Jump to content

Genel Araştırma

'fanfiction yarışması' etiketi için arama sonuçları.

  • Etiketlere Göre Ara

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Yazara Göre Ara

İçerik Türü


Forumlar

  • Duyuru & Kurallar
    • Forum Kuralları & Yardım
    • İstek, Şikayet ve Öneri
    • Tanışın Kaynaşın
    • Türk Anime TV Etkinlikleri
    • E-dergi
  • Türk Anime Çeviri Ekibi (TAÇE)
    • Tamamlanan Projelerimiz
    • Devam Eden Projelerimiz
    • Gelecek Projelerimiz
    • Askıya Alınanlar
    • TAÇE Duyuruları
  • Anime GENEL
    • Anime İstek ve Öneri Bölümü
    • Bilinmeyen Animeler ve Karakterler İçin Yardım Bölümü
    • Anime Genel
    • Anime Geyik
    • Animeler & Karakter Anketleri
    • Anime Tanıtım ve İncelemeleri
    • Anime Serileri Bölüm Tartışma Alanı
  • Manga GENEL
  • Fansub Takımları
  • Anime Manga Live-Action Download
  • Fan Kulübü
  • Japonya
  • Program Deposu
  • Konu Dışı
  • Roronoa Zoro's Roronoa Zoro Kimdir?

