı; "Öldürün şunu!" Alers'ın karşısında bu sefer iki goblin savaşçısı ve goblin patronu vardı.Alers'ın üstü tamamen yeşile boyanmıştı ama yüzünde hala şeytani bir tebessüm vardı.Yaklaşan iki savaşçı goblinden birini tekmesiyle uzaklaştırıp diğerinin atağını sol elindeki kılıçla karşıladı diğer goblini kılıç yerine tekmeyle uzaklaştırmasının sebebi bundan sonra gelecek şeyi tahmin edebilmesiydi.Goblin patronu çift elli palasını Alers'a doğru indirdi.Alers hemen sağ elindeki kılıcıyla karşıladı ama patronun gücü diğer goblinlerle karşılaştırılamazdı,ilk kez mağarada zorlandığını hissetti.Az önce tekmelenip yere düşen goblin tekrar Alers'a hamle yapmaya hazırlanıyordu.Alers tekrar çevikliğini kullandı.3 metrelik goblinin bacak arasından geçerek kılıçlarını hamle yapmaya hazırlanan goblinin kalbine ve karnına batırdı.Kılıçlarını goblini üstünde bırakan Alers hemen sırtından yayını çekerek goblinin sağ gözünü hedef aldı.Patron goblin sağ gözüne isabet eden okun acısıyla bağırırken goblinin vücudundan geri aldığı kılıçlarıyla diğer gobline yöneldi.Goblin elindeki kılıçla atak yaparken hamleyi karşılamak Alers'ın aklından bile geçmedi direk goblinin kolunu hedef alarak kılıç tutan kolunu kesti ve goblinin acıyla bağırırken kılıçlarıyla goblinin başını vücudundan ayırdı.Gözündeki oku çıkarmaya çalışan gobline dönerek; "Sonunda başbaşa kalabildik ha Şair?" "Beni sinirlendirerek sonunu kendin hazırladın insan!" Goblinin bağırışı mağarada yankılandı ve gözündeki oku çıkarıp atağa geçti. Alers'ın genelde kullandığı kritik yerleri hedef alarak bir iki hamlede rakibi altetme taktiği üç metrelik goblinde işe yaramazdı çünkü Alers'ın boyu bir seksendi. 'Keşke yanıma mızrak alsaydım.Oklarımla bu kalın derili canavarı alt edemem.' Alers goblinin ataklarını karşılıyordu kısa bir süre düşündükten sonra bacaklarını hedef almayı düşündü ama yinede yere düşürmek o kadar kolay olmayacaktı goblinin tek bacağı neredeyse Alers kadardı.Alers goblinin bir sonraki atağını karşılamak yerine ataktan sıyrıldı ve goblinin palası yere saplandığı anda bütün hızını kullanarak goblinin bacaklarının arasından geçerek goblinin bacaklarına kesikler atmaya başladı.Acıyla bağıran goblin palasını hemen yerden çıkararak arkasını dönerek aceleyle palasını savurdu.Bu acele hamleden sıyrılmak Alers için çok kolay olmuştu tekrar goblinin bacak arasından geçen Alers bu sefer kesiklerle zayıflattığı bacaklarına kılıçlarını sapladı ve kılıçlarını goblinin bacaklarında bıraktı ve kayarak goblin dizlerinin üzerine düşmeden önce bacak arasından geçip sırtındaki yayı çekerek yakın mesafeden goblinin kafasına üç ok attı.Goblinin tükenmekte olan can barını gördüğünde yayını tekrar sırtına astı ve gülümseyerek; "Sana sadece yeşil kanın akacağına dair bir söz vermiştim." "İbliss!!"Goblin son nefesini hakaret etmek için kullanmıştı. Alers kılıçlarını düşmüş goblinin bacaklarından alırken fısıldadı; "6 saat sonra yeniden canlanacak bir patron için gereksiz bir kin taşıyorsun dostum." Level atladınız. Level atladınız. Level atladınız. Level atladınız. Level atladınız. Çeviklik 10 arttırıldı. Patron Goblinin Kolyesi kazandınız. "16 level oldum üstüne fazladan 10 çeviklik ve bir kolye,hiç fena değil." "Bilgi!" Patron Goblinin Kolyesi Goblin patronun en değerli hazinesi.Yakutlarla süslenmiş bir kolye. Gereklilikler:Level 15,Bütün sınıflar Özellikler:Can +200 Güç+10 Dayanıklılık +10 Alers'ın yüzündeki tebessüm memnuniyetini tam anlamıyla ifade ediyordu. *** 'Demirciye uğrayıp kesinlikle yanıma bir kaç mızrak almalıyım.Fazla büyük yaratıklar sorun çıkartabilir.' Alers goblin patronuyla biraz fazla uğraştığı için gelecek dövüşlerin hesabını yapıyordu.Demirciye uğrayıp mağarada kazandığı paranın bir kısmıyla 3 basit mızrak aldı ve tam demirciden çıkarken önünde bir mesaj ekranı açıldı.Mesaja bakmadan önce etrafına baktı sanki hayat bir anlığına durmuş gibiydi.Npcler hariç hiç kimse hareket etmiyordu,mesajın sadece ona değil herkese geldiğini anlamıştı ve hemen mesaja baktı. *Tebrikler* Şuanda tam olarak ulaştığımız oyuncu sayısı 30 milyon,ben yani oyunun başmühendisi Richard Davis amacıma ulaşmış durumdayım 30 milyonluk bir dünyanın yaratılışında en büyük payın benim olmasından çok büyük gurur duyuyorum ve size yeni bir dünyanın başlagıncında selamlarımı sunuyorum.Artık gerçek diye bildiğiniz dünyayı unutmanızı rica ediyorum.Artık sizin için ve benim için tek gerçeklik burası bu fantastik dünya.Yani şimdiye kadar dediklerimin ufak bir özetini yapacak olursam şu anda bulunduğunuz yer artık bir oyunun parçası değil gerçek bir dünya. Anlayanlar için,burda ölüm sadece 5 saatlik beyaz bir odada beklemeyi ifade eder.Yani burda pek çok manada ölüm sadece 5 saat sonra yeniden canlanmakla sonuçlanır ve buradan kesinlikle bir çıkış yoktur.Size ne isterseniz olabileceğiniz bir dünya sunuyorum hatta bir dünya değil hayallerinizi,açgözlülüğünüzü sunuyorum. Şimdiye kadar söylediklerimi anlamayanlar,aşşağıdaki haberlere bakmanızı öneriyorum. "30 milyon "Be a ..." oyuncusunun esrarengiz kayboluşu." "Atlantis Game binasında katliam!Sadece o kayıp!" ** Alers neler döndüğünü aşşağı yukarı anlamış olsada hemen altta verilen haberleri açtı. 30 MİLYON "Be a ..." OYUNCUSUNUN ESRARENGİZ KAYBOLUŞU Bugün Amerika saatiyle akşam üstü saatleri "Be a ..." oyunu 30 milyon online oyuncuya ulaştı ve o andan itibaren o 30 milyon oyuncu bir anda kayıplara karıştı.30 milyon oyuncuyla beraber oyunun özel başlıklarıda hiç bir yerde bulunamıyor.Oyunda olmayan oyuncuların başlıkları bile kayboldu.Şu anda olaya hiç bir açıklama getirilemiyor.Atlantis Game ofisindeki katliamla bir ilgisi olup olmadığı hala bir soru işareti.İçerideki polislerin açıklaması bekleniyor. Alers sesli düşünmeye başlamıştı; "Nasıl yani şimdi ben evde yatakta yatmıyor muyum? Bu gerçek vücudum olabilir mi?" Şehrin içinde resmi savaşlar dışında kimsenin zarar görmediğini bildiği için Alers hemen şehirden dışarı çıktı ve belindeki kılıçlardan birini çıkararak hiç düşünmeden eline sapladı.Bir acı vardı ama gerçek bir acı değildi. "Bu kesinlikle kendi vücudum olamaz.Kan ve acı var ama yeteri kadar acı yok. O zaman kendi vücutlarımız nerede ? Neyse bu daha sonra düşünülecek bir şey." Alers hemen diğer habere baktı. ATLANTİS GAME BİNASINDA KATLİAM!SADECE O KAYIP! Oyuncuların kaybolmasının ardında polisler Atlantis Game ofisine bir operasyon düzenledi ve toplantı odasında bütün üst düzey mühendis ve yöneticelerin ölü olduğunu gördüler.Sadece bir kişi hariç oyunun başmühendisi Richard Davis! Richard Davis'in cinayetleri işlediği ve oyuncular gibi kaybolduğu tahmin ediliyor.Bir de ofiste masada Richard Davis'in bıraktığı düşünülen bir not bulundu;"Buradakiler için üzgünüm ama oyuncuların hepsi yaşıyor ama başka bir dünyada daha iyi bir dünyada.Bana inanmazsanız newworldbea.tv adresinde o dünyadan bir canlı yayın olduğunu görürsünüz." Polisler hala araştırmalarına devam ediyor ama verilen adrese girildiğinde panik içinde ki oyuncuları görmek mümkün. Alers bir süre kahkaha attıktan sonra boş alanda gökyüzüne bakarak bağırdı; "Her dahi manyak mı olur ***** *******!" Alers kahkaha atmaya devam etti. Bölüm-4 Dişi Kaplan Bölüm 4 Pinke Krallığı bir milyon oyuncunun yaşadığı küçük krallıklardan biriydi ve Bromma Pinke Krallığının başkentiydi.Krallıkta ki bütün oyuncular panik içinde Bromma Şehri'nin merkezinde toplanmıştı.Alers bundan sonra oyuncuların ne yapacağını öğrenmek için şehir meydanında dolanıp konuşmaları dinliyordu.Bazılarının yardım çığlıkları duyuluyordu; -Burda kalamam,bir karım ve 3 yaşında bir kızım var! -Ne yani bunca senedir çabalayıp kazandığım hayat boşunamıydı!Çıkarın beni burdan! -Bir şirketim var,beni burdan çıkar sana istediğin parayı veririm! Bazılarının ise sevinç çığlıkları; -Borçlarım!Borçlarımdan kurtuldum mu yani şimdi ? -Artık okula gitmek zorunda değilim! Tüm bu çığlıklar ve panik içinde şehir meydanındaki büyük savaşçı heykeline tırmanan biri görüldü.Heykelin tam tepesine çıktığında meydandaki yaklaşık bir milyon insana seslenmeyi denedi; "Beni dinleyin!Gereksiz panik yapmayın ve sağlıklı düşünün!Bu durumu kabullenmek zorundayız ve en azından kurtarılana kadar kendimize burada hayat kurmalıyız!Oyunun içinde yapabilecek hiç bir şeyimiz yok!" Bir anlık sessizliğin ardından tekrar bağırışlar yükselmeye başladı; -İn ordan gerizekalı,nasıl panik yapmamamızı beklersin! -Sevdiklerimiz diğer dünyada ve sen sadece burada yaşayıp kurtarılmamızı beklemeyi mi öneriyorsun !? Salak. Toplumu kontrole almaya çalışan adamın girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.Alers kendi içinde adama hak veriyordu. 'Dediklerin doğru ama çok yanlış bir zamanı seçtin dostum.Daha buradaki çoğu kişi durumu kabullenemiş değil yani en az 5-6 bir ay anarşi,kaos ortamında geçecek.Hemen başımı sokacak ve eşyalarımı koyacak bir yer bulmalıyım.Hanların fiyatları yoğun talepler dolayısıyla artacak o yüzden bir NPC'nin evinden bir oda kiralamak en mantıklısı ve bu NPC demirci olursa demirciliği öğrenip kendime silah ve zırh yapmam büyük avantaj olur.Hemen demirciye koşmalıyım.' Alers panik içindeki oyunculardan uzaklaşıp şehrin anayolunun üzerinde ki demirciye koşmaya başladı.Nefes nefese demirciye sordu; "İhtiyar evinin bir odasını bana kiralar mısın?" "Bayım lütfen bana bir odanızı kiralayın!" Alers soluna baktığında ince sesli,açık kahverengi uzun saçlı yüzünde bir maske olan bir kız gördü. 'Benimle aynı zamanda buraya geldiğine göre hiç panik yapmamış olmalı.Kılıcı,kalkanı ve ağır bir zırhı var mesleği paladin falandır.Yüzünde ki maske oyunda karakter görünüşü değiştirilemediği için oyun başında kimliğini saklamak için verilen maske.Odayı almak için ihtiyar demirciyi ikna etmeliyim.Bu iyi olmadı.' Alers hemen candan bir ses tonuyla; "İhtiyar odayı bana verirsen işlerine elimden geldiğince yardım ederim." Kız şaşırarak Alers'ın sözü bittiği anda konuşmaya başladı; "Bayım yemek yapmayı bilmem ama öğrendikçe size yardım ederim ve avlanarak yemek malzemelerini bulurum!" Alers tam bir teklif daha sunacakken ihtiyar demirci konuşmaya başladı; "Sakin olun!" İhtiyarın sesi bir aslanın gürlemesi gibiydi. "Tek başıma yaşıyorum ve iki boş odam var yani ikinizede birer oda var ama belirli şartlarla size bu odaları veririm." "Dinliyorum ihtiyar."Alers iki odanın varlığından dolayı rahatlamıştı. "Dinliyorum bayım."Kız ilk kez bağırmadan konuşmuştu. "Eşim vefat ettiğinden beri bende zaten evdeki sessizlikten sıkılmıştım.Şartlarım şunlar;Sen oğlan demirciliği öğrenip bana elinden geldiğince yardım edeceksin ve sen kız sende eşimin yemek kitabından bakarak yemek yapmayı öğreneceksin.Ve ikinizde aylık olarak 10ar gümüş vereceksiniz.Ben Demirci Stan şartlarımı kabul ediyorsanız kendinizi tanıtın!" "Ben Alers ihtiyar,şartlarını kabul ediyorum" '10 gümüş mü?Hanlarda zaten 15 gümüş iyi soydun beni ihtiyar' "Ben Esmel bayım.Bende şartlarınızı kabul ediyorum." "Seni tanımam açısından maskeni çıkarman bir sorun olur mu küçük hanım?" "Hayır bayım,zaten artık takmamayı düşünüyorum." Esmel maskeyi çıkardığında Alers bir anlığına nefes almayı unuttu.Bir kaplanın yırtıcı gözleri,yüksek bir dağın zirvesinde ki hiç el değmemiş kar gibi beyaz teni,ölüm kadar soğuk ama ölümü sevdirebilecek kadar güzel dudakları... Alers nefes almayı tekrar hatırladı ve bu güzelliği saklamak istedi; "Maskeyi takman daha iyi olur en az 5-6 ay kaos hakim olacak bu topraklara yani-" Alers daha sözünü bitirmeden kılıcın soğukluğunu boğazında hissetti. "Emin ol kendimi savunabilirim."Heyecanlı kibar kız yerini bir kaplana bırakmıştı. Alers hemen bir adım geri atıp belindeki kılıçlardan birini çekmişti.Bunu yaptıran beyni değil kaplanın tehditkarlığıydı.İhtiyar Demirci Stan ikisinde elinden gülerek kılıçları aldı; "Tanışma faslı bittiğine göre size odalarınızı göstereyim." *** Alers odasının anahtarını aldıktan sonra avlanmaya çıktı bu iyi bir fırsattı.Herkes panik içinde konuşurken bir adım daha ileri gitmek.Patron yaratıkların büyüklüğünü bildiğinden daha uzun bir erişim sağlamak ve mızrak yeteneğini arttırmak için sadece mızrakla avlanmaya karar verdi.Tam eline mızrağı aldığında konuşmalar duydu. -Hadi ama burada sıkıştık işte bizimle gelsen ne olur. -Sana söz birşey yapmayacağız. 'Şimdiden kaos ortamı başlamış güçlü olduğunu düşünenler zayıflara eziyet etmeye başlamış.Gidip bir bakmalıyım zayıfı öldürürlerse katil işareti üzerlerinde çıkar ve bende onları öldürürsem eşya düşürebilirler.' Alers seslere doğru gittiğinde yayını çekerek çalıların arasına saklandı ama gördüğü şey karşısında şaşırdı.Kısık bir sesle; "Ona maskesini takmasını söylemiştim,böyle bir kızı gördüklerinde her erkeğin ağzının suyu akar.Şimdi ona yardım etmek zorundayım." Alers tam eline bir ok alırken Esmel kalkanıyla adamlardan birini ittirip büyük kılıcıyla tek hamlede yanyana duran iki kişininde başını almıştı ve son olarak büyük kılıcını kalkan darbesiyle düşen adama sapladı.Alers oku yerine koydu. 'Bu kız fazla güçlü ve fazla soğuk kanlı!' *** Alers olayı gördükten sonra oradan uzaklaşmıştı.Ormanda daha derinlere yol alamaya başlamıştı. Geceleri yaratıklar daha güçlü oluyordu ama daha fazla para ve tecrübe veriyolardı.Alers'ın umrunda olan sadece para ve tecrübe kısmıydı.Tam avlanmaya başlamak için hazırlanırken ileride plaka zırhlı bir elinde kılıç bir elinde kalkan olan kasklı birini gördü. 'Burasının artık yeni dünya olması gerçeğini bu kadar çabuk kabullenip güçlenmeye mi başlamış? Belkide bir selam vermeliyim.' Alers adamın yaratıkla çarpışması bittikten sonra kendi gösterdi; "Bu kadar çabuk gerçeği kabullenip güçlenmeye çalışmak ha ? Diğer dünyada değer verdiğin hiç bir şey olmamalı." Ağır zırhlı adam Alers'a döndü ve kaskını çıkardı.Yirmili yaşların ortasında kısa sarı saçlı bir erkekti.Dolunayın ağaçların arasından sızan ışığı gözlerine dolduğunda mavi gözleri kendini gösteriyordu. "Aslına bakarsan diğer dünyadan değer verdiğim şeylerin çoğu burada benimle birlikte.Buraya piknik yapmaya gelmiş olamayacağına göre senin bu kadar çabuk kabullenmenin sebebini sorabilir miyim ?" "Bilirsin bazı bağlar farklı dünyalarda bile sarsılmazlar.Diğer dünyada tek değer verdiğim şey ailemdi ama onların bana olan desteğini farklı dünyalarda olsak bile hissediyorum.Bu arada ben Alers." Kaos içindeki bir dünyada iki oyuncu arasında yapılan en huzurlu konuşma olarak nitelendirilebilirdi bu diyalog. "Memnun oldum bende Meron.İkimizinde bu dünyada güçlenmek için sebeplerimiz varsa neden beraber avlanmıyoruz? Bu arada birbirimize bir daha dönemeyeceğimiz hayatlarımızdan bahsederiz." "Çok mutlu olurum.Nasıl olsa geçmiş hayatlarımız artık birer hikaye gibi." Alers sözünü bitirdikten sonra ikiside gülmeye başlamıştı. "O zaman basit hikayelerimizi birer destana çevirmek için ilk adımı atalım!" Meron kaskını tekrar taktı ve elinde ki kılıcı kalkanına defalarca vurdu.Alers da demirin müziğine eşlik edercesine elinde ki mızrağın arkasını bir kaç defa yere vurdu.Ve yaratık avı başladı. Bölüm-5 Beyaz Bizon Bölüm 5 Ormanın derinliklerinde çarpışan demir sesleri gecenin sakinliğini bozuyordu.Sırtlan binicisi goblinler kılıçları ve mızraklarıyla iki adamla dövüşüyordu. "Ne iş yapardın diğer-" Alers mızrağını üstüne gelen goblinin bindiği büyük sırtlana sapladı ve sırtlanın üzerinden düşen goblinin tek hamlede kalbini buldu.Meron ile sırtsırta duruyorladı.Kısa bir duraklamadan sonra sözüne devam etti. "-dünyada ?" Meron kalkanıyla goblinin ilk atağını önledikten sonra sırtlanı ve üstündeki goblini tek hamlede kesti. "Bir lisede öğretmendim.15 öğrencilik bir sınıfım vardı ve lisedeki son seneleriydi." Bir cümle başına bir sırtlan binicisi goblin düşüyordu.Alers uzaktan hızla gelen gobline elindeki mızrağı fırlattı.Kanlar içinde kalan goblin direk sırtlanın üstünden düşmüştü ve büyük sırtlan geriye kaçarken onu arkasından izleyen 2 ok sırtlana saplandı. "Öğrencilerinin mezun olmasını görememek senin için zor olmalı." "Yanan İrade!" Meron kalkanını yere bıraktı ve kılıcını iki eliyle birden tuttu kılıcından çıkan kırmızı bir ışık etrafı aydınlatıyordu.Goblin grubundan kalan diğer iki goblinin üzerine koşmaya başladı.Ve ışık saçan kılıcı inanılmaz bir hızla goblinleri ikiye böldü.Bu paladin sınıfının az sayıdaki saldırı yeteneklerinden biriydi.Sırtlan binicisi goblin grubu tamamen katledildikten sonra Meron yere oturdu ve konuşmaya başladı. "10 tanesi şuanda burada benimle birlikte hanın birinde sıra bekliyorlar.Yani değer verdiğim şeylerin çoğu burada.Peki sen ne yapıyordun diğer dünyada ?" Alers Meron'ın iyi bir savaşçı olduğunu gördükten sonra rahatladı ve oda yere oturdu. "Liseyi bitirip üniversite için sınava bile girmemiş hayattan bir beklentisi olmayan bir adamdım.Bu arada lisede öğretmenlerinde hiç birini sevmezdim." Alers sözünü bitirdikten sonra ikiside gülmeye başladı.Alers konuşmaya devam etti; "İlk kez öğrencilerini hayatının en önemli şeyi sayan bir öğretmen ile karşılaşıyorum.Bence bir birlik açmalısın ve öğrencilerinle bu dünyada zirve için savaşmalısın." Meron ilk başta Alers'ın sözlerine güldü ve sonra ciddileşti. "Bir birlik açarsam senide üyelerinden biri olarak sayabilir miyim?" Bu sefer Alers Meron'ın ciddi sorusuna karşı bir kahkaha attı. "Bilirsin birinin altında çalışamayacak tipler vardır ben tamda o tiplerden biriyim yani katılamam ama elimden geldiğince yardım ederim." Alers'ın sözleri bittiğinde Alers ve Meron el sıkıştılar. "O zaman ava devam edelim." *** 7 saatlik av bitmişti ve sabahın ilk ışıklarıyla Alers ve Meron şehre dönüş yoluna koyulmuşlardı. "Gayet iyi av oldu ha ?" "Evet güzel tecrübe ve para kazandık."Alers'ın ağzı kulaklarındaydı. "Karakter Penceresi!" "Defansım üzerine çalışmam gerekecek." Meron Alers'a gülerek cevap verdi. "Hiç darbe almıyorsun ve hala defans bu kadar umrunda mı ? Hahah" "Şşştt,sessiz ol.Eğil." Meron bir anda şaşırmıştı. "Neler oluyor ?" "Hem karnımızı doyurabileceğiz hem de benim defans sorunum biraz düzelecek." Alers'ın gözleri parlıyordu. "Gizlenme!" Alers'ın tabanları beyaz bir renkte hafiften parlamaya başlamıştı. Alers nadir bir hayvan olan beyaz bizonu görmüştü.Çalılıkların arasına girip sırtından yayını çıkardı oku eline alıp yayını yavaşça gerdi ve bıraktı ardından seri bir şekilde bir ok daha attı.Oklar saplandığı anda yalpalayan beyaz bizonun üzerine koştu ve yakın mesafeden bir ok daha attı. "Yemeğimiz ve benim zırhım için deri hazır!" *** Meron ve Alers beyaz bizonun bir kısmını yiyip derisini aldıktan sonra şehir merkezine varmışlardı. Alers duyuru panosunun önünde iki kraliyet askeri gördü.Kral tarafından verilen görevler genelde bu panoda yayınlanırdı.Oyun gerçek bir dünyaya dönüşmeden önce en çok rağbet gören görevlerdi bunlar ama oyun gerçek bir dünyaya dönüştüğünde sabahın ilk ışıklarında meydan bomboştu ve bu bir fırsattı.Alers ve Meron panoya doğru koşmaya başladılar. Kale Kuşatması Bromma şehrinin güneyindeki Lord Neman'ın kalesi otuz bin kişilik bir goblin ordusu tarafından kuşatılmıştır.Lord Neman'ın kalesi krallığımız açısından çok önemli bir noktadır.Destek için beş bin kraliyet askeri ve üç bin maceracı gönderilecektir.Görevi kabul eden maceracılar yarın gün doğarken şehirin limanında olamalılar. 0/3000 Gereklilik:+15 Level Alers Meron'a doğru bir gülümseme attı. "Öğrencilerini görevi kabul etmeleri için çağır,savaş başlıyor.Ben hemen zırhımı yaptırmak için gidiyorum yarın limanda buluşuruz." "Dur,seni arkadaş listeme eklemedim daha." Alers ve Meron birbirlerini arkadaş listelerini eklediler ve Alers elindeki Beyaz Bizon derisiyle demirciye koşturmaya başladı. "İhtiyar!Deri bir zırh yaptırmak için kime gitmeliyim ?" "O elinde ki Beyaz Bizonun kürkü mü !?" "Evet ama konumuz bu değil hemen kendime bir zırh yaptırmam gerekiyor." "Şehrin merkezindeki Fassel Tavernasına git orda yaşlı Edvan'ı bul böyle bir kalitede deri gördükten sonra yerinde duramayacaktır." "Tamamdır ihtiyar." *** Fassel Tavernasında yaşlı bir adam ve genç bir adam içki yarışı yapıyolardı. "Haha!Genç herşeyin bir ustası olur,ben kendimi bildim bileli bu tavernadayım kendini bu kadar zorlama!" Genç adamın kafası bir sağa yatıp bir sola yatıyordu konuşmak için kendini zorluyordu.Ama ağzını açtığı anda yere yığıldı ve tavernada büyük bir kahkaha koptu.Kahkahayı kesen kapının sertçe açılması oldu.İçeri saçları omuzlarına kadar olan ve sırtında yayı,belinde iki kılıcı olan genç bir adam girdi ve kimseye bakmadan direk tavernanın sahibinin yanına gitti. Yaşlı adam arkasında bağırdı; "Şimdi ki gençler bir silah seçmekte bile kararsız hah!" Genç adam biraz tavernanın sahibiyle konuştuktan sonra yaşlı adamın yanına geldi. "İhtiyar Edvan senmisin ?" "İhtiyar yerine deneyimliyi tercih ederim ama evet benim genç,bir derdin mi var ?" Alers çantasından Beyaz Bizon derisini çıkardı ve masaya koydu. "Bir deri zırh yapmakla ilgenir misin ?" Alers'ın yüzünde her zaman ki şeytani tebessümü vardı. "Beyaz bizon derisi ha ? Tabi ki yaparım ama tek bir şartla.Benimle bir içki yarışına gireceksin kazanırsan hiç para almadan zırhını yaparım ama ben kazanırsam deriyi alırım." "İhtiyar hiç zamanım yok yarın gün doğarken şehirden ayrılmam lazım." İhtiyar Edvan'ın sarhoş konuşması bir anda düzeldi ve aynı şeytani tebessümle cevap verdi. "Kazanırsan akşama kadar zırhı bitirebilirim." Alers gülümsemeyi takas ederek; "O zaman yapacak bir şey yok içkileri getirin!" Bölüm-6 İhtiyar Devan Bölüm 6 Alers gözlerini yavaşça açtı kendini tavernada buldu.En son ne yaptığını hatırlamaya çalıştı.Yanına tavernanın sahibi yaklaştı; "İhtiyar Edvan bunu sana vermemi söyledi." Alers kağıda baktı bir adres yazıyordu ve o zaman hatırlamaya başladı. "Beyaz bizon derisi!" Alers verilen adrese doğru koşmak için yerinden kalkmaya çalıştı ama ayağa kalktığı gibi tekrar yerine oturdu. Aşırı Sarhoşluk Etkisi,vücudu kontrol etmek çok zorlaştı ve görüş yeteneği yarıya indirildi. Alers oyun başında verilen maskeyi yüzüne taktı ve silahlarını çantasına koydu.Masadan güç alarak ayağa kalkıp tavernadan ayrıldı.Yolda zikzak çizerek yürümeye başladı diğer oyuncuların konuşmalarına kulak misafiri oluyordu. -Diğer dünyada çok fazla şey bırakmış olmalı. -Günün bu saattinde bu kadar içmek... 'Maskeyi takıp silahlarımı gizlemem iyi oldu.Burada bu şekilde tanınmak ilerde sorun çıkarabilirdi.' Alers şehrin arka kısımlarında tek katlı bir eve vardı ve maskesini çıkartıp kapıyı tıkladı.İhtiyar Devan kapıyı açtı. "Kazanamadım değil mi ihtiyar ?" "Haha!Yarışı kazanamasanda benim saygımı kazandın,geç içeri." Alers içeriye doğru bir adım attığı anda yere yıkıldı.İhtiyar gülmeye başladı. "Aslına bakarsan benim karşımda bu kadar dayanabilen ilk kişisin.Sana bir şey söyleyeceğim ama tavernadakilerin haberi olmasın ha.Gençliğimden beri alkole bağışıklılığım var,ne kadar içersem içeyim alkol sarhoş etmez beni ama karşımdakinin neşesi banada vurur.Yani başından beri kazanmak için hiç şansın yoktu." "Sahtekar ihtiyar!" Devan yerdeki Alers'ın koluna girdi ve kaldırdı.Alers'ı tahta sandalyenin üstüne oturttu. "Haha!Sen orada otur bende akşama kadar şu deri zırhı bitirmeye uğraşayım." Alers daha ihtiyar Devan'ın sözleri bitmeden sandalyede sızmıştı. *** Alers yavaşça gözlerini açtı.Kırmızı bir ışık odaya doluyordu gün batmak üzereydi.Ayağa kalktı rahat hareket ediyordu.Aşırı sarhoşluk etkisi geçmişti ve odayı süzdü deri ustası Devan odada yoktu.Tam nerede bu adam diye düşünürken kapı açıldı. "Çabuk ayılmışsın.Takip et beni." Alers soru sormadan İhtiyar Devan'ın peşine düştü,evin yanındaki küçük atölyeye girdiler.Alers zırhı görünce gün boyunca sarhoş olup kaybettiği saatleri unutmuştu.Beyaz zırh seti göz kamaştıryordu.Roma gladyatörlerinin taktığına benzeyen tek kollu,kolunun içi ince örme zırh dışı ise beyaz bizon derisiyle kaplı ve omuzda bronzdan yapılmış bir boynuz olan omuzluğu farketti ilk başta. 'Ne kadar narin işçilik.' Alers merakını bastırmadan hemen sordu. "Omuzluk neden tek kollu ?" "Tavernada sırtında bir yay gördüm sağ elinle yayı gerdiğin için sağ tarafta bir engel olsun istemedim ve yakın mesafeden karşılayamacağın bir saldırı gelirse diye sol tarafa içi örme zırhlı bir kol ekledim.Saldırıyı bu kolunla karşılarsan örme zırh o kadar kalın olmasada en azından kolun kopmaz." Zırhın üstü kolsuzdu ve tamamen deriden yapılmıştı bembeyazdı.Tam kalbin üstünde bronzdan yapılmış bir el boyutundan boş bir süvari kalkanı vardı.Zırhın altı dizin hemen altına kadar uzanıyordu ve zırhtan farklı olarak bizonun kürkü kazınmamış kürklü bir pantolondu.Ve son olarak üstünde bronz ince bir tabaka olan eldivenler ve deri kısa çizmeler. "Sen sormadan açıklayayım.Kalbin üstündeki bronz kalkan bir gün bir arman olur veya bir armaya bağlanırsan kalbinin üstüne kazıman için ve ek olarak en azından kalbinden bir darbe almazsın.Ha bu arada biraz deri arttı yapmamı istediğim başka birşey var mı ?" "Belime takabileceğim beyaz bir ok sadağı yaparsan memnun olurum." "Tamamdır yarım saate hazır." "Bu arada borcum ne kadar ?" Alers hiç olmadığı kadar endişeliydi.Zırh seti üst düzey bir setti yani dün gece avdan kazandığı bütün para cebinden çıkabilirdi. "Bana bir borcun yok ben sadece işçilik ile uğraştım cebimden bir şey çıkmadı yani.Hem tavernada ödeştik zaten." Alers parasını kurtarmasının sevinciyle sevinç çığlıkları atmak üzereydi.Ama Devan'ın sözü daha bitmemişti. "Ha unutmadan Demirci Stan'e 3 altın borcun var.Koldaki örme zırhı ve bronz tabakları o yaptı.Seni bana o göndermiş zaten sonra ben ondan parasını alırım dedi." '3 altın mı !? Dün gece 7 saat avlandım anca 1 altın kazanabildim şu küçük bronz tabakalar ve ufak ince bir örme zırh 3 altın mı!? Önce ev sonra bu tam bir kazıkçısın Stan!' Alers sadakta tamamlandıktan sonra setini çantasına koydu. "Savaştan sonra görüşürüz ihtiyar.Bu sana yaptırdığım daha ilk zırhtı." "Haha!Görüşürüz evlat." *** Alers eve sessizce girdi.Stan'e borç yüzünden gözükmek istemedi.Eve gittiği gibi zırhın özelliklerine baktı. "Set Bilgi!" Beyaz Deri Üst Zırh Beyaz Kürklü Deri Pantolon Boynuz Omuzluk Defans:4 Defans:3 Defans:2 Özellikler:+5 Karizma Özellikler:+5 Dayanıklılık Özellikler:+5 Karizma +5 Dayanıklılık Gereklilik:15 Level +5 Çeviklik Gereklilik:15 Level Gereklilik:15 Level Beyaz Deri Eldivenler Deri Kısa Çizmeler Beyaz Ok Sadağı Defans:1 Defans:1 Kapasite:35 Saldırı:3 Özellikler:+5 Çeviklik Gereklilik:15 Level,Okçu Özellikler:+5 Çeviklik Gereklilik:15 Level +2 Güç Gereklilik:15 Level Deri Ustası Devan tarafından beyaz bizon derisi ile yapılmış bir set.Setin tamamı giyilince +10 Karizma. Alers üstündeki yıpranmış kıyafetleri çıkartıp seti giydi. Özelliklere Karizma eklendi. "Karizma mı ? Karizma Açıkla!" İnsanların saygı duymasını sağlar.Karizma arttıkça yetenekler kullanılırken daha parlak olur ve yapay zekalar daha fazla saygı duyar. "Ekstra saygı ve görsel güzellik ha ? Fena değil." *** Alers sistem uyarısıyla uyandı.Göreve bir saat kaldığı için sistem Alers'ı uyandırmıştı.Kapıyı açtığında karşısında İhtiyar Stan'i gördü. "O ihtiyar Devan gerçekten işini biliyor.Yine bir zırh yerine sanat yapmış." "Günaydın ihtiyar.Savaş sonrası borcumu vereceğim." "Haha!Kirayıda unutma.Bu arada şu pelerini al zırhın fazla dikkat çekiyor." "Sana olan borcumu arttırmaya mı çalışıyorsun? Ama yinede sağol ihtiyar." Alers limana gittiğinde gözleriyle Meron ve öğrencilerini aramaya başladı.Etrafına bakarken biriyle çarpıştı. "Pard...on" Alers çarptığı kişinin Esmel olduğunu farkettiğinde tüyleri ürperdi.Esmel yerden kalktığı gibi kılıcını Alers'ın üzerine savurdu.Alers kesilmekten son anda kurtuldu kılıcın ucu pelerinin ipini kesti ve pelerin yere düştü.Herkes beyaz zırha dikkat kesilmişti.Liman şehrin dışı sayıldığından kılıç ona gelseydi ölebilirdi.Alers ve Esmel'in etrafını görev için gelenler ve askerler sarmıştı. Destek kuvvetlerinin başında olan Prens Hannet şiddetli bir şekilde bağırdı. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!Eğlenecek vakit yok herkes son hazırlıklarını yapsın yarım saate ayrılıyoruz." Esmel kılıcını kınına koyduktan sonra Alers'a sert bir bakış atarak ordan ayrıldı.Alers arkasından gülerek fısıldadı; "Evet bencede daha uygun bir vakitte çözeriz bunu." Meron kalabalığın arkasından sıyrılıp Alers'ın yanına geldi. "Hey Alers heryerde seni arıyordum.Az önce neler oldu orada öyle ?" Alers tebessümle cevap verdi. "Hiç,sadece kaplan dişlerini gösterdi." Bölüm-7 Hazırlık Bölüm 7 Limanda üç büyük gemi beklemede duruyordu.Limandan ayrılmak için vakit gelmişti.Prens bağırdı. "Maceracılar en arkadaki gemiye,kraliyet askerlerinin yarısı öndeki yarısı onun arkasında ki gemiye ayrılıyoruz!" Prens'in yanındaki şövalyelerden biri prense sordu; "Prensim siz hangi gemiye bineceksiniz ?" Prens gülümsedi. "Ben maceracıların gemisiyle gidiyorum.Maceracılarla ilgili belirlemem gereken şeyler var." Prens iki özel şövalyesiyle maceracıların gemisine bindi.Gemi ne kadar büyük olsada güvertesi üç bin maceracı için biraz küçüktü.Gemi hareketlendiği gibi prens gür bir sesle konuşmaya başladı. "Sizin şuan herhangi bir komutanınız yok.Aranızda üç bin kişilik maceracı birliğini yönetecek kadar cesur biri var mı? Neden cesur dediğimi merak ediyor olabilirsiniz.Cesur diyorum çünkü komutan olacak kişi en küçük hatasında bir daha krallığa giremez." Maceracılar arasından fısıltılar yükselmeye başladı.Meron ve Alers birbirine baktı.Alers tebessümle sözüne başladı. "Hadi kaldır elini bunu istediğini ikimizde biliyoruz Meron."Alers Meron'ı hafifçe öne itti. "Ben bu göreve adayım!"Meron'ın sesi tüm fısıltıları kesmişti.Meron kalabalığa döndü ve sert bir bakış atarak; "Başka aday olan varmı!" Herkes sessizliğe bürünmüştü.Alers gülmemek için kendini zor tutuyordu.Prens sözü aldı. "Pekala başka aday yoksa adını söyle bize komutan ve yardımcının adını." Meron yüzündeki sert ifadeyi bozup yerine bir tebessüm getirdi. "Benim adım Meron!Yardımcımda Alers!" Alers şok olmuştu.'Neden öğrencilerinden birini seçmedin ki...'Alers düşüncelerini bir kenara bırakıp kalabalığı yararak önce çıktı. "Komutan ve yardımcısı belli olduğuna göre varmadan önce beş saatimiz var.Maceracıları düzene sokun!" Prens emrini verdikten sonra güverteden ayrıldı.Meron direk söze girdi. "Direk atladım ama ilk olarak ne yapıyoruz ?" "Sen öğrencilerini topla.Bende kağıt kalem bulayım." "Tamamdır." *** "Alers bunlar öğrencilerim sırasıyla İnnie,Lissin,Assie,Pery,Luip,Kaven,Saac,Moar,Lany ve Vik. Bu arada sizede bahsetmiştim buda Alers." Alers kafasını hafifçe öne eğerek; "Memnun oldum.Biraz acele olacak ama şu kağıtları ve kalemleri almanızı istiyorum.Burada ki herkesin ismi ve sınıflarını yazmalısınız.Ek olarak sınıfları dört bölüme ayırın;Büyücü,Uzak Dövüş,Yakın Dövüş ve Zanaatkar/Sanatkar." Öğrencilerin hepsi kağıtları ve kalemleri aldı.Alers kalabalığa doğru döndü. "Herkes ismini ve sınıfını şuradaki on genç arkadaşa yazdırsın!İsmini ve sınıfını yazdıranlar bir saat sonra gelmek üzere gidebilirler." Maceracılar sıraya girip isimlerini ve sınıflarını yazdırmaya başladılar. 1 Saat sonra Meron elinde listeyi tutarak konuşmaya başladı; "Evet,1010 büyücü,401 uzak dövüşçü,1506 Yakın dövüşçü,82 Sanatkar ve Zanaatkar var.Bu 1010 büyücünün arasında 102 şifacı,21 çağırıcı ve 38 efsuncu var gerisi element tipi büyücüler.Sanatkar ve zanaatkarlardan 21 ozan,12 dansçı var bunların kutsamaları güçlü olduğu için ön saflarda savaşacaklar.Bunun haricinde ön saflarda savaşmak isteyen zanaatkar veya sanatkar varmı ?" Genelde Zanaatkar/Sanatkar sınıfının görevi arkaplanda olduğundan hiç kimse ses çıkarmamıştı. Ozan ve dansçılar harici diğer Zanaatkar ve Sanatkarlar savaşta olmaması gerek maceracılardı zaten. "Evet diğer sanatkar ve zanaatkarlara kale içinde görevler verilecektir.Şimdi efsuncular ve şifacılar hariç büyücüler bir parti oluştursun.Benimle en rahat iletişimi sağlamak için partinin başında Luip ve Assie olacak." 'Be a ...' Oyununun belkide en çekici özelliği bir parti kurulduğunda partinin üye sınırı olmamasıydı.Luip ve Assie,Meron'ın yanına geldi ; "Meron partiyi oluşturduk toplam 870 kişiyiz." "Tamamdır Assie.Şimdi Uzak dövüşçüler bir parti oluştursun bu partininde başında Lany ve Lissin olacak.Yakın dövüşçülerde benim yanıma gelsin yakın dövüşçü partisinin başındada ben ve Alers olacak." Herkes parti liderlerinin yanına gitmeye başladığında güvertede ufak bir karışlık oldu ama bütün partiler ayrılmıştı.Orta kısımda bekleyen sadece Zanaatkar/Sanatkarlar,Efsuncular ve Şifacılar kalmıştı. "Geriye kalanlarda bir parti oluştursun.Kaleye vardıktan sonra herkesin görevi belli olacak. Dağılabilirsiniz!" Alers gülümseyerek Meron'ın yanına yaklaştı. "Onlara biraz daha sıcak kanlı davran.Senin liderliğinden etkilenip ileride çoğu senin birliğinde olacak." Meron bir an duraksayıp sonra gülümsemeye başladı. *** Alers güvertede oturmuş sınıfların listesine bakıyordu. 'Buraya sıkışmamızın üstünden daha bu kadar zaman geçmişken bu görevin kişi kapasitesi saatler içinde doldu.Biz insanlar her duruma çok çabuk uyum sağlıyoruz.Ürkütücü.' Alers durumu düşünürken geminin karşısında nehiri izleyen Esmel'i gördü.Listeyi bırakıp yerinden kalktı. "Hey,bütün insanlara karşı mı böylesin yoksa sadece bana karşımı ? Seninle şimdiye kadar iki kez karşılaştım ve ikisindede üstüme bir kılıç doğrultulmuştu." Esmel fazla aldırmadan Alers'a döndü. "Üç." "Ha?" Esmel soğuk bir ifadeyle cevap verdi; "İki değil üç kere karşılaştık.Birinde çalıların arkasında saklanıyordun." Alers ormanda Esmel'i gördüğünü hatırladı ve ortamı yumuşatmaya çalıştı. "Yakalandık ha." "Sorunun cevabıda bütün insanlara karşı aynı mesafedeyim.Çünkü insanların sadece çıkarları için birşeyler yapmasından iğreniyorum.Tıpkı senin benim ölmemi bekleyip ondan sonra ordaki adamlara saldırmayı planlaman gibi." Alers yanlış anlaşılmayı düzeltmek yerine alaycı bir şekilde gülümseyerek cevap verdi; "Tamam ben pislik olabilirim ve çoğu insanda pislik olabilir ama her insana bu önyargıyla bakma." Esmel'in eli kılıcına doğru gitmeye başlamıştı.Alers Esmel'in kolunu tuttu; "Silahına şimdi davranma bunu kale savunmasından sonra çözelim.Prens hala gemide." Alers Esmel'in kolunu bıraktı ve yanından ayrıldı.Yavaşça yürürken kendi kendine fısıldıyordu. "Beni öldürmeye çalışan birine öğüt verdim ve kolunu tutmak falan,o havalı olmaya çalışan tavırlar neydi.Bu kızın yanında kendimi kontrol edemiyorum uzak durmam lazım." Alers yürüyüşünü hızlandırdı ve Meron'ın yanına gitti.Yüz ifadesi çok sertti ve Meron'ın yanında duran fıçıya bağırarak sert bir tekme attı. "Ahhhh manyak kaplan!" Can Puanı 10 azaldı. "Ne var bu fıçının içinde böyle!Ayağımın acısını tüm vücudumda hissettim!" Meron kahkaha atmaya başladı. "Ahahah!Savunma için ok uçları var.O değilde senin bu kaplan takıntın ne tam olarak?" "Beni öldürmeye çalışan bir kaplanın başını okşamaya çalışıyorum." "Ha?" "Boşver.Varmak üzereyiz galiba." "Evet yarım saatten az bir yol kalmış." Meron kendini gülmemek için zor tutuyordu. "Gülebilirsin."Alers sözünü bitirdiği anda ikiside kahkaha atmaya başladı. *** Kalenin kuzey duvarı görünmüştü.Kale'nin doğuya bakan tarafında nehir olduğu için kale üç duvardan oluşuyordu ve kalenin büyük ana kapısı batı duvarında kalıyordu.Gemiler limana yanaşmaya başlamıştı.Lord Neman ve askerleri limanda bekliyordu.Gemiden ilk inen prens olmuştu.Lord Neman prensi görünce heyecanlı konuşmaya başladı "Prensim bu bir felaket!"Prens Lord'a sert bir bakış attı. "Lord Neman komutanlarınızı hemen toplayın toplantıya geçelim,burada konuşmak uygun olmaz.Bütün bilgileri duymak istiyorum.Maceracıların komutanı ve yardımcısı sizde toplantıya gelin." Bölüm-8 Yeni Dünya'nın İlk Kan Yağmuru(1) Bölüm 8 Prens,komutanları,Meron ve Alers hızlı bir şekilde Lord Neman'ı takip ediyordu.Lord'un sarayının büyük kapısı açıldı ve uzun koridorlarlar geçildi.Duvarda Pinke Krallığının sancağı asılı olan dev bir odaya girildi.Odadaki tek şey ortadaki büyük dikdörtgen masaydı.Prens hiç beklemeden dikdörtgen masanın kısa ucundaki tek sandalyeye oturdu ve bacak bacak üstüne attı. "Şimdi oturun ve anlatın Lord Neman durum nedir ? Sizi bu kadar tedirgin eden nedir ?" Lord Neman hemen prensin karşısına oturdu. "Prensim Pinke Krallığı'ndaki bütün goblinler şuanda burda daha önce hiç böyle birşey olmamıştı!" Prens rahat oturuşunu bir kenara bırakıp daha ciddi bir pozisyona geçti; "Bütün goblinlerden derken? Mektubunuzda otuz bin goblin olduğundan bahsediliyordu." Lord utangaç bir tavır sergiliyordu; "Şuan surlarımızın önünde yaklaşık yetmiş bin goblin var efendim..." Prens hışımla ayağa kalktı. "Surlarınızın önünde yetmiş bin goblin var ve siz bunu otuz bin olarak yazıyorsunuz!Bu nasıl bir sorumsuz davranıştır Lord Neman!" "Yardım istediğimizde gözcülerimiz sadece otuz bin goblinin varlığını bize haber vermişlerdi ama zaten sonra gözcülerimizden haber alamadık ve buraya geldiklerinde sayıları devasa olmuştu." Prens Hannet ses tonunu indirdi; "Kaç askeriniz var Lord Neman ?" "Emrimde şuan tam yirmi bin asker var." "Yirmi bin.Benim kuvvetlerim beş bin ve üç bin maceracı.Üç duvarıda korumak çok zor olacak." Lord Neman tekrar çekingen bir tavıra bürünmüştü. "Prensim asıl sorunumuz batı duvarındaki büyük ana kapının savunması çok zayıf.Batı duvarı çabuk düşebilir." Prens tekrar dişlerini sıkarak konuşmaya başladı. "Bir kalede savunulamayacak bir kapı olması ne demek ve bu çok önemli bir yerde bulunan bir kale!" "Efendim savaş hiç Pinke krallığının bu kadar içine sıçramamıştı ve sıçraması tahmin edilmiyordu." Alers olan biteni dinledikten sonra ayağa kalktı; "Bu kadar bilgi bence yeterli.Bize beş yüz okçu daha verin anakapıya tek bir goblinin hayalleri bile erişemesin." Lord kızgın bir şekilde ayağa kalktı. "Bizi küçümsüyor musunuz !?" Alers yüzünde şeytani bir tebessümle Lord'a baktı; "Hayır Lord'um sadece aramızdaki farkı biliyorum.Sizin her askeriniz ailesi ve değer verdikleri olan ve ölmekten korkan insanlar ama biz bu savaşla alakası olmayan buraya sadece kan ve para için gelmiş savaş ucubeleriyiz.Anlatabildim mi?" Lord yutkundu ve yerine oturdu.Prens sözü aldı. "Size beşyüz okçu veririm ama anakapı düşerse hepinizi defalarca öldürürüm.Ben anlatabildim mi ?" Alers yüzündeki tebessümle beraber; "Gayet iyi anlatabildiniz prensim.O zaman biz gidelim,beş yüz okçuyu batı kapısına gönderirsiniz." Meron ve Alers toplantı salonundan çıktı.Odadan çıkarken Meron Alers'ın kulağına eğildi. "Bir planın var mı ?" Alers güldü. "Sanırım." *** "Buraya bakın!Büyücüler kapının sağ tarafında kalan sura!Okçular sol tarafındaki sura!Büyücülerin yarısı atak yapacak diğer yarısı atak yapanların büyü gücü bittiğinde atağa geçeçek sürekli bir döngü olacak!Biz yakın dövüşçüler ve şifacılar kapıyı dışarıdan koruyacağız!Paladinler ve Berserkerler kapının etrafında yarım bi daire oluşturcak!Onların arkasında Kılıç Dansçıları,Mızrak ustaları ve Şövalyeler bir yarım daire daha oluşturacak!Şifacılarda bu iki yarım dairenin arkasında duracak onlarıda Suikastçiler koruyacak!Şifacılar en ön yarım daireki saldırıyı karşılayan paladin ve berserkerlere yoğunlaşsın!Son olarak ben işaret vermeden asla saldıraya geçilmeyecek ve savunma yapılacak!" Meron gür bir sesle pozisyonları ve durumları anlatıyordu.Bu sırada Alers Çağırıcıların yanına gidiyordu. "Aranızdan biri uçan bir binek çağırsın." Hemen bir çağırıcı öne çıktı. -Gecerengi kanatlı asi kuş gelmeni emrediyorum! Siyah bir büyü çemberi oluştu ve içinden bir kuş çıktı. "Gaaaak." Alers'ın beklentileri biraz sekteye uğramış gibiydi. "Bu kadar süslü büyü sözleri ve büyük bir karga mı ? En azından şahin veya kartal olabilirdi... Ama işimi görür." Alers kargaya bindi ve havalandı.Arkasından bağıran çağırıcıyı duymadı. "Dikkat et beş saat sonra kaybolacak!" Assie Meron'ın yanına yaklaştı; "Alers nereye gidiyor ?" Meron güldü; "Başına biraz daha bela açacak." *** Gece çökünce savaş başlamıştı.Goblinler akıllı olmasada ana kapının zayıf olduğunu biliyorlardı ve bu yüzden yetmiş binlik kuvvetin kırk bini ana kapıya saldırıyordu. "Dayanın!Hiç kimse ileri çıkmasın hala kapıyı korumalıyız!" Maceracılardan biri serzenişte bulunuyordu. "Daha ne kadar dayanacağız!Tam bir saattir kapıyı tutuyoruz ve hiç bitmiyorlar hep geliyorlar!" "Az kaldı çok az kaldı!" Gecenin karanlığında gökyüzünü yarmaya çalışan yanan bir ok göründü.Meron oku farketti; "Sonunda gelebildi!" Tam goblinlerin arkasında ki ormandan ilk başta üstü başı çamura bulanmış Alers çıktı.Son hızla goblinlerin üstüne koşuyordu ve biraz sonra Alers'ın arkasındaki yaklaşık bin dev örümcek göründü.Meron tam o anda emri verdi. "Saldırın!!!!!" Alers goblinlerin arasına dalınca arkasında ki dev örümcekler Alers'dan vazgeçmiş ve goblinlere saldırıyordu.Dev örümceklerin gelişiyle goblin ordusunun düzeni bozulmuştu ve normal goblinler korkuyla ormana doğru kaçmaya başlamıştı.Normal goblinlerin gücü ne kadar fazla olmasada goblin ordusunun yarısından fazlasını oluşturuyorlardı ve goblin safları bozulmuştu.Sadece savaşan savaşçı goblinler,binici goblinler ve goblin patronları kalmıştı.Alers safları bozulan goblin ordusunu geçip saldıran kendi kuvvetlerinin yanına geçmeliydi yoksa dev örümcekler ve goblinlerin arasından kalmak ölümden başka bir şey ifade etmiyordu.Alers belindeki kılıçlarını çekti ve katliamın dansı başladı.Üstüne doğru gelen goblinleri tek hamlede kesip daima ilerliyordu çünkü arkadan dev örümceklerin yetişmesi ölüm demekti.Karşısına elinde büyük bir ağaç parçası olan patron goblin çıktı.Patron goblinin atağını kılıçlarıyla karşılamaya çalıştı ama kılıçları ağaç parçasına değdiği anda Alers yere düştü.Ağaç parçası tam üstüne inecekken patron goblin bir anda hareketi kesti ve dizlerinin üstüne düştü.Meron ve maceracılar yetişmişti.Bir saat boyunca sadece defans yapıp fazla enerji harcamayan maceracılar,korkuya kapılmış ve safları bozulmuş goblinleri temizliyordu.Meron yerde ki Alers'a elini uzattı; "Geç kaldın." Alers Meron'ın elini tutarak ayağa kalktı; "O kahrolası karga birden havada kayboldu!En az beş metreden yere düştüm ve dev örümceklerden koşarak kaçmaya başladım!" Meron gülmeye başladı; "Ayrıntıları sonra anlatırsın şimdi bitirmemiz gereken bir savaş var." Alers'ın yüzündeki hoşnutsuzluk gitmiş yerini her zamanki şeytani tebessüm almıştı; "Evet." *** Prensin on bin askerle tuttuğu kuzey duvarı zor anlar yaşıyordu.Prens kılıcını çekmiş askerleriyle kapının arkasında bekliyordu.