Jump to content

Genel Araştırma

'Fantastik' etiketi için arama sonuçları.

  • Etiketlere Göre Ara

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Yazara Göre Ara

İçerik Türü


Forumlar

  • Duyuru & Kurallar
    • Forum Kuralları & Yardım
    • İstek, Şikayet ve Öneri
    • Tanışın Kaynaşın
    • Türk Anime TV Etkinlikleri
    • E-dergi
  • Türk Anime Çeviri Ekibi (TAÇE)
    • Tamamlanan Projelerimiz
    • Devam Eden Projelerimiz
    • Gelecek Projelerimiz
    • Askıya Alınanlar
    • TAÇE Duyuruları
  • Anime GENEL
    • Anime İstek ve Öneri Bölümü
    • Bilinmeyen Animeler ve Karakterler İçin Yardım Bölümü
    • Anime Genel
    • Anime Geyik
    • Animeler & Karakter Anketleri
    • Anime Tanıtım ve İncelemeleri
    • Anime Serileri Bölüm Tartışma Alanı
  • Manga GENEL
  • Fansub Takımları
  • Anime Manga Live-Action Download
  • Fan Kulübü
  • Japonya
  • Program Deposu
  • Konu Dışı
  • Roronoa Zoro's Roronoa Zoro Kimdir?