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Oluşturma Tarihi

  • Start

    End


Son Güncelleme

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Üye Grubu


Hakkımda


Outlook


Web Sitesi


ICQ


Yahoo


Jabber


Skype


Konum


İlgi Alanları

7 sonuç bulundu

  1. Erratic Simian (Haikyuu!! Fanfiction) Hayatta yapacak pek bir şeyi kalmamış olmasına rağmen neşeli kişiliğinden ödün vermeyen Lena, anne ve babasının ayrılmasından sonra annesiye birlikte Japonya'ya gelir. Farklı bir ülkeye alışmanın zorluklarıyla baş ederken aynı zamanda kendine düzgün arkadaşlar bulma amacıyla yanıp tutuşuyordur. Bu amacını gerçekleştirmek onun için biraz zor olacaktır çünkü kontrol altına alınamayan kişiliği sağ olsun, onunla takılmak isteyen kişilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordur. Aynı sınıfta olduğu "uzaklaştırma alan öğrenci" ile kurduğu yakınlık, Lena'yı onun kişiliğini olduğu gibi kabul eden insanların yanına götürecektir. Birinci Bölüm: Karasuno İkinci Bölüm: Noya Üçüncü Bölüm: Teras Dördüncü Bölüm: Kulüp Beşinci Bölüm: Yıldız Altıncı Bölüm: Senpai Yedinci Bölüm: Ders Sekizinci Bölüm: Pasör Dokuzuncu Bölüm: Seijoh Onuncu Bölüm: Maç
  2. ATTACK ON TİTAN LANETLİ SUR 0. Bölüm 1. Bölüm 2. Bölüm 3. Bölüm 4. Bölüm 5. Bölüm 6. Bölüm 7. Bölüm SON
  3. Kendi varlığınızdan rahatsız olduğunuz zamanlar oldu mu hiç? Hiçbir şey beceremeyen bir halta yaramayan yaşamanızın pek gerek olmadığını düşündünüz mü? Biraz gerçek hayattan biraz hayal dünyasından kesitler... Y/N: Okuyacak herkese öncelikle merhaba. Ben bu yarışmaya herhangi bir şey kazanmak için değil hikayemin nasıl olduğunu sizlerin yorumlarınızla anlayıp şekillendirmek için buraya atıyorum. Yapıcı yıkıcı her türlü eleştiriye açığım. Şimdiden okuyacak herkese çok teşekkür ederim :) Bölüm 1 “Sancı” bölüm 2 “Uyumsuzluk” Bölüm 3 “Alışma” Bölüm 4 “Sen Kimsin?” Bölüm 5 “Tavuk” Bölüm 6 “Ayna” Bölüm 7 “Yağmur” Bölüm 8 “Hırka” Bölüm 9 “Hayat size daima acı yüzünü gösterir” Bölüm 10 “Fidan”
  4. (zaten wattpadde olan kısa bir hikayemi buraya yapıştırıvereyim dedim, ve evet ship fici çünkü başka ficim yok dsalkjfkld ayrıca bu fici @MyChaton hesabımdan aynı isimle bulabilirsiniz :) ) "Kirishima bak hâlâ vaz geçebilirsin, insanların kulak sağlığı için falan." "Bence beğenmeyecek. Hatta nefret edecek." "Ona söylemem için zorlayan sizdiniz, şimdi neden dünyanın en kötü fikriymiş gibi davranıyorsunuz ki?" Mina ve Jirou, kızılın haklı olduğunu bilerek, umutsuzca birbirlerine baktılar. Kirishima'nın ince düşünmüş olması çok hoştu ancak sevdiği, böyle bir sürprizden hoşlanacak son kişiydi. "Sana bunun kötü bir fikir olduğunu en başından söyledim ben." diye çıkıştı Mina. Artık kimseyi durduramayacağının farkındaydı ancak gelecekteki 'ben demiştim' faslını garantiye alıyordu. Jirou da mor elbisesini çekiştirmekle meşgul olduğundan kızıl arkadaşının gözlerine bakmadan "Yıl sonu gösterisine herkes rahatlamak için geldi ve bir felaketle karşılaşmak hiç eğlenceli olmaz." diye mırıldandı. Kirishima'nın kalbini kırmayı amaçladığı falan yoktu fakat birinin bir şekilde söylemesi gerekiyordu. Kirishima'nın "Felaket mi? O kadar mı kötü söylüyorum?" derken kıkırdaması ise hiç beklemediği bir tepkiydi. "Merak etme Jirou, gösterini mahvetmeme izin verdiğin için sana 3 dilek hakkı vercem!" Jirou endişeyle gülümserken Kirishima'nın sevdiğine itiraf edeceği bu aptal konserde çalmayı nasıl kabul ettiğini hâlâ aklı almayan Bakugou, somurtuk suratını bozmadan kulise girmişti. "Oi gerizekalılar, neredeyse başlayacağız, kaldırın kıçınızı." Normalde sinirli olmasına pek şaşılmazdı ancak bugün Bakugou'nun üstündeki bir ayrı huysuzluk, fark edilmeyecek gibi değildi. Sarı kaşları çatıklığını bir kez bile bozmamış; ince dudakları düz bir çizgiden başka hiçbir şekil almamıştı. "Bakugou yatağın yanlış tarafından kalkmış gibi." dedi Kaminari, deyimi biraz çarpıtmıştı ama kimse aldırmadı. "Daha çok yanlış yatakta kalkmış gibi." Mina kendi esprisine kıkır kıkır gülmeye başladı. Neyseki sinirden yumruğunu sıkmakla meşgul olan Bakugou onları duyamadan çıkmıştı kulisten. Kirishima derin bir nefes alıp kendini sahneye attı, ancak onlarca kişiyle göz göze gelmesiyle sahnede duruşu pek uzun süremedi. Kendini kulise geri zar zor attığında Kaminari kolunu kızıl arkadaşının omzundaki klasik yerine yerleştirmişti bile. "Ben sana güveniyom kanka. Buna hayır diyecek kız tanımıyorum! Hadi, yaparsın koçum." Kirishima sevdiğinin kim olduğunu, zaten kendisi fark etmiş Mina hariç kimseye söylememişti. Birinin ağzından kaçırma riskini almak istemediği gibi, öğrendiklerinde herkesin yüzünün alacağı ifadeyi görmek istiyordu. Bu yüzden de Kaminari'ye "ah evet..." diye mırıldanmakla yetindi. Birkaç dakika daha tartışmanın sonunda, onca provanın boşa gitmemesi için sahneye çıkmaya karar verdikleri gibi; sahnenin önünde, siyah perdelerin ardına kaçmamak için kendini yırtan kızıl, bu kararlarından pişman olmuştu bile. Sahne ışığına karşı gözünü açamıyor, bacaklarının titremesini durduramıyor, mikrofona bir konuşsa sesinin deli gibi titreyeceğini biliyordu. Bu aptalca fikir için onu gaza getiren arkadaşlarıyla bir daha konuşmasa ne kaybedeceğini düşünüyordu. Birkaç adım gerisinde duran Bakugou ise gözünü devirmekle meşguldu, tanıdığı Boktan Saçlının bu duruma düşeceğine emindi zaten. "Oi, beni o kadar zorla provalara getirttin, bir erkek ol ve bunu boşa harcama. Yoksa seni öldürürüm." Kirishima'nın dönüşünü, hafifçe gülümseyişini ve dudaklarının "teşekkür ederim" diye fısıldarken hareket edişini izlerken Bakugou neden öyle bir şey söylediğini kendi de anlayamamıştı. Kirishima'nın bu şarkıyı cidden söylemesini isteyip istemediğine bile emin değildi. "Hanımlar ve beyefendiler, UA lisesinin yıl sonu gösterisine hoş geldiniz!" Bunun çok aptalca olduğunu düşünürken, bagetlerini sıkmakla oldukça meşgul olan Bakugou yükselen alkışlarla kendine geldi. "Öğrencilerin hiçbir eğitmene bağlı olmaksızın istediğini sunduğu yıl sonu gösterimizde bütün yılın gerginliğini atmayı ve eğlenmeyi umuyoruz!" Rahatmış gibi görünmeye çalışan Kirishima'nın gerginliği atılacak gibi değildi ki. "İlk grup olarak, 1A sınıfından arkadaşlarımın kurduğu A Band ve onlara zorla dadanan ben, sizlere şarkımızı