İki patron goblin dev bir ağaçla kapıyı kırmaya çalışıyordu.Kapı kırıldığı anda savaş kalenin içinde sürecekti. "Kılıçlarınız keskin olsun! İlk başta içinizdeki tedirginlikleri kesin! Sonra insan kanı isteyen şu goblinleri!" "Haaaaaaaa!" Askerlerin hepsi havaya kılıcını kaldırırak bağırmıştı.Surların tepesinde duran bir asker bağırmaya başladı. "Prensim buraya gelmeniz lazım!!" Kapıyı döven dev ağacın sesi kesilmişti.Prens hemen surların üstüne koştu.Gördüğü manzara karşısında bir anlık konuşmayı unuttu; "Kapıyı açın saldırıya geçiyoruz!!!" Bölüm-9 Yeni Dünya'nın İlk Kan Yağmuru(2) Bölüm 9 Prens Hannet askerleriyle saldırıya geçmişti ama yüzündeki düşünceli ifadeyi silemiyordu. 'Maceracıların yakın dövüş birlikleri nasıl olur da ana kapıyı bırakıp bize yardıma gelir.Ana kapı bu kadar çabuk mu düştü ? Hayır hayır ana kapı düşmüş olsa hepsi ölmüş olurdu ama ana kapıda ki goblinleride bu kadar çabuk temizleyemezler.' Prens en önde savaşıyordu ve korkusuzca ilerleyip maceracıları ulaşıp bir an önce aklındaki soruların cevabını almak istiyordu.Solunda ki gobline elinde ki kalkanla vurdu hemen önündekinin kılıcıyla başını aldı ve tekrar kılıcını havaya kaldırdı.Önünde beyaz zırhı çamur ve goblin kanıyla boyanmış Alers'ı gördü. "Neler oluyor?Burada ne arıyorsunuz !?" Alers üstüne gelen goblini tek hamleyle kestikten sonra prense döndü; "Doğadan zorla biraz yardım istedik ve sonrası o kadar zor olmadı.Büyücüler ve okçuları güney duvarına yardıma gönderdik.Biz yakın dövüşçülerde size yardıma geldik ayrıntıları savaştan sonra anlatırım." Ön ve arkadan sıkıştırılan goblinlerin çoğu kaçıyordu.Kaçamayanlar dakikalar içinde çift taraflı saldırıyla temizleniyordu.Maceracılar ve prensin birlikleri ortada bir araya geldiğinde alan tamamen goblin cesetleriyle kaplanmıştı ve savaş bitmişti. *** Prens,Lord ve komutanlar savaştan sonra tekrar aynı odada toplanmıştı.Prens böyle büyük çaplı bir savaşın saatler içinde bitmesine hala anlam veremiyordu. "Maceracılar hemen ayrıntıları istiyorum.Nasıl oldu bu ?" Alers ve Meron gözgöze geldi.Ve Alers acele etmeden geçen toplantıda Lord'un oturduğu prensin karşısındaki masanın diğer ucuna oturdu.Bütün komutanlar ve Lord ayaktaydı.Masada sadece Prens Hannet ve Alers vardı.Alers bacak bacak üstüne attı ve koltuğa yayıldı. "Bazen dedikoduları dinlemek iyidir Prensim.Başkentte bir işim dolayısıyla bir tavernaya gitmiştim. Orada iki tüccarın Lord Neman'ın kalesinin yakınındaki harabeleri dev örümceklerin bastığından söz etmesini duymuştum.Burada ki toplantı sırasında o iki tüccarın konuşması aklıma geldi ve risk aldım.Savaş başlamadan önce kaleden ayrılarak harabeleri buldum ve oradaki dev örümceklerle karşılaştım.Onları savaş alanına doğru çektim ve kırk binlik bir goblin ordusunu görünce arkamdaki yaklaşık bin örümcek beni umarsamadı bile açlıklarını gidermek için goblin denizine daldılar.Aynı anda bizim kendi birliklerimizde önden saldırıya geçti, bilirsiniz goblinlerin çoğu korkaktır.Böyle bir saldırıyı görünce çoğu ormana tekrar kaçtı ve dev örümceklerde avlarının peşinden ormana girdiler.Bizde geri kalan goblinleri temizledikten sonra diğer duvarlara yardıma giderek savaşı bitirdik.Gayet basit bir taktikti anlıyacağınız ama çok fazla risk içeriyordu.Olan biten bu." Prens ayağa kalkarak Alers'ın yanına geldi ve suratına sert bir yumruk attı. "Bu sorumsuz savaş planınız içindi." Prens yüzündeki sert ifadeyi içten bir tebessümle değiştirerek.Eline kalbine koyarak başını eğdi. "Bu da bize bu zor savaşı kazandırdığınız için." Kale Kuşatması görevi başarılı. 250 Nam kazanıldı. 10 altın kazanıldı. Liderlik +15 Liderlik eklendi. Level atladınız. Level atladınız. Level atladınız. "En azından borçlarımdan kurtulacağım." *** Alers toplantı salonundan çıkmış büyük kalede geziyordu.Şehirde savaşın kazanılmasından dolayı şenlik havası hakimdi.Alers'ı yolda gören bütün yapay zekalar başını öne eğerek selam veriyordu. 'Nam bu işe yarıyor ha ? Sevdim bunu.' Alers kalenin duvarlarından dışarı çıktı.Krallık askerlerinin ölüleri içeri taşınıyordu ve kocası,çocuğu hala dönmeyen aileler endişeyle yerde yatan krallık askerlerinin yüzlerine bakıyordu. Ve her dakika başı surların içinden bir sevinç çığlığı duyulurken surların dışında ağıtlar ağır basıyordu. 'Savaşın çirkin yüzü,uğruna savaştıkları şeyi bir daha asla göremeyecek insanlar.Bizim için burada üzülecek kimse yok ama biz ölmüyoruz bizim yerimize yapay zeka olsalarda arkasında ağlayan insanlar bırakanlar ölüyor.Bize ne anlatmaya çalışıyorsun Richard Davis ? Bu fantastik dünyanın güzelliğini mi yoksa dünya ne kadar fantastik ne kadar güzel olursa olsun içinde yinede acılar, çirkinlikler olacağını mı ? Kendinle çelişiyorsun seni manyak dahi.' Alers gece vericelecek şenliği beklemeden bir at alıp başkent yoluna düşmüştü. *** Alers hiç durmadan başkente sürmüştü.Şehrin girişinde ki bağırmaları duydu; "Hadi ama bu kadar sebzenin senin için fazla olduğunu sende biliyorsun.Aç gözlü olma!" Beş maceracı şehrin girişinde ki bir yapay zekanın etrafını çevirmişti. "Buraya bu yetiştirdiğim sebzeleri satmak için buradan çok uzakta ki Sirn kasabasından geliyorum. Lütfen onları benden almayın.Oğlum savaşta öldü ve bakmam gereken üç torunum var." Konuşan yaşlı adamın arkasında korkmuş küçük bir çocuk duruyordu.Olay tüccarların şehre giriş sırasının sonlarında olduğu için kraliyet askerleri görmüyordu ama izleyen pek çok maceracı vardı. 'Bu kadar kişi sadece izliyor mu?' Alers düşünceleriyle insanları lanetlerken yaşlı adamı çevreleyen maceracılardan biri elini kılıcına uzattı; "Moruk sebzeleri bize vermezsen torunlarını bir daha göremeyebilirsin." Maceracı kılıcını çekmeye yeltendiği anda bir ok boğazını deldi ve kan yaşlı adamın suratına fışkırdı.Kılıcını çekmeye yeltenen maceracı yanındakilerin gözü önünde yere düştü ve yanında ki dört arkadaşı elinde yayla duran Alers'ın üstüne doğru koşmaya başladı ama hesap etmedikleri şey Alers'ında yayını sırtına koyup kılıçlarını çekerek onların üstüne koşmasıydı.Alers ilk gelen adamın kalbine kılıcını sapladı ve orada bıraktı.Sağ elindeki kılıcı iki eliyle tutarak sonraki ağır zırhlının tek hamlede başını aldı ve tam o anda solundan gelen çift elli topuz atağını atlattı.Topuz yere vurduğun da çok gürültülü bir ses çıkarmıştı Alers'a gelse büyük ihtimalle tek hamleyle yerle bir olurdu.Adam topuzu tekrar havaya kaldırmak için yeltendiğinde Alers adamın iki elini birden kopardı.Oyunda gerçekte ki gibi fazla acı hissedilmiyordu ama kesinlikle acı hissediliyordu ve adam bağırarak yere düştü.Tek sağlam olan maceracı Alers'dan korkup şehre doğru kaçmaya başlamıştı. "Çanta!" Alers çantasını açtı ve avlanmak için kullandığı mızrağı seçti.Büyük bir güçle kaçan adamın arkasından fırlattı.Mızrak adamın belinden girip karnından çıkmıştı.Gürültülere kraliyet askerleri gelmişti.Tam Alers'a saldıraya geçeceklerken Alers elinde ki kılıcı uzaktan kraliyet askerlerine çevirdi; "Durun!" Alers yerde duran elleri kopmuş maceracının zırhından tutarak biraz daha şehire yaklaştırdı ve izleyen maceracılara baktı; "Herhangi bir yapay zekayı yani buranın asıl sahiplerini incitmeye kalkarsanız sonuçları az önce gördüğünüzden pek farklı olmaz! Biz nasıl olsa ölmüyoruz diye düşünüyor olabilirsiniz ama size bu konuda söz veriyorum! Doğdunuz her beş saatte bir sizi tekrar,tekrar,tekrar,tekrar ve tekrar hayal edemeyeceğiniz şekillerde öldürürüm! " Alers'ın yüz ifadesi çok sertti ve tamamen kırmızıya boyanmış yüzü ve zırhıyla söylediklerinde şüpheye yer bırakmıyordu.Alers az önce sürüklediği maceracıya yöneldi; "Ayağa kalk! Sana ayağa kalk dedim!" Yerde yatan maceracı sürünerek ayağa kalktı ve Alers diğer maceracının kalbinde bıraktığı kılıcı tekrar eline aldı.Alers bir süre havaya baktıktan sonra karşında zor ayakta duran maceracının başını gövdesinden ayırdı ve derin bir nefes alıp yüzüne şeytani bir tebessüm yerleştirdi.Elinde kılıçları tekrar beline koydu.Gülümseyerek kraliyet askerlerine döndü; "Evet şimdi gidebiliriz." Kraliyet askerleri Alers'ın kollarından tutarak şehrin içine doğru götürmeye başladılar Alers fısıltıları duyuyordu. -O bir iblis gibi! -Hayır o tam olarak bir Kırmızı İblis. Alers gülümseyerek kraliyet askerleriyle beraber yürümeye devam etti. 'Kırmızı İblis ha.Buna alışabilirim hatta sevdim bunu.' Bölüm-10 İlk Aşkın Değeri(1) Bölüm 10 Kraliyet askerleri Alers'ı sarayın içinde ki zindanlardan birine götürdüler; "Geç şuraya!Cezana karar verdiklerinde haberin olur." Alers parmaklıklara tutundu; "En azından üstümü temizleseydim heryerim kan içinde." Kraliyet askerleri Alers'ın sözüne aldırış etmediler. "Gerizekalılar veya yapayzekalılar herneyse,sizin hakkınızı korumaya çalışıyordum!" Alers arkasını döndü ve kendisi gibi üstünde kırmızı bir işaret olan uzun boylu geniş vücutlu çirkin orku farketti.Bir yapayzekanın katil olup olmadığını anlayamazdınız ama bu bir maceracıysa üstünde kırmızı bir işaret belirirdi.Alers orka döndü; "Bir ork için fazla uzaklarda değil misin ?" Ork Alers'ın yüzüne sertçe baktı; "Peki sen bir katil için fazla temiz yüzlü değil misin?" Alers ufak bir kahkaha attı ve yüzündeki ifadeyi sertleştirdi. "Orkların kanının siyah olduğunu söylüyorlar bunun gerçek olup olmadığını çok merak ediyorum." Ork ayağa kalktı Alers'ın boyunun kısa olmamasına rağmen orktan kısa kalmıştı.Ork en az iki metre vardı.Bu seferde ork kısa bir kahkaha atıp sonrasında yüz ifadesini sertleştirdi. "Oysa ben insan kanının rengini çok iyi biliyorum." İkiside dövüş için yumruklarını hazırladığı anda Alers'ın arkasından iki kova su üstüne boşaldı. Alers dişlerini sıkarak yavaşça arkasına döndü ve muhafızı gördü. "Teşekkürler kahraman(!)Şehri kurtardığın için teşekkürler(!) Buda bizim sana olan minnet borcumuz." Alers muhafızlara iki saniye sert baktıktan sonra sesini inceltti ve yüzüne koca bir gülümseme yerleştirdi.Onunla dalga geçen muhafızlarla aynı şekilde cevap verdi. "Hayır ben ordan sadece geçiyordum.Kim olsa aynısını yapardı..." Bir süre duraksadı. "Aahh hayır başka mütevazi olabileceğim cümleler bilmiyorum." Çirkin ork arkada duvarları yumruklayarak gülmeye başlamıştı. *** Alers ve orkun bulunduğu zindana yaşlı uzun saçlı bir adam getiriliyordu.Bu adama iki şövalye eşlik ediyordu.Alers birşeylerin yanlış olduğunu hemen anladı. 'Yaşlı bir adama iki şövalye ? En azılı katil getirilse bile bu mümkün değil ayrıca bu ihtiyarın büyük bir suçu olsa bir zindana tek başına kapatılırdı.Birşeyler yanlış.' Yaşlı adam hücreye kapatıldı ve kraliyet askerleri hücrenin önünden gönderildi.Hücrenin önünde yaşlı adama eşlik eden iki şövalye duruyordu.Alers orka doğru bir bakış attı.Orkta Alers'a bakıyordu birşeyler olduğunu oda anlamıştı.Alers ve ork aynı anda yumruklarını havaya kaldırdılar yumruklarını kaldırdıkları anda şövalyeler kılıçlarını çekerek hücrenin içine girdi ve yaşlı adamın önünde bir kalkan oluşturdular.Ork ve Alers aynı anda ellerini havaya kaldırdılar.Alers yüzündeki tebessümle orka döndü. "Orklarda teslim olduklarında ellerini havaya mı kaldırırlar ? Yoksa sadece insan olduğun zamanlardan bir alışkanlık mı ? " Ork Alers'a sert bir bakış attı havaya kaldırdığı ellerini indirdi ve şövalyelere döndü. "Kimsin sen yaşlı adam ?" Yaşlı adam ufak bir kahkaha attı; "Jan,Demiar kılıçlarınızı indirin ve hücrenin dışında bekleyin.Siz ikiniz birbirinizin suçlarını biliyor musunuz?" Alers ve Ork birbirlerine baktılar. "Hayır tabiki bilmiyorsunuz.İkinizinde üzerindeki o kırmızı işaretlerin sebebi yerli halkı maceracılardan kurtarmaya çalışmak.Sizden bir isteğim olacak ama önce tanışalım.Ben Pinke Krallığının kralı II.Leonard." Alers ve Ork tekrar birbirlerine bakmışlardı ama bu sefer biraz uzun sürmüştü. "Tabi.Bakışmayı kestikten sonra sizde kendinizi tanıtabilirsiniz.Ben beklerim." Ork duruşunu dikleştirdi; "Ben Serian Krallığından Anad." Alers herzamanki sahte sıcak gülümsemeyle tek dizinin üstüne çöktü. 'Bu yaşlı adam ilerde işime yarayabilir.' "Ben Alers kralım.Sizinle tanışmak bir şereftir." Kral bir an duraksadı ve Alers'a baktı; "Dede ?" Alers şaşırmıştı.İstemsizce bir tepki verdi. "Ha ?" "Dede!II Alers sen misin? Hahahahaha" Alers kalbine koyduğunu elini yüzüne koydu ve ayağa kalktı. "Bir kral bu kadar ciddiyetsiz olmamalı..." Alers ve kral göz göze gelmişlerdi.Alers kralın gözlerine bakınca içindeki yırtıcı kurdu net olarak görebiliyordu. 'Kurt kocayınca köpeğin maskarası olur ha ? Geleceği görüp maskara olmayı kabullenmiş bilge bir kral.' Kral hücredeki taşa oturdu; "Ciddiyeti artık takmıyorum.Neyse siz ikiniz ilk aşkın değerini bilir misiniz?" Anad ve Alers aynı anda tepki verdi. "Ha ?" Yaşlı adam onları takmadan konuşmasına devam etti. "İlk aşkım...Daha on beş yaşındaydım ve babamla Arinol Krallığına bir kutlamaya gitmiştik.Yolumuza devam ederken hiçliğin ortasında küçük bir ev görmüştük sadece çimenler.Onu o küçük evde gördüğümde bir prenses için ne kadar küçük bir kale diye düşünmüştüm.Çünkü o yaşımda bana anlatılanlara göre ancak bir prenses bu kadar güzel olabilirdi.O küçük evde hiçliğin ortasında bizi misafir ettiler ve onunla konuşma fırsatı buldum.Ona bir söz verdim bir daha ki gelişimde senide yanımda götüreceğim dedim ama onbeş yaşında politikadan bihaber bir çocuğun sözüydü bu. Babama söylediğimde bir soylu ancak bir soyluyla evlenir demişti ve beni taht hakkımı almakla tehdit etmişti.Bu yaşımda ki aklım o zaman olsa kesinlikle bu süslü tahttan hiç düşünmeden vazgeçerdim." Anad'ın gözleri dinlediği hikaye karşısında yaşarmıştı.Alers Anad'ın durumuna gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Bütün orklar bu kadar duygulu mu olur ?" Alers'ın sorusu karşısında Kral yüksek bir sesle gülmüştü; "Desene hikayem bir orku ağlatacak kadar acıklıymış.Neyse fazla konuştum galiba.Arinol Kral'ı yakın arkadaşımdır.Ondan bir haber aldım.Doğuya giden gözcüleri dönmemiş ve arkasından başka gözcüler göndermişler.O küçük evde üstünde ejderha olan bir bayrakla karşılaşmışlar ve yaklaşmaya çalıştıkları anda üstlerine gelen oklar.Evde en az elli kişinin olduğunu rapor etmişler. Kral başkent dışına fazla asker gönderemiyor.Bu maceracıların sürekli kalışından sonra çoğu şehir bizim kadar şanslı değildi.Büyük karmaşalar çıktı.Şuan Krallığımın güçlü bir Lord'unun kızıyla evli olduğum için oraya asker göndermem bir hakaret olarak algılanır ve bu krallıkta karışır.Sizden isteğim Nissa'mı kurtarmanız.Bir kral olarak emrediyorum ama bir insan olarak size yalvarıyorum." Anad daha fazla göz yaşlarını tutamamıştı.Diğer yandan Alers'ın kafasını sorular kurcalıyordu; "Sizi üzmek istemem ama onun hala yaşadığını nerden biliyorsunuz ?" Kral yavaşça elini kalbine koydu; "Hissediyorum.Size bu yüzden ilk aşkın değerini sormuştum." 'Bir his üzerine elli kişinin arasına dalmak akıl işi değil.' Alers nasıl reddeceğini düşünürken Anad yüksek bir sesle bağırdı; "Yapacağız!" Kral rahatladı; "Çok memnun oldum beni izleyin." Alers konuşamadan bu görevi kabul etmişti. İlk Aşkın Değeri görevi kabul edildi. Alers üzüntüden dizlerinin üzerine çökmüştü.Bir seçenek sunulmadan böyle saçma bir görevi yapmak zorunda kalmıştı.Anad ve Kral çoktan hücreden çıkmıştı.Anad geri dönerek Alers'ı kaldırdı ve sırtına alarak yürümeye başladı. "Hey ne yapıyorsun!Ork,çirkin,sulugöz kendim yürüyebilirim sulugöz!!" *** Alers,Anad,Kral ve iki şövalyesi parlak kapılı çok süslü oymaları olan bir odaya girdiler. Alers gülümsemeye başladı. "Buranın az daha fantastik bir dünya olduğunu unutuyordum." Alers'ın karşısında bir ışınlanma kapısı duruyordu.Kral kapıyı gösterdi; "Bundan geçince oraya bizim krallığımızdan en yakın olan tapınağa varacaksınız.Orada size bir harita verecekler.İnsanlara gözükmemeye çalışın unutmayın üstünüzde hala kırmızı işaret var." Bölüm-11 İlk Aşkın Değeri(2) Bölüm 11 Alers ışınlanma kapısından ilk adımını attığı anda kör edici bir parlaklıkla karşılaştı.Beyaz ışık yüzünden gözlerini kapatmak zorunda kaldı.Gözlerini yavaş yavaş açtığında yüzlerce mum ile aydınlatılan büyük bir salonda buldu kendini.Alers'tan biraz sonra kapıdan Anad çıktı.Karşılarında cübbeli yaşlı bir adam duruyordu; "Uzun zamandır misafirim olmamıştı bu unutulmuş tapınakta.Selpa tapınağına hoşgeldiniz.Ben Selpa tapınağının başrahibi gerçi burada artık benden başkada rahip kalmadı ama bunlar önemsiz detaylar." Alers ve Anad yaşlı adamın ürkütücü ses tonundan sonra birbirlerine baktı ve sonunda Alers konuşmaya cesaret etti. "Ben Alers ve bu çirkin orkta Anad,Pinke Kral'ı bizi buraya bir görev için gönderdi.Görev için gerekli haritayı sizin bize vereceğiniz söylendi." "Bende size ismimi bağışlamak isterdim ama halihazırda bir ismim yok.Biz dört büyük tanrıdan birine kendini adıyan rahiplerin ismi olmaz.Ateşten doğan Arox,Topraktan doğan Tarn,Sudan doğan Simmi ve bu tapınağın Tanrısı Havadan doğan Hilra.Ah bu fazla konuşan yaşlı adamın kusuruna bakmayın uzun süredir konuşacak kimsem yoktu.Evet buyrun haritanız." "Sağolun başrahip." "Ha bu arada isterseniz sizi kutsayıp üstünüzdekini işaretleri gönderebilirim." Alers başrahibe şeytani gülüşünü attı. "Gittiğimiz yere konuşmaya gitmiyoruz başrahip." *** Tapınaktan çıktıktan kısa bir süre sonra Anad ve Alers küçük evi görmüşlerdi.Evin kapısında asılı asker başları ve maceracı başları vardı.; "Tamam başrahibe karşı havalı konuşmayı biliyorsun ama herhangi bir planın var mı?" Alers bir süre Anad baktı. "Sırtanda ki savaş çekiciyle tek hamlede evin şu küçük evin bize bakan duvarında kendin geçebilecek kadar bir delik açabilirmisin ?" Anad duvara doğru baktı; "Çekicimi kullanmadan tekmemle bile o duvarı yıkarım,bir orku küçümseme!" Alers gülümsedi; "O zaman içeriden bağırışlar duyduğun anda duvarı yık ve yanıma gel." Alers belindeki iki kılıcı çantasına koydu ve saklandığı yerden çıkıp evin ön kapısına doğru yürümeye başladı.Kapıya iki üç metre kala önünedeki toprağa bir mızrak saplandı.Alers ellerini havaya kaldırdı; "Hey! Sizin adınızı duydum ve size katılmaya geldim! Kırmızı bir oyuncu olduktan kimse yüzüme bile bakmıyor,insanların küçümser gözlerle bakmalarına ve gördükleri yerde beni öldürmeye çalışmalarından bıktım! Hepsini öldürmek istiyorum!" Alers tüm bunları söyledikten sonra dizlerinin üstüne çöktü ve evin içinden gürültülü kahkahalar kopmaya başladı biraz sonra kapı açıldı; "İçeri gel okçu dostum!" Alers yavaş adımlarla içeri girdi ve yüzünde sahte bir mutlu ifadeyle etrafını süzmeye başladı. 'Raporda evde en az elli kişi olduğu söyleniyor ama sayıları otuzu geçmez zaten bu küçük eve elli kişinin sığma fikri bile saçmaydı.Bu durumda elli kişilik bir savaş güçleri olduğunu farzedebilirim.' Alers bunları düşünürken kırmızı oyuncu grubunun belkide katil olması en beklenmeyecek olan çocuk yüzlü olanı öne çıktı ve bir sandalye çekip oturdu; "Üstünde kırmızı işareti görüyorum,kimi öldürdün ?" Alers'ın aklına hemen kırmızı işareti almasına sebep olan maceracılar geldi. "Açgözlü bir tüccarı,canı yerine malını seçti." "Hahaha,peki öldürmek nasıl bir histi ?" Alers bu sefer savaşta katlettiği goblinleri aklına getirdi ve o hissi yakaladı; "Aldığım can benim hayatıma ekleniyormuş gibi ve kan kokusu yüzyıllarca beklemiş bir şarap gibi." Çocuk yüzlü kırmızı işaretli oyuncu bir kahkaha daha attı; "Gerçek dünyada hiç hapise düşmediğini farzediyorum.Burada ki yirmi yedi kişi yani biz gerçek hayattaki bir hapishanede buraya geldik.Bu oyun hapishanemizde en azılı suçlulara duvarlar arasında bile bize biraz özgürlük hissi veriyordu birnevi terapi gibi ama birgün bir baktık tamamen burdayız ve hepimiz dedik ki senin o az önce anlattığın hissi tekrar neden yaşamayalım.Bilirsin burada ki oyuncular ölmüyor ama bu yapayzekalar gerçekten ölebiliyor.Onlar yerine başka bir yapay zeka doğsada kişilikleri bir daha geri gelmemek üzere ölüyor.Sadece neden benim konuştuğumu merak etmişsindir çünkü ben aramızda gerçek hayatta en çok insan öldüren katilim. Yani senin gibi birini sadece bu oyunda öldürmüş birinin grubumuzda en az konuşma hakkına sahip olduğunu anladın mı?" Alers hemen duyduklarını hızlıca kafasından tekrar geçirdi; 'Bu adamlar cidden büyük bir sorun hepsi ayrı ayrı biryerlere kapatılmalı ama bunu iki kişi yapamayız öldüklerinde şehirde doğacaklar en azından belki birkaçı yakalanır.' Alers kararını verdikten sonra kafasını öne eğerek gülümsedi; "Evet efendim! Ben sadece sizin yanınızda olmak istiyorum." Çocuk yüzlü adam tekrar kahkaha attı; "Benim adım Prisoner-1.O zaman artık bir acemimiz olduğuna göre şu kadını getirin ona ihtiyacımız yok.Acemimize biraz kan ikram edelim." Az önce evin bir odasına girin iri adam yaşlı bir kadını saçından tutup evin büyük odasına getirmişti.Alers direk farketti. 'Bu o olmalı.' Prisoner-1 Alers'ın eline süslü işlemeleri olan bir bıçak verdi. "Hadi acemi üstünde kırmızı işaret var ama tekrar kanıtla kendini bize.Tekrar yaşa o hissi!" Alers süslü sapı olan bıçağı eline aldı ve kadının önüne geçti.Bir kez arkasına baktı arkasında ağır zırhlı kafasında kask olan iri bir adam duruyordu.Alers yaşlı kadını öldürmezse ölümü çok çabuk olacak şekilde ayarlanmıştı.Alers derin bir nefes aldı ve elindeki bıçağı havaya kaldırdı; "Toprak çağırdığında hayır diyemezsin..." Alers ani bir hareketle arkasına bakmadan elindeki bıçağı hemen arkasında duran ağır zırhlı adamın kaskının boyun kısmındaki boşluğuna sapladı.Kaskın içinden kanlar süzülüyordu.Diğer mahkumlar hemen kılıçlarını çekti; "Seni P**!" Evin içinden küfürler yükselirken evin yan duvarından içeri bir savaş çekici girdi ve geri çıktı.Savaş çekici ikinci kez duvara çarptığından tozların arasındaki dev ork görünmüştü.Anad hemen çekicinin düz tarafıyla üstüne koşan adamı evin diğer köşesine uçurdu.Anad'ın yarattığı kargaşadan yararlanarak Alers hemen çantasından kılıçlarını çıkardı ve eline aldı ama bu sefer karşısında ağır zırhlı bir adam vardı.Alers ağır plaka zırhların tek zayıf savunma noktasını biliyordu; Eklem yerleri. Hızlı bir hareketle yavaş rakibi karşısında avantaj elde etti ve zırhın dizdeki eklem yerini hedef aldı. Eklemin tam arkasına derin bir kesik attıktan sonra ağır zırhlı adam yere düştü ve Alers hareketsizliğinden faydalanıp kasktaki görmek için açılan deliğe eliyle belinden bir ok alıp sapladı. Diğer yandan Anad kavgayı evin dışına taşımıştı.Anad'ın omzunda bir ok vardı ama kalın ork derisi sayesinde bunu hissetmemiş gibi gözüküyordu.Alers hemen okçuyu aradı gözleriyle ve duvarın kenarından sadece yayı ve elleri gözüküyordu.Alers kılıçlarını yere saplayarak sırtından yayını aldı ve sadece eli görünen okçuyu elinden vurdu.Yay okçunun elinden düştüğü anda üstüne koşan Anad'ın büyük çekiciyle yüzyüze geldi.Evin içinde Prisoner-1 ve iki mahkum daha kalmıştı.Üçü birden Alers'ın üstüne koştu.Alers yaşlı kadını tutarak kendini hemen yanındaki mutfağın içine zor attı ve hemen arkasından büyük bir ateş geldi. 'İlk önce ateş büyücüsünü öldürmem gerek.' Duvarın yanında siper aldı.Sol kolu birazda olsa yanmıştı ama bu kadar kısa mesafede yapılan bir ateş büyüsünde bu çok küçük bir hasardı. "Öldü mü ?" Prisoner-1 yanındaki mızrakçıya ve büyücüye döndü; "Prisoner-23 ve Prisoner 12 mutfağa gidin ve bakın dikkatli olun hala yaşıyor olabilir!" Prisoner-23 mutfağa ilk adımını attı ama yakın mesafede bir mızrakçıyı altetmek kolaydı. Alers mızrakçının kensininden önce içeri giren mızrağını tuttu ve kılıcını karnına sapladı.Mızrakçıyı önünde kalkan olarak tutarak hemen arkasından ki büyücünün ateşinden kurtuldu ve büyücünün başını aldı.Tam derin bir nefes alacakken büyücünün tam arakasında gizlenen Prisoner-1'ın kılıcını kaburgasında hissetti ve hemen geri adım attı; "Sana böyle bir durumda bağırarak emir verecek ve bu emirlerine sadık kalacak bir adama kadar salak mı göründüm ?" Alers sağ boşluğundaki kesiğe baktı ve Prisoner-1'a şeytani bir gülümseme attı; "Kanımı dökmeyi başarabilen ilk kişisin.Başın gövdenden ayrıldığında seni tebrik edeceğim." Alers ve Prisoner-1 mutfakta karşı karşıya kalmışlardı.Alers yukardan gelen tek el kılıç darbesinden eğilerek kurtuldu ama darbeyi atlatması biraz kolay olmuştu birşeyin yanlış olduğunu anladı. Prisoner-1 Alers'ın arkasına geçmişti ve Alers'ın şeytani gülüşünü takas ederek yaşlı kadının karnına kılıcını sapladı.Alers kılıç fazla derine saplanmadan bir elindeki kılıcı yere atarak diğer elindeki kılıcı iki eliyle ve Prisoner-1'ın başını gövdesinden ayırdı. "Hey! Yaşlı kadın iyimisin!" Alers yaşlı kadına baktığında kadının yarasının çok derin olduğunu farketti.Yaşlı kadın Alers'a eliyle yanına yaklaşmasını işaret etti. "Bu hayattaki son cümlelerimi sana kuruyorum cesur delikanlı.Bu cümleleri Leo'ma lütfen ilet onu bul ve ilet.O-" Alers yaşlı kadının sözünü kesti; "Bizi seni kurtarmamız için o gönderdi." Yaşlı kadının gözlerinden bir damla yaş aktı ve gülümsemeye başladı; "Rahatladım.Onu hep sevdiğimi söyle ve benim yanıma gelmek için acele etmemesini.Ben beklerim..." Alers bu sözleri duyduktan sonra gözlerinden iki damla yaş yaşlı kadının üstüne düştü.Arkasında mutfağın kapısının önünde gözleri yaşaran Anad'ı gördü.Alers Anad'a hiç birşey söylemeden evden çıktı ve evin yanındaki kullanılmayan ahıra girdi.Oradaki samanları evin içine taşımaya başladı. Cebinden bir kibrit çıkardı,samanları ateşe verdi ve evden çıktı.Anad hemen arkasından çıktı ve evin önünde durdular.Alers yanaklarındaki iki damla yaşı sildi; "Burası onun küçük eviydi ve artık o yok.Burada küçük bir ev olmasınada gerek yok..." Ev ateşler içinde kalırken Alers ve Anad uzaklaşmaya başlamışlardı. *** Alers ve Anad Selpa Tapınağındaki ışınlanma kapısını kullanarak tekrar saraya gelmişlerdi.Kral ilk geldiklerinde onları umutla bakıyordu ama onların yüzündeki üzgün ifadeyi gördükten sonra gözlerinde ki umut biranda kayboldu.Yinede yüzünde sahte bir gülümseme taşıyordu.Alers kafasını eğdi; "Özür dileriz onu kurtaramadı,son sözleri sizi hep sevdiği ve onun yanına gitmeniz için acele etmemenizdi.Sizi herzaman bekleyeceğini söyledi." Alers bunları söylerken gözleri sulanmıştı.Kral elini Alers omzuna koydu; "Çok teşekkür ederim.Acele etmesem bile fazla zamanımın kaldığını sanmıyorum zaten.Onunla yakında buluşacağız.Rahibe gidin ve sizi kutsasın işaretleriniz gitsin.Ödüllerinizi getirmelerini emredeceğim." Alers çökmüş duruşunu dikleştirdi; "Ortada bir başarı yokken ödül kabul edemeyiz.Anad hadi rahibe gidelim." İlk Aşkın Değeri görevi başarısız. Alers ve Anad rahibin yanına yürümeye başladılar.Alers durdu ve Anad'a döndü; "Anad rahibe gitmeden önce senden bir isteğim var.Öldür beni,o adamın kılıcında zehir vardı onun zehiriyle ölmek istemiyorum." Anad şaşırdı; "Ne ?" Alers Anad'a sert bir ifadeyle baktı; "Öldür beni dedim!" "Şehirin içindeyiz salak unuttun mu ?" Alers ufak bir tebessüm gösterdi; "Burası kralların,kraliçelerin öldürülüdüğü yer benimde öldürülmeme izin vardı herhalde..." Anad çantasından bir kılıç çıkarıp derin bir nefes aldı ve Alers'ın karnına saplayıp çıkardı. Alers dişlerini sıkarak gülümsedi; "Teşekkürler sulugöz ork." Alers gözlerini açtığında kendini kapısız beyaz bir odada buldu ve kralın yanında tuttuğu göz yaşlarını serbest bırakıp duvarları yumruklamaya başladı; "Böyle olmamalıydı! Burası fantastik bir dünya mutlu son olmalıydı!" Alers duvara vurmaktan elleri kanarken dizlerinin üstüne çöktü ve havaya bakarak haykırdı; "Söylesene Richard! Fantastik dünyalardada mutlu sonlar yok mu !?" Bölüm-12 Esmel Bölüm 12 Alers beş saat boyunca yapayzekaların ölme durumlarını düşünmüştü.Bir yapay zeka ölünce onun yerine başka özelliklerdeki bir yapayzeka doğar buda yapayzekaların tükenmemesini sağlar.Bu döngü yaratıklar üstündede kullanılıyordu bir patron öldüğünde altı saat içinde yenisi doğar ama özellikleri ve kişiliği tamamen farklıdır.Yaratıklardaki bu detayı,Alers ilk gördüğünde şaşırmıştı ama sonradan hayran kalmıştı ve Alers düşünceler içinde boğulurken beyaz odada geçirdiği beş saat dolmuştu.İlk önce gözkamaştırıcı mavi bir ışık ve sonra kendini Halk Tapınağı'nda bulmuştu. Öldüğü için üstündeki kırmızı işaretin gittiğini farketti.Tapınaktan çıkmaya hazırlanırken yanına koşarak bir çocuk geldi; "Bu kağıdı size vermemi yeşil dev bir amca söyledi." Alers kağıdı teslim aldı ve çocuğun talepkar bakışlarından sonra ona bir gümüş verdi.Elindeki kağıdı açtı; -Ben Anad,seni listeme eklemediğim için seninle uzaktan konuşamam.Bromma'dan ayrılıyorum birgün belki yolum düşer. Alers gülerek kağıdı çantasına koydu; "Haha ben Anad diye başlamış birde.Bu şehirde senden başka sulugözlü yeşil bir devmi var neyse eve uğramalıyım savaştan kazandığım parayla şu ihtiyarın parasını vereyim." *** Alers bağırarak demirciye girdi; "İhtiyar Stan paranı getirdim!" Demirci Stan elindeki çekici bıraktı ve arkasına döndü; "Savaş sonrası eğlenceyemi kaldın ? Esmel senden çok daha önce geldi." 'Esmel benden önce gelmiş ha? Oda savaş bittiği gibi şehre gelmiş olmalı.' Alers biran şehire geldiğinden beri başına gelenleri hatırladı; "Boşver ihtiyar uzun hikaye." Alers borcunu ödedikten sonra odasına çıktı.Esmel ile odaları yanyanaydı ona bir bakmak istedi ama kapısı kapalıydı.Kendi odasının kapısını açtı ve kendini direk yatağa attı. "Peki şimdi ki planım ne ? Yeni bir savaşa katılmak mı yoksa-" Alersın yanındaki duvardan ve burnunun onsantim üstünden bir kılıç girmişti.O oda Esmel'in odasıydı.Duvarı delip geçen kılıcın etkisiyle Alers donakalmıştı.Bir dakika boyunca hiç hareket etmeden kılıca baktıktan sonra korkudan bağırdı ve yerinden kalkıp sinirle Esmel'in odasının kapısını açtı.Duvardaki kılıcı ve kılıcı duvara sapladıktan sonra odanın en köşesinde duran Esmel'i gördü. "Ne yaptığını sanıyorsun !? Beni öldürmene onsantim kalmıştı!!" Esmel Alers'a bakmadı ve cevap vermedi korktuğu anlaşılıyordu.Alers bağırmayı bırakarak Esmel'in yanına gitti; "Hey noldu? Sen iyi misin ?" Esmel yavaşça Alers'a doğru baktı; "Duvarda bir böcek vardı..." Alers sinirden gülmeye başlamıştı. "Duvarda bir böcek vardı ve sen o böceği elindeki büyük kılıçlamı öldürmeye çalıştın ? Bir daha kine sadece bana bağır ve bende bir balyoz alıp geleyim ne dersin ?" Esmel kızarmıştı ve yere doğru bakıyordu.Alers duvara doğru yönelerek duvardaki kılıcı çekti. Duvarda küçük bir delik açılmıştı.Alers elini çantasına attı ve Prisoner-1'ın ona verdiği süslü saplı bıçağı çıkardı.Süslü saplı bıçağı küçük deliğe soktu,bıçak deliğe tam oturmuştu.Esmel'e döndü. "Güzel dekorasyon ha ?" Esmel Alers'ın yüzüne salaksın der gibi bakıyordu. "Tamam öyle bakma şimdilik kalsın bir ara hallederim..." *** Gece olmuştu ve Alers uzanıp bir sonraki adımını düşünüyordu.Deliği kapatması için yerleştirdiği hançerin yerinden çıkış sesini duydu ve ardından Esmel'in sesini. "Seni gördüm savaşın kazanılmasında büyük payın olmasına rağmen neden o kadar çabuk ayrıldın?" Alers Esmel'in kendisiyle konuşmasına şaşırmıştı ve ağzından şaşkınlıkla kurulmuş bir cümle çıktı; "Gecenin bu saatinde doğru soru 'uyuyor musun?' olmalıydı." Esmel cevap vermedi ve hançeri tekrar deliğe sokmaya yeltendi. "Hey hey tamam az öncekini söylemedim say.Bilmiyorum,ilkkez bir savaş meydanı görmemdendi galiba bir tarafta sevinen insanlar varken diğer tarafta ağlayanlar... Bilemiyorum... Sadece değişik bir duyguydu uzaklaşmak istedim.Peki sen neden kutlamalara kalmadın ?" Esmel iç çekti; "Benim kutlama yapacağım bir durum yoktu.Savaş zaten benim için bir şenlik gibiydi." Esmel sözünü bitirdikten sonra hançeri tekrar duvardaki deliğe sapladı.Alers Esmel'in sözlerine şaşırmıştı ve kendi kendine gülümseyerek fısıldadı; "Ürkütücü..." *** Alers sabah kalktığı gibi ormana doğru yola çıktı.Goblin ordusunun altedilmesinden sonra goblinler ormanlara dağılmıştı yani ormanda bir patrona rastlamak bile şaşırtıcı olmazdı.Alers ormanın girişinde ki kalabalığı farketti ve kırmızı bir işareti. 'Orada kırmızı işaretli bir oyuncu olmalı.' Alers belindeki kılıçlarını tutarak ormanın girişine doğru koşmaya başladı.Yaklaşık on oyuncu kırmızı işaretli bir kıza saldırıyordu.Alers kızın Esmel olduğunu gördükten sonra çekmek için hazırladığı kılıçlarını bıraktı ve on kişiyle aynı anda savaşmaya çalışan Esmel'in elini tutarak kaçmaya başladı.Esmel onu savaştan uzaklaştırdığı için huzursuz olmuştu; "Hey ne yaptığını sanıyorsun!" Alers arkasına baktığında on kişinin dahada çoğaldığını ve onları kovaladıkladıklarını farketti. Esmel'in ağır bir zırhı olduğundan hızlı koşamıyorlardı.Alers'ın o anda aklına daha önce avlanmaya gittiği goblin mağarası geldi.O goblin mağarası ormandan fazla uzakta değildi ve Alers'ın tahminlerine göre savaştan sonra boş olmalıydı.Alers hiç düşünmeden Esmel ile birlikte mağaradan içeri girdi ve arkasındakilerde onu takip etti.Alers mağaraya daha önce girdiği için direk patronun odasına girdi ve kapıyı kapatıp kapının kolları arasına çantasında ki üç mızrağı yerleştirdi.Esmel'i öldürmeye çalışanlar kapının arkasında kalmıştı. "Hey aç kapıyı ve kızı bize ver!O bizim birlik başkanımızı öldürdü!" Alers Esmel'e doğru döndü; "Neler olduğunu anlatacak mısın ?" Esmel cevap vermedi.Alers yere oturdu ve mağaranın duvarına yaslandı; "Soğukmuş! Neyse hemen anlatmana gerek yok o mızraklar kapıyı bir iki saat idare eder.Sende tam biz ölürken anlatırsın hem böylesi daha duygulu." Esmel ile Alers yaklaşık bir saattir mağara kısılı kalmışlardı ve Esmel hala tek bir kelime etmemişti.Alers havaya baktı; "Hmm nerden başlasam... Ah evet,lisede derslerim kötüydü ve her gün aynı şeyi yapmaktan çok sıkılmıştım o yüzden lise bittikten sonra üniversiteye gitmemeye karar vermiştim. Ailem anlayışlıydı ve kararıma saygı gösterdiler sonuçta ben onların tek çocuğuydum.Ama aslına bakarsan biraz onlar için üzülüyorum tek çocukları vardı ve oda aykırı bir yol seçti-" Esmel Alers'a doğru şaşkın bir bakış attı.Alers gülümsedi; "Sen kendinden bahsetmeyeceğine göre ben kendimden biraz bahsedeyim dedim.Yoksa iki saat boyunca oturup öldürülmeyi beklemek çok sıkıcı olurdu." "Senin bununla bir alakan yok onlarla kendim savaşırım.Yani beni korumana gerek yok.Git burdan" Alers tekrar gülümsedi; "Seni koruduğumu kim söyledi ? Ben sadece kapının dışındaki adamları senin gazabından koruyorum." Esmel önüne baktı ve çok ufak bir şekilde tebessüm gösterdi.Bu bir gülümseme bile sayılamayacak olsada bu Esmel'in sadece bir savaş makinesi olmadığının kanıtıydı Alers için. "Ah evet nerede kalmıştım... Sonra internette gezinirken bu oyunu gördüm.İnsanlar gerçek parayla oyundaki eşyaları satıyorlardı.Hemde gerçekten benim için çılgın diyebileceğim paralarla ve bende geçimi bu şekilde eğlenerek sağlamak istedim.Gerçi şuan geçimimi sağlamak için günde bir goblin öldürmem yeterli.Ama böyle fantastik bir dünyanın bir parçası olmuşken kim sadece geçinmekle uğraşır ki..." Alers konuşmaya uzun bir süre devam etmişti ve artık kapıda ki mızrakların çıtırdama sesleri duyulmaya başlamıştı.Esmel yerinden kalktı,eline kalkanını ve kılıcını aldı onun hemen arkasından Alers'da gülümseyerek yerden kalkarak belindeki kılıçlarını çekti; "Ne kadar beceriksiz çıktılar üç tane mızrağı kıramadılar hala..." Alers bu cümleleri söylediği anda mızraklar kırıldı ve kapı açıldı.Baştaki on kişi yaklaşık otuz kişi olmuştu.Alers üstlerine gelen otuz kişiyi görünce gözlerini kapattı ve kılıçlarını iyice kavradı.İçine dolan gücü hissetti.Kılıçları yavaş yavaş beyaz birşekilde parlamaya başlamıştı.Gözlerini açtı ve Esmel ile birlikte üstüne gelenlerin üstülerine doğru koşmaya başladı.İlk olarak hafif zırhlıları ve büyücüleri hedef alıyordu. Kılıcını önündeki büyü yapmaya hazırlanan büyücünün büyü sözlerini söylerken iki dudağı arasından soktu ve kılıçtan yayılan beyaz ışık yavaş yavaş kızıllaşmaya başlamıştı.Alers dişlerini sıkarak gülümsedi; "Büyü yapmak için bir asa ve büyü sözleri gerekir ama sanırım artık bir dilin yok." Esmel ağırzırhlılarla savaşırken Alers arkadaki uzak mesafe dövüşçülerini temizliyordu ve bu Alers için kolay bir işti.Arkadaki uzak dövüşçülere bir katliam yarattıktan sonra Esmel'i sıkıştırmış sekiz ağırzırhlı yakın dövüşçünün arkasından yaklaştı ve hemen önündekinin sırtına kapıdan aldığı kırık mızrağı sapladı.Alers düşmaları düştükten sonra dahada neşeleniyordu; "Bu senin demircinin hatasıydı zırhın dayanıksızmış sana bizim ihtiyar Stan'i öneriyorum." Mağaranın içindeki savaş bittiğinde Alers ve Esmel hala ayaktaydı.Alers'ın beyaz zırhı tekrar kırmızıya boyanmıştı.Alers elindeki kılıçlara baktığında kılıçlar kan kırmızı bir renkte parlıyordu. Kılıçlarını belindeki kınına yerleştikten sonra bir ekran açıldı. Lütfen yeni yeteneğinize bir isim verin: Alers ekrana baktı ve şeytani bir gülümseme attı; "Kırmızı İblis. Şeytanda ilk başta beyaz günahsız bir melekti ama kılıçlarım gibi nefsine yenik düştü ve kırmızı bir hal aldı." Alers yeni yeteneğine ismine verdikten sonra nefes nefese yere oturdu ve hemen arkasından heryeri düşman kanı içinde olan Esmel'de kendini yere bıraktı; "Lisede çok iyi bir öğrenciydim herkes beni severdi ve bende herkesi çok severdim ama içimde hep anlatılamayacak bir boşluğun olduğunu hissederdim.O zaman bu oyunla tanıştım burada yaratıkları öldürdükçe o boşluğun yavaş yavaş dolduğunu hissettim ve gerçek dünyaya pek zaman ayırmamaya başladım.Tabi bir zaman sonra iyi öğrenci imajım kaybolmuştu ve yanımdakilerin yavaş yavaş benden uzaklaştıklarını hissettim işte bu yüzden insanların sadece çıkarları için birşeyler yapmalarından nefret ediyorum." Alers'ın içini Esmel konuşmaya başladıktan sonra bir huzur kaplamıştı ve Esmel bu kısa konuşmayı yaptıktan sonra yerinden kalkarak mağaranın çıkışına yöneldi.Alers gülümsedi; "En azından açılış konuşmasını yaptı." Alers avlanarak üzerindeki kırmızı işareti sildi ve ormanın içinde bu sefer geyik avına başladı. Oyundaki gerçek vücudu olmasada oyun acıkma hissi veriyordu.Uzaktan güzel bir geyik gördü ve belinden bir ok alıp yayını çekti,bıraktı.Ok geyiğe saplandıktan sonra geyik bir anda insan şeklini almıştı.Alers şaşkınlıktan bir kelime bile edememişti. Bölüm-13 Cehennem Serinliği (1) Bölüm 13 Alers açlık hissini gidereceğini düşündüğü geyiği vurduğunda geyiğin bir insana dönüştüğünü ve okun bir kıza dönüşen geyiğin bacağına saplandığını farketti.Geyik bir kıza dönüştüğü anda bacağına saplanan ok yüzünden yere düşmüştü.Alers kafasını yana yatırmıştı ve neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu.Tam o anda boynunun sol tarafında arı sokması gibi bir acı hissetti.Alers'ın gözleri ve bilinci yavaşça kapanmıştı. *** Alers gözlerini açtığında ağaçların tepelerini ve gökyüzünü gördü.Bilincini kaybetmeden önce olanlar aklına geldi ve geyiği vurduğu yeri kontrol etti; “Kız!Geyik!Hayır,hayır kız veya Geyikkız vurduğum yerde yok!” Bilincini kaybetmeden önce geyiği vurduğu yerde hiçbirşey yoktu.Hemen boynunu kontrol etti ufak bir şişlik vardı; 'Bir böcek tarafından ısırıldım ve halisünayson mu gördüm ? Hayır boynumdaki acıyı ben geyiği veya kızı vurduktan sonra hissettim-' Alers kafasından soruları çözüme ulaştırmaya çalışırken önüne gelen uyarı ekranıyla irkildi. OYUNCU MERON SİZE ULAŞMAK İSTİYOR... EVET HAYIR Alers az önce olan olaylar hakkında düşünmeyi bırakıp elini evete götürdü.Meron'ın sesi biraz telaşlıydı; “Hey,hey biraz önce olanları duydun mu!?” “Hayır,sanırım uyuyordum.” “Sanırım mı ? Neyse uyuduğun için gelen uyarı ekranını görememişsindir.Richard Davis artık şehirleri güvenli bölge olmaktan çıkardı! Yani artık oyuncular ve yapayzekalar silahlarını şehrin içindede çekebilecek!” Alers'ın yüzünde ufak bir tebessüm belirdi; “Dünyamız daha gerçekci oluyor desene.Şehirlerde gasp,adam öldürme olayları artacak.” “Krallık buna karşı önlem almaz mı ?” “En iyisi bekleyip görmek...” *** 1 Hafta Sonra Şehirler güvenli bölge niteliğini kaybettikten sonra sadece iki gün içerisinde şehir içindeki suç oranı çok büyük bir artış göstermişti ve bu yanında üçüncü günde “Suçlu Avı” etkinliğini getirdi. Şehrin merkezinde ilan panosunda suçluların profilleri asılıyordu ve suçluyu yakalayana suçlunun suçlarının büyüklüğüne göre para ödülü veriliyordu.Suçluyu öldürenlerede beş saat içinde rapor etmesi halinde ödülün yarısı veriliyordu ve beş saat sonra kraliyet askerleri Halk Tapınağı'nda tekrar doğan suçluyu yakalıyordu.Bu süre zarfında Alers,Meron ve Meron'ın öğrencileri gruplara ayrılmış şekilde suçluların peşinden koşuyordu. “Vik,Perry onu onikinci sokağa doğru kovalayın.Güçsüz olduğunuzu hissetirmeyin av durumuna düşersiniz.” Vik yüzüne küçük bir gülümseme yerleştirdi; “Asıl sen onun karşısında dururken titreme sakın ezer geçer seni,Alers.” Vik ve Perry peşinde oldukları suçluyu Alers'ın bulunduğu boş sokağa yönlendirmeye çalışıyordu. Suçlu Vik ve Perry'e göre daha hızlı koşuyordu ve Vik ve Perry onu baskı alamadan onikinci sokağın hemen yanında ki sokağa girdi; “Alers adam senin olduğun sokağın yanında ki sokağa girdi.Önünü kesmeye çalış!” Alers'ın yüzünde şeytani bir gülümseme vardı; “Gerek yok.Sokakta ondan başka biri varmı ?” “Hayır,yok.” “Tamam kovalamayı bırakın kaçıncı sokak lambasına bana hemen onu söyle.” Vik ve Perry şaşırmıştı ama Alers'ı dinleyerek kovalamayı bıraktılar; “Şimdi 7. sokak lambasının yanından geçti.” Alers yan sokakta suçluya paralel bir şekilde koşuyordu.Sırtından yayını çekti ve yayını havaya doğru yöneltterek gerdiği ipi serbest bıraktı.Attığı ok gökyüzünü yararak yukarı doğru gidiyordu ve kısa bir süre sonra yere doğru inmeye başlayarak yan sokağa düştü.Alers heyecan içinde bağırdı; “Tam ayağından vurdum değil mi ?” Vik başını yere eğip iç çekti; “Hayır,öldü.Ok başına isabet etti! En fazla suçlu yakalayan grup biz olduk ama senin yüzünden hep ödüllerin yarısını alıyoruz!” Alers Vik'in serzenişlerini umursamadı; “İnsan hayatı işte hep pamuk ipliğine bağlı.Yarım adım geride olsaydı yaşıyor olacaktı neyse şehir merkezine gidip diğer gruplarla buluşalım.” *** Alers,Vik ve Perry şehir merkezine gelmişti.Ödülü aldıktan sonra diğer gruplarla anlaşıp buluştular; “Hey Meron!