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Oluşturma Tarihi

  • Start

    End


Son Güncelleme

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Üye Grubu


Hakkımda


Outlook


Web Sitesi


ICQ


Yahoo


Jabber


Skype


Konum


İlgi Alanları

17 sonuç bulundu

  1. Yeni Nesil: Yeni Dünya Mucizesi Dünya beklenmedik bir felaketle karşı karşıya! Önlemeyi bırakın; düşünecek zamanları kalmadı!? Bu kıyamet sonrası filmlerin gerçek olması anlamına mı geliyor? Bu karanlık gelecek, bir kahramana gebe olabilir mi? İnsan ırkı hayatta kalabilecek mi? Kıyamet sırasında ufacık bir bebek olan Noa'nın hayatını ve kahramanlıklarını anlatacağım bu seriyi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Umarım hepinizin taktirini kazanacak, keyifle izleyebileceğiniz bir hikaye olur! Bölüm 1: Kıyamete Beş kala Bölüm 2: Wave X 3.Bölüm: Yeni Çağın Başlangıcı 4.Bölüm: Mucize Bebek
  2. https://hardnovel.wordpress.com/ Merhaba arkadaşlar ben Orcbolg, yeni açtığım light novel çeviri bloguma hepinizi beklerim.Kaliteli ve düzgün bir iş çıkardığımı düşünmekteyim, yukarıdaki linkten blogumu ziyaret edip olumlu olumsuz her türlü eleştiriyi veya fikri yazabilirsiniz.Şuan için 1 seri çevirmekteyim gün içindeki boş zamanıma göre minimum 1 bölüm yayınlıyorum.Şuan ki projemde biraz ilerledikten sonra yanına çevirisi daha kolay bir seri alıp 2 seri yayınlamayı planlıyorum.Nedir şuan ki projen derseniz; The Godsfall Chronicles Seriyi wuxiaworld de RWX çeviriyor dediğine göre baskı kalitesinde bir dili varmış ki çevirmeye başladıktan sonra bu durumu bende fark ettim.Betimlemelerini çevirirken yer yer "yeter artık bu kadarda betimleme" dediğim oluyor ama çevirisini yapmaya değer bir seri. Klasik çin light novellerinden farklı bir rotada ilerliyor The Godsfall Chronicles.Bir nükleer facia sonrası Mad Max vari post apokaliptik bir evrende geçiyor.Serideki karakterler kötü olmak için kötü değilde evrenin zor şartlarından dolayı kötü davranan insanlar.Yemeğin suyun az bulunduğu çöllerde güçlünün zayıfı ezdiği bir düzenin olması insanı şaşırtmıyor. Ana karakterimiz Cloudhawk çöllerde yaşayan yetim bir genç çöpçü.Çöpçü deyince aklınıza günümüzdeki meslek kolu gelmesin, bu çöpçüler hayatta kalmak için harabelerden eski zamanlara ait alet edevat çıkaran insanlar.Bunlarla beraber kazıcılar, süpürücüler ve göçebeler bu evrenin diğer gruplarından.Her grubun bu toplumdaki yeri farklı ama herkesin bildiği bir gerçek var ki çöpçüler bu piramidin en altında yer alıyor.Bakalım genç kahramanımız piramidin basamaklarını tırmanmayı başarabilecek mi hep birlikte görelim. Serinin daha detaylı açıklaması blogumda yer almaktadır.
  3. [Web Novel] Çevirisi Sitesi - Novelgunleri Bazılarınız beni turkanimedeki Major çevirilerinden tanıyor. Kısa bir süreliğine de olsa yaklaşık 70-80 bölümlük bir anime çevirmişliğim mevcut. Şu anda ise, 2016'nın Aralık ayından beri açmış olduğum novelgunleri.com adresinde çeviri yapmaktayım. VRMMORPG konulu Zhan Long, fantastik ve aksiyon ağırlıklı Desolate Era ve bunun gibi bir çok seriyi çeviriyoruz. Yaklaşık 1000-1500 bölümlük toplam çevirimizde, 3-4 milyon kelimelik roman sizi bekliyor. Uzun soluklu bu yolculukta, günlük 9-10 bölüm çeviri yapmaktayız. Bize katılmak ve Çin Web Romanları'nın sonsuz dünyasına adım atmak istiyorsanız, hemen sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar ve iyi akşamlar efendim...
  4. <<Kitap kapağı, yazım tarzı, konu tamamen bana aittir.>> Bisca - 0,1 "Ruhsuzlar, dünyayı ele geçireli kaç yıl oldu, Jason?" Sıska bedeni, korkuya teslim olmuştu sanki. Yürürken, her yeri kolaçan ediyordu birde. Bisca, Jason'un korkusunu anladı ve sırtından sımsıkı sarıldı. "Of Jason, amma korkak çıktın. Alt tarafı Derin Orman'dayız!" Jason, kendisiyle dalga geçildiğini anladı, Bisca'nın kafasına hafifçe vurdu. "Evet, ruhsuzların olduğu dünyanın ortasındayız şu an." Bisca'yı görmemezlikten gelip yürümeye devam etti. Bastığı dallardan çıkan ses, kulaklarını tırmalıyordu. Jason, uzun saçlarını kulağının arkasına atıverdi. Bisca, dikkatlice saçlarına baktı. "Jason, saçların beyazlıyor galiba." Diyerek her erkeğin korktuğu tepkiyi sergiledi. "Daha saçlarımın beyazlaması için çok erken!" Bisca sırıttı. "Siyahların arasından çok belli oluyor. Hehe, yaşlanıyorsun!" Jason, daha fazla konuşmadan normal ağaçlardan iki kat daha büyük ağaçlara baktı. "Astgrad'a erişemezsek ruhsuzlar kokumuzu alabilir." Bisca, al dudakları ile gülümsedi. Esneyip, Jason'u takip etti. Çalılardan hışırtı sesleri gelince gardını aldı Jason. Her yer ağaçlık olduğundan görünmüyordu hiçbir şey. Bisca, rahatındaydı. "Çok korkuyorsun Jason. Senin kız arkadaşın olmama rağmen, senden daha cesurum!" Diz kenarındaki kından hançeri çıkarıp çalılara fırlattı. Bir şeye saplanmıştı sanki. Evet, evet. Saplanmıştı. Bisca, saplandığını anlayınca iki adım geri çekildi. Jason ise korkudan tir tir titriyordu. Sesler, her yerden gelmeye başlamıştı artık. Jason, dayanamayıp elindeki kılıcı yere attı. "Lanet olası kadın! Senin için hayatımı veremem ben." Diyerek tırıs adımlarla tersine doğru ilerledi. O da neydi? Etrafları sarılmıştı... Bisca, dizüstü düştü yere. "Bunlar, ruhsuzlar... Kaçamayız!" Jason, Bisca'ya küfürler saydırıp çalıların içinden kaçmaya çalıştı. İki-üç saniye sonra çığlıkları duyuldu. "Dur, bırak beni!" Bisca, korkmuş gözlerle sesin geldiği yere baktı. Sesler durdu, kara gözleriyle gökyüzüne baktı. "K-Kusura bakmayın kardeşlerim. Geri dönemeyeceğim..." Tüm yükünü bırakıp var gücüyle koştu. Onu takip eden ruhsuz ekibi, çok hızlıydı. Bisca kafasını arkaya çevirdiği an, siyah saçlarından tutulup fırlatıldı. Bir daha ayağa kalkamadı. Ağlıyordu. Fakat öleceği için değil, arkasında bırakacakları için. Sivri kulaklı, uzun burunlu bir ruhsuz gözlerinin önüne geldi. Ağzını açarak çürük dişlerini göstermiş oldu. Bisca'nın ak teni, kızıla boyandı. Ruhsuz, onu öldürünce tatmin oldu. Ayağa kalktı, uludu. Siyah teni kan olunca elinin tersiyle sildi. Dağlar, denize dik uzanmış güneşlenirken; Bisca'nın ruhu dünyadan gitmiş, bedenini bırakmıştı. Maceracılar, yüzünün hâlini görünce tüyleri ürpermişti. Güzel yüzü, ısırık ısırık parçalanmıştı... Roxas - 1 Yine bir rüzgâr geliyordu doruklardan. İnsanların nefret ettiği rüzgârdı bu. Ama bazıları da seviyordu esintisini, özgürlüğünü... Manzaraya sahip, iki dağ arasında kurulmuş bir şehre bakıyordu rüzgâr. Astgrad... Ne zaman kurulduğu, ilk insanların hangi ara geldiği gibi belirsiz, bencil insanlardan oluşan, bir şehirdi. Fakat sorunları vardı. Ruhsuzlar... Bir anda ortaya çıkmışlardı. Güçlü, güçsüz. İnsanların yaşamlarını çalıp bedenlerinden etlerini koparırlardı. Geride kalan kemikleri olurdu. Astgrad, kapana kısılmış gibiydi. Ruhsuzlar her an kapılarına dayanıp yaşamlarını isteyebilirdi. Ya da ölümüne onları korkutabilirlerdi. İnsanlar, özgür olmaya çalışmıyordu. Yedikleri yerde oturup hayal kurarlardı. Ama insanlık için didinen, hayatlarını maceraya adamış kişilerde vardı. Maceraperestler. Özgürce kanatlarını çırpıp uçan o insanlar kurtarabilirler miydi umutsuzları? Kollarından tutup çıkarabilirler miydi dibi olmayan çukurdan?.. ****** Roxas... Bozulmuş ve dar yoldan geçiyordu Roxas. Kulaklarına gelen ses onu huzursuz etmesine rağmen aldırmıyordu. Ömrü boyunca duyduğu şeylerdi onlar. Soğuktu insanlara karşı. Tek benimsediği şey maceraydı. Sevgisini yıllar önce kaybetmişti. Hatırladığı geçmişi ona acı veriyordu. İnsanlar toplanmıştı Büyük Meydanda. Hepsi bir yere bakıyor gibiydi. Roxas, merak içindeydi. Mırıltılar, sesler gelmeye başladı. "Xanxus'a meydan okuyup galibiyetle ayrılan kişiye yirmi altın mı? Keşke kölelerim olsaydı da üstüne salsaydım!" Roxas, daha da meraklandı. Uzaktan bakan adama yürüdü. Sesini değiştirip kapüşonunu yüzünü görmeyecek şekilde ayarladı. "Hey yaşlı adam! Bu olay nerede olacakmış? Bana bir açıklasan?" Yaşlı adam, sopasına daha da sıkı tutundu. Yüzüne bakmaya çalıştı. Tuhaftı. "Maceraperest misin çocuk?" Roxas, adama kısık kahverengi gözleriyle baktı. "Evet, maceraperestim. Haydi ama söyle bana!" "Kızıl Meydan'da olacakmış." "Saol yaşlı adam. Hakkın ödenmez!" Kızıl Meydana yol aldı Roxas. ****** Büyük bir alandı burası. Her ev farklı farklı dizayn edilmişti. Kocaman kütük ortaya koyulmuştu. Eskiden infaz alanıydı Kızıl Meydan. Kütük, kanı emmiş, kokusu ile yaşıyordu. Kimsenin umurunda da değildi burası. Gelip geçtiğine bakarlardı sadece. Büyük bir halka oluşturmuşlardı. Çizginin ve halatların ötesine adım atmak yasaktı. İçeride, Xanxus kapışıyordu. Karşısındaki çocuk; siyah saçlı olup, kötü bakan mavi gözlü biriydi. Zayıf, kılıç tutmayı bilmeyen fakat tutan biriydi. Xanxus, eğleniyordu onunla. "Hey çocuk! Elindeki oyuncak değil. Onu bırak ve çık buradan. Beni yenecek güç yok sende!" Yine de saldırdı. Xanxus, kara gözleriyle öldürmüştü zaten. Şakak noktasına ters bir tekme yedi. O acıyla yere düştü çocuk. Onu yere yapıştıran Xanxus, yakasından kaldırıp kalın iplerin dışına attı. Tüm insanlara göz gezdirdi önce. Son gücüyle haykırmaya başladı. "Var mı beni eğlendirebilecek? Güçlü kişiler varlığını benden gizlemesin! Korkularınız size hakim olduğu sürece kim varlığı adına savaşabilir ki?" Bir süre sustu. Aldı nefesini iri bedenine, salladı ağır kılıcını. O sırada rüzgâr, halatlardan atladı. Tüm gözler Roxas'ta idi. Herkes siyah, yıprak, kapüşonlu kıyafetine bakıyor, dalga geçiyordu. Xanxus, gözlerini çevirdi sıska bedene. Çıplak göğsünü şişirip kılıcını yerinden oynamış taşlara sapladı. Konuştu Roxas'la. "Hey! Zayıfların gelmesi sorun oluşturuyor benim için! Çık şuradan." Roxas, kapüşonunu çıkardı. Kahverengi saçları dalgalanıyordu esintiden. "Korkularım diyor ki: 'Bu adamın gücü seni incitemez'." Xanxus, dişlerini gıcırdattı. Konuşmasına devam etti Roxas. "Bence korkularım doğru söylüyor. Acemi..." Daha fazla dayanamadı. Kılıcını taşlardan çıkarıp bodoslama daldı üzerine. Kılıcını vargücüyle salladı. Roxas, biraz kenara çekildi. Kolayca sıyrılmıştı. Xanxus, kılıcını geri çekip karnını kesmeye çalıştı. Eğildi, çelmeyi taktı. Dengesini kaybeden Xanxus, uzaklara geri çekildi. Kılıcı düz tutup saldırmasını bekledi. Roxas, birkaç adım ileri gitti. "Kılıç tekniğin sıfır. Sen nasıl kendi üzerine yirmi altın koyabilirsin ki?" "Bunu bana, kılıç çıkarmayan biri mi diyor? Güldürme beni." Tekrardan saldırıya koyuldu Xanxus. Yavaş hareket ediyordu Roxas'a göre. Roxas, Xanxus gelene kadar pozisyonunu aldı. Biraz kamburlaştırdı kendini. Yere sıkıca bastı, hıphızlı ilerledi üstüne. Uçuyordu sanki. İzleyenler, derinden etkilenmişti hızından. Çakışacaklardı. Roxas, kendisini frenleyip gelmesini bekledi. Dimdik durdu bu sefer. Geliyordu, ağır ve sert adımlarla. Roxas, Xanxus'a baktı. Korkutucu gözleri, duygularını açığa çıkarmıştı. Tek istediği şey, onun koca bedenini yere düşürmekti... Son beş adım. Biri zaferin tadını çıkaracaktı. Diğeri ise yenilgisinin acı duygusunu. Ama dövüşün sonucu çoktan belli olmuştu. Yere düşmüştü. Roxas, Xanxus gelir gelmez ters tekmeyi şakak noktasına vurdu. Kılıcı ile beraber yerde yuvarlandı iriyarı adam. Sonunda durmuştu. Zar zor nefes alabiliyordu. Üstündeki şok, çok büyüktü. Yürüdü üstüne. Eğilip baktı yüzüne. "Kusura bakma ama yenildin. Biraz daha güçlen." Xanxus, alnından akan kanı fark etmeden, nefes nefese konuştu. "B-benim yıllardır üzerinde çalıştığım o tekmenin üstünde kaç yıl uğraştın?" Cevabı basitti. Kurnazca sırıtıyordu. "Hiç." Xanxus, donakalmıştı. Kınındaki silahı çıkarmadığına seviniyor, tanrıya şükrediyordu. Çünkü bu yetenekle kolayca öldürebilirdi. Anlamıştı rakibinin kim olduğunu. "Sen Soğuk Katil olmalısın! Küçük yaşında, tıpkı bana baktığın bakışlarla üç kişi öldürdün. Üstüne kız kardeşinin boğazını bıçakla doğradın." Roxas, ses çıkarmadı. Lanetler yağdı insanlar tarafından. Herkes, tek tek dağılmaya başladı. "Tıpkı efsane gibi!" Kahkahayla karışık ses tonuyla tekrardan açtı ağzını. "Kendi kardeşini öldürecek kadar aşağılık bir varlıksın. İnsanlar senden iğreniyor!" Ses daha da çoğaldı. Üzülüyordu bu duruma. Olayı anlamadan böyle düşünmeleri kalp kırıcıydı. Dışarıdan umursamaz olduğunu göstermesi, yüreğinin paramparça olmadığı anlamına gelmezdi. Dayanmasının ve hayata tutunmasının iki nedeni, geçmişinden kurtulmasını sağlayan kahramanı ve kardeşinin ağzından dökülen son sözlerdi. İnsanlardan tepki alıyordu. Roxas, kaşlarını çatıp buruşuk yüzle Xanxus'a döndü. Ayağını kaldırıp tekmeyi karnına bastı. Tekrar ve tekrar... Hırsını çıkarana kadar. Durdu. Kötü görünüyordu insanların gözünde. Herkesin nutku tutulmuştu zaten. Xanxus, ağzından akan kanı sildi zar zor. Roxas, Xanxus'un etrafında yürüdü. Orada kalan insanlar pür dikkat izliyor, herhangi bir olay olacak mı merak ediyorlardı. Yere yığılmıştı Xanxus. Soğuk Katil, etrafında yürürken konuştu biraz. "Kendini öldürtmek isteyen insanları sevmem ama istediklerini yapmak isterim. Fakat karşımdaki yenme ödülümü bana verene kadar, onu öldüremem. Ne de olsa buralara kadar boşuna yürümedim." Xanxus, altın kesesini çıkardı, uzattı. Roxas, hızlıca kaptı elinden. İçinden küfürler saydırdı yenilgiye uğrayan. Soğuk katil, her adım attığında insanlar korkup kaçıyor, kimse kalmıyordu. Halatların üstünden atlayarak bakındı etrafına. Küçük kız ona bakıyor, o da safça bakıyordu mavi gözlerine. Koşmaya başladı Roxas'a doğru. Masum masum bakıyordu. Bir adım daha atacakken ayağı takıldı ve yüzüstü düştü. Roxas içinden, "Ne yapıyor lan bu?" Dedi. Sonunda yanına varmıştı. Yakından daha masum ve tatlı görünüyordu. Dalgalı kızıl saçları, kırmızı teni ve mavi gözleri vardı. Beyaz gömleği, dizine kadar gelen etek onu daha da tatlı yapıyordu. "Merhaba yüce savaşçı. Adınızı öğrenebilir miyim?" Roxas, elini kafasına koyup okşadı. Yumuşacıktı saçları. Bıraktı, gülümseyerek baktı çocuğa. Kötü görünümünden eser yoktu. "İsmim Roxas. Sizin adınızı öğrenebilir miyim küçük prenses?" Küçük kız, kendisine prenses denildiği için sevinmişti. Tebessümle cevap verdi. "Lucy. Çok muhteşem dövüştünüz. Silahınızı çıkarmadan bitirdiniz. Sizin gibi bir insan, insanlığa çok büyük bir yararı olabilir. Fakat insanlar sizden neden nefret ettiğini duyunca kötü oldum. İyi biri gibi görünüyorsunuz. Kan dökmenizin bir sebebi vardır zannediyorum. Ne olduğunu sorabilir miyim?" Roxas, asık suratını saklayamadı. Mutsuzdu, çok mutsuz. "Söyleyemem. Kendimle beraber mezara götüreceğime and içtim." Lucy, al yanakları ile dudaklarını büzüştürdü. Yan gözle baktı. Konuşmasına devam etti Roxas. "Haydi ama! Bu benim küçük bir sırrım." Lucy, bir anda tiz sesiyle, heyecanla konuştu. "Güçsüz bir kızım. Ailem de yok, yapayalnızım. Acaba beni güçlü bir maceraperest yapabilir misiniz?" ****** Güneş; batıp tekrardan doğuyordu. Horozlar daha yeni ötmeye başlamış, Roxas, şehir kapısına doğru koşuyordu. Roxas, Lucy'nin söylediği kelimeleri kulağında duyuyordu. 'Ailem yok, yapayalnızım.' Duyduğu kelimeler, içini yakıyordu. Ailesi olmadığı hâlde, nasıl umutsuz olamıyordu? Aynı şeyleri yaşamıştı. Fakat ona elini uzatıp, oturduğu kuytu köşelerden kurtarmış olmasaydı hâlâ umutsuz olabilirdi. Belki de ölürdü. O parlaklığı aklının bir köşesinde kazılıydı. Onun sayesinde dövüşebildi, özgür olabildi. Şehir kapısının önünde duran kıza baktı. Koskocamandı kale kapısı. Paslanmış demirlerle, kilitli bir kapıydı. Açmak için bir altın, geçmek için bir altın verilirdi. Bu yüzden kapı bekçileri alınan vergiden kendisine pay bırakırdı. Sonuçta ölüm tehlikesi çok yüksek bir iş yapıyorlardı. Kapının önünde duran kızıl saçlı Lucy idi. Zıplaya zıplaya el salladı. "Usta!" Dedi tiz sesiyle. Roxas, onu sevmişti. Kız kardeşini hatırlatıyor, hayatına biraz olsun sevgi katıyordu. Doğru, kapı muhafızları, Roxas'ı en son ne zaman gülümseyerek görmüşlerdi? Koşa koşa yanına geldi Lucy. Yanına gelir gelmez bir tane fiske yedi alnına. Acıdan kıvranan Lucy, isyan etti. "Neden vurdun?! Ah, acıdı." Roxas, kıs kıs güldü. Kardeşine de böyle vururdu. "Lucy, insanlar daha uyanmadı. Uyandırırsan, sıkıntı çıkaracaklar." Lucy, kafasını evet anlamında salladı. Roxas'ın gururunu okşadı. "Tam da ustamdan beklenildiği gibi!" Roxas, kelimelerini umursamadan sırtındaki kılıflardan iki tane tahta kılıç çıkardı. "Dünkü konuşmamızı hatırlıyorsun değil mi Lucy?" Sorusuna, soruyla cevap verdi. "Eğitimden sonrası mı?" Roxas, beden dilini kullanarak onayladı. Minik kız devam etti konuşmasına. "Evet, hatırlıyorum. Bana verdiğin taktik değil mi?" "Bana sırasıyla tekrardan söyler misin?" Kız, anlam çıkaramadan söylediklerini yaptı. "Birinci sırada; silahını çıkarmadan rakibinin yeteneklerini gözle. İkinci sırada; defansif oynayarak bir anda agresifleş ki rakibin ne olduğunu anlayamasın. Üçüncü sırada ise eğer kendi canın tehlikedeyse geri çekilip, savaşı sonlandır." Roxas, alkışladı öğrencisini. Kafasını okşayarak, düzelttiği saçını bozdu. Lucy, kızıl saçlarını düzeltmeye çalışırken, bir yandan ustasını dinliyordu. "Doğru. Fakat üçüncü sıra bazen en önemlisi olabilir. Her ne kadar sıra önemliyse can güvenliği de önemlidir. Bunu dikkate al ve maceracı ol." Talim kılıçları çarpıştı. Rasgele sallıyordu Lucy. Roxas, savunma yapıyordu. Kafasına doğru gelen talim kılıcını, kılıcıyla savundu. Soğuk katil, açığını gördü. Savunmayı bırakıp, adeta Lucy'nin etrafında dönerek, arkasına geçti. Boynuna tuttu kılıcı. Her şey çok aniydi. Lucy, tekrardan başarısız olmuştu. Kılıcı elinden bırakıp sırtüstü uzandı yere. "Galiba başaramayacağım!" Diye sızlandı. Elini uzattı Roxas. "Bence başaracaksın küçük prenses." Elinden tuttu, yardımıyla kalktı ayağa. Kılıcını yerden alıp tekrar denedi. Tekrar, tekrar... Her defasında yorulsa da, o da özgürce uçup dünyayı keşfetmek istiyordu. Denizleri, toprakları, buzla kaplı dağları, çiçekleri, bitkileri... Yere düşmüştü. Kılıcına tutunup, kalktı tüm cesaretiyle. Dişlerini gıcırdattı. Harap olmuş yüzüyle baktı ustasına. Üstüne cesurca atladı. Kılıcını yukarıdan saldırdı. Tekrardan açık bıraktı. İçinden binbir türlü şey geçiyordu zavallı kızın. Ama çevik davranarak açığını kapattı. Ustasının gülümsediğini görünce gururlandı. Bu sefer sağdan saldırdı. Roxas, bir eli arkada diğer eli sürekli defansa oynuyordu. Sağdan gelen saldırıyı yuvarlak kabzasıyla engelledi Roxas. Hatta kılıcını çekmesiyle, rakibinin silahını yere düşürdü. Yine de pes etmedi kız. Geri çekildi. İçinden konuştu. "Mantığımı kullanırsam, onu yenebilirim!" Koşuyordu kalan gücüyle üstüne. Nefes nefese kalmış bedeni, hayallerin peşinden koşuyordu. Yıldız gibi parlıyordu Roxas'ın gözünde. Hayatını değiştirmişti küçük kız. Ama ciddi olmalıydı. Onun gelişmesini sağlamalıydı. Kılıcı daha sıkı kavradı. Hâlâ koşuyordu. Stratejisini çoktan belirlemişti. Küçücük bedeni ve kalan erkesi ile böyle bir şey yapabilir miydi? Bilemiyordu, denemeliydi. Çarpıştılar. Roxas, kılıcı doğruca karın boşluğuna savurdu. Lucy, çevikti, eğilerek kurtuldu. Bacakları açık olan Soğuk Katil, ne yapacağını anladı. Müsaade etmeyecekti. Geriye atıldı. Fakat kılıcı elinden zorla alındı. Şimdi ise elleri boşta kalan Roxas idi. Yavru kaplan gibiydi. Alnından dökülen teri umursamayıp, nefes nefese baktı ustasına. Adım atmayı denedi, atamadı. Bütün enerjisini bir anda harcamıştı. Gözleri kapandı, kendisini salıverdi. Kucakladı minik öğrenciyi. Sırtına attı, bacaklarından tutarak taşıdı omzunda. Evine doğru yürüdü tebessümle. Dar sokaklardan geçiyordu Roxas. Bu sefer mutlu olarak. Başına gelecek olaylardan habersizce yürüyordu... Yorumlarınızı eksik etmeyin. Umarım iyi bir şeyler yazabilmişimdir :D.
  5. Merhabalar. Bu hikaye benim kendi oluşturduğum frp diyarımdaki bir karakterin bir görevini anlatan hikayedir. Bu yüzden hikaye size çok ortadan gelecektir. Sanki uzun bir romanın ortasından alınmış gibi. Ayrıca bunu arkadaşlarıma göstermek için yazdığımdan noktalama işaretleri pek fazla yok. Neyse hikayeyi iyice ezikledim ama umarım beğenirsiniz. Kısa Hikayeler.1.docx
  6. Tales of Zestiria the X Öncelikle temmuz ayın da gelecek olan animemizin tanıtımlarına bakalım; Animenin yapımcısı Ufotable gerçekten kaliteli bir iş çıkarmış, oyun konulu olması ayrıca izlenmesini daha keyifli kılıyor. Büyü ve orta çağ yaşamını doya doya yaşayacağımız bir seri olacak. Peki bu animenin konusu nedir? Baş karakterimiz Sorey uzun zaman önce her insan için seraphimi görmek mümkün ve barış içinde yaşanabilir diyordu. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için antik gizemler çözülmeye başlıyor ve hayalini kurduğu folklara inanıyor. Bir gün, Sorey ilk kez insan sermayesini ziyaret ediyor ve bir kayanın içinde gömülü kutsal bir kılıç çıkarıyor. Üzerine büyük bir sorumluluk alan Sorey, kılıcın ciddiyetini ve üzerine yüklediği görevi bir arkadaş yoluyla anlayınca işler daha da karmaşık bir hal alıyor. İnsanlık ve seraphim arasında birlikte yaşama rüyası acaba onları nelere sürükleyecek. Sorey arkadaşları ile inanılmaz bir yolculuğa çıkıyor. Bence gayet sürükleyici ve muhteşem olacağa benziyor. Ayrıca animenin oyunlarına da ulaşabilirisiniz.
  7. Anime Adı: Pokémon XY&Z Anime Türü: Aksiyon, Macera, Komedi, Fantastik, Oyun Çevirmenler: Torkoal93 & tlhGS Yapım yılı: 2015 Bölüm: (28/? Dakika: 22-24 Özet: Daha önce hiç görülmemiş Pokémon Zygarde’nin efsanesinde hangi sır saklı? Sadece Ash’in Greninjası’nda gerçekleşen gizemli olay ne? Ash ve arkadaşlarının yoluna çıkan Alain ve Alev Takımı’nın hedefi ne? Tüm sırlar çözüldüğünde Kalos bölgesi hiç görülmedik bir tehlike ile karşı karşıya kalacak! Download 1.Bölüm https://mega.nz/#!Wc40zJyB!t4KoJT7IXTZQkCXP9eh0VUZZF-bcNUSaIXZCmEc8Bvg 2.Bölüm https://mega.nz/#!WdomBJqZ!gngqY04LYKR4jZNQBWNuV-kbrIJ0vNPPthCUHfq_ByA 3.Bölüm https://mega.nz/#!7QZQXY5C!n694IxCLe6MxrPLz4OTAqsFVE42BsyqwuNe0F2BOagk 4.Bölüm https://mega.nz/#!aZpXka4D!1dWpphfsxvnSPiKLJEkm_CtN4EeLPU-YPUcY5IHfGC8 5.Bölüm https://mega.nz/#!6IIHGThA!nxN-BFzeoVjTtDlZ34Fc9j2KsrDxnx0k72X4W7oaYgk 6.Bölüm https://mega.nz/#!CUZigCaL!EzMkIs59zTdlq4hqoStqwvCG1rALrD9iqOriiJMBknw 7.Bölüm https://mega.nz/#!CRBxGLhD!a_k0FRycg_aCo_2vqu63dMGUcy7K8zmCvSD1Vq_F8oQ 8.Bölüm https://mega.nz/#!uFRwWC7S!G0-IAU8ET_kWSfFA8KzxUNhl80HQJNeNdsTlHKHHtS0 9.Bölüm https://mega.nz/#!TMQ1AIiK!qdqSCAmXbphm3f7IOi1Il1m9mcnR-zLM9zz-unhkRL8 10.Bölüm https://mega.nz/#!OYZQ0bgC!cDqTXb6FfNIsBrq617oRLUrIB7FpCTGaoWTvLxw-MwM 11.Bölüm https://mega.nz/#!Od5VzKTS!jtERakA4xzA68HEcDLvfrXrYRQvp2S9hn1XfammYOSU 12.Bölüm https://mega.nz/#!iY4wmbKB!D9_zDmW_5JyMO5BNVFq4Dv2YU1Mfn7j6rEjwdRXyaHI 13.Bölüm https://mega.nz/#!vURDkT7Q!RV_1USk4nNBdzyrX8_AIHXHpkJ48VmCWgtAPll6N1f8 14.Bölüm https://mega.nz/#!iB4Q0JQT!HSQ0FDnScP9kDb4kHq9jXF7mvIxO9LjPh6uoCprUKfk 15.Bölüm https://mega.nz/#!7YhAlCqa!Ot5LU6ob8sMKQSA0dzn2yZLdCNFlEULm_kPGotz3vYY 16.Bölüm https://mega.nz/#!rJgG2IIK!y5_o3B0Pe9VU4ANgYkzUN0OjbdYPyaW7lqrv8FrAb8g 17.Bölüm https://mega.nz/#!TNp0BZRQ!8kqr1zXldWUdsLyJu50JfB5hTRJ7Yq5qqmBUYeAjR7g 18. Bölüm https://mega.nz/#!jBwlSbga!Qlz5nLIbAcUtQt7lcFXqGbvzDAQbUsFubbtxiykuN7I 19. Bölüm https://mega.nz/#!OAQQDaRa!wCQ8W9dkZYmFHQUUJEgppQqo4El2h1Vw_KObT3af5Y0 20. Bölüm https://mega.nz/#!uQwgxRrJ!jJshUjMiMjJ4C63PmVPQ1nxuEkhJ6HK1bllCu8E-8xs 21. Bölüm https://mega.nz/#!DBZwUZ7T!uO68nBNb0o9IiiD1GE7pAb4IPMmkklODf4NPkR0dyr0 22. Bölüm https://mega.nz/#!zQInGLYY!pt7QILp45dbziXIs03y9L6JeZ8A5n7eY5KavUWU-5l8 23. Bölüm https://mega.nz/#!HN4jBCyS!3swl7mVrsmpxltALfVRM4lbr_jY1ApcgN48EYhmTfGQ 24. Bölüm https://mega.nz/#!SdRQCYIC!t0d1glcgGp9qKPOMwXuyUBTftL9g4NjDKnLs8rOv4Vg 25. Bölüm https://mega.nz/#!WQhGhBoQ!iPCLrl8-C7cmo_SPIf9lVs0Qb25ku9n_GpDjZ91m2O4 26. Bölüm https://mega.nz/#!CJxiWIBZ!-oUFciwUswvb9h4AupfAn2crf-Ntvb3RgtsayYmy9cs 27. Bölüm https://mega.nz/#!aEggBKiQ!eYy8y1Q6gA8-bs5B5QTTUKwcPaMfHFhI4ffgHg1oFYA 28. Bölüm https://mega.nz/#!WAgimbCL!MnIT8BDGssy1SBReQa8Ww7qpLqNhjvty4KEoHENiddk
  8. EDİT: Öncesinde yazdığım tüm dırdırı sildim yerine yenisini yazıyorum, mutlaka okuyun :D One Shot olarak başladığım bu denemeyi gaza getirilmenin sonucu olarak devam eden bir seri haline getirmeye karar verdim,hayırlı olsun. Okuduğu manga sayısı 10 parmağını geçmeyen biri olarak manga yapmaya çalışmak da ilginç oldu :D Öncelikle çizimi kolay olsun diye karakter dizaynları üzerinde ufak değişiklikler yaptım. İsimler uydurma olsa da Japonca'ya aşina olduğumuz için ana karakterin adı da böyle (bkz karakter tanıtımı) Profesyonel mangakalar bile editöre ihtiyaç duyarken benim düzgün bir anlatım çıkartmam elbette mümkün değil zaten çabuk bitsin diye araları çok doldurmadan hoppidik hoppidik sahneleri atladım , çok ani geçişler olabilir idare edin :D Aynı tipleri 100 defa çizmek çok zor ve sıkıcı, daha şimdiden gına geldi o yüzden bundan sonra büyük ihtimalle sadece önemli sahneleri çizip araları yazıyla anlatacağım, henüz düşünme aşamasındayım. Şimdilik eldeki malzeme bu, gelecek yeni karakterler ve olay akışını hazırladım sayılır. Biraz yavaş başladı ama fena olmayacak gibi. Herkese iyi okumalar... KAPAK AD:Ayın gözleri TÜR: Fantastik KONU: Toi, tek başına hayatını sürdürmeye çalışan bir gençtir. Uykunun uğramadığı bir gece dışarıyı izlerken, uzaktaki bir binanın tepesinde görmemesi gereken bir gölge fark eder. Bu genç adamın kendisini gördüğünü anlayan kişi bir sıçrayışta açık pencereden içeri atlar ve göz göze geldiklerinde Toi’nin gözlerine kara bir büyü koyup gecenin siyahına karışır. Neler olduğunu bile anlamadan Toi karanlık köşelerde yaşayan her türlü mahluğu görebilme yeteneği kazanır ancak karşılığında hayatı alt üst olur. Eski sıradan hayatını geri alabilmek için kendisine bunu yapanın peşine düşen Toi, daha sonrasında kendini karanlık ve aydınlığın sınırındaki sıra dışı bir savaşın ve maceranın ortasında bulacaktır. BÖLÜM 1 BÖLÜM 2
  9. Merhaba arkadaşlar. Hikâyemi Fate serisine alternatif bir devam olarak yazdım yarışmada bir iddiam yok umarım seversiniz :) Hikaye içinde bazı sarkıllar göreceksiniz şarkılar bana ait değil benle iletişime geçerseniz daha fazlasını önere bilirim. Şimdiden ilginiz için teşekkür ederim. Bölüm 1 Jenna hazırdı. Yıllardır son sınavı için hazırlık yapıyordu. Kutsal kâse savaşını kazanmalı en azından soyadını yüceltecek şekilde ölmeliydi. Meltucrea ailesinin adını kutsal kase savaşını kazanarak yüceltmeli yâda bu uğurda ölmeliydi. En azında onu büyüten yeni bir yaşam imkânı sunan bu aileye böyle teşekkür edebilirdi. Sihirli çemberi çizmiş bir hata olmaması için en az iki kez kontrol etmişti. Her şey kitaplarda yazana uygun bir şekilde olmalıydı o da öyle yapmıştı. Artık bir hizmetkâr çağırmaya başlaya bilirdi. Çemberin başına geçti sihirli sözleri söylemeye başladı. Sözcükler odada yankılanırken çember mavi mavi parlamaya başladı. Gümüş bıçağını kınından çıkardı ve bir yandan sihirli sözcükleri okurken bir yandan da çıkardığı bıçakla elinde derin bir kesik açtı acı onun için ciddi bir uyarıcı olmuştu ama sözcükleri söylerken duraksamadı hatta tonlamasının bile değişmemesine dikkat etti. Çemberin ortasına yerleştirilmiş kâsenin içerisine birkaç saniyede kırmızıya boyanmış elinden, bir kaç damla kanın damlamasına izin verdi. Kâsenin içerisinde kül, toprak, demir, kömür gibi gerekli malzemeler vardı. Kandamlasının düşmesiyle büyük bir patlama oldu. Jenna geriye doğru düştü duman bulutu içerisinde bir adam avazının çıktığı kadar bağırıyordu. Adamın sesi biraz kızgın birazda heyecan doluydu. Jenna dumanın içerisinde çırpınan hareket eden ve her yere emirler yağdıran adamın siluetini görebiliyordu. Size yelkenler dedim aptallar. Yelkenler benim korsanlarım bir torba dolusu kumdan daha aptal lanet olsun kurtulun şu çapadan. Aye! Bu aptallar yüzünden burada ölüp gideceğiz. Şu lanet çapayı toplayamıyorsanız zinciri kırın. Güzel! Manevra yapıyoruz yelkenleri açın bu cehennemden çıkacağız. Olup bitene anlam veremeyen Jenna olduğu yerde donup kalmıştı. Sonunda bir hizmetkâr çağıra bildiğini anladı ama bu iş böylemi oluyordu? Hizmetkarlar ilk geldiklerinde ya da anlaşma yapana kadar böyle deli gibi bağırıp ortalıkta çırpınır mıydı? Gelen hizmetkârlar antik çağlarda yaşamış şerefli kahramanlar olmalıydı, bu adam bir kahramandan çok akıl hastasına benziyordu. Hey hey hey sakin ol diye seslendi Jenna ayağa kalkarken. Adam ona dönüp yedi deniz neredeyim ben diye bağırdı. Biraz korkmuş birazda şaşkın görünüyordu. Burası neresi bir cadı tarafından mı kaçırıldım. Lanet olsun bir denizkızı olmalı. Cadı olamayacak kadar güzel. En son ne yapıyordum. Lanet denizkızları beni ve mürettebatımı şarkıları ile kontrol altına almış olmalı. Hayır hayır son hatırladığım Atlantik açıklarında bir deniz savaşında olduğum. Kolsuz Jack sende kimsin be kadın? Ben- ben Jenna bir büyücüyüm. Seni buraya kutsal kâse savaşı için çağırdım. Yani bir cadı tarafından mı kaçırıldım? Jenna öfke dolmuştu ve hizmetkârının kafasına yumruğunu indirdi. Cadı demeyi bırakır mısın hiç hoş değil ve özür dilerim sana vurmak istememiştim. Nedir bu kutsal kâse savaşı diye sordu hizmetkâr. Kutsal kâse savaşı hakkında bir şey bilmiyor musun diye sordu Jenna. Nereden bile bilirim daha önce hiç ca-büyücülerle aynı ortamda bulunmadım diye çıkıştı hizmetkâr. Bu garip genelde hizmetkârlar kutsal kâse savaşını ve çağırıldıkları dönemim özelliklerini bilerek gelir diye düşündü Jenna. her neyse senin için kısa bir bilgilendirme vereceğim. Kutsal kâse savaşı dört senede bir seçilmiş büyücülerin bir hizmetkâr çağırıp savaştıkları ve sonunda kutsal kase tarafından bir dilek hakkı ile ödüllendirildikleri bir savaş. Savaş yedi tip hizmetkârın çağırılması ile başlar. Bu hizmetkârlar kılıçlı, okçu, mızraklı, binici berserker, sihirbaz ve suikastçıdır. Her şeyden önce kutsal kâse savaşı için seninle anlaşma yapmalıyız. Ne diyorsun? Adam elini uzatarak işin içinde altın varsa her türlü anlaşmaya hazırım dedi. Jenna uzatılan eli sıkarak kutsal kâseyi kazandıktan sonra istediğin kadar para dileye bilirsin dedi. O zaman anlaştık dedi hizmetkâr. Peki, ismin nedir diye sordu Jenna. Bana kırlangıç derler, kırlangıç, kaptan kırlangıç seninki? Jenna... Kaptan nasıl sorsam bilemedim... Siz... Siz... Bir korsan mıydınız diye sordu Jenna. Korsan? Bir korsan? Adam sanki kelimenin ağırlığını tartıyor gibi düşünceli bir hali vardır. Beni böyle çağıran çok oldu ama ben kendimi özgür bir adam olarak tanımlıyorum. Adaletin, özgürlüğün ve kadınların peşinde koşan bir adam. Kendi adaletimi kendim yaratmayı denediğim için bir korsan oldum. Bir korsanın uzun hikâyesini dinlemek istemezsin unutalım gitsin. Yanlış anlamayın lütfen ben sadece kahramanların bu savaşa katıldıklarını sanıyorum dedi Jenna. Kanlı bir korsanın savaşına katılması seni üzdü mü yoksa kahramanlar ölmüş aptal insanlardır kadın ve sanırım -yani emin değilim- bende öldüm. Buda beni kahraman yapar diye gülümsedi kaptan. Peki, bu savaş sizin ilk seferiniz mi? Aye! Bir çok savaş gördüm ancak bir ca... Büyücü tarafından kaçırılıp dahil edildiğim ilk savaş olmalı. Kaptan tam cadı diyecekti ancak Jenna'nın sinirli bakışlarını gördükten sonra cümlesini düzeltti. Son hatırladığım şey top yağmuru arasında gemimi yüzdürmeye çalıştığımdı. Bölüm 2 Anlaşmamız tamamlandığına göre artık başlaya biliriz dedi Jenna. Aye! Öncelikle bir gemi ve mürettebat bulmalıyız. Eğer işler ben öldükten sonra çok değişmediyse mürettebat işini ben halledebilirim. En yakın tavernada yelken açmak için can atan korsanlar vardır dedi kaptan. Sen öldükten sonra işler çok değişti kaptan 21. yüzyıldayız ve artık İngiliz sularında izinsiz tek bir gemi yüzemez havada tek bir uçak uçamaz dedi Jenna. Hayatım boyunca tek bir İngiliz'den yelken açmak için izin almadım kadın dedi kaptan. Sanırım bir gemi bulmamız imkânsız ama senin için bir araç ayarlaya bilirim dedi Jenna beni takip et işimizi görecektir. Jenna büyük bir malikânede tek başına yaşıyordu. Devasa ev büyük ferah ve gösterişsiz odalar ve koridorlardan oluşuyordu. Kaptan sessizce Jenna'yı takip etti. Sonunda malikânenin garajına ulaştılar. Garaj çekirdek bir ailenin içerisinde rahatça yaşaya bileceği kadar büyüktü. Garajın tam ortasında 1967 model mustang shelby gt500 eleanor duruyordu. Sanırım motoru çalışır durumda ama biraz kaporta işçiliği gerekiyor. Kutsal kâse savaşı için onarabiliriz. Babamındı ama kullanmaya hiç fırsatım olmadı dedi Jenna. Sanırım kullana biliriz ama önce halletmemiz gereken bir kaç işlem var dedi kaptan. Nedir diye sordu Jenna. İkinci kaptanımı seçmeliyim, bir mürettebat bulmalıyız ve bu kuşu onarmam için malzemeler gerekiyor. Aklımda güzel bir fikir var dedi kaptan. Tayfa işi zor olacak. Bu devirde denizci bulamazsın ve malzemeleri yapı malzemeleri satan bir mağazandan alabiliriz dedi Jenna. Tayfa işini bana bırak şimdi sırada ikinci kaptanı seçmek var dedi kaptan ve kafasındaki denizci şapkasını çıkarıp Jenna'nın kafasına yerleştirdi. İkinci kaptan işini de hallettiğimize göre sırada tayfa ve malzemeler