Jump to content

Genel Araştırma

'hunkokefendi' etiketi için arama sonuçları.

  • Etiketlere Göre Ara

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Yazara Göre Ara

İçerik Türü


Forumlar

  • Duyuru & Kurallar
    • Forum Kuralları & Yardım
    • İstek, Şikayet ve Öneri
    • Tanışın Kaynaşın
    • Türk Anime TV Etkinlikleri
    • E-dergi
  • Türk Anime Çeviri Ekibi (TAÇE)
    • Tamamlanan Projelerimiz
    • Devam Eden Projelerimiz
    • Gelecek Projelerimiz
    • Askıya Alınanlar
    • TAÇE Duyuruları
  • Anime GENEL
    • Anime İstek ve Öneri Bölümü
    • Bilinmeyen Animeler ve Karakterler İçin Yardım Bölümü
    • Anime Genel
    • Anime Geyik
    • Animeler & Karakter Anketleri
    • Anime Tanıtım ve İncelemeleri
    • Anime Serileri Bölüm Tartışma Alanı
  • Manga GENEL
  • Fansub Takımları
  • Anime Manga Live-Action Download
  • Fan Kulübü
  • Japonya
  • Program Deposu
  • Konu Dışı
  • Roronoa Zoro's Roronoa Zoro Kimdir?