Şu öğrencin Vik çok mızıkçı,sırf bir tane suçluyu yanlışlıkla öldürdüm diye yol boyunca azarladı beni.” “Şimdide beni öğretmene mi şikayet ediyorsun Alers ? Tam bir çocuksun...” “Boyu bir metre olan sensin ve bana mı çocuk diyorsun!” “Hey bir altmış birim ben!” Bütün grup Alers ve Vik'in tartışmasına gülüyordu.Meron gülerek Alers'a doğru döndü; “Alers bu etkinlik para için bulunmaz bir şans ama güçlenmemizde gerekiyor.Avlanmaya çıkalım diyoruz.” Alers yüzünde ki alaycı ifadeyi sildi ve alışıldık şeytani tebessümünü gösterdi; “Haklısın size sonra katılırım ama büyük bir balık yakalamadan bırakmaya niyetim yok.” “İkimizede iyi şanslar o zaman.” Alers Meronların yayından ayrılarak suçlu ilanların asılı olduğu panoya doğru gitti.Suçlunun çizimi ve herhangi bir fiziki özelliği olmayan ilan dikkatini çekti. Cehennem Serinliği Şehirler güvenli bölge olmaktan çıkarıldığından beri yedi günde yedi oyuncuyu öldürdü. Hiçbir oyuncu yüzünü veya neye benzediğini görmedi.Kurbanların ortak beyanı “Önce sırtımda dayanılmaz bir cehennem ateşi hissettim sonrada boynumda tüm ızdırabı gideren bir soğukluk.” Ödül:300 Altın Alers'ın gördüğü ilan heyecandan elinin titremesine neden olmuştu.Hiç kimsenin yüzünü göremediği bir suikastçi ve ödül ağacındaki en yüksek ödül.Alers daha önce krallık görevi yaptığından kurbanların kimliklerini ve adreslerini öğrenmek kolay olmuştu.İlk altı kurbanın dördü artık bu şehirde yaşamıyordu ve diğer ikisininde tek anlattıkları oyunda daha öncede öldükleri ama böyle bir acıyla ne gerçek dünyada ne de oyunun dünyasında karşılaştıklarıydı.Alers'ın dikkatini çeken başka birşeyde olmuştu görüştüğü iki kurbanın adı bilinen savaşçılar olmadığı halde olağandışı zenginlikleri.Alers şehirden ayrılmamış olması umuduyla son kurbanın kapısına gelmişti ve kapıyı tıkladı; “Kimsin ?” Alers şaşırmıştı; 'Şehir merkezinde oturmasına rağmen günün bu saatinde kapısında kim olduğunu bilmeden açmıyor gerçekten korkmuş olmalı ama korkularının üstüne gitmeli.'; “Cehennem Serinliği.” Kapının arkasındaki adam kapıyı açtı; “Yalana gerek yok.Şimdi gerçek kimliğini söyle.” Alers kısa bir kahkaha attı; “Cehennem Serinliği'nin peşinde ki ödül avcılarından biriyim en iyi bilgiyi kurbanların alırım diye düşündüm ama hiç tereddüt bile etmeden o olmadığımı nasıl anladın ?” Şimdi kahkaha atma sırası kısa boylu,parlak demir zırhı olan adamdaydı; “O kadın asla yüzünü gösterecek biri değil.” Alers bir anlığına duraksadı; “Kadın mı!?” Adam Alers'ın kolundan çekip içeri aldı; “Bağırma seni salak.Geç otur.” Alers yine aynı manzarayla karşılaştı adı bilinen bir savaşçı olmamasına rağmen adamın kendi evi vardı ve evinin içini fazla lükstü; “Kadın olduğunu nereden anladın? Bundan önce görüştüğüm iki kurban onun neye benzediği bile bilmiyordu!” Kısa boylu adam cevap vermekte acele etmedi,iki bardakı getirdi ve şarap doldurdu; “O ikisi yakalanmaktan korkuyolar.Bundan sonra yakalanmaktan korkacak değilim.Öldürülen yedi kişide bizim çetemizdendi.Şehir dışında yapayzeka tüccarları öldürüp soyuyorduk sonrada bir ormana gömüyorduk kimliklerimizin bilinmeme sebebi bu yani ama o kadın öğrenmişti.Bende neye benzediğini görmedim ama sesi kesinlikle bir kadın sesiydi.”Ya yarından sonra suçlarını affetirmek için yaşa yada hergün bu çektiğin acıyı çek.” diğerleride söylemiştir sana,o acı ne bu dünyadan nede daha önce yaşadığımız dünyadandı kesinlikle bir cehennem azabıydı.” Alers kafasında bilgileri birleştirmeye çalışıyordu; “Çetenizin hala o acıyı yaşamayan bir üyesi var mı ?” Adam yavaşça tebessüm gösterdi; “Ben patrondum ama bu iki patronlu bir çeteydi.Diğeri Tork'du şuan Rara hanında ve çete dağıldı. Ama bu gece yarısı çanın sesini duyduğu anda aynı acıyı oda çekecek buna eminim.” Alers bardağı kafasına dikti ve yerinden kalktı; “Bilgiler için teşekküler ama sizi o kadından önce ben bulmuş olsaydım size suçlarınızı telafı etmeniz için bir şans vermezdim her yeniden doğduğunuzda size o acıyı hatta daha büyük bir acıyı çektirirdim ve bunun için diğer bütün işlerimi bırakabilirdim.” Alers evden çıktı ve şehir meydanına doğru biraz yürüdükten sonra yere oturdu; 'Kadın.Cehennemden gelen bir acı.Çete üyeleri.Gece yarısı çanı. Bu dünyada ki acı gerçek dünyadakine oranla daha düşük ama öldürülenler cehennemden gelen bir acı yaşadıklarını iddia ediyorlar.En büyük gizem bu olmalı.' Alers oturduğu yerden şehir meydanındaki dükkanlara baktı ve Şifacıya doğru yürümeye başladı. İçeride esmer tenli şişman bir adam vardı; “Cehennem acısını yaşatabilecek bir karışımın veya bitkin var mı?” Esmer tenli şişman adam güldü; “Bizim işimiz acı vermek değil acıyı yok etmek ama elimde öyle bir efsane var.Dinlemek istersen anlatabilirim.” Alers bir sandalye çekip oturdu; “Çok memnun olurum.” “Antik Laksa kentini şeytanın yıkımından kurtaran bir kahraman varmış.Şeytanı cehenneme geri gönderen Nikan.Laksa şehrinin güzel prensesi minnetinin bir göstergesi olarak ona aşkını vermiş ama kısa bir süre sonra prenses amansız bir hastalığın penceçesine düşmüş neyazıkki bu hastalığın tedavisi yokmuş ve prenses hergün acı çekerek yitip gidiyormuş.Kahraman Nikan hastalığın tedavisini bulmak için kendini yiyip bitiriyormuş ve tam umudunu yitirmeye başladığı anda yaşlı bir adam görünmüş,ona Cehennem kapısının bekçisinin kanının bir damlasının prensesi iyileştireceğini söylemiş.Kahraman cehennem kapısına giderek cehennem kapısının bekçisiyle amansız bir dövüşe girmiş ve bir kolunu feda ederek kılıcını cehennem bekçisinin başına saplamış. Büyük bir şişeye kanını doldurmuş ve prensesin yanına gitmiş.Prensese o kandan bir damla içirmiş ve Prenses odayı dolduran acı dolu çığlıklar atmaya başlamış.Kahraman Prensesin güzel şarkılar söyleyen dilinin şehirde yankılanacak kadar acı dolu çığlıklar atmasına dayanamamış ve hançeriyle prensesin acısını dindirmiş.Sonrada ona çektirdiği acının daha büyüğünü yaşamak için hançerini cehennem kapısının bekçisinin kanına batırmış ve kalbine saplamış.Gördüğü son şeyin sevgili prensesi değil ona bu tavsiyeyi veren yaşlı adamın şeytan şekline bürünmesi olduğu söylenir.” Alers kafasını öne eğdi; “Şeytan herzaman intikamını alır.Bu kanı bulabilirmiyim ?” Şişman esmer adam bir kahkaha daha attı; “Seni umutlandırmak istemem ama şehrin en eski şifacısı yaşlı İksa'ya git.Böyle bir şey varsa ancak onda vardır.” “Hikaye için sağol karşılığı olarak biraz sargı bezi alayım.” Alers şifacıdan çıkarak şifacının tarif ettiği ara sokağa doğru girdi.Kuytudaki şifacı dükkanını buldu ve kapıyı ittiği anda kapının üstündeki ziller çınlamaya başladı; “Kimse var mı?” Alers girdiğin başta kimseyi göremedi ama dikkatli bakınca tezgahın arkasında ki,çökmüş yaşlı adamı farketti; “Ne istemişin delikanlı ?” Alers yüzüne şeytani tebessümünü yerleştirdi; “Bir efsanenin peşinden koşuyorum,Cehennem Kapısının Bekçisinin Kanı.” Yaşlı adam uzun bir kahkaha attı o kadar yaşlıydı ki Alers adamın gülerken bir kaç kemiğini kırmasından korktu.Yaşlı adam uzun kahkahasını bitirdi; “Dediğin şeyin gerçekten varolup varolmadığını öğrenmek istiyorsan doğru yere geldin ama o benim hazinem ve satılık değil.” Alers güldü; “Peki gerçekten işe yarayıp yaramadığı görmek istemez misin?” Yaşlı adam kısa bir kahkaha attı; “Beni tehdit mi ediyorsun delikanlı?” Kahkaha sırası Alers'a geçmişti; “Beni yanlış anladın ihtiyar sana bir denek sunuyorum,kendimi.” Kısa bir süre Alers ve İhtiyar İksa bakıştılar sessizliği bozan çınlayan kapının sesleri oldu.İçeri giren kızıl saçları ve saçlarının uçları turkuaz olan beyaz,altın renkli kıyafetiyle güzel bir asyalı olmuştu.Yaşlı adam kızı görünce sert ifadesini bozup tekrar gülümsemeye başladı ve güzel kızı Alers'a gösterek; “Bu Kaori burda çalışıyor kendisi meleğimizdir.Bende dahil olmak üzere bütün yaşlılara ve hastalara yardım eder.Kaori benim için dolabın en üst katında ki içinde kırmızı bir sıvı olan parmak boyutundaki şişeyi getirir misin ?” Kaori kısa bir süre Alers'a baktı ve içeri girip parmak boyutundaki şişeyi getirdi; “Buyrun.” Güzel kız Alers'ın dikkatini çekmişti; “Sen bir oyuncumusun?” Kız şişeyi dükkan sahibine verdikten sonra Alers'a döndü; “Evet buraya sıkıştığımızdan beri burda çalışıyorum.” İhtiyar İksa sohbeti böldü; “Bu gerçekse bu acı için bana kin gütme delikanlı ağzını aç.” Alers ihtiyara eliyle dur işareti yaptı cebinden ufak bir çakı çıkardı; “O damlayı buna döker misin ihtiyar ?” İhtiyar elindeki sıvıdan küçük çakıya bir damla damlattı ve Alers çakıyla avcunun içine bir çizik attı.Terlemeye başlayan Alers saniyeler içinde çığlıklar atmaya başladı yaklaşık üç dakika boyunca bu cehennem acısı sürdü bu Alers için üç asırdan daha uzundu.Gözleri kaymış ve heryeri titriyordu; “Evet bu gerçek ihtiyar.” Cümlesini bitirdiği gibi kendini yerde buldu.Beş dakika sonra tekrar uyanmıştı acı vücudunu terketmişti; “İhtiyar çakının üstündeki benim kanımla karışmış bir damla cehennem kapısının bekçisini alabilir miyim ?.” İhtiyar İksa bir kahkaha attı; “Fazla gözü karasın delikanlı bu şeyin gerçekliğini kanıtladığın sanırım sorun olmaz.” Alers kafasıyla Kaori'ye selam vererek şifacıdan çıktı ve artık yapılacak tek şey gece yarısına kadar Cehennem Serinliği'yle tanışmak için Rara hanının önünde beklemekti. Bölüm-14 Cehennem Serinliği (2) Bölüm 14 Alers ayakta beklemekten sıkılıp gece yarısına üç saat kala handa bir oda tutmuştu.Odasından gece yarısı çanının çalmasına bir dakika kala çıktı.Çete lideri Tork'un odası koridorun sonundaydı. Kapının önünde durdu ve üstünde cehennem kapısının bekçisinin kanı olan küçük çakıyı çıkardı sağ elinede belindeki kılıçlardan birini aldı.Derin bir nefes aldı ve tekmesiyle tahta kapıyı kırdı. Tork şaşırmıştı ama Alers hamle yapmasına izin vermeden ufak çakıyı omzuna batırdı ve Tork çığlıklar atmaya başlamıştı.Sonunda gece yarısı çanı çaldı; "Ya yarından sonra suçlarını affetirmek için yaşa yada hergün bu acıyı çek." Alers sağ elindeki kılıcıyla Tork'un başını gövdesinden ayırdı; "Böyle birşeydi yani sanırım-" Alers Tork'un gövdesinden ayrı düşen kafasına doğru baktı; "Neyse sen kafana takma.Senin aslında sadece kötüleri öldüren bir melek olduğunu biliyorum,bir ölüm meleği.Ödülünü artık umursamıyorum sadece çık dışarı ve biraz oynayalım.Duydun mu beni Cehennem Serinliği veya Kaori." Alers arkasında ki gölgeyi gördü ve arkasını döndü.Kaori yani Cehennem Serinliği kızıl-turkuaz saçlarıyla ve bir elinde üstünde cehennem kapısının bekçisin kanı olan kızıl uzun hançeri diğer elinde ise saçlarının uçları gibi turkuaz renkteki hançeriyle duruyordu; "Sende listedesin kim olduğumu bilmen hiç birşeyi değiştirmez." Kaori sağ elindeki kızıl hançeriyle Alers'a doğru hamle yaptı.Alers cehennem bekçisinin kanının verdiği acıyı hala hatırlıyordu ve kızıl hançere yoğunlaştı.Kızıl hançerden sıyrıldıktan sonra turkuaz hançeri görmekte biraz geç kalmıştı ve yanağına bir çizik aldı.Alers dişlerini sıkarak gülümsüyordu ve gözleri heyecan ile dolmuştu; "Demek ki bende kötü biriyim.Hadi o zaman biraz oynayalayım." Alers sol eline diğer kılıcınıda alarak Kaori'ye bir hamle yaptı.Kaori hamleden kolay bir şekilde sıyrılıp açık olan camdan atladı.Alers kılıçlarını yerine sokarak sırtındaki yayı çekti ve kaçan Kaori'nin arkasından bir ok attı ama Kaori arkasını dönüp oku hançeriyle engellemişti; "Üçüncü kattan hiçbirşey yokmuş gibi atladı ve şimdide benim okumu rahatça engelledi." Alers'ın gözleri daha heyecanla dolmuştu ve gerilerek camdan karşıdaki binanın ikinci katına atladı ordanda yere indi ama Kaori bu seferde binanın tepesine tırmanmıştı.Alers kafasını eğdi; "Evet mesela ben bunu yapamam." Kaori bir binanın üstünden diğerine atlıyarak kaçıyordu Alers'da ona paralel olarak sokaktan yürüyerek oklarını atıyordu ama Kaori hepsini hançerleriyle engelliyordu; 'Gecenin karanlığında oklarımı görüyor ve hepsini engelliyor o zaman ona biraz ışık verelim' Alers son hızıyla koşarken dükkanların birinin önünde duran flamayı kopardı ve okun ucunun hemen arkasına sardı.Sardığı flamanın arkasından oku sıkıca kavradı ve sokak lambasına okla vurdu,okun ucunun etkisiyle lambanın ateşini koruyan cam kırıldı ok ateşin içinden geçti ve flama alev aldı.Alers yanan oku paralel bir şekilde koştuğu Kaori'ye attı ve arkasından sadağından hemen bir ok daha çıkarıp attı.Kaori üstüne gelen ateşli oku kolayca engelledi ama ateşin parlaklığı tam arkasından gelen diğer oku geç görmesine neden olmuştu.Yüzüne gelmesine çok az kala diğer hançeriyle okun yönünü değiştirdi ok yanağını çizerek geçti.Kaori aşağıda ki Alers'ın sesini duydu; "Şimdi eşitlendik ölüm meleği!" Alers son iki okunu akıllıca kullanarak Kaori'ye ufakta olsa bir çizik atmıştı ama şimdi tek yapabileceği paralel bir şekilde Kaori'yi kovalamaktı.Alers koşarken bir anlığına önünde hiç birşey olup olmadığından emin olmak için önüne baktı ve tekrar havaya baktığında havadan üstüne doğru gelen Kaori'yi gördü.Kaori'nin hançerlerini elindeki yayıyla engelledi ama yayı paramparça olmuştu yayı yere atarak belinden kılıçlarını çekti; "Bu oyunda ebenin ben olduğunu sanıyordum." Kaori Alers'a soğuk bir bakış attı; "Birçok kez av ile avcının yer değiştirdiği görülmüştür." Alers'ın kılıçlarıyla Kaori'nin hançerleri buluştu.Alers dikkatliydi; 'O kırmızı hançerden alacağım en ufak çizik bu dövüşün sonunu getirir.Turkuaz hançerden gelen hamleler ölümcül olmadığı sürece sorun yok.' Alers'ın kılıçları ve Kaori'nin hançerleri pekçok kez çarpıştı.Alers'ın yüzü turkuaz hançerden gelen hamleler yüzünden çizik dolmuştu ve Kaori'nin çevikliği altedemiyordu.Alers Kaori'yi gücüyle altetmeyi düşündüğü anda kraliyet sarayındaki çanın sesi şehirde yankılandı.Alers ve Kaori aynı anda duraksadılar.Alers şaşırmıştı; 'Kraliyet çanı neden bu saatte çalar ? Bir prens mi doğdu veya Kraliyet ailesinden biri mi öldü ?' Çan Alers'ın dikkatini dağıttında Kaori bir anda ortadan kaybolmuştu.Alers gülümsedi ve çan beş kez daha çaldı; "Onu öldürme gibi bir niyetim yoktu nasıl olsa ama bu dünyada sadece güçsüzlerin değil güçlülerinde olduğunu görmek heyecanımı katlıyor." Alers yerde parçalanmış şekilde duran yayına bir bakış attı ve kılıçlarını belindeki çapraz kınlarına sokarak eve doğru yürmeye başladı.Alers yapayzekaların yüzlerine bakarak çanların anlamını çözmeye çalışıyordu.Yapayzekaların yüzünde yas hakimdi ve Alers bunun bir ölüm olduğuna karar verdi.Kısa bir yürüyüşten sonra demirciye varmıştı aynı yası Demirci Stan'in yüzündede gördü; "İhtiyar kim öldü yani çanların anlamı neydi?" "Kralımız eski kralların,atalarının yanına gitti." Alers şaşırmıştı; 'Kral'ın son olaylardan sonra biraz çökmüş olabileceği doğru ama hiçbir hastalığı yokken aniden ölmek?' Alers aklındakileri belli etmeden bir sandalye çekip oturdu; "Veliaht prensin küçük kardeşini kuşatma gördüm ama kendisini görmedim peki yeni kralımız nasıl biri?" İhtiyar Stan'in yüzünde ufak bir tebessüm belirdi; "Krallığın kahramanı ve tartışmasız krallıktaki en güçlü kişi." "Sadece güç bir krallığı yönetmeye yeterli olmaz." İhtiyar Stan'in yüzünde birkez daha o buruk tebessüm yerleşti; "O hem güç hemde zekayla kutsanmış biri." Alers'da Stan'e bir gülümsemeyle cevap verip odasına doğru çıktı; 'İnatçı ihtiyar bile onun hakkında övgüyle konuşuyor.Genç,güçlü ve zeki krallığın vizyonu değişebilir.' Alers Esmel'in kapalı kapısına kısa bir süre baktıktan sonra uzun günün ardından kendini yatağına attı.*** Kaori; kata silvia'ya teşekkür ediyorum.Kaori karakteri o önermişti bana,bu biraz daha Alers ve Kaori'yi tanıştırmak için yazdığım bişeydi.Kaori'nin asıl arc'ı değil yani. *** Alers bir tıkırtı sesine uyandı ve gözlerini yavaşça açtı,sabahın ilk manzarası üzerine çevrilmiş mızraklar olmuştu.Alers şaşkınlığını gizledi miskin bir şekilde doğruldu ve mırakların sahiplerinin kraliyet askerleri olduğunu farketti.Yüzüne sahte büyük bir gülümseme yerleştirdi; "Günaydın." Askerlerin yüzü hala katıydı; "Seni Kral Üçüncü Baskiya'nın emriyle tutukluyoruz!" Alers neler olduğunu bilmese bile itiraz etme şansı yoktu ve emre uydu.Alers dört kraliyet askerinin ortasında şehrin sokaklarında yürüyordu ve dikkatli gözlerle bakan insanlara büyük gülücükler atıyordu.Sarayın bahçesine girdiğinde gittikleri yolun farklı olduğunu anlamıştı daha önce zindanda kısa bir süre kalmıştı ve zindanın yolunu biliyordu.Alers kraliyet askerleriyle büyük bir kapının önüne geldi ve kapının önünde duran iki parlak zırhlı şövalyeyi gördü.Parlak zırhlı şövalyelerden biri Alers'ın belindeki kılıçları aldı ve üstünü aradı sonrada Alers'ın belinden içinde oklar olan sadağın kemerini çıkarmaya yeltendi; "O kemer pantalonumuda tutuyor.Sadece okları al,yeni kralla ilk karşılamamın çıplak olmasını istemiyorum." Şövalyeler Alers'ın iki yanına geçerek kapıyı açtılar.Alers içeri girdiğinde taht tarafındaki büyük camdan vuran güneş ışığı ilk başta gözünü almıştı ama gözleri ışığa alışınca tahta oturan adamı gördü.Mavi ve altın sarısı plaka zırhı,arkaya taranmış kahverengi saçları ve en önemlisi kılıca gerek duymadan bir insanı öldürebilecek gibi görünen mavi gözleri.Alers başını eğerek yeni krala selam verdi her nekadar asil bir görüntüsüde olsa krallığın en güçlüsü diyede anılsa Alers henüz diz çökme taraftarı değildi.Kral duruşunu dikleştirdi; "Ben Pinke'nin yeni kralı Üçüncü Baskiya.Adını kardeşimden duydum Alers,Lord Neman'ın kalesindeki savunmadaki en büyük payın senin olduğunu söylüyor ama ben senin başka bir başarınıda biliyorum.Babamın yani eski kralın güvenini kazananıp onun için bir görev yapmışsın. Bu görevin ayrıntılarını istiyorum." Alersın yüzünde bir tebessüm belirdi; "Yaptığım görev sadece eski kralımızı ilgilendiren birşeydi.Üzgünüm kralım ama bununla ilgili size bilgi veremem." Kral Baskiya yüz ifadesini sertleştirdi; "Peki sana eski kralın bir suikast sonucu öldürüldüğünü söylesem?" Alers bu duruma şaşırmamıştı; "Tahmin ettiğim gibi kral gayet sağlıklı gözüküyordu ama kralın ölümünün bu görev ile bir bağlantısı olduğunu düşünseydim bunu yapanlara cehennem azabı yaşatırdım ve yine görevin bir sır olarak kalmasını sağlardım." Kral sert yüz ifadesini yumuşattı ve ufak bir tebessüm yerleştirdi yüzüne; "Babamın sana güvenmesinin bir sebebi varmış demekki ha.Bende sana güvenmek istiyorum Alers benim gizli görevim için ama bu hayatın boyunca sır olarak tutacağın bir görev değil görev bittikten sonra istediğin heryerde bununla övünebilirsin fakat önce yeteneklerini görmeliyim." Alers biranlığına kılıçlarının yanında olmadığını unuttu ve yeteneğini kanıtlamak amacıyla elini kılıcının boş kınına götürdü ama saniyeler önce tahta oturan kral bir anda yanına gelmişti.Kralın üstündeki ağır zırhla bu kadar hızlı hareket etmesine Alers çok şaşırmıştı.Kral Alers'ın başına dokundu.Alers kralın heybeti karşısında biranlığına kendini ufak bir çocuk gibi hissetmişti; "Benim seni bizzat test etmem için daha zamanın var.Bilirsin her ülkenin kendi gelenekleri vardır bizimde bir geleneğimiz var.Bir kral öldüğünde arenaya kralın hüküm sürdüğü yıl sayısına eşit suçlu çıkarılır ve onların karşısına yeni kralın seçtiği bir şampiyon,babamın hüküm sürdüğü yıl yirmi seneydi ama endişelenme sen birini öldürmeden diğer suçlu gönderilmeyecek.Bu gelenek halkın hem biraz moral kazanmasını hemde yeni kralın seçtiği adam dolayısıyla biraz güç gösterisi yapmasını sağlar." Alers şeytani bir gülümseme gösterdi; "Kralımız büyük bir kraldı yani ben diyorum ki yirmisi birden gelsin." Kral yavaş adımlarla tekrar tahtına oturdu ve tek elini kaldırdı; "İstediğin gibi olsun.Şampiyonumu arenaya götürün!Bu öğlen vakti tören başlıyor!" *** Arena yapayzekalar ve oyuncular ile dolmuştu.Meron ve öğrencileride oradaydı.Meron gözleriyle etrafta Alers'ı aradı; "Alers gelmemiş galiba." İnnie önceki kale kuşatmasını hatırladı; "Kale savunmasından sonra kutlamalarada katılmamıştı.Alers böyle şeyleri pek sevmiyor galiba." Vic ufak bir kahkaha attı; "Kana susamış o adam arenayı kaçıracak ha ? Ulaşıp nerede olduğunu öğreneyim hemen." Vic iletişim ekranını açarak Alers'ı aradı; "Hepimiz arenadayız sen neredesin aptal?" Alers'ın arkasından sesler geliyordu; -Efendim istediğiniz herhangi bir silah varmı ? "Evet şu mızrağı ver.Bende arenadayım az sonra birbimizi görürüz mızıkçı şimdi kaçıyorum." Kral,kraliyet ailesi ve soylular locada oturuyord.Sonunda yirmi suçlu doğu kapısından kendilerini gösterdi.Kral kendi kendine konuştu; "Şeytanlarımız geldi." Suçlular arenanın ortasına doğru yürümeye başladılar hemen arkalarından arenayı çevreleyen çember şeklinde bir ateş yakıldı.Alers daha görünmemişti ve suçlular ateş çemberinin içindeydi. Suçluların yarısı ağır zırhlı yarısıda hafif zırhlıydı aralarında hiç büyücü yoktu.İki sıra halinde düzensiz bir şekilde ateş çemberinin içinde duruyorlardı.Dev ateşlerin içinden hızla gelen bir mızrak gözüktü.Ön sıradakilerin kaçmak için yeterli zamanı vardı ama arka sırakadakiler geç kalmıştı.Mızrak arkadaki bir ağır zırhlının zırhını deldi ve ayaklarını yerinden keserek ateşin içine doğru fırlamasını sağladı.Sadece mızrak bile onu dakikalar içinde öldürmek için yeterli olsa bile şimdi çığlıklar içinde yanıyordu.Kalabalıktan bir anlığına çıt bile çıkmadı ama arkasından büyük bir tezahurat geldi ve arkasından alevlerin içinden Alers kendini gösterdi,tezahurat dahada güçlenmişti. Kral yine kendi kendine konuştu; "Şeytan kralda sonunda kendini gösterdi." Alers ile suçluların arasında neredeyse yüzmetrelik bir mesafe vardı.Alers lunaparktaki bir çocuğun yüz ifadesine sahipti,saf mutlu bir gülümseme ve belinde çapraz şekilde duran kılıçlarını çekti; "Biri gitti ondokuz kaldı.Kırmızı İblis;Aktif." Kırmızı iblis:Oyuncu her öldürüşünde silahında parlaklık kızıllaşır ve silahın yıkıcı gücü belirli oranda artar. Alers'ın kılıçları beyaz bir şekilde parlamaya başladı ve Alers yüz ifadesini değiştirdi alışıldık şeytani gülümsemesi kendini gösterdi.Alers suçluların üstüne doğru koşmaya başladı.Suçluların en yapılısı ağır zırhına güvenerek ileri çıktı elindeki kılıç neredeyse Alers'ın boyundaydı ve kılıcını kaldırarak beklemeye başladı.Alers iri adamla karşılamasına az bir mesafe kala adımlarını hızlandırdı ve sol elindeki kılıcınını yan tutararak adamın kaskını başından çıkardı,etrafında bir tur atıp sağ koluna güç verdikten sonra tek hamlede iri adamın başını ateşe sundu.Adamın havada tutup Alers için hazırladığı kılıcı Alers'ın hızına yenik düşmüştü.Alers'ın kılıçlarının parlaması kızıllaşmaya başlamıştı ve aynı anda rakibinin kanınından dolayı yüzü ve beyaz zırhıda kızıla boyanmaya başlamıştı.Bu sefer Alers'ın üzerine,kalan sekiz ağırzırhlı birden gelmişti.Alers kılıç,topuz ve baltaların hamlelerinden hiçbirşey yokmuş gibi kaçıyor ve zırhların boşluklarını hedef alıyordu. Sekiz ağır zırhlının üçü direk boyundan isabet almıştı ve ölmüştü geri kalan beşi ise eklemlerinden isabet alıp ayakta zor duruyordu.Alers'ın etrafında oluşan boşluğu fırsat bilip çevik bir atakla bir hafif zırhlı saldırmıştı Alers bunu farketmişti kılıcını soldan gelen hafif zırhlıya yöneltti ama ağır zırhlılardan biri içinde kalan son gücüyle baltasını Alers'a doğru savurdu.Alers sağ elindeki kılıca güç verdi ve baltayı savuran adamın zırh boşluğundan kılıcını boynuna soktu ama gücünü sağına verdiğinden sol taraftan gelen hafif zırhlıya güçlü bir savuruş yapamıycaktı.Alers bir yara alacağını düşürürken fazla güç veremeden savurduğu kılıç hafif zırhlının bir kolunu aldı ve kaburgalarında direk öldüren derin bir yara açtı.Alers savaş içinde ilkkez şaşırmıştı bu,yeteneği Kırmızı İblis'in bir sonucuydu yetenek akftifken sadece beş adam öldürmüştü ve kılıçları büyük bir yıkıcı güç kazanmıştı.Alers yeteneğini daha iyi anladıktan sonra daha önce yaraladığı ağır zırhlıların zırhılarını kağıt deliryormuşçasına deldi ve işlerini bitirdi şimdi karşısında sadece dokuz hafif zırhlı kalmıştı. Alers'ın yüzü ve zırhı tamamen kırmızıya boyanmıştı,üzerinden kan damlayan kılıçlarıda kırmızı iblis'in sayesinde kıpkırmızı parlıyordu.Alers hafif zırhlılara dönerek vücudunda kalan tek beyazlığı, dişlerini göstererek gülümsedi.Hafif zırhlılar Alers'ın baskısında dolayı birkaç adım geriye çekilmişti.Arenada derin bir sessizlik olmuştu ama sesizlik bozuldu; -İyi iş Kırmızı İblis. Arenada bir anda Kırmızı İblis diye güçlü tezahuratlar duyulmaya başlamıştı ve Alers'ın tanınacağı ismede karar verilmişti.Alers kısa süre içinde dokuz ağır zırhlının sekizini öldürmüştü ve sekizininde vücut parçaları etrafa dağılmıştı Kırmızı İblis yeteneğinin gücü kontrol edilemez bir duruma gelmişti.Alers son kalan adamın karşısına dikildi ve kılıçlarını kınına geri koydu. Şimdi adamın karşısında elleri boştu.Gördüklerinden dolay istemsiz bir şekilde titreyen adam bunun en büyük şansı olduğunu düşünerek atağa geçti.Alers adamın titrek kılıcından kolay bir şekilde sıyrıldı ve adamın boğazını tek eliyle tutararak havaya kaldırdı.Adam çırpınıyordu ve elinden kılıcı düşmüştü.Adamın hareketi kesildiğinde Alers adamı sert bir şekilde yere çaldı.Saçları kandan ıslanmıştı ve gözlerini tamamen kapatıyordu,zırhı yüzü tamamen kanla boyanmıştı ve yorulduğundan derin nefesler alıyordu.Ellerini havaya kaldırdı ve derin bir zafer çığlığı attı,seyircilerde Alers ile beraber bağıyordu. Bölüm-15 Kirli Diplomasi (1) Bölüm 15 Alers arenadan çıktı ve biraz soluklanmak için arenadaki odalardan birine girdi.Hemen arkasından kapıdan kral ve üstünde deri zırhlı kraliyet askeri olmadığı her halinden belli olan bir adam girdi.Kral Alers'ın kanlar içindeki haline bakıp gülümsedi ve yanında ki deri zırhlı ufak tefek adamı gösterdi; "Bu Rats birliğinin başkanı Compa,bildiğin üzere krallığa bağlılılık yemini eden birçok birlik var.Bin kişilik Rats birliğide onlardan biri ama bu halka duyurulmadı yani şuan bizden başka hiçkimse Rats birliğinin Pinke Krallığı ile olan bağlantısını bilmiyor." Alers elindeki ıslak bez ile yüzündeki kanları temizliyordu; "Peki bunu benimde öğrenmemin sebebi ne?" "Sana vereceğim görevde Rats birliğinin başkanı ve Rats birliği liderliğini kabul edecek." Compa kafasını hafifçe eğerek Alers'ı selamladı ve Alers'da aynı şekilde karşılık verdi.Bu ufak selamlaşmadan sonra Kral tekrar ağzını açtı; "Aslında eski kralın suikastinin ne amaçla yapıldığını ve kimin yaptığını biliyoruz.Babam yaşı ilerledikçe ülkesini sadece tahttan yürütmeye başlasada öncesinde kendi askerlerine liderlik eden bir kraldı ve ülkenin en iyi savaşçısı olarak biliniyordu yani onu basit bir suikastle öldürmek imkansız gibi birşeydi.Askerler sesleri duyup odaya girdiğinde babamın ölü bedenin yanında suikastçininde ölü bedenini buldular.Garina'nın genç kralı anlaşılan babam hakkında fazla bilgi sahibi değildi babamı tam olarak tanısaydı en azından iki suikastçi göndermeliydi.Biri babamı öldürmek için diğeri babamı zehirli kılıç ile yaralayan suikastçinin cesedini almak için." Alers dinleyince hikayaedeki boşluğu farketti; "Suikastçi'nin Garina Krallığından gönderildiğini nasıl anladınız?" "Her krallık kendi suikasçilerini eğitir genelde annesiz babasız çocukları eğittiklerinden ne geçmişleri vardır ne gerçek bir isimleri bu yüzden bir kraliyet suikasçisini yakalasak bile ağzından laf alamazdık onlar sadece krallıklarını düşünür ama tabi bazı şeyler ipucu olabilir.Tih Gülü Özü'nü bir iğneye batırıp iğneyi rakibine saplamak yeterlidir.Bir iki dakika içinde solunum sistemini durdurur ve temiz bir ölüm verir.Cesedi ne kadar incelersen incele bir iğnenin battığı yeri bulamazsın ve sonunda bunun doğal bir ölüm olduğu düşünülür ama babam için solunum sistemi durmadan önceki bir iki dakika yeterli oldu ve suikasçiyi öldürerek öldükten sonra bile krallığını savundu.Şu an Tih Gülü Özü'yle Garina Krallığı'nın ne ilişkisi var diyorsundur büyük ihtimalle içinden,Tih Gül'ü sadece Garina Saray'ının bahçesinde bulunur ve bu gökkuşağı renklerindeki çicek Garina'nın krallık amblemindeki çicektir.Neyse anakonumuzdan sapmayalım genç Garina Kral'ı tahta üç sene önce geçti ve babam ile bir barış antlaşması yaptı bu iki kralda hayatta olduğu sürece devam edecekti yani demek istediğim savaş yakın." Alers üzerindeki kanları temizlemişti,bezi bir kenara attı ve ayağa kalktı; "Ve bizim görevimiz?" "Garina'da bir kasaba vardır belki bilirsin "Ponera" diğer kasabaların aksine sağlam surları,kendine göre büyük bir askeri birliği,bir Lordu ve Meolari Krallığıyla sınır olduğundan büyükte bir stratejik önemi vardır.Sizin göreviniz basitçe anlatmak gerekirse bir ölüm görevi ama buna pek aldırmasınız sanırım nasıl olsa tekrar canlanıyorsunuz.Ponera'yı bir gece baskınıyla gürültüsüz alacaksınız, surlarına Meolari bayrağı asacaksınız ve Lord'un mührünü kullanarak başkente Meolari'nin büyük bir orduyla Garina topraklarına girdiğini ve Ponera Kasabası'nı kuşattığını yazacaksınız.E tabi haliyle Garina ordusu kasabayı tekrar almak ve "Büyük" Meolari odusunun ilerleyişini durdurmak için size doğru yürüyecek tam geldiklerinde formasyonlarını tam olarak almadan onları kasabanın güney kapısından yararak geçin ve dümdüz Meolari topraklarına ilerleyin.Emin olun orada sizi ve Garina ordusunu bir Meolari ordusu bekleyecek." Kral ufak bir gülüseme gösterdi; "Nereden haber almışlarsa artık.Hangi ordunun kazandığı bizim için önemli değil çünkü bizde bu sırada ana ordusundan yoksun Garina'nın bir kaç kalesini alacağız yani Garina'yı tehdit ederek barışa zorlayacağız henüz bir savaşa hazır değiliz." Alers gerinerek esnedi; "Yeni kralımız konuşmayı seviyor ama Garina ordularını hazırlamaya başlamıştır." Alers elini Compa'nın omzuna koydu; "Hadi Ponera'yı almaya gidelim." *** Alers ve bin kişilik Rats birliği kısa molalar harici hiç durmadan üçgün at binerek Ponera köyü yakınlarına gelmişlerdi.En önde Alers'ın yanında at binen Compa hızını kesti; "Ponera az sonra görüş alanımıza girecek.Bin askeri öyle kolayca içeri alacaklarını sanmıyorum?" Alers güldü; "İçeri girmesi kolay ama benimde merak ettiğim birşey var.Birliğinizin ismi,bir anlamı var mı?" Alers'ın sorusunu duyan bütün Rats birliği üyeleri kahkaha attı; "Garina Krallığı'nın güçlü birliklerinden Lions var bilirsin belki.Neyse kısa bir zaman öncesine kadar o birlikteydik,büyük bir birliktir biz ayrılmadan önce sekizbin kişiydi üye sayısı.Birlik daha kolay yönetilmesi için biner biner gruplara ayrılmıştı bende şuan Rats birliğindeki bin kişinin komutanıydım ama buraya sıkışmamızdan sonra lider ve komutanlar tembelleşip erkek aslan rolünü oynamak istediler.Bilirsin aslanların dişileri avlanırken erkekler yemeğin gelmesini bekler.Sonuçta ben onlar gibi olamadım ve şuan arkamdaki bin kişide ben destekledi yani ayrıldık.Asil ve güçlü olması gereken aslanların tembel ve acınası olduğunu gördükten sonra bizde sıçanlar olmaya karak verdik.Aslan ile beslenen sıçanlar." "Garina-Pinke gerginliğini bildiğinizden de Pinke Krallığı'na bağlılık yemini ettiniz." Compa'nın hikayesi bittiğinde Ponera'nın surlarının önüne gelmişlerdi.Kasabanın ana kapısı kapatılmış surlara askerler yerleştirilmişti.Suların tepesinden ağır demir zırhlı ve pelerinli bir adam aşşağı baktı; "Kimsiniz ve Ponera'da işiniz ne !?" Alers yukarıya baktı ve yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi. "Ben Alers Rats birliğinin lideriyim.Bizler paralı askeriz Lord ile görüşmek istiyoruz." "Lordumuzun paralı askerler ile görüşmek isteyeceğini sanmıyorum!" Alers yüzündeki tebessümü yinede silmedi; "Lordunuza sadece şunu sorun; 'Kapıdaki savaşa şehri gerçekten hazır mı?' " Az önce gür sesi ile konuşan adam susmuştu ve birkaç dakika sonra kendini tekrar gösterdi; "Lordumuz Rats birliği başkanı Alers'ı kabul edecek.Lütfen askerlerinizi surların önünden çekin ki kapıları açabilelim." Compa askerleri alarak surların önünden uzaklaştı ve büyük kapı yavaş yavaş açıldı.Alers içeri girdi ona eşlik eden az önce surların tepesinden konuşan pelerinli adamdı.Alers kasabayı gözlemliyordu taş yolları şehiri andırıyordu ama bir şehirden çok daha küçüktü.Kasabanın her yerinden görülen büyük sarayın içine girmişlerdi.Diğer kapılara göre büyük olan kapıdan girerken Alers'ın kılıçlarını yanındaki adama verdi.Kapıdan girdiği gibi ilk dikkatini çeken içeride normalden fazla asker olmasıydı ama Alers onların tamınadığı ve daha önce adı duyulmamış bir paralı asker birliğinin lideri olduğundan bu gayet normaldi.Elli ellibeş yaşlarında,kırmızı parlak gömlekli ve hafif kilolu bir adama masanın arkasında ki sandalyede oturuyordu.Eliyle Alers'a oturmasını işaret etti.Alers adamı başıyla selamladıktan sonrda oturdu. "Ben Lord Aleda,söyleyeceklerini dinliyorum." "Lordum sizce bir paralı asker için en önemli şey nedir ?" Lord kahkaha attı; "Tabikide para." Alers'da Lord ile beraber güldü; "Haklısınız ama ondan önemli olan birşeyde vardır.Oda bilgidir efendim." Lord Aleda yüz ifadesini sertleştirdi; "Ne demek istiyorsunuz?" "Pinke Kralı öldü ve sarayın içindeki güvenilir bir kaynak bana bunun kesinlikle bir suikast olduğunu söyledi.Bu büyük bir olaydı ve bende araştırmaya koyuldum.Bundan en büyük kimin çıkarı oldurdu ? Bu soru kafamı kurcalarken Garina Krallığı'nda olan birliğimden bir haber aldım.Garina ordusunda bir hareketlenme vardı ve sonra Pinke ile Garina arasındaki barış antlaşmasından haberdar oldum.Bu antlaşma iki kralda hayatta olduğu sürece geçerli olacaktı. Kısacası savaşın yakın olduğunu anladım" "İyi kaynaklarınız varmış.Gerçekten etkileyici bilgilere ulaşmışsınız ama şuan burada değilde Garina ordusunda olmanız gerermiyor mu ? Bildiğiniz gibi burası Garina Krallığı'nın Pinke'ye en uzak köşesi." "Lordum Garina Ordusu Pinke Krallığı'na girdiğinde Meolari Krallığı'nın bu açıktan yararlanıp sizi kasabanıza saldıracağını düşünmüyor olamazsınız değil mi?Garina ile Meolari'nin ilişkileri hep gergin olmuştur." Lord Aleda şaşırdı; "E-evet kesinlikle düşünüyorum!" Alers'ın gözleri parladı,attığı ağını yavaş yavaş çekmeye başlamıştı; "Binkişilik bir paralı asker birliğinin ne yardımı olabilir diye düşünüyor olabilirsiniz ama sizi temin ederimki birliğimde ki her asker elit savaşçılardır.Birliğimiz yeni olmasına rağmen birçok savaşta savaştı ama şimdiye kadar kişi sayısımızın az oluşundan ismimizi duyurmayı başaramadık.Siz aylık asker başı sadece 1 altın istiyorum,sizde farkındasınızdır ki bu elit savaşçılar için çok düşük bir ücret ama biz adımızı duyurana kadar paraya önem vermiyoruz.İsmimiz Lord Aleda'nın emrindeki Rats birliği olarak duyulacak ve lordum sizde büyük Meolari Ordusu'nu durduruan kahraman Lord olarak anılacaksınız!" Lord'un gözleri hırs ile parladı; "Komutan Alers'ın askerlerini içeri alın ve onlar için kalacak yer ayarlayın!" Alers Lord'a büyük bir gülümsemeyle cevap verdi,artık ağındaki herşeyden habersiz tombul balığı görebiliyordu. *** Alers ve Rats birliği askerlerin kaldığı yatakhanelerde yer olmadığı için büyük bir hana yerleştirilmişti.Handa Alers ve Compa aynı odada kalıyorlardı saat gece yarısına yaklaşıyordu.Alers planlarıyla ilgili Compa'ya daha hiç birşey söylememişti.Kasabanın çanı gece yarısını göstermek için çaldığında Alers oturduğu sandayeden kalktı; "Compa bir günlük bir kasaba sahibi olmaya hazırmısın ?" Compa gülümsedi; "Evet ayrıca nasıl içeri bu kadar kolay girdiğimizi ve planında ne olduğunu merak ediyorum." Alers şeytani tebessümünü gösterdi; "Önce plan bir ara boş vakit bulursam diğer sorunuda cevaplarım.Birliğinde ki bütün suikastçi sınıfını olanları bu odaya çağır." Compa tek tek suikasçilerine ulaştı.Bir kaç dakika içinde odanın içinde yirmiyi aşkın adam olmuştu. Alers emir vermeye hazırdı; "Toplam kaç suikastçi var ?" Compa birliğini uzun zamandır tanıdığından hiç duraksamadı; "22." "Güney,Doğu ve Batı kapısına beşer suikastçi kuzeyde ki anakapıya ise yedi suikastçi gidecek.Dört saat sonra harekete geçeceğiz.Gittiğiniz kapıdaki muhafızları sessizçe öldürüp kapının kontrolünü alın bu kilit nokta şehirden hiç kimsenin çıkmasına müsade edemeyiz.İşiniz bittikten sonra Compa'yı haberdar edin oda bana haber verecek.Suikastçilerin görevi bu çıkabilirsiniz." Odaya gelen suikastçilerden biri öne çıktı; "Kırmızı İblis adını arenadan daha önce duymuştum.Bromma Şehri'nin kapısında bir yapay zekayı kurtarmak için dört oyuncuyu gözünü kırpmadan ve kanlı bir yolla öldüren bir adam ama şimdi bize yapayzekaları öldürmemizi emrediyorsun." Alers gülümsedi; "Kurtarmak denemez sadece o dört adamın görüntüsü hoşuma gitmemişti öldürdüm.Hem ister yapayzeka olsun ister oyuncu bir savaşçı veya bir asker öldürmeye hazır olduğu kadar ölmeyede hazır olmalıdır." Suikastçi ufak bir kahkaha attı; "Evet sen gerçekten iblissin." Suikastçiler odadan çıktıktan sonra Alers tekrar Compa'ya döndü; "Suikastçiler görevlerini yaptıktan sonra sen geri kalan savaşçılarını al ve gecenin karanlığıyla birlikte sessizce kasabayı koruyan askerlerin yatakhanelerini bas.Direnen olursa öldür ama katliam istemiyorum geri kalanları kasabanın zindanına kilitle.Askerlerin kontrolünü aldıktan sonra beni haberdar et.Saraya ben tek başıma gireceğim." "Saraya tek başına girmek tehlikeli." Alers gülümsedi; "Asıl sizin yapacağınız iş tehlikeli o yatakhanede nereden baksan üçbin asker var bin savaşçınla onları kontrol altına almaya çalışacaksın.Sarayı bana bırak,askerler ile işin bittikten sonra zindanda beklemek için birkaç savaşçı bırak diğer savaşçıları kapılara dağıt kimsenin çıkmadığından emin olalım." Compa ayarlamaları yapmak için odadan çıktığında Alers yatağa uzandı ve kafasını geriye yatırarak gökyüzünü izlerken ona gelecek haberi beklemeye başladı.Gökyüzüne bakarken zaman hiç olmadığı kadar çabuk geçmişti.Alers önündeki iletişim ekranından Compa'nın aramasını kabul etti; "Yatakhaneyi kontrol altına aldık bir kaç kişi dışında pek direnen olmadı.Kapılarda kontrol altında şimdi senin zamanın." Alers yerinden doğruldu ve boynunu bir sağa bir sol yatırdı.Taş yoldan saraya doğru yürümeye başladı.Sarayın kapısında bekleyen iki muhafız onlara doğru bir karartının yaklaştığını gördü.Kısa bir süre sonra karartının içinden bir ses duyuldu; -Kırmızı İblis;Aktif Sesin ve karartının ne olduğunu anlamadan ikiside boğazlarındaki demirin soğukluğunu hissettiler ve acının ardından bitmeyecek rüyalarına daldılar.Alers'ın kılıçları kızıllaşmaya başlamıştı yüzünde ise herzaman ki şeytani gülümsemesi vardı.Kılıçlarını yere sapladı ve iki eliyle büyük kapıyı açtı.Sarayın karanlık koridorlarında sadece ayak sesleri duyuluyordu.Alers sarayın merdivenlerinde bekleyen muhafızı gördü muhafızın ise tek görebildiği kalbine saplanan kızıl bir ışıltıydı.Alers merdivenlerden en üst kata çıktı ve koridorun sonunda bir kapının önünde bir asker bekliyordu; "Kim-" Asker sözünü bitirmeden Alers kılıcını askere fırlattı.Koridorun karanlığında kırmızı bir ışık uçuyordu ve son durağıda askerin alnıydı.Alers dört kişiyi öldürdükten sonra kılıçlarının yıkıcı ve kesici gücü artmıştı.Tahta kapıyı ortasından kumaş gibi keserek içeri girdi.Lord duvara yaslanmış elinde bir kılıç tutuyordu.Alers ufak bir kahkaha attı; "Lordum hayatınızın değerini bilin." Alers çevik bir hamleyle Lord'un elinde kılıca vurarak düşürdü; "Yoksa hayatınız elinizdeki kılıç kadar kolay kayar ellerinizden." Alers iletişim ekranını açarak Compa'yı aradı; "Lord elimde saraydada sorun yok ama bir kaç asker gönder Lord'umuzu zindana götürsünler ve cesetleri kaldırsınlar halk ürkemesin." *** Alers Lord'u askerlere bıraktıktan sonra dışarı çıktı hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı.Savaşçılar surlara Meolari Krallığı'nın bayraklarını asıyolardı.Compa Alers'ın yanına geldi; "Artık tek yapmamız gereken Garina başkentine bir mektup göndermek ve onların ordusunu beklemek." Alers gülümsedi; "Mektubu gönderdim yani artık tek olayımız elli binlik Garina ordusunu yarmak ve Meolari topraklarına girmek.Ahh ilk kez bu kadar heyecanlanıyorum." Bölüm-16 Kirli Diplomasi (2) Bölüm 16 Kasaba olabildiğine sessizdi,Alers kasabanın yerel halkı için sokağa çıkma yasağı koyalı iki gün oluyordu.Sessizliği surun dışından gelen,gittikçe büyüyen ayak ve at nallarının sesi bozuyordu.Surdaki Rats birliği savaşçılarından biri kasabanın içindeki sessizliğide son verdi; "Misafirlerimiz geldi!" Alers yavaş adımlarla kuzey suruna çıktı ve ufuk çizgisinde gittikçe çoğalan Garina ordusunu gördü; "Herkes atlara!Güney kapısında pozisyon alın!" Kasabadaki Rats birliği savaşçıları surları ve bekledikleri yerleri bırakıp atlarına binip güney kapısına doğru ilerlemeye başladılar.Alers kuzey surunda tek başına duruyordu.Garina ordusu kuzey surlarında mesafa alarak durdu aralarından bir atlı kuzey suruna doğru dörtnala koşmaya başladı.Surun önüne geldiğinde sertçe atının dizginlerini çekti ve atını şahlandırdı.Adam surların altında olmasına rağmen yukarıdan ne kadar iri olduğu anlaşılıyordu,üstündeki ağır plaka zırh tamamen yeşildi,yeşil kaskının üstünde beyaz bir tüy vardı ve sırtında büyük bir balta; "Ben büyük garina ordusunun generali Kwisk! Şehri teslim etmeniz için sizi uyarıyorum bir daha ki uyarım çelik ile olur!" Adam sözlerini bitirdikten sonra Alers'a bakarak atını korkusuzca surların önünde bir ileri bir geri sürmeye başladı.Alers adama cevap olarak bir gülümseme verdi ve Kwisk'in görüş alanından çıktı. Kwisk cevap alamadığını görünce kaskının göz siperini açtı,surların dibine tükürdü ve atını tekrar orduya çevirdi; "General Bandon ve askerleri bu surda kalacak!General Edmir doğu suruna ve General Unkar güney suruna!Batıdaki büyük kapıyı bizzat ben alacağım surlarda okçular olmaması dikkatinizi dağıtmasın gardınızı düşürmeyin!" Alers güney kapısında atının üstünde dururken bile gökyüzünü titreten generalin sesini duyuyordu.Alers atını öne sürdü ve arkasını dönerek Rats savaşçılarına baktı önce dışarıda bağıran General Kwisk'in taklidini yaptı ve Rats savaşçılarını kahkahaya boğdu sonra tekrar şeytani gülümsemesini gösterdi; "Meolari sancaklarınızı kaldırın ve hazır olun,biz dışarıdaki askerlerin üstünden geçtiğimizde sağ kalanlardan herbiri bizim bin kişi olduğumuzu değil yüzbin kişi olduğumuzu anlatacak.Kapıyı açın ve uyarıyorum hepsini öldürmeyin bırakın birkaç kişi yüzbin kişi olduğumuzu sansın." Alers şeytani gülümsemesini sonkez Rats birliği savaçılarına gösterdi ve atını kapıya doğru çevirdi. Kapının dışındaki sesler yoğunlaşmaya başladığında güney kapısı açıldı ve ilk görülen siyah bir atın üstündeki beyaz hafif zırhlı bir adam oldu ondan sonra kapıdan dışarı diğer atlılarda nehir gibi akmaya başladı.General Kwisk'in güney kapısına gönderdiği onbin asker daha yeni kapıya varmıştı ve formasyona geçememişti bu yüzden üzerlerine atlılar gelirken mızraklarını kaldıracak zaman bile bulamadılar bazıları dörtnala koşan atların altında kalarak bazılarıda atların üstündeki savaşçıların darbeleriyle öldüler.Alers ve Rats birliğinin amacı savaşı kazanmak değildi güney kapısında ki birlikleri yardılar ve Meolari sınırına doğru devam ettiler.Haber kısa sürede General Kwisk'e ulaşmıştı; "Bütün atlılar!Hücuma geçiyoruz Meolari sınırına! Piyadeler formasyonunuzu bozmadan bizi takip edin tuzak kokusu alıyorum!" Meolari-Garina sınırında sarı sancaklar yükseliyordu atın üstündeki bir adam atı ölümüne koşturuyordu ve sancakların arasına girdi,adam nefes nefese atından indi; "General Persim!Bizim sancaklarımızı taşıyan bin atlı Antone Deresi'ni geçti hemen arkasında en az onbeş bin kişilik bir Garina atlı birliği var ve atlı birliğine gördüğüm kadarıyla General Kwisk öncülük ediyor!" Uzun altın saçlı genç general yüz ifadesini hiç değiştirmedi,saçlarını gözünün önünden arkaya attı ve gümüşi kaskını eline aldı; "Atlıları hazırlayın onları atlılar ile karşılayacağız.Sınırın ötesinde birliğimizin olduğunu bilmiyordum bu yüzden bizim sancaklarımızı taşıyan birliğe karşıda tetikte olsun askerler." General Persim atının üstünde ön safa çıktığında ufuk çizgisinden yükselen sarı Meolari sancaklarını gördü,sarı sancakları geçiş törenini yaptıktan sonrada bu sefer ufukta sayılayamacak kadar fazla yeşil sancaklar kendini gösterdi.Genç general kaskını sakince taktı ve sağ kalçasındaki uzun kılıcı çekerek havaya kaldırdı.Bir anda koşmaya başlayan askerler tozudumana katmıştı.Alers sarı sancakları görünce yüzünde bir gülümseme belirdi; "Üçgen formasyona geçin!Aramızdan biri düşerse arkanıza bakmayın,hedefimiz sadece Meolari ordusunu yarıp geçmek!" Alers emirlerini verirken arkasında sinirden kuduran ve yirmibin atlıyı üzerlerine süren General Kwisk'in bağırışları duyuluyordu.Alers ve Rats birliği üçgen formasyona geçerek artık Meolari ordusunada saldırgınlıklarını göstermişlerdi önlerinde ve arkalarında üzerlerine koşan toplam kırkbin süvari vardı,Alers ve Rats birliğinin tek avantajı bu iki büyük ordununun birbirinede düşman olmasıydı.Alers ve General Persim'in birliği buluştu ve ilk duyulan çeliklerin çarpışmasıydı.Alers atının üstünde her darbesiyle kılıcının kırmızı parlaması bir ton daha koyulaşıyordu.Alers'ın atı bir kılıç darbesiyle inledi ve Alers kendini yerde buldu.Meolari ordusunu yaran Rats birliğine bir anlığına baktı ama emri bizzat kendisi vermişti biri düşerse sakın arkanıza bakmayın diye.Alers hala yerdeyken zaman bir anlığına durdu ve Alers yüzünün üstünde bir atın toynağını gördü ani bir refleks ile atın tam Alers'ın kafasını parçalayacak olan bacağını kesti.At Alers'ın hemen üstünde takla atarak yere kapaklandı.Alers ayağa kalktı ve etrafına baktı kısa bir zamanda toprağın üstü kan,ölü atlar ve ölü insanlarla dolmuştu.Süvariler atlarını çarpıştırıyordu ve süvari saflarının arasından yavaş yavaş her iki ordununda piyadeleri dökülmeye başlamıştı.Alers atından düştükten sonra nereye ilerlemesi gerektiğine karar veremiyordu etrafı birbirini katleden askerler ile dolmuştu ve yön duygusun tamamen kaybetmişti.Alers'ın tek tesellisi öldüreceği adamı biliyor olmasıydı çünkü iki ordununda askerleri Alers'a hiç duraksamadan saldırıyordu.Alers dümdüz ilermeye karar verdi burası bir asker denizide olsa bir yerde karaya varacağını umuyordu. Bir zaman sonra arkasını dönmüş ve tezahurat yapan askerleri gördü.Alers askerleri kılıçlarıyla biçerek ufakta olsa bir boşluğun içine çıktı.Kısa bir süre sonra boşluğun sebebini anladı.General Persim ve General Kwisk atlarının üstünde birbirleriyle çarpışıyorladı.Alers gülümsedi; 'Sonunda dişime göre birkaç rakip.' General Kwisk Alers'ı gördüğünde biran bile tereddüt etmeden büyük baltasını Alers'a doğru savurdu.Alers sıyrıldı ve bir kahkaha attı; "İkinizinde atların üstünde olması hiç adil değil." Generaller tekrar birbirleriyle çarpıştığında Alers ikininde atlarının ayaklarına bir çizik attı ve generaller Alers ile aynı kaderi paylaşarak atlarının üstünden yere kapaklandılar.Kendi generallerini tezahurat yapan askerler bir anda sessizleşti ve iki generalinde yerden kalkmasıyla bağıraşlar yine duyulmaya başladı.Kwisk yerden uzun baltasını aldı ve kaskının göz siperini açtı; "Meolari ordusundan değilsin,Garina ordusundan hiç değilsin kimsin sen !?" Alers şeytani gülümsemesini takındı ve boynunu bir sağa bir sola yatırarak kütletti; "Annen küçükken sana hiç Şeytan Kral ile ilgili hikayeler anlatmadımı koca adam?" Alers arkasından gelen uzun kılıcın hamlesini kılıcıyla karşıladı ve kılıcın sahibine baktı.Gümüşi çelik zırhın içinde kaskının boşluklarından altın rengi saçlar dökülen ve bir elinde uzun kılıç diğer elinde metal bir kalkan olan bir adam.Alers'ın adamın Meolari ordusunun generali olduğunu anlaması uzun sürmedi.Artık mücadele üç kişinin arasındaydı ve iki generalde Alers'dan bir baş uzundu.