sunacağız." Kirishima ona baktığında Bakugou bunun ritim vermesi için olduğunu düşündü, tam bagetlerini havaya kaldırdığında ise Kirishima tekrar konuşmaya başladı: "Ve bu şarkıyı, iğrenç sesime rağmen söylüyorum, çok özel birisi için." Salondan "aww" diye mırıltılar yükselirken Bakugou kusacakmış gibi hissediyordu. "Yani... kendim bir şarkı yazmak istedim ama Jirou size bunu kesin olarak söyleyebilir ki ne bunu yapacak müzik bilgim var, ne de yeteneğim." Jirou "Açıkçası provalarda bayağı acı çektik ve sadist pislikler olduğumuzdan sizin de çekmenizi istiyoruz." diye araya girdiğinde kalabalıktan gergin bir kahkaha duyuldu. "Yine de, sizden berbat şarkıma katlanmanızı ve bu gecenin benim için ne kadar özel olduğunu anlamanızı rica ediyorum. Belki de sarılmak için üzerime atlayacak, belki de sakince reddedecek ya da kızacak; ama her türlü, onu dünyalar kadar sevdiğimi bütün bu emeğin sadece ona özel olduğunu bilmesini istiyorum. Bu şarkı bana o kadar onu hatırlatıyor ki her dinlediğimde oluşan karnımdaki ağrıya ya da kalbimdeki sızıya engel olamıyorum. Bu şarkıdaki sözlerle depreşen anılarımın beni mutlu ettiği kadar onu da mutlu etmesini istiyorum, bu sözlerin bana hissettirdiklerini o da hissetsin istiyorum ve- uh, yani, bu sözler benim için çok önemli, o yüzden dikkat edin ve kim olduğunu anlamaya çalışın." Kirishima duraksadığında oluşan sessizliği yine onun gergin kıkırtısı doldurdu. "Ah tanrım, bu hayatımın en kötü 4 dakikası olacak." Gülüşmeler eşliğinde cesaretine kocaman bir alkış kopan Kirishima, Bakugou'ya dönüp başını salladığında Bakugou zihnini boşaltıp bagetlerini sallamaya başladı. Bateriyi bu yüzden seviyordu, zihnini boşaltmakta, sinirini bastırmakta ve o an her ne olmuşsa unutturmakta asla başarısız olmuyordu. "Son-ki, üç, dört" Bagetlerini hafifçe davullara vururken seslice nefes verdi, ne düşüneceğinden emin olmamak onu gerdiğinden hiçbir şey düşünmemek en iyisiydi. "Belki durup dururken yanına gelince, Söylediklerimi anlamsız buldun." Ancak, 'tanrım' diye düşünmemek imkansızdı. Provalardan bile berbattı Kirishima'nın sesi. Alnını boncuk boncuk terler doldururken sesi çatlıyor, sımsıkı sardığı mikrofona yapışık elleri titredikçe sallanan mikrofon garip bir ses çıkmasına neden oluyordu. Ve, USJ'den ya da Kamino'dan anladığı kadarıyla hiçbir şeyden korkmayan Kirishima'yı böylesine titrerken görmek Bakugou'yu bir kez daha aşktan iğrendirmeye yetmişti. "Oysa vakit yoktu, ama sen haklıydın. Çünkü böyle şeyler aceleye gelmezdi." Çarpık sözler detone detone süzülürken sarışının tek düşünebildiği bir soru imlemiydi: "Kim?" Kimin için Kirishima tüm seyirciye rezil olmayı, üstüne reddedilmeyi göze alıp kendini böyle sahneye atıyordu, saçmalığın daniskasıydı bu. Kimin için haftalarca yaptığı provalara arkadaşlarını alet ediyor, sesi bi nebze daha iyi olsun diye çiğ yumurta içiyordu? Neden? Kim neden birini bunları yapmaya değecek kadar sevsin ki? Saçmalık. "Yalandan da olsa, Ne güzel güldün o akşam," Kirishima en parlak gülümsemesini ses yüzünden yüzünü buruşturmuş kalabalığa sundu, "bana"'yı gittikçe daha çok çatlayan sesiyle uzatmadan hemen önce. Kalabalık, baterideki Bakugou'nun, saksafon çalan Aoyama'yla birlikte doldurduğu sözsüz kısımda bir nebze rahatlayabilmişti. Bakugou bu yüz ifadelerine baktıkça sinirleniyordu, Kirishima'nın yaptığının ne kadar zor olduğunu anlayamayan maymunlardan ibaretlerdi sonuçta. Kendi kendine 'Neden? Neden bu kadar zahmete giriyorsun?' diye sormaya devam ediyordu, 'Aşağıdaki insanların kulaklarını kapamasından rahatsız olmayacak kadar çok mu seviyorsun onu?' "Belki tanışmak zor, iyi anlaşmak zor. Peki görüşmek çok mu kolaydı?" Bakugou'nun gözleri sınıfın kızlarının oturduğu köşeye odaklandı. Kirishima'nın 'ne güzel' dediği gülüşün sahibi, herkesle rahatça anlaşabilen Kirishima'nın 'iyi anlaşmak zor' dediği, 'görüşmek çok mu kolaydı' diye onu görebiliyor olmanın ne kadar değerli olduğunu anlattığı kişiyi aradı. At kuyruklu kız? Hayır, Kirishima ondan hoşlanıyor olsa ders çalışmak için ona koşardı, Bakugou'ya değil. Ortaokuldan beri tanıdığı Rakun Gözlü? Hayır, o zaten bu kişinin kim olduğunu biliyordu. Görünmez olan? Phahahhahah! Uraraka? Tamam, yuvarlaklığı katlanılabilirdi ama o hep gülüyordu zaten, Kirishima'nın bahsettiği ise yalandan, nadir bir gülümsemeydi. "Çok kısa bir zamanda, belki biraz da zorla, Bence gayet iyi de anlaştık." 'Kimin sana gülmesinden, kiminle iyi anlaşabilmekten, kimi görmekten bu denli mutlu oluyorsun?' diye düşünürken davullara git gide daha sert vurduğunun farkında bile değildi. 'Kim? Kim?' Gözlerinin önünde Kirishima'nın kızın tekini kolunun altına alması, birbirlerine bakıp gülüşmeleri ve Kirishima'nın yüzündeki yine o tatlı tebessümün oluşması geldi. Nerden bakarsan bak iğrenç bir tabloydu bu. "Yalandan da olsa, Ne güzel güldün o akşam bana." Malum kişinin kim olduğunu anlamasıyla yüzüne nurlar inen, ve krizler geçirmeye başlayan sınıf arkadaşlarını gördükçe daha da sert vurdu davullara. O kişi kalkıp Kirishima'nın kollarına atladığında Kirishima onunla ders çalışacaktı, onunla sohbet edecekti, yemekte onunla oturacaktı ve o parlak gülümsemesini ona sunacaktı, Bakugou'ya değil. Kirishima'yı başka birinin elini tutarken, başka birine saçma sapan anılar anlatırken, başka birine gülerken düşlemek onu hiç olmadığı kadar sinirlendiriyordu. Öyle bağırıp çağırabileceği değil, çaresiz bir sinirdi bu. Kalbindeki anlamsız sızı garip hissettiriyordu. Çaresizlik kalbini kaplıyordu ancak bunun neye çare bulamamaktan kaynaklandığını anlayamıyordu. "Yalandan da olsa, Ne güzel güldün o akşam bana." Bir kez daha seyircilerin kulaklarının bi nebze olsun dinlenmesini sağlayan sözsüz kısım salona hakim olurken Bakugou'nun sinirli davullarının buna izin vermeyeceği barizdi. Yaklaşık iki dakika sonra şarkı bitecek, Kirishima onun kim olduğunu söyleyecek, o kız kalkıp Kirishima'nın kollarına atlayacak, sevgi sözcüklerine boğcaktı; Bakugou ise sadece uzaktan en yakın -ve tek- arkadaşının aşkın kollarına kayıp gidişini izleyecekti. En yakını, en uzağına dönüşecekti ve sarışın sadece izleyecekti. Bakugou hiçbir zaman anlayamamıştı kızılın kendisine karşı neden bu kadar nazik olduğunu. Her kimse o, Kirishima onunla, hak ettiği gibi, o kadar