kaldı beni bir tavernaya götür. Şapka sana çok yakıştı dedi kaptan. Jenna bu beklenmedik iltifat karşısında ne diyeceğini bilemedi de sessiz kalmayı tercih etti. Taverna bulmak zor olabilir ama sanırım bir gece kulübü bulabiliriz gerçi aradığını bulabileceğinden pek emin değilim ama önce üstüne biraz çeki düzen vermeliyiz sana elbise almak için dışarı çıkalım böyle çok dikkat çekersin dedi Jenna. Beni takip et diye ekledi. Garajda Jenna'nın başka bir arabası daha vardı sıradan bir aile arabasıydı ve yaşadığı malikâneye hiç uymuyordu. Jenna ve kaptan arabaya bindiler güneş tam tepedeydi. Jenna arabasını en yakın alış veriş merkezine sürdü. Mağazada tüm dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi neyse ki insanlar onların birer tiyatro oyuncusu sandılar. Hemen kaptan için elbise bakmaya başladılar. Kısa bir süre sonra tüm alış veriş tamamlanmıştı. Dizlerine kadar gelen motorcu çizmeleri siyah kot pantolon üzerinde kuru kafa deseni olan t-shirt siyah bir kapüşonlu polar ve neredeyse yere kadar uzanan mat siyah bir kaban almıştı. Aslında yeni elbiselerin eskilerden pek bir farkı yoktu sadece biraz daha modernize edilmişti. Simdi bir korsandan çok metalciye benzedin dedi Jenna neyse hala zamanımız var bir yapı marketine gitmeye ne dersin diye sordu. Aye! Gidelim gözlem yapmalıyım dedi kaptan. Kaptan artık insanların ilgisini eskisi gibi çekmiyordu. Bu durum biraz olsun Jenna'yı rahatlattı. Kısa bir süre sonra yapı marketine vardılar. Markette Jenna kaptanı takip ediyordu. Kaynağa ihtiyacımız var bol bol çekiç el örsleri anahtarlar rol bar yapmak için çelik boru caraskal boya kaptan durmadan ihtiyaçlarını sayıyordu ihtiyaçlar bir türlü bitmiyordu ve hiç birini de satın almıyorlardı. Jenna sonunda dayanamayarak sordu. Neden sadece dolaşıyoruz hiç bir şey almıyoruz? Buraya satın almak için gelmedik dedi kaptan. Öyleyse ne için geldik diye sordu Jenna. Gözlem için kameraları ve güvenlik görevlilerini tespit ediyorum diye cevapladı kaptan. ne için diye sordu Jenna duyduklarına inanamayarak. Soygun için tabi ki benim kim olduğumu sanıyorsun. Bunu yapamayız diye çıkıştı Jenna. KES SESİNİ! Yoksa ikinci kaptanım bana ihanet mi ediyor? Köpek balıklarına yem olmak mı istiyorsun bu savaşı kazanmak istiyorsan dediklerimi yapmalısın. Jenna cevap verememişti korkmuş ve çaresiz hissediyordu. Mağazayı terk ettikten sonra kaptan Jenna'dan özür diledi bir daha ona sesini yükseltmeyeceğine dair söz verdi kaptan. Hava kararmıştı artık gece kulübüne gidebilirlerdi Kulüp kaptan için çok gürültülüydü herkes çılgınlar gibi dans ediyor ve içki içiyordu. Yedi denizin laneti neler oluyor burada bu boktan gürültüde ne buna müzik mi diyorsunuz. Bu insanlar neden kafası kopmuş tavuk gibi tepiniyor diye bağırdı. Jenna cevap vermedi bir köşeye oturdular kaptan etrafı izliyor ve bir anlam vermeye çalışıyordu. Kaptan müziği çok severdi mürettebatıyla birlikte deniz yolculuklarında deniz şarkıları söylerdi hatta gemisine bir kaç müzisyen almayı bile düşünürdü. Ancak birkaç yüz yılda insanların müzik anlayışı oldukça değişmişti. Bir süre sonra Jenna dayanamayıp gördün mü burada hiç korsan yok dedi. Kaptan parmağını dikkat anlamında kaldırdı. Benim ikinci kaptanım daha açıkgöz olmalı diyerek bir adamı işaret etti. Bir adam başka bir adama bir şey verdi ve karşılığında ve karşılığında başka bir şey aldı. Değiş tokuş çok hızlı sürmüştü Jenna ne değiş tokuş ettiklerini görememişti. Değiş tokuşun sonunda adamların ikisi de farklı yönlere ayrıldılar. Kaptan şunu takip edelim bakalım dedi. Adam gece kulübünün arka kapısından çıktı ve ara sokağa daldı. Jenna e kaptan da peşinden gittiler kısa bir takipten sonra adam başka bir ara sokağa daldı. Hemen ardından Jenna ve kaptan girdi ancak yol bir çıkmazdı. Arkasına dönen adam iste beni takip edenler diye seslendi sokağın girişinde 8-10 adam belirdi. Her yerden elleri sopalı adamlar peydah olmuştu. Bölüm 3 Jenna panik olmuştu simdi ne yapacağız diye fısıldadı. Daha önce serserilerle hiç karşılaşmamıştı. Kaptan gülümsedi benim ikinci kaptanım daha uyanık olmalı demiştim. Başından beri bizi takip etmelerine izin verdiğimizin farkında değil miydin yoksa. Bunlar polis olmalı dedi adamlardan biri. Terfi peşinde olan çaylaklardan olmalı. Sakin olun dedi kaptan polis değilim buraya bir iş teklifi için geldim. Senin gibilerle işimiz olmaz dedi başka biri. İri yarı dev gibi bir adamdı liderleri gibi gözüküyordu. Seninle işimiz bittiğinde bir daha iş peşinde olamayacaksın. Öyle olsun dedi kaptan. Bu işi erkek erkeğe çözelim. Ben kazanırsam beni dinleyeceksiniz siz kazanırsanız çekip giderim ve yanımda getirdiğim güzel arkadaşımda sizlere bir hediye olarak kalır ne dersiniz? Liderleri bir adama işaret yaptı ve aralarından biri ileri çıktı. Kaptan gardını aldı ilk saldırıyı yapan adam oldu. Kaptan son ana kadar hiç tepki vermedi adamın yumruğu tam suratının ortasına geliyordu yumruk kaptana ulaşmadan saliseyeler önce kaptan bir adım geri çekildi. Adamın yumruğu boşa çıkmıştı. Kaptan dengesi bozulan adamın suratına bir yumruk indirdi. Adam devrilmemişti ancak sersemlemişti. Hızla ikinci yumruğunu savuran kaptan bu sefer adamın kulağına nişan aldı. Kulağına çok sert bir darbe alan adam yere yığıldı ve hareketsiz kaldı. Liderleri yeni bir işaret yaptı. Böylece ileriye üç adam çıktı. Kaptan hey hey hey! Hadi ama erkek erkeğe dedik bu iş sıkıcı olmaya başladı. 3 çocuk benim için az beş olsun. Tekrar düşündüm de şunu yedi yapalım. Liderleri bunu sen istedin dedi ve yeni bir işaret yaptı. İki kişi daha ileriye çıktı. Bu sefer adamların elinde sopalar ve bıçaklar vardı. İlk hamleyi sopalı bir adam yaptı. Adam sopayı sol elinde tutuyordu. Sopasını sağdan sola doğru savurdu. Kaptanın geri adım atmasını bekliyordu ancak kaptan öyle yapmadı. Aksine ileri bir adım atarak adamın soluna geçti. Kolunu tutarak saldırıyı durdurdu. Sağ elini savurarak adamın suratına bir darbe indirdi. Adamın kolunu tutarak bileğine bir diz darbesi indirdi. Adamın elindeki sopayı almasıyla bıçak tutan başka bir adamın kafasında kırması bir oldu. İkinci bir bıçaklı adam hızla kaptanın ardından kör noktasından saldırdı. Kaptan birden sağa sıçramasıyla adam kaptanın bir adım önüne düşmüş oldu. Kaptan adamın bacağının eklem yerine tekme atarak onu diz çöktürdü. Tam bitirici darbeyi yapacakken 4. sopalı bir adamın hamlesinden kaçmak için sol tarafa atladı. Adamın sopası az önce diz çöken adamın omuzuna geldi. Tüm bunlar saniyeler içinde olmuştu ve kaptan tek bir sıyrık almamıştı. Kaptan artık sıkılmaya başladım çocuk yollamaktan vaz geçip benimle dövüşmeye ne dersin sayın lider diye seslendi grubun liderine. Daha fazla dövüş yok kendini kanıtladın şimdi konuş bakalım dedi. Ah bu iyi oldu çoktan sıkılmaya başlamıştım artık sadede gelelim dedi kaptan ve ekledi burada konuşmak uygun olmaz neredeyse polis gelir. Arkadaşımın evine gidelim. Arkadaşlarınızı toplayın arabalarınıza atlayın onları tedavi edelim. Jenna bu da ne demek oluyor sokak serserilerini evime neden alacakmışım dedi. Onlar bizim mürettebatımız ikinci kaptan tabi ki kutsal kâse savaşı boyunca bizimle yaşayacaklar dedi kaptan. Jenna bu durumdan hoşlanmamıştı. Ancak kaptana tekrar çıkışma cesaretinde bulunamadı. O da neydi öyle orada muhteşemdin böyle dövüşmeyi nereden öğrendin diye sordu Jenna konuyu değiştirerek. Nerede mi hiç bir yerden dedi kaptan. Nasıl yani hiç bir dövüş sanatları hocasından ders falan almadın mı diye sordu Jenna inanamayarak. Tabi ki hayır orada tek yaptığım biri bana saldırdığında kaçmak açığını yakaladığımda da saldırmak oldu diye açıkladı kaptan. Sonunda Jennanın evine gitmişlerdi ve yaralılarla ilgilenilmişti. Herkes malikânenin en büyük salonunda toplandı. Her şey hazırsa kendimi tanıtarak başlıyayım. Ben kaptan kırlangıç bana kaptan ya da efendim diye seslene bilirsiniz. Yüz yıllar önce yaşamış ve ölmüş bir korsanım. Arkadaşım jenna beni buraya büyülü bir savaşta ona yardımcı olmam için çağırdı. Jenna duyduklarına inanamayarak ne yapıyorsun sırlarımızı onlara açıklama diye çıkıştı panikle. Kaptan yaptığı çok doğal bir davranışmış gibi şaşırarak neden açıklamayayım eğer mürettebatımız olacaklarsa bir aile gibi olmalıyız onlardan bir şey saklamamız doğru olmaz dedi. Hey hey hey! Neler saçmalıyorsunuz bu hikâyeye inanmamızı beklemiyorsunuz her halde diye atladı lider. Gözlerinizle görmeden inanmayacağınızı tahmin etmiştim dedi kaptan. Birden ellerinde mavi birer ışık huzmesi belirdi. Işık huzmesi ilk önce kılıç görünümünde şekil aldı. Sonra yavaş yavaş parlaklığını kaybetmeye başladı. Adamlar fal taşı gibi açılmış gözlerle ışığı izliyordu. Işık tamamen yok olunca kaptanın ellerinde iki kılıç tuttuğunu ve bu kılıçları yoktan var ettiğini fark ettiler. Göğsünde de sekiz adet çok eski tabanca asılıydı. Serserilerin lideri bu silahları sadece korsan filmlerinde görmüştü. Şimdi inandınız mı diye sordu kaptan. Evet, yani hayır lider ne diyeceğini bilmiyordu. Neyse zamanla alışırsınız. Şimdi iş konuşalım sizleri buraya bir soygunda bana yardımcı olmanız için topladım. Bir yapı stok marketini soyacağız ihtiyacım olanların listesini yaptım onları aldıktan sonra oradan çıkaracağınız her şey sizin olacak çok müşterisi vardı yani içi para dolu olan kasa sizin olabilir. Ne diyorsunuz diye sordu kaptan fazla uzatmadan. Lider işin içinde para varsa her türlü anlaşmaya varım dedi. Kaptan jennaya dönüp gülmeye başladı. İşte gerçek korsan böyle olur dedi. Jenna bu sözleri ilk kez duymuyordu. Anlaşmayı kabul ederken kaptan kırlangıçta bu cümleyi kullanmıştı. Soygun işi hoşuna gitmiyordu ancak artık kaptanı durduramazdı. O da akışına bırakma kararı aldı. Kaptan gerekli malzemelerin listesini lidere uzattı. Listeyi inceleyen adam dostum bu malzemeleri taşımak içi bir tır gerekecek. Ancak sorun değil ayarlaya biliriz dedi. Dostum? Bana kaptan yada efendim diye seslenebilirsiniz dediğimi sanıyordum diye çıkıştı kaptan. Ayrıca arkadaşımda sizin ikinci kaptanınız oluyor o yüzden aynı saygıyı ona da göstermenizi bekliyorum dedi. Her neyse planın nedir kaptan diye sordu lider. Plan? Planda nedir? Hayatım boyunca tek bir planım olmadı planlar her zaman son anda bozulur. Yapacağımız şu oraya gireceğim güvenlik görevlileri ve kameralardan kurtulacağım ve sizde malzemeleri alacaksınız işte bu kadar basit dedi kaptan. Öldürmek yok diye çıkıştı Jenna öldürmeden nasıl kurtulacağız diye sordu kaptan duygusuzca. Jenna seninle geleceğim güvenlik görevlilerini uyutacağım dedi. İşte benim ikinci kaptanım aksiyondan uzak kalacaksın diye korkmuştum dedi kaptan büyük bir mutlulukla. Öyleyse dağılın yarın akşam sekizde sizleri tırla birlikte burada bekliyor olacağım dedi ve adamları yolcu etti kaptan. Bölüm 4 Ertesi gün adamlar tırla birlikte hazırdılar. Mağaza saat onda kapanacaktı. Son bir kez hiç olmayan planı gözden geçirdiler. Hepsi maske takıyordu. Telsizlerle birbirleriyle bağlantı kuracaklardı. Saat tam on birde kaptan ve Jenna tırdan inecek kaptan kameraları halledecekti sonra mal kabul girişinden içeri sızacaklardı. Kaptan Jenna'yı yönlendirecek güvenlik kameralarının icabına bakacaklardı. Her şey hazır olduğunda tır yanaşacak ve operasyon başlayacaktı. Her şey hazır olduğunda kaptan işaretini verdi. İşe başlamadan önce adlarınızı öğrenmek istiyorum kendinizi kısaca tanıtın dedi. Adamlar kendini tanıtmaya başladı. Gurubun liderinin adı Jackti. Sırayla herkes ismini saydı. isim hafızası iyi olmayan kaptan bakın şöyle yapalım hepinize birer isim vereyim isimlerinizi öğreninceye kadar verdiğim isimlerle sesleneyim sizde yeni isimlerinizle idare edin dedi ve hepsine birer isim verdi. Liderin ismi afelade oldu. İsim işi de hallolduğuna göre artık yola koyulmalıyız dedi kaptan. tırı afelade sürdü ön tarafta kaptan ve Jenna oturuyordu. Diğerleri arkaya bindiler. Eski günlerde ben ve tayfam yağmaya gittiğimizde şarkılar söylerdik. Orada başımıza ne geleceğini sadece tanrılar bilebilirdi ama en azından mutlu giderdik dedi kaptan. Jenna biraz mırıldansana dedi aynı atmosferi yaşamak güzel olur. Kaptan teklifi kabul etti. Do what you want, 'cause a pirate is free, You are a pirate! Yar har, fiddle lee dee, Being a pirate is alright with me, Do what you want 'cause a pirate is free, You are a pirate! Yo ho, ahoy and avast, Being a pirate is really badass! Hang the black flag at the end of the mast! You are a pirate! You are a pirate! - Yay! We've got us a map, (a map!) To lead us to a hidden box, That's all locked up with locks! (with locks!) And buried deep away! We'll dig up the box, (the box!) We know it's full of precious booty! Burst open the locks! And then we'll say hooray! Yar har, fiddle lee dee, Being a pirate is alright with me! Do what you want 'cause a pirate is free, You are a pirate! Yo ho, ahoy and avast, Being a pirate is really badass! Hang the black flag at the end of the mast! You are a pirate! Hahaha! We're sailing away (set sail!), Adventure awaits on every shore! We set sail and explore (ya-har!) And run and jump all day (Yay!) We float on our boat (the boat!) Until its time to drop the anchor, Then hang up our coats (aye-aye!) Until we sail again! Yar har, fiddle lee dee, Being a pirate is alright with me! Do what you want 'cause a pirate is free, You are a pirate! (spoken)Yar har, wind at your back, lads, Wherever you go! (singing)Blue sky above and blue ocean below, You are a pirate! You are a pirate! Şarkı bitince bu sefer hep birlikte söylediler. Tır iki sokak geriye park etti. Kaptan ve Jenna indiler maskelerini taktılar. Mağazanın arkasına geldiklerinde kaptan bir yay şekillendirdi. Jenna yayı görünce demek okçu sınıfısın dedi. Bilmem bu oku önceden de kullanıyordum sessiz olamam gerektiği zamanlarda çok etkili oluyor. Kutsal kâse savasıyla bir alakası yok dedi. Kaptan mağazanın duvarlarından içeri atladı ve daha iner inmez ilk oku kameraya yolladı. Ardından Jenna duvardan atladı. Mal kabul girişi bir tırın içeri girebileceği kadar büyük bir kapı ve hemen yanında normal bir kapıdan oluşuyordu. Kaptan birden Jenna'e acilen saklan dedi. Birlikte bir konteynırın ardına saklandılar. Kapıdan çıkan güvenlik görevlisi telsizle konuşuyordu. Dışarı çıktım her şey normal gözüküyor. Kamerada normal elektronik bir ağrıza olmalı dedi. Kaptan Jenna'e dönüp uyut şunu dedi. Jenna başıyla onaylayarak görevini gerçekleştirmeye başladı. Büyü kısa bir sürede tamamlandı ve adam yere düştü. Jenna kameraları güvenlik odasından kontrol ediyorlar. Orasını halletmeden kameraları tek tek etkisiz hale getiremeyiz. Bir siber saldırı olduğunu düşünüp polisi ararlar ne yapacağız dedi. O zaman önce onları halledeceğiz sadece dediklerimi yap kameraların kör noktalarından ilerleyeceğiz dedi kaptan ve kapı aralığından içerideki kamerayı kontrol ederek ters yöne dönünce içeri girdiler. İçerisi konteynırlarla doluydu. Bu işlerini kolaylaştıracaktı çünkü kameralardan saklana bilirlerdi. Ancak güvenlik görevlilerinin sayısı çok fazlaydı. Jenna ve kaptan zamanla işe alışmışlardı. Kaptan bir ses çıkarıp güvenlik görevlisini yanlarına çekiyor kameranın bakmadığı zamanda Jenna adamı uyutuyordu. Adamı sakladıktan sonra is biraz daha ilerliyorlardı. Mağaza içerisi oldukça büyüktü ancak güvenlik odası tabelalarda gösteriliyordu. Uzun uğraşlar sonunda güvenlik odasına ulaştılar kaptan birden kapıyı açtı ve Jenna hemencecik içerideki üç adama toplu bir uyku büyüsü yaptı. Artık kameralar ve geriye kalan güvenlik görevlilerini temizleye bilirlerdi. Kaptan tekrar yayını çekti attığı oklar kameralara maddesel zarar vermiyordu sadece kameraları kullanılmaz hale getiriyordu. Jenna ve kaptanın titiz çalışması sonucunda bütün kameralar ve güvenlik görevlileri etkisiz hale gelmişti gerisi kaptanın mürettebatına kalmıştı. Adamlar hızlı çalışıyordu. Her şey yolunda giderken kaptan garip bir his hissetti. Jenna'da aynısını hissetmişti yakınlarda bir hizmetkar var bizim için geliyor diye uyardı. Kaptan siz çalışmaya devam edin işiniz bitince burayı terk edin diyerek hızla mağazanın önündeki otoparka koşmaya başladı. Otoparka vardığında baştan aşağı zırhlı antik yunan mızraklılarıma benzeyen bir hizmetkârın onu beklediğini gördü. Kaptan sınıfını sormama gerek yok herhalde ben kırlangıç kaptan kırlangıç bir korsanım. Kendini tanıtmayacak mısın diye sordu kaptan. Adamın cevabını mızrağını fırlatarak verdi. Mızrak ıskalayacak gibi havada hızla süzülüyordu. Kaptan asıl hedefin kendisi olmadığını çok geç fark etti. Savaşçının asıl hedefi yeni gelmiş olan Jenna'ydı. Kaptan büyük bir panikle geri geri üç dört kez sıçradı. Maalesef mızrağı durduramayacaktı. O da önemli bir karar vererek kolunu mızrağın uçuş yoluna uzattı. Mızrak kaptanın bileğine saplandı. Sağ elindeki mızrak yere düşerek mavi ışık huzmesi halinde kayboldu. Kaptan Mediea seni ikinci kez kaybedeceğim diye fısıldadı. Bölüm 5 Kaptanın eli kötü görünüyordu. Savunmasız bir kadına saldırmak onurlu bir savaşçıya yakışmadı. Kaptan sinirden titriyordu. keelhaul nedir bilir misin savaşçı? senin gibi aşağılık herifleri cezalandırmak için kullanırız. İnfaz edilecek kişi kollarından bağlanır ve geminin altından bir taraftan diğer tarafa hızla çekilir. Geminin altında yaşayan deniz kabukluları vücudunu parçaladıkça acıyla ciğerlerindeki hava boşalır. Şanslıysan kan kokusuyla çılgına dönüşen köpek balıkları tarafından parçalanırsın. Eğer şansın yoksa ölümlerin en zoru olan boğulma seni kollarına alır. Bir balık gibi çırpınarak ölürsün. Kaptan bileğinden çıkardığı mızrağı savaşçının önüne attı al onu dedi seni cezalandırıyorum. Kaptan tüm hıncıyla saldırdı. Sol eli sağ eli kadar etkili değildi genellikle savunma yapmakta kullanırdı zaten. Savaşçı kaptanın saldırılarını kolaylıkla karşılıyordu ancak kaptan dur durak bilmiyordu. savaşçı kaptanın agresif saldırısı karşısında geriledi. Avantajı eline alan kaptan güçlü bir saldırı yapmak için tüm gücünü topladı. Saldırısını yaptığı anda savaşçı mızrağını kaptanın kılıcı ve kolu arasına sokmayı başardı. Mızrağı bir sopa gibi savurup kaptanın koluna vurmayı başardı. Bu sefer gerileme sırası kaptana geçmişti. Kaptan bir iki adım geriye sıçramak zorunda kaldı. Mızrağını daha rahat kullanmak için gerekli mesafeyi elde etmiş olan savaşçı mızrağını kaptanın boynuna saplamak için saldırdı. Jenna kaptana yardımcı olmak için savaşçıya bir ateş topu gönderdi. Ateş topu hedefi bulmuştu. İkinci kaptan olarak geride durmamı beklemiyordun her halde kaptan dedi Jenna. Savaşçı hemen kendini toparlamıştı. Zaten ateş topu savaşçıda saniyelik bir körlükten ileriye gidememişti. Ancak her şey için çok geçti kaptan silahını çıkarıp savaşçının tam kafasına nişanlamıştı. Kurşun miğferdeki tek açıklık olan göz boşluğundan savaşçının gözüne isabet aldı. Savaşçı devrilmedi gözündeki yara giderek iyileşti ve eski haline geri döndü. Kaptan hemen ölmeni beklemiyordum zaten dedi. Tam bu sırada içeriden alarm sesleri gelmeye başladı. kaptan sinir dolu bir sesle ahmaklar dedi. Kasayı çalarken adamlar alarmı aktif etmiş olmalılar. Jenna burayı terk ediyoruz yakında burası polis dolacak dedi. Kaptan burada daha işimiz bitmedi dedi. Bu bir emirdir dedi Jenna ve bir komut mührü kullandı. Kaptan ne olduğunu anlamadı bedeni onun kontrolü dışında hareket ediyordu. Yine karşılaşacağız savaşçı yarım kalan işlerden nefret ederim dedi kaptan. tıra bindiklerinde orada ne yaptın öyle diye sordu kaptan. Jenna bir komut büyüsü kullandım ustalara hizmetkarlar üzerinde kullanabilmesi için sınırlı sayıda verilir komut büyüleri biten ustanın hizmetkarı ile arasında bir bağ kalmaz ve kase savaşından diskalifiye olur diye açıkladı Jenna. Kaptanın tahmin ettiği gibi adamlar kasayı çalarken alarmı aktif etmişlerdi. Ancak neyse ki polis gelmeden kasayla birlikte mağazayı terk edebilmişlerdi. Eve geldiğinde Jenna büyük bir oh çekti ve büyü yardımı ile kaptanı iyileştirdi. Kaptan büyük bir parti vermeyi teklif etti Jenna bu fikre hayır diyemedi. Kaptan kendisi için ülkedeki en sert içkiden yirmi şişe istedi. İçkiler gelince afelade kaptana ilginç bir soru yöneltti. Nasıl korsan olma kararı aldın kaptan dedi. Sorunun cevabını Jenna'da merak ediyordu. Artık bana inanmaya mı başladın dedi kaptan. Adam orada olanları gördükten sonra şüphem kalmadı diye cevapladı. Güzel o zaman arkanıza yaslanın uzun bir hikâye olacak dedi ve bir şişe viskiyi kafasına dikti. Bir litrelik şişeyi tek dikişte bitirdikten sonra bir şişe daha dedi. Herkes kaptanın alkol performansı karşısında dolayı şok olmuştu. İçki geldikten sonra kaptan anlatmaya başladı. Her zaman kanlı bir korsan değildim. 20 yaşında ilk evliliğimi yaptım güzel olmayan bir balıkçı kulübesinde güzel olmayan bir kadınla mutlu bir şekilde yaşıyordum. Kadın güzel olmasa da iyi biriydi. Benimle ilgileniyor evimi ve elbiselerimi temiz tutuyordu. Balıkçılıkla küçük bir adada geçinmeye çalışıyorduk. Karım hamileydi. Fazla param yoktu ve son çıkan fırtınadan sonra botum büyük hasar almıştı. Bir süre denize açılamadım. Lanet İngilizler yine birileriyle savaş halindeydi. Ve adamızı koruyan küçük bir askeri birlik vardı. Her zaman bizden vergi alıyorlardı. Günün birinde askerle yine kapıma dayandılar. Benden para istediler. Param yoktu ve olmayan paramı veremezdim adamlar üzerime yürüdüler. Gençliğin verdiği hiddetle askerlerin üzerine yürüdüm. Bu hayatımda yaptığım ilk hataydı. Askerleri komşularım yardımıyla püskürttüm. Bende işime geri döndüm. Kısa süre içinde botumu onarıp balık avlamaya çıkacaktım. Ve hamile karım için para kazanmaya gidecektim. İşte buda yaptığım ikinci hataydı. Denize açılıp geri döndüğümde evimin yandığını fark ettim. Karımı kurtarmak için eve daldım karşılaştığım manzara korkunçtu. Hamile karım karnı deşilmiş şekilde yerde yatıyordu. Adayı yöneten yüz başı yaptığımı bir isyan olarak görmüş ve böyle korkunç bir cevap vermişti. Yüzbaşı evli olduğu için kışlada değil adada iyi korunan bir evde yaşıyordu. Akşam eve gitmesini bekledim hava kararınca tek başıma evine saldırdım. İçerideki askerleri ve hizmetçileri kılıçtan geçirdim. Gözümü kan bürümüştü önüme geleni öldürüyordum. Kaptan anlatırken salonda yürüyor ve olayı tekrar yaşıyordu. Salondaki herkesin tüyleri diken diken olmuş kanı donmuştu. Yüzbaşı karısı ve oğlu bir odaya saklanmışlardı. Kapıyı kırdım kadın çocuğunu kurtarmak için önüme atladı. Şanslı kadınmış bir anlık refleksle onu hemencecik öldürdüm. Elimden kolayca kurtulmuş oldu. Kısa bir arbede sonucu yüzbaşını yakalayıp sandalyeye bağladım oğlunu ise kollarından tavana astım. Bıçağımı çıkarıp tek hamlede çocuğun göğüs kafesini yardım. Yüzbaşının olup biteni izlediğinden emin oluyordum. Çocukta bende yüzbaşıda acı içinde çığlıklar atıyorduk. Çocuğun kalbini yüzbaşının gözleri önünde söktüm. Kalbin elimde attığını hissedebiliyordum. Kalbi birkaç yudumda yedim. Kaptan odadaki herkesin onu dinlediğinden emin olmak için etrafına bakıyordu herkes bembeyaz olmuştu. Kaptan deli gibi gözüküyordu. Herkes kaptanın bütün kaslarının kasıldığını görebiliyorlardı. Gözleri fal taşı gibi açılmış kas spazmları geçirerek odada volta atan kaptan hikâyesine devam etti. Yüz başı için daha zor bir ölüm hazırlamıştım. Bıçağımı tam midesine saplayarak onu orada bıraktım. Midesinden akan asit onu yavaş yavaş eritecek acı içinde ölecekti. Herkesin kanı donmuştu. Sonra ne oldu diye sordu Jenna şok içinde yutkunarak. Kaptan devam etti. Artık yaşama arzumu kaybetmiştim. Peşimde İngiliz ordusu vardı. Denize açıldım. Kendimi bir korsan adasında buldum. Bir kaptan beni gemisine aldı. Sadece öldürüyor ve yemek yiyordum. Sonra hayatımda ilk kez âşık oldum. Geminin kaptanı başka bir korsanın kızıyla evlenecekti. Böylece iki büyük korsan grubu müttefik olacaktı. Adam psikopatın tekiydi. Evleneceği kadın, kızı yaşındaydı ve sürekli kadını dövüyordu. Sonunda kaptanı öldürdüm ve gemiyi ele geçirdim. Kadın ismi Mediea'ydı ve bana karşı oda boş değildi. Onu ikinci kaptanım yaptım. Birlikte denizlere açıldık yağmalar yaptık. Hayatımda mutlu olduğum kısıtlı zamanlardan biriydi. Birlikte gemiyi geliştirdik zaten hızlı olan gemi yaptığımız geliştirmeler sonucu çok iyi manevra kabiliyetine sahip oldu. Gemi yedi denizin en hızlı gemilerinden biri haline geldi. İnsanlar onun için denizin kırlangıcı demeye başladılar. Bende kırlangıcın kaptanı olmuştum. Öldürdüğüm kaptan ve âşık olduğum kadının babasının grupları arasında büyük bir savaş başlatmış oldum. Başıma ödül konulmuştu. Uzun bir süre kaçtık. Mediea'nın babasının adı Altar'dı gemisinin adı ise leviathan dı. leviathan deniz canavarının adıdır. Ve o gemi tam bir canavardı. O kadar büyüktü ki 200 mürettebatı vardı. Tek başına yüzen bir adaydı. Kırlangıcım sadece 20 kişilik bir mürettebata sahipti ve üzerimize rüzgâr gibi gelen leviathandan kaçmamız neredeyse imkânsızdı. leviathanı korkunç yapan tek şey bu değildi. leviathan havan topları sayesinde yağmur gibi top güllesi yağdırabilirdi. O kadar çok top güllesinin güneşi kapattığı söylenir. Düşmanı yıldızsız bir geceyle ölüme uğurlar denir. Yapacak tek şeyi yaptım. Mediea'yı alıp bir bota bindirdim. Adamlarıma ben korkak bir kaptanım ve burada ölmek yerine gemiyi terk ediyorum dedim. Artık yeni kaptanınız afelade olacak. Size son emrim buradan kaçmanız ve hayatta kalmanızdır. Afelade sağdık bir adamdı ve iyi bir denizciydi. Benden sonra kırlangıca iyi bir kaptan olacaktı. İri yarı dev gibi bir afrikalıydı. Onu bir yağmam sırasında kölelikten kurtarmıştım. Bizi bir filikaya bırakıp terk ettiler. Kaptan altarın güvertesine çıkarıldık. Kaptan altara dönüp yapmaman gereken şeyler yaptım korsanlar arasında savaş başlatıp kızını alı koydum. Yaptığımın cezasının ölüm olduğunu biliyorum. İnfazımı kabul ediyorum. Eğer son isteğimi kabul edersiniz ölüme kendi arzumla şarkılar eşliğinde yürüyeceğim. Kaptan altar sizden son isteğim kızınız için uygun nazik bir eş bulmanız. Kaptan altar bir şey söylemedi sadece başıyla onayladı. Bende bıçağımı çıkarıp vücuduma derin kesikler açtım. Kanımın kokusu köpek balıklarını üzerime çekecekti. Kaptan altar kızını bu durumu görmemesi için kamarasına gönderdi. Ölümüm için güzel bir şarkı seçmiştim. leviathanın mürettebatı bana eşlik ettiler. There lies a tavern down Wisconsin way Where you can get drunk any time of the day The landlord's a bastard, the barmaid's a whore But give them no shit or you're straight out the door The Sunk'n Norwegian's the name of this hole A nasty ol' tavern if ever I've known One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky Scoundrels and brigands and ne'er-do-wells And creatures dragged up from the black pits of hell All find their relief in a tankard of ale So the Sunk'n Norwegian is where we will sail For barrels of whiskey or pints from the bar But if you don't know then you don't go One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky Drink up my friends, as much as you can For tomorrow we sail to a faraway land We'll party all night and get drunk off our heads 'Cause we can all rest when we are dead One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky One more drink at the Sunk'n Norwegian One more drink before we have to die One more drink at the Sunk'n Norwegian Raise up your tankards of ale to the sky Şarkı bitince suya atladım. Suya atladığımda uzaklardan gelen bir top atışı sesi duydum. Gökten leviathanın üzerine top güllesi yağmaya başladı. Kırlangıç beni kurtarmaya gelmişti. Kırlangıca binip kaçmaya başladık. Kaçmaya çalışırken leviathanın öfkesi hakkında anlatılan tüm efsanelerin gerçek olduğunu anlamıştık. Kaptan altar üzerimize yağmur gibi gülle yağdırmaya başladı. Anlatıldığı gibi mermiler gökyüzünü kaplıyordu. Ama kırlangıçta efsane gemilerden biriydi ve bizi kurtaracak tek şey onun manevraları ve ani hızlanmasıydı. Son çare olarak demir attık. Her şey bir saniye içinde gerçekleşiyordu ama hayatımın en uzun anlarından biri olduğuna ve hiç bitmediğine yemin edebilirdim. Demir atıp dümeni kırdım kırlangıç inanılmaz bir hızda iskele tarafına döndü. O kadar hızlıydı ki mürettebat bir yandan diğer yana savruldu. Tam yol alacaktık ancak bir türlü çapadan kurtulamıyorduk. İşte kaptan kırlangıcın en uzun ve son saniyesi böyle tükendi. Bölüm 6 O gece herkes uyuduktan sonra kaptan arabanın başına gitti. Çaldıkları malzemelerle arabayı onarmaya başlamıştı bile. Motorda çok problem yoktu ancak kaporta çürüklerle doluydu. Sabaha kadar çalışmayı planlıyordu. Jenna in büyü gücü sayesinde bu dünya üzerinde kaldığı sürece hiç uyumadan ömrünü geçirebilirdi. Tabi işlerin Jenna için aynı olduğu söylenemezdi. Jenna büyük bir büyü gücü kaybediyor toparlana bilmek için daha fazla uyuyor meditasyon yapıyordu. Sabah ilk uyanan afelade oldu. Kaptanın yanına gelip bir şey söylemden yardım etmeye başladı. Kaptan sizinle işimiz bitti artık gitmekte özgürsünüz dedi. Bitti mi? işimiz daha yeni başlıyor yanılıyor muyum? He mürettebatı olmayan bir kaptan işe yaramaz aksi bir korsandan başka bir şey değildir. Ben ve diğerleri sana yardım etmek istiyoruz dedi afelade. Bu devirde sağdık bir mürettebat bulmaktan daha zor olan sizin gibi ölümüne susamış sağdık bir mürettebat bulmaktır. Öyleyse bu işi hep beraber bitirelim tayfama hoş geldiniz. Bir sonra ki hedefimizde senin de fikrini duymak isterim dedi kaptan. Öncelikle o mızraklı piçi halledelim fazla zamanımız yok gibi hissediyorum başka biri onu bulmadan biz bulmalıyız dedi afelade. Acele etme benim en hızlı kaptan olduğumu unutuyorsun galiba ölmeden onu bulurum ve... -kaptan cümlesini tamamlamadı sanki bir şey hissediyormuş gibi duraksadı. - ve sanırım biz onu bulmadan o bizi bulmuş. Beni takip et dedi kaptan. Birlikte malikânenin bahçesine koşmaya başladılar. Mızraklı savaşçı malikânenin önünde duruyordu. Jenna kaptandan önce yetişmiş gardını almış şekilde duruyordu. jenna geriye çekil bu şerefsizle görülecek bir hesabım var dedi. jenna sana yardım edeceğim dedi bir planım var. Kaptan başıyla onayladı. Bir planın olmasına rahatlamıştı sonuçta karşısındaki adam hem çok hızlı hem de yaralanmıyordu. İlk saldırı savaşçıdan gelmişti. Mızrağıyla kaptanın üzerine mermi gibi atılmış kaptanın gerilemesine sebep olmuştu. Bakıyorum da bu sefer savunmasız kadınlara saldırmıyorsun dedi kaptan. Savaşçı cevap vermedi. Çok konuşkan biri değilsin anlaşılan sana olan sinirim geçmedi sana yemin olsun bu gün burada keelhaul edileceksin dedi kaptan. Cümlesini tamamlar tamamlamaz saldırdı. Savaşçı kalkanıyla kaptanın saldırılarını karşılıyor inanılmaz bir hızla tekrar geri saldırıyordu. Kaptan savaşçının hızına yetişmekte biraz sorun yaşıyor gibiydi. jenna kaptana yardım etmek için buz büyülerini kullanıyordu. Büyüler çok bir hasar vermiyormuş gibi gözükmüyordu ama savaşçının hızının yavaşladığı da aşikârdı. Hızı her ne kadar yavaşlamışta olsa hala çok tehlikeli saldırılar yapıyor kaptanla kafa kafaya savaşıyordu. Kaptanın ani dikkatsizliğinden yararlanıp saldıran savaşçı kaptanı geriye doğru sürmeye başladı. Savaşçı tüm gücünü toplayıp saldırdı. Kaptan geri sıçramak yerine sağ tarafa bir adım attı. Savaşçının mızrağı kaptanın bir kaburgasını kırarak sıyırdı. Kaptanın canı çok yanmış olmasına rağmen renk vermedi. Savaşçı kaptanın tuzağına düşmüştü. Kaptan gülümseyerek sağ alinde tuttuğu mızrağı savaşçının mızrağını tuttuğu sol eline sapladı. kılıç oradayken savaşçı re jenerasyon yeteneğini kullanamıyordu. Kaptan bir adım geriye sıçradı. jenna buzdan bir kafes örerek savaşçıya bir bağlama büyüsü yaptı ve bağırdı şimdi kaptan topuğuna ateş et. Kaptan tüm gücünü son saldırısı için topladı. Sol elindeki sağ eline alarak ileri atıldı. Kılıcını savaşçının boğazından içeri soktu. Bir adım daha ileri adım atarak savaşçının topuğuna ateş etti. Savaşçı sanki tüm gücünü kaybetmişti. olduğu yere çöktü kaldı. Artık her şey son darbeye kalmıştı. Sözünü verdiğim keelhaul u alacaksın dedi kaptan gülümseyerek tek eliyle savaşçının kafasından tuttu. Artık başka bir boyuttaydılar. Uzaktan martıların ve dalgaların sesini duydu kaptan. öğle saatleriydi güneş en tepede kuru sıcağıyla kaptanın derisini yakıyordu. Denizin tuzu güneşin yakması ve tatlı tatlı esen rüzgârın tenine verdiği muhteşem hazzı tekrar yaşamanın mutluluğunu yaşadı kaptan. Kırlangıcın güvertesinde olduğunu o an anladı. Kaptan bu gün bu piçi keelhaul ediyoruz dedi kafasından tuttuğu savaşçının bedenini güverteye atarak. afelade emredin efendim dedi savaşçıyı alıp bağlamaya başladı. Savaşçı afeladenin iri bedeni yanında oyuncak gibi kalıştı. Korsanlar çoktan şarkılarını söylemeye başlamıştılar bile. My friends I stand before you To tell a truth most dire They lurks a treator in our mist Who haven't vote the captain's ire He don't deserve no mercy We ought to shoot him with a gun But I am not an evil man but first let's have a little fun We'll tie that scoundrel to a rope And throw him overboard drag him underneath the ship A terrifying deadly trip Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho I will not say what he has done His sins are far to grave to tell It's not my place to judge a man But for them he will burn in hell The sharks will dine up on his flesh And Davy Jones will have his soul Take his money and his hat He won't need them where he's gonna go but first lets tie him to a rope And throw him overboard drag him underneath the ship A terrifying deadly trip Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho We'll tie that scoundrel to a rope And throw him overboard drag him underneath the ship A terrifying deadly trip Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho Keelhaul, that filthy landlubber, send him down to the depths below Make that bastard walk the plank with a bottle of rum and the Yo-Ho-Ho Kaptan şarkıya eşlik etmedi kırlangıçla hasret gidermekle meşguldü çünkü. jenna da oradaydı. Kaptan ve korsanlar aldırış etmedi. sanki korsanlar jenna yı tanıyordu. Sanki jenna kırlangıcın bir parçasıydı. Kaptan dümene geçti. Dümende küçük kuş figürleri vardı. Büyük siyah ana yelkenin üzerinde de kırlangıç deseni vardı hatta kuru kafalı korsan bayrağının sağ üst köşesinde de. jenna kırlangıca ait olduğunu hissetti. Sanki geminin her köşesini biliyordu. Sanki hafızasını zorlasa kırlangıçta geçen anıları hatırlayabilecekti. İnfaz başlamıştı. jenna infaza bakmadı kaptanda bakmıyordu. Parmakları dümeni okşarken ufku izliyordu sadece. jenna kaptanın ne kadar sakin olduğunu fark etti. Çok sessizdi onu ilk gördüğünden beri hep hareketli olmuştu. Hiç susarken görmemişti. Kırlangıç onun eviydi ve o evinde normalden farklı gözüküyordu. Göğsünü şişirmiş gururla ufku izliyordu. Şu ana kadar gördüğü en erkeksi insan kaptandı sanırım. İnfaz bittikten sonra kaptanı boğulduğu hayallerden afelade kurtardı. Emirleriniz nedir kaptan diye sordu. Emirlerim mi ha evet emirlerim kaptan kendi kendine mırıldandı. Tok bir sesle yelken açıyoruz tam yol ileri ve beyler o gün beni kurtarmaya geldiğiniz için çok teşekkür ederim çok iyi birer mürettebat hayır arkadaş oldunuz dedi. Ve gerçek dünyaya döndüler. Bölüm 7 jenna tekrar malikânenin bahçesinde olduklarını fark etti artık sınırına gelmişti. Bedeni titriyor, midesi bulanıyor, Bitkin hissediyor, bası ağrıyor bu evrende oluna bilecek lanet olası bütün hastalıkların semptomlarını yaşıyordu. Diz çöktü yere düştü. Gözlerini kapatmadan önce kaptanın yerde yattığını gördü. Kaptan ölmüş bile olabilirdi. Jenna umursamadı oda ölüyordu çünkü. Hizmetkârlar için zaman kavramı diye bir şey yoktur. Şu an olduğu gibi 1700'lerde yaşamış kaptanın günümüze çağrılabildiği gibi günümüzde yaşamış bir kahramanda 1700'lere çağrılabilir. Haliyle bu durum hizmetkârlara kısa sürelide olsa zaman zamanı yıkabilme gücü vermiştir. Kaptan bu gücü kullandığında hiç gerçekleşmemiş bir zamana geçmiş oldu. Bu sayede düşmanı olan mızraklıyı yenebildi. Ancak bu güç muazzam bir büyü gücü harcamaktadır. Jenna bu yüzden neredeyse ölümün eşiğine geldi. Jenna uyandığında odasında yatıyordu. Başında kaptanın afelade ismini taktığı adam duruyordu. Jenna adamın ismini öğrenme fırsatına hiç sahip olmamıştı. Muazzam derecede yorgun hissediyordu jenna. Daha önce büyü kullanamayacak hale gelinceye kadar büyü gücünü kullandığı olmuştu ancak hiç bu kadar kötü olmamıştı. Kaptan jennanın tahmin ettiğinden fazla büyü gücü tüketiyordu. Bu seferlik bir kaç günlük baygınlıkla kurtarmıştı ancak kaptan biraz fazla büyü gücü kullanacak olursa jennanın ömrü kısalmaya başlayacaktı. İki gündür baygınsın dedi adam doktor çağıramadık. Ne diye bilirdik ki arkadaşlarımız lanet olası bir mızraklı ile savaşıp bayıldılar mı? Bizi tutuklarlardı. Artık iyiyim teşekkür ederim. Bütün büyü gücümü tükettiğim için oldu. Kaptanı iyileştirdikten sonra muhtemelen bir kez daha bilincimi kaybedeceğim. O yüzden rica etsem bana yemek getirebilir misin? Diye sordu jenna. afelade telsizden adamlarına yemek hazırlamalarını emretti. Adam artık ev çevresinde nöbet tutuyoruz o tip savaşlar pek dayanamayız ama elimizden geleni yapacağız dedi. jenna cevap vermedi. Yanına yatırılmış olan kaptanı inceliyordu. Kaptan kaburgaları kırık halde ölü gibi yatıyordu. Bu hali bile kaptanın büyü gücünü emiyordu. Yaralı olduğundan hayatta kalabilmek için normalden daha fazla büyü gücü emiyordu muhtemelen. jenna kaptanın yaralarını iyileştirdiğinde tekrar bilincini yitirecekti. O yüzden açlığını ve susuzluğunu gidermeliydi baygınken açlıktan ölebilirdi çünkü. Yemek jennanın odasına geldi. jenna savaştan çıkmış bir goblin ordusu gibi yiyordu. 