Üç adamın silahları askerlerin açtığı boşlukta çarpışmaya başladı.İki general içinde çok güçlü tezahuratlar yükseliyordu.Alers büyük balta üzerine gelirken kenara çekildi ve baltanın yere saplanmasına izin verdi.Kılıcını tek eliyle savurduğunda General Kwisk'in üstünde ki çelik zırh bir çığlık attı ve yeşil zırha gümüşi bir çizik atıldı.Kwisk bir kahkaha attıktan sonra Alers tek kılıcını kınına soktu ve diğer kılıcını iki elle tutmaya başladı.Savaş anında Alers deri zırhı dolayısıyla tüm hamlelerden ya kaçıyor yada kılıcıyla engelliyordu,büyük baltalı Kwisk zırhına o kadar güveniyordu ki bazı hamleleri bilerek direk göğsüyle karşılıyordu ve diğer general Persim ise bütün hamleleri sol elinde ki çelik kalkan ile karşılıyordu.Alers asıl savaşın bu iki adam arasında olduğunu farketmişti çünkü Alers'ın ölümü iki ordu içinde birşey ifade etmeyecekti ama bu iki adamdan biri düşerse ayakta kalan bu savaşında galibi olacaktı.Sadece Alers ayakta kalsa bile iki sinirli ordunun hışmına uğrayacaktı.Alers bunu anladıktan sonra durum ya öl yada öle dönüştü.Bu kısa düşünme anı sırasında Alers iki adamın arkasında kaldığını farketti önünde balta ve arkasında uzun kılıç Alers'ın başı için yatay bir şekilde geliyordu.Alers bir kalp atışı süresi içinde aşağı eğildi ve büyük balta Persim'in göğsüne saplandı aynı anda Persim'im uzun kılıcı ise Alers'ın koluna saplanmıştı.Büyük tezahuratlar bir anda durdu.Alers niye Garina ordusu sevinmiyor diye düşünürken elindeki kılıcın Kwisk'in zırhını delip kalbine saplandığını gördü ve kılıcı sapladığı andaki duruşunun onun boynunu koruduğunu farketti.Alers kıpkırmızı parlayan kılıcını yavaşça çatırmadalar arasında Kwisk'in kalbinden çekti ve kılıç tam olarak Kwisk'ten ayrıldığında elinde balta elinden kaydı.Kwisk ve Persim aynı anda yere yığılmıştı.Alers koluna yandan saplanan uzun kılıcı kolundan çıkardı yavaş yavaş görüşü bulanıklaşmaya başlıyordu ve ayakta düzgün duramıyordu.Tam o anda Alers gökyüzünü gördüğü sandı ama bu mavi gökyüzünden daha koyuydu ve gözlerini kısıp dikkatli bakınca onların mavi sancaklar olduğunu farketti.Bir mavi sancak denizi iki orduyu yarıp geçiyordu. Bölüm-17 Yeni Dünya Hakkında Eski Bilgiler- Kirli Diplomasi (3) Bölüm 17 Alers gözlerini yavaşça açtı ilk gördüğü şey çadır bezi olmuştu.Yerinden doğrulurken sağ kolundaki acıyı hissetti ancak koluna baktığı zaman zırhının üstünün çıkarılıp kolunun sargılandığını gördü.Yavaşça çadırın perdesini itti ılık rüzgarı çıplak üst vücudunda hissetti.Bir yanda ölü bedenler gömülürken diğer tarafta zafer eğlenceleri vardı.Alers meraklı bakışların arasından hemen yakında ki büyük çadıra doğru yürümeye başladı.Çadırın girişinde mızraklı bir muhafız duruyordu,muhafız şüpheci gözler ile Alers'ı süzdü; "Çadıra sadece üst düzey komutanlar girebilir." Alers muhafıza iyice yaklaştı,yüzüne soğuk gözler ile baktı ve yarım miğfer giyen muhafızın yüzüne bir yumruk indirdi.Kolu kılıçtan aldığı derin yara sonucu acı verici bir şekilde kasılmıştı ama bu pek Alers'ın umrunda değildi.Çadırın perdesini kaldırdı Alers'ı gören herkesin yüzünde ki gülümseme kayboluyordu tek bir kişi hariç; Kral.Alers'ın arkasından yüzü kan içinde olan muhafız çadıra girdi.Bu durum bile Kral'ın gülümsemesini silmeye yetmedi; "Cesur komutanlarım,kutlamalara akşam devam edeceğiz.Herkes çıkabilir." Çadır hızla boşalmaya başlamıştı.Odada Alers haricinde Kral ve kırık burnuyla muhafız kalmıştı.Kral bakışlarını muhafıza çevirdi gülümsemesi tehditkarlaştı; "Herkes dedim." Muhafız kafasını eğerek çadırdan çıktıktan sonra Alers ve Kral başbaşa kalmıştı.Kral Baskiya ayağa kalktı ve boşalmış kadehini şarap ile doldurdu; "Senin ve Rats birliğinin kahramanlığı bize savaşı kazandırdı." Alers öfkesini kontrol altına aldı; "Kralımız gerçek planını bize anlatsaydı dahada yararlı olabilirdik." Kral ufak bir kahkaha attı; "Size bunun bir ölüm görevi olduğunu belirttim içinize herhangi bir umut ekseydim bu kadar gözükara olamazdınız ama istersen şuan anlatabilirim." Alers masada duran kadehlerden birini eline aldı ve şarap ile doldurdu; "Bizim sayemizde Meolari'nin dikkatini Garina'ya çektiniz ve ordunuz ile kolay bir şekilde dağın arkasında saklandınız.İki ordu birbirini yıprattığında kendiniz gösterdiniz ve iki orduyu birden yok ettiniz.Aklıma takılan şu Garina'nın içinden böyle büyük bir orduyu nasıl geçirdiniz?" "Sen Garina ordusunu Meolari sınırına çekince Garina'daki kalelerin savunması büyük ölçüde zayıfladı yolumuzun üstündeki her kaleyi aldık tabi bunda çoğu kalenin içinde casuslarımızın olmasıda büyük etki sağladı bazı kalelerin kapısı kendi kendine açıldı.En zoru başkentti ama sessiz ilerlememiz sayesinde başkent hala bir saldırı beklemiyordu ve bir gece baskınıyla başkent ve Garina Kral'ının kafası aynı anda düştü.Şimdi Garina bizim topraklarımıza katılıyor ve Meolari bize vergiyle bağlandı." Alers gülümesedi; "Evet kralımız çok zeki,savaş bittiğine göre Pinke'ye dönebilir miyim?" Kral sandalyede asılı olan kını eline aldı,içindeki kılıcı çekti ve Alers'a doğrulttu; "Bir kral böyle bir görev için iyi bir ödül vermezse kötü bir kral olarak anılır." Kılıcı tekrar kınına soktuktan sonra kılıcı Alers'a uzattı.Kılıç Alers'ın kılıçları gibi kısa bir kılıçtı,siyah kabzasının üstünde koyu mavi renkli zümrütler işlenmişti ve çelikte kılıcın kabzası gibi gölgeli siyah bir renkteydi.Alers belindeki kılıçlardan birini kınından çıkardı ve elindeki siyah kılıcı onun yerine kına yerleştirdi.Elindeki kılıcı ise yere sapladı; "Bu savaşın kazanılmasında benden fazla payı olan kılıç bu.Üstünde hala büyük general Kwisk'in kanı var.Cömertliğiniz karşısında bende size bu kılıcı sunuyorum." Yeni Kralın İsteği görevi başarılı. 1000 Nam kazanıldı. 100 Altın kazanıldı. Güç +20 Çeviklik +20 Dayanıklılık +20 Level atladınız. 7X *** Yeni Dünya Hakkında Eski BilgilerHarita: Xer Elf krallığı.Asıl diyarları Terkedilmiş Topraklar olsada beş bin yıl önce o toprakların en uzağına göç ettiler.Göçün sebebi bilinmiyor ama eski kitaplarda Terkedilmiş Topraklar'da ki şeytanlardan bahsediliyor. Serian Ork krallığı.Büyük elf göçü gerçekleşene kadar Cüce Krallığı Jheg ile rekabet içindeydiler ama elflere kaybedilen topraklar orkların kinlerini Xer'e çevirdi. Jheg Cüce krallığı.Beşbin yıl önce iki krallığa bölündü;Kuzey Jheg ve Güney Jheg.Ork Krallığı elflerin gelmesiyle beraber cüceler ile aralarındaki husumeti bir kenara koyup cücelere elflere karşı müttefiklik önerdi.Jheg Kral'ı bu teklifi kabul etmese de kralın kardeşi ve orduların komutanı olan General Dunhal teklifi kabul etti ve orklardan aldığı topraklarda Kuzey Jheg'i kurdu.Cüce ırkının savaşçı çoğunluğu Kuzey Jheg'de madencileri Güney Jheg'de yaşamaktadır. Wriea Karanlık Elf krallığı.Karanlık elfler ve elflerin ilk karşılaşması beşbin yıl önce olmuştur.Büyük elf göçünde Karanlık Elf krallığının kralı elflere topraklarından geçiş hakkı tanıdı ve orklar ile cüceler ittifaka girdiğinde Karanlık Elflerde Elfler ile ittifak yaptı. Alpfhen Melez krallığı.Üç bin beşyüz yıl önce dört ırkın ortak kararı ile kurulmuş ticaret merkezi.Toprakların tarafsızlığını koruması açısından her ülke kendi topraklarında ki melezleri buraya yerleştirmiştir.Halk ve yönetim melezlerden oluşmaktadır. Kurna Fasel Sıradağlarının arkasında kalan ada,insanların anavatanı ve ilk krallığı.İnsanların bu adada ne kadar zamandır var oldukları bilinmiyor ama ilk ana karaya çıkışları üçbin yıl önce oldu.Anakaraya çıkarak askeri açıdan zayıf olan Güney Jheg'i işgal ettiler ama orkların ve Kuzey Jheg'in krallığı tekrar geri almaya geldiklerinde sayıca az olduklarından dolayı yenildiler ve anakara daki tüm insanlar savaş ganimeti olarak köle olarak alındı yada satıldı. Optin Anakarada ki ilk insan krallığı.Anakaradaki insanlar binsene boyunca dört büyük ırkın köleleri olarak yaşadıktan sonra ikibin yıl önce ork-cüce ve karanlık elf-elf ittifaklarının insan köleleri kendi kontrollerine almak için yaptıkları Optin Savaşında İsimsiz Kahraman liderliğinde insanlar isyan etmiştir.İsyanın başarısı sayesinde Xer ve Serian'ın arasındaki Optin olarak anılan toprakları alıp bir krallık kurmuşlardır ve anakaradaki insanların köle devrini bitirmişlerdir. Arenol İnsan krallığı.Bin beşyüz yıl önce Zümrüt Denizi'nin(Eski ismi Goblin Denizi) ortasında ki büyük adada kurulmuş krallık.Kurna'nın Filo Amirali Arnol,filosuyla beraber Goblin Denizi olarak anılan yeşil denize yelken açmıştır ve büyük adayı goblinlenlerden temizleyerek Kurna halkının bir kısmının bu adaya yerleşmesine öncülük etmiştir.Bu yeni topraklar yaklaşık beşyüz yıl boyunca Kurna'ya bağlı kalsada sonradan bağımsızlığını ilan edip yeni bir krallık olmuştur. Pinke,Garina ve Meolari İnsan krallıkları.Bu üç krallığı tek bir krallık olarak bin yıl önce Kurna Kralı'nın küçük kardeşi Prens Ela kurmuştur.Maceracı bir yapısı olan Prens Ela büyük goblin kabilelerini geçtikten sonra devler diyarına ulaşmıştır,dev ırkı nüfusu az olmasına rağmen elinde büyük topraklar tutuyordu hatta topraklarının 3/4 oluştururan yarımadada hiçbir dev yaşamıyordu ama diğer ırkların devler ile ilişkileri kısıtlı olduğundan ve devler kapalı bir toplum olduğundan bundan kimsenin haberi yoktu. Prens Ela devlere hediyeler sunarak onlardan bu yarım adayı aldı ve tekrar Kurna'ya giderek denizi cömert,heryeri yeşil yeni topraklardan bahsetti.Halkın arasında yayılan bu söylenti yeni toprakların göç almasına sebep oldu ve yeni krallık kuruldu.Prens Ela krallığını kurduktan onbeş yıl sonra krallığın yönetimini üçüz oğulları Meolari,Garina ve Pinke arasında üçe bölerek kimsenin daha önce gidip dönemediği Terkedilmiş Topraklara yelken açtı.Gidişinin üzerinden yirmiyıl geçince dönmeyeceğine kesin gözüyle bakılınca oğulları toplanıp krallığı üç krallığa böldü ve krallıklar yeni krallarının isimleriyle anılmaya başladı. Devler Diyarı Devlerin yaşadığı bölge.Boyları üç ile üçbuçuk metre arasında değişen fazla zeki olmayan devler bu topraklarda Büyük Goblin Kabileleri ile hiç bitmeyen bir savaş içindedir. Büyük Goblin Kabileleri Onüç büyük kabileden oluşan goblin toprakları.Elflerin toprakları terketmesiyle o bölgeye yerleşmilerdir ama onlar bile korkudan Terkedilmiş Topraklara fazla yaklaşamamıştır. Terkedilmiş Topraklar Beşbin yıl önce Elflerin terkettiği topraklar.Elflerden sonra oraya gidenler geri dönememiştir. *** İnsanların Anakaraya Çıkışı Üçbin yıl önce insan ırkı Kurna adasındaki fazla nüfus dolayısıyla topraklarını büyütmek istedi. Açık havalarda adadan bile gözüken Fasel Sıradağlarına bir keşif düzenlemişlerdir ve dağların arkasının yaşama uygun olduğunu farkettiler.Bundan sonra bir yıl boyunca hazırlık yapıldı ve hazırlığın sonucunda üçbin gemi yeni topraklar için yelken açtı.Yaklaşık üçyüz bin kişilik grup Fasel dağlarını geçtiklerinde cüceler ile karşılaştılar ve askeri açıdan zayıf olan Güney Jheg'i işgal ettiler ama Kuzey Jheg ve Serian'dan gelen büyük yardım ile yenilgiye uğradılar. Savaştan sonra sağ kalan insanlar üç krallık arasında bölüştürüldü.Kuzey Jheg ve Serian insanları kendi köleleri olarak kullanırken Güney Jheg insanları Alpfhen'de elflere ve karanlık elflere sattı sonuç olarak anakaradaki insanların bin yıl sürecek olan köle çağı başladı. Optin Meydan Savaşı İki yüz otuz binlik Elf-Karanlık Elf orduları ve iki yüz kırk binlik Ork-Cüce orduları Optin'de karşı karşıya geldi.Savaşın sebebi iki tarafında insan köleleri kendi elinde tutmak istemesiydi.İnsaların anakaraya çıkışından bin yıl sonra insanlar savaşlardada büyük rol oynamaya başlamıştı.Cüce-Ork ve Elf-Karanlık Elf ordularının neredeyse yarısı köle insan askerlerden oluşuyordu ve insan ırkını tamamen kendi tarafına çeken krallık üç bin yıllık bu kadim savaşa son verebilirdi.Elf Kralı bu savaşta insan köleleri ileride daha fazlasını elde edebilmek için feda etmeyi düşünüyordu.İki yüz kırk bin kişilik Ork-Cüce ordusunun belkemiği büyük atlara binen iri orklardan oluşan yüz bin kişilik süvari birliğiydi.Elf Kralı zeki bir adamdı ve askeri olarak Karanlık Elf Kralından daha güçlüydü bu yüzden savaştaki hareketlerin hepsine karar veren oydu.Elf Kralı komutanlarını topladı ve savaşta izleyecekleri taktiği anlatmaya başladı,insanlara liderlik eden isimsiz tek insan komutanda büyük masadaydı.Elf kralının anlattıklarına göre yirmi binlik insan süvari birlikleri sahte bir saldırı yapıp geri çekilecekti süvariler geri çekilirken yetmişbinlik insan piyade birliği üzerlerine gelen büyük ork süvarilerini durdurmak için saldırıya geçecekti ve insan piyadeler ile ork süvariler karşı karşıya geldiğinde Elf-Karanlık Elf büyücüleri ve okçuları düşman dost ayırt etmeden o bölgeye saldıracaklardı.İsimsiz komutan biran için bile öleceğini düşünmedi onun düşündüğü birçoğunu tanıdığı altındaki insan askerlerdi.İnsanlar her ne kadar köle olsada çoğalmaları açısından hepsine bir aile kurulmuştu ve çoğunun çocukları vardı ama onlar diğer ırklara göre sadece hizmet etmesi gereken maymunlardı. Beşgün süren sessizlik bozulmuştu Elf Kralı saldırıyı düzenlemeyi düşünüyordu ama isimsiz komutan hiçbiryerde bulunamıyordu.Elf Kralı bunu umursamadı insanların başına kendi cesur komutanlarından birini geçirdi.Hazırlık emri geldiğinde insan piyadeler silahlarını aldı ve süvariler atlarına bindi.Sağ kanatta bulunan insan süvarilere saldırı emri geldiğinde süvariler yönlerini hemen yanlarında ki yetmiş bin kişilik Elf-Karanlık Elf piyadelerine çevirdiler ve saldırmaya başladılar.Elf Kralı şaşkındı ağzından herhangi bir kelime çıkmıyordu tam o anda insan piyadeleride sol tarafta bulunan Elf-Karanlık elflerin yirmi bin kişilik süvarilerine saldırmaya başlamıştı.İnsan piyadelerinin bir kısmı yönlerini elf-karanlık elf piyadelerine çevirmişti ve onları insan süvarileriyle insan piyadeleri arasında bırakmışlardı.Küçük bir kısım insan piyadesi ise ordunun hemen arkasında ki yakın mesafede etkisiz olan okçular ve büyücülere saldırıyordu.Elf-Karanlık Elf ordusu kaçmaya başlamıştı.Elf Kralının etrafındaki yüz süvari birbiri ardına düşüyordu Elf Kralı sonunda içi kin ile dolmuş iki gözle karşılaştı ve sonrasında boğazında çeliğin soğunu hissetti. Tüm bunlar olurken Cüce-Ork ittifakı diğer orduda çıkan isyandan isimsiz komutanın onların safına geçmesi sayesinde haberdardı ve bütün ordu savaşı bitirmek için düşmana doğru yürüyorlardı.Cüce-Ork ordusunda hiç insan süvari yoktu ama yüz kırk bin kişiden oluşan piyadelerinin yüz bini insandı ve geri kalan kırkbini cücelerdi.Düşman görüldüğünde atının üstünde ki Ork Kralı hiç tereddüt etmedi ve atını dörtnala koşturmaya başladı tabi bunun olmasında savaşasın başında iki yüz otuzbin olan düşman kuvvetlerinin sayısının seksen bine inmesininde büyük etkisi vardı.Süvariler koşmaya başladığında isyan eden insanlar mızraklarını havaya kaldırmıştı.Orklar ilk saldırıda piyadelerin savunmasını yaramadılar ama büyük zarar verdiler Ork Kralı cüceler ve insanların nerde kaldığına baktığı sırada bunun Elf-Karanlık Elf ordusunun bir hilesi olduğunu düşündü ama etrafta hiç Elf veya Karanlık Elf yoktu,isimsiz komutanın uzun kılıcı Cüce Kralının karnına girmişti ve isimsiz komutan kılıçla birlikte onu havaya kaldırıyordu.Göz açıp kapayıncaya kadar kralları öldürülen cücelerde krallarıyla aynı sonu yaşadı,Ork Kralı ne kadar süvari birliğinin bir kısmını arkalarında ki isyancı insan piyadelere göndermeyi denesede piyadeler fazla yakındı ve süvarilerin gerekli hızı almak için mesafesi yoktu bunun sonucunda en güçlü süvari birliği olan ork süvarileri iki büyük piyade birliğinin arasında kalınca ancak ufak bir direnç gösterebildiler.Savaşın sonunda savaş meydanında ayakta kalan tek ırk insan ırkıydı,toprak her ırkın kanına doymuştu.İnsanlar Optinde kamp kurduktan sonra isimsiz komutan savaşın tarafları olan dört ülkeyede elçiler gönderip anlaşma için ülkelerin yeni krallarını Optin'e çağırdı.Görüşmeler sonucu savaştaki ülkelerdeki ve Güney Jheg'deki insan kölelerin Optin'e gönderilmesine,insanların köle statüsünden çıkmasına,Xer,Serian,Wriea'nın sınır bölgesi olan Optin bölgesinde yeni bir insan krallığı kurulmasına,Kuzey Jheg'in ise Alpfhen'den ki ticaret haklarının yarısını yeni insan ülkesine devretmesine karar verildi bunun karşılığında ise ülkeler arası yüz yıl sürecek bir saldırmazlık antlaşması yapıldı.İnsanların bu görüşmeden bu kadar karlı çıkmasının ana sebebi isimsiz komutanın Xer'i Serian'ın yanında yer almak ile Serian'ı ise Xer'in yanında yer almak ile tehdit etmesiydi.Yeni krallığın kralı isimsiz komutan oldu,isimsiz komutan kendisi gibi krallığınıda isimsiz bırakmayı seçti ama yüzyıllar sonra bulunduğu bölgeden dolayı bu krallık Optin Krallığı olarak anılmaya başladı.İsimsiz komutanın neden bir ismi olmadığı hala tartışılır.Kimi tarihçilere göre o zamanın geleneği açısından çoğu kölelere isim verilmemesinden dolayıdır ama bazı tarihçilerde bunu isimsiz kahramanın Kurna'nın İsimsiz Tanrı'sına ithafen yaptığı fikrindedir. Bölüm-18 Karanlık Elf'in Hazinesi (1) Bölüm 18 Alers'ın Pinke'ye dönüş yolunda aklını kurcalayan konu bu yeni dünyanın günümüzde ki durumuydu.Kralıklların birbirine bakış açısı,ekonomik ve askeri güçleri ve daha bir çok şey.Geçmişi kitaplardan öğrenmek mümkündü ama bu tür şeyler kitaplardan öğrenilemezdi fakat bu konunun önemi fazlaydı kralların ve soyluların hareketleri Alers'ın kafasında bazı boşluklar oluşturuyordu.Bu boşluklardan biri son olayda kralın hamlesini ön görememesi sayesinde onu ölüme götürecekti.Ölüm şimdilik pek bir sorun değildi ama Alers,ya Richard Davis'in canı sıkılırsa ve ölüme daha büyük bir anlam yüklerse diye düşünmekten kendini alamıyordu.İşte tam da bu yüzden ölüme giden yolların önü bilgi ve güç ile kesilmeliydi.Alers yola çıkalı üçgün olmuştu ve sorularına cevap bulmak için Garina'nın başkenti Grie'ye girdi.Şehir fazla zarar verilmeden alınmıştı,halk her nekadar günlük hayatına devam ediyor gibi görünsede ürkeklikleri Alers'ın gözünden kaçmadı.Alers bu bilgiyi kimden alacağını biliyordu ama o kişinin bu şehirdeki yerini bilmiyordu.Bir tavernaya girdi ve direk tavernanın sahibine yöneldi.Çantasını açmak için komutu fısıldadı ve eline on bronz sikke alarak masaya koydu; "Şarap ve bir sorunun cevabı." Tavernanın sahibi gülümsedi ve masada ki sikkeleri aldı. "Bu şehirde bütün krallıklarda en büyük ağı olan tüccar kim?" "En büyük tüccar kim deseydiniz Gelle derdim ama en büyük ağı olan tüccar kesinlikle Kibron." Alers Kibron'un nerede olduğunu öğrendikten sonra ayağa kalktı ve gözleriyle tavernayı kesti; "Şarabı şuradaki ihtiyara verirsiniz.Teşekkürler." *** Alers tarif edilen yere gittiğinde konağın önündeki iki muhafızı gördü ve yüzüne en güzel sahte tebessümünü yerleştirdi; "Tüccar Kibron ile görüşmek istiyorum,ona bilgiye aç bir adamın geldiğini iletin." Konağın duvarlarının üstünden nazik bir ses geldi; "Silahlarını alın ve onu buraya gönderin." Alers silahlarını muhafızlara teslim ettikten sonra kapı açıldı.Karşısında kendi yaşların zarif giyimli,kahverengi kısa saçlı,çoğu kişi tarafından yakışıklı birini buldu.Genç nazik bir gülümseme gösterdi; "Lütfen beni takip edin." Alers ve genç konağın içindeki bir çalışma odasına girdiler,oda boştu.Alers merakına yeni düştü; "Efendiniz ile görüşebilecek miyim?" Genç ufak küstah bir gülümseme gösterdi ve masanın arkasındaki deri sandalyeye oturdu; "Karşınızdayım,evet Kibron benim şaşırmış olmalısınız ama bunu çok yaşıyorum." "Doğrusu şaşırdın dünyanın çoğu yerinde ticaret ağları olan birisinin daha yaşlı olmasını beklerdim." Kibron güldü ve duvardaki portreyi gösterdi; "Babam.Tüccarlık aile mesliği olduğu için alıcılarımızda pek değişmiyor mesleği 16 yaşımda devraldım ama bu ağların çoğu zaten vardı.Konumuza dönersek bilmek istediğin ne Pinke'nin Kırmızı İblisi?" Alers şaşkınlığını gizlemedi; "Adımı duymuş olmanıza şaşırdım ama en çok şaşırdığım beni görüntümden tanımanız." Kibron ufak bir kahkaha attı; "Son savaşta ki kahramanlığınız sizden önce geldi.'Beyaz bir zırh ile gözüktü iki tarafında askerlerini biçerek iki generalin arasındaki büyük çarpışmaya girdi ve iki generalide öldürdü.'Hakkınızda konuşulunlar bunlar savaştan evi sağ dönebilen pek çok asker sizin bir insan olduğunuzu değil kan ile yıkanmış bir iblis olduğunuzu söylüyor." Alers ortamı yumuşatmak adına içten bir kahkaha attı; "Gördüğünüz üzere sadece basit bir insanım ve bilmek istediğim,Lifatte kıtasındaki şu an ki krallıkların durumu,bunu herhalde bir tüccar iyi kimse bilemez." Tüccar Kibron yüzünde ki gülümsemeyi sildi; "Dediğiniz gibi ben bir tüccarım ve bilgileriminde bir değeri var." Alers komutu fısıldadı ve çantasından bir altın sikke çıkarıp masaya koydu.Tüccarın ise cevabı kahkahaydı; "Bilgi soyut bir kavramdır yani sizden bu bilgilerin karşılığında soyut birşey istiyorum dostluğunuz ama tabi ki sizin gibi adını duyurmuş bir savaşçıya karşılıksız genel bilgiler verebilirim.Yeni Pinke Kralı'nın amacı yanyana olan üç insan krallığını birleştirmek gibi gözüküyor.Xer,Serian,Wriea kendi aralarında ne kadar büyük krallıklar olarak gözükselerde değiller.Son yüz senedir üçününde üçününde başında bir kral yok ve büyük aileler krallık için mücadele ediyor yani bu iç krallık aslında içlerinde çok sayıda krallık barındırıyor.Optin'deki insanlar eski gücünü kaybetti,şimdiki kralları yüzünden orklara ve elflere çok taviz veriyorlar.Daha ayrıntılı bilgiler istiyorsanız bana bir ticari yolculuk esnasında eşlik etmelisiniz." Alers ayağa kalktı; "İhtiyaç duyduğum bilgiyi aldım teşekkürler." Tam kapıdan çıkarken Kibron boğazını temizledi; "Bu öyle aslında o kadar basit bir ticaret görevi değil.Buna bir macera gözüyle bakabilirsiniz." Alers kapıyı kapattı ve arkasını dönüp gülümsedi; "Sanıyorum ki bu maceranın tek ödülü bilgi olamaz.Ayrıntılardan sonra size şartlarımı sunmama ne dersiniz?" "Öyle olsun.Ticaretimin bir kısmını Alpfhen'e taşımak istiyorum ama Alpfhen'de kalıcı olmaz zor büyük para ve ticari şöhret gerektiriyor.Babamdan bana kalan belli bir para ve ticari şöhret olsada ne param ne ticari şöhretim bu iş için yetersiz.Garina topraklarında insanlar ve devlerden önce yaşamış karanlık elfler var.Bu karanlık elflerin efsanevi kralının mezarını bulduğumu düşünüyorum.Bu mezarda o efsanevi kralın hazinesi var ama bu hazineyi elde etmek zor.Bir kitapta bin yıl önce bir karanlık elf grubunun efsane krallarının hazinesini ve mezarını şimdiki topraklarına taşımak için o mezara gittiği yazıyor ama başarsız olmuşlar.Efsanelere göre bu mezarda kralın en iyi beş savaşçısı hala nöbet tutuyormuş ve tuzaklar ile dolu bir yermiş.Bu bir karanlık elf efsanesi olabilir ama yinede oraya temkinli gitmeliyim yani senin gibi bir savaşçıya ihtiyacım var ve seninle birlikte benim yirmi muhafızımda gelecek." Alers gülümsedi; "Yüz alt-" Richard Davis'ten bütün oyunculara gönderilen bildirim ekranı Alers'ı duraksattı; 'Tekrar merhaba! Oyuncularımız ölümün sadece beş saatlik bir dinlenme ve yaralanmaların acısının eski dünyaya kıyasla çok az olmasından dolayı cürretkarlaşmış.Savaşlarda en ön sıralarda korkusuzca savaşıyorsunuz,birbirinizi kolayca öldürüyorsunuz ve bence tehlikesiz bir dünya fazla sıkıcı oldu.Bu yüzden size bir hediye veriyorum şu anki dünyanızdaki acı hissinin seviyesini eski dünyanızdaki acı hissiyle eşit seviyeye getiriyorum.Dünya yeni olabilir hatta bazılarınız artık insan ırkından bile olmayabilir ama yaşayan varlıklar acıyı unutmamalı.İyi eğlenceler!' Alers bir kahkaha attı ve etrafına baktı; 'Beni mi izliyorsun be adam.' Kibron şaşkın gözlerle kahkaha atan Alers'a bakıyordu; "Sizi bu kadar güldüren şeyi öğrenebilir miyim?" "Bilirsin biz maceracılar siz yerli halktan farklıyız.Ölünce yeniden canlanıyoruz ve sizin hissettiğiniz büyük acılar bizim için en fazla bir arı sokması gibi.Aslında gibiydi şimdi yine ölünce yeniden canlanıyoruz ama o büyük acıları bizde o büyük haliyle hissedeceğiz artık.Belli ki bu dünyanın kurallarını koyan adamın biraz canı sıkılmış." Kibron gözleri olabildiğince açıldı; "Bu dünyanın kurallarını koyan adam mı? Kırmızı İblis sen Tanrı ile mi konuştun!?" Alers büyük bir gürültüyle kahkaha attı ve şeytani tebessümünü takındı; "Belki de haklısın kendine Tanrı diyodur ama sadece ben değil bütün maceracılara verdi bu haberi.Yani şartlar değişti,karanlık elf kralının hazinesinden seçtiğim üç parçayı istiyorum." Kibron aceleyle oturduğu yerden kalktı; "Üç parça vadederek oraya bir ordu götürebilirim!" "Efsaneler askerleri ve genç erkekleri şöhret arzusu ile doldurmak için anlatılan hikayelerdir.Sadece bir varsayım ile yola çıkıyoruz seni takip edecek bir ordu bulursan senin hizmetçin olurum ama sakın kalabalık bir ordunun dar bir alanda benden daha etkili olacağını düşünme gafletine düşme." Kibron derin bir nefes aldı ve yerine oturdu; "Sende tüccar olmalıymışsın ikna kabileyetin birinci sınıf.Sadece bir parça,istediğin bir parça." Alers konuşmanın başında masaya koyduğu altın sikkeyi aldı ve havaya fırlattı; "Evet bana uyar." Bölüm-19 Karanlık Elf'in Hazinesi (2) Bölüm 19 Alers,Kibron ve yirmibeş atlı mezarın bulunduğu mağaraya doğru yola çıkalı iki gün olmuştu.Alers gittikleri yol korunmayan bir yol olduğu için yolun her iki yanına ana kafileye paralel olarak at sürmeleri için ikişer muhafız göndermişti.Yolun karşısından gelen atlı genç adam ile Alers'ın bakışları daha birbirlerine çok uzaktayken birbirlerine kenetlendi.Alers kendi yaşlarındaki adamın gözlerinin içinden nefreti ve kini çok net anlıyordu ve bu yoğun kin Alers'ın elinin belindeki kılıcına doğru yönelmesini sakladı.Alers kafilenin ortasından enönüne doğru çıkarken genç adam atını koşturmaya başladı.Alers genç adamın hamlesinden kurtulup ona kılıcının yanıyla sert bir darbe vurdu ama hesap etmediği gencin acı ile terbiye edilemeyeceğiydi,attan düşerken Alers'ın deri zırhından tuttu ve onuda aşşağı indirdi.Beraber yere düştüklerinde Kibron'un muhafızları hemen genç adamı yakalamışlardı.Alers elini havaya kaldırdı; "Bırakın onu.Kimsin sen?" Genç adam muhafızlardan kurtulduğunda gözleri dahada kin ile doldu ve gözleri ıslandı; "Senin öldürdüğün General Kwisk'in oğlu Frank!Ne pahasına olursa olsun seni öldüreceğim sonucu ölümüm bile olsa,siz maceracılar tekrar canlansanız bile herzaman peşinde olup seni defalarca öldürceğim iblis!" Alers'ın gözünün önüne bir anlığına General Kwisk geldi dev,kaba ve cesur adam oğluda aynı onun gibiydi; "Sana bir şans vereceğim.Ona kılıcını verin ve dövüşümüze karışmayın." Kibron durum karşısında şaşırdı ve atından inip Alers'ın yanına geldi; "Sen ölürsen-" Alers elini Kibron'un omuzuna koydu,gülümsedi ve belindeki siyah kılıcı çekti.Muhafızlardan Frank'in yanından uzaklaşmıştı şimdi Alers ve Frank başbaşaydı.Alers Frank'in silahını ve üstündekileri inceledi; 'Uzun bir kılıç kullanıyor ve üstünde zırhı yok.Babasının ölüm haberi aldığı gibi hiçbirşey düşünmeden peşime düşmüş olmalı.' Frank kılıcını kaldırdı ve Alers'ın kafasına doğru bir hamle yaptı böyle öfkeyle körelmiş bir kılıçtan Alers'ın kaçması zor olmadı ve siyah kılıcın kabzasıyla Frank'in zırhsız karnına sert bir darbe geçirdi.Frank kusacak gibi oldu ve yere kapaklandı.Alers kılıcını tekrar kınına soktu ve çıplak eller ile Frank'in kalmasını bekliyordu.Frank yerden yalpalayarak kalktı ve kılıcını tek eliyle tutarak yandan bir hamle yaptı Alers hamleden kolayca kurtuldu ve bu sefer havadan gelen kesişin altına girdi,Frank'in havadaki elini sağ eliyle tuttu ve diğer eliyle yüzüne sert bir yumruk attı; "YAŞA!" Bir yumrak daha; "YAŞA!" Bir yumruk daha; "YAŞA!" Ve son sert bir yumruk daha; "Yaşa ve hayatın o kadar kolay vazgeçilebilecek birşey olmadığını öğren.Baban gibi yaşa ve gerekirse baban gibi bir amaç için öl!" Frank yüzü kan içindeyken dizlerinin üstüne düştü,Alers Frank'in yanına yaklaşıp karşısında dizlerinin üstüne çöktü ve Frank'in kulağına yaklaştı; "Babanı kısa bir zaman için gördüm ama benim eski dünyamda böyle adamlar yoktu,böyle cesur adamlar yoktu.Bu dünyada bile azlar o yüzden baban gibi yaşa onun yerini doldur heryeri benim gibi şeytanlar ile dolmuş bu dünyada cesur bir şekilde ayakta dur ve sonra gerekirse baban gibi o şeytanları öldürmek uğrana öl.Beni ne zaman öldürmeyi denemek istersen düş peşime sana tekrar şans vereceğim ama şunu unutma.Ölü bir adam için ölmek anlamsız,insanlar ölümün değil yaşamın peşinden koşmalı ölüm zaten birgün seni ziyaret edecek." Alers atına bindi ve arkasına bakmadan Frank'in yanından uzaklaştı. *** Kibron,atını uzun bir zamandır en önden süren Alers'ın yanına yaklaştı; "Kimbilirdi Kırmızı İblis'in aslında iyi bir adam olacağını." Alers Kibron'a şeytani gülümsemesini gösterdi; "Aslında o kadar iyi biriyim ki anlatamam mesela karanlık elfin hazinesini bulduktan sonra sizi öldürmeme ne dersin ? Böyle bir yükün altına girmenizi istemem." Kibron kendini kahkaha atmaya zorladı; "Şaka yapıyorum sadece.Güzel bir dağ değil mi?" Alers başını yukarı kaldırdı ve eteklerine geldiklerine dağa baktı; "Gördüğüm diğer dağlardan pek bir farkı yok gibi." Kibron gülümsedi; "Hayır dostum hayır.Bu dağ karanlık elf kralının hazinesini içinde tutan dağ ve bu onu en güzel dağ yapıyor.Muhafızlar dağın etrafında önünde iki demir sütun olan duvarı arayın!Tekrar burada buluşacağız!" Muhafızlar atlarını koşturmaya başladıktan sonra.Alers,Kibron ve bir geleneksel şifacı başbaşa kalmıştı.Alers geleneksel şifacıyı süzdü ve Kibrona döndü; "Neden bir maceracı şifacı değilde geleneksel şifacı getirdin ?" Kibron Alers küçümser bir gülümseme gösterdi; "Evet dostum siz maceracıların şifacıları yaraları çabucak iyileştirebilir ama bizim şifacılarımız güçlendirici iksirler yapar ve en önemlisi her zehirin panzehirini yanlarında taşılar.Sizin şifacılarınız zehir hakkında hiç birşey bilmiyor ama zehir güçlü bir silahtır." Kibron sözünü bitirdiğinde atlarının üstünde iki muhafız geldi; "Efendim bize söylediğiniz yeri bulduk ama iki sütun değil tek metal sütun var." *** Alers,Kibron ve muhafızlar sütunun bulunduğu yere ulaştılar.Alers atından indi ve diğer sütunun olması gereken yeri incelemeye başladı; "Diğer sütun burdaymış bir şekilde gitmiş toprakta hala ufak bir oyuk var." Kibron sevinçle atından indi; "Hadi o zaman hazineye giden kapıyı açalım!" Kibron omuzuyla kapıya dayanarak itmeye başladı ama bu çaba kısa bir süre sonra Kibron'un yüzünün kıpkırmızı kesilmesiyle sonuçlandı.Alers gülmemek için kendini zor tutuyordu ve Kibron'un aklına başka bir fikir geldi; "Açıl susam açıl!" Alers artık dayanamayıp kahkaha atmaya başladı ve Kibron'a çekilmesini işaret etti.Kapının altında ki boşluk kısma parmaklarını soktu ve tüm gücünü vererek kaldırmaya çalıştı.Biraz çaba sonunda kapı hareket etti ve Alers bırakıp geri çekildi.Ellerini kuru toprağa sürdü ve yine kapıyı kaldırmaya başladı,kapı tamamen yukarıya kalktığında Alers'ın kolları titriyordu; "Geçin şurdan hadi!!!" Herkes içeri girdiğinde Alers içeri doğru kaçarak kapıyı bıraktı,kapı tekrar kapandığında büyük bir gürültü koptu.Alers kollarında ki uyuşukluğu gidermeye çalışırken muhafızlardan birinin ilerlemeye başladığını farketti; "Dur!Önümüzde yaklaşık elli metrelik bir koridor var ve burası tuzaklar ile dolu." Alers girişteki küçük odadan koridorun eşiğine kadar ilerledi ve yerdeki tozu avuçladı; "Bu da kanıtı,tuzbuz olmuş kemikler.Bana bir kılıç verin." Alers eline aldığı muhafızın kılıcını koridora doğru fırlattı ve saymaya başladı; "1,2-" Tam dört olduğunda koridorun altında ki zemin büyük bir titremeyle yükselmeye başladı ve Alers tekrar saymaya başladı; "1,2,3,4-.Zemin yükselmeye başladıktan sonra iki saniye içinde yaklaşık bir insan boyuna geliyor ve dört saniye içinde zemin ve tavan bir bütün haline geliyor yani burdan geçmek için tuzağın aktif olma süresinide sayarsak dört saniyemiz var." "6!" Alers bunu söyleyen muhafıza baktı ve aşşağılayıcı bir gülümseme gösterdi; "Zemin ve tavan arasında ki fark ortalama bir insan boyunu geçtiğinde koşmak imkansız hale gelecek ve bir kişi koridora adımını attığı anda tuzak aktif olacak.Ben üstümde ki hafif zırha rağmen dört saniyede burayı geçemem siz üstünüzdeki ağır zırhlara rağmen kendinize güveniyorsanız önden buyrun ayrıca taşınması gereken eşyaların olduğunuda unutmayın." Alers Kibron'a ve muhafızlara baktığında aldığı cevap sessizlik oldu; "O zaman başka bir yol düşünmek hepimizin yararına." Alers bulunduğu yere oturdu ve koridoru geçmenin başka bir yolunu düşünmeye başladı ama Kibron'un mırıldanması düşünmesini engelliyordu ve Kibron'a döndü; "Aklına takılan ne?" "Girişte iki metal sütun olmalıydı bir değil." Alers Kibron'a bir gülümsemeyle cevap verdi ve ayağa kalktı; "İki muhafız benimle gelsin yanınıza toprağı kazacak birşeyler alın." Alers tekrar kapıyı kaldırdı ve muhafızlar ile dışarı çıktı; "Şu metal sütunun altını kazın bizimle birlikte içeri sokacağız." *** Kibron içeride meraktan dört dönüyordu biraz sonra kapı kalkmaya başladı.Kapıyı kaldıran Alers'tı ve iki muhafız metal sütunu yüklenmiş içeri giriyordu.Kibron merak ile Alers'a bakıyordu; "Bu ne işimize yarayacak ?" Alers kapıyı bıraktı ve kendini içeri attı,kollarını yukarı kaldırarak esnetti; "Bizden öncekilerin kulladığı hileyi kullanacağız." Alers metal sütunu dik bir hale getirdi ve kaldırarak koridora doğru yürümeye başladı.Koridora girdiğinde iki saniye sonra tuzak aktif hale geldi ve Alers yükselmeye başladı.Zemin ve tavanın arasındaki fark yaklaşık iki metreye geldiğinde sütun tavana dayandı ve zeminin hareketi kesildi.Alers Kibron'a yukarıdan bakıyordu; "Hadi gidelim." Koridor geçildiğinde tahta bir kapı belirdi.Alers muhafızlara hazırlanmlarını emretti ve kapıyı açtı.Kapı açıldığında küçük bir tahtta oturan hafif zırhlı bir karanlık elf ve onun her iki yanında dizilmiş beşer hafif zırhlı karanlık elf onları bekliyordu.Alers belinden kılıçlarını çekti; "Sizin beşbin yıldır burada olduğunuzu düşününce karşımızda iskeletlerin olacağını varsaymıştım." Karanlık elf tahtından kalktı ve kınındaki kısa kılıcını çekti; "Bende şaşırdım,sizin türünüzü ilk kez görüyorum.Elflere benziyorsunuz ama elf değilsiniz.Ahh neyse bunlar önemsiz meseleler,ben Kral Roksin'in 5. muhafızı Meed Tara.Bu kılıcım pek çok türün kanını tattı ve her savaşta bu kılıcımı kullandım,bu kılıç ile sizide öldürmek güzel olacak." Alers şeytani gülümsemesini gösterdi ve siyah kılıcının kınına tekrar koydu; "İkimizin arasında ki düelloya kimse karışmasın,senin karşında iki kılıcımı kullamayacağım Meed Tara eşit şartlarda dövüşelim.Muhafızlar ikişerli gruplar ile savaşın ve ölmemeye dikkat edin.Kibron arkada dur ve son olarak Kırmızı İblis:Aktif." Meed bir anda Alers'ın üstüne atladı ve savaş başladı.Alers önden gelen bu hamleyi kolay karşıladı darbede fazla güç yoktu ama Meed Tara gerçek özelliğini gösterdi ve Alers'ın zırhına bir çizik attı; 'Fazla hızlı darbelerinde fazla güç yok ama fazla hızlı.' Dövüş ilerlemeye başladıkça Alers daha fazla savunmaya gömülüyordu.Meed Tara'nın hamleleri birbiri ardına geliyordu.Alers'ın böyle hızlı bir rakip ile ilk karşılaşmasaydı bu ve Alers Meed Tara'nın hızını yakalamak için herşeyini veriyordu.Alers hayatı üzerine bir kumar oynamaya karar verdi ve Meed Tara'nın bir sonraki hamlesini tahmin ederek kılıcını o tarafa savurdu.Ve şans şeytanın yanındaydı Meed Tara'nın elindeki kısa kılıç Alers'ın darbesinin gücüyle elinden fırladı ve Alers bitiriş için Tara'nın boynunu hedef aldı.Meed Tara tam o anda gülümsedi ve belinden çıkardığı küçük bıçağı Alers'ın kılıcı tuttuğu koluna sapladı Alers'ın kılıcı elinden düştüğünde gülümseme büyüdü; "Sadece tek silah kullanacağımı farzederek büyük bir hata-" Meed Tara elini ağzına götürdü ve ağzından gelen kanı farketti.Bakışlarını biraz aşşağı çevirdiğinde Alers'ın kullanmayacağını söylediği siyah kılıç Meed Tara'nın karnındaydı.Bu sefer Alers gülümsemesini gösterdi; "İkimiz de aynı hatayı yaptık ama sen hamleni beni öldürmek için değil canını kurtarmak için kullandın." Meed Tara'nın ağzından kan akarken gülümsemesi kaybolmadı; "Beni kandırdın..." Alers kılıcı karnından çektiğinde Meed Tara yüzündeki gülümsemeyle gözlerini kapatıp yere yığıldı. Bölüm-20 Karanlık Elf'in Hazinesi (3) Bölüm 20 Alers etrafına baktığında Meed Tara'nın adamlarından sadece birinin kaldığı farketti.Muhafızlar onun etrafını çevirmişti ama yaklaşamıyorlardı çünkü elindeki mızrağı rastgele etrafına sallıyordu.Alers kolunda ki küçük bıçağı çıkardı ve onunla o askerin üstüne yürümeye başladı mızrağın ucundan kaçtıktan sonra mızrağı tuttu,elindeki bıçağı Meed Tara'nın adamının boynuna iki kere saplayıp çıkardı.Yüzü kana bulanmışken kendisi mutluydu ve muhafızlara döndü; "Bir daha ki odaya geçmeden önce biraz dinlenin." Alers geleneksel şifacının yanına giderek kolunda ki bıçak yarasını gösterdi ve şifacı bir merhem ile kanamayı durdurduktan sonra yarayı sardı; "Çok özel bir merhem kullandım yaranın tamamen iyileşmesi en fazla yarım gün sürer." Alers kafasını hafif öne eğip minnettarlığını göstedikten sonra tahta kapının önüne geldi.Kolu iyileşene kadar ki zamanı tuzağın bulmacasını çözerek harcalamalıydı.Kapıyı hafifçe itledi ve karşısında mu mağarada daha önce görmediği bir manzara gördü koridorun karşısında bir kapı değil bir duvar vardı kapı ise koridorun sonunda sağ duvardaydı.Alers tuzağı anlamaya çalışırken ufak bir çıtırdama duyuldu.Karşıda ki duvarda bir sürü gözenek açıldı ve gözeneklerin içinden küçük iğneler Alers'a doğru fırladı.Alers ani bir refleks ile kapıyı kapatıp içeri kaçmış olsada biraz sonra vücudunun bazı bölgelerine batmış iğneleri gördü.Şifacı ve Kibron koşarak Alers'ın yanına geldiler,Alers onları eliyle durdu; "Sadece ufak iğnel-" Alers sözü bitmeden yere yığıldı.Şifacı hemen Alers'ın yanına giderek Alers'a batmış olan iğneleri çıkardı ve iğnelerden birini içinde bir sıvı olan bir şişenin içine batırıp çıkardı.