mutlu olacaktı ki, Bakugou gibi birinin varlığını bile unutacaktı. Onunla. Onunla. O gülüşün sahibiyle. Aoyama'nın havalı saksafon solosuna verdiği pür dikkati önünden uçan bagetin tekiyle dağıldı; dikkati salondaki geri kalan herkesinki gibi kızıla doğru yaklaşırken öfkeden ateş saçmayı ihmal etmeyen Bakugou'nun üzerindeydi. "KİM LAN O OROSPU?" Bakugou'nun sağ eliyle sertçe yukarı kaldırdığı tişörtün içindeki titreyen çocuğun ağzı '...ne?' den başka bir söz çıkartamamıştı. "Kim, diyorum, kim? Kimi seviyorsun bu kadar? Hangi orospu, söyle!" Bakugou car car bağırmaya devam ederken hemen diplerindeki mikrofon yeterince acı çeken kalabalığa hiç mi hiç yardımcı olmuyordu. "Bakugou, lütfen şarkıyı bitirelim-" "Kimse senin boktan şarkını dinlemek istemiyor!" Bunu söylediği saniyede Bakugou'nun hem zihnini hem de kalbini pişmanlık sarmıştı. Böyle düşüncesizce konuşması; Kirishima'nın titreyen ellerinin daha da sarsılarak ceplerine gömülmesine, gözlerinin saçtığı neşeyi söndürüp bir daha kalkmamak üzere yere yönelmesine ve özgüveni varmış gibi dursun diye tuttuğu dik duruşunun yerini umutsuz bir kambura bırakmasına sebep olmuştu. "Biliyorum." Kirishima elindeki mikrofonu başının hizasındaki yuvasına oturttu. "Belki o sever diye düşünmüştüm ama yanıldım." Kirishima adımlarını siyah perdenin arkasına yönlendirirken ekledi: "Bu rahatsızlık için özür dilerim, ben sadece- her neyse işte. Size de teşekkürler A-band, sizi dinlemem gerekirdi." Birkaç adım atmıştı ki Bakugou'nun jetonu düşüverdi. Mahvetmişti, ciddi anlamda. Onun başkasıyla mutlu olmasını istememişti sadece, bunun Kirishima'nın yüzünde hiç görmediği kadar üzgün bir ifade oluşturacağını düşünmemişti ki. Hem Kirishima Bakugou'yu yeterince tanıyordu, onun yaptığı aptal bir yorumu bu kadar umursayacağını hiç düşünmezdi. Yine yalnız kalmaktan korkmuş, Kirishima'yı kendine saklamak istemişti sadece. Bencil herifin tekiydi. Onu hak etmiyordu bile. "Bok kafalı, hayır-" diye atıldı, her şey için çok geç olduğunu bile bile. Ancak Kirishima'nın durmasını, arkasını dönmesinin ve hafifçe tebessüm etmesini sağlayan Bakugou'nun seslenişi değil, kalabalığın bir ağızdan "Söyle, söyle, söyle" diye bağırmasıydı. En önlerdeki Ashido ve Sero baş parmaklarını güvenle kaldırırken zaten sahnede olan Kaminari ve Jirou gitarlarını bırakmış, Kirishima'yı çekiştiriyorlardı. Kirishima, Kaminari'nin saçını dağıtmasıyla sinirlense de bunu takamayacak kadar çok derde sahipti. Önünde kocaman bir kalabalık, sanki çok da kolaymış gibi oracıkta aşkını itiraf etmesini bekliyordu. Göz göze geldiği sınıf arkadaşlarının 'hadi yapabilirsin' der gibi parlayan gülümsemelerini görünce sırtını tekrardan dikleştirdi, boğazını temizledi ve kararlı gözlerini izleyiciye dikti. Olabildiğince nazik bir sesle "Annem 'küfür etme, gün gelir sana döner' demişti ama canlı örneğini göreceğimi hiç düşünmezdim." demesiyle salondaki gerginlik yavaşça kırıldı. "Ne saçmalıyon lan sen?" Kirishima, Bakugou'nun bundan daha zeki olduğuna emindi. Bir tokat yemesi an meselesi olmasına rağmen biraz daha oynamaya karar verdi. Alnındaki boncuk boncuk terler akarken küçük kaşlara takılıyor, bacakları heyecandan ayakta durmakta zorlanıyordu ama bunların elindeki muazzam fırsatı mahvetmesine izin vermeyecekti. "Onun kim olduğunu niye bu kadar merak ettin ki, Patlangaç?" "Çünkü..." Hadi söylesene Bakugou, sen sahip olduğum en değerli kişisin ve karının tekine kaybetmek istemiyorum. "Çünkü?" Işıklardan sorumlu abi de Bakugou'dan nefret ediyormuşçasına tüm ışıkları, dolayısıyla tüm dikkati sarışına çevirmişti. Beyaz ışığın Bakugou'nun beyaz tenini daha da soluk göstermesi Kirishima'ya gözünün dalmasına izin vermemesi adına büyük bir sorumluluk yüklüyordu. Birkaç saniye süren garip sessizlikten sonra "Çünkü kıskandım, kahretsin!" diye ağzındaki baklayı çıkardı en sonunda. "Onu alıp kafasını parçalamak istedim çünkü dikkatini, şakalarını ve parlak gülümsemeni ona verecektin artık. Onunla takılmanı istemedim, benimle takılmanı istedim! Ayrıca sikeyim, öyle romantiksin ki kız sana bayılacak ve sürekli vıcık vıcık boktan süprizlerini anlatacak ve ben kusmak istemekten başka bir şey yapamayacağım!" Bakugou'nun bağırışlarını mikrofon olmasa bile bütün salonu inletip üstüne yankı yaparken Kirishima dolduğunu hissettiği gözlerini kırpıştırarak gülümsedi. Gözlerinin gülmesini tutmaya çalışmaktan mı yoksa Bakugou'nun böyle hissediyor olmasına duyduğu mutluluktan mı dolduğundan emin değildi. "Boktan olduklarını düşünüyorsan sürpriz yapmam tabii." Bakugou'nun saksı sunırları zorluyordu: Ha? "KİM LAN O OROSPU?" "Annem 'küfür etme, gün gelir sana döner' demişti ama canlı örneğini göreceğimi hiç düşünmezdim." Ne diyor bu çocuk? "Bana mı?" "Aklımda onlarca plan vardı ama madem vıcık olduklarını düşünüyorsun sadece gidip erkeksi şeyler yaparız, ne biliyim protein tozu yutma challenge falan." Yaşam savaşı veren beyin hücrelerini taşıyan Bakugou'nun kafası yavaşça sağa doğru eğilmiş, Kirishima'nın şaka yapıp yapmadığını anlamak için onu detaylıca süzen gözleri olabildiğince kısılmıştı. Ancak yeterince panik olmuş kızılın bu şaşkınlığı ve kafa karışıklığını yanlış anlaması kaçınılmazdı. "Sanırım önce düz ya da homofobik olup olmadığını falan sormalıydım- ama ben artık söylemem gerektiğini düşündüm ve Minalar da zorlayınca ve şey- ama yani biliyorum hislerim biraz değişik ve iğrenç olduğumu düşünüyorsan lütfen bu hiç olmamış gibi davranalım, ibne falan desen de alınmam ve ben-uh" diye Midoriya gibi mırıldanmaya başladı eli panikle ensesine gitmeden hemen önce. Çılgınca bir alkış koparan kalabalıktaki her bir insanın yüzü az önce çektiği işkenceyi tamamen unutmuşçasına bir tebessüm taşıyordu. Bu kadar destekleneceğini beklemeyen Kirishima ise tedirgince de olsa ağzının kulaklarına varmasına engel olamamıştı. Gözü sevdiğine kaydığında ise zavallı sarışının sadece öyle bakakaldığını fark etti. Belli ki hiç mi hiç beklemediği bir haberle karşı karşıya kalmış sarışının gözleri kocaman açılmış, ağzı hafifçe aralanmıştı. Onun bu durumuna karşı Kirishima açıklama yapmak zorunda hissetmişti. "Bak, anlaşması çok kolay birisi değilsin ve sana yaklaşabilen sayılı insanlardan olduğum için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam." diye