50 kiloluk bir kadına göre aşırı ve hızla yedi yemeğini. Yemekten sonra kaptanın yaralarını sarmak için tekrar büyü yapmaya başladı. Son büyü gücüne kadar kullandıktan sonra tekrar bilincini kaybetti. Kaptan uyanınca kendisini jennanın odasında ve onun yanında yatarken buldu. Yorgun hissediyordu. Bunun sebebinin jennanın büyü gücünün azalması olduğunun farkındaydı. Kendi kendine çok fazla güç kullanamama kararı aldı. Garaja arabanın yanına gitmeye başladı. Araba pek bir işe yaramamıştı işleri onsuzda halledebiliyordu ancak başladığı işi yarım bırakmayı sevmiyordu. Garaja gittiğinde aracın neredeyse bitmiş olduğunu fark etti. afelade ve adamları araba üzerinde çalışıyorlardı. Günaydın kaptan dedi afelade. Araba bitti sayılır. Sen baygınken çürükleri onardık. Rol bar ve zırh plakaları hazırladık ancak daha monte etmedik. Kısa bir zaman sonra her şey hazır olur. Size yardım edeyim dedi kaptan. Yorgun gözüküyorsunuz bir sandalye çekin ve nasıl yapmamız gerektiğini bize tarif edin dedi afelade. Kaptan çalışmayı tercih etti. Dört günlük bir çalışma sonucu her şey hazırdı jenna uyanmış gücünü toplamıştı. Kaptanda eski gücüne kavuştu. Bu akşam bu bebeği ilk savaşına sokalım dedi kaptan. jenna kaptanın yanına geldi. Biraz konuşa bilir miyiz kaptan diye sordu. Kaptan olur deyip jennayı takip etmeye başladı. Bahçede havuzun yanındaki bir masaya oturdular. Kaptan sandalyeyi jennanın yüzüne bakmayacak şekilde havuza doğru çevirip oturdu. jennada kaptanın yüzüne bakmıyordu. jenna nasıl konuya gireceğini bilemiyordu. Konuya girmede hep kötü olan jenna iyi bir savaş çıkardın diye bildi. Senin yardımınla diye cevapladı kaptan. Topuğunun zayıf noktası olduğunu nasıl bilebildin. achilles i herkes bilir şansımızı denemekte fayda olacağını düşündüm. Sadece risk aldım diye açıkladı jenna acemice. Bir süre sessizlik olduktan sonra sessizliği bozan jenna oldu. Eğer... Eğer kutsal kâseyi elde etseydik dileğin ne olurdu kaptan? Kaptanın beklediği soru bu değildi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra bilmem... Sanırım bunu o zaman düşüneceğim dedi. jenna cevap vermedi boşluğu izliyordu ve kâseyi elde edince bir komut mührünü onu yok etmen için kullanmayı düşünüyorum dedi mırıldanarak. Kaptan komut mührü kullanmana gerek yok eğer onu yok etmemi istiyorsan öyle yaparım dedi. Masadan kalkıp uzaklaşıyordu ki jenna onu durdurdu nasıl yani dilek hakkından vaz mı geçiyorsun? Dilek hakkı ya da kutsal kâse savaşı hiç biri umurumda değil kadın. hiç bir dileğim yok dedi kaptan. jenna bir dilek hakkın olmalı karamanlar en çok arzu ettikleri şey sayesinde bu savaşa katılırlar diye seslendi uzaklaşmakta olan kaptana. En çok arzu ettiğim şeye bu savaşta daha kâseye sahip olmadan ulaştım zaten dedi kaptan. Akşam olunca jenna ve kaptan arabaya bindiler. Arabanın üstü açıktı üst tarafa 360 derece dönebilen bir top takılmıştı. Kaptan sürecek jenna ateş edecekti. Eğer işler yolunda giderse kaptan fazla güç kullanmadan savaşı kazana bilirlerdi. O konuşmadan sonra şimdiye kadar jenna ve kaptan hiç konuşmamışlardı. Sonunda kaptan marşa bastı. Araba güzel şekilde çalışıyordu. Şimdi sıra bir kahraman ruhu bulup saldırmaktı. Bunun için şehirde turlayacaklardı. Yakınlarda bir kahraman ruhu olduğunda nasıl olsa jenna ve kaptan hissedecekti. afelade ve adamları da kendi araçlarıyla kaptana yardım edeceklerdi. Bir saatlik bir gezi sonucunda kaptan sonunda amacına ulaştı. Bir kahraman ruhu bulmuşlardı. Şanslarına kahraman binici sınıfı bir kahramandı ve bir motosiklet sürüyordu. Kaptan telsizle afelade ve adamlarına haber verdi. Önüne çıkıp yolunu kesmeyi planlıyordu. Ancak binici her seferinde kurtulmayı başarıyordu. Kaptan jennaya neden savaştığımız bütün hizmetkârlar tek dolaşıyor onların bir ustaları yok mu? Diye sordu jenna var tabi ki ancak büyücüler savaş alanında kolayca ölebileceklerinden üslerinde saklanıyorlar diye açıkladı. O zaman neden biz öyle yapmıyoruz diye sordu kaptan. Ben öyle istemiyorum! Diye çıkıştı jenna. Ayrıca çok güçlü bir büyücü sayılmam bir hizmetkâr beni yalnız bulursa avantaj onda olur diye açıkladı jenna sanki çıkışı için özür dilermişçesine ağır başlılıkla. jenna topun başındaydı yedi sekiz kez ateş etmesine rağmen hedefi vuramamıştı. Hayatında ilk defa ateşli bir silah kullanıyordu ve hareketli bir hedefi vurmak başka bir meseleydi. Kaptan aracı çok sert kullanıyordu ani firenler ve dönüşlere jennanın alışması hiçte kolay değildi. afelade yol ağzından binicinin önüne fırladı. Nişan alıp ateş eden jenna motoru tekerleğinden vurmayı başardı. Taklalar atıp lastik top gibi seken binicinin üzerinden arabayla geçen kaptan jennayı işte benim ikinci kaptanım diyerek kutladı. Kaptan şimdi sıra onu öldürmekte diyerek el frenini çekti ve araçtan indi. Kaptan ve jenna inene kadar binici kılıcını çıkarıp gardını almıştı bile. Denizin hemen dibinde trafiğin ortasında bir savaş olacaktı. Az sayıda olan insan gördüklerinden korkmuş bir çete hesaplaşması sanarak oradan kaçmaya çalışıyordu. binici kısa tek el bir kılıca sahipti. Kaptanda buna karşılık sadece bir kılıç şekillendirdi. Fazla güç harcamak istemiyordu. Dövüş başlar başlamaz kaptan üstünlüğünü göstermeye başladı. Kaptan teknik olarak üstün olmasına rağmen binici çok hızlı hareket ediyordu. Ancak binicinin bineği olmadan ayak oyunlarında yetersiz kaldığı aşikârdı. Binici kaptanı çok yakınına sokmamaya çalışıyordu. Kaptan ilk fırsatta yakına girmeli ve bu dövüşü bitirmeliydi. Ancak kaptan aceleyle hareket edip hata yapmadı. Birkaç savunma hareketinden sonra kaptan istediği fırsatı sonunda buldu. Binici kılıcıyla sağ üstten sol alta havayı yararak bir saldırı düzenledi. Kaptan sağ alt tarafa kaçarak saldırıdan kurtuldu. Kılıcını aşağıdan yukarı doğru savurarak düşmanın kolunu kesmeyi başardı. Kılıcını daha fazla güç kullanmamak adına yok eden kaptan biniciye sağlı sollu yumruklarla saldırmaya başladı. Neye uğradığını şaşıran binici tökezleyerek geri yıkıldı. Kaptan tekmelerle yumruklarla biniciyi öldürmeye çalışıyordu. jenna yeter artık öldür onu diye bağırmasına rağmen kaptan hiç bir şeyi duymuyordu. jenna bir komut mührü kullanmak zorunda kaldı. Kaptanın büyü kullanmama çabası vahşete dönüşmüştü. Binici öldükten sonra kaptan anca kendine gelebildi. Kaptan dönmüş sessizce denizi izliyordu. Binici ölmüş olmasına rağmen hala kahraman ruhu hissetmesi jennayı düşündürmeye başladı. Tam burayı terk edelim diyecekken kulakları tırmalayan bir gemi sireni duyuldu. jenna arkasını döndüğünde bir Northumberland (T23 duke-class) İngiliz deniz kuvvetleri savaş gemisinin denizde çok yakında olduğunu fark etti. Gemi oraya muhtemelen karartma uygulayarak gelmişti. jenna sireni duyana kadar koca gemiyi fark etmemişti bile. Kaptan yüzme bilen herkes denize atlasın. Karşımızdaki canavarın misafiri olacağız dedi. Bölüm 8 Herkes yüzerek geminin güvertesine çıktı. Geminin ne yelkenleri vardı nede tahtadandı. Metal bir geminin denizde yüzmesi yetmezmiş gibi birde yelkenleri olmadan hareket ediyordu. Kaptan jennaya kaptanlık şapkası ile yüzünü kapatmasını söylemişti. Gemide mürettebat olarak kaptan altarın leviathandaki korsanları vardı. Kaptan altarda onları güvertede bekliyordu. Kaptan altar kılıcını çekip ikinci kez güverteme çıkıyorsun bu sefer öldüğünden emin olmak için işini kendi ellerimle bitireceğim dedi. Bu sefer korumam gereken biri yok o yüzden kendimi tutmayacağım giye cevapladı kırlangıç. Bende bunu bekliyordum dedi altar kırlangıcın üzerine atılırken. Kırlangıç altarın hamlesini kılıcıyla durdurdu. altar çift el bir kılıç kullanıyordu ve kılıç neredeyse bir adam boyundaydı. Zaten devasa boyutlarda bir insan olan altara başka kılıçta yakışmazdı. Savaş esnasında altarın gözüne bir siluet takılmıştı. Bir yandan tek gözüyle silueti inceliyor bir yandan da savaşmaya devam ediyordu. Kırlangıç ben ciddiye almıyorsun kaptan daha dikkatli olmalısınız diye uyardı altarı. altar ise gördüğü bir siluet karşısında savaşı tamamen bırakmıştı. jennaya doğru birkaç adım attı. Sevgi dolu gözlerle jennanın yanağına dokundu. jenna bu hareket karşısında ne yapacağını bilemedi. Mediea biricik kızım seni ne kadar özledim bilemezsin dedi altar. jenna neden bahsettiğinizi anlamıyorum ben mediea değilim diyebildi. Kırlangıç evet kaptan mediea görünüşünün yanında karakteri de aynısı. Ancak ne beni nede seni hatırlıyor. Ve buda onu başka biri mi yapıyor. Hiç tanımadığımız bir mediea o. merak ediyorum insanı kendisi yapan özellik nedir? Onun adını ağzına alma dedi altar öfkeyle. Burada neler oluyor diye atıldı biri. Yapman gerekeni yap kaptan ve düşmanı yok et dedi aynı ses. Kaptan jennaya görünüşe göre altarı çağıran büyücü dedi. Jenna, elsevir rosevern diye açıkladı. Ailem ve onun ailesi rakiptir ve çok güçlü bir büyücü ailesinin üyesi kutsal kâse savaşına girmeden önce bu savaşın olacağını biliyordum ve bunun için hazırlandım dedi jenna kaptana. Ah Meltucrea ailesinin fareleri de bu savaşa katılmış dedi elsevir. Seni bu savaşta ezerek ailelerimiz arasındaki farkı tüm dünyaya bir kez daha göstermek benim için büyük şeref olacak diye ekledi. jenna başlayalım öyleyse dedi büyük bir hırsla gözleri parlıyordu. jenna bir savunma büyüyle başlayıp kendisine buzdan bir zırh oluşturdu. jenna buz elsevir ise ateş büyülerini kullanan büyücülerdi. Buz büyüleri düşmanın hızını düşürürken müttefik ve kullanıcıların daha hızlı iyileşmesini sağlayan bir büyü tipiydi. Ateş büyüleri ise yüksek saldırı gücü ve oluşturdukları yangınlarla hasarı arttırabiliyordu. elsevir büyük bir zevk alıyormuşçasına güldü. İşte seninle benim aramdaki fark bu fare, senin büyülerin tamamen savunma amaçlı zavallı büyüler benim ki ise düşmana felaket ve acılar içinde bir ölüm getiren kudretli büyüler. Bir fare gibi kaçmaktan başka bir şey yapamayacaksın dedi. jenna ve elsevirin bu muazzam savaşı karşısında kaptan ve altar ne yapacaklarını bilemediler. Kaptan kırlangıç senin kızının ve benim kadınımım savaşını izlemeye ve küçük bir ateşkes yapmaya ne dersin diye teklif etti altara. altar aye! İzleyelim diye cevapladı. elsevir siz ikiniz ne yapıyorsunuz. Kaptan size görevinizi yapmanızı söyledim diye çıkıştı. altar kızım savaşırken izlemekten başka bir şey yapmam diye cevapladı. Gururla ekledi onu gerçek bir korsan olarak yetiştirdim. jenna görünüşe göre hizmetkârlarımız bize yardımcı olmayı reddediyor bu işi kendimiz yapmak zorundayız dedi. Öyle olsun kimseye ihtiyacım yok sana gücümü tek başıma göstere bilirim diye cevapladı bir ateş topu yollayarak. Büyücüler tabi ki sadece ateş ve buz büyüleri yapmıyorlardı. Birbirlerini zayıf oldukları büyü alanlarına zorlayıp hata yapmalarını sağlıyorlardı. Sadece buz ve ateş büyülerini kullanacak olsalardı su üzerinde bir savaş olduğundan jenna avantajlı olurdu. Kaptan ve altar savaşı izliyorlardı. altar hey orada duran sersemler bize içki getirin diye emretti adamlarına. Adamlar birkaç şişe rom ile birlikte geri döndüler. Kaptan kırlangıç rom içmeyeli uzun zaman oluyor diye açıkladı. Kutsal kâse savaşı bittikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun diye sordu kaptan kırlangıç aslında cevabı umursamıyordu sormak istediği başka bir soru vardı ancak soramamıştı. Ortam alkolün etkisiyle yumuşamıştı. altar belki bu bebekle birlikte korsanlığa devam ederim Somali civarında hala korsanlar var diye duydum dedi. Aye! Onları bende duydum ancak o korsanlar denizden başka tanrıya inanıyorlarmış ve tanrıları biraz kafadan kontakmış. Romu yasaklamış. Yedi deniz! Romu biten korsanlar ne içerler bilirsin. Van der Decken Cebelitarık boğazından uçarak geçtikten sonra korsanlık çok değişmiş. Aye! Yeterince iğrençleştik dedi altar ve gülmeye başladılar. Van der Decken onları ıslah etsin. Korsanlığın zamanı çoktan geçmiş gibi duruyor dedi kaptan kırlangıç ve sonunda sormak istediği soruyu sordu. Ben öldükten sonra ne oldu? mediea ne yaptı diye sordu. medieanın evlenip evlenmediğini merak ediyordu kırlangıç. Sen öldükten sonra mı? Sen öldükten sonra uzun bir yaşamım olmadı diye açıkladı altar ve hikâyesini anlatmaya başladı. O olaydan sonra sadece bir yıl daha korsanlık yapabildim. İngiliz ordusu peşime takılmıştı. Genç bir İngiliz kaptanı güverteme çıkarak beni öldürdü. Kellemi leviathanın burnuna takarak nassauda sergiledi. mediea esir alınmıştı. Onu ve mürettebatımı nassau da idam edeceklerdi. Bende yapmam gerekeni yaptım. Denizin sözcüsü Van der Decken a yalvardım kızımı kurtarmasına ona güzel bir hayat vermesini istedim. Gemisinde yüz yıl köle olarak çalışmam karşılığında kabul etti. nassau da ki binlerce insanı öldürüp kızımı kurtardı ve hafızasını sildi. Artık normal bir insan olarak yaşaya bilirdi. Bana söylediğine göre bir diplomatla evlenip bir kızı ve birde oğlu olmuştu. mediea nın mutlu bir evliliği ve çocukları olduğuna sevinmişti kırlangıç hatta çocuklara karşı sevgi bile hissediyordu. Onları kendi çocukları gibi sevmişti. Ancak yine de bir hüzün hissediyordu. Bu durum onu depresif bir havaya sokmuştu. Mediea ile mutlu bir hayat istemişti sadece. altar kırlangıcın aklını okumuşçasına belki de medieanın eşi sen olmalıydın dedi. Kaptan kırlangıç siktir mate! Siktir! Diye cevapladı kafasına dikip bitirdiği içki şişesini yerde kırarak. Hadi şu işi bitirelim diye ekledi. Kaptan elsevirin jennaya olan saldırısını kılıcıyla engelledi. Neden kimin daha güçlü olduğuna hizmetkârlarınız karar vermesin hanımlar diye sordu. Kaptan altar ve kaptan kırlangıç güvertede karşı karşıya geldiler. İlk saldırıyı kırlangıç yapmıştı. Ancak altar uzun kılıcıyla yakınına gelmesine izin vermedi. altarın mürettebatı ve kırlangıcın mürettebatı savaşı izliyordu. Bir halka oluşturarak iki kaptan için güvertede bir arena oluşturdular. tezahüratlar iki tayfa arasında kavgaya döştü artık mürettebatta savaşın içerisindeydi. kırlangıç altarın devasa kılıcı karşısında ayak oyunlarıyla sadece defans yaptı. O karmaşa içerisinde her zaman en doğru kararı vermeliydi. altar se berserker sınıfı olmanın getirdiği avantajla arkası arkasıya hiç durmadan saldırılar düzenliyordu. kırlangıç sadece defans yaparak bile yorulmuştu. Eğer böyle giderse hiç bir şey yapamadan kaybedecekti. Bir süre altarı gözlemledi. Şanslı günündeydi çünkü sonunda altarı çözmeyi başarmıştı. altar sürekli jennayı kontrol ediyordu ve saldırı hamleleri esnasında birkaç hamleden sonra kendisini tekrarlıyordu. Hatta üçüncü hamlesinden sonra açık bile veriyordu. Altar saldırı hamlelerinde takrar başa döndü. Kırlangıç sabırla bekledi. altar ilk hamlesini yaptı. Kırlangıç geri sıçradı. altarın ikinci hamlesiyle rutin savunma hamlelerini bırakıp altarın yakınına girdi. Bu hareketi beklemeyen altar anlık bir şaşkınlıkla 3. hamlesini yukarıdan aşağı kılıcını savurarak yaptı. Kırlangıç önceden beklediği bu hamleye altarın kılıç tuttuğu kolundaki kasları keserek cevap verdi. Saniyeler içinde; durmadan diğer kılıcıyla soldan sağa göğsünü yardı hemen akabinde sağ elindeki kılıçla altarın boynunda derin bir kesik açtı. Altar tüm bu olup bitenler esnasında tek bir acı belirtisi göstermeden jennayı izlemişti. Altar Gülümsedi sanırım yaşlandım ve eski hızımı kaybettim dedi. Son saniyelerini büyük bir sevgi ile jennaya bakarak geçiren altar mavi bir ışık hüzmesiyle birlikte kaybolmaya başladı. Kaptan kırlangıç yaşlanmadın sadece savaş esnasında gözünü kızından ayıramadın diye mırıldandı kendi kendine. Kırlangıç bu sözlerden sonra altarın yok olmasını beklemeden koşarak geminin gönderindeki bayrağı kendi bayrağını taktı. Böylece gemiyi ve altarın mürettebatını ele geçirmiş oldu. Altarın mürettebatı yeni kaptanları için 3 kez tezahürat yaptı. Yorgunluktan bitmiş olan kırlangıç tam jennanın yanına gidecekken altarın mürettebatından biri kaptan demir kuşlar yine saldırıyor diye uyardı. Büyük bir gürültüyle İngiliz jetlerinin saldırmak için geldiğini gören kırlangıç bu gece hiç bitmeyecek mi? diye söylendi kendi kendine ve etrafına emirler yağdırmaya başladı. Herkes görev yerine savaşa hazırlanın. Benim mürettebatımdan gelenler altarın mürettebatına yardım etsin... Jetler yeterince yaklaştığında beklenmedik yerden gelen adeta gökyüzünde birden beliren mızrak kılıç ok tarzı binlerce silah jetlerin üzerine yağdı büyük bir hızla. Jetler gürültüyle havada infilak ettiler. Kaptan ne olup bittiğine anlam veremiyordu. Nereden gelmişti o silahlar? janne ve elsevir lanet olsun diye küfürler saydırmaya başladılar. janne kaptana eliyle gökyüzünü gösterdi. İşaret ettiği yerde bir kahraman ruhu duruyordu. Bu Gılgamış bütün kahramanların atası. Olabilecek en kötü şeyle karşı karşıyayız dedi. Bölüm 9 - Son Gılgamış normal boyutlarda sarışın bir adamdı. Krallara layık bir giyim kuşama sahipti. Uzun bir pelerini, gösterişli bir tacı, altından ve değerli taşlarla süslenmiş bir zırhı vardı. İkimizde üç kahraman öldürdük gibi duruyor önüme çakan tek engel olan senide öldürdükten sonra kâse benim olacak dedi, kırlangıca tepeden bakıyor kibri gözlerinden okuna biliyordu. Dişsiz jack dedi kırlangıç bir keresinde bir taşı yemeye kalktığı için bütün dişleri kırılmıştı. Kum dolu bir torbadan daha aptaldı ancak o dahi saymayı bilirdi. Eğer senin öldürdüğün kişi sayısı 3 ise benimkilerle beraber 6 yapar beni ve senide eklersek 8 eder yedi kişilik bir savaştayız dostum dedi ve bu zekâyla buralara kadar gelmiş olman şaşırtıcı diye mırıldandı kendi kendine. Ayrıca bir soytarı gibi giyinmiş ve yeni zengin olmuş bir fahişe gibi altın ve taşlarla kendini süslemişsin diye ekledi. jenna durumun kötü olduğunu düşündü Gılgamış'ı kızdırmanın güzel sonuçlar doğuracağını pek sanmıyordu. Gılgamış öfkeden deliye dönmüştü küstah! Tanrı kralla konuştuğunun farkına var ve hemen önümde diz çök diye bağırdı. Benim gibi bir kralı sıradan bir insan çağırmış olabilir mi ben kendi arzumla geldim diye ekledi. Kral he? Güldürme beni askerlerin nerede kral? Bak benim için savaşacak mürettebatım var senin gibi kralları kahvaltıda yerim ben diye çıkıştı kaptan. jenna kırlangıç ile Gılgamış arasında geçen tartışmayı tedirginlikle izliyordu. Gılgamış'ı kitaplardan tanıyordu. Daha önce iki kez kutsal kâseyi ele geçirmeyi denemiş ama zamanının büyücüleri hayatlarını feda ederek engellemeyi başarmışlardı. Anlatılana göre kral kompleksine sahip kibirli bir adamdı. Daldığı düşüncelerden onu elsevir kurtardı. Ona bir anlaşma önerdi: kutsal kaseyi yok ederseniz senle büyü gücümü paylaşırım. Aksi takdirde kırlangıç savaşı kazanamaz. altarla yapmış olduğu savaştan bitkin halde çıktı dedi. jenna zaten baştan beri amacım kutsal kâseyi yok etmekti. Dilekleri gerçekleştirmek için binlerce masum insanın hayatını alan bir nesneyi elde etmek istemem diye açıkladı. elsevir öyleyse size güveniyorum büyü gücümü seninle paylaşacağım dedi. Kırlangıç ile Gılgamış arasında geçen sözlü münakaşa iyice alevlenmişti: Kralların sonu ölümdür ben ise bir korsanım dedi kırlangıç. Korsan he? Tahmin ettiğim gibi ancak bir terörist bir kralla bu kadar küstahça konuşabilir dedi Gılgamış büyük bir kibirle gülerek. Sonunda diğer teröristler gibi ölüm olacak teröristler hiçbir zaman kralları yenemezler. Etrafına bak kral hükümetler, krallar, komutanlar veya kahramanlar aklına gelebilecek kendini diğer insanlardan üstün gören herkes zayıfları baskı altında tutmaya çalışıyorlar. Kedileri bir düzen lafı tutturmuş gidiyorlar sırf kendi çıkarları için zayıflara baskı uygulayıp toplum denilen makinenin bir parçası yapmaya çalışıyorlar. Sana soruyorum lanet olası düzeniniz bu kadar kusursuzsa neden hiç bir kral yâda krallık sonsuza kadar var olmuyor? Dediğim gibi baskı altında tutulan toplum her zaman baskı uygulayanı yok etmiştir. Bu dünyadaki her şey bir düzene değil düzensizliğe doğru gidiyor. İşte bu yüzden tanrı krallar uzun yaşamazlar ama düzensizliğe tapan, senin tabirinle teröristler sonsuza kadar varlığını sürdürürler dedi kırlangıç. Bende bir korsan olarak düzensizliğe tapar ona itaat ederim. Ne yazık ki kalın kafalı bir krala bunları anlatmak yaşlı bir korsana yeni numaralar öğretmekten daha zor. O yüzden sana kralların fazla yaşamadığını kolay yoldan savaşarak anlatacağım bu konuşma uzun sürdü gardını al diye bağırdı kırlangıç. Gılgamış öyle olsun sana tanrı kralın gücünü göstereceğim dedi ve parmağıyla üzerinde uçmakta olduğu denizi işaret etti. İşaret ettiği yerde deniz ortadan ikiye bölünüyordu. Kısa süre sonra bölünme git gide büyüyerek savaş gemisine ulaştı ve koca gemi karaya oturdu. Bölünme durduktan sonra deniz adeta arenaya dönmüştü. Suyun akmasını engelleyen görünmez duvarlar vardı sanki. jenna bir akvaryuma gittiğini düşündü çünkü balıkların suyun içinde yüzdüğünü görüyordu. Deniz yarıldığında denizin zeminin ıslak olmasını beklemişti jenna ancak sanki her su molekülü Gılgamış'a itaat etmiş ve oradan uzaklaşmıştı. Zemin kupkuruydu. Efsanelerde anlatılırdı ama böyle bir şeye ilk şahit olmuştu jenna. Deniz avantajını da elinden aldığıma göre artık başlaya biliriz dedi ve gökyüzünde binlerce ok mızrak kılıç benzeri silahlar belirdi. Gılgamış eliyle işaret verdikten sonra büyük bir hızla kırlangıca hızlandılar. Kırlangıç ise olabilecek en gür sesiyle atış serbest diye bağırdı ve bir anda gayepten gelen top mermileri kırlangıca doğru gelmekte olan silahların üzerine yağdı. Silahlarını yoktan var edebilen tek sen değilsin kral bende eski gemimin silahlarını kullana biliyorum. Gılgamış daha kaptan konuşmasını bitirmeden tekrar aynı saldırıyı yaptı ancak sonuç yine değişmedi. Yoktan var olan top mermileri yine silahları yok etti. Kırlangıç neden bunu iki erkek gibi halletmiyoruz aşağı gel ve benimle dövüş dedi. Gılgamış güldü sen kılıcıma layık değilsin öyle olsun işini çabuk bitireceğim. Gılgamış yere indi elinde kızıl ışıkla parlayan bir kılıç vardı. Kırlangıçta karaya oturmuş gemiden atlayıp yere indi kılıçlarını çekip saldırmaya başladı. Gılgamış sadece savunma yaptı. Saldırı sırası Gılgamış'a gelince kılıcını kaldırıp kırlangıca doğru savurdu. Gılgamış yavaştı kırlangıç üç adım geriye sıçrayarak saldırıyı savuşturduğunu düşündü ancak saldırının arkasından gelen rüzgâr dalgası kırlangıcın otuz kırk metre geriye uçmasını sağladı. Lastik bir top gibi seken kırlangıç yerinden kalkmaya çalışıyordu. Gılgamış sanki kırlangıcın yanına ışınlanmıştı. Tek eliyle havaya kaldırıp kırlangıca tüm gücüyle yumruk attı. Kırlangıç yine otuz kırk metre geriye uçtu. Gılgamış daha bebekken ayı ve aslanlarla güreşen bir çocuktu. Kırlangıç kaybedeceğini anlamıştı. Bu savaş onun sonu olacak gibi duruyordu en azından son bir kez daha mediea ya bakmak istedi. jenna onu büyük bir dehşetle izliyordu. jenna ile göz göze gelince gülümsedi kaptan yere kan tükürüp koluyla ağzını sildikten sonra bu suratta ne kadın ben sadece babana teslim olurum dedi yerden kalkmaya çalışırken. Kendi kendine yüce yedi deniz, babamız... İzin ver kılıcın olayım. Sana ihanet edenlere, karşı gelenlere korku ve ölüm getireyim. İzin ver düzensizliğinin dalgalarında onları boğayım diye dua etti. O anda etrafı nereden geldiği belli olmayan kuşlar doldurdu. Bu kuşlar kırlangıçtı. Kaptanın etrafında büyük bir hızla girdap gibi dönüyor kanat çırpışlarıyla etkili bir rüzgâr oluşturuyorlardı. Kaptanı havaya kaldırıp geminin güvertesine çıkardılar. Sürekli yeni kırlangıçlar geliyor sayıları binleri milyonları buluyordu. Kırlangıçlar bir girdap oluşturarak koca gemiyi kaldırdılar. Gılgamış hiç bir şey yapmadan olup biteni izliyordu. Artık tek uçabilen korsan Van der Decken değil dedi kırlangıç eski gücünü toplamıştı. Simdi sıra denize ihanet edenleri cezalandırma vaktinde diye ekledi. Havada uçan tüm kırlangıçlar hızlarını arttırdılar hızla dönmeye başladılar. Her biri birer top güllesine dönüşüp yağmur gibi Gılgamış'ın üzerine yağdı. Ortalık toz bulutuna döndü göz gözü görmüyordu. Toz bulutu dağıldıktan sonra Gılgamış'ın hasar aldığını ancak hala ayakta olduğunu gördüler. Gılgamış sinirden küplere binmişti. Aşağılık terörist simdi beni kızdırdın sana gerçek bir kralın gücünü göstereceğim diye haykırdı. Ve birden binlerce savaşçı belirdi savaş düzeni almış devasa ordu binlerce kişiden oluşuyordu Gılgamış ilk kahraman ruhu ve tanrı kral olduğu için devasa bir orduya sahipti. Piyadelerden süvarilere, kuşatma aletlerinden büyücülere, generallerden kahramanlara ortalık mahşer yerine dönmüştü. Ordu muazzam bir düzen ve taktik anlayışıyla dizilmişti. Kırlangıç güldü ordusu ne kadar büyük olursa olsun kralların sonu hep aynıdır demedim mi ben sana dedi. Ben yedi denizin yeni sözcüsü kaptan kırlangıç denizin tüm evlatlarına emrediyorum bu savaşta yanımda olun diye dua etti. O an ilk korsanlar olan Fenikelilerden bu yana yaşamış ve denize tapan tüm korsanlar çağrıya cevap verdi. Gılgamış'ın düzenli ordusunun karşısında rastgele ancak gururla dikiliyorlardı. Palalarını kılıçlarını tabancalarını çekmiş kana susamış şekilde saldırı emrini bekliyorlardı. henry morgan, william kidd, kara sam, nazik bonnet, karasakal, calico jack, Amy Fortune, barbosa, erlend eindridesson, vampir joe gibi binlerce tanındık tanınmadık kaptan ve mürettebatı çağrıya cevap verdi. Gılgamış ordusunu ateşlemek için bir konuşma yapıyordu. Yanı başında duran altar kırlangıca sende bir konuşma yap onlara vaatlerde bulun savaşacak bir amaç olursa korsanlar daha ateşli savaşırlar dedi. Bir korsan ne ister acaba diye düşündü kırlangıç. Kırlangıç ben yedi denizin yeni sözcüsü kaptan kırlangıç diye bağırdı korsanlara. Artık korsanlık zamanı geçti buraya sizleri son onurlu bir savaş için davet ettim. Bende sizler gibi bir savaş için buradaydım. Sonunda en büyük dileğin gerçekleşeceği bir savaş. Bir korsan hayatını kan, altın ve orospular için harcar işte bu yüzden sizlere denizin kalbinde huzur vaat ediyorum. Nancy'nin kızlarını vaat ediyorum. Benimle misiniz diye sordu. Korsanlar hep bir ağızdan sevinç çığlıkları atarak şarkılar söylemeye başladılar. I know of a tavern not far from here Where you can get some mighty fine beer The company's true and the wenches are pretty It's the greatest damn place in the whole of the city If you're looking for crewmates, you'll sure find 'em there Cutthroats and lowlifes and worse I should dare Ol' Nancy don't care who comes to her inn It's a den of debauchery violence and sin So come take a drink and drown your sorrows And all of our fears will be gone till tomorrow We'll have no regrets and live for the day In Nancy's Harbour Cafe If you're looking to go on a glorious quest There's a man there who knows of an old treasure chest For some pieces of eight and a tankard of ale He'll show you the map and tell you it's tale And then there's Nancy, the lovely barmaiden She may be old but her beauty ain't fading Ol' Nancy don't care who comes to her inn It's a den of debauchery violence and sin So come take a drink and drown your sorrows And all of our fears will be gone till tomorrow We'll have no regrets and live for the day In Nancy's Harbour Cafe Konuşmalar bitince sonunda ordular karşı karşıya geldiler ve birbirleri üzerine koşmaya başladılar. Gılgamış karşısındaki orduyu hafife alarak özel bir taktik hazırlamadan ordusunu ileri sürdü. Ancak korsanların birkaç özel yeteneği vardı. karasakal calico jack ve kara sam çok iyi dövüşçüydüler. Savaş alanında hızla hareket ediyor zevk için öldürüyorlardı. Amy fortune kadın olmasına rağmen kendi boyu kadar ateşli bir silah taşıyor ve silahla bombalar atıyordu. Vampir joe ise savaş alanının en kanlı adamıydı. Neredeyse çıplak ve kana bulanmış halde silahsız etrafta koşturuyor. İnsanları elleri ve dişleriyle parçalıyordu ve kalplerini yiyordu. Hem düşmanının hem de kendi kanı ile kırmızıya boyanmıştı çünkü boş kaldığı an kimseye zarar veremiyorsa kendine zarar veriyordu. Ve daha binlerce tanınmış tanınmamış korsan savaş alanına dehşet saldılar. Savaş çok kanlı geçiyordu. Sonunda kırlangıç ve Gılgamış tekrar karşı karşıya geldiler. Bu sefer kırlangıçta Gılgamış kadar güçlüydü. Kılıçlarının darbesini durdura biliyor karşı saldırı yapabiliyordu. Önceki gibi tek taraflı bir savaştan çıkıp ikili hızlı bir mücadeleye dönmüştü dövüşleri. Yaklaşık 5 dakikalık birbirini tartma evresinin ardından ilk ciddi saldırısını yapan Gılgamış oldu. Bir darbede kaptanın kolunu kopardı. Ancak kol yere düşmedi kaptanın bedeni suya dönüşüp kopan kol ile tekrar birleşti. Gılgamış ilki gövdesine ikincisi boynuna olmak üzerek iki kez tekrar saldırdı. Ancak kılıç sadece suyu kesmekten öte gidemedi. Artık denizin sözcüsüyüm bedenim denizden diye açıkladı kırlangıç hızla Gılgamış'ın iki kolunu koparırken. Kırlangıç sağ elindeki kılıcını ile aşağıdan yukarı doğru savurmuş ve Gılgamış kolunu kesmişti saldırısına devam edip yukarıdan aşağı bir darbeyle diğer kolunu da koparmıştı. Bu darbeden sonra hemen yanlarında kutsal kâse belirdi. Kâse oldukça sıradan gözüküyordu. Kaptan Gılgamış'ı tutup kafasını keserek kanının kâsenin içine akmasını sağladı. Gılgamış'ın kafasını koparan kaptan kelleyi koşarak savaş gemisinin burnuna astı. Gılgamış'ın adamları yenilgiyi kabul edip teslim oldular. Savaşı kazanan korsanlar zafer çığlıkları atıp şarkılar söylüyorlardı. When I come back from a mighty quest I have no need for sleep or rest I head to a tavern for a drink And get so drunk I cannot think A wench by my side, a jug of mead These are the things that I most need So I sit back and sing this song And drink and party all night long (Hey Hey) I want more wenches (Hey Hey) More wenches and mead (Hey Hey) I want more wenches Lots of wenches is what I need (x2) When I come back from a mighty quest I have no need for sleep or rest I head to a tavern for a drink And get so drunk I cannot think A wench by my side, a jug of mead These are the things that I most need So I sit back and sing this song And drink and party all night long (Hey Hey) I want more wenches (Hey Hey) More wenches and mead (Hey Hey) I want more wenches Lots of wenches is what I need (x2) (Hey Hey) I want more wenches (Hey Hey) More wenches and mead (Hey Hey) I want more wenches Lots of wenches is what I need (x2) Kırlangıç jennaya dönüp sanırım kâseyi yok edince bende yok olacağım. Son sözlerini söylemelisin artık vedalaşma vakti dedi. jenna kaptana sarıldı. Bir süre öyle kaldıktan sonra öpüştüler. Kırlangıç jennanın gözlerine tutkuyla bakıyordu. Keşke seninle bir ömür geçirebilseydim dedi jennaya. O an bir ışık huzmesi belirdi. Birkaç saniyeliğine gözleri kör etti. Ne olup bittiğinin farkına varan kırlangıç ahh ben kuş beyinli sarhoş bir korsanım dedi. jenna dur biraz bir yanlışlık var dedi. Dilek gerçekleştiğinde bir patlama olmalı ve binlerce insan ölmeliydi dedi. Yoksa zaferinizi kutlamak için bir patlama olsun mu istedin dedi elsevir ve durumu açıklamaya başladı. Kâse dilekleri gerçekleştirmek için insan yaşamını feda eder. Ancak siz en güçlü kahramanı Gılgamış'ı öldürdünüz. Onun hayatı binlerce insana bedel zaten işte bu yüzden kimse ölmedi. Neyse amacımıza ulaşamadık ama en azından bir felaketle sonuçlanmadı mutlu çiftleri yalnız bırakıyorum. Dört sene sonra yeni savaşta kâseyi yok etmeyi tekrar deneriz. Bir sonraki savaşta bana tekrar yardım edecek misin altar diye sordu elsevir. Altar ''Kaptan Altar'' kadın diye düzeltti ve evet memnuniyetle ederim diye cevapladı elsevir karanlıkta kaybolurken. Kırlangıca dönüp sanırım bizimde gitmemiz gerek zamanımız doldu kaptan kızıma iyi bak ona sadece denizin sözcüsü layık olabilir dedi ve parlayarak yok oldu. son Sedat Lethe