Şişeyi çalkaladıktan sonra içindeki sıvıyı baygın olan Alers'a içirdi,bir iki dakika sonra Alers öksürerek kendine geldi; "Noldu bana?" Şifacı Alers'ın vücudundan aldığı iğneleri gösterdi; "Sana batan şu iğneler zehirliymiş,dünyalar arasından gidip geldin." Alers şifacının elinde ki iğnelere bakarken iğnelerden birinin üstünde kan olmadığını farketti; "O üstünde kan olmayan iğne oda mı benim üstümdeydi?" "Sol kolunda ki örgü zırhı geçememiş orada sıkışıp kalmış." Alers bir tebessüm gösterdi ve Kibron'un muhafızlarından ikisini çağırıp onlara bir yere gitmelerini söyledi. *** Alers muhafızları görevlendireli yaklaşık sekiz saat olmuştu ve kapı açıldı sekiz saat önce giden muhafızlar yanlarında bir deri çantayla beraber gelmişti.Kibron merak ile iki muhafız birlikte taşıdığı deri çantayı eline aldı ve aldığı yerine bıraktı içinde her ne varsa en az elli kilo olmalıydı; "İçinde ne var bunun ?" Alers gülümsedi; "Bilmecenin cevabı." Alers çantayı açarak içinden örgü zırhı çıkardı ve havaya kaldırdı; "İki metreye iki metre örgü zırh,sağ üst ve sol üst kısmına birer mızrak bağlayacağız ve havaya kaldırarak gereceğiz yani neredeyse koridorun ebatlarında.Duvardan fırlayan zehirli iğneler örgü zırha çarpıp duracak veya sıkışacak bizde güvenle diğer odaya geçebileceğiz." Alers kolunda ki yaranında kaybolduğunu görünce örgü zırhın sol tarafında ki mızrağı tutarak bir ucundan kaldır ve bir muhafızda diğer ucundan kaldırdı.Örgü zırhı koridora doğru gererek ilermeye başladıklarında dört saniye sonra duvardan zehirli iğneler fırlamaya başladı,iğneler örgü zırha çarparak geri dönüyordu ve örgü zırhın sayesinde koridorun sağındaki kapıyı açarak diğer odaya geçtiler.Karşılarına yine on karanlık elf askeri ve kralın muhafızlarından biri çıktı.Bu sefer ki muhafızın sadece deri bir pantolonu vardı ve ayakları,üst vücudu tamamen çıplaktı.Muhafız Rapier(İnce Kılıç)'ını çekti; "Buraya geldiğinize göre kardeşimi öldürmüş olmalısınız.Ben Klar Tara,Meed'in abisi ve Kral Roksin'in 4. muhafızı.Ayrıca üstümde zırh olmaması sizi şaşırtmasın bir şövalyeyim ama hayatım boyunca zırh giymedim,karşımda ki rakibe biraz daha şans vermeyi seviyorum." Alers Klar'ın elinde ki Rapier'ı görünce belinde ki kılıçları çekmeye bile yeltenmedi.Kısa kılıç ve Rapier'ın arasında yaklaşık elli santimlik bir erişim farkı vardı.Bu uzunluk farkı Alers'ın öldürücü olurdu,Rapier üstünde ağır zırh olan biri için o kadar ölümcül olmasada hafif zırhları delmek onun için çocuk oyuncağıydı ve bu mesafe farkından dolayı Alers düşmanına kılıcını değdirmeden ölürdü o yüzden az önce örgü zırha bağladığı mızraklardan birini çıkararak eline aldı.Bu sefer ilk hamle Alers'tandı ama Klar'ın hızı kardeşininde üstündeydi mızraktan gelen darbeden çok kolay bir şekilde kaçtı ve karşı atak yaptı.Klar'ın ince kılıcının ucu Alers'ın elini okşadı.Her on saniyede bir Alers bir çizik alıyordu bunun sebebi ise Alers'ın uzmanı olmadığı bir silahı kullanmasıydı ve mızrağın dengesi iyi olmayan basit bir mızrak olmasıda sebepler arasında sayılabilirdi.Alers'ın eline aldığı son darbe biraz daha derin olmuştu,elindeki mızrak düştü ve duvara kadar dayanmıştı artık geri kaçamıyordu.Klar Alers'ın boğazına doğru düz bir hamle yaptı Alers zehirli iğnelerden korunmak için yaptırdığı örgü zırhı bu sefer bu ölümcül iğnenin darbesinden kurtulmak için kaldırarak Klar'ın üstüne fırlattı ve örgü zırh rapier'ın hamlesini durdu,arkasından Alers biraz önce yere düşürdüğü mızrağı alarak bütün gücüyle örgü zırh ile görüşü kapanmış Klar'a doğru fırlattı.Mızrak örgü zırhı delip Klar'ın vücuduna saplandı,Klar yere yıkılırken Alers gülümsedi; "Hayatı boyunca hiç zırh giymemiş bir adam üstü tamamen örgü zırh ile kaplıyken öldü.Hayatın ironisi..." Kibron odadaki dövüş bittikten sonra Alers'ın yanına geldi; "Bu sefer öleceğini sanmıştım ayrıca mızrak kullanabildiğini hiç bilmiyordum." "Bu kadar güçlü bir adama karşı hiç kullanmamıştım sadece avlarımda biraz öğrenmek için kullanıyordum ve ayrıca o örgü zırh olmasaydı gerçekten ölmüştüm.Büyük ihtimalle tekrar böyle durumlarla karşı karşıya geleceğiz ben ölürsem önce ki odaya geri çekilin ve ben gelene kadar orada bekleyin." Alers koridora bakmak için tahta kapıyı açtığında herhangi bir tuzak göremedi ama bir kaç saniye sonra Alers olmaktan çıkıp tekrar Barlas olmuştu aslında üçüncü şahıs olarak Barlas'ı izliyordu; 'Yine mi zehirlendim? Bu buraya sıkışmadan önce ki aylık olan psikolog ziyaretlerimden biri' Orta yaş kavramının daha başında ki,yüzünden gülümsemesi eksik olmayan kadın ellerini bağlamış bir şekilde Barlas'a bakıyordu; "Yani yalnız mı hissediyorsun?" Kırmızı iblis olarak tanınmadan bile yüzünde olan o hayata karşı şeytani gülümsemesini gösterdi Barlas; "Yalnız olarak tanımlanamaz daha çok yanlış hissediyorum.Herkesin sahte bir doğruluk içinde olduğu bu yerde kendimi gerçek bir yanlışlığın içinde hissediyorum." Alers kendini uzaktan izlerken mekan ve kişiler değişti.Lisenin bahçesi Barlas'ın gözlem alanı,lise bitmeden önce tenefüslerde bahçede tek başına oturup insanları gözlemlemek Barlas'ın en büyük hobisiydi;Sahte gülümsemeler,sahte kibarlıklar.Barlas bunları insanlara sinirli bir şekilde izlemiyordu aksine bir macera filmiymişcesine merakla izliyordu ve buda o günlerden biriydi.Ve mekan ve insanlar defalarca değişti.Alers veya Barlas zamanın içinde bir üçüncü şahıs olarak sallanıyordu,geçmiş günler güzel ve kötü olanlar. Alers şimdi diğer dünyada ki kendi odasındaydı ve yatakta kitap okuyan Barlas'ı izliyordu.Barlas bakışlarını Alers'a çevirdi; "Sen?" Alers şaşırdı Barlas onu ilk defa görmüştü; "Gelecekte ki sana benziyor olabilirim ama değilim sende geçmişte ki bana benziyorsun ama şuan benim ile konuştuğuna göre geçmişte ki ben değilsin yoksa böyle bir anı kesinlikle hatırlardım.Ee bu büyünün içinden nasıl çıkacağımı biliyor musun?" Barlas kitabını kapattı ve yanında ki komidine koydu.Yorganın altından Alers'ın kılıçlarının aynısı olan iki kısa kılıç çıkardı; "Aşşağı yukarı tahmin etmişsindir." Alers kılıçlarını çekti ve tam yatar konumda ki Barlas'a hamle yapacakken yüzüne çarpan kitap ile dikkati dağıldı.Şimdi Alers ve Barlas odanın içinde ayaktaydı,dar alanda kılıçların çarpışması başladı.Alers Barlas'ı ilk hamleleriyle tarttı; "Geçmişte böyle kılıç kullanabildiğimi bilmiyordum." Barlas şeytani tebessümünü gösterdi; "Dediğin gibi ne ben geçmişte ki senim,ne de sen gelecekte ki bensin." Alers Barlas'ın kılıcından kaçarken ayağını yatağın kenarına çarptı ve Barlas bu açığı kullanarak Alers'ın kılıçlarını elinden düşürdü.Alers çıplak elleriyle Barlas'tan gelecek olan darbeyi beklerken odadaki kitaplığa doğru yaklaştı ve kitaplığı Barlas'ın üzerine doğru yıktı.Barlas'ın görüşü tamamen kaybolmuştu ve üzerini kitaplar yağıyordu ama kitaplığın içinden beklenmedik birşeyde geldi.Kitaplığın arkasından saplanan bir kılıç Barlas'ın karnını delmişti.Kılıç Barlas'ın karnından çıktıktan sonra kitaplık sola doğru yıkıldı ve kitaplığın arkasında ki Alers kendini gösterdi; "Lise üç te aldığım katana hep kitaplığın arkasında dururdu,bununla birisini öldüreceğim hiç aklımın ucundan geçmemişti hele kendimi öldüreceğim acaba bu intihara girer mi neyse burada ki işimizi bitirmeliyiz geçmişte ki bana benzeyen." Alers elinde ki katanayla Barlas'a yaklaştı ve uzun saçlarından tutup tek hamlede boğazını kesti.Bir nefes sonra Alers yine sıkıştığı dünyaydı.Eliyle yüzünü kontrol etti; 'Açlık hissi yok ve sakallarım aynı en fazla beş altı saat geçmiş olmalı.' Etrafına baktığında Kibron'u,şifacıyı ve muhafızları baygın bir halde gördü.Kibron'un yanına yaklaştı ve yüzüne sert bir tokat attı.Kibron şaşkın bir şekilde ayıldı; "Tamda geçmişte ki bana iş dünyası hakkında tavsiyeler veriyordum." Alers kahkahasını durduramadı; "O öldürmen için ordaydı tavsiye vermen için değil neyse muhafızları tokatlayarak büyüden kurtar ve diğer odaya geçelim." "Neden ben tokatlıyorum ?" "İşçinin işçiyi tokatlaması etik olmaz çünkü." Kibron kaşlarını çatarak Alers'a baktı; "İşçinin patronu tokatlaması etik midir peki?" Alers şeytani gülümsemesini gösterdi; "Bundan daha etik bir şeyin olduğunu sanmıyorum,her işçi işverenini bir kere tokatlamak ister." Bütün muhafızlar büyüden kurtulduktan sonra diğer koridorun sonundaki kapı açıldı ve içeri ilk giren Alers oldu.Alers'ın karşısında yine on karanlık elf askeri ve koyu yeşil cübbeli bir büyücü duruyordu.Alers arkasında ki Kibron'a hayatın anlamını çözmüşcesini bir bakıştı attı; "Olayı anladım galiba tuzak sadece hile ile geçilebilecek bir şey olduğunda karşımıza hilelerden hoşlanan bir şövalye çıkıyor,tuzak iğneler olduğunda karşımıza büyük bir iğne kullanan adam çıkıyor ve tuzak büyü oluncada-" "Büyücü çıkıyor." Karşıda ki büyücü Alers'ın sözünü tamamlamıştı. Bölüm-21 U.B.A.A.B. Bölüm 21 Dört büyük duvarın arasında iki yüze yakın oyuncu toplanmıştı,odada çok büyüktü ama penceresi yoktu odayı mumlar ve gaz lambaları aydınlatıyordu.Sandalyelerde oturan iki yüz kişinin odaklandığı yer sabitti,odanın içinde ki kürsüde yirmili yaşlarının sonunda sarışın gayet güzel bir bayan duruyordu ama odadakilerin bakışlarını sabitlemelerinin nedeni bu bayanın güzelliğinden dolayı değildi ve kürsüde ki kişi biraz sonra bunu gösterecekti; "Bildiğiniz üzere ben Uluslararası Be A Asayiş Birimi'nin yoğun insan bölgesi olarak adlandırılan Pinke,Garina ve Meolari ülkelerinin sınırlarını kapsıyan bu bölgenin Başkomiseri Zen.Bu yeni dünyada yaşamaya başlamamızın üzerinden iki ay geçti,en son bütün komiserler bu dünyaya sıkıtığımız gün bir arada toplanmıştı.Hatırladığınız gibi o gün bu dünyadaki yeni misyonumuzun ne olacağını konuşmuştuk.Be A oyunu çıktıktan sonra kendi dünyamız üzerinden kontrol edilemeyecek bir dünyada ortaya çıktı.Bu kontrolsüz yeni dünya ilk etapta eski dünyamızda ki ülkelerin çoğunun asayiş birimleri tarafından dikkate alınmadı ama yaşanan olaylar sonucu bu oyunun dünyasını uyuşturucu pazarlığı,illegal örgütlerin toplanması gibi bir çok yasadışı olayda kullanıldığı farkedildi ve dünya çapında bir emniyet konferansı yapılarak bizim gibi her ülkeden genç polisler gizli olarak bu dünyaya gönderildi.Ama şimdi bildiğiniz gibi bu dünyaya sıkıştık eski görevlerimizi yürütmemiz anlamsız hale geldi,bu yüzden bizde buraya sıkıştığımız ilk günde ki yaptığımız toplantıda bu dünyada oyuncuların yarattığı sorunları çözmek olarak yeni misyonumuzu belirledik.Diğer toplatının kararlarını özet geçtiğimize göre iki aylık izlemelerimizde edindiğimiz bilgilere göre ceza almasını gerektiğini düşündüğünüz oyuncuların isimlerini verebilirsiniz." İki yüz komiserden biri olan sıska uzun boylu bir erkek komiser ayağa kalktı; "İki aydır ben ve timim bu insan bölgesinde ki eskiden Garina olarak bilinen topraklarda ki bir birlik ve o birliğin başkanın peşindeyiz.Birliğin adı Pagan yedi bin üyeleriyle gayet büyük bir birlikler,onların peşinde olmamızın sebebi ise Pinke'nin Garina işgali başladığında bu birlik savaşın bir parçası olmadığı halde bir çok köy yağmalayıp katletti ve bir kaleyi savaş suçu sayılabilecek yollar ile aldıktan sonra Pinke'ye bağlılık yemini ettiler içerdeki adamımızın bilgileri doğrultusunda şuan hala yağmalara ve katliamlara devam ediyorlar.Benim gözlemlerin açısından direk birliğin peşine düşmenin bize fazla bir yararı olmaz insan bölgesinde ki toplam polis sayısı altı bin kişi ve karşımızda büyük bir kale olacak başka bölgelerden yardım bile alsak kaleyi savunan oyuncular oyunun kuşatma kuralları gereğince yirmi dört saat sonra tekrar kalenin içinde canlanacaklar ve yardım ile bile bu kaleyi yirmidört saat içerinde ele geçirmemiz imkansız bu yüzden size peşine düşeceğimiz bu birliğin başkanını anlatacağım.Bu dünyada ki ismi Odin evet birliğin ismiyle kesinlikle uyumlu ve suç potansiyeli on bir yıldız* insan bölgesinde ki en tehlikeli adam ve bu adamın savaş yeteneği ise dokuz yıldız yani güç olarakta insan bölgesinin elitleri arasında." Uluslararası Be A Asayiş Birmi'nin Yıldız Sistemi* Suç Potansiyeli:Yıldızlar belli olaylara göre verilir,yıldızlar belli bir sayı üzerinden değil sonsuzdur ve sonradan yaşanan olaylara göre aratabilir. Savaş Yeteneği: Yıldızlar belli olaylara ve gözlemlere göre verilir,suç potansiyeli sisteminde olduğu gibi yıldızların artması sonsuzdur. Savaş Yeteneği beş yıldız üzerinde olan bir oyuncunun suç potansiyeli üç yıldız üzerindeyse yakalanma emri verilir. Zen kafasını komiseri onaylar şekilde salladı; "Odin ile ilgili bize yararlı bilgiler verdiniz,yakalama görevini size ve sizin timinize bırakıyorum komiser Paze.Yanınıza istediğiniz iki ekibi daha alabilirsiniz.Sıradaki rapor." Bu sefer kalkan kişi cüce ırkındandı ve sesini çıkarana kadar odadakiler onu farketmedi; "Ares!Gerçek bir savaş tanrısı insan bölgesinde ki en büyük başarıyı elde etti desek abartmış olmayız.Meolari ülkesinde yaşayan bu adam kısa bir süre Meolari ordusunda savaş yeteneği sayesinde en büyük askeri rütbelerden biri olan Generallik rütbesine getirildi,farkındasınızdır ki bu insan bölgesinde bir oyuncunun şuana kadar ulaştığı en büyük derece.Ares insan bölgesinin en güçlü oyuncusu olarak adlandırıldığı için başından beri gözetimimiz altındaydı.Bu dünyaya sıkıştığımızdan beri agresifliği arttı ve savaşta vahşileşti.Herhangi bir suçu bulunmasada suç potansiyeli üç yıldıza geldi ve savaş yeteneği on dört yıldız ama bunu bir istisna olarak görmenizi istiyorum.Ares hakkında yakalama kararı çıkarırsak hem Meolari krallığını karşımıza alırız hemde Ares'in gücüyle uğraşmak zorunda kalırız." Zen diğer komisere yaptığı gibi kafasıyla onayladı; "Dediğiniz gibi bir yakalama emri şimdi bizim için sıkıntılı olabilir ama Ares'in gözetimine timinizle beraber devam edin.Sonra ki rapor." İnsan ırkından uzun sakallı ve iri görünüşlü bir komiser ayağa kalktı; "Alers yada Kırmızı İblis.Çoğumuz kendisini yeni kral tahta geçerken arenadaki bir gelenek olarak sürdürülen savaşta gördük ama bunun önceside vardı bir krallık görevinde goblin ordusuna karşı kale savunma görevinde de bulunmuştu ve bu görevde oyuncuların komutanlığı görevini alan adamın yardımcısıydı.Aslında bu görevin başarılı olmasını Kırmızı İblis sağlamıştı ormanda ki dev örümcekleri uyandırarak goblin ordusuna doğru yönlendirmişti ve bende o kale savunması görevinde olduğum için ilk kez burda dikkatimi çekmişti.Sonrasında arenada ki bize basit bir şovmuş gibi görünen o geleneği araştırdım bu gelenek aslında Kurna'dan alınmış bir gelenek.Yeni bir kral tahta geçmeden önce kendine bir şampiyon seçiyor ve şampiyonunun karşısına önce ki kralın hüküm yılları kadar dövüşmesi için tek tek savaşçı çıkarılıyor.Kralın şampiyonu bu savaşçıların hepsini öldürürse yeni kralın talihi iyi olarak görülüyor ve öldüremezse yeni kralın otoritesi düşüyor.Şuan ki kralımızın halk arasında kutsanmış olarak görülmesinin sebebide bu,Alers tektek gelmesi gereken savaşçıları aynı anda çıkardı ve hepsini kanlı bir yolla öldürdü.Yani bu görevin Alers'a verilmesi bir açıdanda yeni Pinke kralıyla yakın ilişkileri olduğunu gösteriyor.Başka bir olay ise Pinke-Garina-Meolari savaşı başlamadan önce Alers bin kişilik Rats birliği ile birlikte kralın emriyle tartışılabilir bir şekilde bir kasabayı ele geçirdi ve Garina ve Meolari ordularını tuzağa çekti.Dediğim gibi bu eylem tartışılabilir bir eylem ama kasabayı ele geçirdikten sonra kasabada üç günlük bir sokağa çıkma yasağı koydu ki bu kesinlikle bize tehlikeli biri olduğunu gösterir.Ayrıca güç açısından ise Meolari-Garina orduları çarpışırken iki ordunun generallerini katletti yani güç açısından ve vahşilik olarakda tehlikeli bir adam.Kırmızı İblis en son bir ay önce bir tüccar ve yirmi savaşçı ile birlikte gizli bir mağara girilirken görüldü ve hala o mağaradan çıkmadı.Suç potansiyeli dört yıldız ve savaş yeteneği on yıldız.Önerim ise mağaranın çıkışında yakalanıp sorgulanmasıdır." Zen tam konuşmaya başlayacakken bir ork balyozunu yere vurdu ve ayağa kalktı: "Onun yakalanması için beni gönderin ne kadar gerçekten tehlikeli bir adam olmadığını bilsem de onu yakalayamaya çalıştığımızda bize büyük kayıplar verdirir onunla konuşmama izin verin." Oda kısa bir sessizlikten sonra fısıltılar ile doldu; -Komiser Anad sanırım Kırmızı İblis ile bir krallık görevi yapmıştı. -Arinol ülkesinde kundaklama ile sonuçlanan bir görev değil miydi o. Bu sefer Zen elini masaya vurdu; "Komiser Anad raporunuzu okumuştum ve bu yüzden sizi gönderemem Kırmızı İblis'e kim olduğumuzu anlatırsak elimizden kaçabilir." Derin sessizliğin içinde sadece bir kişi ağzını açmaya cesaret etti,siyah uzun saçları beyaz teni ve soğuk siyah gözleri olan bir kadındı; "Onu burda en sessiz ben yakalayabilirim ve kimliğini biliyorum bırakın ben yapayım." Odada tekrar fısıltılar ağır basmıştı ve bu sefer ki daha kuvvetliydi; -Komiser Kaori kırmızı iblis yüzünden bir görevinde başarısız olmuştu. -Suikast timinin komiseri özel olarak birinin peşinde belki de cidden korkmalıyız. Zen fısıltıları tekrar kürsüye vurarak susturdu; "Suikast timinin görevleri sizinde bildiğiniz gibi bu değil Komiser Kaori,bu yakalama görevini bu kadar uzun süredir kırmızı iblisin peşinde olan Komiser Alsa'ya bırakıyorum.Uzun zamandır konuşuyoruz raporların geri kalanına yarın devam edeceğiz ama son bir duyuru yapmama izin verin.Lifatte kıtasında ki diğer başkomiser ile aldığımız bir kararı duyuracağım.Bildiğiniz gibi oyun daki toplam oyuncu sayısı otuz milyonken bizim sayımız kırk sekiz bin bu yüzden krallıklara kimliklerimizi açıklayıp ortak çalışma kararı aldık.Krallıklar bizi resmi olarak tanıyınca karşılıklı olarak suç eğilimi gösteren oyuncuların kontrolünü beraber sağlayacağız.Bu yolda ise Wriea olarak bilinin karanlık elf krallığının en büyük taht adayının yeminli şövalyesi bir oyuncu ve bizimle işbirliği içinde olarak Wriea ile anlaşmamızı sağlayacak.Diğer krallıklar ile görüşmelerimiz kısa sürede başlayacak yani kısa bir süre içinde yeraltı asayiş birimi tarzımız yer üstüne taşınıp meşrulaştırılacak ve gücümüz artacak."
  12. ÖZET: Asura yirmi yaşındaki bir üniversite öğrencisidir.Hayatındaki tek macera yazdığı tezler ve ev ödevleridir.Taki o güne kadar,Dünya'nın ve insanlığının kaderinin değiştiği o gün'e... Herhangi bir hata bulursanız,lütfen söyleyin. GİRİŞ GİRİŞ Güneşli güzel bir yaz günüydü.İnsanlar parklara çıkmış,yanında sevgilisi olanlarda kafelerde buzlu limonatalar ve milkshakelerle eğleniyorlardı.Küçük çocuklar top oynuyor,bazılarıysa parkın ortasında bulunan fıskiyenin altında soğuk suyun keyfini çıkarıyorlardı. Tabii ki şans herkese gülmüyordu.Bazı şanssız üniversite öğrencileri o gıcık üniversite hocalarının verdiği saçma işler-yani görevleri yapmak zorundaydı.Çünkü bu gelecekleri için gerekliydi!Ve evet bende o şanssız üniversite öğrencilerinden biriydim.Lanet olsun! 64 sayfa tez,64 sayfa!1 değil,2 değil,10 bile değil,64 sayfa…Zaten bu yetmezmiş gibi birde arkadaşımın kız arkadaşıyla olan problemlerini dinlemek ve avutmak zorunda kalmıştım. Aslında bakarsan arkadaşımı biraz dinledikten sonra 64 sayfa yazı daha bir hoş görünmeye bile başladı.Gerçekten,of… Yirmi yaşıma geldim.Siyah saçlı,mavi gözlü,1.80 boylarında bir çocuğum ve daha elime kız eli değmedi.Durum böyleyken neden elin çocuğunu:“Boş ver kanka denizde balık çok nasılsa…haha”diye avutmak zorundayım ki! Hem madem denizde balık çok,niye hep karavana niye!Kesin birinin benim hakkımda gözü var.Kesin… “Doğru söylüyorsun valla kanka denizde balık çok.Eğer benim ideallerime uymuyorsa başka birini bulurum.O kadar basit.” Gerçekten biliyorsun ya arkadaşım.Bunu söylemen beni daha da acınası yapıyor.Yumruğu suratına koyacağım birazdan. Her neyse ödevine konsantre oluyor duruşuna geçeyim bari.Belki sıkılır da başka bir yere gider.Evet bu iyi bir strateji.Kesinlikle öyle.Ben bir dahi falan olmalıyım!Neyse moralim yine yerine geldi. O anda sürekli durmadan konuşan arkadaşım ve sürekli dinlemede olan, ara ara da dinlediğimi belli eden sesler çıkaran ben sustuk.Nedeni… Dudu dudu dilleri lıkır lıkır içmeli… Diyecek başka bir şeyim yok.Adamın bir kere telefonunun melodisine baksana sen ne diyeyim ki ben şimdi.Ölmek istiyorum gerçekten! “Kanka o arıyor,Napayım?Açayım mı?Baksana iki kere çaldırdı.Çok ısrarcı olduğunu düşünmüyor musun?Sanki bütün o laflarından sonra açarımda telefonu,hımf!” dedi ve açma tuşuna bastı arkadaşım.“Her neyse kanka ben içecek bir şeyler alacağım.Sende ister misin?Gerçi gecikeceğim.Belki de gelmem beni bekleme.” Eleştirmeye nerden başlıyacağımı bilmiyorum.Ama en kafamı bozan kısımdan yani içecek kısmından başlıyacağım.Madem gelmeyeceğini düşünüyorsun neden “içecek ister misin” diye soruyorsun bu sıcak havada!Canım çok fena kola çekti şimdi senin yüzünden! Hem kız iki kere çaldırdı,Ne ısrarcısı.Ben köpeğimi bile dört kere çağırıyorum gelmesi için,dört kere! “Beni takma kanka sen.Kendi işine bak” “İşte kanka dediğin böyle olur.Bir dahakine dördümüz beraber takılalım” dedi ve hızla odayı bıraktı arkadaşım. Dört mü?Bir ben varım,bir de şu çocuk,bir de şunun kız arkadaşı olsa…Bu üç yapar.O zaman Dördüncüsü… Elimdeki ödev kağıtlarını masaya bırakıp sandalyeme yaslandım.Gerçekten de hiç ödev yapacak şevk kalmadı bende.Zaten kalsaydı bende bir sorun olurdu! Öyle bir beş ila on dakika durduktan sonra fena bir uyku bastırdı üstüme.Tabii ki vücut bu strese dayanamadı,onu suçlamıyorum bu yüzden.Bütün suçlu o profesör! Yalpalaya yalpalaya sırayı bırakıp odanın sağ tarafındaki üst ranzaya gidip yatağa uzandım.Yani üst ranzayı kendim seçtiğimden değil,yükseklikten oldukça korkarım.Ama başka seçeneğim de yoktu zaten.Okula iki gün geç başlayan birinin kaderi budur!Daha fazla açıklayamayacağım,çok uykuluyum.Çok uykulu… 1.BÖLÜM 1.BÖLÜM Vızz vızzz vıızzz! Arı fızıltısını duyduğumda güzel ve tek başıma olan uykumdan uyandım.Tek başınanın altını çizmek istemiyorum sadece erkekler yurdumdayım diye yanlış anlaşılması olmasın diye söyledim.Yani kız arkadaşım yok fakat erkeklerle de işim olmaz.Aslında beni kız yurduna yatırsalar oldukça memnun olurum. Vızz vızz vızz vızz! Gözümü açmadan elimi duyduğum kadarıyla yerini artık tespit ettiğim arıya doğru salladım.Aslına bakarsan ilk sallamamda bir şeyi vurdum.Avucumun tamamını kaplayacak kadar büyük olduğu için arı olmadığına eminim.Tabi Türkiye’nin göbeği Ankara’da amazon arıları yoksa…Hım,Amazon arıları bile bu kadar büyük değildir zaten. Vurduktan sonra masamdan birkaç şeyin yere düşme sesiyle hemen gözümü açtım.Çünkü masamda mürekkep şisesi ve çok değerli yarısı tamamlanmış ödevim duruyordu.Ne kadar şanssız olduğum gerçeğini göz önüne alırsak tek sonuç:Ödevimin mürekkebe bulanmasıydı. Gözümü açtığımda ve kafamı kaldırıp masaya baktığımda mürekkep şisesinin olduğu yerde durduğunu görüp rahat bir iç çektim.Ve siyah bir sıvıyla kaplı ödevimi gördüm.Olamaz! Bir hışımla yataktan atlayıp(Biraz da ağımı burktum bu sırada)ödevimin yanına gelip kağıtları elime aldım.Tamamen okunamaz halde.Keşke mürekkep düşseydi,en azından tekrar kopyalardım ve işime bakardım. Tamam karar verdim.O ödevi kimse bana yaptıramaz.Asla yapmayacağım o gaddarın ödevini asla.Ablam elinde beyzbol sopasıyla gelse ve her vuruşu 90 km/s hızda olsa dahi asla.Zaten o kadar hızda vursa kolum kırılır ve ödevden yırtarım.Ama olmayacak yere vurursa tüm hayatım kayar.Bu nedenle ödeve başlıyayım bari de nerden geldi bu siyah sıvı!Hangi aşağılık yaratık ben uyurken bunu döktü buraya. Tam kızgın bir şekilde odadan dışarı çıkacakken masanın üzerindeki sarımsı ve siyah çizgili şeyi fark ettim.Hemen yaklaşıp elimin içine aldım şeyi.Şey demek pek hoş olmuyor.Belki tüy yumağı veya sarımtrak desem daha şirin durar.Tamam,bundan sonra senin adın sarımtrak. Ama bu şey de neyin nesi? KATİL ARI(Taş sınıfı) Seviye:1 Irk:Arı HP:15 Ruhsal Enerji:0 MP:5 Dayanıklılık:6 Güç:4 Çeviklik:14 Canlılık:5 Şans:3 Katil arılar her şeyi yemeleriyle meşhur bir arı türüdür.Genellikle milyonlarca arının bulunduğu kolonilerde yaşayan katil arılar, bir kraliçe tarafından yönetilirler.Özellikle iğneleri çok yüksek derecede zehir barındırır. “Uwaa!” Önümde aniden garip pencere belirdiğinde elimde olmadan yere düştüm.Pencere de aynı şekilde biraz alçaldı.Demekki ben aşağı gidince o da gidiyor,çok elverişli.İyi deve cüce oynanır bu pencereyle de konumuz şimdi bu değil!Nerden geldi bu pencere?! Elimi tereddütlü bir şekilde havada asılı duran pencereye yaklaştırdım.Ve yavaşça içinden geçirdim.Sanki havada hiçbir şey yokmuş gibiydi.Bir kaç defa daha içinden geçirip çıkardım elimi. Acaba bu ne?Fiziksel bir şey mi?Kimyasal mı?Fotonlu bir şey mi?Of,çok sinir bozucu…Keşke derste uyumasaydım!Neyse, şimdi bunu düşünmenin sırası değil.Şimdi bunu nasıl kapatırım onu düşünmenin sırası. Ekrana ve elimdeki tüy yumağına detaylı şekilde bakmaya başladım.Hım…Anladım demek bu bir katil arı.O zaman ödevimi mahveden bunun kanı olmalı.Acaba nerde bunun iğnesi? İğneyi arının üzerinde aradım ama bulamadım.Daha sonra yerimden kalkıp masanın üzerini inceledim.Masanın üzerinde de küçük bir pencere vardı.Üzerinde “Katil arının zehirli iğnesi” yazıyordu.İğneyi elime aldım ve pencereyi inceledim. Katil Arının Zehirli iğnesi:Katil arının yüksek miktarda zehir içeren iğnesi.Genellikle gizli zehirli silah yapımında ve dövüş sanatçılarının ki kanallarını açmada kullanılır. Gerçekten yumruk büyüklüğündeki bir arıdan da beklendiği gibi.İğnesi dikiş iğnesi kadar büyük.Acaba ceketimin söküğünü bunla dikebilir miyim?Boş verelim şimdi onu.Şimdi önemli olan bunların gizemini çözmek.Yani delirmediysem ve bu bir rüya değilse… İlk olarak bu pencereyi nasıl açtım ki ben?Ha,doğru ya! “Bu şeyde neyin nesi?”diye düşünmüştüm.Belki de yine düşünerek kapatabilirim. Kapan! Hem iğnenin hem de önümdeki arının penceresi aynı anda kapandı.Ben bir kez daha geriledim.Şu açılıp kapanmanın aniliği hala beni oldukça ürkütüyor.En iyisi bir dahakine hazır olayımda ürkmeyeyim. Bir elimde zehirli iğne diğer elimde ölü arıyla dururken aklıma birden katil arının yanında yazan “Taş sınıfı”kelimesi geldi.Şimdi onu düşünürsem bilgi ekranı önüme gelir mi acaba? Şu sınıflı zımbırtıyı açıkla! Canavarlar temel olarak yedi sınıfa bölünmüştür. 1.Taş sınıfı 2.Bronz Sınıfı 3.Altın Sınıfı 4.Mor Güç Sınıfı 5.İmparator Güç sınıfı 6.Mitolojik Güç Sınıfı 7.Antik güç sınıfı Hım…Demek böyle bir şeydi.Zaten çok fazla rpg oynayan benim tahmin edemememin imkanı yokta yine de emin olmak istedim. Bu arada bozuntuya vermiyorum ama dışarıdaki sesler acayip sinirimi bozmaya başladı.Şurada önemli bir mevzuyu kontrol ediyorum.Bir susun artık! Derken artık sabrım tükendi ve pencereye çıkıp:“Az susun ödev yapıyoruz şurada” diye bağırmamla pencereyi kapatıp altına saklanacak bir yatak aramam bir oldu.İyi haberler:beni takan ne öğrenci ne de bir profesör var,bu nedenle en azından dayak yemeyeceğimi düşünüyorum.Kötü haberlerse dışarısı jurassic parka dönmüş.Her yerde canavarlar var! Sakinleşmem lazım.Ancak sakinleşirsem buranın tarzanı olabilirim!Hatta sakinleşirsem tüm iç Anadolu’da beni duymayan tek bir Tarzan dahi kalmaz.Haha…Benim için çok önemli bir şeyi kaybetmiş gibi hissediyorum.Acaba neydi o?Erkeklik gururu olabilir mi? Neyse daha sakin bir zamanda bunu düşüneceğim. Şimdi araştırmaya devam edelim.Ama ilk önce kapı kilitlenecek ve tabii ki yata-yani artık saklanmak yok demek istedim.Saklanmak yok,beysbol sopası var! Kapıyı kilitleyip beysbol sopasını da yanıma aldıktan sonra yere oturdum.Ve bu seferde bu olayların sebebini sordum.Cevap tek cümleydi.Ve birde ek vardı. Gerçek dünya’da bir rpg oyunu! İyi şanslar,Kahramanlar! Gerçek Dünya’da bir rpg oyunu mu?Yani hepimiz rpg karakterine mi dönüştük şimdi.Düşsek falan ölmeyecek miyiz?Gerçek mi bu! Fakat yerimden kalkıp pencereden aşağı bir defa daha baktığımda bu teorimin yanlış olduğunu anladım.Üniversite bahçesi kan gölüne dönmüştü! Hiç duraksamadan yine yere oturup sırada ne yapmam gerektiğini düşündüm.Sırada yapılması gereken şey…Tabi ya.Daha kendi statlarımı bilmiyorum bile.İlk önce onu öğrenmem lazım. Asura Greenhart(Erkek) Seviye:1 Irk:İnsan HP:20 Ruhsal Enerji:10 MP:25 Dayanıklılık:8 Güç:12 Çeviklik:11 Canlılık:8 Şans:2 Tam da beklediğim gibi.Şansım küçük bir böcekten daha düşük!Tam olarak küçük sayılmaz belki ama şimdi bunu düşünmenin bir faydası yok.Sıradaki araştırma konumuza geçelim o da…Her RPG’de olduğu gibi genel açıklamalar… Açıklamalar 1.Kendinden en fazla 5 level yükseğe kadarki varlıkların statlarını ve levellerini görebilirsin. 2.Her öldürdüğün varlık sana belirli bir exp puanı ve arasıra yararlı itemler verir. 3.Exp puanı belirli bir seviyeye ulaştı mı level atlayabilirsin. 4.İlk 5 ay şehirlerin yakınlarında ve içlerine doğru sadece 20 seviye ve daha aşağı seviyedeki canavarlar bulunacaktır. 5.Her level sana 5 stat puanı verir.Stat puanlarını istediğin stata atayabilirsin. 6.Normal bir insanın statları 10 olarak düşünülebilir. 7.Gizli statların dışındaki temel statlar Ruhsal stat:Doğuştan yeteneğe bağlı bir stattır.Mana enerjisini arttırır.Ve hizmetkar çağırmak için gereklidir. Çeviklik:Hız,kaçınma oranı ve tepki hızını arttırır. Güç:Saldırı gücünü ve bireysel gücü artırır. Canlılık:HP ve MP iyileşme oranını artırır.Dayanıklılık üzerinde de az da olsa etkisi vardır. Dayanıklılık:Diğer bütün statları etkileyen bir stattır.Dayanıklılık belli seviyenin altına düşerse diğer statlar da düşmeye başlar.Dinlenmeyle eski haline döner. Şans: İtem düşme ve kritik vuruş oranını artırır. “Bu inanılmaz.” O anda kapıdan Tak! Tak! Tak! sesleri gelmeye başladı.Galiba bu gelen benim o sinir bozucu playboy arkadaşım değil...Gerçi şimdi babam gelse parolayı söylemeden açmam kapıyı...Ha ha...İşte şimdi hapı yuttum! 2.BÖLÜM 2.BÖLÜM Tak! Tak! Tak! Kapı ardı ardına vurulmaya devam etti.Israrla tekrar tekrar…Şimdi düşündümde bu kapıdaki benim eski ev sahibem olabilir.Kapıya vuruşu,çıkardığı ses ve vuruş frekansı bile birbirine benziyor.Sadece bir şeyler eksik gibi…Birşeyler…Hım…Ah,doğru ya!“Nerde kaldı ulan bu kira!”diye çığırmıyor.O yüzden bu o yaşlı herif olamaz. O zaman kapıdaki,ya bir yurt arkadaşı ya da ismi lazım değillerden biri olmalı.İsmi lazım değil dememin nedenine gelirsek havalı olmaya falan çalışmıyorum,yanlış anlamayın.Sadece ismini bilmiyorum.Hem böyle demek daha hoş duruyor.Neyse şimdi bunu düşünmeyelim.Şimdi nasıl kaç-yani onurlu bir şekilde savaşırız onu düşünelim. İlk olarak önümdeki canavara veya canavarlara karşı bir strateji hazırlayabilmem için adını ve seviyesini öğrenmem lazım!Fakat tek sorun nasıl yapacağım?Eh,neyse gözlemle diyelim bakalım,n’olcak. Orman Goblini(Taş sınıfı) Seviye:3 Irk:Goblin HP:25 Ruhsal Enerji:0 MP:5 Dayanıklılık:8 Güç:9 Çeviklik:12 Canlılık:6 Şans:1 Genellikle ormanlarda sürüler halinde yaşayan yarı insanlardır.Etçillerdirler ve her türlü eti tüketirler.Doğum oranları yüksek ve insan kadınlarına karşı hassastırlar. Şans 1 ha?Şansım bir canavardan daha yüksek diye sevinmeli miyim yoksa şansı benden düşük diye sempati mi duymalıyım.Ya şimdi bir düşünsenize…Şansı 2 olan ben,herkes yazın keyfini çıkarırken 64 sayfalık tez yazmak zorundayım.Buda yetmezmiş gibi elime kadın eli değmemişken playboy arkadaşımı teselli etmek zorunda kaldım,sonunda bir soğuk kola bile alamadan satıldım!En azından soğuk kolam elimde olsaydı onu affedebilirdim! İkinci olarak pek çok ortak noktamız var bu keratayla.Mesela ikimizde insan kadınlarına karşı hassasız.Yani şimdiye kadar hiç kedi,köpek,tavuk veya kuğulara karşı ki bu kuğunun altını çiziyorum bir şey hissetmedim.Galiba bu benim hakkında tek normal şey.Her neyse! Üstlerindeki yazılara bakarsak önümde 3 tane orman goblini olmalı.Yazılarının gözüktüğü ve Tak! sesinin geldiği yere bakarsak bu goblinler benim yarı boyum kadar olmalı.Her biri 3 level olduğuna göre de bayağı bir exp verirler diye düşünüyorum ama şimdilik acele etmeye gerek yok. Yatağa doğru ilerleyip üzerine yattım ve beklemeye-Bu sırada da planlar düşünmeye-başladım.Bir saat…İki saat…Üç saat…Dört saat… Dört saat bekledikten sonra yataktan kalktım ve odanın ortasında elimde beysbol sopasıyla durmaya başladım.Yanlış anlamayın diye söylüyorum.Dört saat beklememin nedeni kurtuluş planları düşünmemdi.Yoksa ‘belki bıkarlarda başka yere giderler’ diye bir düşünce aklımdan geçmedi!Evet böyle bir şeyi düşünmedim.Çünkü benim damarlarımda asil bir savaşçı kanı akıyor! Ve o anda beni umutsuzluğa iten bir sahneye tanık oldum.Kapının kirişleri yamulmuştu.Neredeyse kapı yıkılacak haldeydi! Elimdeki beysbol sopasını biraz sıktım ve saldırı pozisyonuna geçtim.Aradan beş veya on dakika geçmeden kapı,bir Güm! sesiyle yere yıkıldı ve beni, 3 tane 1.20 boylarında yeşil tenli,kırmızı gözlü ve tarzan kıyafetli goblinlerle yüz yüze bıraktı. Belki oyunlardaki en güçsüz karakterlerden biri olabilir fakat yine de karşında görmek isteyebileceğin türde bir yaratık değil. Kısa bir duraksama anından sonra,ortadaki goblin elindeki sopayla bana doğru ilerledi ve sopayı salladı.Bense hemen yana doğru kaçınıp elimdeki sopayla goblinin kafasına son gücümle vurdum.Bundan sonra goblin sağa sola yalpalayıp yere yıkıldı. *Tebrikler 2. Level oldunuz. *5 stat puanı elde ettiniz.Lütfen istediğiniz stata puanlarınızı dağıtın. Gördün mü bunu yeşil şempanze?Biz insanlar böyle savaşırız işte!Böyle adamı kalbura çevirirler.Haha! Tam zafer sarhoşluğu içinde kendimi kaybetmişken bir hırlama sesiyle yeniden kendime geldim.Soldaki goblin elindeki sopayla hızla bana yaklaşıyordu!Sağdaki de boş durmuyordu tabi ki.O da sağdan bindirme yapıyordu.Hey,biliyorsunuz ya bu yaptığınıza erkeklik denmez! Hemen arkaya bir adım atıp soldaki goblinin sopasından sıyrıldım.Daha sonra da sağdaki gobline koşup o, daha sopasını kaldırmaya fırsat bulamadan sopamı kafasına indirdim.Aynı ilk goblin gibi yalpayan goblin yere düştü ve öldü.Geriye sadece sol tarafımdaki goblin kalmıştı. Sol tarafa doğru döndüğümde sopanın bana doğru yaklaştığını gördüm.Kaçınma şansım yoktu!Bu nedenle bende kendi beysbol sopamı kaldırıp saldırıya, elimdeki sopayla karşılık verdim. Goblin,bunun üzerine birkaç adım geriledi.Sonuçta onun gücü 7’ken benimki 12’di.Benimle güç konusunda aşık atabilmesinin imkanı yoktu.Bende bu şansı kullanıp gerileyen gobline doğru sopamı salladım.Goblin,elindeki sopayı düşürdü ve arkasını dönüp kaçmaya çalıştı.Sonuçta her canlı ölümden korkar! Tabi bende arkasını dönen birine merhamet edecek göz var mı?Hemen sopamı kaldırıp kafasına sert bir darbe vurdum ve onu böylece öldürdüm. “Evvveet!Burası ormansa aslan benim!”diye bir nara attım.Daha sonra 3 goblin cesedinin yanına gittim.Bu arada bir rpg oyununda en heyecanlı ve tabii ki benim en sevdiğim şey nedir,biliyor musunuz?O da…Düşen itemleri toplamak! Etrafa baktığım da üç şey gördüm.Biri mavi bir diş diğeri de 6 kenarı “?”işaretiyle dolu bir küp ve birkaç parça yeşil kağıt… Gözlemle! Goblinin kutsal dişi:Goblinin ruh enerjisi depoladığı kutsal dişi.Genelde simyagerler düşük seviye sağlık iksiri yapımında bu malzemeye ihtiyaç duyarlar. Gizemli hazine kutusu:İçinde ne olduğu bilinmeyen gizemli kutu.Açılırsa item çıkabilir. Rpg World Parası:Oyunda alışverişlerde kullanılabilecek Rpg World parası.İtem kutusunda RW sembolüyle gösterilir. “Vay…”diye derin bir iç çektim.Demek ki bu gerçek yaşam rpg oyununda item kutusu ve oyun parası bile vardı!Ayrıyetten level atlamaktan aldığım puanları saymıyorum bile. Hemen item kutusunu aç! Emrini verip item kutusunu açtım.İtem kutusu 2m x 2m x 2m hacminde bir küp kutuydu.kutunun altında ise “RW” diye kutudan ayrılan özel bir kısım vardı.Aslında o kısım olmadan normal bir kutuya benziyordu.Tabi hava asılı durmasını saymazsak.Hemen item kutusuna,odanın içindeki benim için gerekli malzemeleri ve birkaç parça yiyecek içecek koydum.O anda yeni bir şey öğrendim.Bu item kutusu boşluk barındırmıyordu,yani yemekler bozulmadan sanki konservelenmiş gibi kalabilirdi!,aynı oyunlardaki gibi! Goblinlerden aldığım yeşil kağıt parçalarını da koyduğumda “RW:” yanında 180 sayısı yazdı.Nedense bu sayıyı görmek beni gururla doldurdu.Çünkü “Senden bir şey olmaz.”,“Sen bir şey kazanamazsın.”,“Sen aç kalırsın.” ve “Sana hiçbir kız yüz vermez.” diyen ablama inat kendi paramı kendi ellerimle kazanmıştım.Belki benden bir şey olmazdı,bunu inkar edemem.Belki açta kalabilirim.Hatta hiçbir kızda bana yüz vermeyebilirdi ama sonunda bir şey kazanmıştım.Ha ha ha!Daha fazla düşünmeyeyim en iyisi,yoksa ağlayacağım.Hele de o kız konusu! Bu kötü düşünceleri temizledikten sonra geriye en heyecanlı olaylardan biri kalmıştı.Belki bu bilgisayarda pek heyecanlı görünmeyebilir fakat gerçek yaşamda çok heyecanlı bir olay.Sonuçta burada insanlığın sınırlarını zorluyoruz.Elbette bu olay…Stat dağıtma olayı! Acaba hangisine versem ilk?Şöyle bir düşününce dayanıklılık olmadan savaşmamın imkanı yok.Nefesim kesilirse nasıl savaşabilirim ki,değil mi?O yüzden ona 2 puan verelim.Diğer 3 puanı ise çevikliğe vereyim.Ne kadar hızlı olursam o kadar hızlı kaç-yani canavarların saldırılarından daha kolay kaçınabilir ve son vuruşu vurabilirim demek istedim!Ben bir kahramanım. Benim lügatımda kaçmak yazmaz. Ve son olarak dışarı çıkıp ölüm kalım mücadelesine girmeden önce, şu gizemli kutuyu açmak istiyorum.Açıklamaya göre hiçbir şey çıkmama ihtimali var.Bu nedenle moralim bozulmasın diye onu en sona sakladım.Malum şansım bir böcekten daha yüksek değil! Gizemli kutu açıl! Tebrikler! 1 Kırmızı Alev Bilekliği(Bronz sınıfı) kazandınız. Kutunun içindeki Sarılı kırmızılı renkli bir bileklik vardı.Görünüşü bir alevi andırıyordu.Hemen onu gözlemledim. Kırmızı Alev Bilekliği(Bronz sınıfı):Alev metali denilen özel bir metalden dövülmüş bileklik. +5 Güç artışı +2 Dayanıklılık artışı Ne kadar güçlü bir bileklik!Normal bir insanın gücünün yarısı kadar güç veriyor,bu da yetmezmiş gibi +2’de dayanıklılık seçeneği var!Ne kadarda şanslıyım.Belki de artık şans bana da gülmeye başlamıştır.Hım..Bunun pek mümkün olduğunu sanmıyorum,kesin ben açarken kuyruklu yıldız falan geçmiş olmalı.Evet,bu olmalı. Kendimi buna inandırdıktan sonra kapının yanına gelip koridorun iki yanını kontrol etmeye başladım ve odadan ilk adımımı attım.Bu benim kahramanlık yolundaki ilk adımımdı! 3.BÖLÜM 3.Bölüm Kendi rahat sıcacık(yaz olduğu için) odamdan çıktığımdan beridir tam bir saat oldu.Bu bir saat içinde bir çok goblin,örümcek,böcekler ve hatta olabilecek en sevimsiz tavşanlarla bile karşılaştım.Yani bir düşünsenize havuç kemiren küçük afacanları…Şimdiyse yurtta tanıdığım bir arkadaşın kafatasını kemiriyorlardı!Evrimin bile bir sınırı olmalı,hey! Gerçi bu bir saat bana faydasızdı demem de yanlış olur.Belki üçüncü kattan ikinci kata inecek kadar cesaretim yoktu,öhö öhö,fakat bu bir saatte tam olarak iki level atladım.İki level!Bu iki level ne demek?İnsanlığın sınırı tam 10 puan zorladım demek.Daha ne olsun! İşin tuhaf tarafı iki level atladım ve bir çok para kazandım.Tam olarak 1000 civarı RW para oldu,fakat birkaç diş,kürk,deriden ve bir düzine iğneden başka hiçbir şey düşmedi!Tam düşündüğüm gibi kuyruklu yıldız sırasında açtım o gizemli kutuyu.Yoksa o,+5 güç veren yüzük hayatta bana düşmezdi! “Argh…Lütfen kurtarın!” Tam o sırada bir çığlık duydum.Çığlık koridorun sağ tarafından geliyordu.Sağ tarafa doğru döndüm.Orada,bana doğru koşan siyah saçlı iri çocuğu gördüm.Çocuğun arkasında 4 tane 5.seviye kızıl örümcek vardı.Kendimi övmek gibi olmasın ama bu örümceklerden tam bir düzine kadar öldürdüm ben! Çocuk yanıma kadar geldi ve nefes nefese:“Lütfen yardım et,kurtar beni”diye bağırdı. Hemen çocuğun önüne geçip en yakındaki kızıl örümceğe beysbol sopasıyla saldırdım.Yarım metrelik örümcek birkaç metre geri uçup ters döndü.Hemen hızla onun yanına gidip son darbeyi indirdim ve direk diğer üç örümceğe döndüm. Arkama bile bakmadan:“Sen iyi misin?” dedim. “E-evet,iyiyim.Teşekkür ederim.” Çok etkilendin değil mi,iri çocuk?Gerçi seni etkilemek yerine güzel,sarışın bir kızı etkilemeyi tercih ederdim de neyse.Seni de ayakçım yaparım.Olmadı yem olursun zamanı gelince.Gerçekten çok zekiyim,kendimi etkilemeyi başardım yine! Daha sonra art arda diğer üç örümceği de öldürüp,örümcek ipliklerini ve paraları topladım.Topladıktan sonra arkama döndüm ve önümdeki yem-yani ölümle burun buruna gelmiş masum çocuğu gözlemledim.Hım…Demek adı Mert Solcu ve hala 1 level. Bu arada insanların stat ekranını gözlemleyebilmek için levelinin,gözlemleyeceğin kişiye eşit veya daha yüksek olması gerekiyor.Bunu geçen bir saatte öğrendim. “Çok teşekkür ederim.Beni kurtarmasaydınız ne olurdu, bilmiyorum.Acaba adınızı öğrenebilir miyim?Sakıncası yoksa tabi.” “Asura Greenhart.Ya senin?” “Mert Solcu.İsminiz ve soy isminiz Türk ismine benzemiyor acaba siz yabancı uyruklu musunuz?” “Melezim.” Aslında benim ailem oldukça ilginç.Babam bir Türk,annemse bir İngiliz.Fakat nedense annem babamın soy ismini alacağına babam annemin soy ismini almış.Ve adımı da annem koymuş.Nedenini bilmesemde en azından tahmin edebiliyorum.Mesela ben öyle bir kadınla evlensem ve bana ayağımı yıka dese,bir gülücükle iki ayağını da yıkarım.Annem o kadar korkunçtur yani.Ablam da korkunçtur fakat annem tamamen başka bir alemde bu konuda. “Acaba buradan nasıl çıkabiliriz?Bir fikriniz var mı?” Ön kapıdan olmadığı kesin…Aslında yeterince yüksek seviye olmadan önce yurt binasından çıkmak dahi istemiyorum. Sonuçta pencereden dışarıdaki canavarları izledim ve bir çoğunu hala gözlemleyemiyorum.O yüzden burada biraz daha kasılmak iyi olur.Bir yaverde edindim zaten.Onu iyi kasabilirsem ve eğitebilirsem buradan güvenle çıkma olasılığım bir hayli artar. “İlk olarak bu durum hakkında ne kadar şey biliyorsun?” “Şey…Yurtta uyuyordum.Kalktığımda kapıdan sesler geliyordu kapıyı açınca dev tüylü arıları gördüm ve odadan koşarak çıktım.Daha sonra bu örümceklere rastladım.Gerisi zaten bildiğiniz gibi.” Yani temel olarak hiçbir şey bilmiyorsun.Tam da düşündüğüm gibi tek seçenek “yem olmak”,ha.Her neyse biraz açıklayayım da belki faydası dokunur. “Zamanımız kısıtlı bu nedenle iyi dinle.Dünyamız oyun dünyasına çevrildi.Ve hepimiz seviyeleri olan oyuncularız.Fakat oyunlardaki gibi ölümsüz cinsten değil.Her seviye atladığımızda gücümüz çok yüksek derecede artar.Ve seviye atlamak için ihtiyacımız olan şeyse canlı varlıkları öldürmek.”dedim ve Mert’e anlayabiliyor mu diye bir baktım.