başladı Bakugou'nun hayatında duyduğu en nazik, en şefkatli tonla. "Seni çok az kez gülerken gördüm, ama değişmez bir gerçektir ki, bu gülüşlerden favorim Kamino'daki. Beni kendinle eşit tuttun, yardımımı kabul ettin ve elimi yakalayıp gülümsedin. Bana gülümsedin Bakugou, bana. O kadar güzeldi ki. Çok korkuyordum, seni kaybetmekten korkuyordum, villainlardan korkuyordum ama aptal gibi sırıtmaktan alıkoyamadım kendimi, çünkü bana gülümsedin Bakugou. Bütün gece karnım ağrıdı, uyuyamadım." Kirishima kızarmış yanaklarına kadar kaldırıp salladığı yumruklarıyla bayıldığı şarkıcıdan imza almak üzere olan küçük bir fangirlü andırıyordu. "Orada elimi tuttuğunda gerçekten mutlu olduğunu hissettim, sürekli elimi tutmanı ve hep gerçekten mutlu olduğun için gülmeni istedim. O gülüşü bi daha görmek istedim, hep seni güldürmek istedim, hep gülümse istedim; çünkü açgözlü ve bencilim ve güldüğünde hissettiğim o karın ağrısından daha çok istiyorum. Ne güzel güldün o akşam bana, Bakugou." Seyircinin iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık olmasına rağmen çıt çıkmadığından, yavru bir kediyi ürkütmek istemezmiş gibi yavaşça yaklaşan Kirishima'nın adımları salonda yankılanmıştı. Elleri, başını aşağı eğip yanan yüzünü saklamak için kaküllerine güvenen Bakugou'nun yanaklarına ulaştığında hafifçe yukarı çekti ve sarışını gülümsemeye zorladı. Ellerinin titremeyi kestiği falan yoktu ama pek umrundaymış gibi görünmüyordu. "Çok yakışıyor sana. Sürekli güldürmek, mutlu etmek istiyorum seni. Her zaman seni güldürmek için yanında olmama izin verir misin Bakugou?" Bakugou bir şey söyleyemeden önce kopan ve uzun süre dinmeyen alkışta düşünme fırsatı buldu. Ne diyo bu salak ayol? Bakugou daha ondan 'nefret etmediği' sonucuna varabilmek için bile çok vakit harcamıştı, aynı sürede Kirishima ise bırakın gay olduğuna karar vermeyi, Bakugou'yu ne kadar sevdiğine karar vermiş, onu yansıtan bu şarkıyı seçmiş, bateri sağolsun Bakugou'nun salonda olcağından emin olmuştu. Kirishima'nın zeka seviyesi için plus ultra şeylerdi bunlar. Bakugou ise öylece oturmuş, Kirishima'nın ışık saçan gülümsemesinin herkesin kalbini kendisininki kadar hızlandırdığını varsaymıştı. Göz ardı etmişti; onu sadece kendine saklamak istemesini, hep yanında olduğu için duyduğu minneti, kızılın hastaneye kaldırıldığını duyduğundaki korkuyu ve daha nicesini. İyi ya da kötü, pek çok farklı duygu yaşamıştı ve hepsinin aptal herifin tekinin marifeti olması onu sinirlendirmiyor değildi. Kirishima'nın yanına gelip bateride ona ihtiyacı olduğunu söylemesinden beri huysuzdu zaten ama büyük günün içine oturtacağı öküzün bu denli etkili olacağını düşünmemişti. Kirishima'yı başka biriyle hayal etmenin ya da yaptığı aptalca bir yorum yüzünden kızılın yüzünde oluşan ifadenin canını bu kadar acıtacağını, o her tebessüm ettiğinde kalbinin böylesine hızlanıp karnına ağrılar gireceğini de düşünmemişti. O her güldüğünde sanki içindeki boşluk doluyor, beynine giden kan duruyor, vücudunu bir ferahlık sarıyordu. Alkışlar sonunda dindiğinde, Bakugou ne diyeceğinden emindi, ses tonunda bir gram tereddüt yoktu. "Ne boş yaptın, seviyoz işte." Kirishima'nın tedirgin ifadesinin yerini yanaklarını acıtacak kadar geniş gülümsemeye bırakışı küçük bir andan uzun sürmemişti. Aldığı yanıtla uzun süredir kendini kasan vücudunun dizlerinin bağı çözülmüş, kendini Bakugou'nun üzerine bırakmıştı. Belki bu ilk sarılışları değildi, ancak birbirleri için dosttan öte olduklarını bildikleri, ve daha nicesi gelecek olan sarılışların ilkiydi. Kirishima'nın her provada, her derste, her yemek yiyişinde tekrar tekrar hayalini kurduğu an, onlarca seyircinin şahitliğinde yaşanıyordu işte. Yerde tepinen Mina birilerine video çekmesini emrediyor, Uraraka hemen yanında oturan Deku'nun gözyaşlarını siliyordu. 'Öğğ'leyen Mineta dışındaki herkes sahnedeki çiftin mutluluğuna ortaktı. Kirishima kendi ayakları üzerinde durabilecek kadar gerçek dünyaya döndüğünde, hafifçe doğruldu ancak Bakugou'dan ayrılmadı. Hala sarılıyor, onun baharatlı şampuanının kokusunu içine çekiyordu. Hapşırmamaya çalışarak sevdiğinin kulağına fısıldarken mutluluğunu gizleme ihtiyacı duymamıştı. "Seni seviyorum." "Boş yapma, biliyoruz herhalde." "Sevgili mi olacağız şimdi?" "Ben seni pokemonum olarak alacaktım ama o da olur." Kirishima kıkırdarken biraz daha geri çekilip alınlarının birbirine değmesini sağladı. Bu açıdan çok komik görünen Bakugou'nun yüzünü öpmemek içni kendini zor tutuyordu. Aylardır hayalini kurduğu çocuk kollarının arasında, aylardır dokunmak istediği yüz hemen önünde, aylardır okşamak istediği saçlar elinin altındaydı; her türlü derdi, kalacağı dersin verdiği endişeyi, nerede olduğunu bile unutmuştu. Kirishima'nın korktuğu tek şey aniden yurt odasında uyanıp her şeyin rüya olduğunu fark etmek ve yan odadaki arkadaşına olan duyguları ve hayalleriyle baş başa kalmaktı. "Hey Kirishima!" diye bir bağırışla tüm atmosfer dağıldı. Bakugou yavaşça kızıldan ayrılırken her şeyi bozan Jirou'ya en kızgın bakışlarından atıyordu. "Romantik anı bozduğum için üzgünüm ama 3 dilek hakkımın olduğunu söylemiştin." dedi cebinden telefonunu çıkartırken. Yüzündeki muzip gülümseme Kirishima'yı korkutuyordu. "Um... o anlık bir şakaydı ama sanırım evet?" Jirou gülümsemesini bozmadan kamerayı açtı ve ekranı Kirishima'yı da Bakugou'yu da içine alacak şekilde tuttu. Dileği kalabalığı tekrardan coşturmaya yetmişti. "Öpüşün, 3 kere. Şimdi."