  10. Merhaba arkadaşlar burada özgün bir çalışma yayınlıyorum. Etkilenmediğim bir şey yok dersem yalan olur. Hikayenin tanıtım kısmını buraya ekliyorum. Başlayalı fazla bir süre olmadı. Çoğu isim ve tanımların gerçek anlamlarından yararlanılmıştır. Mesela Radford ismi Kızıl geçitten gelen anlamına gelir. İleride bunun ne demek olduğunu anlayacaksınız. Geri kalan kısmı alttaki linkten okuyabilirsiniz. Daha fazlasını yayınlamak isterdim ama telif hakların korunamayacağından bunu yapamam. Sonuna kadar devam ederseniz hoşuna gideceğini inanıyorum. Burada hikayenin özelliklerinden bahsediliyor. Azda olsa spoiler içerir. Güç sistemi insanlarda şöyle ayrılıyor. 1-Savaşçı: Dört temel ilkesi vardır. a) Kaplama(Ken):Ruh aurasıyla bedeni sarmalamasına olanak sağlar. Bu fiziksel saldırlara karşı büyük oranda direnç sağlar. Ayrıca insanların uzun yaşamasına sebep olur. b)Boşluk:Ruh aurasını engelleyerek varlığını gizler ve bir ölçü de kişinin güç toplamasına sağlar. c)Arıtmak(Zen):Ruh aurasını güçlendirmeye yöneliktir. Kuvveti artırmak için önemli bir yetenektir. d)Eylem(Yen): Ruh aurasını dışa doğru salınımıdır. Bazı savaşçı klan aileleri özel güçleri de mevcuttur. 2-Büyücü: İrade gücüne sahiptirler. Bir şeyi hayal edip gerçekleşmesini sağlarlar. Her hayal ettiği şeyin gerçekleşmesi ancak gerekli büyü dizilimleri bilmekle olur. Gerekli büyü dizilimlerini asalara yükleyebiliyorlar. Asasız büyü yapmak hem zordur, hem de o kadar büyü dizilimi akılda tutmak kolay olmayabilir.Bunlarda kendi aralarında ayrılabiliyor ve ayrıca destekleyici yada hizmetçi denilen summoner çağırabiliyorlar. a)Necromancer: Ölüm ve ölülere yönelik büyüler üzerine yoğunlaşmış büyücüdür. Büyüleri genelde direk öldürme, hastalık vererek zayıflatma, ölmüş olanları dirilterek emri altına alma veya diğer ölüleri kontrol etme üzerinedir. Eranbor kıtasında yasaklanmıştır. b)Pyromancer :Ateşe hükmeden büyücülerdir. Kundaklama ustası kabul edilir. Büyük bir alev çıkartarak savaşta en büyük hasar veren büyücülerdir. c)Crymancer: Buza hükmeden büyücülerdir. Buz topu, mızrağı , tuzakları ve şiddetli buz fırtınalarıyla ünlüdür. Zemini buz mızraklarıyla kaplayarak süvarilere çok büyük zarar verdirir. d)Warlocks: Karanlık büyü sanatının efendisidir, ateş ve gölge büyü gücünü kullanmayı iyi bilirler. Summoner genelde iblis türünden olup diğer büyücülere göre daha fazla çağırabilirler. e)Bloodmancer: Büyücüler genelde eşit takas kanuna uyarak mana denilen ruh havuzundan harcadıkları güçle açığa çıkartırlar ama bloodmancer türündeki büyücüler kendilerinin veya müttefiklerinin kanını tüketerek şeytanlardan daha fazla güce erişmeye çalışırlar. Karanlık ayinler ile bu güce ulaşmak isteyenler yaşam gücünü veya kendilerini feda etmeye hevesli insanlardır. f)Shadowmancer: Büyü kullanan suikastçılardır. İlizyon büyülerinde usta olan bu büyücülerin hakkında fazla bilgi yoktur. Hatta bazılarınca şehir efsanesi olarak kabul edilen bu büyücüler, kendilerinin yaydığı bir dedikodu mu yoksa hiç bir düşmanı hayatta kalmadığı için mi olduğu pek bilinmiyor ama kimse bu adı bilinçli bir şekilde anmakta istemiyor. g)Dragon princess: Aslında bir büyücü değilde kendileri ejderlerin eski öğretilerine adayan rahip olduklarını kabul ederler. Eranbor kıtasında kendilerine ait tapınakta hayatlarını yüzlerce yıldır sürdüren bu insanlar, halk arasında genç ve güzelliğin sembolüdür aynı zamanda kutsak bakireler olarak adlandırılırlar. Rahatsız edilmedikleri sürece hiç kimseye zararları olmaz ve ayrıca insan hayatına önem vermeyecek kadar gaddarlar. 3-Simyacılar: Eşit takas kanunun temelini kullanarak bir şey elde etmeye çalışan bilim adamlarıdır. Bir şey elde etmek için eşit değerde başka bir şeyi kaybetmek gerekir. Mesela ateş yakabilmek için oksijeni yok etmeleri gibi. Bu gibi şeyleri ancak dönüştürme çemberi kullanarak elde ederler. Bir nevi katalizör etkisi de denilebilir. Bir çember; yere çizilebilir, bir giysi parçasının üzerine işlenebilir veya üzerine dövme yapılabilir. Bu çemberler tebeşirden kana, izi çıkan herhangi bir maddeyle çizilebilir. Her büyücü savaşçı olabilir ama her savaşçı büyücü olamaz. O yetenek ancak elli binde bir ortaya çıkar. Simyacılarda bir o kadar nadirdir. Gerekli araştırmalarını kimselere açıklamazlar çünkü kendilerine rakip olarak başkalarını istemezler. Büyücüler, savaşçı olmayla alakaları yoktur. Simyadaki gibi kendilerini değerli araştırmalara adarlar. Seviyeler 1-100 kadar gider. Her seviye belli bir tecrübeyle veya meditasyonla(zenle) kazanılabilir. 100. seviyeden artık efsaneler başlar. Sadece büyücülerin becerileri(skill) seviyesi mevcuttur. Bunu kullandıkça yüze kadar artırma yolunda gider. Eranbor kıtasında güçlü bir imparatorluk ve 44 tane devletçik vardır. İmparatorluğun buyruğundaki bu devletçikler kendi aralarında çatışmalar mevcuttur. Aynı kıtada iki güçlü devlette bulunmaktadır. Ayrıca keşfedilmemiş bölgeye sınır olan bu kıtanın diğer uygarlıkların istilasına uğrayabiliyor. Güçlü Tarikatlar,Ticari Birlikler, Büyülü hayvanlar ve Başka diyarlarda kitabı takip ettikçe göreceksiniz. Hikaye belirli kısımlara ayrılıyor. Mesela İlk dört bölüm çocuğun babasıyla alakalıdır. Sonraki sekiz bölüm ise büyüme ve güçlerini keşfetmeye başlamasıdır. Bu yazdığım özellikleri ilk seferde göremeyebilirsiniz çünkü ana karakter yeterli donanıma başlangıçta sahip değildir. https://www.wattpad.com/story/42122859-kahramanlar-%C3%A7a%C4%9F%C4%B1 Bu arada hikaye içi yorum ve oylarınızı esirgemezsiniz umarım. Biraz bencilce olabilir ama hikayeyi devam ettirmek adına beni hırslandırıyor. 14 bölüm yayınlanmıştır.
  11. Taruken'nin Hikayesi Türü : Aksiyon,Fantastik,Romatizim,Komedi,Shounen,Dram,Korku,Doğa üstü Güçler Konusu : 2019. Yılın sonlarında Dünyadaki Ulusal ilişkilerin bozulması sonuçundaHer Bölgede Bir Nükiyer Faliyet Gerçekleştirildi. Bu Nükliyer Kıyamet olarak adlandırdımız olay Dünya Nifusu'nun %70'ini Yok etti %20 sini Mutantlaştı Geriye kalan %10 luk bir kısma şans eseri birşey olmamıştı. Nükliyer sızıtılar giderildikten sorna Yiyecek Ve su sıkıntısı çekmeye başlayan Mutant insanlar Nükliyer kıyametten zarar görmemiş insanları vahşice Parçalayarak Yiyeme başladılar Hikayemezin ana Karakteri Taruken bir Türk, babasını ailesi Japon Kütürünü Taşıdığından ona bu isim verilmiş . Japonya da Halasını ziyaret ederken nükliyer kıyamet sornası türkiye'ye geri dönemedi. 14 yaşındaki genç Türk Ve ailesi Zarar Görülmediği ön görüldü Mutant olarak sayılmayan Taruken aslında Nükliyer Kıyamet'den nasibini almıştı, Kıtlık başlayınca ve mutantlar insanları yemeye başlayınca Taruken'nin ailesi Dev bir Mutant Tarafından zalimce gözünün önünde parçalandı. Çılgına dönen Genç Mutant Güçlerini Kullanarak Titanı yok etti gücü ise muhteşem birşeydi Yıldırım Elementi !. Gencimiz Lucy adlı Güzel bir kızla tanışıcak ve Hikaye Dahada sürükleyici olucaktır. Tanıtım Videosu : '' Kendim yaptım iyi seyirler '' NOT : Yaptığım İlk FF Yazım hataları ve kamaşık cümleler için Şimdiden özür dilerim * Karakterler * Taruken Genç,yakışıklı,Hızlı,Kızlar Konusunda Hasas,Cesur,Güler yüzlü,bazen Çok ciddi,( Kızlar konusunda hassas derken aşırı utangaç olabiliryor demek için kulandım. ) Lucy Genç,Güzel,Kibar ama bazen Kibirli,İlizyonist ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bölüm 1 ( İsimsiz Prenses ) Taruken İçinden Konuşuyor - İnsanlar... Çok aciz yaratılmış... Hh! O günü düşündükçe Sanki Bir kağbusdan uyanmışım gibi Hissediyorum...hayır... sağdice o Gün değil... Tokyo'ya Geldiğim günde bu şekilde Hissediyordum... Kıyamet günü Ha... Ne kadar acınası... Taruken 15 yaşındadır ailesini kaybettikten sorna Gücünü Kulanmayı öğrenmek için Sürekli anteraman yapmıştır Taruken - anne...baba... Merak etmeyin...Muklaka Titan Mutantların soyunu kazıyıçağım... (Cümle arası Noktalar aralıklı konuştuğunu belirmektedir) Yabancı ses + Hayır! yardım edin!! Korkuyorum !!! Taruken Koşarak sesin Geldiği yere Gider. - Bu da ne böyle Bir sivilmi? burada ne işi var!. Nalet olsun Şu dev aynı ailemin sonunu Getiren şerefsize Benziyor! ( Öfkelenmeye başlar ) ( Kız Korkudan donmuş sadice bacakları ve elleri titremektedir.) (Dev Kafasını kıza yakınlaştımış salyaları akar bir şeliklde kıza bakmaktadır) - napalım artık Kızı öylece bırakamam... pekala başlıyoruz!.. ( parmaklarını şıklatı. ve Anında yer değiştirdi. Kızı kucaında tutar Dev ise yanmış bir şekilde yere Yığılır ) Taruken -Tanrım! bu biraz acıtdı... Birazdaha dikkatli olmalıyım... - Hey! sen Cosplay yapan Kız! Derdin ne niye kaçmadın ?.... Hey! Kız + Vay canına Kar yağıyor... Ne kadarda Güzel... Keşke bende Kar tanesi olsamda havada süzülsem... + Sen Kimsin ? Taruken - Hmm Bir düşünelim Hayatını Kurtaran Fakir bir oğlana ne dersin prenses Kız + Dalgamı Geçiyorsun sen! Prenses Tamamda Cosplay yapmıyorum!. Taruken - Tamam Tamam Birşeydemedik burda yeniyim Ne kadar kız Gördüysem Göreyim senin Gibi Geyineni Görmedim açıkcası Bu arada Bunları söyledimi nasıl duydun ? yarı ölüydün be. Kız + Gizli bilgi. ( Kollarını birleştirerek ve somurtarak başka tarafa bakar. ) Taruken - Heyy. sen. biraz fazla kibirli oldunu düşünmüyormusun ? Ha bide Şu kar olayına Gelelim sen delirdinmi 1 yıldır kar yağıyor Bu kadar sıcak olmasına ramen Dünyanın dengesini bozan Radio aktif Faliyeler Bu gibi garip olaylara sebep oluyor sakın azını açıpta yutayım deme... Kız + a-a-aptalmısın sen niye öyle birşey yaparmışım gibi sorguluyosun. Taruken - Ciddi misin?.. Gerçekten Yaptınmı ?.. Kız + S-sadice birazcık. Taruken -Of Of Kurtardığım kız ölebilir ve Sorumlusu kendisi! ( Kendi Kendine Konuşur ) Kız + Ne demek istiyorsun -Dünya radiasyondan temizlendi dediler değilmi... bu yalan sadice topraktaki Radiasyon'u Yok ettiler. havadakini elbet Yok edemiyeceklerdi Denizlerdeki radiasyon buharlaşma ile Havaya karıştı ve sen de onu dilinde eritekek kendi vicuduna davet ediyorsun Yaptığın tam bir budala işi... +.... -BU arada senin adın ne? Nerden Geldin ? Burada ne yapıyorsun ? + Eyer beni iğleştirebiliyorsan Sorularını cevaplarım ( kız korkku içinde) -Sen temizmisin ? + D-daha sabah banyo yapmıştım. ( Yüzü kızarır ) - Onu sormuyorum Radiasyondan etkilendinmi !? sen beni ne sandın sapık filenmi ben senin Banyo yapmannı napıcam ?.. Bir dakika Sen banyoyu nerde buldun ya ? +Çok soru soruyorsun! evet bende bir mutantım... ya sen ? -Sözde temizdim tabi 1,5 yıl önce Mutant bir devi öldürürken benimde yakalandımı farkettim. + ığy... Korkunç... ( Tiksinerek söyler ) -Neyse ne Şimdi Güvenli bir yer bulup senİn Karnını doyuralım + Radiasyona ne oldu ! - eyer bir mutantsan etkisi olmuyacaktır sana afiyet olsun kar yiyebilirsin. ( arkasını döner ve yürü meye başlar ) + B-bekle Dalga geçme! H-Heyy Beklesene ! ( Tarukenin Peşine düşer. ) Bölüm 2 ( Prensesin İsmi ) Taruken ve İsmini daha Söylememiş Güzel Kız Birlikte Yiyicek ve içecek aramaya Giderler Bir dükkana Zorla Girerler Taruken Birşeyler ararken Kız beklemektedir... Kız - Of Neden Bu adamın Peşine düştüm ki.Ya bana zarar vermeye kalkarsa ne yapıçağım?. ( İçinden düşünür ) Taruken gelir ve elindeki birkaç Çikolata ile.. + Al bunu Açlıktan ölmeni istemiyorum. - Bu da ne böyle bununla karın doyarmı ? Dalgamı geçiyorsun sen! + Kullanım tarihi Geçmemiş sadice bunlar vardı... Tabi sen istersen dişarıda kar da yiyebilirsin. - Dalga geçme demiştim değilmi? hayatımı kurtaran fakir oğlan! + ..... - ..... + Sanırım sana ismimi söyleyebilirim artık.. Ben taruken benden zarar görüceğini sanmam. Sen Kimsin? - Lucy... Senden zarar görmiyeceğime emin olabilirsin seni anında yere sererim!. + Peki nasıl olucak bu Hızıma yetişebilicekmisin ? - Benim gücüm Hız veya güç ile alakalı değil. Sistematik bir Güç. + Sistamatikmi? Nasıl yanı nasıl kaçıçağınımı hesaplıyorsun? hahah :D - Sanırım uygulamalı olarak göstermek daha iyi olucak! Gözlerimin içine bak Lütfen... + Peki Küçük hanım... ( Birbirlerine bakarken Taruken Birden kendini bir kafesin içinde Dino devrinde görür Güçlerini çalıştımıyordur tam T-rex onu avlıyacakken Uyanır kendini yere düşmüş şekilde başı ağrır bulur.. ) + Bu da ne böyle?.. Ne oldu bana ? - ( Kız atıştırıyordur.. ) - Söylemiştim gücüm sistematik. Seni Rüyalar Diyarına Gönederdim. Gördüğün Hiçbirşey gerçek değildi ama O an herşeyi hisedersin. Seni T-rex yemeden önce uyandırdım yoksa bedenini Kaybetiğini hissederdin Piskolojik olarak Yok olurdun. + Etkilileyici ama yeterli değil hadi Tekrar dene. - Eminmisin? bu sefer seni yok etireçeğim. + Yolla bakalım. ( Tekrardan aynı sahne gelir ama taruken O rüyadan saniyesinde kurtulur.) - Ne oldu bu kadar çobuk uyanmaman lazımdı ! ( lucy şaşırır ) + Ben ilk başta beni paraler bir dünyaya yoladığını düşünüp beynimi kullanadım Bu tür oyunlar bana işlemez.Lucy eyer düşmanına yem olmak istemiyorsan Bu gücü sadice 1 kere kullan. Düşmanda benim kadar zeki olabilir. - Az önce yok etiğin devde bir kere bile işe yaramadı! + Daha önceden böyle bir şeyle karşılaşmış olmalı neyse Şimdi buradan uzaklaşalım Yiyecek kokusu onları çekmeye başladı... - O zaman beni Korumalısın Taruken. Bunu yaparmısın ? + Böyle Rica edersen neden olmasın. Bak kibarda olabiliyormuşsun işte. - Ben hep Kibarımdır. + Hadi oyalanma gidiyoruz. - Nereye gidiceğiz ? + Boklu dereye. ßen ne bilyim güvenli bir yer buluruz elbet. ( İkiside Dükkandan stok alarak yola koyulurlar... onlar Gittikten birkaç dakkika sorna Dükkan havaya uçar sebebi mutantların oradaki yiyicekler yüzünden kavga etmesidir.) Bölüm 3 (Hiç bitmeyen Yolculuk.) -Hey daha ne kadar yürüceğiz? ( Yürümekten yorulmuş bir vaziyette sordu lucy ) + Sabırlı ol, biraz daha yürümeliyiz... - Off... Yoruldum ama... + Vicudunu geliştirmessen olucağı budur. - Heh ? ( Birden durup Taruken'e baktı ) + Ne oldu ? - ( iç çekerek ) Boşver. Dedi Bir mütten yürüdükten sorna Büyük bir arazi gördüler en yakın binanın En üst katıca cıkıp kamp kurdular. Hava git gide kararıyordu Ve lucy uykuluydu. + Lucy, Uyumalısın. - Sen ne yapıcaksın. + Nöbet tutuçağım. Uyu sen. - Ama uyumazsan güçten düşersin. + Uyu. Lucy daha fazla tartışamayarak uyumaya karar verdi. O uyurken Taruken Nöbet Tutuyordu. Etrafa bakmak yerine direk Lucy'e bakıyordu. Yaınındakileri hisetiği için Rahattı. Lucy uykulu bir şekilde uzandığı yerden kalktı. Üstünde bir jeket vardı. bu Taruken'nin jeketiydi. Gözleri etrafta onu arıyordu ayağı kalkıp vadiye baktı. Ordaydı üstünde beyaz bir Tişört ve altında her zaman giydiği eşortman vardı. Kesik bir kütükle anteraman yapan Taruken e baka kaldı. Çok fazla yumruk atıyordu Kütüğe. Sonunda sinirlenip Kütüğü Elinde elektirik topalayarak vurup Parçaladı.. Daha sorna Lucy Onun yanına giti - Ne yapıyorsun ? + Antereman. zinde kalmak için. - hmm analadım. ( parçalanmış ve bu karlı havada yanan kütüğe bakıyordu.) + Sıra sende. - Ne ? + Antereman yapıcaksın. - Neden ? + Yürümek istemiyorsun değilmi ? O zaman bizde yürümeyiz... Işınlanırız..... - Ne ? Işınlanmakmı ? nasıl ? dalgamı geçiyorsun ? + hayır Cidden ışınlamak bunun için Tehlikeli bir şey yapmamız gerekiyor. - N-Ne gibi ? + Senin vicuduna elektirik yükleyeceğim. Lucy şaşkındı Ne yapıcağını kestirememişti. Nasıl ? nasıl elektirik yüklemesi yapıcaktı ? - Bunu nasıl yapıcaksın? ya bana birşey olursa ? + olmuyacak Yüksek voltaj vermiyeceğim. - P-peki am- Birden Taruken yaklaştı onun cenesini tutarak yüzüne baktı ve onu Öptü! yanlış okumadınız onu Öptü! Ayrıldıklarında ikiside kızarmakta yarış halindeydiler... - Neden bunu yaptın ! aptal! + anteraman biti.. ( arkasını dönerek söyledi bunu ) - Ne ne neden öptün beni sapıkmısın sen ! ( utanarak söylüyordu ) + Elektirik yükledim sadice ( yüzü görünmesede taruken utancından yerin dibindeydi.) - Başka yolu yokmuydu! + Diğer yollar tehlikeli en iyisi Fiziksel bir bağlantıydı dilimle senin Dilin. ( Taruken'in sesi titriyordu İlk defa.) - aptal, sapık, Cinsel eşşek! kahrolası! + daha Kötüsünüde yapabilirdim!!! - Ne gibi ? + Fiziksel bağlantı dedim. ( sesi iyice kısılmıştı ) Lucy ne dediğini anlayınca susup kaldı....
  12. GİRİŞ: 2500 ‘ler de bir yerlerde... Bildiğimiz dünyanın çok ilerisinde bir dünya... İtaatkârın elinden her şeyini alan ve bu durumu itaatkâra istediği her şeyi vermiş gibi gösteren kimliği belirsiz düzenbazlar tarafından yönetilen karanlık bir dünya... Beklenen ve üzerine birçok teori ve yorum yapılan III. Dünya Savaşı hiç bir zaman gerçekleşmedi. Çünkü olanlara kimse bir direniş göstermedi... İnsanlar devlet adamlarının her istediklerini yorumsuz kabul ediyorlardı. Emsali görülmemiş bir uysallık ve umursamazlıkla hayatlarını sürdürüyorlardı ve bunun karşılığında devletleri onlara yaşamaları için gereken şeyleri sağlıyordu: Ozon tabakası delinmişti ve insan ırkının yaşamını sürdürebileceği hava koşulları artık yoktu. Devletler "Haze" adı verilen devasa küre sistemi içinde yaşıyordu. Küreler içinde yapay atmosfer sağlanmıştı. İnsanların Haze sisteminde yaşayabilmesi için tek yapması gereken, itaat etmekti. Başka çaresi olmadığını düşünen insanlar, itaat fikrinin o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başlamışlardı. Ancak devlet artık onlara her istediğini yaptırıyor, yapıyordu. Gece yarısı herhangi bir açıklama veya neden olmaksızın insanların evlerine giriyor, ailesini öldürebiliyorlardı. İlk etapta gerçekleri anlayıp isyan edenler çıktı. Ama isyanlar örgütlü değillerdi ve çok acımasızca bastırıldı. İsyan edenler ibret olsun diye çeşitli ilaçlar ile insanüstü yaratıklara dönüştürüldü ve akıllarını kaybettiler; artık insan değillerdi ve düşünme yetileri yırtıcı bir hayvan kadardı. Bu sebeple evlerine geri salındıklarında kendi ailelerini katlettiler. Bu olaylar olduktan sonra isyanlar giderek azaldı ve sonra da durdu. Yaratığa dönüştürülen insanlar da "Noir" adı verilen hücrelere kapatıldı. Bu yaratıklar ilaç sayesinde çeşitli güçlere sahiplerdi ve bu sebeple devlet tarafından kullanılmaya başlandı; diğer bir deyişle devletin canlı silahları görevini görüyorlardı.. Bölüm 1:DİRİLİŞ Lilly her sabahki gibi büyük bir sinirle uyandı, alarmın sesi kulaklarını tırmalıyordu ve güneş göz kapaklarını yakıyordu. Lilly: Laneeeeeeeeeeeeeeet, lanet olsun. Nefret ediyorum sabahlardan, ölsün istiyorum sabahlar, ölsün, ölsün! Jacques ise her zamanki sevecen gülümsemesiyle perdenin yanında Lilly' nin güzel yüzünü izliyordu. Jacques: Sen gecelerden de nefret edersin Lily-sıcaktan da-soğuktan da-ılıktan da... Ardından Jacques çok nazik bir kahkaha patlattı. Lilly yatağından doğrulmuş bir şekilde, iri yeşil gözleriyle ona bakıyordu şimdi. Jacques'in kahkası öyle içten ve sıcaktı ki Lilly kendini tutamadı ve gülümsedi. Yatağından indi ve Jacques'in yanına sokuldu. Onun gözlerinin içine bakmaya başladı. Jacques 25 yaşındaydı ve 1.90 boylarındaydı. Beyaz teni, açık kumral saçları ve çok güzel yüz hatları vardı. Gözleri bal rengiydi ve kirpiklerinin uzunluğu bakışlarına içtenlik katıyordu. Fit bir vücudu vardı. Kısacası çok gösterişli ve yakışıklı bir erkekti. Otuz saniye kadar böyle bakıştıktan sonra Lilly'nin karnının guruldaması, onların eylemini kesti. Jacques: Zaman kaybetmeden giyin, ben kahvaltıyı hazırladım. Hadi, hadi çabuk ol. Bunu dedikten sonra Jacques Lilly'nin odasından çıktı. Lilly hala uyuşuk hareketlerle ilerliyordu. Aynanın karşısına geçti ve bir süre hareket etmeden bedenini inceledi. Çok düzgün bir fiziği vardı. Saçları beline kadar uzanıyordu; düz ve turuncuydu. Teni bembeyaz ve ipeğimsiydi. Nam-ı diğer okulunun en güzel kızı: Lilly... Tavanda asılı duran saate baktı. Eğer giyinmezse geç kalacaktı. Hemen üniformasını giydi ve saçlarını taradı. Hızlı adımlarla odasından çıkıp Jacques'in yanına koştu. Jacques yemek masasının yanında kaşları çatık bir şekilde duruyordu. Lilly ile göz göze geldiler. Jacques: Hayır! Yemek yemeden çıkamazsın. Otur! Lilly: Ama geç... Jacques: OTUR DEDİM! Lilly püfleyerek oturdu ve alel-acele bir şeyler tıktı ağzına. Sonra da kalkıp Jacques'in yanağına bir öpücük kondurdu ve koşarak evden çıktı. [8 saat sonra, akşamüzeri] Lilly'nin okulu her zamanki gibi geçmişti. Sıkıcı muhabbetler, gereksiz dersler ve kendisini bütün gün süzen gözler. Nereye gitse birileri fısıldaşıyor, hakkında dedikodu çıkarıyordu. Eve gittiğinde Jacques evde değildi, zaten alış-verişe çıkacağını söylemişti. Jacques onun üvey ağabeyiydi. Buna rağmen Jacques'ten iyi bir öz ağabey de bulunamazdı. Lilly, Jacques’in ailesi tarafından 3 yaşında, sokakta başıboş gezinirken bulunmuştu. Jacques'in ailesi ne kadar arasa da Lilly'nin ailesini bulamamış ve onu evlatlık edinmişti. Üç yaşındaki bir çocuğu güvenilmez devletin ellerine bırakamazlardı. Onlar iyi insanlardı. Lilly, Jacques ve anne-babaları 2 yıl önceye kadar çok mutlu yaşıyorlardı, ancak bir gün Jacques ve Lilly anne-babalarının öldüklerini öğrendiler. Sebebi yoktu,bir sebebe gerek de yoktu. Onlar öldürülmüşlerdi, devlet tarafından. Ve devlet istediği kişiyi,istediği zaman öldürebilirdi.Ne de olsa herkes hayatını devlete borçluydu. Jacques ve Lilly artık baş başa kalmışlardı. İki birbirini çok seven üvey kardeş,çaresiz,bu zamansız kaybı kabullenmişlerdi. Lilly'nin hatıraları acıtıyordu. Güneşli günler, ılık, yağmurlu günler ya da soğuk günler... Hepsi ona ailesi ile hep beraber geçirdiği mutlu günleri hatırlatıyordu. Hepsi canını yakıyordu. Burnunda bir sızı hissetti, ağlamak üzereydi ama kendini tuttu, yumruğunu sıktı ve koltuğa yumruğunu vurdu. Sonra ayağa kalkıp ağır adımlarla Jacques'in odasına gitti. Lilly: Işıklar; beyaz; orta düzey. Işıklar verdiği komutlara göre açıldı. Oda çok derli-toplu, geniş ve sadeydi. Ortada, tavana asılı bir şekilde-gri-iki kişilik bir yatak vardı. En solda tüm duvarı kaplayan bir pencere ve ona bitişik duvarda elektronik posterler... Çeşit çeşit gitar resmi vardı posterlerden bir tanesinde.3 saniyede bir otomatik olarak gitar değişiyordu. Bir diğerinde arabalar bir diğerinde Lilly ve Jacques'in resimleri. Lilly Posterlerin bittiği noktaya ilerledi ve duvara 2 kere dokundu. Bir bölme açıldı:Bu bölme başka bir odaydı;Jacques'in giysi odası. Lilly elektronik kapıyı açtı ve içeri girdi. Jacques’in giysilerini karıştırmaya başladı;kirlileri arıyordu.Ama bunu yaparken toplu olan eşyaları odanın dört bir yanına saçıyordu. Oda tamamen karman çorman olmuştu, Lilly hiç bir şeyi bulamıyordu.Elini yerde gezdirirken,yuvarlak,metalik bir şeye çarptı.Bununla birlikte ufak bir kutu belirdi havada. Lilly böyle bir bölme hiç görmemişti. Şaşırdı ve meraklandı. Kutuyu aldı ve açtı. İçinde mavi-pembe, çok parlak, bir el büyüklüğünde taş vardı. Lilly ona dokundu ve o anda etrafındaki tüm kıyafetler havaya zıpladı tabii Lilly de bir yana savruldu. Gözleri kapalıydı ve zihnine binlerce görüntü-bilgi akmaya başladı. Bu aktarım o kadar hızlıydı ki, inanılmaz derecede fiziksel acıya sebep oluyordu. Lilly kafasını iki eliyle tutmuş çığlıklar içinde kıvranıyordu. Bu kadar görüntünün ardından akıcı ve kararlı bir ses işitti: Ses: Yokluğumda acizlik çektin, acı çektin. Mutlu da olmuş olabilirsin ama ben olmadan hiç bir zaman kendin de olamadın. Hep eksiktin ve ben de bir o kadar öyleydim... İçinde bir yerlerde varlığımdan habersiz özlemimi çektin ve ben de bir o kadar öyle... Şimdi sana eksikliğini bahşediyorum, tam olabilmemiz için. Tek yapman gereken bana benim eksikliğimi bahşetmen... Beni hapsetme ama benden kurtulma. Kabul et beni, hükmedelim bu dünyaya... Bölüm 2:TANIŞMA Lilly neler olduğunun farkında değildi. Tek bildiği bedeninin büyük bir şiddetle titrediği ve içinde bir yerlerde daha önce hiç hissetmediği, dolayısıyla tarif edemediği bir duygu olduğuydu. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Çok şaşkındı ve şaşkın olduğu kadar da korkmuştu. Otuz dakika kadar bir süre bilincini toparlayamadan, kafası iki elinin arasında, titreyerek yerde uzandı. Bu sürecin sonunda az da olsa toparlandığını hissetti ve beceriksiz hareketlerle dört bir yana saçılmış olan giysilerin bir kısmını elinde topladı. Sonra da kararsız bir sesle, Lilly: Katla, yerleştir, sırala; tür; renk. Elinde bulunan kıyafetler yok oldu. Duvarla bir olan elektronik dolaplardan birinin içine, komutlara göre sıralanmışlardı. Lilly aynı şeyi diğer giysilere de uyguladı. Çok sürmeden oda yine ilk girdiği gibi derli-topluydu. Az önce dokunduğu taşın rengi tamamen şeffaf olmuştu. Lilly onu ceketinin cebine koydu. Odadaki işini bitirdiğinde, yüzünde hâlâ bilincinin tam yerinde olmadığını apaçık ortaya seren bir ifade vardı. Zaten beyaz olan suratının rengi tamamen atmıştı. Giysi bölmesinden çıktı ve bölmeyi açtığı yöntemle kapadı. Ne olmuştu? Neden olmuştu? Gerçekten olmuş muydu? Jacques’e sormalı mıydı? Jacques'in odasının ortasına oturup bunları düşünmeye koyuldu. Öncelikle ne olduğunu, neden olduğunu bilmiyordu; ancak hissettiği acı fazlasıyla gerçekti. Okuldaki hap saatlerinde(Halk hasta olmasın diye devletin her gün içilmesi için dağıttığı haplardır. Her ne içeriyorlarsa, bazı insanlar üzerinde halüsinasyonlara sebep olmuştur.) Lilly hapları içiyor gibi yapsa da, hiç birini yutmuyordu. O yüzden haplar yüzünden olduğunu da sanmıyordu. Yani olanlar büyük ihtimalle gerçekten yaşanmıştı. Fakat iyice düşündüğünde Jacques'e hiç bir şey belli etmemeye karar verdi. Evet, taş Jacques'in odasındaydı ama Jacques onu gizlememişti; demek ki ne olduğunu bilmiyordu ya da nasıl bir şeye sebep olduğunu. Jacques'in ona her hangi bir bilgi sağlamayacağından emindi. Öncelikle Jacques'in ağzı sıkı değildi ve ne zaman ilginç bir şey bulsa Lilly'e hemen söylerdi. Söylemediğine göre onun üzerinde taş Lilly'e yarattığı etkiyi yaratmamıştı. İkincisi Jacques yaygaracı biriydi ve soğukkanlı değildi. Lilly böyle bir şeyden bahsetse Jacques çok telaş yapar, Lilly ona ne kadar tembihlerse tembihlesin tüm tanıdıklarına bu olaydan bahseder ve bilgi toplamaya çalışırdı. Yani sonuç olarak Jacques şimdilik hiç bir şeyden haberdar olmayacaktı; en azından Lilly neler olduğunu çözene kadar... [2 Saat Sonra, akşam saatleri] Jacques elinde taşıma kabının ipini tutarak, eve girdi. Bu kap; küp şeklinde, metalik 45x45 cm ebatlarında bir kutuydu ve havada duruyordu. Arkasından bir ip bağlıydı ve Jacques'in tek yaptığı bu ip elindeyken yürümekti. Her hangi bir ağırlık hissetmiyordu, taşıma kabının özelliği de tam olarak buydu. Jacques oturma odasına ilerledi, bu sırada Lilly havada süzülen pembe, ince bir panelde oturuyordu. Jacques, Lilly'i gördü ve taşıma kabını ipinden tutarak duvara astı. Arkası dönük vaziyette; Lilly: Seni bekliyordum... Çok sıkıldım... Jacques'in cevap vermesine izin vermeden devam etti; Lilly: Dışarı çıkıyorum, arkadaşlarımı aradım.1-2 saate dönerim ve sen yemeği hazırlamış olursun. Bunu dedikten sonra Jacques endişelenmesin diye ona doğru döndü ve elinden geldiğince doğal gözüken bir gülümsemeyle Jacques'e baktı. Jacques: Tamam. Lilly, Jacques'in ona kafa yoramayacak kadar düşünceli olduğunu fark etti. Her ne kadar neler olduğunu merak etse de daha fazla konuşmak ve Jacques'e bir şeyler sezdirmek istemediğinden cevap vermeden dışarı çıktı... [3 saat sonra] Lilly arkadaşlarının yanından ayrılmıştı ve evine doğru ilerliyordu. Sokak araları çok karanlık ve ıssızdı.Lilly'nin tek duyduğu kendi ayak sesleri ve bir kaç saat önce kafasının içinde duyduğu o sesin yankılarıydı. Lilly düşünceli ve dalgındı. Kendi sokağının bir kaç sokak ilerisine kadar gitti ve bir hırıltı ile bunun farkına vardı.Bu güçlü ve derinden bir hırıltıydı.Tam olarak nereden geldiğini kestiremiyordu ama yakın olduğu kesindi. Lilly kendi etrafında yavaşça dönmeye başladı ve arkasını döndüğünde, arkadaşlarının sürekli bahsettiği canlı devlet silahlarından bir tanesiyle göz göze geldi. Bu, kamburu çıkmış, tırnakları 10 santim kadar uzamış ve gözleri ve dişleri bir insanınkinin iki katı kadar büyümüş bir yaratıktı. Boynunundaki demir tasmada kırmızı bir ışık yanıp sönüyordu. Lilly yerinden kıpırdayamıyordu ki kıpırdasa da böyle bir şeyden kaçamaz, kimseden yardım çağrısı isteyemezdi. Demek ki Lilly'nin hayatı da anne-babası gibi son bulacaktı; sebepsiz ve zamansız... Yaratık Lilly'nin üzerine doğru yürüdü, Lilly ile oyun oynuyormuş gibiydi. Onun kaçamayacağını bildiğinden, acele etmeden avına yaklaşıyordu. Belli ki avının tadını çıkarmak istiyordu. Lilly'i baştan aşağı kokladı ve bunu yaparken ara ara durup tısladı. En sonunda pençesini havaya kaldırdı ve saldırmaya hazır olduğunu belli eden bir hırlama çıkardı. Lilly hayvanın pençesinin az sonra suratına geçeceğinden emindi ve her nasılsa korkudan çok, o tarif edemediği duyguyu hissediyordu. Kalbi heyecanla atıyordu ve nefes alış verişi gittikçe sıklaşıyordu. Birden Lilly sağ elini kaldırdı; bu eylem kendi kontrolü dışında olmuştu ama hiç bir tereddüttü yoktu. Sonra neden, Lilly bu heyecanının korkudan çok, keyiften olduğunu anladı. Boynunun etrafını halka şeklinde, dünya dillerinin dışında bir alfabe ile mavi, parlak yazılar sardı. Yazılar derisinin içindeydi ve gittikçe belirginleşiyorlardı. Lilly keyifle bir kahkaha patlattı. Sokağın içinde kahkası yankılandı. Sonra korku dolu bakışlarının yerini ürkütücü ve soğukkanlı bakışlar aldı. Hâlâ havada duran sağ kolunu yaratığın hizasına getirdi ve parmaklarını yaratığın boynuna doladı. Çok az bir zahmetle tırnaklarını yaratığın boynundan geçirmişti ve şimdi yaratığın boynundan oluk oluk kan akıyordu. Lilly'nin giysileri kana bulanmıştı. Yaratık ise