“Canlı varlıkları öldürünce sadece seviye değil,para ve itemler de kazanabiliriz.Oyun komutlarını ve item kutusunu kullanmak için sadece düşünmek yeterli.” Mert inanmaz gözlerle bana bakıyordu. Gerçeği söylüyorum burada.Neden bana o gözlerle bakıyorsun!Senin hayatını kurtardım o kadar.En azında kafanı iki yana sallamayı bırak.Bu resmen kurtarıcına hakaret değil mi! Tam onu orada bırakıp kendi işime bakmaya karar verecekken aklıma şeytani bir fikir geldi.Madem bu Dünya rpg Dünya’sına dönmüştü,o zaman “parti” gibi bir şeyler olamaz mıydı? Hiç duraksamadan Mert solcu’yu parti’ye davet et! diye düşündüm.Mert ürkmüş gözlerle baktı ve birkaç adım geriledi,bense ona aldırmadan koridorda yürümeye başladım. “Hadi kabul etsene,canavarların koku alma duyusu çok gelişmiş…Buradan hemen ayrılmamız gerekli!” Mert daha fazla düşünmeden “evet” bastı ve hızla beni takip etti. Mert solcu parti isteğinizi kabul etti. O pencereyi gördüğünde korkudan öldün değil mi?Ha ha!Benle uğraşmanın sonu budur işte.Ben adamı böyle korkuturum.Sen daha dur,dur.Bu daha iyi günlerin! Böylece bu ölüm kalım mücadelesinde, ilk ayakçımı elde ettim.Şimdi sırada bu ayakçıyı işe yarar hale getirmek ve bu yurttan çıkıp bütün erkeklerin rüyasını gerçekleştirmek var.Evet,O rüya Dünya’yı fethetmek! 4.BÖLÜM 4.BÖLÜM “Yardım et bana,Asura.Bu yeşil canavarlar beni öldürecek!” “Bağırıp durma.Senin yüzünden bütün ikinci katta ne kadar canavar varsa tepemize biniyor.” “Fakat,bu yeşil canavarlar beni öldürecek!” “Onlar sadece goblin.Onları öldürmek anasınıfı öğrencisinden şekerini almak kadar kolay.” “Böyle dersen,o zaman hiç vuramam onlara.” Sinirlenmiyorum,sinirlenmiyorum,sinirlenmiyorum!Neden şu korkak,cesaretsiz ve kılıbık herife sinirleneyim ki!Birde bu yetmezmiş gibi beyefendi,çok güçlü merhamet ve adalet duygusuna sahip.Bir canavar tavşan gördü mü sevmeye gider,bir katil arı gördü mü tüylerini okşamaya çalışır,goblinlere bakışı bile şefkat dolu!Ne o?Kendi kardeşine falan mı benzettin onu… Fakat en sinir bozucu nokta,dövüşten kaçması değil,kız gibi çığlık atıp durması.Geçen iki saatte tüm 3.kat ve 2.kattaki canavarları başımıza topladı,kaç kere ölümden döndüm artık sayma zahmetine bile girmiyorum! Gerçi bunun iyi yanı yok diyemem.Sonuçta bu iki saatte 4.seviyeden 5.seviyeye adımımı atmamı sağladı bu canavar akını.Ayrıca parti sistemi konusunda yeni bir şey daha öğrenmemi sağladı bu iki saat.O da,exp paylaşımının olmaması.Ne ekersen onu biçersin tarzı…Ne öldürürsen onu cebine atabilirsin.O yüzden benim kılıbık arkadaşım zar zor 2.seviye oldu. “Hadi,lütfeeeen!” Lütfen diyen dillerini koparacağım senin.Neyse,gidipte bir el atayım şu iki gobline. İki gobline doğru yavaşça yürüyüp sopamı kaldırdım ve her birinin kafasına sertçe birer kez vurdum.İkisi de bir süre yalpalayıp yere yıkıldı.Tam düşen itemleri alacakken o mucizevi kutuyu gördüm.Gizemli hazine kutusu! “O nedir acaba?” “Gizemli hazine kutusu.Açtın mı içinden ilginç bir şey çıkabilir.” Mert elime yoğun bir şekilde bakmaya başladı.Heralde bunun üzerinde bir hak talebin olmayacak değil mi?Ancak cesedimin üzerine basarsan alabilirsin bu kutuyu! “Şans oyunu gibi yani.Eskiden beri şans oyunlarını çok severim.Onu açabilir miyim acaba?Söz veriyorum içinden çıkan senin olacak.” Biliyorsun ya kardeşim bende şans oyunlarını çok severdim ilkokulda.Bakkala gelen hemen hemen her türlü çekiliş,kazı kazan türü oyunu oynardım.Fakat bunu annem bir keşfetti,işte o zaman kumarın ne kadar kötü bir huy olduğunu anladım.O zaman benim için bütün kötülüklerin anası kumar oldu.O zaman,her zaman yüzüme gülen şans yıldızım söndü.O zaman cebimdeki paranın hepsi menem,ağrı kesici ve yara bantlarına gitti!Of,kötü bir anımı hatırladım senin yüzünden. “Bir sorun mu vardı.Yüzünüzün rengi attı.” “Y-yok bir şeyim.Merak etme.Bu arada şansın kaçtı senin?” “22’di galiba” Hemen elimdeki gizemli kutuyu Mert’in eline tosladım ve açmasını işaret ettim.Mert önce bir duraksadı,herhalde benim aceleci tavrım onu şaşırtmıştı.Daha sonra heyecanına yenilip kutuyu açtı.İçinden çıkan… Kara çelik kılıcı(Taş sınıfı):Kara çelikten yapılmış kılıç. Saldırı:4-9 +1 Güç +1 Canlılık Sonunda o beysbol sopasından kurtuldum!Sonunda bende bir kılıç ustasının asil ve bir o kadar zorlu yolunda yürüyebileceğim.Gerçi içimden bir ses kolay olmayacağını söylüyor ama neyse. Elimdeki beysbol sopasını yere atıp Mert’in elinden 1 metre boylarındaki siyah kılıcı aldım ve birkaç kere salladım.Kılıç beysbol sopasından daha ağırdı fakat benim gibi süper insan statlarına sahip biri için sallamak,bebekten şekerini çalmak kadar kolaydı. Birkaç sallayıştan sonra üçüncü kata göz gezdirdim.Üçüncü katta neredeyse hiç canavar kalmamıştı.Tabi kalmaması çok normal.Sonuçta iki saattir duraksız öldürüyorum onları.Aslına bakarsan ikinci katta bile çok fazla canavar olduğunu sanmıyorum.Tamam, o zaman ikinci kata inelim. “Mert,” “Evet,bir şey mi oldu?” “İkinci kata doğru iniyoruz.Yapabilirsek oradaki personel odasında,üniversite otobüsünün anahtarını bulalım.Daha sonra gizliden gizliye birinci kata ve dışarıdaki otobüse doğru ilerleyelim.İkinci kat neyse de birinci katta sakın ses çıkarma.” “Evet,bir daha ses çıkarmayacağım.İçiniz rahat olsun.” Hatırladığım kadarıyla bu sözü her duyduğumdan birkaç dakika sonra etrafım canavarlarla sarılıyordu.Yani Mert kardeşim,içim hiç rahat değil!Bana daha kesin şeyler lazım,sözlerden daha kesin bir şey…Ama ne?Ha,doğru ya şunu kullanabilirim. Hemen item kutumdan koli bandını çıkardım.Mert onu görünce afalladı ve birkaç adım geriledi.Bense koli bandından yeteri katar bant kopardım ve Mert’e yaklaştım. “B-Bu…” “Sözüne güvenim tam,lakin yine de önlem alsak fena olmaz,değil mi?”deyip zorla elimdeki bandı Mert’in ağzına yapıştırdım.“Şimdi ikinci kata inelim.” Mert birkaç homurtu çıkarıp kafasını salladı.Birlikte yakınlardaki merdivenlere doğru yürüyüp aşağı inmeye başladık. Nedense merdivenlerde hiç canavarlarla karşılaşmadım.Belki de düşündüğüm gibi,az önce ikinci kattaki canavarlarında çoğunu öldürmüşümdür.Yine de tedbiri elden bırakmayalım. Merdivenlerden indim ve merdivenin sağ tarafındaki koridorda yavaş ve emin adımlarla ilerlemeye başladım.Biraz ilerledikten sonra personel odasının kapısında 3 goblinin yattığını gördüm.Şimdi düşününce belki de bu yüzden fazla canavar görmedim.Sonuçta canavarların bile akşam zamanı uykuya ihtiyaçları vardı. Yavaşça personel odasının kapısına doğru yaklaşıp kılıcımı kaldırdım.Hedefim onları anında öldürmek için kafalarını kesmekti. Kapının sol tarafındaki duvara yaslanıp uyuyan gobline yaklaşıp tek darbeyle kafasını kestim ve aynı işlemi diğer ikisine de uyguladım.Ardından da odanın kapısını açtım.Kılıcı hazır vaziyette bulundurup yavaşça içeri girdim.Oda bir ofis odası tarzında hazırlanmış kocaman bir odaydı. Böyle kocaman bir odada küçük bir anahtarı bulmak oldukça güç olacak gibi.Her neyse şu anlık araştırmaktan başka bir seçeneğim yok zaten. Mert’e de etrafa bakmasını işaret edip kendim de masaların üzerini aramaya başladım.On dakika kadar aramadan sonra Mert elinde 3 farklı araba anahtarıyla yanıma geldi.3 anahtarı da elime alıp yavaşça odadan çıkmaya hazırlanıyordum ki odanın pencere tarafından bir ses duyup duraksadım. “Sen kapıya göz kulak ol”diye Mert’e fısıldadıktan sonra yavaşça pencereye doğru yürümeye başladım.Ses pencerenin kenarındaki bir masanın altından geliyordu.Buna emin olduktan sonra masanın yanına gelip kılıcımı kaldırdım. “D-Dur.” Diye bağırdı ince bir ses masanın altından. Hım…Bir insan sesi.Sesin frekansını ve ürkmüş şirin tonunu hesaba katarsak bir insan kadını olmalı!Bunun anlayabilmemin nedeni statlarımın artmış olması,yoksa hayatımda hiç kız arkadaşım olmadı diye kızlara takıntılı biri olduğumdan falan değil yani! Kısa bir duraksamadan sonra ofis kıyafetleri içinde siyah saçlı bir kadın,masanın altından dışarı çıktı.Şimdi düşününce bu kadını gözlerim bir yerden ısırıyor da nerden.Kesinlikle bir yerden tanıyorum bu kadını.Bir bakalım bu kadın…Şu sinir bozucu profesörün her zaman yanında duran kadın!Benim bir numaralı düşmanımın kadını olmalı bu.Yok,yok olamaz.Sonuçta profesör elli yaşını aştı.Bu kadınsa daha yirmilerinde gözüküyor. “B-ben R-Rüya D-Doruk.P-profesör M-Mehmet’in k-kızıyım.” Demek kızıymış.Tabi ya başka ne olacaktı ki.Fakat kızım bir sorun mu var?Söylediğin her kelimede kekeliyorsun da…Ve açıkça ayakların titriyor,bunu görebiliyorum.Gecenin yarısında beni görmek bu kadar mı korkunç.Bu daha sana yazamadan reddedilmem anlamına gelmiyor mu?Bu çok gaddarca!En azından bana bir şans tanısana,belki biraz tanırsan seversin!Bozuk mal bile çıksa 7 gün içinde teslim edebilirsin, biliyorsun! “Ben de Asura Greenhart.” “Asura?Şu Asura mı?” Şu Asura mı?Sorması ayıp kaç tane Asura tanıyorsun?Asura ismi yaygınlaştı da ben mi bilmiyorum!O zaman artık şunun ismi çok tuhaf diyerek parmakla gösterilmeyecek miyim,belki insanlığın sonu geldi ama çok mutluyum! “Kaç tane Asura tanıyorsun?” Rüya hafifçe kıkırdadı.Artık teminki kadar şiddetli titremiyordu.Bunu görünce içim rahatlamadı desem yalan söylemiş olurum. “Öyle değil.Babam evde sürekli Asura şunu yaptı,Asura bunu yaptı diye konuşup durur.Seni oradan biliyorum.” Bir profesörden de beklendiği gibi.Ben daha saldırmaya fırsat bulamadan savunma duvarını kurmuş.Eminim söylediklerinin hepsi yalandır.Hele de geçen seneki deney sırasında meydana gelen patlama konusunda söylediği hiçbir şeye inanmamak lazım.Benim gibi bir dahi nasıl patlamaya sebep olur bir düşünsenize! “Ha ha.Evde bile öğrencileri hakkında konuşmak mı?Profesör öğrencilerini oldukça önemsiyor olmalı.Mesela ben bir konuyu on kere anlamasam,profesör on birinci kez daha anlatır o konuyu.Melek kalplidir benim profesörüm.” Melek kalpli mi?Profesör mü?Böyle büyük bir yalan söylediğim için cehennemde binlerce hatta on binlerce yıl yanabilirim! Rüya masumca güldü ve :“Evet,evet.Böyle bir şeyden bahsetmişti.Aynen şöyle demişti diye hatırlıyorum,‘Şu Asura tam bir gerizekalı.On kere anlattım hala anlamadı.Sınav zamanında puanını kıracağım da aklı başına gelsin.Belki bıkarda bir daha üniversiteye gelmez!Ha ha ha’”dedi. Lütfen bunları masumca gülerken söyleme,seni şeytan!Ayrıca profesör o konuyu siz on kere anlattıktan sonra ders çıkışı bana, kaç kişi teşekkür etti haberiniz var mı?Belki de siz anlatmayı beceremiyorsunuzdur,hımf!O puan mevzusuna gelir sekte… O kötü puan yüzünden annem harçlığımın dörtte üçüne el koydu.Bu yüzden iki ay boyunca oruç tutmak zorunda kaldım! Sakinliğimi daha fazla koruyabilecekmiş gibi hissetmediğimden arkamı döndüm ve Mert’in yanına doğru yürüdüm.Mert’e elimle takip et beni sinyali verdim.Mert’se ortamdan bir şeylerde terslik olduğunu sezdi ve hemen kafasını sallayıp beni takip etmeye başladı. “B-beni de alın yanınıza.” “Tamam takip et bizi.”Kafamı döndürmeden ve durmadan cevap verdim.“Fakat yük olursan seni arkada bırakırız haberin olsun.” Ses tonumun tehtidkar çıkmasından olacak,Rüya susup arkadan takip etmeye başladı.Aslında bu ses tonu beni bile biraz şaşırtmıştı.Benim gibi küçüklükten beridir şanssız olaylar yaşamış ve artık pek fazla zorbalıklara kızmayan birinden bu ses tonunun çıkması…Ya bu kız fazla tehlikeli ya da değişen Dünya’yla birlikte bende değişiyorum.Belki de ikisi de olabilir.Gözümü açık tutsam iyi olur. Personel odasından çıktıktan sonra ilk kata giden merdivenlere yavaş adımlarla yaklaştım.Merdivenlere gelince de arkama son bir ‘hazır mısınız’ bakışı atıp yavaşça ilk kata doğru inmeye başladım. 5.BÖLÜM 5.BÖLÜM Bir zamanlar loş ışığın altında yavaş ve sessiz bir biçimde basamakları inen üç genç yaşarmış.Bir tanesi yakışıklı mı yakışıklı bir tanesi korkak mı korkak diğeri de melek kılıklı bir şeytanmış.Yakışıklı gencin adı Asura'ymış.Bu Asura yakışıklı olmasının yanında ayrı zamanda mütevaziymişte.Cesur olmasını ve liderlik özelliklerini amigolar anlata anlata bitiremezmiş.Ha ha!Ayrıc- "Neden sırıtıyorsun?" "Y-yok bir şey" Her neyse gelecek için nasıl harika olduğumu yazmayı sonraya bırakayım ve önümdeki işe odaklanayım.En azından masalımı bitirene kadar ölmemem lazım,yoksa gelecekteki nesil çok şey kaybeder! Bir kaç merdiven daha indikten sonra birinci kata ulaştık.Birinci kat dudak uçuklatacak dereceydi.Kocaman yılanlar,goblinler,yaban domuzları ve şu hareket eden kanlı şeyler ne? Gözlemle! Zombi(Taş sınıfı) Seviye:10 Irk:Ölümsüz HP:35 Ruhsal Enerji:0 MP:10 Dayanıklılık:18 Güç:20 Çeviklik:8 Canlılık:10 Şans:-10 Dayanıklılıklarıyla ve güçleriyle bilinen ölümsüz ırkı zombiler,bütün yaşayan varlıklara karşı nefret besler ve kendi saflarına katmak isterler. Zombiler!İnsan eti yiyen metaformik yaratıklar.Ucubeler!Gerçi şöyle bir düşününce exp kasmak için ideal değiller mi?Sonuçta çürük eti kılıcımla kesmek kolay olur,ayrıca birde yavaşlar.10 level bile olsa hemen öldürebilirim.Tabi tek başlarına olsalardı! Bir çok türde canavar var birinci katta .Yukarıda saydıklarım gözümle gördüklerim.Diğerleriyse gözlemlemeyle mavi ikonlarla ortaya çıkıyor.Aslına bakarsan gözlemleme çok faydalı,gözle görülmeyen canavarlara karşı. Dikkati elden bırakmadan arkama döndüm ve köl-yani yoldaşlarımla göz göze geldim.Kısa bir bakışmadan sonra(romantik bir bakışma değil bu arada)kısık bir sesle :"Önümüzde iki seçenek var.Gece baskını verip yolumuza çıkan canavarları öldürüp dışarı arabaya kadar gitmeyi deneyebiliriz."Mert hemen başını iki yana sallamaya başladı.Ulan bir utanman olsun!:"Veya sabaha kadar ikinci kattaki ofiste dinlenir,yarın sistematik şekilde birinci katı temizleriz." "Ne kadar çok buradan çıkmak istesemde dinlenmek önemli.Hem buradan çıkınca ne zaman dinlenebileceğimiz güvenli bir yer buluruz bilemeyiz.Bence ikinci seçenek daha uygun"dedi Rüya.Mert'te onu onaylarcasına kafasını bir aşağı bir yukarı sallamaya başladı.Eh...Yanlış söylemiyor,ikinci seçenek daha mantıklı. Hepimiz aynı fikirde ikinci kata çıkıp ofise gittik ve kapıyı kilitledik.Fakat şimdi de başka bir sorun ortaya çıkmıştı.Kim ofisin neresinde uyuyacak.Ben güvenlik sebepleri nedeniyle yakın durmamız önemli dedim ve birlikte uyumamızı teklif ettim ama Rüya bunu şiddetle reddetti.Oysaki ben onun iyiliğini düşünüyordum.Yani bir düşünsenize odaya bir kaç goblin sızsa kim bilir neler yaparlar zavallı kızcağıza! Biraz daha tartıştıktan sonra Rüya,pencerenin yanındaki masanın altına yattı.Mert'te odanın ortasına bense kapının dibine.Gerçekten bu kız beni düşmanı bellemiş.Kan davası gibi yemin ediyorum.Nesilden nesile geçiyor! Bu düşüncelerle ve yorucu bir günün etkisiyle hemencecik uykuya daldım.Gerçi bilirsiniz güzel şeyler tez biter.Birinin burnuma kaşındırıcı bir şey sürtmesiyle uyandım.Kafamı kaldırıp sürten kişiye baktım.Rüya'ydı.Keşke Mert olsaydı!Yani bir erkek tarafından sürtülerek uyandırılmak istediğimden değil,ama en azından dövebileceğim biri olurdu.Şimdi düşündüm de unutun gitsin. "Ne yapıyorsun?" "Seni uyandırıyorum" "İyi,sağol" Bazıları böyle insan mı uyandırılır,ben kendi hayvanıma böyle davranmıyorum diye düşünebilir.Böyle düşünenler merak etmeyin siz normalsiniz.Normal olmayan annem ve Rüya gibileri!Aslında annemi düşünürsek Rüya'da normal gibi duruyor.Sonuçta kim çocuğunu yüzüne 50 derecelik su dökerek uyandırır ve bu 50 rakamı sabırlı olduğu zamanlarda!Bırr....Kötü bir şey hatırladım yine.Üniversiteden önceki karanlık geçmişim.. Yavaşça kalktım ve etrafımı izledim ve ne gördüm beyefendi kıvrılmış yatıyor.Hemen yanına doğru yürüdüm ve bir tekme asıldım.Mert bir anda kalktı ve deli gibi etrafına bakmaya başladı.Bir kaç dakika sonra sakinleşip bana doğru bakmaya başladı. "Hımm mmm hımm" Gerçekten bu herif bütün gece ağzında bantlı bir şekilde uyumuş.Sadakatine sevinsem mi yoksa salaklığına endişelensem mi bilemiyorum.Bu arada anlayamıyorum diye küfür falan etmiyorsun değil mi? "Kalk hadi yapacak işimiz var.Ağzındaki bandı da çıkarabilirsin.En azından şimdilik." Mert bir kaç kere başını iki yana doğru salladıktan sonra yavaşça ayağa kalktı.Elini ağzına götürdü ve bandı çıkarmaya çalıştı.Bir kaç başarısız denemeden sonra sabrı tükenen ben bandı tuttum ve bir anda çıkardım. "Ahhh!!!" Hep korkudan çığlık atıp milleti başımıza toplayacak değilsin ya.Birazda acıdan çığlık at.Ha ha!Galiba gittikçe anneme benziyorum,neyse böyle daha zevkli! "Çok gaddarsın Asura" "Senin iyiliğin içindi.Neyse Rüya'nın yanına gidelim de ne yapacağız onu konuşalım.Güzel bir fikrim var" Mert bir an titredi.Tam da düşündüğüm gibi korkaklar cesurlardan daha zeki oluyor! Mert'e aldırmadan Rüya'nın bulunduğu masanın yanına gidip bir sandalyeye oturdum.Mert'te bir süre duraksadıktan sonra kendine bir sandalye çekip oturdu.Kısa bir sessizlikten sonra Rüya konuşmaya başladı:"Ne yapacağız?" Ne yapacağız,ha?Çok kolay bir soru gibi duruyor fakat cevabı senin yaşamını ve ölümünü elinde bulunduruyor.Bu nedenle dikkatle cevaplanması gereken bir soru. Gırrr! "İlk önce bir şeyler yesek nasıl olur?"diye kıpkırmızı kesilmiş Rüya'ya öneride bulundum.O da cevap vermeden kafasını hafifçe salladı. Yanımızdaki tüm yenilebilir şeyleri çıkarıp ortaya koyduk.Bu arada o anda yeni bir şey daha öğrendim.İtem kutusu ne koyduysan aynı şekilde tutuyor.Mesela ben yurt odasının buzdolabından aldığım soğuk suyu koymuştum item kutusuna ve hala da aynı şekilde soğuk!İtem kutusu banzai! Tüm yemeğimiz benim buzdolabından aldığım atıştırmalıklar ve öğle yemeği için yurt personalinin ofise getirip bırakıp gittiği yemeklerdi.Ve tabi ki ne Rüya'nın yanında ne de Mert'in yanında hiç yemek yoktu.Gerçekten,neden bu takımı tek başıma destekliyormuşum gibi hissediyorum!Of! Üçümüzde bir şeyler yedikten ve artıkları item kutusuna koyduktan sonra bugün ne yapacağımızı tartışmaya başladık.Tabiki benim süper bir fikrim vardı! "Neden canavarları belli bir bölgeye çekip topluca öldürmüyoruz?Tabi bir tane yem gerekiyor." "B-Bu...Senden de beklendiği gibi.Peki kim yem olacak?"dedi Rüya.Gerçi bu soru formaliteden sorulmuş bir soruydu.Ve hem Rüya hem ben Mert'e doğru baktık.Mert ilk önce afallamış bir şekilde bize doğru baktı.Sonra da korkmuş bir ifadeyle başını iki yana doğru salladı. "Şimdi tek soru canavarları nereye çekeceğiz?Koridorlar olmaz çünkü arkamızdan pusu yeme riskimiz var.En iyisi geniş bir odaya çekmek." Dediğimi duyunca Rüya yerinden kalkıp bir kaç masayı kurcaladı ve elinde rulo kağıdıyla geri döndü.Ve kağıdı açtı:"Bu erkekler yurdunun planı." Açılan kağıda bir bakıp potansiyeli en yüksek odayı aramaya başladım.Oda büyük olmasının yanında temizde olmalıydı.Sonuçta tam canavarlarla dövüşürken bir şeye basıp dikkatimizi dağıtırsak bu ölümcül olabilir.Bu nedenle depo soru dışı. "Bana göre en uygun yer ikinci kattaki spor salonu.Hatırladığım kadarıyla geçen gün orası boşaltılmıştı.Şimdi büyük boş bir odadan başka bir şey değil." Sen nereden biliyorsun bu kadar şeyi?Burası erkek yurdu!Şaka bir yana ben bile bilmiyordum spor salonunun boşaltıldığını.Gerçi ilgimde yok.Benim ilgim daha çok kız yurdunda ne olduğunda! "O zaman ilk önce spor salonuna gidip önünü temizleyelim.Yem ilk önce yakınlardaki sonra da ilk kattakileri odaya çekmeye başlasın.Canavarlar ve yem odaya girdi mi birimiz kapıyı kapatır,sonra da katliam başlar!" "S-sormaya korkuyorum ama yem kim acaba?" "Hi hi" "Ha ha" 4 SAAT SONRA "Asura lütfen kurtar beni!" Yem bana doğru koşarken odanın ortasındaki ben,soğukkanlılıkla elimdeki kılıcı kaldırdım.Önümdeki altı tane kanlı zombiden en yakındakine kılıcımı salladım ve kafasını gövdesinden ayırdım.Diğer zombilere doğru odaklanırken kapının tarafındaki siyah saçlı güzel bir kız,elindeki bir metrelik metal boruyu sallayıp başka bir tanesi daha düşürdü.Düşürdüğü gibi de hızını kesmeyip en yakınındaki doğru saldırdı.Tabi bende bu kıza yenilmemek için zaman kaybetmeden yakınımdaki diğer zombinin kafasına saldırdım ve kafasını ikiye böldüm.Bir kaç kez daha saldırıdan sonra canavarların hepsi öldü.Hım...Zombiler zaten ölü olduğundan öldü diyemeyiz fakat üzgünüm başka bir kelime bulamıyorum.Belki de huzur içinde yattılar demeliyim fakat o da çok uzun! "İyi iş yem" dedi Rüya sesinde hafif bir alay söz ifadesi vardı,"Bu arada bu plan gerçekten de beklentimi aştı.Senden de beklendiği gibi!" Geçtiğimiz dört saatteki uyguladığımız plan gerçekten de basit.Yem,canavarları arkasından odaya çekiyor,canavarlar odaya girince Rüya kapıyı kapıyor ve o arkadan bende önden canavarları ikili kombo yapıyoruz.Gerçi ilk başta endişelendim tempoyu tutturamayız veya Rüya'ya bir şeyler olur diye.Fakat ilk dalgadan sonra bütün endişelerim gitti.Sonuçta leveli benden düşük olmasına rağmen Rüya,eskrim kulübünün bir üyesi.El yatkınlığı var böyle şeylere.Kılıç gibi şeyler anlamında!Yanlış anlaşılma olmasın! Neyse.Bu dört saatte ben üç level atlayıp sekiz level oldum.Ve ayrıca statlarımı 2 güç 2 çeviklik ve 1 dayanıklılık olarak vermeye başladım.Rüya da dört level atlayıp altı level oldu.Statlarını çeviklik,dayanıklılık ve ruhsal enerjiye vermeye başladı.Nasıl mı biliyorum?Sürekli statlarını kontrol ediyorum oradan biliyorum!Mert içinse...Hımm...Bir level atlayıp üç level oldu.Gerçekten!Az cesur olsa önden iki kişi arkadan da Rüya saldırır şekilde kurardım stratejiyi.Fakat yok!Beyefendi için canavarların bütün uzuvlarını kırıyoruz da öldürmesini bekliyoruz!Her neyse bunu konuşmanın bir anlamı yok. Bu arada ikinci katta neredeyse hiç canavar kalmadı.Birinci katta da çok az diyebileceğimiz miktarda canavar kaldı.Bu nedenle yakında dışarıya çıkmayı planlıyoruz en azından yemekhane veya kantin binalarına gitmeyi planlıyorum.Sonuçta aç ayı oynamaz.Tam bunu önerecekken Rüya konuşmaya başladı.Bu kız benim hep zamanını buluyor yemin ediyorum. "Katlarda fazla canavar kalmadı.Dışarıya çıkabiliriz fakat..."hafif duraksadı ve boğazını temizledi Rüya,"Rica etsem kızlar yurduna gidebilir miyiz?" Kızlar yurdu mu?Normalde olsa çok mutlu olurdum fakat şuandaki durumu düşününce oraya gitmenin ne faydası var?Rüya'yı tanıyorsam benim gibi kantine veya yemekhane gitmeyi teklif etmeliydi.Kızları anlamıyorum ama manikür pedikür seti için o tehlikeli yere gitmek istemez değil mi? Bir anlık suskunluktan sonra Rüya devam etti:"Orada bir arkadaşım var.Bencilce olduğunu biliyorum ama yalvarıyorum onu kurtarmama yardım edin." Demek bu melek kılıklı şeytanında arkadaşı var.Eh,bu normal.Arkadaşı olmayan ben anormalim aslında.O playboyu saymazsak tabi.Fakat Rüya sadece arkadaşını kurtarmak için bizi de bu işin içine sürüklemen biraz fazla bencilce değil mi?Yani anlıyorum.Senin için değerli fakat...Benim için bir anlam ifade etmiyor.Tam ret edecekken Mert araya girdi. "Ona yardım edeceksiniz değil mi .Sonuçta ben o kötü durumdayken bana da yardım etmiştiniz." Biliyorsun ya uzman yem arkadaşım 'yardım edin' derken seni de katıyor işin içine.Of,her neyse!Komutan olarak askerlerimin beklentilerine karşılık vermek gibi bir zorunluluğum var zaten!Hem belki güzel bir kaç kızı etkilerim.Ne zekiyim ha ha! "Kurtardıktan sonra tembellik yetmeye kalkarsa onu terk ederim ama anlaştık mı?" Hayır cevabını bekleyen Rüya bunu duyunca ilk olarak şaşkınlık geçirdi sonra da gülümsedi ve cevap verdi:"Evet!" Rüya'nın güneş gibi parlak gülümsemesiyle kaskatı kesildikten sonra hemen kendimi toparlayıp,"H-hadi gidip bir kaç canavar öldürelim"dedim ben önde diğer ikisi arkada her tarafı kanla kaplı odadan dışarı çıktık. Şimdi ilk durak kız öğrenci yurdu.İleri marş!
  13. BÖLÜMLER İÇİN http://kaxellsfanfiction.blogspot.com Ya da Tamamlanmış PDF versiyonu https://drive.google.com/file/d/0B2a7i75FpsaVbkxTRHpTcGxFclk/view?usp=sharing Devamı (Düzenlenmemiş Hali.) Kitap II: Act I : The Evil Within: (Aksiyon, Romantizm, Dram, Sanal Oyun) Bölüm 1.Hiçliğin İçinde 1. Gün: http://textuploader.com/tsll Bölüm 2.Hiçliğin İçinde 2. Gün:http://textuploader.com/krmr Bölüm 3.Bilinenler & Öğrenilenler I:http://textuploader.com/krmk Bölüm 4.Bilinenler & Öğrenilenler II:http://textuploader.com/krml Bölüm 5.Bilinenler & Öğrenilenler III:http://textuploader.com/krmm Bölüm 6.Havada Kalanlar: http://textuploader.com/krmh Bölüm 7.Havada Kalanlar II:http://textuploader.com/o5ri Bölüm 8.Havada Kalanlar III:http://textuploader.com/o5re FİNAL SON SÖZ: http://textuploader.com/o150
  14. Merhaba.. :) Bugün yeni bir şeyler çevirmeye başlayacaktım ve çevirecek çok güzel bir şey buldum.. :) Bir light novel.. İlk 3 cildi İngilizceye çevrilmiş.. Konusu da hoşuma gitti.. İngilizcem mükemmel değil ama elimden geldiğince Türkçeleştirerek çeviriyorum.. Bu light noveli forumdan Eon’a hitaben çevirmeye başladım, bir tür teşekkür gibi düşün Eon..:) Umarım beğenirsiniz..:D Not: Aslında birinci bölümü çevirdim ama önsöz bölümünü çevirmeyi unutmuşum o yüzden önsözü de çevirince buraya ekleyeceğim, her hafta bir bölüm yayınlarım muhtemelen, bazen 2 bölüm.. Eh şimdilik bu kadar :) 7 Gece Yoshio Kusakabe’nin yazdığı Ginta tarafından resme adapte edilen web romanıdır. Kısaca Hikayemiz: Ben Sakuya Hoshi, sadece Suijou Akademisine devam eden sıradan bir lise öğrencisiyim. Ama nedense, her gece “Tüyler ürpertici” olarak “adlandırabileceğimiz” rüyalar görüyorum. Rüyamda bir kasabada oluyorum ve asla bitmiyor. Benden başka kimse yok; insanların yerinde canavarlar var. Yani bir tür tehlikeli dünya. Rüyamda bir kız ile tanıştım, Akeno Gasukamori, bir şekilde bu sonsuz kabustan kaçmanın bir yolunu arıyoruz… Bu kabustan hiç güvenli bir şekilde çıkabilecek miyiz, bizden sonra canavarlar ve diğerleri dehşeti tekrarlayacak mı? Ve sonunda tam olarak ne veya kim bizi bekliyor…? Not: Eminim sizin de dikkatinizi çekecektir diye söyleyeyim dedim.. Bazı paragraf ve cümleler şimdiki zamanla yazılmış.. İngilizcesi öyleydi ve orjinalden çıkmamaya çalıştım.. Bunun dışında hatalarım varsa çok özür dilerim.. Acemi bir çevirmenim ama İngilizcemi geliştirmek için çok çalışıyorum..:) Keyifli okumalar..:) Önsöz: *FSSSSHHH* *SSSHIIIIINNNGGGGGG* Karanlıkta, canavarın bıçağının ucu beyaz-mavi parıldıyor, kabuğunun dışı uzakta yanıyordu. *GRRAAAAH!* *SPLORGHHH* Canavar inledi, ama sadece bir an içindi. Tam hızla tırpan şeklindeki pençesinin tırtıklarını bize doğru salladı. “Heh…” Hızlı bir şekilde saldırıdan kaçtım. Pençe havada savruldu, asfalt kırıldı ve yerde kocaman bir çatlak oluştu. Korkuyordum… Ama bunu göstermeyeceğimden emindim. Canavarla mesafemi korudum ve gözlerimi av üzerine odakladım. Elimde metalik-silindir şeklinde bir sap vardı, ve bundan parlayan bir bıçak çıkıyordu, mavi-beyaz ışıklar yayıyordu. “GIII… GIIGIGIII!!!” “Lazer Bıçağı” ona doğrulttuğumda pençesini ezilmiş asfaltın dışına çekiti. Kafası baş aşağı üçgene benziyordu, yüzünün her iki tarafında birden fazla gözü vardı. Bana baktı. Açtığım yara onu sinirlendirmiş olmalıydı, çenesini zorla gıcırdatışını duyabiliyordum. İğrenç vücudundaki yüzünü bana döndü gövdesinden çıkan 4 bacağı ayakta durmasına izin veriyordu. Neon ışıklarla aydınlatılmış, bu canavar, eğer bir böcek olarak tarif edersek, en yakını peygamber devesi olurdu. “Peygamber Devesi” olarak nitelendirilmesine rağmen, bir ihtimal 3 metre boyundaydı. “Bir küçük peygamber devesi yeterince korkutucu, ama bu adil değil.” Küçükken peygamber devesini festivalde sahneyi seyrederken hatırlıyordum. Sadece bir çekirge gibiydi, bedenim bu canavar tarafından param parça olacak mıydı? Beni öldüreceksin! Bu bir şaka olmalı! “___GI!!!” Aniden canavar ileri atıldı! Dev figür saniye içinde mesafeyi kapattı. Hızlıydı! Geri gitsem de, hala beni yakalayabilirdi. Tüm yapabileceğim kalıp kavga etmekti. Bunu yapabilir miyim?! “GIGUIII~!!!” Canavar savurgan hareketleri ile üzerime atladı ve ölümcül pençeleri ile bana ateş püskürttü! Doğrudan isabet etmesini önlemeyi başardım, ama sol omzum acıyla yandı. Tırtıklı, tırpan gibi pençeleri etime yırtık açmış olmalıydı. Önemi yok! Tereddüt etmeden, yeri tekmeledim ve kendimi doğruca canavarın üstüne attım. Lazer bıçağımı sıkıca kavradım. “Hiyaaaah!!!” Ölümcül bir darbe ile, canavarın gövdesini bıçakladım! “Gi…Giyuuuuu!” Canavarın kulak yaran haykırışıydı. Parlayan bıçağımı göğüs boşluğunun derinine sapladım. Ölürken sesi, sadece yanan içinin kokusu kadar kötüydü. “a…Haa… haa… haa…” Bu benim zaferim olacak gibi görünüyordu. Şimdi bu çığlığı durdurmalıydım. Bıçağı sapına kadar ittim. “Ga!” En kısa sürede canavar düştüğümü fark etti, hızla tırnaklarımı bacaklarımla geriye bağladım. “Arghh!” Pençe ile sıkıca gömüldü, güçlü bir şekilde sarsıldı. Kavradığım kılıcı kaybettiğimden, yere doğru dalmaya başladım. Ne yazık ki benim için, diğer canavarların pençeleri beni bekliyordu! Aniden kazığa oturdum ve havaya sıçradım. Zaten bıçaklamıştım! Kendi ellerimle zaten göğsünü bıçaklamıştım! Neden hala hareket ediyordu? Neden.. Neden hala yaşıyordu?! Bu yaratığın daha ne kadar canı vardı? Bu adil değildi! “Guh… Puh…!” Biraz kan tükürdüm… Mide asidimin ekşi tadı boğazımı yaktı. İç organlarımdan sızan koku ve kan burun deliklerimi uyuşturarak karıştı. “Sen… Üstüm… Üstümden in!” Peygamber devesi “festivali” başlıyordu. Tırpan gibi pençelerini ve keskin dişlerini sadece avını parçalamak için kullanmıştı. Küçük çenesi yemeğe hazırlanırken büyük çenesi gevezelik ediyordu. Sanki bazı Fransız yemeklerindenmiş gibi, eti parçalara ayırıp, ağızına koymaya başlamıştı. “u..chi…gachi…guchu…” Hatta mola vermeden, beni tutmaya devam etti. Delirmeye başladığımı düşünüyordum. Yaşarken yiyordu… Bu işkence!!! Dolu kanım düşüncelerimi uzağa attı ve yerde faydasızca duran lazer bıçağımı almaya çalıştım. Ama, kolumdan yavaş yavaş akan kanı izledim, sadece ulaşamayacağımı fark ettim. “Argh… Arghhhhhhhh!!!” Acı tüm vücuduma yayıldı ve bilincimi kaybetmeye başladım. Bu da neydi…!? Bir peygamber devesi canavarının bedenimi çiğnerken hissettiği mutluluğu görmek istemiyordum… Ve hayati organlarıma ulaşmak üzere olduğunu hissettim… Bu kötü! Biraz dahası ve ölecektim. Ölmeyi istemiyordum! Ama Bu konuda hiçbir şey yapamazdım… Tüm hareketlerim devre dışıydı... “Ju!... Gijigiji…” Ah! Hayır! Acıdı! Hayır! Acıdı Acıdı Acıdı!!! “Arghhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhh!” ---*GÜM!!!* Sesim alanda yankılandı. Anında, sert-kaya tarafından bütün vücudu param parça oldu. Ve bu öldürecekmiş gibi olan acı azalmıştı. “Giuuuuuuuuuu!” Canavar çığlık attı. Yarı kapalı olan göz kapakları artık tamamen açıktı ve bulanıklaşan görüşümle ona bakarsam, bir peygamber devesinin, atladığını ve çığlık attığını ve kendi etrafında döndüğünü görecektim. Karnını alana ve aşağıya doğru savurdu. Sonunda “geri dönüş” ün geldiğini düşündüm. Canavar tarafından serbest bırakılmış ve yere düşmüştüm. “Guh… Cough…! Heh…” Sonra bir şey kafamdan çıktı. Ağızımdan dökülen tüm kanı yuttum, ulaşmak için elimi uzattım ve oyuncak bıçağı kaptım. Sallanmama rağmen, oturdum, ama dengesizce titriyordum. Sonra fikirlerimi “oyuncak bıçak” üzerine odakladım ve plastik nesne metal bıçağa dönüştü. Bu obje mavi beyaz parlamaya başladı. Bu yeterli değil! Daha fazla enerji koymalıyım! “Wuoooooooooooooooooooooooooooooo!” Daha fazla odaklandım. Tüm irademi kullandım ve bilincimi keskinleştirdim. Aydınlanan bıçak güçlü bir şekilde parladı ve altına dönüştü. Tüm gücüm çevremdeki havayla karıştı ve patlayıcı sesler yarattı. Peygamber devesinin, savrulan yarım vücudu, tırpan gibi kollarını kullanarak etrafında geziniyor, kalkmaya çalışıyordu. Bir böceğin bunu yapmasından, etkilendin diyebilirim. Ama… “Şimdi bitti!” Peygamber devesine daldım! Ama birden büyük acının vücuduma doğru geri geldiğini hissettim… Ama bu önemli değil! Sanki bir yarım daire çizerse, önümde bıçağımdan aşağı sallanacaktı… “Gi…” Peygamber devesinin kafası uçtu! Bıçağı tutup kesmeye devam ediyor ve kollarını doğruyordum. Canavarın vücudu, temeli olmadığından, yere düştü, bu yüzden ben de bitkindim ve aynı anda yere düştüm. “Ben… Onu yendim…” Gerçekten nefes nefeseydim, aralıksız hızlıca nefes alıp veriyordum. Kuru zemin vücudumdan akan kanı emiyordu. Tamam o canavarı yendim, ama bunun bedeli, ölecektim… Eh, en azından bir peygamber devesi tarafından yenmekten çok daha iyiydi… “Sakuya!!!” Aklım, uzaklara dalıyordu, hızla geri geldi çünkü yüksek bir ses beni çağırıyordu. “Sakuya! İyi misin? Sakuya!” Okul üniformalı bir kız benimle konuşuyordu. Bu kız, genellikle agresifti, alışılmadık bir şekilde bana bakardı. Üstüme eğildi. Elindeki bir El Tabancası’ydı.. Bu benim hayatımı kurtarmıştı. “! Yaran korkunç…” Bu kız, elbiselerinin kanla boyanmasından endişe etmiyordu, silahını yere koyup başımın üzerine eğildi. “Akeno…” Kıza sesimle mırıldandım, kızın sesi düşündüğümden çok daha kötüydü. “Bunun için teşekkürler. Hayatımı kurtardım. Sen iyi misin, Akeno? Yaralandın mı?” “Kendin için endişelen, benim için değil! Sakuya… Ne yapıyoruz biz? Bu korkunç yaralar…” “İyiyim, bu sadece bir rüya, sadece bir kabus… Ölmeyeceğim, muhtemelen…” “‘Muhtemelen 'yeterince iyi değil! Ölürsen, kim beni koruyacak!?” Bana somurttu. Memnundum, çünkü sadece Akeno bir şeyler söylerken ekstra alakasız kelimenler söylerdi. Buna rağmen sesi titriyor ve gözyaşları dökülüyordu. “N… Neden gülümsüyorsun. Senin için cidden endişeliyim!” “Biliyorum… Benim için endişelendiğin için memnunum, ama…” “Ama… Ne?” “Sen genellikle tsun-tsun (züppe tavırlı)’sındır yani… Endişeli yüzün sevimli… Kinda…” “Ne-” Akeno şaşkınlıkla baktı, ve belki bu durumda kızarmalıydı… Bence sadece kafa karıştırıcı bir şey yapmıştım. “Sen… Aptalsın! İltifat olmasına rağmen mutlu değilim! Kişiliğin kötü!” “Bel… Arghh*öksürür*!” “Sa-Sakuya!?” Yeniden kan öksürdüm. Zaten çok kan kaybettim… Dahası mı var!? Bence daha fazla kaybediyordum… Bu vücudumun yanından ayrılamayan kan sayesinde… Hiçbir şey hissetmiyordum parmaklarımı veya başımı… Tuhaf hissettiriyordu… Ağrının geçtiğini farketseydim… “Bir dakika bek… Seni tedavi edeceğim!” “Evet... Lütfen …” Yorgun ve uykuluydum, Gözlerimi açık tutmaya devam etmeliydim ve hatta konuşmak bile yoruyordu. “Hadi… Hadi uyuyayım… o… uy…” “Hayır! Uyumamalısın! Gözlerini aç! Lütfen!” Akeno’nun sesi kayboluyor. Bedenimin titrediğini söyleyebilirm. Ama… Bana bir ara ver… Yorgunum… Gerçekten uykuya ihtiyacım var… Bu… Bu gerçekten iyi hissettiriyor… “İ…Geceler…Ake…o…” Sadece bir cümle söylemeyi başardım, ve sonra derin, derin bir uykuda bedenimi dinlendirdim… Bölüm 1: BİR KADIN SAVAŞÇI GECE DANS EDER Adım Sakuya Hoshi. Suijou Akademisine gidiyorum. Liseliyim, 1E grubundanım ve sınıf numaram 33. Sadece normal bir liseliyim. Ya da daha doğrusu, "Normal"dim demeyi düşünebilirim. Son birkaç gündür, bazı oldukça garip olaylara dahil oldum. Başladı... Evet, 3 gün önce başladı--- “………?” Olay gerçekleştiğinde, geceydi ve parkın ortasında oturuyordum. "N..Ne?" Etrafıma baktım ve tüm oyun alanında salıncak ve kaydırak gibi şeyler gördüm. Parkın ortasında oturuyordum, okul formam üzerimdeydi. "Ne.. Bu da ne demek?" Odamda, yatağımda olmam gerekiyordu ve üzerimde Tişörtümle kilodum olmalıydı. Sonunda bunu hatırladım. Belki birileri beni buraya getirmişti? Bekle... Şu an ayaktaysam, birilerinin beni hipnoz ettiği anlamına mı geliyordu? O olmasaydı... "Buraya uykumda mı yürüdüm?" Mırıldanarak, olabilecek her olasılığı birbiri ardına silip attım. Tüm bu durumu anlamıyordum. Buraya nasıl geldiği düşünmek işe yaramazdı. Elimi cebime koydum... Ve, telefonum oradaydı. Onu dışarı çıkardım, açtım, saati kontrol ettim. Gece 2.14 dü. Pazar günüydü ve Haziranın 25'iydi. "Bu saatte bitkiler bile uyur..." Çoğu yer muhtemelen şimdi kapanırdı. Tek açık yerler, muhtemelen Gyuudon-mağazası, marketler ve polis merkezi olurdu. Bu yüzden büyük olasılıkla hiç kimse bu zamanda bir uyurgezeri fark etmezdi. "Merak ediyorum, Bu uyurgezer ne kadar uzağa yürür?" Bu yerin evden çok uzak olduğunu sanmıyorum... Ayrıca, daha önce de burada olduğumu düşünüyorum. "O burada mı bitti? Evet, şimdi hatırlıyorum." Tam da düşündüğüm gibi, bu alandaki haritada yol işaretleri vardı. Bu küçük parkta herhangi bir ışık yoktu, yani telefonumun ışığını haritaya tuttum ve bana lazım olan ilk şey parkın adıydı. Hangisi... "Shiraishi şehir parkı... Shiraishi?!" Dışarıda bağırdım. Bu çılgınca! Neden?! Nasıl?! Yardım edemem ama tekrar ve tekrar şu durumu sorgulayabilirim. Şu anda şehrimin komşu şehrindeydim... O an yerimden bir saat uzağa yürüdüm. Benim için, Shiraishi şehri anılarla dolu bir şehirdi. Gençken, bu şehirde yaşar ve bu parkta oynardım. Ama orta okuldayken taşındık ve o zamandan beri, bir kez bile bu şehri ziyaret etmedim. Durum farklı olsaydı, herhalde buraya geldiğim için memnun olurdum. Ama ne yazık ki, korkunç derecede endişeliyim. Sadece acele edip eve geri dönmek istiyorum. Bu alanı hayal meyal hatırlıyorum... Ama hala eve nasıl döneceğimi biliyorum. Evim Naobi Şehrinde, Shiraishi şehrinin kuzeyinde, bir alışveriş merkezinin girişinde, sonra istasyona girmeliyim ve kuzeye gitmek için güney çıkışından geçmeliyim, Suijou Akademisini geçmeli ve eve ulaşmalıyım. Bu ortalama bir saat sürer, ama gerçekte denedikten sonra buna katılmıyordum. "Neden yerdeydim Ben... böyle uzak bir yere geldim?" Bu alanın çevresinde, herkesin evinin ışığı kapalı, ve korkutucu derecede sessizdi. Tüm ışıkların kapalı olması garipti, ve ay ışığının büyük yardımı vardı. Bu yer sadece hayalet bir şehir gibiydi. Bu durumda olduğu için, kamyon sesi veya diğer yüksek sesli gürültüleri duymak beni çok mutlu ederdi. Ayrıca, gerçekten taksi istiyorum. İstasyon çıkışını bulup bulamayacağımı merak ediyorum. “Ah…” Yürüdüğüm yerde, ışıklı bir bina göründü. Bu bir market!"Cran Mart" yazılı yeşil beyaz tabela parlıyordu. "Acaba neden... Çok mutluyum!!!" Mağazanın için harikaydı, klima iyi çalışıyordu ve radyoyu dinlerken durup bazı dergileri okumak istiyorum. Ve sonra yakalayacaktım bir buz lolipop ve dükkan bekçisini getirecektim, duygusuzca yüzüme bakıyordu, ona para verdiğim parayı, kabul edecekti ve harika bir zamandı. Harika bir plan düşündüm! Mutlu bir şekilde kapıyı aç- "Ha?" Kapı durdu, klima açıktı ama radyo ve mağaza bekçisi yoktu. "Merhaba? Kimse var mı?" Belki mağaza bekçisi o gün daha gelmemişti ve köşedeki mangaları okumaya karar vermişti? Veya belki köşedeki ürünleri sıralıyordu? Her iki şekilde de garipti... Kötü bir insan olsaydım, birkaç şeyi alabilir ve gidebilirdim. Her iki şekilde de cevap yoktu. "Merhabaaaa-?!" Yazar kasanın arkasındaki odaya doğru bağırdım, hala cevap yoktu. Uyuyarak işini mi bırakıyordu? "Merhaba? Lütfen cevap verin! Güvenlik eksikliğiniz sınırda!" Yürüdüm ve odanın içini kontrol ettim. "Burada değil." Odada kimse yoktu, masada bazı dergiler ve solda bir bilgisayar vardı. Tarihi geçmiş ürünlerle dolu birçok kutu vardı... "Bir dakika... Bu bir şaka mı?" Neden kimse cevap vermiyor? Neden burada hiç kimse yok?! "Merhaba? Merhaba? Burada kimse var mı?" Ciğerlerimden bağırdım. Hatta sonrasında bile, hala cevap yoktu. Bilgisayarın tüm sesini duydum ve buzdolabının uğultusunu. Bu ses öfkelenmemi sağladı. "Lanet... Lanet olsun!!!" Artık dayanamıyordum, bu yüzden mağazanın dışında bağırdım. "KİMSE VAR MI?!!!" Yapabildiğim kadar sert bağırdım. Ama bu bile gece karanlığında kayboldu. Değişiklik yok ve tekrar, sadece sessizlik var. Ne... Sanki bir... Sanki dünyada kalan tek kişiydim!!! Ne oluyo lan?!!! "Birileri! Bana cevap versin!!!" Yok mu... Bu yerde kimse yok mu? Onaylamaya ihtiyacım var, buradaki tek insan değilim... İşte bu! Telefon! Telefonumu cebimden aldım, birilerini aramalıyım? Ev? Hayır, en hızlı çözüm polis çağırmak, değil mi? 110'u aramayı denedim ve- Heyecanlandım, nefes bile alamadım. 2.14 Önceki düşüncelerim kafamdan dışarıya süzülüyordu. Sadece hayır ifadesiyle saate bakıyordum. Saniyeleri işaretledikten sonra, “56… 57… 58… 59…0”, ama, sadece birkaç saniye vardı, ve dakikalar değişmiyordu. 2.14'de kalıyordu. Bu mümkün mü? Bu hile falan mı? Birileri beni korkutmaya mı çalışıyor? Kafam karıştı. Bu durumda ben- “………!?” Yüksek bir çığlık düşüncelerimi sildi ve panikledim. Benden başka biri var! “Kyaaa~!!!” Bir kız sesi. Neşelenmeme rağmen mutlu olmak için doğru zaman değildi. Açıkça birinin yardımını çağıran bir sesti! Sesin geldiği yöne doğru koştum. Bir tacizci falan mı? Bu hayalet kasaba değilse bile, hiç kimsenin burada olmadığı belliydi. Ona yardım etmek zorundayım! "! Onlar orada mı?" Benden uzakta birilerinin daha ayak seslerini duydum. "Hey, bekle!" Yürümeye devam ederlerse kimseyi koruyamam. Bir süre sonra, gözlerimin köşesinde, bir kız gördüm ve sokağın köşesinde kayboldu. "Bekle..." Hızlandım. Nihayet burada benden başka "birisini" buldum. Onu göz ardı edemezdim. Sokağın kenarındaydım ve- GÜM!!! Aniden bir şey bana vurdu ve yıldızları gördüm. Aldığım donuk şok, tüm vücuduma yayıldı. Başım dönüyordu ve yere kıçımın üstüne düştüm. "N..Ne?" Neden ben değilim... Neden oturuyorum?... Düzgünce düşünmem mümkün değildi. Görüşüm bulanık ve başım dönüyordu... Düzeltmeyi deneyerek, kafamı salladım ve, *KIIN!*- Başım felaket ağrıyordu ve vücudum kıvrıldı. Sağ yanımda... Ayak sesleri duydum... Biri.... mi vardı? “………” Başımı yukarı kaldırdım. Bulanık bir şey gördüm... bir kız. Tatlı bir kızdı, muhtemelen aynı yaştaydık. Giydiği üniforma bana çok tanıdıktı. “Owww…!” Baş ağrısı geri geldi ve yine başım aşağı düştü. Sonra aşağı düşerken, görüşüme ahşap bir sopa geldi. Sonra yavaş yavaş kaldırdı ve gözlerim dönüşünü takip etti. Gözlerim kızın gözlerini yakalayabildi. Kız bana bakıyordu, bu gözlerde korkuyu gördüm. Zor nefes alıyordu. Çünkü koşmuş muydu? Benden korktuğu için miydi? Ya da sonra ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu? “….u….” Ne halt ediyordu? Neden bana böyle kötü kötü bakıyordu? Düşünceler zihnimi karıştırdı. Çünkü çökmeden önce, dilim doğru düzgün hareket etmiyordu. Kelimeler ağızımdan çıkmıyordu. Şaşkın vücudumda ağzıma konuşmayı emredemedim. “haa…haaa…ha…!!!” Kızlar külotlardan bile zorlar. Sopasını kaldırdı, kafama doğru düz bir şekilde salladı! Kahretsin!!! “Kah-” *** “ARGHHHHHHH!” Bağırırken, boğazım zorlandığından patlayabilirdi, doğrudan uyandım. “Miyaaaaaav!” Yatağımın sağındaki kedim Miiko çığlığıydı ve odamın dışında koştururdu. "Vaaah... Ohh.. Bu yer..." Onaylamama bile gerek yok, burası odam, evim, şehrim. Shiraishi şehri veya gece değil... Perdemin boşluğundan güneş ışığı yansıyor, bu güneş zaten bunu onaylıyor. "Ne... Rü.. Rüya mı?" Kalbim gerçekten hızlı atıyor. Ter bütün vücudumu kaplamış. Çünkü bu rüya mıydı veya sadece sıcak bir gün müydü? "Bu.. bu bir rüyaydı, değil mi? Kendime yardım edemem ama soru sorabilirim. Bu fazlasıyla gerçekçi bir rüyaydı. Mükemmel hatırlıyordum. Gece vakti şehirde, insana dair bir işaret, ayak izi yok... ve hatta... Kızdan dolayı kafamdaki büyük eziğin acısı duruyor... “………” Dikkatlice elimle başıma dokunuyorum... Endişeli düşüncelerle, yavaş yavaş elimle ovuyorum... Ama başımda morluk yok, ne de herhangi bir şekilde hasar görmüş... Elim kanla kaplı değil ve ağrı artık yok...