  5. Vocaloid şarkılaırnı çok seviyorum. Bu yüzden en sevdiğim şarkıları Alice of Human Sacrifice ile ilgili bir FF yazdım. Bir zamanlar küçük bir rüya varmış. Kimse bunun kimin rüyası olduğunu bilmiyormuş, bu sadece küçük bir rüyaymış. Bu küçük rüya bir gün demiş ki; "Ortadan kaybolmak istemiyorum. İnsanların beni hayal etmelerini nasıl sağlayabilirim?" Küçük rüya düşünmüş düşünmüş ve en sonunda aklına bir fikir gelmiş. "İnsanların bana gelmesini sağlayacağım ve benim dünyamı yaratmalarını sağlayacağım." Küçük rüyanın seçtiği ilk Alice, ormanın yakınındaki bir kasabada yaşayan Meiko'ydu. Kahverengi kısa saçları ve kırmızı gözleri vardı. Büyükannesi küçükken ona kırmızı bir pelerin örmüştü, bundan dolayı da kasabadakilerin hepsi bir ara ona Kırmızı Başlıklı Kız derlerdi. Ama bu kız artık büyüdü. Tam bir yetişkin oldu. Kurtla olan karşılaşmasından sonra diğer çocuklara karşı daha temkinliydi. Eğer ormana bir çocuk girerse o da kılıcını alıp onu takip ederdi. Bir başka çocuğu kaybetmek istemiyordu. Evet, o gün onu kaybetmişlerdi. Eski neşesi ve eski çocuksu hali kalmamıştı. Bir yetişkin gibi sürekli tetikteydi. Gene bir gün ormana giren bir grup çocuğun peşine düştü. Uzun bir yol gittiler. Güneş yavaş yavaş batıyordu ve etrafı görmek zorlaşıyordu. Karanlık çöktüğünde ormandan kimse çıkamazdı. Meiko bir anlığına, sadece ne kadar zamanları kaldığını görmek için, başını gökyüzüne kaldırdı. Bitişik ağaçların sık yaprakları arasından kızaran gökyüzünü görmek zordu ama tahmini yarım saat üzerineydi. Tekrar başını yoluna çevirdiğinde çocuklar yok olmuştu. Meiko telaşa verip koşturmaya başladı. Nereye gitmişlerdi? Eğer onları bulamazsa onlara zarar gelebilirdi. "Çocuklar! Çocuklar, neredesiniz?" Ama cevap yoktu. Artık güneş dağların arasına girmişti ve ortalığı zifiri karanlığa bırakmıştı. Her şey ayın insafına kalmıştı. Eğer bu gece ay çıkmazsa çocukları bulması ve geri dönmesi çok zor olurdu. Kaldı ki Meiko çocukları ararken yoldan çıkmış ve kaybolmuştu. Siniri bozulup bir taşı tekmelemeye başladı. Siyah çizmeleri her darbede hasar görüyordu ve eskiyorlardı. Kırmızı, kabarık etekli elbisesi de dallara takıla takıla parçalanmıştı. Yorulduğunda tekmelediği taşın üstüne oturup ağlamaya başladı. Nasıl onları kaybeder? "Ağlama minik kız." Dipten gelen bu ses Meiko'nun tüylerinin diken diken olmasına neden oldu. Etrafını nemli gözleriyle inceledi ama bir şey bulamadı. "Kim var orada?" diye seslendi. Çok beklemeden önceki sesin daha ince ve saf bir versiyonu duyuldu. "Onlar için endişelenmene gerek yok." dedi. "Onlar artık benimle. Sonsuza dek mutlu olacakları yerdeler." bu seferki ses küçük bir kıza aitti. Meiko kılıcını eline alıp savunmaya geçti ama arkasında hissettiği bir çift elle yerinden sıçradı ve çığlığı bastı. Arkasını döndüğünde o zaman karşılaştığı kurdu gördü. Çökmüş haldeydi ama onun ölmüş olması gerekirdi. "Ne işin var burada?" diye tısladı Meiko. Bir yandan da kılcını boynuna dayamıştı. Kurt hiç bir tepki vermiyordu sadece baygın gözlerle kıza bakıyordu. "Git." dedi nefesinin üstünden. "O çocuklar için çok geç ama sen hala yaşayabilirsin... Git." Meiko dediklerine bir anlam veremedi. Neden ona yardım ediyordu ve neden kaçıyordu? Kurdun kulakları dikleşti ve Meiko'ya hırladı. "Git dedim!" diyerek onu iteledi ve kovalamaya başladı. Meiko korkuyla ormandan çıkış yolunu aradı. Nereden gelmişti, nereye gidiyordu? Orman artık onun için içinden çıkılması imkansız bir labirentti. Hava iyicene kararmış ama ay çıkmamıştı. Üstüne sis çökmüştü. Ayağı sürekli olarak dallara takılıyordu. "Hayal et." dedi bir ses. Bu deminki kurdun sesiydi. "En çok istediğin şeyi hayal et... Harikalar Diyarını." Meiko nereye gideceğini bilemeyerek gerilemeye başladı. Sırtı bir ağacın gövdesine değdiğinde gözlerinden durmaksızın yaşlar akıyordu. "Bizimle gel Meiko." Kaybolan çocuklar. İlk sefer duyduğu o ses. Kurt. Ve daha niceleri, ellerini ona doğru uzatıyordu. Meiko tiz bir çığlık attı ve karanlığa karıştı. Güneş doğduğunda ormanın girişindeydi. Kalkmak için çabalıyor ama yapamıyordu. Başını kaldırmaya çalıştı ama sadece yana çevirebilmişti. Ellerini gördüğünde şaşkınlıkla gözleri açıldı. Sol elinin üstünde kocaman, kırmızı bir maça vardı. Hangi ara olmuştu bu? Bir kaç köylü Meiko'yu gördüğünde telaşla yaptıkları işleri bırakıp ona doğru koşmaya başladılar. "İyi misin?" "Bizi duyuyor musun?" "Çocuklar nerede?" Annelerin ilk sorduğu şey buydu. Onlara ne diyecekti. Yaşlıca bir kadın diğerine işaret yaptı. "Biraz sakin ol. Baksana kızın haline. Çok zor anlar geçirmiş." "Peki ya çocuklarımız?!" Meiko'nun gözleri doldu. Onlara ne diyecekti? Nasıl derdi, çocuklarınızı kaybettim? Meiko'yu destekle kaldırdıklarında ayaklarını yere var gücüyle bastı. Kendi başına dik duracaktı. Kılıcını eline aldı. Saçları yüzünü kapayacak şekilde başını öne eğmişti. "Hayal edin." dedi. "En çok istediğiniz şeyi hayal edin... Harikalar Diyarı'nda..." artık onlara bakıyordu. Gözlerini kan bürümüş, sinirden elleri titriyordu. Niye bu kadar sinirliydi? Niye delicesine sırıtıyordu? Eğlenceli olan ne? Kızmasını gerektirecek şey ne? Kılıcını sallamaya başladı. Kılıç sallandıkça etrafındakileri kesiyordu ve onları tek ve kesin hamlelerle cansız bırakıyordu. "Birlikte oynayalım!" Meiko kasabada deli gibi koşturmaya ve önüne geleni kesmeye başladı. Kimse kalmamıştı geriye. Üstü başı kan olmuştu ama o hiç bir şeyi takmıyordu. Sadece gülüyordu. Rahatlamış hissetti. Tüm yükü kalkmış gibiydi. "Bizimle gel..." Gene o ses. Ormanda duyduğu ses. Ama ormanda değildi. "Bizimle gel." Bu sefer yanına başka sesler de eklenmişti. Sis çökmeye başlamıştı. İyi de havada en ufak bir bulut bile yoktu. Güzel, güneşli bir hava. Sisler yavaş yavaş ayaklarına dolanırken Meiko kaçmak için bir hamle yaptı ama ayakları yere sabitlenmişti. Ona doğru uzanan elleri görünce panikledi. "Bırakın beni!" diye çığlık attı. Kaçışı yoktu. Eller onu sardığında bile Meiko tepelenmeye devam ediyordu. Onu tutan eller, onu ormana doğru sürüklüyordu. Kestiği sayısız canavarın kanından oluşan kırmızı yolda sürükleniyordu. Ormanda alınan canlar onu oraya hapsetmişti. Ondan geriye sadece kırmızı yol kalmıştı. Küçük rüya ilk Alice'nin oyunda başarısız olmasına çok üzüldü. Bu yüzden ikinci Alice'yi seçmeye karar verdi. Taştan bir şehirde yaşayan ve çok güzel şarkı söyleyen bir adam, Kaito. Sokaklarda dolaşıp şarkısını etrafa yayardı. Bunu dinleyen herkes de adeta büyülenirdi. Bir gün şehrin başkanı ondan bir ricada bulundu. Şehirdeki fareleri kovalamasını istedi. Kaito bunu kabul etti ve şehrin bir ucundan başlayıp öbür ucuna kadar şarkı söyledi. Fareler şehrin biraz ötesindeki bir nehire düşüp boğularak can verdiler. Kaito başkanın yanına geri dönüp parasını istediğinde başkan öyle bir şey demediğini söyledi. Odada bulunan diğer insanlar da ona hak verdi. Kaito bu duruma çok sinirlendi. "Hepiniz bir sabah uyandığınızda çocukalarınızı yataklarında göremeyeceksiniz." Bunun üzerine başkan tüm polisleri Kaito'yu gözetim altına almaları için görevlendirdi. Tüm çocuklar