hareket edemiyordu, sadece canının acısından bir kaç haykırış yükseldi boğazından. Lilly keyifle sırıttı ve parmaklarını daha da fazla sıktı.Beyninin içinde o aynı sesi duyuyordu.Ses aralıklı olarak bir şeyler mırıldanıyordu ve o da Lilly kadar keyifliydi Ses: İkimiz... Beraber... Evet, sen ve ben çok güçlüyüz... Birbirimize aidiz ve sadece birbirimizin olabiliriz... Lilly o anda içindeki tarif edemediği duygunun ne olduğunu anladı. Güç...Saf ve emsalsiz bir güç... Yaratık can çekişmeyi bıraktığında Lilly'de yere yığıldı. Hala çok hızlı nefes alıyordu.Gök yüzüne bakarak bağırdı; Lilly: Bana her şeyi anlat! Neyim ben! Ses: Öğrenmen için çok erken, kimseye bahsetme, kimseye güvenme. Sen yalnızsın, dolayısıyla ben de... Bunu asla unutma... Bölüm 3:KİŞİLİK Lilly sokağın soğuk taşlarının üzerinde, havadaki kan kokusunun keyfini çıkarıyordu. Şimdilik içinde olduğu durumdan hoşnuttu ve daha fazlasına ihtiyacı yoktu. Bir 15 dakika kadar yerde kaldı ve kalp atışlarının düzene girmesini bekledi. Yavaş yavaş sakinleşti ve boynundaki parlak-mavi yazılar belirsizleşti, kayboldu. ~ Lilly'nin eve gelirken düşündüğü tek şey elindeki gücün sınırları ve onu nasıl kullanacağıydı. Jacques'e ne cevap vereceği hakkında hiç bir fikri yoktu.Sonra Jacques'e yalan söylemek istemediğini düşündü; Jacques onun biricik ağabeyiydi ne de olsa... Üzeri kana bulanmış bir halde evinin kapısından girdi. Jacques tam karşısındaydı; gözlerini fal taşı gibi açtı ve Lilly'e doğru atıldı. Onun kapıyı bile kapatmasına izin vermeden Lilly'e sıkı sıkı sarıldı. Jacques: Lilly! Seni çok merak ettim, Ne oldu sana böyle? Ne bu üzerindeki kan? Neyin var, yaralı mısın? Lilly? Konuşsana Lilly! Lilly sinirli bir sesle: Susarsan anlatırım Jacques! Jacques Lilly'e sarılmayı bıraktı ve bir adım geriye çekildi. Lilly’nin bu asabi tavrı onu bir hayli şaşırtmıştı. Lilly sol elini oval ve ufak suratının üzerine koydu, gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı. Jacques’in karşısında olduğunun farkında değilmiş gibi oturma odasına doğru yöneldi. Jacques çaresiz, hiç bir şey sormadan kız kardeşini izledi. Lilly oturma odasının tam ortasında durdu ve keskin bir hareket ile Jacques'e döndü. Bu ani hareket karşısında Jacques olduğu yerde kalıp Lilly'e bakmaya başladı. Lilly ne söyleyeceğini düşünüyordu. Aklının içinde kaybolup beliren binlerce tonda ses onu delirtmek üzereydi; "Kimseye bahsetme, kimseye güvenme, sen yalnızsın... Yalnızsın... Kimse, kimse... Kimseye güvenme... Sakın bahsetme... Kimseye bahsetme..." Lilly en sonunda kem küm ederek lafa başladı: Bir yaratık gördüm ve-Aaahh! Tam lafına başlamışken bedeni elektrik çarpmışçasına irkildi ve Lilly acıyla yere yığıldı. Jacques şaşkınlık ve korkuyla karışık bir yüz ifadesiyle Lilly'nin yığıldığı yere doğru koştu. Lilly'nin anladığı kadarıyla içindeki ses, ona dediklerinin dışına çıkmaması gerektiğini hatırlatmak amacıyla tepki veriyordu. Ama Lilly'nin kimseye itaat etmeye niyeti yoktu. Bu kendi içindeki bir ses olsa bile. Lilly Jacques'in kolları arasındaydı şimdi. Onun gözlerinin içine baktı ve ağır ağır da olsa her şeyi anlattı. Ağabeyine de güvenemeyecekse kime güvenecekti? Jacques Lilly'i havaya kaldırdı ve odasına götürdü,söylediklerine ne bir tepki vermişti ne de bir cevap.Böylesi belki de en uygunuydu.. Lilly'i nazikçe yatağına koydu ve odadan çıktı. Oda kapkaranlıktı. Şehrin ışıkları pencereden içeri giremiyordu; pencere ışık geçirmez moddaydı. Lilly hareket etmeksizin uzandı bir süre ve sonra o sesi duydu. Ses: Anlatmamalıydın. Lilly çok sakin ve duygusuz bir şekilde karşılık verdi: Ama anlattım. Ses çok sinirli bir şekilde devam etti:Aptal mısın sen?!Aptal!Seninle birbirimizi anladığımızı sanıyordum!Hatanı anlamadığın sürece seninle bir iletişim kurmayacağım... Lilly sessizce: Umarım hatamı anlamak zorunda kalmam. Ve sonra da oda uzun bir sessizliğe gömüldü... Lilly uykuya daldı... [Ertesi Sabah] Lilly üzerinde kanlı giysileriyle uyandı. Ne alarm çalmıştı ne de Jacques onu uyandırmaya gelmişti. Yatağından kalktı ve gözlerini ovuşturdu. Jacques belli ki onun bugün okula gitmeyip dinlenmesini istemişti. Sessizce banyoya yöneldi ve üzerindekileri bir çırpıda çıkardı. Kaşlarına kadar uzanan kırpmalarını sağ eliyle dağıttı, banyoya girdi ve küvetin kendisine bakan tarafında göze çarpan yeşil düğmeye sonra da yeşil düğmenin hemen altındaki mavi düğmeye dokundu. Küvet Lilly'nin her zaman yıkandığı sıcaklıktaki su ile doldu. Bu işlem 5 saniye içinde tamamlanmıştı. Lilly bir kez burnunu çekti ve önce sağ, sonra sol ayağını ard arda küvetin içine soktu. Sonra da küvetin içine yerleşti. Gözleri hala uykuluydu. Bir kaç kez esnedi ve sağ tarafındaki duvara beş parmağını birden yerleştirdi. Lilly: şeffaf; içeriden Duvar dışarıyı gösterdi, elbette dışarıdan içerisi gözükmüyordu. İlgisizce ve esneyerek dışarıyı izlemeye koyuldu Lilly. Sonra neden irkildi ve ayağa fırladı. Küvetten hemen çıktı ve koşarak odasına gitti. Yatağının sağ ve sol tarafında yerde atılı biçimde giysiler vardı-Lilly çok dağınık bir kızdı ve odası genelde hep bu durumdaydı- Ne bulduysa üzerine geçirdi ve odasından koşarak çıkıp evin kapısına koşmaya başladı. Jacques kapı açık bir şekilde düzen polisleri ile konuşuyordu. Polislerden biri Lilly'i gördü ve Jacques'i sertçe yere itti.Diğer polisler de aynı tavırla içeriye doluştular.En az 20 kişiydiler ve ellerinde Lilly'nin ne olduğunu hayal bile edemediği çeşitlerde silahları vardı.Jacques hiç bir şey olmamış gibi ayağa kalkıp Lilly'nin yanına yürüdü. Polislerden bir tanesi öne çıktı. Polis: Sizi tutukluyoruz bayan. Lütfen her hangi bir direniş göstermeyin, hiç biri işe yaramaz. Lilly bunu nasıl göz ardı edebilirdi? Dün öldürdüğü yaratığın tasması her şeyi görüntülüyor olmalıydı. Devletin her şeyden haberdar olması hiç de zor değildi. Şimdi ne yapacaktı? Belki bu kadar kişiyi öldürecek güç vardı kendisinde ama her hangi bir direniş gösterirse Jacques'e zarar verebilirlerdi. Şimdilik hiç bir şey yapamazdı ve teslim olmalıydı. Jacques'e baktı; onun kafası önüne eğikti. Ama çenesinden yaşlar süzülüyordu. Lilly'nin de gözleri doldu. Ellerini polislere doğru uzattı, teslim olduğunun bir göstergesi olarak. Hala Jacques'e bakıyordu. Lilly'nin boğazı düğümlenmişti. Göğüs kafesinde bir ağırlık hissediyordu ve zorlukla nefes alıyordu. Jacques'i belki de bir daha hiç göremeyecekti. Gözlerinde toplanan yaşlar en sonunda yanaklarından aşağıya süzülmeye başladı. Dudağını ısırdı ve boğuk bir sesle konuşmaya başladı Lilly: Kaç Jacques, yalvarırım git... Dikilme orada öyle... İstedikleri sadece benim... Yumruğunu sıktı ve bağırdı: Kaç dedim salak! Neyi bekliyorsun? Annem, babam öldüğünde ağlamadım... Düştüğümde ya da yaralandığımda ağlamadım... Şimdi ağlıyorum... Beni böyle görmekten zevk mi alıyorsun? Gitsene buradan aptal!... Jacques kafasını kaldırıp Lilly'e baktı, gözlerinden dur durak bilmeyen yaşlar boşalıyordu. Jacques: Sen benim için çok değerlisin Lilly, hem de çok... Otuz saniye kadar duraksadı, bu sırada tek duyulan ikisinin hıçkırıklarıydı. Sonra birden Jacques korkunç bir kahkaha attı. Lilly ne olduğunu şaşırmış ve korkmuş gözlerle ona bakıyordu. Anne-babasını kaybettikten sonra kardeşini kaybetmek belli ki Jacques gibi birine ağır gelmişti. Jacques: Ama Lilly... Bilmediğin bir şey var... Ben, senden daha değerliyim. Lilly şok olmuştu. Jacques’i hiç böyle görmemişti. Hala Jacques'e bakıyordu ve bu sırada polisler iki kolundan ve başından Lilly'i sıkı sıkı tutmuşlardı. Jacques devam etti: Ben annem ve babam gibi ölmeyeceğim. Seni feda etmem gerekse bile... Korkunç bir kahkaha daha attı. Lilly'nin vücudu sinirden ve şaşkınlıktan kıpkırmızı olmuştu. Gözlerini olabildiğine dehşetle açmıştı. Lilly: Ne-ne-ne diyorsun sen? Sen... Sen... Beni devletin eline sen mi verdin? Bu lafı söylemek ölesiye koymuştu Lilly'e. Jacques sinsice güldü: Öyle de denebilir. Sen zaten aranıyormuşsun ve ben ufacık-cık yardım ettim onlara, insanlık hatrı için. Lilly sinirden bir çığlık attı. Kollarını var gücüyle çekti. Polisler böyle bir tepki beklemedikleri için hazırlıksız yakalanmışlardı. Lilly arkasından kafasını tutmakta olan polise bir tekme geçirdi. Tekmenin şiddetiyle polis yere yığıldı. Bunu fırsat bilerek Lilly sağındaki polisin hala havada duran elini ısırdı. Onun serçe ve yüzük parmağını kopardı. Ardından solundaki polisin bir eliyle sağ bileğini, diğer eliyle de dirseğinden bir karış yukarısını tutup dirseğine doğru büyük bir güçle büktü.-Çatırttt- sesi içinde polisin kolunu kırdı. Bütün bunları öyle hızlı yaptı ki polisler bir direniş gösteremedi. Ancak polisler çok fazlaydılar ve ellerinde çok çeşitli silah vardı. Polislerden üçü yerde çığlık atarken diğerleri Lilly'nin üzerine çullandı ve onu tuttular. Lilly hala debeleniyordu. Polislerden bir tanesi omurilik soğanı hizasından iğne benzeri bir şey soktu ve bununla birlikte Lilly önce bedeninin hâkimiyetini sonra da bilicini kaybetti. Bilincini kaybetmeden önce düşündüğü tek şey Jacques'den ve onu insanlıktan çıkaranlardan alacağı intikamdı. Bölüm 4:PUZZLE Soğuk... Çiğ ve sonsuz beyazın içinde üşüyerek açtı gözlerini Lilly. Havada duruyordu ve çırılçıplaktı. "Özrün kabul edilmiştir."Lilly'nin hemen arkasından gelmişti bu ses. Bedenini zorlamaksızın havada süzülerek sesin geldiği tarafa döndü Lilly ve karşısında onu gördü. İçindeki sesin sahibi, başına gelenlerin sorumlusu ve başına gelenlerden kendisini tek kurtarabilecek kişi... Kız Lilly'le hemen hemen aynı görünüyordu. Sadece onun saçları siyah ve küt kesiliydi.Boynunda da bir şerit halinde,Lilly'nin 1 gece önce yaratığı öldürürken sahip olduğu mavi-parlak yazı vardı. Lilly'nin aksine kız giyinikti, simsiyah,yırtık pırtık,dizinin hemen hemen 1 karış yukarısında kalan bir kumaş parçası giyiyordu. Lilly: Biliyordun! Böyle olacağını biliyordun ve yine de beni engelle-- --Kes sesini! Seni engellemem gerektiğini nasıl söylersin? Sen ne bir çocuksun ne de bir salak. Ben üzerime düşeni yapıp seni uyardım. Benim yerime bencil abine güvenmek senin kararındı. Böyle dedi sesin sahibi ve sonra ikisi de sustular. Lilly ona hak vermişti. Sadece kendi aptallığına kızıyordu ve ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Lilly: Sana güvenmem için olanların açıklamasını yapmaya bir yerden başlamalısın. --Haklı olabilirsin. Ama sana hiç bir şey anlatmamamın bir sebebi var. Biliyorum ki beynin beni kaldırabilecek kapasitede değil. Lilly: Bu ne demek şimdi? Salak olmadığımı kendin söyledin. Ne gibi bir şeyi kaldıramayacakmış benim beynim? --Bak Lilly, biz çok kötü şeyler yaşadık, çok ihanete uğradık. Bütün olanlardan sonra anladığımız tek şey, herkesin güvenilmez olduğuydu. Senin hatırlamadığın hatta var olmadığın bir geçmişte olanlarla başladı acılarımız. Sen beni dinlemediğin sürece de devam edecek. Şimdi sana tüm bu acıları anlatmanın ne yeri, ne de zamanı. Şu an polisler seni araştırma laboratuarına götürüyorlar. Bir an önce bilincini kazanıp ellerinden kurtulman lazım. Şu an senin zihninin içindeyiz. Uyanman ve polisleri öldürmen için yardım edeceğim ama bir şartla... Lilly: Şart mı? Benden her hangi bir şart isteyecek durumda olduğunu sanmıyorum. Ben ölürsem sen de ölürsün. Nasıl sen olmadan benim gücüm yok ise senin de yok. Bunu ilk iletişimimizde söylemiştin. Lilly sinsice güldü ve bir kaşını yukarı kaldırdı. Söylediklerinin kızı şaşırtmasını ya da onda bir korku uyandırmasını bekliyordu ama o çok sakindi. --Şartım sadece bir daha asla aptalca davranmamandı. Şimdiden mantıklı olmaya başladın... Şimdi seni uyandıracağım. Lilly: Uyandırmadan önce,bana ismini söyle. --Senin ismin Theria. Bir kahkaha attı Theria ve sonra etraf onun kahkalarının yankılarıyla karardı. Bir süre sonra kahkahasının yankıları da kayboldu. Lilly de öyle... ~ Polis 1:Yok artık! Kadının kolunu diliyle mi koparttı? Hahahaha! Senin kadar yalancısını görmemiştim. Polis 2:Kayıtlarda var, inanmıyorsan bakarsın. Gerizekalı... Polis 3:Kapayın o koca çenelerinizi yoksa merkez laboratuara vardığımızda sizi -Mad scientist-e veririm. Polis 1-Polis 2 aynı anda: Emredersiniz, kaptan. Lilly bu sesler içinde açtı gözlerini. Yumurta şeklinde, şeffaf bir kapsülün içindeydi. Kapsülden yüzlerce incecik ip sarkıyordu ve bu iplerden 1 tanesi rotayı belirliyor, diğerleri havada kalmasına yardım ediyorlardı. Kapkaranlık ve dar sokakların arasından,15-16 polis ve kapsülün içindeki Lilly, sessizce ilerliyorlardı. Lilly boynundaki mavi yazıları fark etti ve güldü. İki elini kapsüle koydu. Kapsül Lilly'nin ancak cenin pozisyonun sığabileceği kadar büyüktü. Bu yüzden içinde rahat hareket edemiyordu. Gerçi pek de fazla hareket etmesine gerek yoktu. Gözlerini kapadı ve ellerini koyduğu yerden kapsülü itti. Sanki çok yumuşak bir şeymişçesine, her türlü darbeye dayanıklı olması gereken kapsül, ortadan ikiye ayrıldı. Bu olayla birlikte polisler, Lilly'nin uyandığını fark etmiş oldular. Hepsi şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklardı neredeyse. Sonra toparlanıp silahlarını çıkardılar. Çeşit çeşit mermi havada uçuşmaya başladı. Gülle büyüklüğünde olanlar, elektrik topu şeklinde gözükenler, lazerliler vesaire vesaire. Mermiler ortalığı tozu dumana katmıştı. Hiç bir şey gözükmüyordu.45 saniye kadar ateşi sürdürdüler ve sonra Lilly'nin öldüğünden emin bir şekilde silahlarını indirdiler. Bir süre sonra duman dağılınca Lilly'nin karşılarında sapasağlam durduğunu gördüler. Bir kaç polisin elinden korkudan silahı düştü. Bir kaçı çığlık atmaya başladı. Lilly ifadesiz bir şekilde havaya kaldırdı başını ve tükürdü.Tükürüğü yere düşmeden elini havaya hızlıca kaldırdı ve tükürüğü havada dondu. Sonra parmaklarının hareketiyle uyumlu olarak şekil aldı. Lilly elini hızlıca öne doğru savurduğu anda 2 santimlik bir oka dönüşmüş tükürüğü de polislerden birinin sol gözünden içeri saplandı. Polisin gözünden kanlar akıyordu ve saniyeler içinde polis yere yığıldı. Lilly inanılmayacak derecede çeviklikle yere düşen polisin silahını aldı ve polislerden 1 metre kadar uzaklaştı. Hangi polisin hangi silaha sahip olduğunu biliyordu. Az önce hepsini görmüştü. Ancak hepsi tek bir yere ateş ettikleri için mermilerden kaçmak fazlasıyla basit olmuştu. Lilly silahın tetiğine bastı ve aynı anda silahı tuttuğu sağ kolunu, sol omzunun biraz önünden başlayarak sağ omzuna 50 derecelik bir açıyla hareket ettirdi. Silahı lazerli olanıydı ve dolayısıyla polisler bel kısımlarından ikiye bölündüler. Kanları sokağın duvarlarına, Lilly'nin suratına ve havaya sıçrıyordu. Bedenlerinin parçaları yere düştü. Lilly "Pfftt" diye bir ses çıkardı. Rakipleri bir avuç gerizekalıdan oluştuğu için hiç zevk almamıştı. Ama bu bir avuç gerizekalı, Lilly'nin yakalanmasına sebep olabilirdi. Polislerin beyinlerinde görsel ve işitsel hafızalarını kayıt eden çipler yerleştirilmişti. Bunu okulundaki, babası polis olan aptallar sayesinde biliyordu. Şimdi Lilly'nin teker teker uğraşıp polislerin beyinlerinden çipleri çıkarması gerekiyordu. Lilly sokakta çınlayan bir öksürük sesi ile irkildi. Hala polislere bakmakta olan gözlerini yukarıya kaldırıp sokağın sonuna baktı. Karanlıkta seçebildiği tek şey bir çift sarı gözdü. Duvara asılı olan sokak lambası ortayı loş yapsa da çok kısıtlı bir alanı görmesini sağlıyordu ancak. Sarı gözler durmaksızın kendisini izliyordu. Gözlerin büyüklüğüne bakılırsa onların sahibi muhtemelen bir insandı. Lilly arkada ne bir kanıt ne de bir tanık istiyordu. Hızla sokağın sonuna doğru koştu. Koşarken ne olduğunu tam anlayamadığı bir ses duydu, rüzgar sesi gibiydi ve belirli aralıklarla duyuluyordu. Neredeyse gözlerin yanına varmıştı ve şimdi karaltı gittikçe insan biçimini alıyordu. Lilly: Hey se-- Lilly bir şey tarafından, belinden yakalandı ve 1 metre kadar havaya fırlatıldı. Neler olduğunu anlayamadan gözlerin sahibi Lilly'nin düştüğü yere koştu ve üzerine çıktı. Bu 5-6 yaşlarında çok sevimli bir kız çocuğuydu. Lilly yerde yatarken elini beline doğru getirdi ve kendisini kavrayan şeyin bir zincir olduğunu el yordamıyla anladı. Kafası biraz kanıyordu ve zonkluyordu ama abartılacak bir şey yoktu. Şirin kız çocuğu, Lilly'i kavrayan zinciri tutarak Lilly'nin suratına doğru eğildi. Kız: Beni öldürmek o kadar kolay değil,onee-chan... Bölüm 5:BİRLİK Lilly derin bir nefes aldı, kafasını taş zemine bir kere vurdu ve nefesini "puff"layarak geri verdi."Kreş çıkışına mı denk geldim?" diye söylendi kendi kendine. Hem "onee-chan" da neyin nesiydi? Artık bu gibi lafları kullanan kalmamıştı, herkes anne-babası dışındakilere ismiyle hitap ederdi.Geri kafalı bir afacanla mı uğraşması gerekecekti şimdi de?Her ne kadar küçük kız,zinciri,dolayısıyla Lilly'i tek eliyle zapt edip güçlü olduğunu göstermiş olsa da, çocuk çocuktu Lilly için.Muhtemelen ne gibi bir durum içinde olduğunu anlamıyordu. Kafasını kaldırıp bir kez daha kıza baktı. Elleri, kafası, kolları, bacakları... Kız ufacıktı. Boyu olsa olsa doksan santim bir şeydi. Saçları kırmızıydı ve omuzlarının biraz yukarısında, yamuk yumuk kesiliydi. Oldukça şirin bir kızdı ama ufak-tatlı suratına yakışmayan bir yara izi vardı. Sol kaşının tam olarak burun kemiğine yaklaştığı yerin biraz yukarısından başlayıp, kavisli olarak şakağına kadar çizilmiş bir bıçak yarası vardı. En azından Lilly onun bıçak yarası olduğunu düşünüyordu. Yara bayağı bir eski olmalıydı, en az 2 yıl gibi bir süre önce yapılmış bir izdi bu. Lilly ile bir süre bakıştılar. Bakışma sırasında küçük kız, sürekli gülümsedi. Sonra Lilly'nin gözleri, kızın boynuna doğru indi. Orada bir kolye dikkatini çekti. Ucunda ateş opali bulunan bir zincir... Lilly ateş opaline bakmayı sürdürerek: Kimsin? Küçük kız: Benim adım Momo. Gördüğün gibi-daha doğrusu birazdan da göreceğin gibi- çooook güçlüyüm. Ve sonra Momo tekrar gülümsedi."Deli olmalı" diye düşündü Lilly. Bu kadar küçük olup, öldürmekten, dövüşmekten böylesine basitçe bahseden bir insan deli olmalıydı. Lilly: ak Momo, burada gördüklerini kimseye anlatmayacağını umuyorum. Sana yalan söylemeyeceğim, seni öldürmek için üzerine doğru koştum. Ama şimdi seni öldürmek istemiyorum. Bu yüzden evine git, gördüklerini ve beni de unut. Aksi taktirde kalkıştığım işi bitiririm.Seni öldürürüm. Momo güldü: Ben zaten evimdeyim, onee-chan. Davetsiz olarak gelen sensin. Ayrıca ilk başta dediğim gibi. Beni öldürmek o kadar kolay değil... Lilly dudaklarını büktü: Ben de öyle düşünmüştüm. Bunu der demez Lilly'nin beline dolanmış olan zincir büyük bir metalik ses çıkararak kırıldı. Lilly ufak bir asılma ile, siyah zinciri kırmıştı. Ardından seri bir hareketle kızı üzerinden atıp ayağa kalktı. Kız 1 saniye bile yerde kalmadan hızla doğruldu. Lilly Momo'nun üzerine doğru koşturdu. Kız, zincirinden geriye kalan en büyük parçayı yerden aldı. Lilly Momo'nun zinciri çevirmesine izin vermeden onu saçlarından tuttu ve olabildiğince sert geriye doğru çekti. Kız çaresizce kafasından geriye çekildi ama hiç bağırmadı, acı hissetmemiş gibiydi. Geriye çekilirken sağ elindeki zinciri 2 kere salladı ve Lilly'nin bacağına doğru savurdu ama Lilly olduğu yerde zıpladı ve havada takla attı, bunu yaparken Momo'nun saçlarını hâlâ sıkıca tutuyordu ki bu da Momo'nun da kendisiyle birlikte takla atmasına sebep oldu. Lilly bir kaç saniye içinde yere tekrar indiğinde Momo zinciri, sarsıntı yüzünden suratına çarpmasın diye çabucak sağ koluna sarmıştı. Lilly bunu fırsat bildi ve onun sağ kolunu tutup, kıvırdı, kendine çekti. Momo bu sefer ufak bir inilti çıkardı,sonra da sinirden bir çığlık attı.Kendisinden beklenmeyecek derecede vahşi ve kana susamış bir çığlık... Momo delirmiş bir şekilde bağırarak:Sen en iyisisin,sen en iyisisin onee-chan.Bunu çok sevdiiiim!! Lilly bir kaşını yukarı kaldırdı, kızın kolunu kırmaktan vaz geçti ve biraz serbest bıraktı. Elini aşağı doğru kaydırarak kızın elinden sarkan zinciri tuttu. Zinciri dolandığı yönün tam tersine çevirerek hızlıca çekti. Momo'nun kolunu zincirden kurtardı ve zincirin bir ucuna sol elini sarıp Momo'nun koltuk altlarından geçirdi. Bir kez doladıktan sonra zinciri kızın kollarına doğru çıkardı ve kızın kolları, bu güç ile yukarı doğru kalktı.Aynı anda Lilly iki bacağını da küçük kızın iki bacağına doladı ve bacaklarını çekti.Momo da,Lilly de yere düştüler.Lilly Momoyu kollarından tutmakta olduğu için Momo'nun göğsü yerden havada duruyordu. Lilly: İşin bitti Momo, ufak bir hareketim ile belini kıracağım. Sonra da boynunu. "Momo,Momoooo!" Lilly kafasını, duyduğu bu erkek sesinin yönüne doğru; sola çevirdi. Soluk sokak ışığının altında kendi yaşlarında, genç birini gördü. Kendinden olsa olsa 2 metre uzaklıktaydı. Çocuk öne doğru eğildi ve sakin ve nazik bir sesle: Lütfen Momoyu bırakın, ne yaptığını bilmiyorum ama o henüz çok aptal. Sizi bir daha asla rahatsız etmeyecek. Lütfen. Lilly kafasını Momo'dan tarafa çevirdi. Kız hiç bir şey söylemiyordu. Lilly ayağa kalktı ve Momo'nun kollarına zinciri iyice dolayıp onu da yukarı çekti. Lilly: Ne dersin Momo,seni bırakmalı mıyım? Momo hiddetle bağırdı: Asla!Asla!Asla!Öldür beni onee-chan!Günün birinde senin gibi güçlü biriyle karşılaştığımda,onun elinden ölümün benim için bir onur olacağını düşündüm hep.Öldür beni! Genç adam Momo'ya doğru hızla koştu ve sıkı bir tokat attı onun suratına. Momo şok olmuş gözlerle bakarak ağlamaya başladı. Momo:Bunu neden yaptın onii-sama?Neden!? Beni anladığını, senin de benim gibi olduğunu düşünmüştüm. Lilly Momo'nun zincirlerini bıraktı. Bunun ardından Momo yere çöküp ağlamayı sürdürdü. Momo'nun onii-sama'sı Lilly'e doğru baktı: Teşşekkür ederim. Ben Tom, tanıştığın bu aptal-küçük kız da benim kız kardeşim olur. Onun adına ben teşekkür ederim ve yaptığı aptallığın bedeli olarak hizmetinizdeyim. Momo birden Tom'a doğru baktı ve ağlamayı kesti. Momo:Onii-sama!Bunu yapamazsın!Beni bırakamazsın! Tom,Momo yokmuş gibi davranıyordu.Söylediklerine hiç kulak asmadan devam etti. Tom öne doğru eğilerek: Lütfen bu acizin isteğine kulak verin ve kabul edin. Size yalvarıyorum, iyiliğinizin karşılığını ödememe izin verin. Lilly neler olduğunu anlamıyordu. Şaşkın şaşkın bakındı."Bu ikisi çıldırmış olmalı" diye düşündü. Lilly: Nerelisiniz?Aileniz,eviniz nerede? Tom: Biz sokaklara aidiz, aile diyebileceğimiz, bizimle aynı kaderi paylaşan bir birliğimiz var. Lilly: Ne birliğiymiş bu? Tom: Bizim gibi şeyler yaşamış çocukların, intikamı için kurulmuş birlik. Efendim, birliğimizin adı... Biraz durakladı, belli ki söylemeye çekiniyordu. Lilly ise sabırsız bir kızdı. Gözlerini devirdi. Lilly: Eee? Birliğinizin adı ne? Tom: Birliğimizin adı Noir, efendim... Bölüm 6:KEDER Lilly, Tom ve Momo şafak sökene kadar yürüdüler... Sessizce ve ağır ağır... Lilly, izledikleri yolu daha önce hiç görmemişti. Akşamın karanlığında nereye gittiklerini fark etmemişti, dikkat de etmemişti. Oldukça bitkindi. Birkaç gündür doğru dürüst uyuyamamıştı. Momo da bitkindi ama gözlerindeki alev hâlâ capcanlıydı, ışık saçıyordu. Arada Lilly’e, hayran hayran, kaçamak bakışlar atıyordu-her ne kadar Lilly bunun farkında da olsa-...Saat 6 civarında duvardan bir geçide varmışlardı. Güneşin, daha henüz kendini göstermeye başlayan ışıkları, duvarın alev rengi, tuğla biçimli taşlarının üzerine dans ediyor, insanın gözlerini alıyordu. Tom aniden durdu. Telaşlı hareketlerle Lilly'e bir bakış attı. Sağ elini fırça gibi gür, kahverengi saçlarının arasında dolaştırdı. Sonra seslice bir soluk verdi. Lilly: Sıkıntın nedir? Tom: Efendim, birliğe siz bile elinizi kolunuzu sallayarak giremezsiniz. Eğer benim efendim olmasaydınız buraya sizi asla getirmezdim... Yanlış anlamayın ama getirmemeliydim de... Benim önce bir konuşmam gerek birlikte-- Lilly: Tamam, tamam ne kadar süre istiyorsan git, konuş. Ama onları ikna et. Tom: Edemeyebilirim, efendim. Lilly: Edemezsen... Dalga geçercesine düşünme sesleri çıkardı Lilly "Hmm,hııı..." gibi... Lilly: Edemezsen oraya gelir ve birliğinizi yıkarım-yıkmakla kalmam hepinizi de öldürürüm. Tom umutsuzca başını eğdi, bembeyaz ve duygusuz bir suratla geçidin ilerisine bir adım attı. Tom: N4526RDN7Rigel Sonra Tom kayboldu ve Lilly Momo'ya dönerek gülmeye başladı. Kahkahası sonlanınca oldukça ciddi bir surat ifadesiyle Momo'ya doğru yaklaştı ve eğildi.Elini boynuna uzattı ve kolyesinin üzerine koydu. Lilly: Şimdi otur ve beni eğlendirecek bir kaç şey anlat, cüce. [2 Saat Sonra] Lilly ve Momo duvara yaslanmış-dip dibe oturuyorlardı. Konuşacak hiç bir şeyleri kalmamıştı, şimdilik. Ne bir kuş sesi ne de bir yaprak hışırtısı işitiliyordu. Zaten ortada ağaç da yoktu. Daha doğrusu etrafta hayat belirtisi gösteren hiç bir şey yoktu. Bomboş, topraktan bir arazinin ortasında, ustaca örülmüş alev rengi bir duvar göze çarpıyordu sadece. Duvarın ortasında ters U şeklinde bir boşluk, yani geçit... Gerçi dışarıdan bakınca çok aptalca gözüküyordu.10 metre eninde bir duvar vardı ama duvarın yanları bomboştu. Tabii bu geçit sadece esas geçidin yerini belirten bir şaşırtmacaydı. Lilly donuk gözlerle etrafı süzmekteydi. İnce bir ses ile irkildi. Momo’nun ipeğimsi sesiydi onu şaşırtan. Daha önce hiç duymadığı bir ezgisi olan, hiç duymadığı ama hiç unutamayacağı bir şarkıyı söylüyordu. Momo: After all the sorrows The one who suffers Behind the darkness The one who'll rise Beyond the walls You may hear The sad songs Of our tears The one will rain Upon the saint Of a novelette After this madness To destroy The Brain To create The Truth Momo öyle güzel ve içten söylüyordu ki, Lilly şaşkınlıktan ve hayranlıktan donakalmıştı. Ama neyse ki kendini şarkıya kaptırmış olan Momo bunun farkına varmadı. Lilly gözünden yanağına doğru kaymakta olan yaşı hemen silip yine bakışlarını donuklaştırarak küçük kıza baktı. Lilly: Bu şarkı... Kimin? Daha önce hiç duymadım. O sırada girişte Tom belirdi. Eskisinden daha da solgun görünüyordu. Tek kelime bile etmeden sağ eliyle Lilly'e, geçidin hemen arkasında belirmiş olan boşluktaki, yerin içine doğru inen merdivenleri işaret etti. Lilly de Tom gibi, hiç konuşmadan hareket etmeye başladı. Ayaklarını sürüye sürüye merdivenlere yöneldi. Tom’un hizasına gelince, omzuna elini koydu ve Tom'u kendisine çekti. Lilly: Umarım aptallık edip, bana saldırmayı düşünmüyordur arkadaşların. Tom'dan bir cevap bekliyordu. Ama değil cevap en ufak bir tepki bile gelmedi. Kaşlarını çatıp bir hışımla merdivenleri inmeye başladı Lilly. Hiç görmediği bir teknolojiyle donatılmış bir merkez, ellerinde bin bir çeşit silah bulunan nöbetçiler ve sert suratlı yetişkin üyeler ile karşılaşmayı bekliyordu. Oysa aşağı indiğinde karşılaştığı tek şey 20 kişilik bir çocuk grubuydu ve aralarında en büyükleri, 18-19 yaşlarında olmalıydı. Daha yeni, bir savaştan çıkmışçasına yorgun, bitap ve üzgün gözüküyorlardı. Her birinin yüzü solgun, bakışları ölü balık gibi anlamsızdı. Momo aşağıya iner inmez merdivenin arkasında kalan karanlık bir bölmeye yerleştirilmiş, kirli bir beyaz çarşaf ile örtülmüş demir yatağa atıldı. Lilly'nin karanlıkta seçebildiği kadarıyla yatağın üzerinde bir silüet, hiç kıpırdamadan, ellerini başına koymuş bir pozisyonda oturuyordu; Momo silüetin boynuna atıldığında dahi en ufak bir ses-hareket veyahut tepki vermedi.Momo da bir silüet olmuştu karanlığın içinde; ve sonra Lilly dikkatini kendisine doğru ağır adımlarla yürümekte olan iki kişiye verdi.Bir tanesi 17-16 yaşlarında gözüken kısa-pembe saçlı, narin vücutlu,mor-parlak gözlü uzunca bir kızdı. Diğeri en azında 19 yaşında olduğunu işaret eden olgun ve samimi bakışlara sahip, gri-uzun saçlı, siyah gözlü, hayli uzun boylu bir erkekti. Lilly ile aralarında 5-4 adımlık bir mesafe kalınca elini tokalaşmak için uzattı. Lilly biraz yaklaştı ve sessizce oğlanın gözlerinin içine baktı.10 saniye kadar bir sessizlikten sonra Lilly çocuğun vazgeçmeyeceğine kanaat getirip uzattığı eli sıktı. Beraber bir kaç merdiven inerek alt kata ulaştılar. Burası önceki kattan bile daha karanlık bir yerdi.Lilly Tom'u omzundan asılarak kendine doğru çekti;kulağına eğildi: -Buranın ışıkları yok mu? Yoksa birbirinizi konuşurken görmemeniz birliğiniz kurallarından biri mi? Tom gerisin geri geldikleri yolu teperek üst kata çıktı; üst kata çıktıktan 10 saniye kadar sonra tavan loş bir ışık vermeye başladı. En azından artık birbirlerini seçebiliyorlardı, silüetten ibaret değillerdi. İndikleri katın koridorunun en sonunda, köşede bir odaya girdiler. Oda, oldukça eski gözüken bir kaç paslı iskemle ve yerden yaklaşık 40 santim havada duran çelik, oval bir masayı barındırması dışında, bomboş denebilirdi. Birliğin her bölümü,her köşesi gibi,bu odanın da duvarlarından,yer döşemelerinden ve hatta ışıklandırmayı sağlayan tavanından bile hüzün akıyordu.Ayak sesleri odanın dört yanında çınladıkça insanın içini ürpertiyordu.Genç adam masaya doğru yöneldi ve elini masanın üzerine yerleştirdi. Masanın ayakları yere değene kadar elini kaldırmadı.Sonra kibar bir hareketle bayanlara oturmasını işaret etti.Lilly ve yanındaki pembe saçlı kız oturdular,hemen ardından da o oturdu.Boğazını temizleyip: -Ben Aleksey; Noir birliğinin temsilci yöneticisiyim.Tom, Momo'yu nasıl yendiğinizi ve yüce gönüllülük göstererek onun gitmesine izin verdiğinizi bana anlattı.Onun kadar yararlı ve güçlü bir birlik üyesinin,başka bir otoritenin emri altına girmesi canımı sıkmıyor değil,ancak birliğimiz kimseyi bir şey için zorlamaz.Tom kendi kararlarını verebilecek olgunlukta ve zekada.Eğer sizin emrinizde olması gerektiğine inanıyorsa ve size saygı duyuyorsa,ben de elbette itiraz edecek değilim ve hatta onun gösterdiği saygıyı göstermekle yükümlü hissederim kendimi. Sonra Aleksey pembe saçlı kıza döndü. Aleksey: Bu Coco.Benim yardımcım.Kendisi pek konuşkan değildir,lütfen kabalık olarak algılamayın. Evet...Merak ettiğiniz her şeyi sorabilirsiniz. Lilly bir süre başını öne eğdi ve Aleksey'in söylediklerini kafasında tartıyormuşcasına bir kaç kafa hareketi yaptı. Lilly:Beni neden içeri aldınız? Aleksey:Çünkü Tom,söylediğim gibi birliğimizin hatrı sayılır üyelerinden biridir.Eğer onun söylediklerine güvenmeseydik,birliğimizdeki güven olgusunun eksik olduğunu kabul etmiş olmaz mıydık?Söyleyin lütfen,yoksa sizi içeri almakla yanlış bir karar mı verdim? Lilly:Bunu konuşmamızın gidişatı cevaplayabilir ancak.Ben sadece herkesin elini kolunu sallayarak girip giremeyeceğini çözmeye çalışıyorum. Gerçekten güçlü müsünüz yoksa sadece tehditkâr mı?Bunu hakaret olarak algılama.Senin de söylediğin gibi merak ettiğim her şeyi soruyorum. Aleksey:Sizi almam,almamamdan çok daha az tehlike barındırır. Lilly kaşlarını çattı.Aleksey'in bu tavrı hoşuna gitmemişti.Bir süre bakıştılar.Aleksey'in yüzündeki samimi gülümseme,ilk izleniminin aksine Lilly'nin sinirlerini bozuyordu şimdi.Biraz fevri tavırlarla devam etti Lilly: Birliğinizin adı neden Noir?Ucube görüntünüzden ve isminizden yola çıkarak kafesler ve karanlıkların arasında uzun süre geçirdiğinizi düşünmem yersiz mi olur?Aleksey içtenlikle sırıttı. Aleksey:Yo,tam aksine,yerinde bir tahmin olur.Aile fertlerimiz direnişçilerdendi.Yalancı bir halkçılığın yalancı halkı doğrunun ta kendisi değil de nedir? Ailelerimiz bize bunları lâyık görmediler.Hiç bir zaman suçu onlardan da bulmadık.Belki de bu yüzden ceza verdiler bize,o ilacı enjekte ederek.Belki de sadece egolarının tatmini için.Ya da bizim kaderimize karar verecekleri dakikada içiyor oldukları çay dillerini yaktı için.Belki de bunlar kadar bile bir sebebi yoktu. Bizim için bunların önemi de yok.Sonuç her zaman aynı.Hiç bir gerçeklikte,hiç bir evrende bu değişemezdi.Biz sadece ucubeler olarak kaldık. Canavar bile değildik... İlaç herkeste farklı etki yarattı.Kimileri gerçekten canavar oldu,kimisi öldü,kimisinin bilinci bizim gibi yerinde kaldı ve çeşitli güçlere sahip oldu.