  15. Taruken'nin Hikayesi Türü : Aksiyon,Fantastik,Romatizim,Komedi,Shounen,Dram,Korku,Doğa üstü Güçler Konusu : 2019. Yılın sonlarında Dünyadaki Ulusal ilişkilerin bozulması sonuçundaHer Bölgede Bir Nükiyer Faliyet Gerçekleştirildi. Bu Nükliyer Kıyamet olarak adlandırdımız olay Dünya Nifusu'nun %70'ini Yok etti %20 sini Mutantlaştı Geriye kalan %10 luk bir kısma şans eseri birşey olmamıştı. Nükliyer sızıtılar giderildikten sorna Yiyecek Ve su sıkıntısı çekmeye başlayan Mutant insanlar Nükliyer kıyametten zarar görmemiş insanları vahşice Parçalayarak Yiyeme başladılar Hikayemezin ana Karakteri Taruken bir Türk, babasını ailesi Japon Kütürünü Taşıdığından ona bu isim verilmiş . Japonya da Halasını ziyaret ederken nükliyer kıyamet sornası türkiye'ye geri dönemedi. 14 yaşındaki genç Türk Ve ailesi Zarar Görülmediği ön görüldü Mutant olarak sayılmayan Taruken aslında Nükliyer Kıyamet'den nasibini almıştı, Kıtlık başlayınca ve mutantlar insanları yemeye başlayınca Taruken'nin ailesi Dev bir Mutant Tarafından zalimce gözünün önünde parçalandı. Çılgına dönen Genç Mutant Güçlerini Kullanarak Titanı yok etti gücü ise muhteşem birşeydi Yıldırım Elementi !. Gencimiz Lucy adlı Güzel bir kızla tanışıcak ve Hikaye Dahada sürükleyici olucaktır. Tanıtım Videosu : '' Kendim yaptım iyi seyirler '' NOT : Yaptığım İlk FF Yazım hataları ve kamaşık cümleler için Şimdiden özür dilerim * Karakterler * Taruken Genç,yakışıklı,Hızlı,Kızlar Konusunda Hasas,Cesur,Güler yüzlü,bazen Çok ciddi,( Kızlar konusunda hassas derken aşırı utangaç olabiliryor demek için kulandım. ) Lucy Genç,Güzel,Kibar ama bazen Kibirli,İlizyonist ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bölüm 1 ( İsimsiz Prenses ) Taruken İçinden Konuşuyor - İnsanlar... Çok aciz yaratılmış... Hh! O günü düşündükçe Sanki Bir kağbusdan uyanmışım gibi Hissediyorum...hayır... sağdice o Gün değil... Tokyo'ya Geldiğim günde bu şekilde Hissediyordum... Kıyamet günü Ha... Ne kadar acınası... Taruken 15 yaşındadır ailesini kaybettikten sorna Gücünü Kulanmayı öğrenmek için Sürekli anteraman yapmıştır Taruken - anne...baba... Merak etmeyin...Muklaka Titan Mutantların soyunu kazıyıçağım... (Cümle arası Noktalar aralıklı konuştuğunu belirmektedir) Yabancı ses + Hayır! yardım edin!! Korkuyorum !!! Taruken Koşarak sesin Geldiği yere Gider. - Bu da ne böyle Bir sivilmi? burada ne işi var!. Nalet olsun Şu dev aynı ailemin sonunu Getiren şerefsize Benziyor! ( Öfkelenmeye başlar ) ( Kız Korkudan donmuş sadice bacakları ve elleri titremektedir.) (Dev Kafasını kıza yakınlaştımış salyaları akar bir şeliklde kıza bakmaktadır) - napalım artık Kızı öylece bırakamam... pekala başlıyoruz!.. ( parmaklarını şıklatı. ve Anında yer değiştirdi. Kızı kucaında tutar Dev ise yanmış bir şekilde yere Yığılır ) Taruken -Tanrım! bu biraz acıtdı... Birazdaha dikkatli olmalıyım... - Hey! sen Cosplay yapan Kız! Derdin ne niye kaçmadın ?.... Hey! Kız + Vay canına Kar yağıyor... Ne kadarda Güzel... Keşke bende Kar tanesi olsamda havada süzülsem... + Sen Kimsin ? Taruken - Hmm Bir düşünelim Hayatını Kurtaran Fakir bir oğlana ne dersin prenses Kız + Dalgamı Geçiyorsun sen! Prenses Tamamda Cosplay yapmıyorum!. Taruken - Tamam Tamam Birşeydemedik burda yeniyim Ne kadar kız Gördüysem Göreyim senin Gibi Geyineni Görmedim açıkcası Bu arada Bunları söyledimi nasıl duydun ? yarı ölüydün be. Kız + Gizli bilgi. ( Kollarını birleştirerek ve somurtarak başka tarafa bakar. ) Taruken - Heyy. sen. biraz fazla kibirli oldunu düşünmüyormusun ? Ha bide Şu kar olayına Gelelim sen delirdinmi 1 yıldır kar yağıyor Bu kadar sıcak olmasına ramen Dünyanın dengesini bozan Radio aktif Faliyeler Bu gibi garip olaylara sebep oluyor sakın azını açıpta yutayım deme... Kız + a-a-aptalmısın sen niye öyle birşey yaparmışım gibi sorguluyosun. Taruken - Ciddi misin?.. Gerçekten Yaptınmı ?.. Kız + S-sadice birazcık. Taruken -Of Of Kurtardığım kız ölebilir ve Sorumlusu kendisi! ( Kendi Kendine Konuşur ) Kız + Ne demek istiyorsun -Dünya radiasyondan temizlendi dediler değilmi... bu yalan sadice topraktaki Radiasyon'u Yok ettiler. havadakini elbet Yok edemiyeceklerdi Denizlerdeki radiasyon buharlaşma ile Havaya karıştı ve sen de onu dilinde eritekek kendi vicuduna davet ediyorsun Yaptığın tam bir budala işi... +.... -BU arada senin adın ne? Nerden Geldin ? Burada ne yapıyorsun ? + Eyer beni iğleştirebiliyorsan Sorularını cevaplarım ( kız korkku içinde) -Sen temizmisin ? + D-daha sabah banyo yapmıştım. ( Yüzü kızarır ) - Onu sormuyorum Radiasyondan etkilendinmi !? sen beni ne sandın sapık filenmi ben senin Banyo yapmannı napıcam ?.. Bir dakika Sen banyoyu nerde buldun ya ? +Çok soru soruyorsun! evet bende bir mutantım... ya sen ? -Sözde temizdim tabi 1,5 yıl önce Mutant bir devi öldürürken benimde yakalandımı farkettim. + ığy... Korkunç... ( Tiksinerek söyler ) -Neyse ne Şimdi Güvenli bir yer bulup senİn Karnını doyuralım + Radiasyona ne oldu ! - eyer bir mutantsan etkisi olmuyacaktır sana afiyet olsun kar yiyebilirsin. ( arkasını döner ve yürü meye başlar ) + B-bekle Dalga geçme! H-Heyy Beklesene ! ( Tarukenin Peşine düşer. ) Bölüm 2 ( Prensesin İsmi ) Taruken ve İsmini daha Söylememiş Güzel Kız Birlikte Yiyicek ve içecek aramaya Giderler Bir dükkana Zorla Girerler Taruken Birşeyler ararken Kız beklemektedir... Kız - Of Neden Bu adamın Peşine düştüm ki.Ya bana zarar vermeye kalkarsa ne yapıçağım?. ( İçinden düşünür ) Taruken gelir ve elindeki birkaç Çikolata ile.. + Al bunu Açlıktan ölmeni istemiyorum. - Bu da ne böyle bununla karın doyarmı ? Dalgamı geçiyorsun sen! + Kullanım tarihi Geçmemiş sadice bunlar vardı... Tabi sen istersen dişarıda kar da yiyebilirsin. - Dalga geçme demiştim değilmi? hayatımı kurtaran fakir oğlan! + ..... - ..... + Sanırım sana ismimi söyleyebilirim artık.. Ben taruken benden zarar görüceğini sanmam. Sen Kimsin? - Lucy... Senden zarar görmiyeceğime emin olabilirsin seni anında yere sererim!. + Peki nasıl olucak bu Hızıma yetişebilicekmisin ? - Benim gücüm Hız veya güç ile alakalı değil. Sistematik bir Güç. + Sistamatikmi? Nasıl yanı nasıl kaçıçağınımı hesaplıyorsun? hahah :D - Sanırım uygulamalı olarak göstermek daha iyi olucak! Gözlerimin içine bak Lütfen... + Peki Küçük hanım... ( Birbirlerine bakarken Taruken Birden kendini bir kafesin içinde Dino devrinde görür Güçlerini çalıştımıyordur tam T-rex onu avlıyacakken Uyanır kendini yere düşmüş şekilde başı ağrır bulur.. ) + Bu da ne böyle?.. Ne oldu bana ? - ( Kız atıştırıyordur.. ) - Söylemiştim gücüm sistematik. Seni Rüyalar Diyarına Gönederdim. Gördüğün Hiçbirşey gerçek değildi ama O an herşeyi hisedersin. Seni T-rex yemeden önce uyandırdım yoksa bedenini Kaybetiğini hissederdin Piskolojik olarak Yok olurdun. + Etkilileyici ama yeterli değil hadi Tekrar dene. - Eminmisin? bu sefer seni yok etireçeğim. + Yolla bakalım. ( Tekrardan aynı sahne gelir ama taruken O rüyadan saniyesinde kurtulur.) - Ne oldu bu kadar çobuk uyanmaman lazımdı ! ( lucy şaşırır ) + Ben ilk başta beni paraler bir dünyaya yoladığını düşünüp beynimi kullanadım Bu tür oyunlar bana işlemez.Lucy eyer düşmanına yem olmak istemiyorsan Bu gücü sadice 1 kere kullan. Düşmanda benim kadar zeki olabilir. - Az önce yok etiğin devde bir kere bile işe yaramadı! + Daha önceden böyle bir şeyle karşılaşmış olmalı neyse Şimdi buradan uzaklaşalım Yiyecek kokusu onları çekmeye başladı... - O zaman beni Korumalısın Taruken. Bunu yaparmısın ? + Böyle Rica edersen neden olmasın. Bak kibarda olabiliyormuşsun işte. - Ben hep Kibarımdır. + Hadi oyalanma gidiyoruz. - Nereye gidiceğiz ? + Boklu dereye. ßen ne bilyim güvenli bir yer buluruz elbet. ( İkiside Dükkandan stok alarak yola koyulurlar... onlar Gittikten birkaç dakkika sorna Dükkan havaya uçar sebebi mutantların oradaki yiyicekler yüzünden kavga etmesidir.) Bölüm 3 (Hiç bitmeyen Yolculuk.) -Hey daha ne kadar yürüceğiz? ( Yürümekten yorulmuş bir vaziyette sordu lucy ) + Sabırlı ol, biraz daha yürümeliyiz... - Off... Yoruldum ama... + Vicudunu geliştirmessen olucağı budur. - Heh ? ( Birden durup Taruken'e baktı ) + Ne oldu ? - ( iç çekerek ) Boşver. Dedi Bir mütten yürüdükten sorna Büyük bir arazi gördüler en yakın binanın En üst katıca cıkıp kamp kurdular. Hava git gide kararıyordu Ve lucy uykuluydu. + Lucy, Uyumalısın. - Sen ne yapıcaksın. + Nöbet tutuçağım. Uyu sen. - Ama uyumazsan güçten düşersin. + Uyu. Lucy daha fazla tartışamayarak uyumaya karar verdi. O uyurken Taruken Nöbet Tutuyordu. Etrafa bakmak yerine direk Lucy'e bakıyordu. Yaınındakileri hisetiği için Rahattı. Lucy uykulu bir şekilde uzandığı yerden kalktı. Üstünde bir jeket vardı. bu Taruken'nin jeketiydi. Gözleri etrafta onu arıyordu ayağı kalkıp vadiye baktı. Ordaydı üstünde beyaz bir Tişört ve altında her zaman giydiği eşortman vardı. Kesik bir kütükle anteraman yapan Taruken e baka kaldı. Çok fazla yumruk atıyordu Kütüğe. Sonunda sinirlenip Kütüğü Elinde elektirik topalayarak vurup Parçaladı.. Daha sorna Lucy Onun yanına giti - Ne yapıyorsun ? + Antereman. zinde kalmak için. - hmm analadım. ( parçalanmış ve bu karlı havada yanan kütüğe bakıyordu.) + Sıra sende. - Ne ? + Antereman yapıcaksın. - Neden ? + Yürümek istemiyorsun değilmi ? O zaman bizde yürümeyiz... Işınlanırız..... - Ne ? Işınlanmakmı ? nasıl ? dalgamı geçiyorsun ? + hayır Cidden ışınlamak bunun için Tehlikeli bir şey yapmamız gerekiyor. - N-Ne gibi ? + Senin vicuduna elektirik yükleyeceğim. Lucy şaşkındı Ne yapıcağını kestirememişti. Nasıl ? nasıl elektirik yüklemesi yapıcaktı ? - Bunu nasıl yapıcaksın? ya bana birşey olursa ? + olmuyacak Yüksek voltaj vermiyeceğim. - P-peki am- Birden Taruken yaklaştı onun cenesini tutarak yüzüne baktı ve onu Öptü! yanlış okumadınız onu Öptü! Ayrıldıklarında ikiside kızarmakta yarış halindeydiler... - Neden bunu yaptın ! aptal! + anteraman biti.. ( arkasını dönerek söyledi bunu ) - Ne ne neden öptün beni sapıkmısın sen ! ( utanarak söylüyordu ) + Elektirik yükledim sadice ( yüzü görünmesede taruken utancından yerin dibindeydi.) - Başka yolu yokmuydu! + Diğer yollar tehlikeli en iyisi Fiziksel bir bağlantıydı dilimle senin Dilin. ( Taruken'in sesi titriyordu İlk defa.) - aptal, sapık, Cinsel eşşek! kahrolası! + daha Kötüsünüde yapabilirdim!!! - Ne gibi ? + Fiziksel bağlantı dedim. ( sesi iyice kısılmıştı ) Lucy ne dediğini anlayınca susup kaldı....
  16. ALDNOAH.ZERO FAN CLUB ALDNOAH.ZERO FAN Kulübü LET JUSTICE BE DONE, THOUGH THE HEAVENS FALL. ADALETİ YERİNE GETİRELİM, CENNET DÜŞSE BİLE. 1972’de; Apollo-17 uzay aracı Ay’ın yüzeyinde bir Hiper-Geçit bulur, ve böylece insanlar bu geçit sayesinde Mars’a göç edip yerleşmeye başlarlar. Ancak, insanlığı bekleyen savaşın tohumları çoktan yeşermeye başlamıştır.1999'da Mars Şövalyelerinin Hiper Geçit'ten Dünya'ya gelip burada savaş başlatmasıyla, Ay'da çıkan kargaşada Hiper-Geçit yok olur. Mars ve Dünya ağır kayıplardan sonra bir anlaşma imzalamış; böylece Mars'ın Şövalyeleri, Yörünge'de Nöbet tutmak için kalmışlardır. Bu olaya sonradan Heaven's Fall (Cennetin Düşüşü) denmiştir çünkü Hiper-Geçit'in yok olmasıyla çıkan enerjide ay parçalanmıştır. Aradan 15 yıl geçtikten sonra, Yörünge Şövalyeleri bir kez daha Birleşmiş Dünya Örgütü ile görüşme yapmak için, bu sefer Prenseslerini Dünya'ya gönderir. Fakat beklenilen asıl şey, Savaştır. Mars'ın ülkesi; Vers'in Yörünge Şövalyeleri, Dünya'ya bir kez daha savaş ilân eder. İşte bu, ALDNOAH.ZERO . Bu seri, biz Dünya üzerinde yaşayan insanlara savaş ilan ediyor. Gidip Bakmalısınız. Tür: Aksiyon - Mecha - Bilim Kurgu ALDNOAH.ZERO II Aldnoah.Zero birinci sezonun devamıdır. Hikâye; Mars ve Dünya arasındaki savaşı ve bu savaşın insanlar üzerindeki etkisini anlatıyor. Savaş yaklaşıyor… İki güç yakında birbirleriyle çarpışmaya ve birbirini öldürmeye başlayacak. İnsanlık keskin iki tarafa ayrılmıştır ve artık bir araya gelmesine imkân yoktur. Herkes göstermelik barışı zihnine kazımaya çalışırken; kimsenin aklına bunun bozulabileceği gelmemişti. Çok küçük bir şey buna yeter. Hazırlıklar çoktan tamamlandı. Artık bu sahte barışın sonunu göreceğiz. Ama bu savaşın yaklaştığını ve gidişatını gören biri vardı. Savaşa yakın biri. Güçsüz olduklarının farkındaydı. Bu nedenle yok olacaklarını da biliyordu. “Onca askerle konuştuktan sonra umutsuzluğu gördüm. Yine de, Shinawara’daki insanlar da tehlike duygusu sezmemiştim. Hepsi savaşın kaçınılmaz olduğunu düşündüğü hâlde her günü hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyordu. Bütün söyleyebileceğim bu. İnsalık; bu sahte barışa fazla alışarak büyüdü.” İnsanlık savaşmayacaktı çünkü adaletin kendi elinde olduğuna inanıyordu. Savaş da ilân etmeyeceklerdi çünkü zaferlerinden emindiler. Ama insanın savaş istemesinin nedeni çok basittir. Sürdürmek isteyenler oldukça da savaş devam eder. Sadece basit bir nedene ihtiyacımız var. Bu neden için, bütün planlarımız rayına oturacak. Geri çekilmeye olanak yok. Bir kere daha söyleyeceğim; Savaş geliyor. FC İmzaları: FC İmzasıdır. FC Resimleri: ÜYELER Sena Al [setsuna] - Kurucu (TAÇE/Seri Çevirmeni)extreme Tensai-san cagirt kiriton Yabus £ɱŔ£Қה¥Ŕ azeribalasi Nishaven Sina Leath Evallark deathlilee DenizEren... HitmanReborn Megane-san -ScReaM- lI1mhotepIl SudeErva MiightyDante Zecon Inc. Furkan Cold Dewil kripton94 Diacan4 BilalTheHaremKing Nanilyas Powered by ASIMOV Version 4.1
  17. Bir süre önceye kadar yazdığım romanı sizlerle paylaşmak istedim...Normalde yayınlaşmıştım birazını ama yeniden düzenlenmiş haliyle ve adıyla sizlere sunuyorum...Her türlü eleştiri makul olduğu sürece kabulümdür... Türü: Doğaüstü güçler, aksiyon,romantizm,okul, ve ecchi Konusu: Fatih,15 yaşında ve 200 IQ derecesindeki bir dahidir.Babası onu,Londra'daki adı sanı belli olmayan bir okula yazdırır.Fakat bu okulun belli olmayan tek özellikleri bunlar değildir.Ve kendisiyse... 1.BÖLÜM 1.BÖLÜM Fatih,havaalanının içinde dört dönüyordu.Bir sağa bir sola bir dış kapıya bir oturakların olduğu bölüme doğru.Kim suçlayabilirdi ki onu?Hiçbir şey bilmeden babası onu Londra’daki bir liseye yazdırmış ve onu direk Londra’ya göndermişti.Ne okulun adını ne de bulunduğu yer hakkında bir bilgi vermişti.Sadece birinin onu alacağını ve okula götüreceğini söylemişti ki havaalanına geleli bir saat olmasına rağmen gelen olmamıştı.Bu da onun bir saattir bu havaalanında beklediğini gösteriyordu.Beklemesini sevmemesine rağmen… “Siz Fatih BOZKURT olmalısınız”dedi arkasından gelen kalın bir ses. Fatih,ona seslenen adama dönüp incelemeye başladı.Adam orta yaşlarda ve orta boylarda biriydi.Kafasında iki dönüp arazi boştu.Zaten artık bir çoğunu kaybetmiş olduğu siyah saçlarına uyumsuz,ela bir göz rengine sahipti.Sesi kalındı ki bu da ingilizce söylediği bazı kelimeleri anlaşılmaz kılıyordu. “Evet,öyleyim”diyebildi sonunda.Bu kadar zaman beklemesine rağmen adamdan beklettiği için özür dilemesini bekliyordu.Beklediği özür gelmeyince başını öne eğip eliyle saçlarını kaşıdı,“Ee…nereye gidiyoruz?” Adam bu soruyu bekliyormuşçasına arkasını döndü ve eliyle işaret ederek takip etmesini istedi.Fatih,tuhaf görünüşlü ve tuhaf davranan bu değişik adamı havaalanının bitişiğindeki otoparka kadar takip etti.Otoparktaki eski,döküntü ve artık hareket ettiği bile belli olmayan,çiziklerle dolu beyaz bir arabanın önüne geldiler.Adam arabasının sağ ön koltuğuna doğru ilerledi.Kapıyı açmadan önce dikiz aynasını iki kere öptü.Sonra da arka da kalmış olan Fatih’e bir bakış atarak,”Nasıl,güzel mi?”dedi Fatih,arabayı gördüğünden beri şoktaydı. Hala böyle döküntü arabalar var mıydı? Hem de böyle külüstürlerin dikiz aynalarını-gösteriş yapan insanlar gibi-öpüp güzelmi diye soran tuhaf insanların 21.yy’da ne işi vardı?Asıl soruysa diye düşündü Fatih.Babasının onu,böyle tuhaf insanlara emanet edecek kadar kafası çalışmıyor muydu? Adam dikkati dağılan Fatih’i uyandırmak için kaportaya iki kez vurdu ve dikiz aynasını yalamaya başladı.Fatih ne diyeceğini şaşırmıştı. Lütfen yalamayınız! Dese miydi?Hemen bu fikri aklından çıkardı,Fatih. Arabaya bile bunu yapabilen biri kendine neler yapmazdı ki…Susmak en iyi seçenekti. “H-H-Hadi gidelim”diye kekeledi. Adam kahkahalarla gülmeye başladı,“Madem cehenneme bu kadar gitmek istiyorsun,zebanin olarak görevim seni oraya götürmek.Atla…son model arabama.” Fatih,adamın ne demek istediğini anlamamıştı ama yinede külüstür arabaya bindi.Tuhaf adamda sağ ön koltuğa bindi.Sağa binmesinin nedeni ters ingilizlerin ters yaptıkları ters arabalar yüzündendi,çünkü ingiliz arabalarında direksiyon sağ taraftaydı. “Kemerleri takalım.”diye uyardı adam motoru çalıştırmadan önce. Fatih’se adamın dediğini umursamamıştı.Zaten bir kaza anında bu arabanın üç bilemedin dört parçaya bölüneceği kesindi ki bu da kesin ölüm demekti.Kemerler bu durumda tamamen faydasız kalıyor hatta arabadan kaçışı engelleyeceği için riski dahada arttırıordu.Adam bir kaç kere daha uyardı ama Fatih’in tınlamadığını görünce bu gayretinden vazgeçmeye karar verdi.Kontağı çevirmesiyle araba,gorul gorul sesler çıkarmaya ve birazda sallanmaya başladı.Zorda olsa hareket etmeye başladı.Zorda olsa… “Neden böyle bir okula gidiyorsun?”diye sordu adam.Fatih az önce olduğu gibi yine umursamadı.Kendisi de merak ediyordu aslında:Neden? Daha bir ay öncesine kadar ülkesinin en genç dahisi diye anılan,televizyonlara bile çıkmış 200 IQ derecesindeki bir öğrenciydi.Girdiği her sınavdan tam puan alıp, çıkar ve dışarıdan bakanları hayret içinde bırakırdı.Herkes ona istediği her liseyi kazanır düşüncesiyle bakıyordu.Şimdi ne olmuştuda Londra’daki adı bile belli olmayan bir liseye kalmıştı.Neden babası onun son sınava girmesini engelleyip,böyle bir liseye yazdırmıştı.Fatih bunları düşünmeden edemiyordu.Biraz daha düşündükten sonra bunun bir faydasının olmayacağına kanaat getirip bu konuda düşünmeyi bıraktı.Zaten arabada durmuştu “Hadi in,bu son durak.” Fatih,arabanın kirli,bazı yerlerinde ise kurumuş çamur olan camından dışarıyı izlemeye başladı.Etrafta hiçte okul benzeri bir bina gözükmüyordu.Aslına bakılırsa etrafta bina bile yoktu.Fatih ne olduğunu anlamak için arabadan indi.Etrafa bakınca sadece uzun,geniş ağaçlar ve bazıları Fatih’in topuğuna kadar gelen çalılar gördü.Gerçekten burada bir okul var mıydı?Hayır burası Londra’da bir yer miydi? “Al valizin”dedi ve gözlerini biraz ilerideki patika gibi bir açıklığa dikti,“İşte o patikayı izlersen okula ulaşacaksın” Fatih,“Sen…neyden bahsediyorsu-”diyecekken adam,arabaya atlayıp,geldiği yöne doğru sürmeye başlamıştı bile.Ayrıca Fatih’e de başka bir seçenek bırakmamıştı. Fatih, eline valizi alıp birazda yüzünü asarak,“Böyle aşağılık herifleri diri diri yakmalı”dedi ve iç çekip ileride ki patikaya doğru girdi. Patikada ilerlemeye devam etti.Şimdiden 10 dakika olmuştu ama etrafta ne bir okul ne de öğrenciler vardı.Sadece kurt ulumaları,yılan tıslamarı,kedi mırıltıları ve bir kaç hırıltılı ses vardı.Aynı balta girmemiş bir ormanda olması gerektiği gibi… Biraz daha yürüdükten sonra uzaklardan motorsikletin çıkardığı sese benzer bir ses duyulmaya ve sesin giderek dahada yakınlaşmaya başladığı anlaşılıyordu.Fatih’se bu durumdan belki yararlanabilirim düşüncesiyle arkasını dönmeye başlamıştı ki… Ayağının üzerinden motorsiklet geçti ve patikanın sağ tarafında kalan büyük bir ağaca tosladı. Fatih elindeki valizi hızla bırakıp üzerinden geçtiğinde resmen kırılmış olacak kadar acımış olan bacağını tutmaya başladı.İçindense o motorsikletliye lanetler savurdu. “Sen iyi misin?”Sesin geldiği yöne doğru döndü ve karşısındakine bakmaya başladı.Karşısında siyahlı kırmızılı kasklı,neredeyse kendi boylarında ve üzerinde üzerinde üniforma benzeri bir şey giyen birini gördü.Üniforması siyahın üzerine sarı çizgilerin olduğu bir çeket çeketin içinde beyaz bir gömlek ve siyah bir etekten oluşuyordu.zaten etek giymese cinsiyetinin belli olmasına imkan yoktu,çünkü giydiği kask yüzünün belli olmasını engelliyor,ayrıca sesininde boğuk çıkmasına neden oluyordu. Biraz daha süzdükten sonra,“İyi sayılırım”diyebildi.Sesi biraz yüksek çıkmış,canının hala acıdığına sitem ediyor gibiydi.Kız elini uzattı,“Kalkmana yardım edeyim tut elimi” Biraz tereddütten sonra istemesede elini tutup kalktı,“Teşekkürler”dedi ve valizini eline aldı.Kız da hiçbir şey olmamış gibi motorsikletini ağacın dibinden kaldırdı.Ardından arkasını döndü,“Sanıyorum ki bizim okula gidiyorsun.Atla da okula kadar atayım seni” “Tamam”dedi, motora kadar topallayıp kızla arasına bir karış mesafe olacak şekilde oturdu.Sonra da bir eliyle valizini tutmaya başlayıp diğer eliylede motorun arkada tarafındaki demirlere tutundu. “Sürmeye başlıyorum.İyi tutun”dediği anda motoru çalıştırıp bir anda hızlanıverdi.Fatih’se bu hızlanma karşısında dengesini kurmakta zorlanmaya ve eliyle demirlere ölürcesine tutunmaya başladı.Bu beş dakika kadar sürdü ki zaten bu beş dakikada fatih haşat olmuştu. Allah bin belanı versin,Trafik canavarı seni!! Fatih motorda indiğinde bir sağa bir sola yalpalamaya ve bu zorlukları kendisine ikinci kez yaşatmaya cüret eden canlıya bildiği bütün lanetleri okumaya başladı.Ta ki kız kaskını çıkarana dek… Kız,kaskı çıkarınca uzun kızıl saçları,mavi gözleri ve teninin solgunluğu gün yüzüne çıktı.Bu üçleme kızın, çok güzel hatta prensesler gibi gözükmesine neden oluyordu.O kadar güzeldi ki;hayatımda gördüğüm en güzel kız diye düşünmüştü Fatih. “Sen şu transfer öğrenci olmalısın”Zaten büyülenmiş olan Fatih,kızın sesinide duyduğunda iyice kendinden geçti.Kasktan dolayı farkedemesede seside oldukça narindi. “Tranfer mi?”Sesi hala afallamış çıkıyordu. “Evet.Transfer” Transfer mi?diye düşündü Fatih.Transfer olduğuna göre bu, okulun çoktan başladığına işaret değil miydi?Heralde burada dönem daha önce başlıyordu.Doğru ya Türkiye ile burası bir değildi ki.Elbet daha önce başlamış olma ihtimali vardı. “Bu arada çok güzel kokuyorsun biliyormuydun?”Fatih yine şaşırmıştı.Bu ingilizler arasında bir tür iltifat felan mıydı? “Şey…sende güzel kokuyorsun.”Bunu söylediğine hala inanamıyordu.Neydi onlar hayvan felan mı? “Hadi, geç kalacağız. Acele et”dedi ve biraz duraksadı,“Daha geldiğini öğretmenle görüşüp bir dolu tanışma faslından geçeceksin.” “Tamam”deyip önündeki güzel kızı takip etmeye başladı.Ta ki çatlaklarla dolu,iki metrelik demir bir kapının önüne gelene kadar…Kapıya iki kere vurdu,sonra da kapının kulbunu çevirip kapıyı açtı.Kapı açılırken tüm koridorda yankılanan gıcırtılı bir ses çıkardı.Anlaşılan kapının kirişlerine yağ sürülmemişti.En azından gıcırtı sesinin yüksekliğinden bu rahatça anlaşılabilirdi. Fatih ve o kız içeri girdiler.Kız,öğretmenden özür dileyip kendi sırası olan pencere kenarından en arkanın bir önündeki sıraya geçti.Zaten pencere kenarından kapıya doğru dizilmiş beş sıra düzeni vardı.Her düzende beş tane sıra bulunmaktaydı.Tabi pencere kenarı buna istisnaydı.Pencere kenarında altı sıra vardı ki zaten sınıftaki tek boş sırada o kızın arkasındaki son sıraydı. “Siz yeni öğrenci olmalısınız.Lütfen kendinizi tanıtın.” “Ben Fatih BOZKURT.Türkiye’den geldim.”dediğinde sınıfta bir gürültü koptu.Herkesin ağzında Bozkurt lafı dolaşıyordu.Öğretmen en sonunda olaya bir el attı.Bu konuşmalardan hoşlanmamışa benziyordu. “Haydi çocuklar sırayla sizde kendinizi tanıtın.Türünüzü söylemeyide unutmayın!”Sınıfta bulunan öğrenciler sırayla kendilerini tanıtmaya,isimlerini söyledikten sonra da mitolojik bir canavar ismi söylemeye başladılar. “Kurt adam,succubus,griffon,sülük adam,yılan kız …” bunlar söyledikleri mitolojik yaratıklardan sadece bir kaç tanesiydi.Ve hala da değişik mitolojik canavarları söylemeye devam ediyorlardı. Fatih yine bir şaşkınlık anı geçirdi.Bu insanların derdi de neydi böyle?Neden mitolojik ögeleri isimlerinden sonra söylüyorlardı?Son zamanlarda GDO’lu yiyecekler arttı, acaba çok mu fazla yemişlerdi? Diye düşünürken sıra o tanıştığı kıza geldi. “Erica ROSE,vampir…” Öğretmen son kişide yani Erica’da kendini tanıtınca Fatih’e döndü,“Ee…senin türün nedir?” Zaten Erica’ya bakarken büyülenmişçesine afallamış olan Fatih,sorulan bu şeyi tam olarak anlayamadı.Böyle bir şey neden gerekliydi ki zaten?Böyle bir şey için kafa yormaya gerek yoktu,“Söylememe gerek yok”deyip Erica’nın arkasındaki sıraya-sınıfta boş olan tek sıraya-doğru ilerledi.Elindeki valizi sıranın arkasına koyup sıraya oturdu. Öğretmen, Fatih’e sert bir bakış attı.Bunun bir faydası olmayıncada duyulmayacak bir sesle ,“Aynı ablası…”deyip bir iç çekti.Anlaşılan ablası gibi çekeceği vardı ondanda.Tabi ki ablası kadar güçlüyse ki şimdiye kadar ondan ne bir enerji ne de bir güç hissetmişti.Bu iki anlama gelirdi:Ya güçsüzdü ya da kendisini güçsüz gösterecek kadar gücünü gizleyen biriydi ki bu da onun çok güçlü oldugunu gösterirdi. İlk seçeneğin doğru olmaması için,içinden dua edip tekrar sırtını öğrenci sıralarına dönüp bir cebir sorusu yazdı. Tenefüs zili çaldığında Fatih’in sırasının etrafına kızlar ve erkekler doluşmaya,dolma nedeniyle yaklaşamayanlar ise bağırmaya başladı.Aralarından biri yüksek sesle,“Yağmur’un bir akrabası mısın?”dedi ve diğerleride hep bir ağızdan bu soruyu yineledi.Fatih ne diyeceğini bilememişti.Evet,Yağmur’un bir akrabasıydı hatta Yağmur,onun öz ablasıydı ama bu kadar yaygara koparacak kadar ne vardı ki? Normalde her sorunu çözebileceğine inanan Fatih’e artık Londra ağır gelmeye başlamıştı,öyle ki kendini aciz hissetmeye ve geldiğinden beri sorulan hiçbir soruyu-kendisine sorduğu- çözemediği için küfredecek dereceye gelmişti. Bütün bunları düşünürken hala cevap bekleyen insanlar vardıki aradıkları cevabı bulana kadar gitmeye ve onu yalnız bırakmayada niyetleride yoktu. Fatih bunu anlayabiliyordu.En sonunda,“Evet, o benim ablam oluyor” dedi.Ardından da valizi eline alıp kalabalığı yarmaya ve zorlukla aralarından geçmek için uğraşmaya başladı.Tam kapıdan çıkarkende arkasını dönüp,“Üzgünüm ama yurda yerleşmem ve gerekli evrakların yerlerine ulaştığından emin olmam gerek.Sonra görüşürüz.”deyip valizle birlikte sınıftan ayrıldı. 2.BÖLÜM 2.BÖLÜM “Efendim kardeşiniz okula gelmiş bulunmakta…” “Demek öyle.”Uzun siyah saçıyla oynamaya devam etti Yağmur,“Acaba nasıl bir şey yapacak.Gücü tahminlerimin ötesinde olabilir mi?” Yağmur’un önünde bulunan kız gözlerini kıstı.Zaten hafif çekik olan göz kapaklarını kısınca siyah göz rengi görülemez olmuştu.Gözlerini kısması da kızın,Yağmur’a inanmadığını gösteriyordu.Biraz suskunluktan sonra,“Efendim? Acaba bu düşüncenin nedeni tam olarak nedir?”dedi alçak sesle. “Sora,bu okulda 3.senemdeyim,biliyorsun. Söylesene kaç kere yanıldım?” “Ş-Şey…neredeyse hiç.”Yağmur’un önündeki kahve fincanını aldı ve elindeki tepsiye koydu,“Zaten sürekli yanılan biri benim efendim olamazdı.” “Bir hizmetkara göre fazla iddialı değil mi bu laflar?”Sesi yüksek çıkmıştı Yağmur’un. Sora hemen başını eğmiş,ardındansa yüzü morarmaya ve az da titremeye başlamıştı,“Affe…din”dedi ve tepsiyle birlikte kapıya doğru yürüdü.Sonrada arkasını dönüp,“İzninizle…”deyip odadan hızla ayrıldı. Ah,kardeşim acaba ne kadar güçlüsün veya ne kadar eziksin.Bu okulun insanı cinnetten çıkaran haline ne kadar dayanabilirsin.O, realist beynin bu çılgınca şeyleri ne kadar ve nasıl kaldırabilir?çok merak ediyorum diye düşünüp bir iç çekti Yağmur. Sonra da biraz kıkırdayıp önündeki porselen tabaktaki çikolatalı keke doğru gözlerini dikti.Sağ eline çatalı aldı ve bir parça kekten koparıp ağzına attı. “Kesinlikle Sora’nın kekleri çok harika oluyor.Böyle bir hizmetkarım olduğu için şükretmeliyim,sence de öyle değil mi Alexis?”dedi ve bakışlarını duvara dikti.Duvarın içinden siluet şeklinde,sonraysa siyah saçları,siyah gözleri ve normal bir boyda olan yakışıklı diye tabir edilebilecek liseli bir çocuk çıktı,“Demek farkettin.Ne kadar zamandır?” “En başından beri.Efendinim unuttun mu?” “O da doğru ya.Hahaha…”Belli bir süre daha kahkahaya devam ettikten sonra yüz ifadesi ciddileşti,“Ama Sora haklı olabilir.Çocuğu inceledim.Dışarıya verdiği aurası yok denecek kadar az.Sanki güçsüz bir şey gibi…insan” Yağmur kekten bir parça daha aldı ve,“Fırtına öncesi sessizlik denen şeye inanır mısın Alexis?”dedi ve gülümsedi,“Ben inanırım.Hele de konu Fatih’se…” O anda içeri orta boylarda,kısa siyah saçlı bir çocuk girdi,“Emrettiğiniz gibi Erica denen vampirin yurttaki odasına yerleştirdim kardeşinizi” dedi ve geldiği gibi gözden kayboldu. “Bir vampirin yanına mı taşıttınız kardeşinizi?”Alaycı bir dille söylemişti,“Hele de safkan bir vampirin yanına…” Yağmur oturduğu koltuktan kalktı ve arkasında bulunan pencereye dönüp dışarıyı incelemeye başladı.Alexis’in söylediği şeyi kafasına takmıyor gibiydi.Sonra da yüzünü yeniden Alexis’e doğru dönüp muzip bir yüz ifadesine büründü,“Eğer ölürse ailemize yakışmıyor demektir.Ölmezse eğer, okul yaşamı boyunca ona komplolar kurarım.”Ağzına bir parça daha kek attı,“Sonuçta bir kahramanın güçsüz olması hoş karşılanamaz”dedi ve gözlerini yumdu. Fatih elindeki valizin içinde bulunan eşyaları yerleştirmekle meşguldü.Çoktan akşam olmuştu.Gerçekten… formaliteleri geçip belgeleri vermenin bu kadar uzun süreceğini tahmin etmeliydim diye düşünüp önündeki valize bir tekme attı. Oda Türkiye’deki yurt odalarından biraz farklıydı.Pencerenin olduğu yerdeki sağ ve sol köşelerdeolmak üzere iki ranza vardı,yani oda dört kişilikti.Ayrıca bu oda dışında da mutfak olduğunu sandığı bir oda mevcuttu.Bütün bunların dışında, diğer yatakların sahipleri hakkında da bilgi verilmemişti.Umarım normal birileridir diye düşünüp bir iç geçirdi. “Yine karşılaştık.”Sesin geldiği yöne-kapıya-doğru döndü.Ses,Erica denen kızıl saçlı kızdan başkasına ait değildi.İşte yine şaşırtıcı bir durum daha diye düşündü Fatih. O anda Erica kendini sağ taraftaki yatağa bıraktı. “Senin ne işin var burda?”diye sordu Fatih “Ee burada kalıyorum” “Burada…kalıyorsun?” Ne kadar modern olunursa olunsun bir erkekle bir kızın aynı dairede kalması edepsizlikten başka bir şey değildi.Tamam,Fatih kendine güveniyordu,zaten sorunda oydu.Kendine güveni vardı ama böyle bir durumu hiçbir şey olmamış gibi karşılayan Erica’ya güveni yoktu.Diğer sorunsa Şu insanı kendine çeken ve afallamasına neden olan olağanüstü güzelliğiydi.İnsanı kendine bağlayan bir güzellik… “Hımm…hala çok güzel kokuyorsun,Fatih” “Şey…sağol”Dediği anda Erica önünde belirdi.Fatih’se korkudan bir iki adım geriledi.Daha az önce yatağında olan birisi nasıl olurda bir anda kitaplarını koyacağı rafla arasına girebilirdi.Bu okul veya bir şeyler normal değildi.Bunu söylemek için 200 IQ derecesindeki bir dahi olmaya gerek yoktu. Erica,Fatih’in üzerine doğru yürümeye başlamıştı.Fatih’te geri geri gitmeye.Ta ki pencereye kadar…Pencereye dayandığında ne yapacağını bilememişti. “Erica böyle üzerime gelmen…beni korkutuyo-” daha lafını bitiremeden Erica,üzerine atıldı.Ona sanki sıkı dostlarmış gibi sarıldı.Başını da omzuna koydu.Koymasıyla birlikte Fatih,bir acı hissetmeye başladı.Acı,sanki vücudunun heryerine iğne batırıp çıkarıyorlarmış gibiydi.Ayrıca gücünün ve enerjisinin ondan uzaklaştığını da hissediyordu.Acının giderek artması nedeniyle hemen yüzünü yana çevirdi. Erica’nın mavi gözlerinin insanı içine çeken berraklığı kaybolmuş,kıpkırmızı hırçın bir hal almıştı.Ayrıca dişlerini Fatih’in sağ omzuna batırmış,kan içiyor gibi bir hali vardı. Fatih ne olduğunu anlayamıyordu ki zaten Londra’ya geldiğinden beride anlayamamıştı.Fakat şuanda anladığı tek birşey vardı:Ölüyordu… Biraz kıpraşmaya başladı ve onu saran kerpeten gibi kollardan kurtulmaya çalıştı.Bu boşa zaman kaybından başka birşey değildi.O kollar sanki beline bağlanmış bir kelepçeydi! Böyle devam ederse ölecegim…Evet,kesinlikle ölecegim.Ölmekle bir problemim yok ama…ölmek istemiyorum! O anda Fatih’in üzerinde sarı bir ışık belirdi ve Erica bir kaç adım geriledi.Üzerindeki kıyafetin göğüs bölgesi ve birazda kol tarafları yanmıştı.Erica yurdun heryerinden duyulabilecek kadar yüksek sesli bir çığlık attı.Bir sağa bir sola yalpalayıp yere yığıldı.Fatih’se durumun şokunu üzerinden atmak için kafasına bir kaç kere salladı ve ölmediği için şükretti.Sonra da bayılan Erica’nın yanına kadar gelip, oturdu. “Gerçekten canı yanmış olmalı.”dedi.Erica’yı biraz daha yakından izlemeye başladı.Erica’nın göğüs ve kol kısmının kıyafeti delinmiş hatta kol ve göğüs kısmının derisi, simsiyah olmuştu.Bu yanıklar en az üç ay geçmez diye kendince tahmin yürüttü. Yerde yatan ve hala baygın olan Erica’yı kollarına alıp sağ taraftaki yatağa attı.Üzerinede bir örtü örttü.Sonrada valizine koymuş olduğu yara bandından koparıp boynunda,diş izlerinin bulunduğu yere yapıştırdı.Ardındansa kendini yatağa attı. “Ne gündü!” dedi kendi kendine.”Neredeyse ölüyordum” İlk önce aptal bir adamla tanışmıştı.Sonra çok güzel ve az önce kendisinin kanını emen ve vampir olduğunu iddiaa eden bir kızla tanışmıştı.Ardındansa öğrencilerine mitolojik tür adları takan öğretmen ve normal bir şeymiş gibi kendini tanıtan öğrencilerle tanışmıştı.Bunlar bir gün için fazlaydı hemde oldukça fazla…Bunları düşünürken kaybettiği enerjinin ve kanında etkisiyle uyuya kaldı. “Hadi…uyan Fatih!”Fatih gözlerini açmaya başladı.Gözlerini açarken bir yandan da sağ eliyle gözlerini ovuşturmaya devam etti.Gözlerini açtığında karşısın da Erica’yı gördü.Karşısında derken tam karşısında,Fatih’e ait olan yataktaydı.Yani Fatih’in tam yanında… “Sen…ne arıyorsun benim yatağımda?”Derken dünkü olanları hatırlayıp,panikle yataktan düştü.Eline yatağın yanındaki ufak çaplı bir sopayı aldı.,“Yine kanımı mı emeceksin!Seni satanist…” “Satanist?”Erica gülmeye başlamıştı.Bir yandanda yataktan doğrulmaya ve eliyle yastığı destek olarak kullanmaya başlamıştı.,“Vampir demeni tercih ederim.Hem bir vampirin doğasında vardır kan içmek…Gerçi sen beni yakıp ,engelledinde neyse.” “Seni yaktım mı?” “Evet,yaktın.Halbuki bu benim ilk seferimdi.Bunun sorumluluğunu almalısın”Fatih elindeki sopayı yere bıraktı ve elini kendi saçında gezdirmeye başladı.Bu Fatih’in ne yapacağını bilemediği zamanlarda yaptığı bir alışkanlıktı.Şimdiye kadar ne vampirlere ne de diğer mitolojik canavarların olduğuna inanmıştı. Hatta geçen sene bir arkadaşı alacakaranlık serisini okuyup vampirler gerçek diye tutturunca,sinirlenmiş ve gerçek olmadığını belirtmek için on sayfalık bir makale yazmıştı. Ne günlerdi ama! “Hadi…acele et,geç kalacağız.” “Yavaş olduğum için kusuruma bakma.Belkide bir vampir dün gece kanımı emdiği içindir!”diye sitem etti Fatih. “Kin tutmak hoş bir şey değildir.” “Ne demezsin!”dedi ve tuvalete gidip,dünkü olay olmadan önce ailesi tarafından gönderilen üniformayı giydi.Üniformayı giydiğinde daha önce farkedemediği ceketin üst kısmında ki amblemi farketti.Amblemin üzerindeyse “Monster Academy” yazıyordu. Yurttan çıkıp okula doğru yürümeye başladılar.Fatih yurtta çıkana kadar sürekli ellerini gerdirmiş,gözlerini kısmış aralarda ise de kulaklarını tutmuştu.Çünkü farklı bir şeyler hissediyordu kendinde.Sanki bir şeyler değişmiş hatta gelişmiş gibiydi. Normalde duyamayacağı bir ses olan ikinci katın penceresinde bulunan iki kızın birbirine söylediklerini çok rahat duyuyordu.Ek olarak gözlerini diktiğinde okul kapısının yanındaki hizmetli kıyafetli bir kadının elinde tuttuğu tükenmez kalemin üzerinde yazan “made in Japan” yazısı çok rahat görüyordu. Bütün bunların nedeni vampir miydi yada o sarı ışık mıydı?diye düşünürken bunun bir faydasının olmayacağına kanaat getirip zihnini boşalttı.Sırada merak ettiği daha önemli bir şey vardı çünkü… “Ee…ilk derken neyi kastediyordun?” “İlk defa kan içtim yani.”Ağzını kapatarak esnedi,“Şimdiye kadar hep normal yemekler yemiştim.” “Demek normal yemeklerde yiyebiliyorsun” “Evet,gerçi senin kanını tercih ederim ama…”Fatih, bunu duyduğunda Erica’dan bir kaç adım geriden gelmeye ve arasındaki mesafeyi koruyup adımlarınıda yavaşlatmaya başladı,“Merak etme.O yediğim darbeden sonra iznin olmadan kanını emmem” “Gerçekten izin vereceğimi mi düşünüyorsun?” “Kim bilir?”derken sınıfın önüne gelmişlerdi bile.Dün olduğu gibi ders,çoktan başlamıştı.İçeri girip özür dilediler ve yerlerine oturdular. Öğretmen,Erica’yı tahtaya soruyu çözmesi için kaldırdı ve diğerlerinin duyamayacağı kadar kısık bir sesle kulağına fısıldayıp,“Türü neymiş?”diye sordu.Erica’da sorulan soruyu çözüp tebeşiri ona verirken,“Gerçekten bilmiyorum.Ama güçlü olduğu kesin”dedi ve sırasına geri oturdu.Diğer kimse konuştukları şeyleri duymamıştı ama Fatih,duymuştu.Bu yeni yeteneğinin bir sonucuydu galiba… Dört ders geçip öğle yemeğinin yenildiği zil çalmıştı.Fatih,çantasından Londra’ya gitmeden önce yolluk olarak annesinin hazırlamış olduğu kurabiyeleri çıkardı.Beyaz kurabiyeler…Fatih’in en sevdiği kurabiye çeşidiydi. Erica,“Hadi Fatih,birlikte yiyelim.”dedi ve elinden tutup süreklemeye başladı,çatıya kadar… Çatının üstü açıktı.Kenarlarında yarım metre kadar bir duvar ve üzerinede bir metre kadar tel örülmüştü.Erica elinde bulunan iki kutuyu yere bıraktı.Kutuların kapaklarını açtı.Kutularda bölmeler ve bu bölmelerde de çok çeşitli yemekler bulunuyordu.Fatih’se elindeki kurabiye kutusunu yere bırakıp,açtı. “Biraz erken kalkıp bunları hazırladım.İkimiz için…” “Yok…sağol.Eminim hepsi zehirlidir.”Sesi tehtidkar çıkmıştı Fatih’in. “Dediğim gibi sana zarar vermek istememiştim.”Yüzüne muzip bir ifade kondurdu.Sonra da pişman olmuş bir suçlu gibi başını öne eğdi,“Sadece özür dilemek istiyorum.” Fatih,ne demesi gerektiğini bilmiyordu yada ne yapması gerektiğini…Dün olan olayın şokunu hala üzerinden atamamıştı.Kolay kolay da atamayacağını çok iyi biliyordu.Dün nerdeyse kendisini öldürmeye çalışan biri şimdi gelmiş, özür diliyordu.Olacak iş değildi bu.Tüm bu sorun ve sıkıntılara rağmen şuanda kendisini rahatsız hissetmiyordu.Neden acaba diye düşündü.Erica’nın insanı etkileyen masum güzelliği mi yoksa dünkü yayılan sarı ışığın onu yeniden kurtabileceğine olan inancı mıydı? “Yemeyecek misin?”Dudaklarını büzdü ve ağlamaklı bir yüz haline büründü.Ayrıca dudaklarını ağlayan bir kız gibi titretmişti. “Elbette yemeyeceğim.” O anda Erica dizlerinin üzerinde Fatih’e yaklaşmaya başladı.Fatih’se geri geri çekilmeye ve ona inandığı için kendisini aptalmış gibi hissetmeye başladı.Bu böyle çatının arka tarafında kalan duvara kadar devam etti.Eyvah!diye düşündü Fatih.Yine kapana kısılmıştı.Erica biraz daha yaklaştı.Yüzüne bakıyordu.Biraz daha yaklaşınca dudakları arasında bir karışlık mesafe kalmıştı.Hatta Fatih,Erica’nın nefes alış verişlerini bile hissetmeye başlamıştı. Bu kadar yakınlaşması yüzünden yüzü kızaran Fatih,Erica’yı daha yakından incelemeye başladı.Erica’nın yüzü kıpkırmızı olmuştu.Solgun teni bunu hemen belli ediyordu zaten.Bu gözleri içinde geçerliydi, kırmızın hafif bir tonu vardı gözlerinde.Dünkü kırmızılık gibi hırçın durmamasına rağmen yine de oldukça tehtidkardı,gözleri. “Fatih,seni istiyorum…” “Şey…tadım oldukça kötüdür.”İçinden bildiği her türlü duayı ediyordu.Ayrıca bu durumdan nasıl kurtulabilirim diye de düşünüyordu.Kurtulmasının tek yolu dünkü sarı ışığın yeniden ortaya çıkmasıydı fakat Fatih hernedense Erica’yı yeniden o halde-bazı yerlerinin simsiyah olduğu hali- görmek istemiyordu.Erica’nın acı çekmesini istemiyordu.Ama bir plan yapmazsa da kendisinin ölmesi içten bile değildi. Ne yapabilirim acaba?Ne yapmalıyım?Eğer gücüm olarak tabir edebileceğim o şeyi kullanırsam:Erica yanar.Fakat gücümü ya yakmak için değilde üzerimden atmakta bir enerji kaynağı olarak kullanırsam.Sadece atacağım yumruk için bir destek… Başka çaresi de yoktu.İçindeki enerjiye yoğunlamak için gözlerini kapattı.Zaten sabah,kalktığından beri hissettiği bir şeydi bu.Sonunda hissedecek kadar yoğunlaşınca sağ eline aktarmak için yoğunlaşmaya devam etti.Bu arada Erica’nın yüzü de iyice yaklaşmıştı kendisine,ayrıca da gözleri yine o hınç dolu rengi tam anlamıyla almıştı dünkü gibi… Hissettiği herşeyi sağ eline aktarmaya uğraşmış ve sağ eli biraz sızlayınca da Erica’nın alnının ortasını kendisine hedef bellemişti.Sağ elinin işaret parmağıyla Erica’nın alnına bir kere vurdu.Tahminine göre bunun onu baya bir uzağa fırlatması gerekiyordu ki zaten öyle de oldu.Erica,çatıya geldikleri kapının yanındaki duvara yapışmıştı.Sonra da yüzünü tutmaya başlamış aynı dün geceki gibi bir sağa bir sola yalpalamaya başlamıştı. İşte yine aynı şey oldu diye düşündü Fatih.Yine içindeki enerji, Erica’yı yakmış ve acı çekmesine neden olmuştu.Ayrıca yüzünün kar beyazı,solgun halini de simsiyah bir karanlığa sürüklemişti.“Galiba…”dedi kendi kendine,“Bu güç,düşündüğüm sınırları bile aşacak.”