evlere kapatılacaktı ve Kaito'nun şehre girmesi engellenecekti. Kaito şehrin dışına çıktığından beri tuhaf sesler duyuyordu. Akşam olup karanlık bastırdığında korkmaya başladı. Sesler gitgide çoğalıyor ve hiddetleniyordu. Bunlar sanki... Fare sesleri! Kaito'nun boğduğu fareler tekrar sudan çıkmış ve onu takip ediyorlardı. Kaito koşmaya çalışsa da düzgün yapamıyordu. Yolda çok fazla engel vardı. Sonunda ayağı bir taşa takılıp yere düştüğü ve fareler üstüne çıktı. Onu kemiriyorlardı. Yavaş yavaş bitiriyorlardı. "Yardım edin!" diye bağırıyordu ama kimse onu duyamazdı. Yolun sonunda gelmişti. "Çiçeklere nazik davranın." dedi yankılanan bir ses. Sevimli bir sesti bu ve Kaito'yu sakinleştiriyordu. Onunkinden daha güzel ve büyülü bir ses olamazdı. "Güller zerafetin göstergesidir. Sen biraz dinlen. Sabaha daha iyi hissedeceksin." Kaito'nun gözleri kapandı ve kendini karanlığa bıraktı. Sabah uyandığında vücudu ağrılar içindeydi. Sol elini taştan destek almak için kaldırdığında mavi karoyu gördü. Hangi ara çıktı bu? Sakince yerinde doğruldu. Tüm kemikleri acıyordu ama ayakta durmak için bir nedeni vardı. Hepsini öldürecekti. Başta başkan olmak üzere. Bunu yapabilecek gücü varmış gibi hissediyordu. Şehre döndüğünde sokaklarda bulunan herkes ona korkuyla bakıyordu. Ondaki değişimi hissedebiliyorlardı. Kaito şehrin tam göbeğinde durdu ve insanları süzdü. Hepsi de ne kadar korkmuş. Onları sakinleştirmek lazım, diye düşündü. Önce öksürdü, sonra dikleşti. Ve o güzel sesiyle şarkı söylemeye başladı. Tüm insanlar sonsuz uykuya dalmıştı. Notalarının her yere yayıldığı kendi dünyasını yaratmıştı. Herkesin işinin bittiğinden emindi ama söylemeye devam ediyordu. Bu dünyayı sonsuza dek yaşatacaktı. Ama karnında hissettiği bir acı onu durdurdu. Küçük çocuğun kulakları sarılıydı. Onun güzel sesini duyamıyordu ve bu yüzden bu sese kıyabiliyordu. "Ne cürretle sen..." Kaito'nun bacakları tutmaz oldu ve yere düştü. Demek böyle bitecekti. Güzel ve zarif çiçek olarak tekrar hayat bulacaktı. Bedeni değişip küçüldü ve kırmızı, parlak bir çiçek oldu. Küçük çocuk bu durumdan fazlasıyla korktu. Bir insan bir çiçeğe dönüştü. Ama çiçek çok güzeldi. Hayranlığını gizleyemiyordu. Gülü sabitlendiği yerden koparıp aldı. Bu güzel şey niye bu kadar tehlikeli, diye geçirdi. Çiçek tüm bunları hissediyordu. Çocuğun ve diğerlerinin takdirleriyle soldu. Artık bu takdirleri hak etmiyordu. Küçük rüya İkinci Alice'nin de başarısız olduğunu görünce ağlamaya başladı. Hiç kimse güzel bir dünya hayal etmiyordu. Sahibini geri istiyordu. Harikalar Diyarı başta çok eğlenceliydi. Şapkacı, Twiddle ikizleri, beyaz tavşan... Kımrızı Kraliçe bile eğlenceliydi. O koca kafasına bakmak çok zevkliydi. Ve onunla dalga geçmek. Harikalar Diyarı'nı hatırlıyor, eğlendikleri zamanları hiç unutmadı ama Alice'yi; en başta tanıştığı, en sevdiği Alice'yi hatırlamıyor. Kimdi o? Her neyse. Belki Üçüncü Alice ona benzer ve hatırlamasına yarımcı olur. Üçüncü Alice o solmuş gülü bulan kızdı. Kulakları gülü saçına takınca duyar olmuştu. Küçük rüya, yeni Alice'nin burada yapabileceği hiç bir şeyi olmadığı için onu başka bir yere götürdü. Eski bir karallık. Yönetimi çılgın bir kralın eline geçmiş ve her yerde saçmalıkların olduğu bir krallık. Alice uzun yoldan geldiği için öncelikle elinde olanla yemek almak istedi. Fırına gidip sepet dolusu poğaça, ekmek, kurabiye aldı. Fırıncı kızın güzelliğine hayran olmuştu. "Adın ne senin?" diye sordu. Kız ona dönüp gülümsedi. "Miku." "Miku? Ne kadar güzel bir isim." Kız başka bir şey söylemeden, veya fırıncının bir şey demesine izin vermeden, dışarı çıktı. Yoldan geçen herkes onun güzelliğine hayran kalıyordu. Kralın askerlerinden biri onu gördüğünde hemen krala haber verilmesini emretti. Ortanca oğlu hala daha evlenememiş olan kral, hem bu krallıktan hem de başka krallıklardan gelin arıyordu ama şimdiye kadar hiç bir kız oğluna yakışmamıştı. Ama bu kız da o prense yakışamazdı. Prens onun yanında kendinden utanırdı. Kral bu güzel kızın haberini alınca onu saraya davet etti. Devasa sarayda Miku küçük dilini yutacak gibi oldu. Buranın güzelliği anlatılamazdı ama Miku'yu büyülemişti. Kalbinin atışını duyabiliyordu. Kralın huzuruna çıkınca kral bu kızı oğluna vermeye kıyamadı. "Oğlunuzu görmeyi gerçekten çok isterim." dedi Miku. Bunun üstüne kral ortanca oğlunu çağırdı. Genç prens Miku'yu ilk gördüğü anda aşık olmuştu. Miku ona kibarca gülümsedi. "Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum, prensim." Haftalar sonra ikisinin düğünü oldu. Prens bu kadar güzel ve nazik bir kızla evlenebildiği için çok mutluydu. Miku da prensi olabildiğince mutlu etmeye çalışıyordu. Ama ortanca kardeş olduğundan babasından sonra tahta geçemeyeceği için üzgündü. Bunun üsütüne Miku bir plan yaptı. En büyük kardeşle bir buluşma ayarladı. Birlikte sohbet ettiler, gülüştüer. En büyük prens buluşmanın sonunda Miku'ya aşık olmuştu. Dizlerinin üstüne çöküp kızın narin ellerini tuttu. O kadar zarifti ki, tuttuğunda kırılacak zannetti. Lütfen benimle evlen, diye yalvardı. Miku her zamanki gibi gülümsüyordu. "Ancak ölürsen..." Arkasında sakladığı bıçağı alıp prensin kafasına sapladı. "...Biz mutlu olabiliriz." Miku cansız bedeni sakladı ve etraftaki kanı temizledi. Kan sıçaran elbisesini ve bıçağını kömür gibi yaktı ve tüm kanıtları ortadan kaldırdı. Ama bu yetmezdi. Küçük prens de abisine aynı şeyi yapacaktı. Onu da öldürmeliydi. Aynı olaylar tekrarlandı ve kimse prenslerin öldüğünün farkında değildi. Miku ortanca prensin tahta çıkacağını duyduğunda çok sevinmişti ama bu bekleyiş fazla uzun sürmüştü. Bir gün kralın çayına bir damla zehir damlattı. Bu zehir onu anında öldürecek türdendi. Böyle sayısız insan aldattı ve kendine en uygun -ve en garip- dünyayı yarattı. Ortanca prens artık ona hoş gelmemeye başlayınca onun da işini bitirdi. Kırık kalpler koleksiyonuna bir kalp daha ekledi. Eşi ve kardeşleri ortadan kalkınca Miku bu ülkenin kraliçesi oldu. Ama bunlar yetmezdi. Hep dahasını istiyordu. Bir gece uykusundan bazı seslerle uyandı. "Miku. Seni seviyoruz." Derinden gelen bu garip sesler onun korkmasına sebep oluyordu. Yataktan fırlayıp kapıya yöneldi. Belki dışarıda hayranları vardı ama kapı kolunu tutup çevirmeye çalıştığında hiç bir işe