İnsanlığımızı kaybetmesek de insan olarak kabul görmedik.Noir'dan sonra biz ucubeden başka bir şey olamadık.Geriye ne ailelerimiz ne de tanıdıklarımız kaldı.Bir gün,büyük yönetici kaçtı.Bu firardan kimsenin haberi olmadı.Noir'da bizim kayıtlarımızı tutacak kadar değer görmüyorduk; ya da işkence yapılacak kadar. Boşluk nedir bilir misiniz Lilly? Her kenarı 3 metrelik bir kübün içinde tamamen karanlıkta... Kendi soluğunuzdan,gözyaşlarınızdan ve el yordamlarınızın hışırtısından başka hiç bir ses olmadan boşluk içinde yaşamak...Düşünecek tek birkonunuzun bile olmaması;size yapılanlardan ve sonu gelmeyen siyahtan başka.Büyük yönetici bunu hepimizden iyi anlar;bu durumun hüznünü... Kimse onun nasıl kaçtığını bilmiyor.Ya da nasıl geri döndüğünü.Ya da bizi nasıl kurtarmayı başarabildiğini.Gözlerimizin sağlığı için gecenin en karanlık saatlerinde,şehrin en karanlık sokaklarından sessizce bizi buraya getirdi. Uzun lafın kısası,Lilly,biz Noir'dan sonra hiç bir şey olamazdık,Noir'ın bizi dönüştürdüklerinin dışında.Hayatımız Noir ile başlamıştı...Miladımızdı... Sıfatlarımızın cevabıydı,sebebiydi.Ama sonucu olmayacağına yemin ettik.Birliğimiz tamamen Noir'a endeksliyken,adı başka ne olabilirdi? Tam o anda Tom içeriye soluk soluğa ve korkmuş bir suratla girdi.Hepsi ayağa fırladılar ve Tom'u düşmemesi için tutmaya,yatıştırmaya çalıştılar. Tom kesik kesik ve cılız bir sesle konuşmaya başladı.Kelimelerin arasında uzun soluklar alıyordu. -Yardımcı yönetici....Aleksey...O-o...O bizi buldu...Yet-yetişin....O burada... Aleksey birden kireç gibi bir suratla yere yığıldı.Bu çaresizlik anı sadece bir kaç saniye sürse de,gözlerindeki korku Lilly'nin zihninde iz bırakmaya yetmişti.Ardından üst kattan çok şiddetli patırtı-kütürtüler geldi ve yer sarsılmaya başladı.Lilly neler olduğunu anlamıyordu ama bir şeyler yapmazsa bu yitik birliğin,içinde oldukları durumun üstesinden gelemeyecekleri,Aleksey'in tepkisinden belliydi.Bu kokuşmuş birlik Lilly'nin umurunda sayılmazdı ama bazı şeyleri gerçekleştirmesi için hizmetkarına ihtiyaç duyacağını sezinliyordu. Bölüm 7:ESKİ BİR "DOST" Koyu kahverengi tuğlalarla örülmüş sevimsiz ve insanın içini ürperten duvarların üzerine monte edilmiş motifli siyah bir demirden oyma şamdanlar ve onların üzerinde yarısı erimiş beyaz mumlar, Lilly'nin nerede olabileceğine dair küçük ipuçları sayılabilirdi. Yatağının fazlasıyla rahat olmasına rağmen içinde bir his, ona burada değerli bir misafir gibi davranılmayacağını söyleyip duruyordu.Hiç penceresi olmayan bu küçük odada yatak dışında bir tane de beceriksizce yapılmış tabure vardı.Bu iki eşya dışında bomboştu. Lilly dizlerini karnına çekti ve kollarını bacaklarına doladı.Bir süre herhangi bir şey düşünmeksizin bu pozisyonda taş duvarların üzerinde zaman zaman hareket eden mum ışıklarını izledi.Neden sonra birden ayağa fırladı ve şamdanlardan bir tanesinin üzerindeki mumu söndürdü ve var gücüyle şamdanı kendine doğru çekmeye başladı. Herhangi bir sonuç almayı beklemeden bir kaç saniye içerisinde yaptığı şeyden vaz geçti ve tekrar yatağına oturdu. Bu kez yüzünde daha rahat bir ifade vardı. Sanki olacakların önüne ne yaparsa yapsın geçemeyeceğini anlayıp akışına bırakmanın en doğru olacağını düşünmüşcesine umursamazca ve bir o kadar da şapşalca gülümsedi.Tam o sırada odasının tahta kapısı usulca iki kere tıklatıldı ve Lilly'nin bir tepki vermesine süre tanımaksızın dışarıdan, heyecanlı ve sabırsızca "Giriyorum." diyen genç bir erkek sesi duyuldu.Hemen ardından kapı gıcırdayarak açıldı. Elinde metal bir tepsi -bu tepsinin üzerinde çeşitli yiyecekler olduğunu söyleyebiliriz tutan, uzun-sarı saçları at kuyruğu yapılmış, soluk tenli, bakışları insanda kendisine karşı güven uyandıran ve aynı zamanda sürekli bir şeyler düşündüğünü hissettiren yeşil gözlere sahip, orta boylu bir adam ağır adımlarla içeriye girdi.Üzerinde kahverengi, oldukça temiz ve pahalı gözüken bir redingot vardı. Adam gülmüyordu fakat neşeli gözüktüğü söylenebilirdi. Elindeki tepsiyi, yatağın tam karşısındaki duvara yaslı tabureye koyduktan sonra Lilly'e döndü, bir veyahut iki saniye göz göze geldiler ya da gelmediler,hemen ardından son derece nazik bir edayla adam sağ elini karın hizasına doğru yavaşça eğerken başını da elinin hareketine paralel bir şekilde öne eğdi. Lilly'nin gözleri, bu hareketin sonucunda mum ışığında parıldayan, iki kulağını da çevreleyen metalik küpelere takıldı.Sakin ve soğuk kanlı bir şekilde; Lilly: Lütfen doğrulun ve bana neler olduğunu anlatın. Emin olun konuşmanız, bana bu denli saygı göstermenizden çok daha fazla işime yarar. Önce kim olduğunuzdan başlayabilirsiniz mesela. Adam ağır ağır doğruldu ve tam Lilly'nin gözlerinin içine baktı. Lilly, sadece bir saniyeliğine nefesinin kesildiğini ve kalbinin çok şiddetli sancıdığını hissetti. -Bendeniz Bremlin Krotszk.Sizi son derece namüsait bir şekilde bu odada konuk ettiğimin farkındayım. Ancak kusuruma bakmayınız, yalnız ve kaybolmuş bir adamın elinden geleni bu kadardır. Gelelim buraya nasıl geldiğinize. Yanılmıyorsam sizi bulduğum yere ve hatta belki de daha öncesine dair olan anılarınız bulanık ve darma dağınık... Bremlin burada durakladı ve Lilly'nin onayını bekledi. Lilly: Evet, evet... Öyle de diyebiliriz. Lütfen devam edin, beni nerede ne koşullarda bulduğunuzu anlatın. Bunları derken Lilly buyurganlıktan çok meraklıydı ve gerçekten içtenlikle soruyor gibiydi. Bremlin: Ben çeşitli icatlar yaparak geçimini sağlayan önemsiz bir bilim adamıyım, işimin inceliklerinden bahsederek sizi sıkmak istemem. Her gün yaptığım gibi keşif gezilerimden birine çıktığımda yarı baygın halde rastladım size. Bir şeyler mırıldanıyordunuz fakat çok üzgünüm, kelimeleriniz seçilebilir gibi değillerdi. Aralarından anladığım bir kaçına da anlam veremedim veya unuttum. Lilly ikna olmuş bir ses tonuyla: Anlıyorum, bana yardım ettiğiniz için minnettarım. Bu sözlerden sonra derin düşüncelere daldı. Bremlin az önce tabureye koymuş olduğu tepsiyi alıp Lilly'e yöneldi: Bir şeyler yemelisiniz. Bayan... Lilly adını söyledi ve tekrar Bremlin'in gözleri içine baktı.Önce tepsiye elini uzattı fakat hemen o anda fikrini değiştirdi. Lilly: Aslına bakarsınız burası gereğinden fazla klostrofobik. Biraz temiz hava, bir tepsi yemekten daha iyi olur. Bremlin'in yüzünde gözle görülür bir değişim olmasa da gözlerindeki o merak ve içtenliğin kaybolduğunu farketmişti Lilly. Tam tahmin ettiği gibi dışarı çıkması pek de hoş bir şey değildi anlaşılan. Kısa bir sessizlikten sonra istediğine çoktan ulaşan Lilly:Ah, ya da boş verin, çok açım. Belki daha sonra bana dışarı çıkarken eşlik edersiniz. Sahte bir gülümsemeyle Bremlin'i süzdü ve o da bir o kadar sahte bir içtenlikle: Elbette Bayan Lilly... Siz nasıl isterseniz. Sizi burada alıkoyduğum yok. Bu laflardan sonra ikisinin de suratlarındaki gülümselemeler biraz daha arttı ve onların sahtelikleri de. Bremlin: İzin verirseniz ben odama dönmeliyim, bir kaç işimi halledip hemen geleceğim ve o zaman istediğiniz kadar sohbet ederiz. Lilly,Bremlinin elindeki tepsiyi aldı ve yatağın üzerine koydu. Sonra da Bremlinin söylediklerini onayladığını gösterircesine kafasını aşağı yukarı salladı. Tepsiye göz ucuyla baktı ve ilk dikkatini çeken şey yemeklerden ziyade, yemeklerin hiç birinin çatal-bıçak gerektirmeyişiydi. Araç-gereç olarak sadece kaşık vardı; çorba içmek için.Çok aç olmasına ve çorba ve tavuğun kokusunun kendisini cezbetmesine rağmen Bremlin odadan çıkar çıkmaz yemekleri atacak bir yer aramaya koyuldu. Ancak odada pek fazla eşya olduğu söylenemezdi; görünüşe göre Lilly'nin tek şansı, yemekleri yatağın altına gizlemek ya da yemekti. Kapı iki kere tıklatıldı ve sonra açıldı. Bremlin, elinde nefti bir kıyafetle odaya apar topar girdi. Ne söyleyeceğini bilmiyor gibiydi. Bir kaç kere kekeledi ve gözü yemeklere ve hiç yenilmemiş olmasına takıldı. Yüzündeki telaşlı ve saf ifade yerini bıkkınlığa verdi. Bremlin dosdoğru Lilly'nin yatağına yürüdü ve onun hemen yanına tereddüt etmeden oturdu. Elindeki elbiseyi çok yavaş bir şekilde Lilly'nin kucağına bıraktı. Bu hareketi, Bremlin için elbisenin çok kıymetli bir şey olduğu izlenimini bırakıyordu. Bir kaç saniye hayran hayran elbiseye baktıktan sonra nihayet kafasını kaldırıp Lilly'e dikkatini verdi. Bremlin: Bakın, Bayan Lilly; sizin açınızdan çok şüpheli hareketler sergiliyor olabilirim. Ama inanın bana sizi zehirlemeye çalışmam. Eğer sizin içinizi rahatlatacaksa şunu söyleyebilirim; zehirleyerek öldürmek benim tarzım değildir. Bremlin ufak bir gülme sesi çıkardı ancak Lilly'nin ifadesiz suratının karşısında kahkasının geriye kaçtığını hissetti. Boğazını temizleyerek bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ki Lilly hızla Bremlin'in arkasına geçti ve sağ kolunu onun boynuna sıkıca doladı. Lilly: Seni hatırlamadığımı mı sanıyorsun? Selam sana Soukatsu Bölüm 8: KÜRE? Bremlin korkmuştan ziyade rahatlamış bir ses tonuyla Lilly'nin sözüne atladı: Beni tam anlamıyla hatırlasaydınız, Bayan Lilly, ikimizden biri şu an ölmüş olurdu. Ama rol yapma zahmetinden ikimizi de kurtarmanıza minnettarım. Narin, güzel kollarınızı boynumdan çekerseniz çok iyi olacak çünkü ikimiz de biliyoruz ki beni öldürmeye niyetiniz yok. Gerçi bana sarılmak da istemiş olabilirsiniz, öyleyse durmayın; benim hiç şikayetim yok. Pişkin pişkin gülen Bremlin, gerçekten de hayatından son derece memnun gözüküyordu. Lilly: Seni öldürmeyeceğim elbette... Ama bu canını acıtmayacağım anlamına gelmez. Bunu der demez Lilly kolunu var gücüyle çekti ve Bremlin'in soluğunu bir kaç saniyeliğine kesti. Bremlin iyice pişkinliğe vurarak, zar zor:Çok... tatlısınız, Bayan Lilly... Lilly tiksinerek Bremlin'in boğazını bıraktı. Bremlin sağ elini boğazına götürerek bir kaç kere ovuşturdu ve hemen kendini toparlayarak kahkaha atmayı başardı. Bremlin: Seni tahmin ettiğimden çok daha fazla özlemişim. Lilly bu lafın ne anlama geldiğini çözememiş bir şekilde kaşlarını çattı. Bremlin onun konuşmasına izin vermeden devam etti: Şimdi bir şeyler ye. Tüm bunları sonra konuşuruz. Yoksa ikinci kez açlıktan bayılacaksın. Yemeğini yedikten ve üzerini değiştirdikten sonra benimle bahçemde buluş. Bremlin Lilly'e kur yaparcasına sağ gözünü kırptı ve ayağa kalktı. Ağır adımlarla kapıya yönelirken bir kaç kere burnunu kaşıdı, gülümsemesini saklamak istercesine... O, odadan çıktıktan sonra Lilly onun söylediklerine hak verdi. Sonuçta Lilly'i öldürmek isteseydi -ki bunun için bolca vakti olmuştu çoktan yapardı. Ayrıca Lilly'nin açlıktan gözleri kararıyor, başı dönüyordu. Bir kaç gün daha böyle giderse Bremlin'in öldürmesine gerek kalmadan açlıktan ölebilirdi. Bunları düşünmesi bir kaç saniyesini aldı ya da almadı; hemen ardından iştahla yemeğini yemeye koyuldu. Bremlin'in az önce söylediklerini ve onun hakkında hatırladığı ufak tefek şeyleri düşünmesi ve parçaları birleştirmesi gerekiyordu ama yemek yemeyi öylesine özlemişti ki o an duyduğu mutluluktan başka hiç bir şeye kafasını verecek durumda hissetmiyordu kendini. Neredeyse yemek yediği için gözleri dolacaktı, hem de böylesine lezzetleri yemekler yediği için... Lilly yemekleri yemeye başladıktan bir kaç dakika sonra tüm tabaklar bomboştu. Tepsideki meyvelerin, kuruyemişlerin ve ekmeklerin yerinde yeller esiyordu. Bu kadar hızlı yediği için bir kaç kere boğulma tehlikesi geçirmişti ancak bu durum onun yeme şevkini kırmamış,hızını hiç kesmemişti.Hatta sanki öksürerek kaybettiği vakti geri kazanmak için daha da hızlanarak yemeye devam etmişti. Buna rağmen Lilly, kendini yeterince doymuş hissetmiyordu. Tepsiyi yatağın ayak ucuna doğru itti ve elbiseyi eline aldı. "Gerçekten hayran olunası bir elbise." diye geçirdi içinden; neftî elbisenin boyu Lilly'nin dizinden hemen hemen bir karış yukarıda kalacak şekildeydi. Kumaşı Lilly'nin dokunduğu en yumuşak kumaşlardan biriydi; öyle ki Lilly, 1 ya da 2 dakikasını elbiseyi okşamak ile geçirdi, bu sırada iç kısmına iğnelenmiş bir çift eldiven buldu ve onları eline geçirdi. Eldivenler bileğine kadar geliyordu. Kumaşı siyah bir danteldi. Bu kadar oyalanmanın yeterli olduğunu düşünerek bir çırpıda elbiseyi de üzerine giydi. Elbisenin bel kısmında, siyah- deri bir korse vardı.Bu detay nedense Lilly'nin çok hoşuna gitmişti. Kapıya doğru yöneldi ve bu kadar süre içinde ilk defa, ayaklarının çıplak oluşu onu rahatsız etti. Böylesine güzel bir elbisenin altına aynı kalitede bir ayakkabısının olmasını istedi fakat hemen ardından "Bu gerizekalı yılışık adama güzel gözüksem ne fark eder?" diye geçirdi içinden. Bu düşüncesine rağmen bir eliyle kapıyı açıp diğer eliyle saçlarına biraz çeki-düzen vermekten kendini alıkoyamadı. Kapıyı açar açmaz Bremlin ile burun buruna gelmesi, yüzündeki soğuk kanlı ifadenin bir ya da iki saniyeliğine yerini şaşkınlığa bırakmasına neden oldu. Bremlin çok içten bir gülümsemeyle Lilly'nin elini tuttu ve dudaklarına götürdü. Öpmekten ziyade çok nazik bir şekilde dudakları ile dokundu ve aynı naziklikle doğruldu. Bremlin: Bugünki keşif gezimde bana eşlik etmez misiniz Bayan Lilly? Cevabını istediğiniz sorulara elimden geldiğince yanıt vermeye uğraşacağım. Lilly " Bu ucuz kibarlık numaralarıyla başkalarını kandır sen." diye geçirdi içinden ve tam da bunu demek istermiş gibi memnuniyetsiz ve küçümser bir bakışla Bremlin'i süzdü. Ancak Bremlin her ne kadar bu tavrın farkına varmış olsa da içten gülümsemesini koruyarak Lilly'nin halâ tutmakta olduğu elini, kendi dirseğinin iç kısmına yerleştirdi. Bir- iki adım attıktan sonra aciliyetle durdu ve Lilly'e şaşkın şaşkın baktı: Çok- çok özür dilerin Bayan Lilly. Sizin gibi bir hanımefendiyi ayakkabısız yürütmeye kalkışıyorum. Sonra Lilly'nin kolundan sıyrıldı ve eliyle " bir dakika " işareti yaparak uzun- sıkıcı koridorun sonuna koştu. Oradaki bir kapıyı açıp içeri girdi. 30 saniye geçti ya da geçmedi elinde siyah, gotik stil, topuklu bir ayakkabıyla kapıda göründü. Sonra alel-acele Lilly'e doğru koştu ve yanına gelince eğildi. Anlaşılan ayakkabıları giydirmeye yelteniyordu. Normalde olsa Lilly buna asla izin vermezdi fakat elbisesi kısaydı ve eğilmesi çok uygunsuz kaçardı. Nedense biraz daha bu "hanımefendi Lilly" oyununu sürdürmek istiyordu. Sağ ayağını kaldırdı ve elinle Bremlin'in omzundan destek aldı. Bremlin, Lilly'e kırılgan bir eşya muamelesi yaparak son derece kibar bir şekilde ayağını tutarak ayakkabıya yerleştirdi. -Sıkıyor mu? -Yok, hayır. Tam oldu. Bremlin çok memnun ve saf bir ifadeyle Lilly'e baktı. Lilly bir kaç saniyeliğine " Bu adamdan kötülük gelebilir mi ki?" diye düşündü. Ama hemen ardından. "Ne diyorum ben be, neredeyse yavru köpek bakışlarına aldanıyordum." dedi içinden. Aynı işlemi sol ayağı için de yaptılar ve Bremlin ağır ağır doğruldu. "Her hareketinin ağır ve havalı olmasına çok özen gösteriyorsun değil mi?" diyecek gibi oldu Lilly bir anlığına ama kendini tutmayı başardı. Bremlin sol dirseğini Lilly'e doğru uzattı. Lilly hiç tereddüt etmeden sağ elini yavaşça dirseğine doladı. Çok ağır yürüyorlardı. Böyle giderse dışarı çıkmaları bile saatler alabilirdi. Lilly sıkılgan bir kızdı ve böyle hareketlere hiç tahammülü yoktu. -Biraz hızlı yürüsek ne kaybederiz? Merak etme yolun ortasında kırılmam. -Siz nasıl isterseniz, Bayan Lilly. Topuklu ayakkabılar ile yürümeniz zor olabilir diye-- -Hem bir hanımefendi muamelesi yapıyorsun hem de ilk defa topuklu ayakkabı giydiğimi mi söylemeye çalışıyorsun? -Hayır, hayır. Ben sadece sizin-- -Tamam, anladık. Beni düşünüyorsun vs. vs... Neyse ne. Böyle yavaş yürürsek sıkıntıdan patlarım. Bremlin olduğu yerde durdu. İfadesizce Lilly'e baktı... Baktı... Lilly ne olduğunu anlamadan Bremlin, göz açıp kapayıncaya kadar onu kucağına aldı ve var gücüyle koşmaya başladı. Lilly şaşkınlıktan kısa bir çığlık attı ama kendini toparlayarak Bremlin'e hakaretler savurmaya başladı. -İndir beni salak! İndir dedim! İndir yoksa yüzüne yumruğu yersin. Fakat Bremlin'in durmaya niyeti yoktu. Öyle hızlı koşuyordu ki evin dışına çıkmaları bir kaç saniye bile sürmedi.Evden çıktıktan sonra otuz saniye daha koştu ardından aniden durdu ve Lilly'i yere bıraktı. Yemyeşil bir ormanın içindeydiler. Etraflarında bulunan ağaçların her biri kürenin en üstüne kadar uzanıyordu. Bulundukları çevre o kadar güzeldi ki Lilly Bremlin'e haddini bildirmekten vaz geçti. Hatta birden kahkaha atmaya başladı. Uzun zamandır bu kadar içten bir kahkaha atmamıştı. Bremlin de ona katıldı ve bir süre karşılıklı güldüler. Bremlin: Seni gerçekten çok özlemişim. Bu sözleri söylerken bir yandan kollarını açarak Lilly'e doğru yaklaştı.Lilly o anda gülmeyi kesip Bremlin'in sol koluna vurdu: O kadar da değil. Sana sarılacağımı mı sandın? Bremlin de gülmeyi kesti: Pekalâ Theria, daha ne kadar saklanacaksın? Lilly kaşlarını çatarak: Theria mı? Sen... Nerden biliyorsun? Bremlin: Demek her şeyi sana anlatmak zorunda bırakacak beni.Öylemi Theria? Beni duyduğunu biliyorum. İstediğin bu mu? Lilly: Bir dakika bir dakika. Burada kontrol bende. Kusura bakma ama Theria seni duysa da cevap veremez. Ben onun sesi, bedeni ve sahibiyim. Bremlin: Ohooho, birileri ipleri kaybetmiş. Peki madem. Sana zarar vermeyecek kısmını seninle paylaşırım, gerisini aranızda halledersiniz. En son Theria'nın işine karıştığımda durumum pek iyi olmadı da. Lilly: Anlaştık... Yürümeye devam edelim istersen? Bremlin: Peki.. Kontrol sende. Bunu dedikten sonra dalga geçiyor hissi uyandıran ufak bir kahkaha patlattı. Lilly kaşlarından bir tanesini kaldırarak yürümeye koyuldu. Bremlin: Bak şimdi canım, Noir birliği; hani şu seni bulduğum yer. Sana orada ne anlattılar bilmiyorum ama hepsinin yalan olduğuna eminim. Hep aynılar. Saçma sapan hikayeler. "Yönetici bik bik bik" diye dolanmalar vs. hep yalan. Lilly: Sana da mı aynı şeyleri söylediler? Bremlin: Yok canım ( ufak bir kahkaha atarak ) daha neler. Onların yaratıcıları benim. Onları kurtaran da benim. Her birinin üzerinde çeşitli deneyler yapıyordum. Ne elde etmeye çalıştığımı hiç sorma, bir yerden sonra bende de kayış koptu. Ne istediğimi tam bilmiyorum. İlaçları birbirleriyle karıştırıp kokteyl misali içiriyordum adamlara. Ölenler de oldu. Ama bana teşekkür etmesi gerekenler de. O ucubeler ben ve kimyasallarım olmasa o güçlere kavuşamayacaktı ve hayatları boyunca sürüngenler olarak kalacaklardı. Devletin ucubelere ne olduğunu umursadığı yoktu, onlar sadece silah ve ibret istiyordu. Ama her nasılsa çalışmalarımın amacından saptığı bilgisi yayılmıştı ortalığa. Lilly: Sapmış mıydı peki? Bremlin: Hem de ne sapmak,güzelim. İçinde yemek pişiren adam bile ürettim. Her neyse konumuz bu değil. İşte, hakkımdaki dedikodular- ki bazıları abartılmış olmakla birlikte bazılarının doğruyu yansıttığını itiraf edebilirim- büyüdükçe büyüdü. Zevk için adam kesiyormuşum, bunu başkalarına yediriyormuşum. Kendime silahlar üretiyormuşum. Devlete komplo kuruyormuşum gibi gibi. Bunlardan sonra-- Lilly: Bir dakika bir dakika, şu şeysin sen.. Immm... Mad Scientist. Lilly büyük bir kahkaha patlattı. Bremlin bıkkınlıkla: Gülme! Gülmesene! Biliyorum çok sofistike... Ama bu ismi kendim seçmedim. Ben daha iyi bir şeyler seçerdim emin ol. Lilly zar zor ciddiyete dönerek: Pardon, tamam devam et. Bremlin: İşte artık bu çalışmalara devam edemeyeceğimi anladım. Bu ucubelere haber yolladım "Size özgürlüğünüzü veririm ancak üzerinizdeki çalışmalarıma devam etmeme izin verirseniz." Onlar da kabul ettiler. Daha doğrusu etmiş gibi yaptılar ve kaçacağımız gece ( Bremlin parmağını şıklattı ) vınn... Beni atlatıp kaçtılar. Aldığım duyumlara göre o gün bu gündür haşere gibi izbe mekanlarda yaşıyorlar. Yanlış anlama ( kollarını iki yana açıp bir tur kendi etrafında döndü ve bu sırada derin bir nefes alıp verdi ) ben artık temizlendim. Kesme-biçme işleri yapmıyorum. Sadece ufak-zararsız icatlar yapıyorum; daha önce de söylediğim gibi "Ben çeşitli icatlar yaparak geçimini sağlayan önemsiz bir bilim adamıyım" yani artık... Ama o ucubeler...( burada biraz sinirlenerek ) Onlarla bir hesabım var. Benim onurumu kırdılar. -Çok salakça bir meseleymiş, kafana takmana değmez bence. Birden aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini açtı ve "Haaaa" dedi. -Demek tozu dumana katarak birliğe gelen adam sendin. Ac-cayip korkuyorlar senden bak söylemedi deme. -Cidden mi? ( gevrek gevrek gülerek ve kafasını kaşıyarak; ) göğsüm kabarmadı diyemem. -Tamam hemen cıvıma. Benimle ya da Theria ile tanışıklığın ne zamandan? Ben seni hiç anımsamıyorum. -Yo güzelim, o kısma karışmayacağımı söylemiştim. Üzerime vazife olmayan şeylere karışmamayı öğrettiler bana. -O zaman nasıl bayıldığımı ve neden onlara gününü göstermeyip beni buraya getirdiğini söyle bari. Bremlin gözleri dolu dolu olmuş bir halde durarak Lilly'nin gözlerine baktı ve elini Lilly'nin çenesinin altına dokundurdu: Sen benim baş yapıtımsın, onlarsa önemsiz haşereler. Seninle bir kere daha konuşma şansından hiç bir intikam daha önemli olamazdı. Lilly hiç bir şey anlamamıştı. Tam onu yılışıklığı konusunda ikaz edecekken Bremlin elini geri çekti ve yürümeye devam etti. Pervasız bir ses tonuyla: Bayılmana gelince... Sanırım açlıktan bayıldın ve arbedede kafanı bir yerlere falan çarptın. Tom'un kolları arasında öylece duruyordun ve seninle ne yapacaklarını bilemiyor gibiydiler. Ortalığı biraz dağıtmam korkudan oraya-buraya koşuşturup paniklemelerine yetti. Hemen değiş-tokuş teklif edip seni aldım. Lilly sinirli bir şekilde: Benim daha onlarla işim bitmemişti. Hem aralarından bana lazımlı olabilecek bir tanesi vardı. Bremlin tekrar durdu ve kaşları çatık bir şekilde Lilly'e baktı: Hangisi? Lilly biraz tereddüt etse de sonunda cevap verdi: Tom. Bremlin: Tom mu? ( senini yükselterek ) Tom mu? Sıkkın bir şekilde yüzünü ovuşturdu: Tom olmaz. Tom olamaz. Onu asla sana vermezler. Lilly: Öyle mi dersin? Tom kendi ayaklarıyla bana geldi ve hizmetkarım olmayı teklif etti. Bremlin son derece şaşırmış bir şekilde: Tom mu? A-a-ma neden? Ne çıkarı var? Lilly: Belki de Momo'nun öldürülmesini istemediğinden olabilir. Biraz kapıştık da. Kız tam bir de-- Bremlin: Momo mu? Lilly: Evet. Hani şu boynunda ateş opali olan ufak kız. Bremlin: İlginç... Çok ilginç. Yürümeye devam etti. Konuşmalar Lilly için hiç de iç açıcı gitmiyordu. Lilly sinir olmuş bir ses tonuyla: Burada soruları cevaplanması gereken kişi benim. Ama nedense senin her söylediğin şeyde kafam daha da karışıyor. Sorun ne? Bana da anladıklarını anlatsana. Bremlin: Anladıklarımı anlatmam için önce sana neler olduğunu anlatmam lazım ki bu ikimizin de hiç işine gelmez. Sadece küçük ipuçları verebilirim: Aralarında öyle bir kız daha önce yoktu ve şu ateş opali senin dokunduğun taşa mı benziyordu ki acaba? Lilly bir şeyler anlamış gibi "Aaaa" dedi ama kafası iyice karışmıştı. Bir ara bunları kafasında toparlaması ve Theria ile tartışması şarttı. Lilly: Peki Şu an neredeyiz? Bremlin: Aa-- Şey... Küre H0000 Lilly gözlerini olabildiğine açtı: N-Nee? Bremlin kollarını "yapacak bir şey yok" dercesine açıp omuzlarını kaldırdı. Kaşlarını da omuzlarına paralel kaldırarak: Ne yapabilirim, başka hiç bir yerde kendimi güvende hissetmiyorum. Bölüm 9: BEKLENMEYEN Gelin ilk önce Lilly ve Bremlin'in içinde bulundukları Küre H0000'dan biraz bahsedelim: Bu küre, devletin deneme amaçlı yaptığı kürelerden ilk başarılı olanıdır. Yarısı karışık ormanlarla kaplı yeşillik ve sükunet içinde yarısı ise görenleri hayrete düşüren değişik mimarilerin karmasından oluşturulmuş devasa binalar yığını olan karmaşık bir şehir hayatında yaşamak için tasarlanılmıştır. Ancak sonra sonra KKT(daha sonra amaçları ve icraatları hakkında bol bol bahsedeceğimiz bir topluluk) tarafından bu küre yaşama uygun görülmemiş ve sadece kimyasalları ve kürenin esas sistemi baz alınarak diğer küreler oluşturulmuştur. Başka bir deyişle bu küreye hiç bir zaman insan yerleşimi kabul edilmemiştir. Bremlin'in buraya yerleşmesi ve kendisi için güvenli hale getirmesi esasında uzun ve sıkıcı bir hikayedir. Prosedürler, bürokrasi ve yalanlarla dolu bu hikayeye Bremlin zaman içerisinde öyle ya da böyle bir açıklık getirecektir. Şimdi Lilly'nin bu kadar şaşırmasının ardında yatanı daha iyi anlayabiliriz. Koyu yeşil, serin otların arasına uzanmış derin, siyah gökyüzündeki aslında orada olmayan yıldızları izliyordu Lilly. İlk kez sadece bir program, insanları tatmin duygusuyla kandırmak için yapılmış bir yanılsama olduklarına aldırmadan sonsuz bir merakla ve hasretle zaman zaman titreşen soluk mavi renkteki yıldızlara bakıyor, iç çekiyor ve huzur bulmaya çalışıyordu. İşin garibi de içinde gerçekten kendisini endişelendirecek derece büyük bir huzur olmasıydı. Bremlin de onun hemen yanına uzanmış Lilly'e bakmaktaydı. Gözlerini kırpmaksızın, sükunet ve memnuniyet ile bakışlarını Lilly'nin üzerinde gezdiriyordu. Lilly bundan biraz rahatsızlık duyuyor, göz göze gelmemek için Bremlin'in tarafına bakmıyor ve içinden bir his eğer konuşursa işin garip bir hal alacağını söylediği için hiç sesini çıkarmıyordu. Madem küre H0000'a gelmişlerdi, keyfini çıkarmalıydı. Kürenin havası, Lilly'nin hayatını sürdürdüğü kürenin aksine çok temizdi ve etraf puslu ve bunalımlı değil, capcanlı, parlak ve hayat doluydu. Gökyüzü bile daha farklı bir teknolojiyle yapılmış gibi duruyordu. Çok gerçekçi, pürüzsüz ve derindi.Bu nedenle Bremlin'e karşı esasında büyük bir minnet duyuyor, şimdiye kadar yaşadığı en huzurlu günü ona bahşettiği için bir ara teşekkür etmeyi bile düşünüyordu. Ancak onun hakkında henüz yeterince şey bilmiyor ve doğrusunu söylemek gerekirse anlattıklarına kısmen inanıyor büyük çoğunlukla şüphe duyuyordu. Bremlin hakkında içindeki hisler birbirleriyle kavga ediyor, dolayısıyla Lilly ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Çoğunlukla teşekkür etmek için gerekli cesareti toplamaya çalışsa da bazı zamanlar Bremlin'in yüzüne baktığında nedenini bilmeden içinden nefret taşıyor, suratını kan-revan içinde bırakana değin yumruklamak, dişlerini dökmek için yanıp tutuşuyordu. Sonra kendine gelip niçin böyle hissettiğini anlamaya çalışıyor, uzaklara dalıyor, Bremlin'in kuşku dolu bakışlarına maruz kalıyordu. Genç adam anlaşılması çok zor, modu çok çabuk değişebilen ve kendisi hakkında ne kadar çok şey anlatırsa anlatsın Lilly'nin ancak zeki olduğu kanısına varabilmesini sağlayabilen özel ve karmaşık birisiydi. Az önce de söylediğimiz gibi Lilly, Bremlin hakkında sadece zeki olduğu fikrinde karar kılabiliyordu. Onun diğer özellikleri sürekli değişiyor, zaman zaman utangaç, zaman zaman utanmaz oluyor ve her gün daha fazla akıl karıştırıyordu. Böylece birbirilerine soru sormadan ve birbirlerinden şüphelenerek, koskoca bir ormanın içinde baş başa, keyifli haftalar geçirdiler. Böylesi ikisinin de işine geliyordu; Lilly henüz kendine bir amaç veya bir yol çizmemiş, evsiz ve kimsesiz bir durumdaydı. Bir nedenden dolayı Bremlin'in kendisine zarar vermemesini sağlayan farklı duygular içinde olduğunun bilincindeydi. O, Bremlin'i hatırlamasa da Bremlin onu daha önceden tanıyor, değer veriyor olmalıydı. Başlarda sadece genç adamın kendisine karşı olan zaafını güvenli bir sığınak edinme amacıyla kullansa da bir kaç haftanın sonunda kendisinin de ona karşı iyimser duygular içinde olduğunun farkına vardı. Ancak buna izin verecek ve kalbini bir insana kolay kolay açabilecek birisi değildi ve öyle olmadı da. Lilly gittikçe daha az konuşmaya, kendine bir amaç bulmak için kara kara düşünmeye başladı. Bir an önce Bremlin'den uzaklaşmak zorunda olduğunu hissediyordu. Daha fazla birlikte vakit geçirirlerse ayrılmalarının Lilly için de bir anlam taşıyacak olmasını bir türlü kabullenemiyor, her gün Bremlin'den daha da uzaklaşıyordu. Bremlin gibi zeki birinin bu durumu anlaması çok da uzun sürmedi. Lilly'nin davranışlarındaki tuhaflığı farkettikten ve üzerine biraz kafa yorduktan sonra, kendisinden hoşlanmaya başlamış olabileceğini düşündü; ilk önce içini çok büyük bir heyecan ve mutluluk kapladı fakat sonraları bunun ayrılık vaktinin yaklaştığının bir habercisi olduğunu fark ederek derin bir kedere düştü. Artık neşe içinde Lilly'nin etrafında döneşmiyor, kıza askıntı olmuyordu. Bakışları ne zaman birleşse, kızın gözlerinin içine koyu bir hüzün ve umutsuzlukla, her zamankinden farklı, sevecenlikle harmanlanmış bir hayranlıkla bakıyordu. Lilly onun ağlamak üzere olduğunu zannederek hemen gözlerini kaçırıyordu. İkisi arasındaki bu sessizliği bozan Bremlin oldu. Yine bir gün bakışlarının buluştuğu bir zamanda Lilly'nin iki elini yakaladı ve kafasını umutsuzlukla öne doğru eğdi. Zar zor, titrek bir sesle Bremlin: Planlarında sana yardım etmeme izin ver. Lilly tam da bu anda, nefret nöbetlerinden birini geçirdiği için minnet duyuyordu. Tiksintiyle ellerini çekti: Benim için ne yapabilirsin ki? İstediğim bilgileri bana verebilir misin? Bremlin başını yerden kaldırmadan: Her şeyi yaparım. Beni tekrar bırakma. Bölüm 10: AZİZLER Küre H0500'de dedikoduların ardı arkası kesilmek bilmiyordu. İnsanlar uzun yıllardan sonra üzerine konuşmaya değecek bir konu bulmanın keyfiyle konuştukça konuşuyor, her biri ağzından köpükler saçarak heyecanını tanıdıklarıyla paylaşıyordu. Bu curcunayı uzaktan izleyen bir kişi, ne kadar güvenilir kaynaktan duyarsa duysun dünyanın azizlerini seyretmekte olduğuna inanmazdı. O sessiz, sakin, hiç bir şeyle ilgilenmeyen ve halkın imrenerek ve hayranlık duyarak baktığı mükemmelleştirilmiş insanlar, hayatlarında görmedikleri biri hakkında atıp tutuyor, onunla hayaller kuruyor ve iğrenç sesler çıkartarak bu duyguları ve düşünceleri birbirlerine abartılı haraketler aracılığıyla aktarıyorlardı. Aralarında sakinliğini ve tutarlılığını koruyabilen azizler de vardı elbet. Fakat sükunetini koruyanlar da en az diğerleri kadar heyecan içinde neler olacağını bekliyorlardı. Ne kadar da kolaydı insanların dikkatini çekmek: "Bir zehir dolaşacak dillerde ve gittikçe köpürecek ağızdan ağıza. Önce kalpleri patlayacak heyecandan ve gittikçe daha da isteklenecekler kendi sonlarına. "Kapılarak hayal kırıklıklarına büyülenmişçesine izleyecekler ve alkış tutacaklar. Bir oyun gibi gelecek her şey, küçük bir teselli esintisiz sokaklar için. Güvenleri yıkacak bir bir tüm tahtları ve sonra çıplak ve ağlak, korkacaklar yarattıklarından. Olan olacak, son bulacak..." Önündeki altın işleme kenarları bulunan aynaya bakarken bu sözcükler döküldü Lilly'nin ağzından. Gözlerinden aşılmaz bir kararlılık ve nefret taşıyordu dışarıya. Bremlin kızın küt kesimli, mor saçlarında ellerini büyük bir sevgiyle gezdirdi ve yanakları kızarmış bir şekilde Lilly'nin aynadaki aksinin gözlerine baktı. Mahçup ve mutlu, Bremlin: Sen... Harikasın. Her şeyi başarabilirsin, hem de tek başına. Beni en çok korkutan da bu ya... Son cümleyi söylerken sesinde gizlemeye gerek duymadığı bir hüzün vardı. Lilly soğukkanlılıkla ve tiksintiyle Bremlin'in elini itti. Sahte bir duygusuzlukla, Lilly: Benimle gelmeni istemiyorum, tek başına olmalıyım. Bremlin kaşlarını üzüntüyle çatarak: Yapma bunu, yapma! Bundan sonra beraber olmayacak mıyız? Sana istediğin tüm bilgileri vereceğim, hatta sana seni bile anlatacağım. Yeter ki böyle yapma. Lilly oturduğu lüks döşemeli sandalyeden büyük bir hıç ve kızla doğrularak ve arkasına dönerek Bremlin'in sol yanağına okkalı bir tokat patlattı. O ise mahçup ve tüm sinirlerinden arındırılmış bir şekilde bu hiddetli tokadın ardından Lilly'nin narin elini yavaşça yakalayarak öptü. Hareketinden en ufak bir kötü niyet sezilmiyordu. Kızın şaşkın gözleri önünde eğildi ve Bremlin: Özür dilerim, artık sen isteyene ya da gerekli olana dek sana asla dokunmayacağım ve tek kelime etmeyeceğim. Yalnızca bu öpücüğü ve senin yanında olup çevre hakkında bilgilendirme yapabilme şansını bana çok görme. Lilly sol eliyle, bıkkın bir tavır içinde gözlerini ovuşturdu: Tamam, daima yanımda gezebilirsin; beni rahatsız edecek gereksiz, aptalca romantik davranışlarda bulunmadığın sürece. Şimdi giyinmeme yardım et, geç kalacağız. Bremlin tedirginlikle Lilly'nin gözlerine baktı fakat Lilly bu konuda oldukça kararlı gözüküyordu. Yeşil renkli duvara yaslanmış ahşap dolaba yöneldi telaşlı adımlarla ve içinde simsiyah, omuzlarında karga tüyleri olan uzun bir elbise çıkardı. Altın renkli ışıklar akşamın karanlığının içinden sessizce havaya yükseliyordu. Dönüyor, dönüyor ve yerlerini alıyorlardı birer birer. Gökyüzü konseyindeki o daima mendebur azizlerin suratlarında bu sefer güller açıyordu. Yerlerini alanlar hiç vakit kaybetmeden fısıldaşmaya başlamışlardı bile. Sabırsızlıktan ne yapacağını şaşırıyor ve fırıl fırıl gözlerle hiç bir şey kaçırmamak için etrafı izliyorlardı. Sonra tüm fısıltıları bozguna uğratan bir bağırış yükseldi yeryüzünden. Kıpkırmızı bir ışık son hızla yükselerek en ortada durdu. Herkes şaşkınlık içinde ve hiç bir şey söyleyemeyecek kadar heyecanla ışığa odaklanmıştı. Çok geçmeden ışık, tutanın elinden yükseldi, yükseldi ve büyük bir patlama sesi çıkararak beyaza döndü ve ortalığı aydınlığa boğan bir huzme yarattı. Tüm azizler sesin kaynağını gördüler; siyahlar içinde, gözünü siyah bir kumaş parçasıyla bağlamış genç kızı. Lilly tekrar bağırdı: Kesin sesinizi pislikler! KESİN! Kesin ve yeni efendinizi dinleyin! Kaç tanenizi öldürmem liderinize ulaşmamı sağlayacak dersiniz? Kaç taneniz benimle savaşarak amacıma hizmet etmek ister ya da? Kalabalık korkmuş ya da sinirlenmiş değildi; sadece o kadar durağan bir hayat sürdükten sonra günün birinde çıkıp da delinin birinin hayatlarına renk katmasına halâ inanamıyorlardı. Şaşkın ve mutluydular çünkü neyle karşılaştıklarından habersizlerdi. Hayatlarında hiç mücadele görmemişlerdi ya da bu kadar büyük bir nefret. Büyülenmiş bir şekilde hayat dolu kızı izliyorlardı. Kız bir şeyler söylüyordu, evet ama onlar sadece dudaklarının ne büyük bir hınçla hareket ettiğine kapılmış aptal aptal alkış tutuyorlardı. Lilly sinirlendidkçe