Üzülmesine rağmen gülümsedi. Aradan bir saat geçmesine rağmen Erica hala uyanmamıştı.Yüzü ise eski solgun halini alalı çok olmuştu.Ne müthiş bir iyileşme gücü diye düşündü Fatih.Yanmadan dolayı simsiyah olan derinin tamamının eski solgun halini alması sadece yarım saatte gerçekleşmişti.Bu,gerçekten inanılmazdı.Çok hızlı etki eden bir ilaç gibi… “Ben…nerdeyim?”Erica sonunda gözlerini açmıştı ve etrafına dik dik bakmaya başlamıştı.Sonunda Fatih’i farkedince duraksadı,“Bana vurdun değil mi?Hiçte centilmence değil.Hımpf!” “Bunu senden duymak istemiyorum!” “Senin suçun bu!Kanın çok lezzetli ve ayrıca eğer ölmezsen…kem…yani…şey…Boşver”deyip Başını önüne eğdi. “Umrumda mı sanıyorsun?”Fatih korksada yerde oturan Erica’ya kalkması için elini uzattı,Erica’sa bu eli hiç düşünmeden tutup kalktı.Ayrıca yüzüne de yapmacık bir gülümseme yerleştirdi. “Teşekkürler.Bu yaptığın iyiliğe karşı,merak ettiğin bir kaç şeyi sorabilirsin.” Fatih düşünmeye başladı.Bilmek istediği o kadar çok şey vardı ki. Vampirler hayır bu yer ve içindeki herşey hakkında,kendisinin neden buraya süreklendiği hakkında,en önemlisi de o sarı ışığın neden kendisinde oluşu ve etkisinin büyüklüğü hakkında…Ki bu sorulardanda en az yüz tane daha soru çıkarılabilirdi. “Ya da şöyle yapalım.Tek soru hakkın olsun.”Yüzüne az öncekine benzer ama daha doğal görünen bir gülümseme yayıldı.“Tabi kanını verirsen iş değişir.” “Haha,çok komiksin”dedi Fatih ve duraksadı, aklına Erica’nın az önce söylediği ,sen benim ilkimsin,sözü gelmişti..Bundan daha iyi bir soru olamazdı.“O zaman işte soru:Neden şimdiye kadar kan içmedin? Ve kanıma neden bu kadar ilgilisin? ” “İki soru etti,neyse.”Yüzüne muzip bir ifade yerleştirdi.“Şimdiye kadar hiç kan içmedim çünkü bu bana biraz iğrenç geliyordu.Hemde şey de var.Kurallar…İkinci soruya gelirsek nedenini bende bilmiyorum.Ama merak etmiyor da değilim.” “Hadi sınıfa gidelim” “Ama hala açım”Yüzünü somurttu.Fatih’se buna aldırmadan boş kurabiye kutusunu yerden aldı ve kapıya ilerleyip, kapıyı açtı,“Geliyor musun yoksa gelmiyor musun?”dedi.Erica’da getirdiği kutuları aceleyle topladı.Fatih’e sert bir bakış atıp,“Bunlar bozulursa günahı tamamen senin”dedi.Ardından da sınıfa ilerlemeye başladılar. “Evet,efendim.Kardeşiniz hala yaşıyor.” “Öyle mi?”Yağmur kahkahayı bastı.Karşısındaki Sora’ysa öne eğmiş,siz kazandınız der gibi yere bakıyordu.Yağmur bunu farketti.Ah şu hizmetkarlar!diye düşünüp derin bir iç çekti.Oturduğu koltukta kalktı ve Sora’nın yanına geldi. “Ee…noldu dün gece?” “B-Bilmiyorum,efendim” “Kimi kandırıyorsun sen!”Yağmur’un sesi yüksek ve otoriter çıkmıştı.Odadaki koltuklar ve masadaki tabak çanak,herşey duvara yapışmıştı.Sanki içeride hortum olmuş gibiydi.Sora’da bundan nasibini almış,dış kapıya doğru savrulmuştu.Bozuntuya vermeden yerden kalktı Sora.Başı hala önündeydi. “Ş-Şey…efendim”Bir kaç kere öksürüp boğazını temizledi,“Sadece bir ışık gördüm,sonra da vampirin yerde olduğunu…” “He,şöyle.Nasıl bir ışıkmış bu?” Sora aniden ağlamaya başladı.Yağmur ilk kez Sora’nın böyle ağladığını görüyordu.Bu onu hem meraklandırmış hemde endişelendirmişti. “Hatırlayamıyorum.Bir ışık gördüğümü hatırlıyorum fakat ne rengi ne de… başka özelliği hakkında hiç bir bilgim yok.S-Sanki gördüm ve göremedim.”Sağ eli titremeye ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Sora.“H-H-Hatırlamaya çalışınca korkuyorum,titriyorum ve ağlıyorum”dedi ve arkasındaki kapıyı açıp,hızla odadan ayrıldı. Bu da neydi böyle?diye düşündü Yağmur.O anda içeriye Alexis girdi.Sora’nın durumunu görmüş,koşa koşa Yağmur’un odasına gelmişti. “Ne işin var burda?Seni çağırdımı hatırlamıyorum.” “Sora,niye bu halde”dedi ve soluk alışverişinin eski haline dönmesini bekledi,“Aynı dünkü gibi…” Yağmur, aceleyle Alexis’in yanına geldi ve şaşırmış bir ses tonuyla,“Aynı dünkü gibi derken neyi kastetdin.”dedi. “Dün gece de Sora böyleydi.Ağlıyor,titriyor ayrıca da bir şeyler sayıklıyordu.” “Sayıklamaktan kastın nedir?” “Uykusunda yanıyorum ve sarı ışık gibi şeyler sayıklıyordu.” Sarı ışık mı? Bu da neyin nesi?diye düşündü Yağmur.Onun özel gücünün bir yansıması mıydı.Ya da özel gücünün gerçek hali miydi?İki seçenekte olabilirdi ki Sora’nın haline bakılırsa güçlü olduğu kesindi.“Neyse diye mırıldandı Yağmur kendi kendine.Sonra da Alexis’e döndü. “Sana son bir sorum var”dedi.Ses tonu oldukça tedtidkardı. “Buyrun,leydim”dedi Alexis. “Gece’nin bir saatinde Sora’nın odasında ne yapıyordun?” Alexis soruyu duyunca başını öne eğdi,sonraysa boncuk boncuk terlemeye başladı.“Şey…yani…şey işte canım.”Alexis ne diyeceğini bilemiyordu.Biri gelsin veya bişi olsunda kurtulayım diye dua etmeye başladı.O anda biri kapıyı çalıp içeri girdi. “Ben posta kulübündenim.Size mektup var”dedi ve mektubu Yağmur’a verdiği gibi odadan ayrıldı.Yağmur’sa mektubu incelemeye başladı.Alexis’e dönüp,“Gidebilirsin…fakat bir daha böyle sapıkça şeyler yapma.” “Hayır…şey…sadece izliyordum.”dediş ve hızla odadan ayrıldı Alexis. Yağmur’da elindeki mektubu incelemeye devam etti.Mektubun arkasında babasının kullandığı kurt figürlü mühür vardı.Ne zevksizce bir mühür diye düşündü Yağmur.Yine de dayanamayıp mektubu açtı. Sevgili kızım Yağmur Biliyorsun ki iki hafta sonra veli toplantısı var.Bu vesileyle hem ‘Monster Academy’sinin şuanki durumunu,orda bulunan canavarları,senin hizmetkarlarının gücünü ve kardeşinin şu iki haftada ne kadar geliştiğini kontrol etmek istiyorum.He doğru ya annende geliyor.Bunu yazmamın sebebine gelirsek;Fatih’i bu iki hafta içinde çok fazla zor duruma düşürmeni,potansiyelinin açığa çıkmasını sağlamanı istiyorum.Ölmesini umursama!Ölürse zaten ailemize yakışmıyor demektir.Yani senden sadece abinin sana yaptığını Fatih’e yapmanı bekliyoruz.Bol şanslar! Baban “Hımm…Acaba ilk ne yapsam”Gülmeye başladı. 3.BÖLÜM 3.BÖLÜM “Fatih,Fatih…Fatih!”Fatih yüzünü ona seslenen öğretmene döndü.Öğretmen sinirden kıpkırmızı kesilmiş,eli ayağı titrer bir vaziyete gelmişti.“Dersimde uyuma!” Söylemesi kolay! Fatih,geçen üç ders boyunca yurttaki durumundan kurtulma yollarını aramış,elindeyse sadece düşünürken harcadığı boşa giden zamanlar kalmıştı.Şimdiyse son derse gelinmiş,yani düşünecek zamanı kalmamıştı.Hemen bir şeyler bulmazsa bu gece bir vampirin akşam yemeği olması içten bile değildi.Buna rağmen öğretmen geliyor ve Fatih’i azalıyordu.Sanki suç Fatih’inmiş gibi… “Şey…efendim.O biraz hasta da.”Konuşan Erica’ydı.Başını öne eğmiş ve iki eliyle yüzünü kapatmıştı.Sanki bir şeye üzülmüş gibi duruyordu.“Dün gece pencereyi açık bıraktım ve kapatmayı da unutmuşum.Yani hasta olması benim hatam.”Ağlıyormuş gibi hıçkırmaya başladı. Ne güzel bir oyunculuk örneği.Daha dün beni ham yapmaya çalışmasa 200 IQ’lu olan ben bile inanırım.Melek yüzlü şeytan seni! Öğretmende sanki ağlıyormuş gibi gömleğinin cebinden çıkardığı bir bezle gözlerini silmeye başladı.“Kıyamam ben sana.Kendini suçlu mu hissediyorsun yoksa?” “Evet”dedi Erica ağlamaklı bir ses tonuyla. Fatih’se bu güzel oyunculuk ve öğretmenin fırsatçılığıyla,bu durumdan en güzel şekilde faydalanma gayretini soluksuz izliyordu.İzlemeye değer bir durumdu çünkü. Bu durum bir süre daha devam etti.En sonunda öğretmen,daha ne kadar faydalanabilirim bu durumdan diye düşünmüş olacak ki hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.“İşte”dedi kendi kendi Fatih,“Dersten kurtulmanın yolunu buldum.” “Öğretmenim size daha fazla üzmeden revire uğrayayım” “Elbette”dedi öğretmen zorla.Fatih’se çantasını çoktan toplamış,ve kapıya varmıştı bile.Tam kapıyı açaçaktı ki arkasından gelen birinin ayak sesini işitti.Zaten duyu organlarındaki gelişme en ufak sesi bile farkediyordu.Arkasına baktığında şeytanı gördü.Gelen Erica’dan başkası değildi! “Öğretmenim bende yardım edeyim”Sesi hala ağlamaklı çıkıyordu.“Hasta birini yalnız göndermek olmaz.” Fatih,düşünmeden yaptığı bu iş yüzünden kendisine lanet okudu.Eğer öğretmen izin verirse Erica’yla yalnız kalması içten bile değildi.O yalnızlık anında da Erica’nın boş durmayacağı belliydi.Fatih,geçen iki seferde bunu çok iyi anlamıştı. “Tabi,doğru söylüyorsun.Onunla git sende”Bunu duyan Erica hemen Fatih’in koluna girdi.Erica’nın yüz ifadesi hala ağlamaklıydı fakat Fatih onun içten içten güldüğüne bahse girebilirdi. Her ikiside sınıfı yavaş adımlarla terkettiler.Sınıftan ayrıldıkları anda Fatih,Erica’nın kolundan kendi kolunu kurtardı.Sonra da onu suçlarcasına ona baktı. “B-Bunu n-neden y-y-yaptın”diye kekeledi Fatih. Erica’nın o güzel ve büyüleyici yüzünün yanında birde ağalamaklı ifadesi onu daha da çekici yapmıştı.Karşı koymak neredeyse imkansızdı.İşte bir vampirin avına yaklaşma şekli! diye düşündü Fatih.Sınıftan çıkmalarına ve oyunlarının tutmasına rağmen hüzünlü ifadesi devam ediyordu Erica’nın. “Ee…h-hala neden bu h-h-haldesin?” Erica,bu soruyu bekliyormuşcasına dudaklarını büzdü ve Fatih’e biraz daha yaklaştı.Ve aniden koluna girdi.Ardındansa gülmeye başladı,“Hadi ama.Oyunculuğumdan etkilenmediğini söyleme bana” Fatih,başını başka bir tarafa döndürdü.Yüzü kızarmıştı ve bunun Erica tarafından görülmesini istemiyordu. “Zaten tek yeteneğinde o.Milleti güzelliğinle kandırıp duygularıyla kendine bir oyun sahnesi oluşturmak.Kim bilir kaç kişiye zarar verdin bu yolla…” Erica,Fatih’in kolunu bıraktı.Arkasını dönüp gitmeye başladı.Biraz sonrada gözden kayboldu.Fatih,onu gözden kaybolana kadar izlemişti.“Acaba çok mu ağır şeyler söyledim ona?”dedi kendi kendine Fatih.Sonra da herneyse diye düşünüp omuz silkti.Böyle şeylere ayıracak vakti yoktu. “Efendim,istediğiniz belgeleri getirdim.” “Tamam.Sora şimdi çıkabilirsin.”dedi Yağmur.Fakat Sora bir milim bile kıpırdamadı.“Çıkabilirsin dedim!” Sora hızla arkasını döndü ve kapıya yavaş adımlarla yürümeye başladı ki normalde hızla çıkardı bu odadan.Yağmur’da bir tuhaflık olduğunu sezdi. “Noldu? Bir sorun mu var?”Yağmur’un dediğini duyduğunda duraksadı Sora. “Neden okul ve çevresindeki tehlikeli canavarlar hakkında bilgi istediniz anlamadım.”Hala Yağmur’a arkası dönüktü. Yağmur elindeki bir tomar kağıdı masanın üzerine bırakıp Sora’nın yanına doğru yürüdü.Ona arkadan sarıldı ve kulağına eğilip,“Aptal kardeşimin başına aptalca sorunlar açmak istiyorum”dedi. Sora,Yağmur’un kendisine bu kadar yakınlaşması hatta kimselerin olmadığı bir oda da kulağına fısıldaması nedeniyle tedirgin oldu.Yine de bozuntuya vermeden kendini Yağmur’un kollarından kurtardı ve hızla odadan ayrıldı.Yağmur,Sora odadan çıktıktan sonra masadaki bir pilot kalemi duvara fırlattı. “Kendi hizmetkarlarıma hesap veriyorum.Lanet olsun! “dedi kendi kendine.Ses tonu oldukça tehtidkardı.Sonraysa omuz silkip evrakları incelemeye koyuldu. Evraklara göre okulda birkaç belalı canavar, birde uğraşılmayacak derece güçlü ultra belalı bir canavar mevcuttu. Okul çevresinin yakınlarında katil canavarlar görülmüştü. Mevcudu tahmini üç ila beş kişi arasındaydı.İlk sınav için mükemmel bir seçimdi. “Alexis.Çık ortaya” “Demek yine fark ettin”dedi ve kendini en yakındaki koltuğa attı.“Ee…ne istemiştin” Yağmur,katillerle ilgili olan evrağı Alexis’e uzattı.Sonra da eliyle okuması için işaret edip sonuna kadar okumasını bekledi.Alexis’in gözleri okudukça açılıyordu ki son sayfasına geldiğinde gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Sakın…söyleme”Yutkundu. “Nedense hala buralarda olduklarını hissediyorum.Git bir araştır çevreyi.”donuk bir sesle söylemişti. “Peki benden isteğin nedir”Gözleri hala faltaşı gibi açıktı“Hepsini öldürüp kahraman olmamı mı?” “Hayır,senden yerlerini bulmanı ve kardeşimi onların olduğu yere götürüp,sıvışmanı istiyorum.” Alexis şaşırmıştı.Evet,Yağmur gaddardı ama…Bu onun öz be kardeşiydi nasıl böyle bir şeyi bu kadar kolay söyleyebilirdi.Ayrıca böyle bir şey derken nasıl hala soğukkanlı durabilirdi? Belki de ona aşık olmamın nedeni bu gaddarca tavırlarıdır diye düşündü ve o anda bu düşünceyi kafasından attı.Eğer ona aşık olduğunu bilseydi,Yağmur kendisini öldürürdü. “Sanırım,tek seçeneğim bu.”Kendini gülmeye zorladı. “Eskiden beri seçeğin varmıydı ki zaten.”Dedi yağmur yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirerek,“Ve gelecekte de olacağını sanmıyorum.” Alexis başını öne eğdi ve ayağa kalktı.Bir an Yağmur’un yüzüne şaka mı yapıyor acaba?diye baktı ama yüz ifadesi aynıydı.Bu da şaka yapmadığının göstergesiydi.Geleceği için endişelensede yavaş adımlarla odadan çıktı. Saat gecenin dokuzu olmuştu ki bu da herkesin yurttaki odasına çıkması gereken en son saatti. Fatih,odaya girerken iç çekti.Geceyi bir vampirle geçirme düşüncesi onu,bütün gün yiyip bitirmişti.Ve muhtemelen birazdan bu deyimin gerçek anlamını öğrenecekti.Bunun olmaması için dua etti Fatih. Odaya girdiğinde burnuna güzel yemek kokuları gelmeye başladı.Sanki bu annesinin yaptığı yemeklerin kokularına benziyordu.Belki de annesi bu cehenneme sırf onun için gelmişti.Hemen bir ümitle odadaki küçük mutfağa koştu.Karşısındakiyse önlük takmış ve yemek yapmakla meşgul olan Erica duruyordu. Erica,Fatih’in odaya girdiğini hissedince hafif irkilmiş numarası yaptı.Sanki geldiğini yeni fark ediyormuşçasına.Aslında koridorda Fatih’in kokusunu aldığından beri geldiğinden haberdardı. Elini bir beze sildi ve arkasını döndü. “Hoş geldin, kocacığım.”dedi tatlı bir sesle. “Hoşbul-Ne!?”Başını anlamamış gibi iki ana salladı.“Ne dedin,anlamadım.” “Hoş geldin, kocacığım dedim.”Üzerindeki önlüğü de çıkarıp Fatih’e yaklaştı.“Tuhaf mı yoksa?” “Yo,değil.Yoldan geçen herkese kocacığım diyebilirsin.”dediği gibi odada çıktı.Delicesine kapının üzerindeki ve elindeki anahtarın üzerindeki numarayı kontrol etmeye başladı.Bir süre daha devam ettikten sonra,“Salak gibi ne yapıyorum?” dedi kendi kendine.Ardındansa beyaz, paslı kapının kulbunu çevirip içeri girdi. Odanın ortasına iki sandalye ve bir masa yerleştirilmişti. Masanın üzerinde pembe bir örtü, örtününde üstündeyse iki tabak, iki kaşık ve iki çatal yerleştirilmişti. “Hadi otur.Senin için yemek yaptım.”Gülümsedi.“Hadisene,ko-ca-cı-ğım…” Hiç itiraz etmeden sandalyeye oturdu Fatih.Hem şaşırmış hem de alaya alındığını düşünerek kızmıştı. Bu kızın derdi ne böyle? “Şu şakaya bir son verir misin?”Yüzünü buruşturdu.“Abarttın ama…” “Şaka mı dedin?”dedi yemekleri koyarken,“Şaka yaptığımı da kim söyledi” O anda kapı çaldı.Fatih elindeki kaşığı masaya bırakıp,Erica’ya doğru şaka mı yapıyor der gibi baktı.Sonra da omuz silkip masadan kalktı. Kapıyı açtığında şimdiye kadar hiç görmediği biri duruyordu karşısında.Kapıdaki siyah saçlı,siyah gözlü ve orta boylarda biriydi. Fatih birkaç adım geriledi.Bu da kendisine zarar verecek bir canavar olabilirdi ki canavarlarla dolu bir okulda tek insan olarak bu davranışının normal olduğunu düşündü.Sonraysa normal bir insanın yapamayacağı bir şey yaptığını,bir vampiri yaktığını anımsayıp normal kelimesini aklından sildi. Fatih’in kapıyı açınca gerileyip bir tür savunma pozisyonu aldığını gören çocuk,elleriyle sorun yok der gibi işaret yaptı.Bunu gören Fatih,biraz rahatladı fakat yine de araya biraz mesafe koydu. “Ben Alexis ANDRO”dedi ve karşısındakini inceleme başladı.Fakat biraz şaşırdı.Karşısındakinin Yağmur’un kardeşi olmasına rağmen o ezici baskı ve enerjiyi ondan hissedememesi Alexis’i şaşırttı.Bu çocuk gerçekten güçlü müydü?Hemen bu soruyu aklından çıkardı.Sonuçta hiç ağladığını görmediği duygusuz Sora’yı ağlatabilmişti. “Ama siz bana Alexis diye seslenebilirsiniz.” “Evet bende Fatih BOZKURT” Alexis bu soyadını duyunca biraz irkildi.İki yıldır sürekli bu soyadını duymuş olsada hala korkmasına veya tedirgin olmasına neden oluyordu bu soyadı. “Neden geldiniz,bir şey mi oldu?” “Evet.Şey…Benle gelmeniz gerek.” Fatih,gecenin bir yarısı gelipte onunla gelmesini isteyen bu yabancıyı süzmeye başladı.Bu kadar önemli olan neydi ki gecenin bir yarısı onu çağırıyordu.Hem bu şüpheli tavırlar da neyin nesiydi? “Öğrenci konseyinden bir emir de denebilir,aslında.” O ana kadar yemek yemekle meşgul olan Erica, ‘Öğrenci Konseyi’ lafını duyunca yerinden fırladı ve bağırdı.“Öğrenci konseyi mi!”Hafifçe öksürdü. “Öğrenci konseyi ne oluyor?”Fatih şaşkınlık içerisindeydi. “Okul yönetiminde söz sahibi üç gruptan biri…” “Sakın öğrencilerden oluştuğunu söylemeyin bana” “Evet.Ve başkanları da-” O anda Alexis dikkat çekmek için birkaç kez öksürdü.Sonra da ellerini birbirine çırpıp dikkatlerini üzerine çekti. “Zamanım kısıtlı.Lütfen beni takip edin.”Parmağıyla Fatih’i gösterdi.Fatih’se arkasına baktı ve tekrar önüne dönüp,“Ben mi?”dedi. “Evet” Erica,“Ya ben?” dedi.Ses tonu, lafının kesilmesi ve görmezden gelinmesine karşı duyduğu rahatsızlığı açıkça belli ediyordu. Bunun üzerine Alexis derin bir çekti ve başını eğip,“Sana gerek yok.”dedi. “Karısı olarak, bu benim görevim.” Fatih, bunu duyduğunda yumruğunu biraz sıktı.İçinden hala bu espriyi mi yapıyorsun? dedi ve arkasına sert bir bakış attı.Etkisi olmadığını anlayınca da derin bir of çekti. Laf dalaşına girmeye vakti olmayan Alexis’se omuz silkip,boğazını temizledi.Ardından da“Herneyse,ikinizde gelin o zaman.”dedi ve eliyle beni takip edin işareti yaptı.Fatih,hiç düşünmeden yeni tanıştığı ve tehlikeli olup olmadığını bile bilmediği bu çocuğu takip etmeye başladı. İlk önce bulundukları yurttan sonraysa okul arazisinin en son kısmı olan okulun sürgülü büyük dış kapısından dışarı çıktılar.Okul arazisinin dışına çıkınca Fatih’i merakla karışık bir tedirginlik duygusu kapladı. En sonunda da merak duygusuna yenildi ve yavaşladı.Bunu fark eden Alexis Ne var? der gibi arkasına baktı. Fatih, “Nereye gidiyoruz?” dedi.Alexis,hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti.Sadece beni takip et der gibi kolunu salladı. Sizi ölüme götürüyorum,diyemezdi çünkü.Bu durumda en iyi seçenek susmak ve hedefe sessizce ilerlemekti.Susmasının bir diğer nedeni de mahzen taraflarını incelerken ve suçluları bulmaya çalışırken,suçluların o pis ve öldürücü aurasını hissetmiş olmasıydı.Ses çıkarıpta gece gezisine çıkmış bir suçluya rastlamak istemiyordu Alexis. Fatih’se bu durumdan hiç memnun değildi.Canavarların kol gezdiği bir okulda ki ne kadar tehlikeli olduğunu bile bilmediği bir canavarı takip ediyordu.Belki de onu öldürecekti! Adımlarını biraz hızlandırdı ve Erica’yla aynı hizada yürümeye başladı.Ayrıca ona yalvaran bakışlarda atmaya başlamıştı.Erica’ysa bu bakışlara gülerek karşılık veriyor,ara ara Erkeksin değil mi?,diye kulağına fısıldıyordu. Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra Alexis, arkasını dönüp,“Sonunda,gelebildik.”dedi. Fatih,başını yukarı kaldırıp,etrafına bir bakış attı.Sağında ve solunda ağaçlar;her ağacın üstlerinde hem ses çıkaran hemde ışık saçan böcekler bulunmaktaydı.Yer yer kurt ulumaları da duyulmaktaydı.Önünde ise bir kulübe büyüklüğünde,duvarları taştan bir yapı görünmekteydi.Gerçekten küçük bir yermiş gibi duruyordu.Ta ki kapı açılana kadar… Kapı açıldığında aşağı doğru inen merdivenler gün yüzüne çıktı.Alexis merdivenlere doğru yürüyüp,arkasına elini salladı.Diğer deyişle,beni takip edin dedi.Az önceki gibi Alexis’i takip etmeye devam ettiler. Merdivenleri inerken göz gözü görmüyordu.Hatta Fatih,basamaklar arası boşlukları yaklaşık olarak hesaplamak zorunda kalmış ve Alexis’in basamakları iniş sesine göre kendini ayarlamak zorunda kalmıştı. Ne olur, şu merdivenler çabuk bitsin diye iç çekti Fatih. Ne oluuuur! Biraz süre daha devam ettikten sonra önündeki Alexis’in çıkardığı ses artık duyulamaz hale gelmişti.Bu da merdivenlerin sonu bittiğine işaretti.Bir basamak daha inince merdivenin sonuna ulaştı Fatih. İlk önce basamaklarda kayıp düşmediğine şükretti,sonraysa kendisine bunları yaşatan başta anne ve babası olmak üzere herkese lanet okudu. Alexis,“Şimdi…hızlı ve sessizce beni takip edin.”dedi.Sonra da tekrar arkasına dönerek Fatih’e doğru bir bakış atarak,“Sessizce diyorum,anlıyorsunuzdur umarım?”dedi.Fatih’se kendisine yapılan bu uyarıya bozuldu ama yine de kafasını aşağı yukarı salladı ve etrafa bir bakış attı. İlerlemeye ve dolambaçlı yolları bir bir geçmeye başladılar.Bu yer kasvetli,zifiri karanlık olmakla birlikte, ayrıca da labirent gibi bir düzende inşa edilmişti.Yani Alexis’i kaybederlerse geri dönüş yolunu bulmaları oldukça zordu.Bu yüzden hayatı buna bağlıymış gibi önündekini izliyordu Fatih. Nitekim bu çok uzun sürmedi.Bir süre sonra önündeki Alexis gözden kaybolmuş,zaten zorla duyulan ayak sesleriyse artık duyulamaz hale gelmişti.Bunun üzerine Fatih duraksadı,Erica’da bu ani durakmasa karşısında kendini durduramayıp Fatih’e çarptı. “Duracağın zaman en azından haber versen diyorum?”Oldukça sessiz konuşmuştu,“Neden durdun,peki?” “Onu gözden kaybettim” Erica kendi toparlayıp Fatih’n yanına geldi.Teselli verir gibi elini Fatih’in omzuna koydu ve“İlerde bir şeyler hissediyorum,hadi gidip bir göz atalım”dedi. Fatih omzundaki eli bir kenara iterek,“İçim çok rahatladı” dedi ve yürümeye devam etti“Yolu göster,hadi” Erica sessizce kıkırdadı.Ardından da fatih’in önüne geçerek yürümeye başladı.Hiçte hoş şeyler hissetmiyordu…. Biraz daha ilerleyince diğer koridorlara nazaran daha aydınlık bir koridora çıktılar.Koridorun iki yanında da her elli metrede bir yanan meşaleler bulunmaktaydı.Fatih ve Erica bu meşalelere aldırmadan koridorun sonundaki içeriden seslerin geldiği büyük bir kapının yanına kadar ilerlediler. “Napalım,girelim mi?”Erica gülmüştü. Buraya kadar gelinipte geri dönmek olur muydu? “Tamam”dedi Fatih yutkunarak“Girelim hadi…” Erica,kapıyı ittirdi.Kapı yüksek sesli bir gıcırtı ile açıldı.Ve ikisi de içeri girdiler. Oda kocaman,kasvetli ve rutubetli,ayrıca da yer yer kan lekelerinin olduğu bir odaydı.Odanın ortasında hala yanmakta olan bir ateş ve bu ateşin etrafına dizilmiş,izbandut gibi 4 adam vardı.Saçları siyah ve karışık,sakallarıysa uzun ve karmakarışıktı.Gözleri aç bir ayı gibi bakıyor,kendileriniyse bir av gibi süzüyordu. İki tarafta şaşkınlıktan bir an küçük dillerini yuttu.Sadece bakışıyor,birbirlerini süzüyorlardı.Fatih’se birkaç adım gerilemiş,Erica’da ondan çok farklı bir durumda değildi. “Bak,bak,bak…Kimler gelmiş”Aralarından biri oturduğu yerden kalktı.Sesi kalındı.Görünüşü diğer üçünden daha çok tarzanı andırıyordu.En azından Tarzan varsa içlerinde en çok bu adama benzerdi. “Kızı yakalayın.Diğerini…öldürün gitsin” Diğer üçüde yerinden kalktı.Fatih’in ve Erica’nın bulunduğu yere-kapıya doğru-koşmaya başladı. Erica hemen Fatih’in elinden tutup koşmaya çalıştı.Fakat bir sorun vardı.Fatih hareketsizdi.Sanki buz kesmişti.Korkudan gözleri faltaşı gibi açılmış,yerinden fırlayacak durumdaydı. “Fatih,Fatih,Fatihhhh!!!”Erica bağırınca Fatih kendine geldi.Hemen dönüp kaçmaya çalıştı ama aralarından biri ona saldırdı.Erica’da Fatih’in önüne geçip saldırıyı engelledi.O fırsatı değerlendiren Fatih odadan kaçtı.Tek başına… Fatih,koridorda delicesine koşuyor,uzaklaşabildiği kadar uzaklaşmak istiyordu.Yoksa ölecekti,bu kesindi. Bir süre daha koştuktan sonra bir kız çığlığı duymasıyla durması bir oldu.Bu çığlık Erica’dan başkasına ait değildi.İşte o zaman Fatih Erica’nın yanında olmadığını ve yakalandığını fark etti. “Şu kaçan elemanı da yakalayalım mı,patron?”dedi Fatih’e saldıran adam.Bu lafın ardından Erica’ya da yiyecekmiş gibi bakmaya başlamıştı. “Lüzumu yok.Burdan kurtulsa bile bizi ispiyonlayacak kadar cesur olduğunu sanmıyorum”Yüzüne pisçe bir gülümse yerleştirdi.“Ki buraya ilk gelişiyse vay haline.”Kahkayı bastı ve Erica’ya doğru döndü. Erica korkmasına rağmen yumruklarını havaya kaldırdı.Sonuçta kendisi safka bir vampirdi.Böyle nedüğü belirsiz birkaç canavara yem olamazdı.En azından öyle düşünüyordu. “Şu çocuk seni bize emanet etti gibi görünüyor”Yüzünü diğer üçüne doğru döndü.“Bizde emanete hıyanet olmaz,değil mi çocuklar?” Sesinde soru sorar bir ifadeden çok kendisinin tasdiklenmesini ister bir ifade vardı. “Öyle,patron” “Kesinlikle öyle” “Aynen,katılıyorum” Patronlarını tasdikleyip onun yüz ifadesine benzer bir yüz ifadesine büründüler.Pis bir gülüş…. Erica’ysa bu olanlar yüzünden iyicene korktu.Kendisine ne olacaktı şimdi? Aniden aklına bir fikir geldi. “S-siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?Sesi korktuğunu belli eder,titrek bir tonda çıkmıştı. “Kim olursan ol,önemli değil,”patron yine kahkahayı bastı.Erica’nın bu kaçamak cevapları onu oldukça eğlendiriyordu,anlaşılan. “B-ben Rose ailesinin prensesi Erica ROSE’um!!” Bir anlık gülüşmeler kesildi.Kimse böyle bir cevabı beklemiyordu.işte o zaman Erica bir çıkış yolu bulduğunu hissetti.Bunun üzerine gitmeye devam etmeliydi. “E-evet.Ben Rose ailesinin sonraki başı ve şuanki prensesi Erica ROSE’um” “Şansa bak.Demekki bir soyluyla karşı karşıyayız.Hemde azımsanmayacak bir soylu.”Yüzü yine eski haline döndü“O zaman bir soylu işkence edilirken nasıl bir ses çıkarıyormuş,görelim.Yakalayın!” Emri duyan üçü hemen Erica’nın üzerine çullandı.Erica çaresizce birkaç yumruk atma girişiminde bulunsa da yakalandı.Üç heriften biri Erica’nın elinin bağlayıp kapının yanında çiviye gidip astı.Sonra da ayağını bağladı. Erica direnmeye çalışsa da bunlar sadece üçlüyü daha fazla güldürmekten başka bir işe yaramadı.Patronsa eline bıçak alıp Erica’nın önüne geldi. “Bu bıçakla derini mi yüzsem,napsam?”demesiyle Erica’nın koluna koluna derin bir çizik attı.Erica’ysa bütün oda ve koridorlarda duyulabilecek bir çığlık attı. “Ahhhh!!” “Bu…bu Erica’nın çığlığı mıydı?” dedi kendi kendine Fatih.Ve bu soruyu da yine kendi cevapladı.“Tabi ki onundu.” Çığlıktan sonra etrafını daha bir dikkatle izlemeye başladı.Önünde sonu görünmeyen bir koridor uzanıyordu.Koridor merdivenlere göre biraz daha aydınlık olsa da hala önünü görmek epey zordu. Etrafına bir bakış daha atıp kimsenin gelmediğine emin olduktan sonra yanındaki duvara sırtını yasladı.Nasıl olmuştu da bütün bu kötü şeyler başına gelmişti?Neden başına gelmişti?Fatih,bu tür soruların kendisine hiçbir fayda sağlamayacağını anlayıp,bu soruları aklından uzaklaştırdı.Şu an tek bir soru önemliydi oda: “Ne yapacağıydı.” Önünde üç seçeneği vardı: -Buraya uzanıp,hiçbir şeyi umursamamak ve çürüyüp yok olmak. -Hayatta kalmak için bu labirent gibi yerde yürüyüp yolu bulmaya çalışmak.Sonunda bulamazsa açlık ve susuzluktan ölmek ve çürüyüp gitmek -Haydutların karşısına çıkıp erkekçe dövüşmek ve sonunda ölmek. Fatih,tek seçenek ölmekse neden yaşamak için niye çaba harcayayım ki diye düşündü ve gözlerini kapattı.Şu son iki gün içerisinde en huzurlu anıydı bu an. “Ne ironik.”dedi kendi kendine,“ölüme en yakın olduğum bu anın iki gündür en huzurlu anım olması…” Sakinleştiğini hissediyordu Fatih.Yeniden gözlerini açtı.Karanlığa bir bakış attı.Sanki ölüme ‘gel ve beni al’ diyordu.Artık bu dünyayı ve hiçbir şeyi umursamıyordu.Ne annesini,babasını,kardeşini,abisini,ablasını ne de dünyevi hiçbir şeyi…Evet şuanda onun için hiçbir şey yoktu. Yeniden gözlerini kapattığında aklında bir kız resmi belirmeye başladı.Bu resimdeki kız Erica’dan başkası değildi.Bir an sonraysa o Erica’nın içler acısı çığlığını hatırladı.Hemen gözlerini açtı. Neden ölürken bile bu kızı görmek zorundayım? Diye düşündü ve güldü.Aklına şimdide Erica’nın az önce onu kurtarmak için haydutların önüne korkusuzca(belki tamamen değil) atladığı gelmişti. “Galiba,üçüncü yol en kolay ölüm”dedi ve histerik bir şekilde kahkaha attı.Ardındansa iki kez kullandığı sarı ışıklı şeyi yeniden kullanabilmeyi umarak ayağa kalktı.Haydutların iğrenç auralarını takip ederek koridorda ilerlemeye başladı. Ölecekse savaşarak ölecekti.Uyuyarak ya da sıçanlara akşam yemeği olarak ölmek hiçte havalı durmuyordu sonuçta… Yağmur esnedi.Gecenin bir yarısında Alexis tarafından çağrılmıştı ki hemen üzerine birkaç parça bir şey alıp okulun öğrenci konseyi için tedarik etmiş olduğu odaya gitmişti.Fakat kendisini çağıran Alexis beyler hala teşrif ortalıkta görünmüyordu. Birkaç dakika gibi kısa bir süre sonra kapı çaldı ve içeri Alexis girdi.Alexis,kafasını kaldırdığında Yağmur’un geceliğinin üzerine giydiği mavi bluzü gördü.Hayallerinin kadının karşısında böyle bir halde durması ilk önce Alexis’i biraz utandırdı.Sonraysa boğazını temizleyip,kendini toparladı. “Efendim.Dediğiniz gibi katilleri buldum ve kardeşinizi aralarına bıraktım.Onunla beraber…”lafını devam ettiremedi “O kim oluyor?”Sesinde tereddütle karşık bir kızgınlık vardı Yağmur’un. “O-o vampir…” Yağmur,elini çenesine koydu.Böyle bir şeyin olacağını beklemiyordu.Yine de sonucu çok fazla etkilemezdi.safkan bir vampir çok güçlü olmasına rağmen Erica hala deneyimsiz ve güçsüzdü.En azından Yağmur şu iki haftadır ondan hiçbir güç hissetmemişti.Belki de bu olay onun potansiyelini açığa çıkarabilirdi. Yağmur Alexis’e dönüp oturmasını işaret etti. “Ayrıntıları anlat.” Alexis haydutlarını nasıl bulduğunu ve Fatih’le Erica’yı nasıl orada tek başlarına bıraktığını en ince ayrıntısına kadar anlattı.Fatih’in kaçtığını ve labirentte kaybolduğunu da eklemeyi unutmadı. Son anlatılanlar Yağmu’u epey şaşırttı.Demek Fatih katil canavarları görür görmez kaçmıştı.Ve o korkuyla labirentin derinliklerine dalmıştı. Yağmur,“Bu efsane de burada biter.”dedi gülümseyerek“Bana bir bardak yeşil çay getir.” Alexis’se Yağmur’un üzerine bakıp kıpkırmızı kesilmemek için başını öne eğdi ve o şekilde,“Emredersiniz”deyip hızla odadan çıktı. “Galiba babam onu fazla abartmış.”Yağmur’un gözleri gururla parlıyordu şimdi… Fatih,hızla Erica ve haydutların, çığlık ve kahkalarının olduğu yere doğru koşuyordu.O kadar yakınlaşmıştı ki haydutlardan yayılan o iğrenç aura artık midesini bulandırmaya bile başladı… Odanın kapısından hızla içeri girdiğinde,Fatih kusmamak için ağzını tuttu.Erica duvarda kanlar içerisinde asılı duruyordu.Haydutlarsa ellerindeki bıçakları uzaktan, dart oynar gibi Erica’ya fırlatıyordu. Aynı anda oluşan kusma hissi yerini öfke ve kızgınlığa bıraktı.Fatih o kadar sinirlenmişti ki elleri titremeye başlamıştı. Kapıdaki kişiyi fark eden haydutlar hiç istiflerini bozmadan oyuncaklarıyla-Erica’yla- oynamaya devam ettiler.Aralarında sadece patronlarının yüz ifadesi değişti.Karşısındaki az önceki korkak velede hiç benzemiyordu… Çocuğu yeniden bir inceleyince aklına eskiden ölümüne dövüştüğü ve hiçbir şey yapamadan yenildiği o adamın yüz ifadesi ve son sözleri geldi. -Yaptığın her hata seni ölümüne bir adım daha yaklaştırır… Fatih,oradaki bu vahşeti meydana getiren dört hayduta kızgındı fakat en çokta onu korumaya çalışırken yakalanan Erica’yı önemsemeden kaçan kendisine kızgındı.Ne pahasına olursa olsun onu kurtarmalıydı.İşte o anda içinde kıpırdanan bir şeyler hissetti. Tam olarak ne olduğunu bilmiyordu ama güç akışını hissedebiliyordu.Bir şeyler oluyordu…Göz kapakları yavaş yavaş kapanıyor;kızgınlığı,korkusu ve bütün endişeleri yerini bir ölüm sakinliğine bırakıyordu.Ve o an bir adım attı… Üç haydut Fatih’e aldırmadan dart oynamaya devam ettiler.Hatta birbirleriyle ilk kim göbek deliğini vuracak diye bir bahse bile girmişlerdi. Patronlarıysa Fatih’in bir adım attığını görüp irkildi ve birkaç adım geriledi.Karşısındaki öncekine nazaran daha tehditkar bir aura yaymaya başlamış ve yüzüne de ifadesiz bir yüz ifadesi-poker face yüz ifadesi- koymuştu.Adeta avına saldırmaya hazırlanan bir aslan gibiydi! Haydut elindeki bıçağı Erica’ya atmak için kaldırdığında,Fatih bir anda ortadan kayboldu.Tam bıçağı fırlatırkende haydutun kolu omzundan düştü.Omzunun eklem bölgesinden kanlar boşalmaya başlamıştı.Ayrıca yere düşen kolda yanıyordu.Sarı bir ışıkla… Daha ne olduğunu anlayamadan diğer bir haydutun kafası koptu,diğerininde bedenini sarı bir ışık sardı ve onu yakmaya başladı.Patron diğer 3’lü gibi ne olduğunu anlayamamıştı.Lakin anladığı bir şey vardı:Pandoranın kutusunu açmıştı! Patron birkaç adım gerileyip kıç üstü yere düşmüş,elini de kaldırmış,“L-Lütfen…beni…öldürme”diyerek yalvaran bakışlarla Fatih’e doğru bakmaya başlamıştı.Gördüğüyse bir an düşünmeden kendisini öldürebileceğini söyleyen ciddi bakışlardı! Bir an patronun acınası haline odaklanan Fatih arkasına dönüp Erica’nın asılı olduğu yere doğru yürüdü ve vücudundaki dört bıçağı çıkarıp,bıçaklardan biriryle el ve ayak bileklerindeki ipleri kesti.Ardındanda duvara yasladı.Erica’da gözlerini yarım yamalak açabilmişti.Ağzını oynatıyordu ama sesi çıkmıyordu. Sanki bir şeyler söylemek istiyor gibiydi.Fakat Fatih sağ işaret parmağını Erica’nın dudağına doğru gezdirip,“Sus” dedi.Sesi oldukça tehtidkardı. Daha sonraysa Erica’ya biraz yaklaşıp ona sarıldı.Erica’nın başını koyduğu omzunu biraz açık bırakmıştı. “Sadece ölmemen için izin veriyorum.Kanımı emebilirsin” Bunu duyan Erica dişlerini Fatih’in derisine soktu ve bir karadeliğin gezegenleri yutması gibi yavaş yavaş içine çekti.Bir kaç dakika içinde de içmeyi bıraktı. Fatih’te emmeyi bırakan Erica’yı yeniden duvara yasladı ve arkasına doğru döndü. “Şu ipleri getir bana.” Zaten korkudan altına yapacak olan patron masanın üzerindeki ipleri getirdi.Fatih’se sert hareketlerle patronun ellerini arkadan bağladı.Sonraysa ayaklarını bağlayıp odanın diğer köşesindeki demir borulara bağladı patronu. Sonrada yeniden Erica’nın yanına dönüp duvara yaslandı.Vücudu ağırlaşmaya ve göz kapakları kapanmaya başlamıştı bile. “Geç…iktin..,ap…tal”Erica’nın sesi titriyor ve zoraki konuşabiliyordu.Acaba kaç saate iyileşir?diye düşündü Fatih.Bu arada göz kapakları neredeyse tamamen kapanmıştı. Hala devam eden haydutların çığlıklarına ve yerde kıvranmalarına rağmen Fatih gözlerini tamamen yummuş ve kendini uykuya teslim etmişti. Aradan birkaç saat geçtikten sonra Erica gözlerini açmıştı.Üzerindeki yaralar tamamen iyileşmiş,geriye sadece giysisinin delik deşik hali kalmıştı.Bu haliyle rock gruplarını desteklemeye giden insanları andırıyordu ki rock dinlemeye de bayılırdı.Gerçi böyle giyinmeye değil. Odayı incelemeye başladı.Odanın ortasında kapkara üç ceset bulunmaktaydı.Elleri,yüzleri neredeyse tün derileri yanmıştı. Fatih korkunç dedi içindenYaptıklarına bir baksana. Odanın arka tarafına patronları olan adam bağlanmıştı.Bunu gören Erica şuanda sağ omzuna yaslanıp uyumakta olan Fatih’e hayran hayran baktı. Demek o durumda bile buradan çıkabilmek için bu herife ihtiyacımız olduğunu unutmamış diye düşünüp biraz gülümsedi.İnanılmaz! Sonra da ortadaki üç cesete bakakalıp yorumunu korkunç-inanılmaz olarak değiştirdi.Demek Fatih’in ciddi halinde durum böyle oluyordu. Fatih’in başını arkaya yaslayan Erica ayağa kalktı.Üzerini başını silkeleyip üç cesetin arasından yürüyerek patronun olduğu yere doğru gitti. Patron kafasını kaldırıp Erica’ya doğru bakmaya başladı.Durumu anlamıştı.Aslında bunu başından beri biliyordu.Niye arkadaşlarının öldürülüpte kendisinin öldürülmediğini… Hafifçe başını eğip,“T-Tamam rehberlik edeceğim size” dedi.Sesindeki titremeden hala şoku atlatamadığı ve korktuğu belli oluyordu. “Bekle de seni o borulardan kurtarayım” dedi ve yerdeki kurumuş kanlı bıçağı alıp ipleri kesti.Sadece ellerini bağlı bıraktı oda zaten gerekliydi. Patrona önden yürümesini işaret etti.Patron sessizce yürürken son kez arkasına-cesetlere- baktı.Az önceye kadar yiyip içtiği arkadaşlarının şimdi burada kimsenin bilmediği bir yerde çürüyecek olmalarına derin bir iç çekti ve sonra da yürümeye devam etti. Erica ise Fatih’i uyandıramayınca sırtına alıp patronu izledi.Bir süre sonra merdivenlere ulaşmış,basamakları çıkıp bu cehennemden kurtulmuşlardı.Erica yurda doğru yöneldi haydutların başıysa ormana doğru….
  18. Fisheye placebo Çok süper bir mangadır renkli ve konu bakımından zengin olan Fisheye placebo aylık olarak yayınlanır . Maga inglizcedir ve konusu gereği çok fazla terminoloji bulundursa da ,sade bir dil kullanır. Konu : Devlet sıkı yönetim ilan eder ve internete üst düzey sansür altına alınır .Vance hacker olduğunu bariz belli eden bir üniversite öğrencisidir(azıcık saf) ve formda bulduğu bir kızla (Robin) tanışır. Lakin Robin , gerçekten de sandığı o tatlı kız mı? Güncelleme : (Manganın artisti elini incittiği için uzun bir süredir ara verse de tekrardan çizmeye başladı) Okuma Linki Artist Pateron Linki
  19. Anime Tanıtım Fate/Zero Tür: Fantastik, Aksiyon, Doğaüstü Yayınlanma Tarihi: 2011 – 2012 Bölüm Sayısı: 13 + 12 Yönetmen: Aoki Ei Orijinal Hikaye: Urobuchi Gen, Type-Moon Firma/Stüdyo: Ufotable Başlıca Seiyuular: Emiya Kiritsugu (Koyama Rikiya), Kotomine Kirei (Nakata Jouji), Saber (Kawasumi Ayako) Açılış: #1 - Oath Sign – LiSA #2 - To The Beginning” by Kalafina Kapanış: #1 - MEMORIA – Aoi Eir #2 - Sora wa Takaku Kaze wa Utau – Luna Haruna - Manten – Kalafina Hikaye her 60 yılda bir gerçekleşen büyücüler arasındaki Kutsal Kase savaşını konu alıyor. Kutsal Kaseyi ele geçiren kişinin her dileğinin kabul olacağına inanılır. Büyücüler geçmişleriyle, kimileri kendisiyle ilgili sorunlardan kimileri ise aile görevi olarak gördükleri bu kase savaşına katılmak zorundadırlar. Savaş, büyü dünyasının önde gelen aileleri arasında yapılsa da arada istisnai durumlar meydana gelebiliyor. Büyücüler Kutsal Kase savaşında efendi statüsündedirler ve çağırdıkları geçmişin kahraman ruhları ise hizmetkarlarıdır. Hizmetkarlar, tarih kitaplarından bildiğimiz üstün savaş becerileri olan, efsanevi liderlerdir. Çağrılan hizmetkarların, efendilerinin emirlerini dinlememesine önlem olarak büyücülere 3 komut büyücü hakkı tanınır. Kısacası bu savaş taktiksel bir oyundur. Fate serilerine bakacak olursak 2011 yılında çıkan Fate/Zero, Fate/Stay Night serisinde yaşanan savaştan bir 10 yıl önceki Kutsal Kase savaşını anlatıyor. (Ne oldu 60 yılda bir olan savaşa derseniz iş spoiler kısmına girer) Yani Fate/Stay serisindeki karakterlerin annelerinin ve babalarının savaşlarını izliyoruz. Tabii kendi küçüklük hallerini, karşılaşmalarını, intikamlarının sebeplerini öğrendiğimiz ve en önemlisi Kutsal Kase savaşının mantığının çözümlendiği yapımdır. 2011 yapımın yayınlanmasıyla bu seriye yeni başlayacaklar olaylar serisini tarihsel olarak izlemek isteyeceklerdir fakat benim önerim çıkış tarihine göre izlemeniz. Önce Fate/Zero arkasında Fate/Stay izlerseniz serinin hiç bir çekiciliği kalmaz. Fate/Zero’da fark edeceğiniz ufak tefek detaylar ve yerine oturan taşlarla hikaye daha keyifli bir hal alıyor. Benden söylemesi. Hikayeyi biraz daha açarsak ilk serinin ana karakteri olan Emiya Shirou’nun babası Emiya Kiritsugu baş rolde ve hizmetkarı aynı şekilde Saber. Fate/Zero evreninde 4. Kutsal Kase savaşı başlamak üzere ilk 3 savaşta bir sonuca varılamadığı için gözünü hırs bürüyen büyücülerin arası iyice kızışıyor. Kotomine Kirei ise her şeyini kaybetmiş, savaşa ilgisi olmayan kilisenin bir adamıdır. Kirei’nin savaşa olan ilgisizliği, baş düşmanı Kiritsugu’nun savaşa dahil olduğunu öğrenmesiyle dengeler değişir. Spoiler kısmına girmekten çekindiğim için karakterler arası ilişkilerden bahsetmek istemiyorum çünkü hikaye birçok sürprizi barındırıyor. Teknik bilgilere geçersek görsellik hat safhada diyebiliriz. ufotable stüdyosu varını yoğunu Fate/Zero’nun görselliğine harcamış. Şahane savaş sahneleri var. Önceki seriye oranla daha bir sert yapım olmuş, özellikle büyücüler arasındaki psikopat karakterin sayesinde bu seride vahşet ön plana çıkartılmış. Tabii ki hep vahşet, kan, savaş yok; Kiritsugu ve Irisviel aşkı içinizi ısıtırken İskender’in modern dünyaya adapte olma çabası eğlencelik bir seyir hali meydana getiriyor. Hikaye tamamen kusursuz değil maalesef bir dolu mantık hatası var; en basitinden Kiritsugu’nun küçüklüğüne inelim derken zombi savaşı seyretmemiz gibi. Açılış ve kapanış şarkıları çok başarılı özellikle Oath Sing hafızalara yer edecek şekilde. Müzik ekibinde Lisa’nın haricinde Kajiura Yuki’ye rastlıyoruz ve soundtrack albümünü son hızla indiriyoruz. Müzik dışında seiyuu ekibi de oldukça başarılı. Kiritsugu ve Kirie’ye ses veren seiyuuların tonlamaları mükemmel. Görsel şölen haricinde kulak dolgunluğu da yaratan bir yapım. Bağlantılı animeleri gözden geçirecek olursak Fate/Stay Night serisinin ilk rotası Saber karakteriydi. Studio DEEN tarafından 24 bölümlük bir televizyon serisi olarak 2006 yılında Saber’ın hayatı, geçmişi, Shirou ile ilişkisini konu almıştı. Fate/Stay Night serisi ile bağlantılı olan ikinci rota 2010 yapım Unlimited Blade Works filmidir. Bu filmde rota Rin ile Archer’ı konu alır. Fate/Zero serisi 2011-2012 çıkışlı olmak üzere devam niteliğinde 2 sezon şeklinde karşımıza çıkıyor. Araştırmacı ruhlar için hikayede geçen kahraman hizmetkarları da listeleyelim; Saber : Kral Arthur Archer : Gilgamesh Lancer : Diarmuid ua Duibhne Caster : Gilles de Rais Rider : Iskender Assasin : Hasan Sabbah Berserker : Sir Lancelot _____________________________________________________________________ Kaynak: AnimeFantastica: http://www.animefantastica.com/fate-zero
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.