yaramadı. Kilitliydi. Kilidi açmak için anahtarı aradı ama yok. Sesler daha yakına gelmişti. "Miku. Sev bizi." Kızın kalbi delicesine çarpıyordu. Kapı kolunu tutup var gücüyle çevirdi. İşe yaramıyordu. Ne kadar zorlasa da açılmıyordu. Sonunda kapıyı tırmalamaya başladı. "Yarım edin! Yardım edin!" Kimse genç kızın sesini duymuyordu. İçerideki seslerin sahipleri Miku'yu sarmıştı. "Bizim ol Miku." Kızın çığlıkları tüm sarayı inletmişti. Sabah olduğunda Miku korkuyla titriyordu. Akşam olanlardan sonra ne zaman düzelir, düzelir mi bilinmezdi. Katılarak ağlıyordu. Bir kaç hizmetçi onu zorla güne hazırlayıp tahtına oturttular. Yapılması gerek çok iş vardı. Hizmetçilerden en genci Miku'nun sol elindeki yeşil sineği görünce şaşırdı. Sabah yoktu bu. Hangi ara çıkmıştı? Kız eline bez alıp silmeye kalkınca Miku onun boğazına yapıştı. "Sakın ona dokunma!" Genç kız kaçmaya çalıştı ama Miku tırnaklarını boğazına geçirmişti. Gittikçe eli sıkılaşıyor ve tırnaklar daha derine iniyordu. Tırnaklarından biri şah damarını kesince, kızın boynundan kanlar fıskiye gibi çıkıyordu. Miku her nedense bunu eğlenceli buldu ve tüm hizmetçileri ayağına çağırdı. Hepsine aynı şeyi yaptı. Eğlenceliydi. Tüm krallığın kanını istiyordu. Her öldürdüğü kişide daha da deliriyordu. Daha fazla istiyordu. Ama öldürdüğü her insandan sonra bedeni yavaş yavaş çürüyordu. Güzelliğinden geriye hiç bir şey kalmayana kadar öldürmeye devam etti. Artık kimse onu sevmiyordu. Sevmesinler. Miku eğlensin yeter. Ölüm sırası gelen bir kaç köylü Miku'nun son haline baktılar. Gerçekten iğrençti. İçi dışına vurmuştu. Hasta bir zihinle kalbe ancak bu yakışırdı. Adamlardan birinin boğazını tuttu Miku. "Benim ol." dedi. Adamın boğazını sıkmaya başlayınca yanındaki arkadaşları kızın üsütne atladılar. Miku yere düştü. Üstüne iki adam da çıkınca çürümüş bedeni daha fazla dayanamadı ve parçalandı. Köylüler bu olaydan sonra bir daha düzelemediler. Kralın yardımcıları yönetim için tartışıyorlardı. Köylüler Miku'dan kurtuldukları için seviniyorlardı. Küçük rüya ise bir umut ışığı görüyordu. Miku'da Kırmızı Kraliçe'yi görmüştü. Belki sonraki Alice ona kendi Alice'sini hatırlatabilirdi. Küçük rüya bu sefer bir oduncu kulübesine uğradı. Burada sarışın, mavi gözlü iki çocuk babalarıyla yaşıyordu. Bir gün evlerine bir mektup geldi. Kraliçe bir çay partisi veriyordu. Ormandaki kırmızı yolun sonunda, bir gül ağacının altında. Kraliçe sadece özel kişileri davet edeceğini söylüyordu. İyi de bu iki çocuğun neresi özel? Kız olan Rin, erkek olan Len. Kupa kartına yazılmış daveti tekrar okudular. "Kraliçemiz bu hafta sonu özel bir çay partisi veriyor." dedi Rin. "Sadece özel davetlilerimiz orada olacak." diye devam etti Len. "Sizler de bu özel davetin özel konuklarındansınız." "Lütfen orada olun. Kırmızı yolun sonunda, gül ağacının altında." İkizler birbirlerine şüpheyle baktılar. "Gerçekten bizi çağırıyor olamazlar, değil mi?" diye sordu Rin. Len sadece omuz silkti. "Mektuplar karışmış olabilir. Ama karışmadıysa bir bakmak icap eder. Her şekilde gidelim derim." "Ama kıyafetimiz yok." dedi Rin üstündeki paçavraları göstererek. "Bu şekilde kraliçenin önüne çıkamayız." Len elini çenesine koyup düşünmeye başladı. "Terziye olanları anlatalım ve birer elbise isteyelim. Belki kraliçenin davetine gittiğimizi duyunca bize bir güzellik yapar." İkizler birbirlerine sarılıp zıplamaya başladılar. Kraliçenin davetine gidiyorlardı. Bundan daha güzel ne olabilirdi? Hiç zaman kaybetmeden köye inip terzinin dükkanına uğradılar. Ona durumu izah edip iki elbise istediler. Terzi davetiyeyi eline alıp okuduğunda gözlerine inanamadı. "Bu kraliçenin mührü." Bir davetiyeye, bir ikizlere bakıyordu. Sonra başını sallayıp davetiyeyi onlara verdi. "Bırakın parayı. Size o kadar güzel elbiseler yapacağım ki oradakilerin hepsinin aklı uçacak. Ve lütfen herkese beni tanıtın." "Anlaştık." dediler ikizler bir ağızdan. Terzi dikiş makinesini çalıştırdı ve hiç aralık vermeden elbiseleri dikti. Gün sonuna kadar ikisi de hazırdı. İkizler babalarına son bir kez veda edip yola koyuldular. Yol boyunca çay partisi hakkında konuştular. "Sence orada başka kimler vardır?" dedi Len heyecanla. "Dükler olabilir. İmparatorlar. Prensesler." "Bir sürü özel insan arasında olacağız." Yollarını kesen bir kapıyla karşılaştıklarında durdular. Kapının üstünde Harikalar Diyarı yazıyordu. "Ne kadar harika acaba?" diye söylendi Rin. Oraya girmeyi çok istiyordu. Elini kapıya doğru uzattığında kardeşi onu tuttu. "Hayır Rin. Biz kraliçenin davetine gidiyoruz, unutma." Rin yanaklarını şişirdi. "Bakıp çıkalım. Fazla uzun sürmez." Kadeşinin ısrarına daha fazla dayanamayan Len sonunda kabul etti ve kapıyı açtılar. Kelebeklerin dans ettiği, çok güzel bir yerdi. Onlar kelebeklerin güzellikleriyle büyülenmişken kapının ardlarından kapandığının farkında değillerdi. Bunun gibi sayısız kapıdan geçtiler. Son kapının ardında kendi ormanlarından çok farkı bir orman vardı. Biraz etrafta dolaştıktan sonra sarmaşıklarla kapatılmış bir alan gördüler. "Acaba burada ne vardı?" dedi Rin. Yanına gitmeye korkuyorlardı. "Her neyse, buraya gelemez. Sarmaşıklar çok kalın. Ancak kılıç gibi keskin bir aletle kesmesi gerek-" Len kardeşinin işaret parmağıyla gösterdiği yere baktı. Parçalanmış. Arkalarından gelen ayak sesleiyle ikizler dona kaldılar. Kalp atışları hızlanmıştı. İki kardeş ellerini kenetleyip başlarını ağır çekimde arkalarına çevirdiler. Kahverengi saçlı, kırmızı gözlü güzel bir kadın. Tek sorun derisi gri renkteydi. İkizlere nazikçe gülümsedi. Elindeki kılıcı kaldırdığında gülümsemesi çarpıklaştı. "Ormanda ne işiniz var?" Meiko kılıcını salladığında ikizlerin kafaları uçtu. Kafasız bedenleri hala ayakta ve el eleydi. Ellerindeki yarım kupalar tam bir kupa oluşturuyordu. O ikisi bu rüyadan hiç uyanamadılar. Sonsuza dek Harikalar Diyarı'nda kaldılar. Küçük rüya ağlamaya devam etti. Bu iki çocuk kendi Alice'sine çok benziyorlardı. Onlarla oynamayı çok istiyordu. Onların dünyasını daha görememişti. "Yapacak bir şey yok." dedi. Hıçkırıklarını durdurmaya çalışarak yola devam etti. "Belki sonraki sefere onu bulurum." Kırmızı yolda yürümeye devam ederken kendi kendine söylendi. "Sıradaki Alice kim?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.