sinirleniyor, kollarını sağa-sola savurarak sürekli bir şeyler söylüyordu. Zavallı azizler az sonra olacaklardan habersiz önlerine çıkarılan şaklabanın sevimliliğine gülüyor, onunla eğleniyorlardı akıllarınca. Bu sırada gökyüzüne yükselen diğer küçük kırmızı ışığın kimse farkına varmadı dolayısıyla. Kalabalık coşkunluğunun hat safhasına ulaştığında Lilly konuşmasının sonlarına gelmişti. Tüm sinirli hali bir anda kayboldu Lilly'nin ve son derece mutlu bir suratla önce sağa sonra sola dönerek: Bayanlar... Baylar... Siz tüm aptallar; elveda. İşte tam bu bur sırada diğer küçük kırmızı ışık Lilly'nin yanına yükseldi ve Lilly'i yükseğe uçurdu. Lilly'nin kabarık etekleri hortum gibi dönerek kayboldu ve bu sırada etrafa binlerce bıçak savruldu. Her biri bir azizin boğazına isabet etti ve kimse ne olduğunu anlamadan yeryüzüne azizlerin kanları ağır ağır düşmeye başladı. Tüm kan şölenini Lilly, Bremlin'in iki kolu arasında kahkaya boğulmuş izliyordu. Lilly kahkası arasında zar zor: Aziz demek. Aziz? -Hahaha- azizler. Bremlin: Hemen gitmemiz gerektiğinin farkındasın değil mi? Eğleniyorsun, anlıyorum ama bu toplantı gizli bir şey değildi. Büyük ihtimalle devlet teklif ettiği gizliliği azizlere gerçekten vermemiştir. Bunu anlayacak kadar uzun durmamız mantıklı olmaz. Lilly, sıkılgan: Peki ama-- Kız, sözünü tamamlayamadan bayıldı. Az kalsın Bremlin'in kollarından sıyrılıp aşağı düşüyordu fakat Bremlin telaşla Lilly'i kendine çekti. Neler olduğunu anlayamadan Lilly, Bremlin'in kollarını çok büyük bir kuvvetle itti ve havada asılı kaldı. Gözlerindeki kumaş parçası yırtıldı ve aşağı düştü. Bunun üzerine Bremlin, Lilly'nin gözlerini gördü; ne akı ne de göz bebeği vardı. Masmavi iki ışık tomarıydı sadece. Bremlin korkuyla karışık bir şaşkınlıkla ağzını açtı, fakat dili tutulmuştu, hiç bir şey diyemedi. Bir süre havada süzüldü Lilly ve bu sırada bir kaç kahkaha attı: Hiç bir yere gitmiyorum, neler olacak her şeyi görmek istiyorum. Hiç bir şey beni durduramaz! Bölüm 11: GÖZYAŞLARI Bremlin'in kendine gelmesi çok zaman almadı; mantıklı düşünmeye başladığı saniyelerde Lilly'i kendine doğru çekmeye başlamıştı bile. Bremlin: Aptal mısın sen? Her şey için çok erken. İki sümüklüyü öldürdün diye kendini bir şey sanmanın sırası değil. Kendine gel!bu sözleri söylerken halâ Lilly'nin olabileceği şeyden korkuyor, blöfünü gizli tutmak için elinden geldiğince sert bir ses tonu kullanıyordu. Lilly ise ifadesizce, Bremlin'in kendisini omuzlarından sarsmasına izin veriyordu. Hiç bir şey düşünüyora benzemiyordu; gözleri halâ mavi bir alev gibi parlıyordu. Bu hali o kadar ürkünçtü ki Bremlin, hayran olduğu kıza dokunmaktan rahatsızlık duymayabaşlamıştı. Lilly'nin o anda büyük bir patlama yaşadığını ve ne olursa olsun kendisiyle gelmeyi kabul etmeyeceğini düşünen Bremlin, kızcağızın gözlerinin eski haline döndüğünü ve hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi masum ve ürkek kendisini izliyor olduğunu bir hayli sonrafark etti. Çünkü o sırada Lilly'e biraz mantıklı düşünmesi gerektiği hakkında öğütler veriyor ve bunları yaparken korkudan ve tiksintiden onun yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu. Lilly'nin koyu yeşil gözleriyle bakışları karşılaştığında duyduğu sevinç ve rahatlama inanılmazderecedeydi. Hiç bir şey söylemeden kıza şefkatle sarıldı ve birlikte bu pozisyonda yeryüzüne doğru süzüldüler. [bir kaç dakika sonra, Bremlin'in küre H0000'daki evinde]Eve geldiklerinden beri Lilly durmaksızın ve hüngür hüngür ağlıyordu. Bremlin onun çok büyük bir sinir krizi geçirdiğinin farkındaydı ve sadece kızın hemen yanında sessizce ve ifadesiz oturuyordu. Yaptığı en ufak yanlış hareketin doğuracağı sonuçlardan korkuyordu ve hiçbir şey yapmamanın en doğru seçenek olduğunu düşünüyordu o sırada. Kızın suratına bakmaktan çekiniyordu; bunun sebebihem hâlâ korkuyor olmasıydı hem de Lilly'nin ağlarken bu sayede kendini daha rahat hissedeceğini düşünmesiydi. Yarım saat kadar bu iş böyle sürdü ve sonunda Bremlin Lilly'nin hıçkırıkları arasından üç- beş kelime seçerek kıza sarılmaya karar verdi.Bu kelimeler "Jacques, her şey, biz... Ailem..." gibi, Lilly'nin acıyan kalbinden oluk oluk dışarıya taşan kelimerdi. Uzun süre sonra ilk defa yaşadıklarına bir tepki veriyordu ve bu olay genç adamı hem şaşırtıyor hem de nedense sevindiriyordu. Lilly'nin gözlerinden Bremlin'ingöğsüne doğru akan gözyaşları onun için sanki kutsaldı ve ikisini de arındırıyor, yıkıyordu. Bu düşünceler içinde kendi gözyaşlarını daha fazla tutamadı ve huzurdan ve sevinçten sessiz sessiz gözyaşı döktü o gece, bağıra çığıra ağlayan kollarındaki kızla birlikte. Sabah, Bremlin'in kulübesine sessiz ama çarpıcı doğdu. Bir arınma ayininden sonraki ışığı üzerinde ve içinde hissetti genç adam ve bir kaç saat öncesine nazaran daha sakin duran ama yine de ağlamayı sürdüren kıza sardığı kollarını güneşin ilk ışıklarıyla birlikte çözdü. Hâlâ hıçkırmakta olan Lilly, gözlerindeki yaşların kuruduğunu hissediyordu. İçindeki acıyı dışarıya atmaya yetecek kadar gözyaşıkalmamıştı ve yorgunluktan ve sıkıntıdan artık ağlamayı kesmesi gerektiği kanısına vardı. Sırılsıklam olmuş yanaklarını ve boynunu iki eliyle ovaladı ve kurulamaya çalıştı. Bremlin cebinden bir mendil çıkararak ona yardım etti ve sonra birbirlerinin gözlerinin içine bakarak büyük bir samimiyetle gülümsediler. Lilly: Biliyorum bana hiçbir şey sormayacaksın. Biliyorum beni rahatsız etmek istemiyorsun sorularınla ve canımın acıyacağını düşünüyorsun anlattıkça. Ama lütfen sor. Lütfen beni tanımaya çalış. Lütfen beni tek başıma güçlü olmak zorunda bırakma. Bremlin ışık saçan bir gülümseme ile cevap verdi kıza: Açıkçası seninle başından beri hiç ilgilenmiyordum Lilly. Benim tek önemsediğim şey içinde uyumakta olan "kraliçeydi". Ama kim bilebilirdi ki senin, içinde olan her şeyden daha da yüce ve soylu çıkabileceğini? Beni bu gece öyle şaşırttın ki sevdiğim şeyin bir yalan, bir göz yanılması olduğuna inanıyorum artık. Gözlerimdeki perde kalkmış gibi hissediyorum ve önümde gerçekte neyin bulunduğunu anlamaya şimdi şimdi başladım. Sonsuza dek anlatabilirsin bana kendini, sonsuza dek sıkılmadan dinlerim emin ol. Ama bana gerçekten güvenebilir misin? Yüklerinden kurtulmak isterken her gün pişmanlıktan kendini yemeni ve gözlerimin önünde erimeni istemiyorum. Kendinden başka bir şahsiyete gerçekten güveniyor musun?Lilly gözlerini odanın içinde gezdirdi ve ikisi de bunun uzun bir sessizliğe delalet olduğunu anladı. Bir 15 dakika düşündükten sonra ağlayacak gibi kırılıp dökülen ses tonuyla Lilly konuştu: Sen anlat öyleyse. Anlat ki senin de zayıf olduğunu görerek mutlu olayım. Çoğu insanın aksine zayıf insanlara daha çok güvenirim ben. Anlat ki senin de kalbinin yaralanabileceğini göreyim.Bremlin başka bir söze izin vermeden atıldı: Sana kalbimin en derin acılarını anlatmamı istiyorsun demek. Ne kadar cimri ve talepkârsın. Böylesi hoşuma gitti. Talep edilen bir ürünüm olması hoşuma gitti. Sadece üzerine oynayabileceğin açık yaralar arayışında olsan bile umurumda değil. Öyleyse iyi dinle. Sana terk edilmiş masum bir çocuğun hikayesini anlatmayacağım ya da çok ağlamış gözlerle bakıp acı bir gülümsememi yakalamana izin vermeyeceğim. Sana en büyük sıkıntısının hiç bir sıkıntısı olmaması olan bir insanı anlatacağım. Kısacası rahat batan ve hep bir diken arayışında olan melankolik bir aptal var elimde sadece. Ailemin iyi bir işi, devlette önemli bir yeri, rahat bir evi ve büyük kalpleri vardı. Öyle iyiydiler ki benim bir şeylerden yakınıp olgunlaşmama izin vermiyorlardı. Bir açık yakalayıp yanmalıydım, pişmeliydim. Kendimi çiğ hissediyordum. Seviliyordum ve bu benim çok gücüme gidiyordu. Öyle gücüme gidiyordu ki sevginin yalan olduğunu düşünmek geldi aklıma, ben de öyle yaptım. Yalanlıyordum başka insanların beni sevebilme ihtimalini ve kendi yolumu çizmeye çalışıyordum böylece. Sevilen insanların silik olduğunu düşünüyordum çünkü ve acı çekmeyi çok havalı buluyordum. Kendi acılarımı kendim yarattım ve yavaş yavaşailemin gözlerinde yanmaya başladım. Onlara yöneltilmiş bu nefretin nedenini anlayamıyorlardı. Nankördüm sadece, yaradılışım böyleydi.Ama bana göre bu onların suçuydu. En büyük suçları da iğrenç bir insan olmaya başladığımda beni sevmeye devam etmeleriydi. Neden bir insanı sadece damarlarında akan kandan dolayı seviyorlardı ki? Bunu düşünerek beni değil de çocuklarını sevdiklerine inandırdım kendimi.Nefret etmek için güzel bir sebep bulup buna tutundum. Hiçbir şekilde mutlu olmam olası değildi kısacası. Kendim olduğum için sevselerdi değiştiğimde beni sevmeyeceklerini düşünüp iğrenirdim onlardan ve değiştiğimde sevdikleri zaman sadece çocukları olduğum için sevdiklerini düşünüp delirirdim. Tanımadıkları bir insanı sevebilecekleri gibi amaçsız ve sebepsiz sevebildikleri aklıma gelmiyordu. Çünkü insanlar tanımadıkları insanları sevmezlerdi bana göre, acırlardı. Merhamet ederlerdi onlara merhamete ihtiyaçları varmışcasına. Böylece kısa sürede başta ailem olmak üzere herkesten nefret etmeyi başardım. Beni sevmek mümkün değildi ve benim başkasını sevmem de.Yıkılmak istiyordum çünkü ben; batmak istiyordum çırpınabilmek için. Çırpınmayı en yüce şey sanıyordum. Bir kaç yıl sonra da ailemi öldürdüm.Varlıkları bir şey ifade etmiyordu, toplayabileceğim tüm meyveleri toplamıştım onlardan, ancak yoklukları beni olgunlaştıracaktı ve olgunlaşmak adına her şeyi yapardım. Kimse benden şüphelenmedi. Bana zavallı çocuk gözüyle bakıp daha 13 yaşında devletin önemli kapılarını açtılar. Büyük bir buhrandı o zamanlar benim için. Kafam kimyaya ve diğer fen bilimlerine çalışıyordu bir hayli ve bu sayede önemli bilim insanlarının yanında çalıştım. 2 sene sonra insanlar üzerinde yaptığım deneylerin anormalliğini fark eden yanında çalıştığım yaşlı bilim adamı benim deli olduğumu iddia etti. Ona göre akli dengemi çok zaman önce kaybetmiştim ve acilen tedaviye ihtiyacım vardı. Bunun üzerine ihbar edildim ve devletin üst kurumlarından çalışmalarımı izlemek için tetkik uzmanları getirildi. O yaşlı bilim adamı sayesinde ünüm yayıldı ve devlet, insan psikolojisi ve beynin kimyası üzerinde yaptığım deneylerden haberdar oldu. Bana deli olduğumu söylemek yerine dahi dediler ve kariyerimde yükselmeye başladım. Yanından ayrıldığım adam ise aldığım duyumlara göre 2 ay sonra intihar etmiş. Uzunca bir dönem devlet adına çalışmalar yaptım ve sonra çalışmalarımdan bir tanesi bana çok farklı şeyler öğretti. Devletin en gizli kuytularının kapılarını açtı. İşin garibi devlet bilmemi istemediği bilgileri bilmeden elime teslim etmişti. Bunu sonuna kadar kullandım ve devletten bir şekilde saklamayı başardım. Deneylerim sırasında kendi psikolojimde de gözle görülür değişimler oldu. Kalbimin kapılarının açıldığını hissettim. Ancak bu ışık dolu dönemden sonra delirmemi tetikleyen olaylar dizisi meydana geldi. Birlik meselesi, sen vesaire. Sonra devletin kollarından istediklerimi alıp ayrıldım. O dönemden beridir yaptıklarımın değerini anlamış olma ihtimalini göz önünde bulundurarak fazla göz önüne çıkmamaya çalışıyordum. Ama deneylerimden tabii kolay kolay da vazgeçmedim.Lilly: Devletin bizim peşimize düşmeyeceği kanısına nasıl varabiliyorsun peki bu kadar süre saklandıktan sonra? Azizleri öldürme fikri nasıl oldu da aklına yattı? Bremlin: Çünkü biz işe yarayacağız. Devlet zaten uzun zamandır azizlerin amaçlarından saptıklarını sezinliyordu. Eğlence arayan bir grup kodaman yaratmak değildi devletin amacı. Onlar ibretin yanında bir ilah sunmak istediler. İtaatkarlığın özgürlük olduğunu gözler önüne sermeyi istediler. Ama çizgilerinden sapmaya başlayan azizlere dur demenin yaratacağı sonuçlardan ya da durdurmadıklarında olacaklardan endişe duymaya başlamışlardı çoktan. Yok etme işini bir başkası yapınca işlerine gelecek. Ama bir yandan azizlerini koruyamadığı için büyük bir tepki doğacak.Lilly: Anlıyorum. Sanırım ne yapmak istediğimi sen de anlıyorsun. İstedikleri azizlere kavuştuklarını sanacaklar bizimle. Biz de böyle olmasına izin vereceğiz. Bizim için çok tehlikeli olsa da onlar için de o kadar tehlikeli olacak. Bölüm 12: KATİL -Senden nefret ediyorlar. -Kimler? -Onlar işte, onlar. Fazla zorlama kendini, biliyorsun sen de. -Neden? -Bana bak, benimle dalga geçme. Sonsuz bir karanlığın ortasında yaşlı bir adam, el oyması bir sandalye üzerine oturmuş vaziyette belirdi. Bir elinde ufak bir bıçak diğer elinde yarısına kabaca şekil verilmiş ufak bir ahşap parçası bulunmaktaydı. Yuvarlak gözlüğü üzerinden, memnuniyetsizce Lilly’e bakarak ve bıçağını ona doğru sallayarak konuşuyordu. -Hiçbir şey bilmediğine emin misin? -Neyden bahsettiğini bile bilmiyorum. -Hiç şüphe duymuyor musun? Eğer öyleyse… Konuşmasını alay edici bir “Hıh!” ile tamamlayarak kafasını iki yana salladı ve sonra bakışlarını elindeki ahşap parçasına odakladı. Bıçağın ucu ile ahşap üzerinde ayrıntılar çıkarmaya çabalıyordu. Bir yandan uğraşına devam edip bir yandan konuşmayı sürdürdü. -Seni çok beğeniyorlar, öyle ki kıskançlıkları seni öldürdü. -Ben mi? Yaşlı adamın söylediklerini ancak algılayan Lilly şaşırdı. -Öldüm mü? -En azından bir kısmın. Belki. Belki de değil.(Omuzlarını silkerek) Belki uyuyordur. Düşüncelere dalarak başını eğdi Lilly: -Ben hiç ölmeyeceğim. Yaşlı adam bu kez biraz öfke biraz da kederle konuştu. -Doğru ya, sen ancak öldürmeyi bilirsin, ölmeyi değil. Sonra sesli ve uzunca bir nefes vererek sakinleşti, gözlerine ılım geldi. -Neyse ne, beni yuttuğun için artık o kadar da kızgın değilim. Sözlerini tamamladıktan sonra gözlerini bu kez boşluğa çevirdi ve anlamsızca bakmaya başladı. -Beni yuttuğunu da hatırlamıyorsundur şimdi sen. Evet neyse, böylesi daha iyi. Sana asıl söylemek istediklerim bundan çok farklı hem. Lilly, bir süre adamın konuşmasını tamamlamasını bekledi ancak bir sonuç alamayınca sabırsızlanarak alelacele cümleler sarf etti. Bir şeylere geç kalıyormuş hissi vardı içinde. -İhtiyar, hadi hadi. Ne demek istiyorsun? Aklımı çok karıştırdın. Aman onu boş ver. Asıl söylemek istediğini söyle de. Yaşlı adam kafasını ağır ağır, bir aşağı bir yukarı salladı. Gözlerini Lilly’e çevirdi. -Bu dünyayı istiyor musun? Lilly, vurgun yemişçesine kalbinde bir sıkışma hissetti. İçinde bir his, düşünmesine engel oluyordu ve ağzına ilk geleni söyleyiverdi. -Evet ve onu alacağım. -Heh heyt! İşte benim kızım. Adam, keyifle gevrek gevrek güldü. -Yalnız bunu tek başına yapman çok önemli, sakın unutma. Sonra adam yok oldu, arkasından da Lilly. [Küre H0066’da, şehrin göbeğinde] Tan yerinin belli belirsiz ışıkları, saat gibi çalışan şehrin tepelerinde görülmekteydi. Lilly ve Bremlin, tıpkı içinde bulundukları şehir gibi tunç rengine bürünmüşler, kalabalığın ortasında dikkat çekmeksizin birbirlerine bakıyorlardı. Bu şehir, hiç uyumuyor, yorulmuyordu. Zira Haze sisteminin bel kemiği, finans kralıydı. İnsanları hep çalışmakta ve kazandıklarını çalışmak için harcamakta, kürenin yöneticileri hep çalışmakta ve kazandıklarını çalıştırmak için kullanmaktaydı. Kurulduğundan beri sekteye uğramayan bu sistem içinde sekteye düşen birkaç beyin vardı. Lilly’nin bugünkü işi de böylece belirlenmiş oldu. Bir bahanesi olsa da kendisi de sadece öldürmek için öldürdüğünü ya da merakına yenik düştüğünü çok iyi biliyordu. Bremlin birkaç saniye sonra hızlı adımlarla Lilly’den uzaklaştı ve kalabalığa karışarak gözden kayboldu. Tüm bu karmaşa içinde yalnız ve özgür hissetti o an ve hiçbir şey duymaksızın göğe kaldırdı başını Lilly. Dünün ve yarının sahte yıldızları parlıyordu soluk soluk. O an, hepsinin gerçek olduğunu sanıyordu; tan yerinin, yıldızların, ağaçsız şehirdeki çiy kokusunun. Tik tak tik tak tik tak: Şehrin makineleri çalışıyordu bir saat gibi. Tik tak tik tak tik tak: İnsanların adımları saniyelerle uyumluydu. Tik tak tik… Güm… Her şey bir anda durdu ve Lilly koşmaya başladı. 400 metre ötedeki ana binaya doğru, insanların arasından ustaca süzülerek ve son hızla koşarak ulaşmaya çalışıyordu. Çok sürmedi binanın girişine bir tekme geçirip kapıyı yamultması. Ancak daha güçlü bir tekme gerekiyordu. Boynunda ve kollarında mavi, şerit gibi yazılar belirdi ve Lilly bir yumrukla koca kapıyı önüne serdi. Bu şehrin insanları tıpkı saat pili gibiydiler. Saat bozulursa yapacak bir şeyleri yoktu. Şaşkın şaşkın bakınıyorlardı etraflarına, korkuyla. Ancak hiç biri kıpırdamıyordu azıcık bile. Binanın içindeki insanlar Lilly’nin farkında bile değillerdi. Yere bakıyor, anlam veremiyorlardı muhteşem saatlerinin sekteye uğramasına. Lilly böylece kolayca binanın kalbine ulaştı. Aradığı kişi ile göz gözeydiler şimdi. Ağır adımlara, dramatik konuşmalara ve küstah bakışmalara harcayacak zamanı olmadığını biliyordu kız ve buna memnundu. Hiç vakit kaybetmeden otuzlu yaşlarındaki siyah bir kaftan giymiş olan mutsuz kadına doğru yöneldi. Bir şey vardı. Yanlış bir şey vardı bu kadının gözlerinde ve Lilly bundan çok rahatsızdı. Sanki kendisini beklemekteydi. Kadının ince boynuna dolamış olduğu ellerini gevşetti bir saniyeliğine ve dudaklarını büktü. Fısıldadı. Lilly: Buraya geleceğimi biliyordun. Kadının gözlerinden bir dehşet kıvılcımı geçti ve söndü. Muhtemelen cebinden çıkarmış olduğu ufak bir silah, aniden kadının ellerinde belirdi ve Lilly’nin kafasına dayandı. Kadın: Ya sen ölürsün, ya da ben. Ağzından tehdit lafları çıkmış olmasına rağmen yüzünde şefkat saçan çaresiz bir gülümseme vardı kadıncağızın. Lilly: Bu işte cidden bir şeyler olduğunu kanıtlıyorsun böyle yaparak. Ne yani, seni öldürmem için sial mı dayıyorsun kafama? Eğer öyle değilse beni hemen şimdi vurabilirsin. Kadın bu kez gerçekten komik bir şey duymuş gibi kahkaha attı: Ama ölmeyecektin. Seni vursam da ölmeyecektin. Şimdi sana gerçekten acıdım. Neyse, beni öldürsen de öldürmesen de bir şey değişmeyeceğini anladım. Senin bu salaklığınla gerçekten hiçbirinin anlamı yok. Tam o sırada, Lilly’nin bileklerindeki ve boynundaki yazılar parladıkça parladı. Vücudunun her yerinde aynı yazılar oluşmaya, derisini yakmaya başladı. Lilly acıyla bağırarak yere yığıldı. Yerinde duramıyor, sürekli kıvranıyordu. Az sonra gözleri tamamen mavi, oldu ve parladı. Sesi artık bağırırken Lilly gibi çıkmıyordu. Zar zor ayağa kalktı ve kadının karnına elini sokup onu ikiye ayırdı. Sonra odadan çıkarak önüne gelen kim varsa parçalayarak çıkışa ulaştı. Bunları yaparken halâ acıyla kıvranıyor ve bağırıyordu. Kimse bir tepki göstermiyor, kaçışmıyor, bağrışmıyordu. Tekrar, Bremlinle ayrıldıkları noktaya gelene kadar bunları yapmayı sürdürdü ve tam o noktada dizlerinin üstüne düştü. Bremlin’in ayakkabıları üzerine yığıldı ve çok büyük bir çığlık attı. Bremlin önce donup kaldı, sonra istemsizce ayaklarını Lilly’nin başı altından tiksinerek çekti. Ancak hemen aklını başına toplayarak kızı kucakladı ve kürenin çıkışına ilerlediler. Lilly, Bremlin’in kucağında kıpraşıp duruyor, çocukcağızın göğsünü tırmalıyordu. Tabii öldürecek derecede şiddetli tırmalayışlar değildi bunlar ama yine de Bremlin’in göğsü hayli kanıyordu.
  13. Hepsi sonsuza kadar mutlu mesut yaşadılar.… Ya da herkesin bu cümleye inanması sağlandı. 28 yaşında olan Emma Swan'ın yıllar önce terk ettiği oğlu Henry, onu buluyor ve işte her şey değişmeye başlıyor. Henry şimdi 10 yaşında ve Emma'nın yardımına muhtaç. Çünkü Henry aslında Emma'nın alternatif bir dünyadan geldiğine ve Pamuk Prenses ve yakışıklı Prens'in kızı olduğunu inanıyor. Sahip olduğu masallar kitabına göre, onu Korkunç Cadı'nın lanetinden korumak için başka bir diyara göndermeleri gerekiyordu bu sayede cadı masallar ülkesinde kapana kısılmış, zamanda donmuş olacaktı Emma bu küçük çocuğu alıp yaşadığı yer olan Storybrooke'a götürür fakat Henry'nin durumuna endişelendiğini için bir süre orda kalmaya karar verir. Orda geçirdiği zamanda Storybrooke'ta çok daha değişik şeyler döndüğünden şüphelenecektir. Orası sihrin unutulduğu ama gücünün de çok yakında hissedildiği, tüm masal karakterlerinin yaşadığı ama bir zamanlar kim olduklarını hatırlamadıkları bir yerdir. Tüm dünyaların geleceğe dair verecekleri bu epik savaşta Emma'nın kaderini kabullenmesi ve çılgınlar gibi savaşması gerekmektedir... (Alıntı) http-~~-//www.youtube.com/watch?v=Rga4rp4j5TY Kişisel görüşüme gelirsek; Kesinlikle çok iyi bir dizi. Her karakterin geçmişi bir etki bırakıyor, masallar kendi kattıkları şeylerle beraber oldukça güzel aktarılmış. Görsel açıdan bakarsak efektleri öyle ahım şahım değil, küçük bir bütçeyle yapılmış gibi. Ama pek gözünüze batacağını sanmıyorum. Kısacası, izleyip keyif alacağınıza inanıyorum.
  14. Sıcak Sıcak Anime Tanıtım Pupa Tür: Korku, Fantastik, Shounen, Psikolojik, Dram Yayınlanma Tarihi: 9 Ocak 2014 Bölüm Sayısı: 12 Süre: 4 dakika Yönetmen: Tomomi Mochizuki Firma/Stüdyo: Studio Deen, Earth Star Entertainment Mangaka: Mogi Sayaka Başlıca Seiyuular: Shimazaki Nobunaga (Hasegawa Utsutsu), Kido Ibuki (Hasegawa Yume), Mikami Shiori (Arita Yuuhei), Noto Mamiko (Hasegawa Sachiko) Müzik: Ibuki Kido & Erii Yamazaki – PUPA Mogi Sayaka’nın mangasından, animeye uyarlanan Pupa sonunda izleyicisiyle buluştu. Pupa’nın hikayesine değinecek olursak: Yume Hasegawa ve Utsutsu Hasegawa birbirine çok bağlı olan iki kardeştir. Bir gün Yume yolda bir kadın görür ve kadın ona etrafta uçan kırmızı kelebeklere bakmasını söyler. Çok güzel bulduğu kelebekler Yume’nin hayatını değiştirir. Küçük kızın bedeni değişime uğrayarak bir yaratığa dönüşür. Kardeşini yolda baygın bulan Utsutsu, onun yaratığa dönüştüğünü görünce korkuya kapılır. Küçük kız abisinden şeker ve çikolata yerine artık ona daha lezzetli gelen taze etten isteyecektir. Üstelik bu insan etidir. Utsutsu, kardeşini kendi etiyle beslemeye başlar ve onu eski haline döndürmeye çalışır. Tanıtım videolarıyla bizde büyük bir beklenti uyandıran Pupa, açıkçası mangasının gölgesinde kalan bir yapım olmuş. Mangasını takip eden çoğu hayranının üzerinde 4 dakikalık bir video ne kadar doyum yaşatır orası bilinmez. Üstelik bu 4 dakika içine açılış ve kapanış müzikleri de dahil. Korku animesi sevenleri üzebilecek bir animasyona sahip. Hikayenin konusu her ne kadar güzel ve sıradışı olsa da özellikle korku animelerinde animasyon çok önemli. Her animede olduğu gibi Pupa’yı seven ve sevmeyen iki taraf olacaktır. Açıkçası ben buna, eksiklikleri bir kenara atarak, beklediğim sahnelerin ilerleyen bölümlerde nasıl olduğuna göre değerlendireceğim. Bölümler 4 dakika olsa bile olaylar bir anda gelişiyor. Bakalım ilerleyen bölümlerde karşımıza neler çıkacak? Özellikle Yume’nin beslenmekte olduğu saatler animeye nasıl yansıtılacak? [ Afiyet Olsun ] [ İyi Seyirler ] http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=bTsUfCeQB2o _______________________________________________________________________ Kaynak: AnimeFantastica: http://www.animefantastica.com/pupa Not: Resimler çok büyük olduğu için ,düzeltilmiştir.
  15. Anime Tanıtım Fate/Zero Tür: Fantastik, Aksiyon, Doğaüstü Yayınlanma Tarihi: 2011 – 2012 Bölüm Sayısı: 13 + 12 Yönetmen: Aoki Ei Orijinal Hikaye: Urobuchi Gen, Type-Moon Firma/Stüdyo: Ufotable Başlıca Seiyuular: Emiya Kiritsugu (Koyama Rikiya), Kotomine Kirei (Nakata Jouji), Saber (Kawasumi Ayako) Açılış: #1 - Oath Sign – LiSA #2 - To The Beginning” by Kalafina Kapanış: #1 - MEMORIA – Aoi Eir #2 - Sora wa Takaku Kaze wa Utau – Luna Haruna - Manten – Kalafina Hikaye her 60 yılda bir gerçekleşen büyücüler arasındaki Kutsal Kase savaşını konu alıyor. Kutsal Kaseyi ele geçiren kişinin her dileğinin kabul olacağına inanılır. Büyücüler geçmişleriyle, kimileri kendisiyle ilgili sorunlardan kimileri ise aile görevi olarak gördükleri bu kase savaşına katılmak zorundadırlar. Savaş, büyü dünyasının önde gelen aileleri arasında yapılsa da arada istisnai durumlar meydana gelebiliyor. Büyücüler Kutsal Kase savaşında efendi statüsündedirler ve çağırdıkları geçmişin kahraman ruhları ise hizmetkarlarıdır. Hizmetkarlar, tarih kitaplarından bildiğimiz üstün savaş becerileri olan, efsanevi liderlerdir. Çağrılan hizmetkarların, efendilerinin emirlerini dinlememesine önlem olarak büyücülere 3 komut büyücü hakkı tanınır. Kısacası bu savaş taktiksel bir oyundur. Fate serilerine bakacak olursak 2011 yılında çıkan Fate/Zero, Fate/Stay Night serisinde yaşanan savaştan bir 10 yıl önceki Kutsal Kase savaşını anlatıyor. (Ne oldu 60 yılda bir olan savaşa derseniz iş spoiler kısmına girer) Yani Fate/Stay serisindeki karakterlerin annelerinin ve babalarının savaşlarını izliyoruz. Tabii kendi küçüklük hallerini, karşılaşmalarını, intikamlarının sebeplerini öğrendiğimiz ve en önemlisi Kutsal Kase savaşının mantığının çözümlendiği yapımdır. 2011 yapımın yayınlanmasıyla bu seriye yeni başlayacaklar olaylar serisini tarihsel olarak izlemek isteyeceklerdir fakat benim önerim çıkış tarihine göre izlemeniz. Önce Fate/Zero arkasında Fate/Stay izlerseniz serinin hiç bir çekiciliği kalmaz. Fate/Zero’da fark edeceğiniz ufak tefek detaylar ve yerine oturan taşlarla hikaye daha keyifli bir hal alıyor. Benden söylemesi. Hikayeyi biraz daha açarsak ilk serinin ana karakteri olan Emiya Shirou’nun babası Emiya Kiritsugu baş rolde ve hizmetkarı aynı şekilde Saber. Fate/Zero evreninde 4. Kutsal Kase savaşı başlamak üzere ilk 3 savaşta bir sonuca varılamadığı için gözünü hırs bürüyen büyücülerin arası iyice kızışıyor. Kotomine Kirei ise her şeyini kaybetmiş, savaşa ilgisi olmayan kilisenin bir adamıdır. Kirei’nin savaşa olan ilgisizliği, baş düşmanı Kiritsugu’nun savaşa dahil olduğunu öğrenmesiyle dengeler değişir. Spoiler kısmına girmekten çekindiğim için karakterler arası ilişkilerden bahsetmek istemiyorum çünkü hikaye birçok sürprizi barındırıyor. Teknik bilgilere geçersek görsellik hat safhada diyebiliriz. ufotable stüdyosu varını yoğunu Fate/Zero’nun görselliğine harcamış. Şahane savaş sahneleri var. Önceki seriye oranla daha bir sert yapım olmuş, özellikle büyücüler arasındaki psikopat karakterin sayesinde bu seride vahşet ön plana çıkartılmış. Tabii ki hep vahşet, kan, savaş yok; Kiritsugu ve Irisviel aşkı içinizi ısıtırken İskender’in modern dünyaya adapte olma çabası eğlencelik bir seyir hali meydana getiriyor. Hikaye tamamen kusursuz değil maalesef bir dolu mantık hatası var; en basitinden Kiritsugu’nun küçüklüğüne inelim derken zombi savaşı seyretmemiz gibi. Açılış ve kapanış şarkıları çok başarılı özellikle Oath Sing hafızalara yer edecek şekilde. Müzik ekibinde Lisa’nın haricinde Kajiura Yuki’ye rastlıyoruz ve soundtrack albümünü son hızla indiriyoruz. Müzik dışında seiyuu ekibi de oldukça başarılı. Kiritsugu ve Kirie’ye ses veren seiyuuların tonlamaları mükemmel. Görsel şölen haricinde kulak dolgunluğu da yaratan bir yapım. Bağlantılı animeleri gözden geçirecek olursak Fate/Stay Night serisinin ilk rotası Saber karakteriydi. Studio DEEN tarafından 24 bölümlük bir televizyon serisi olarak 2006 yılında Saber’ın hayatı, geçmişi, Shirou ile ilişkisini konu almıştı. Fate/Stay Night serisi ile bağlantılı olan ikinci rota 2010 yapım Unlimited Blade Works filmidir. Bu filmde rota Rin ile Archer’ı konu alır. Fate/Zero serisi 2011-2012 çıkışlı olmak üzere devam niteliğinde 2 sezon şeklinde karşımıza çıkıyor. Araştırmacı ruhlar için hikayede geçen kahraman hizmetkarları da listeleyelim; Saber : Kral Arthur Archer : Gilgamesh Lancer : Diarmuid ua Duibhne Caster : Gilles de Rais Rider : Iskender Assasin : Hasan Sabbah Berserker : Sir Lancelot _____________________________________________________________________ Kaynak: AnimeFantastica: http://www.animefantastica.com/fate-zero
  16. Anime Tanıtım Makai Ouji: Devils and Realist Tür: Komedi, Okul, Şeytan ve Cinler, Aksiyon, Fantastik, Gizem, Tarihi Yayınlanma Tarihi: 30/6/2013 Bölüm Sayısı: 12 Yönetmen: Chiaki Kon Orijinal Hikaye: Madoka Takadono Firma/Stüdyo: Dogakobo Başlıca Seiyuular: Takuma Terashima, Tetsuya Kakihara, Yoshitsugu Matsuoka, Jun Fukuyama, Takuya Eguchi… Kral Süleyman, İngilizce adıyla Solomon, tarihte yer alan bilgilere göre Kral Davut’un oğlu ve İsrail Krallığı’nın üçüncü kralıdır. Ayrıca dini kaynaklara göre Solomon bir peygamberdir ve peygamberlerin en zengini olmakla birlikte herkes tarafından imrenilen bir bilgeliğe sahiptir. Ayrıca kuş dilini bildiği, rüzgâra, hayvanlara ve cinlere hakim olduğu anlatılmaktadır. Bunun dışında ise en önemli varlığı olan Cennet’ten ona hediye edilmiş bir yüzüğe sahiptir. Herkes bu yüzük sayesinde Solomon’un bu kadar ihtişamlı yaşadığını düşünmektedir. Hikâyemiz Kral Solomon’un soyundan gelen William Twining adındaki varlıklı bir çocuğun şeytanlarla olan karmaşık ilişkisinden oluşmaktadır. William tam bir realist yani gerçekçidir. Bilim dışındaki hiçbir olguya inanmamaktadır. Amacı çok çalışıp iyi bir eğitim aldıktan sonra iyi bir işte çalışmaktır. Tabii olaylar hiç beklediği gibi gelişmez. Yatılı olarak kaldığı okulun taksidinin ödenmediğini öğrenince evine gitmeye karar verir. Ailesi bir süre önce vefat ettiği için amcası ona bakmaktadır; ancak amcası da bazı yatırımlar sonucunda William’ın ailesinden kalan tüm parayı kaybeder ve ortadan kaybolur. Evin kâhyası olan Kevin dışında bütün hizmetliler evi terk etmiştir. Kevin ise nesiller boyu William’ın ailesine hizmet ettiğinden dolayı kalmıştır. William ise parası olmadığından okula devam edemeyeceğini düşünür ve evde para edecek bir şey olup olmadığına bakar. Tabii ev haciz edildiğinden tüm para eden eşyalar alınmıştır. William, ailenin gizli bir yerde kasası filan olduğunu düşünerek yer altındaki bir tünele girerler. Karşılarına bir kapı çıkar. Kapıyı kırmaya çalışan William elini yaralar, ama odaya girmeyi de başarır. Yaralanan elinden damlayan kanla ise yerde çizili olan büyüyü aktif hale getirir ve böylece Cehennem’den gelen Dantalion ile karşılaşır. İşin Cehennem kısmına gelelim… Cehennem’in yöneticisi olan Şeytan yani bilinen diğer adıyla Lucifer’dir. Anlatılana göre Cehennem’de rütbelere göre yönetilmektedir ve rütben ne kadar fazlaysa o kadar derin uykuya dalmak zorundasındır. Lucifer de en yüksek rütbeye sahip olduğundan yıllardan beri derin bir uykudadır. Onun yerine vekil olarak ise başka bir şeytan seçilmesi gerekmektedir. Bu seçimi ise Solomon’un soyundan gelen bir seçici yapabilmektedir. Bu seçici ise William’dan başkası değildir. William ise tam bir gerçekçi olduğundan bu tür saçmalıklara inanmaz ve Dantalion ya da bir başkasını seçmeyi aklından bile geçirmez. William ne kadar Dantalion’un teklifini geri çevirse de Dantalion onun yanından bir an olsun ayrılmaz. Zaten bunun için onun okuluna bile yazılır. Dantalion’un neden bu kadar ısrarcı olduğu ise geçmişinde Solomon ile yaşadığı bir takım olaydan ileri gelmektedir. Ayrıca geçmiş zamanda Solomon, 72 Şeytan ile müttefik olmuştur ve bunun dışında kalan şeytanlar ise William için tehdit oluşturmaktadır. Dantalion bunu bildiğinden dolayı William’ı koruma altına almıştır. Velhâsıl William’ın gerçekçi kişiliği yüzünden amacında bir adım bile ilerleyemez. Bu sırada Lucifer’in yerini almak isteyen diğer şeytanlar da William’ı kendi yanlarına çekmek için ellerinden geleni yaparlar. Hatta Dantalion gibi okula yazılırlar. William’ı parasızlık yüzünden geçirdiği stres yetmiyormuş gibi şeytanların hayatına girmesinden sonra uykusuz geceleri böylece başlamış olur. Karakter çizimleri Ouran High School Host Club’ın karakterlerini de tasarlayan Kikuko SADAKATA’ya ait. Tabii doğal olarak güzel! Hatta kat kat daha güzel diyebilirim. Hikâyenin başından sonuna kadar renkli bir atmosfer bekliyor zaten sizi. Komik olmasının yanında aksiyon sahneleriyle de sıkılmamanızı sağlıyor. Aksiyon olmasaydı bile sıkılmazdınız diyebilirim tabii. Komedi sahneleri çünkü oldukça güzel. William’ın gerçekçi kişiliği ile şeytanları takmaması zaten başlı başına komedi unsuru. Bunun yanısıra bir yan karakterimiz var ki çok tatlı bir şey kendisi. Isaac adlı karakterimiz William’ın en yakın arkadaşıdır. Buna rağmen William’dan zerre kadar zekilik almamıştır. Beş yıldır üst üste sınıfta kalmıştır. William’ın aksine doğa üstü olaylara inanmaktadır ve bununla ilgili kitaplar okumaktan hoşlanmaktadır. Zaten bu yüzden William’ın başına olaylar açar. Hikâye ise bize şeytanların sanki meleklerden daha merhametliymiş gibi gösterilmesine neden oluyor. Hatta melekler bazı sahnelerde o kadar kötü gösteriliyor ki şeytan mı, melek mi kötü bir karar veremiyorsunuz. Tabii bu bana göre, siz de izleyin ve kararınızı ona göre verin. Ayrıca unutmadan ilk başta yüzükten söz edilse bile sonraki bölümlerde yüzük karşımıza çıkıyor. Bu yüzüğün hikâyede ne kadar önemli bir yeri olduğunu da izledikçe göreceksiniz. ________________________________________________________________________ Kaynak: AnimeFantastica: http://www.animefantastica.com/makai-ouji-devils-and-realist
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.