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Oluşturma Tarihi

  • Start

    End


Son Güncelleme

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Üye Grubu


Hakkımda


Outlook


Web Sitesi


ICQ


Yahoo


Jabber


Skype


Konum


İlgi Alanları

2 sonuç bulundu

  1. Arkadaşlar merhabalar :) Hunkokefendi.com olarak, bizim ismimizi taşıyan yeni bir manga projesine başladık. Şu anda 4 bölüm, roman tarzında yayınlandı. Bu iş için 2 yazarımızı görevlendirdik ve çok şart olmasa da manga haline getirebilecek bir arkadaşımız olursa manga şeklinde yayınlamak da istiyoruz. Gönüllü arkadaşlarımız yazarsa, hikayeyi kendilerine aktarırım. Beğenirlerse başlarlar. Dediğim gibi 4 bölüm yayınladık. Şu ana kadar yayınladığımız bu bölümlere aşağıdan ulaşabilirsiniz. Teşekkürler şimdiden :) 1. BÖLÜM : Kaçış “Türestia uçağı yolcuları lütfen 3 nolu kapıya geliniz. Seferiniz 15 dk sonra başlayacaktır…” “Hayat, acılar ile dolu olan bu garip yaşantımın, sürekli olarak akan ve beni diyardan diyara sürükleyen bu sonsuz nehrin acaba bir anlamı var mı? İşte yeni bir yolculuk. Baba diyarımda yaşanan acıları sahiplenip ruhumda işitmem ne kadar doğru? Bana acı veren bu bağlar beni zayıflatan şeyler mi yoksa güçlendiren şeyler mi? Hepsinden daha da önemlisi bu bağları kim kurdu? “ Aklı ve ruhu derin düşüncelere dalmış olan genç adam, valizini alarak ayağa kalktı ve uçağına yöneldi. Artık kendisi için anlamı olmayan topraklara dönerek baktı ve üzerinde yaşanmış olan acılar için son kez iç geçirerek gözlerini kapattı. Bu, onun yaşadıkları karşısında kendisini bir nevi yenileme ayini idi. Her ne yaşamış olursa olsun yaşanılan yerde bırakarak yoluna devam etmek konusunda artık bir uzman sayılabilirdi. En azından onun kendisine sürekli olarak tekrarladığı şey buydu. Acaba gerçekten hatıralarını ayrıldığı topraklara gömebiliyor muydu? Yoksa bütün hayatı onu içten içe kemiren pişmanlıklar ve acılar ile birlikte hemen ardından onu takip mi ediyordu? Yeni bir ülke, yeni bir hayat… Her gittiği yerde olduğu gibi bu ülkede de aynı acıyı hissedecek miydi acaba? Durdu ve kendisini sertçe tokatladı. Uçaktaki yerine geçene kadar huzur içinde beklemeye karar verdi. “Ve işte nihayet, sonunda bütün bu acıları geride bırakıyorum. Bana bütün olanları hatırlatacak tek bir şey dahi almıyorum yanıma. Kendim dışında tabi…” Türestia’ya hareket eden uçak, büyük Duvar Dağları’nın üzerinden geçerken, dağın diğer yamacında kalan harap olmuş şehir görünüyordu. Uçağın burnu, şehirden yükselen dumanları ve çığlıkları yararak ilerliyor, acılardan bir nebze uzaklaşabilmenin hayalini kuran bitap düşmüş bedenleri vatanından uzaklaştırıyordu. Yok edilmiş olan bu ülkede artık yalnızca ölümü arzulayan ruhsuz bedenler yaşıyor, kendilerine yapılanlara karşı tepki veremeyecek kadar çaresizliğe düşmüş olan erkek, kadın ve çocuklar sokaklarda umutsuzca geziniyordu. Yaşlılar ise çocuklarının ölümünü göremeden bu felaketin ilk kurbanları olmuş, nerede ise hiçbir yaşlı beden hayata tutunamamıştı. Akrabalarını, anne ve babalarını kaybetmiş olan bir avuç topluluk ise doğdukları topraklarda ölümü beklemeye ve enkaz haline gelmiş olan kadim yurtlarında bu enkazın altına girmeye karar vermişlerdi. “ Bir zamanlar şu gördüğün dağlardan aşağı akan büyük bir nehir vardı” dedi hemen yanında oturan sakin bir genç adam. “ Yılın bu zamanı çiçek toplama festivali olur ve herkes efsanevi mor çiçeği arardı” Genç adam düşüncelerinden sıyrılarak arkasına yaslandı ve gözlerini kapatarak “ Artık bunların bir önemi kalmadı. Ne toplanacak çiçek ne de bu dağdan aşağı akan bir nehir var artık. Kaldı ki o çiçekleri toplayacak olan insanlar da çoktan yok oldu.” “Haklısın, artık bütün dünyanın hayranlıkla izlediği büyük Şara nehrinde su akmıyor. Yatağı ise kanlar ile kırmızıya boyandı. Bu dünyada yitip giden şeylerin arkasından bakmak kadar acı veren başka bir şey yok ancak hala görmemiz gereken çok önemli bir şey var” Genç adam bu beklenmedik sohbetten sıkılmış görünüyordu. İsteksizce “Neymiş?” diye sordu. “ Korumamız gereken başka bir dünya.” Genç adam, gözlerini açmadan hafifçe gülümseyerek “Senin ismin ne?” diye sordu karşısındakine. “ İsmim Barış” olarak karşılık verdi yolcu. “ Dünyadaki her ülkede bu ismi taşıyanlar vardır ve bu kelimenin anlamı unutulmadığı sürece ne kadar trajedi yaşanırsa yaşansın her zaman umut vardır.” “Öyle mi ?” diye sordu genç adam. Acı dolu surat ifadesi aslında söylediği sözleri umursamadığını ve hayat hakkındaki kararını çoktan verdiğini anlatmaya yetiyordu. “Peki senin ismin nedir?” “ Benim ismim ? Saklamak zorunda olduğum ve unutulmuş olan ismimin hiçbir dilde karşılığı yok artık. Beni Savaş olarak çağırabilirsin. Zira gittiğim her yerde anlamını bildiğim tek kelime bu oldu.” “ İsminin anlamını sen unutmadıysan, hala o kelimenin anlamını bilen birileri var demektir. Bana gerçek ismini söyler misin ?” diye karşılık verdi yabancı. Gülümsedi genç adam. Bu dünyada hala umuttan bahseden birilerinin yaşadığını bilmek onun için hala kırılacak umutların var olduğunu bilmek ile aynı anlama geliyordu çünkü. “ İsmim, Rakel” dedi. Barış, “ Peki Rakel, isminin anlamı nedir?” diye sordu. Genç adam, isminin ne anlama geldiğini dahi unuttuğunu fark etti o anda. Kafasını çevirdi. Hayal meyal hatırladığı küçüklüğünden geriye kalan tek şey anlamsız bir kelime olmuştu en nihayetinde. Sessizliğini bozmadı. Yıkık ve perişan kalan kadim Marandia’nın acı verici görüntüsüne daldı. Barış, sorusunu tekrarladı. “ Rakel, isminin anlamı nedir ?” “ Bilmiyorum!” Barış, genç adamın suratına baktı. Anlamsız bir yüz ifadesi ile söylenmiş olan bu donuk sözlerin altında derin bir acının yattığını keşfetmişti. “ İsminin anlamı UMUT” dedi. “ Yaşayan her bedende asla yok olmayacak olan büyük bir hazinedir umut, asla unutulmayacak ve asla vazgeçilmeyecek olan tek şeydir.” Rakel, şaşkın bir şekilde karşındaki adama bakıyordu. 20 yıl önce yok edilmiş olan halkının dilini bilen hiç kimse yoktu ve ülkesinde yaşayan tüm canlılar acımasızca yok edilmişti. “ Sen…” Rakel, uzun zamandır kendisini şaşırtan birisine rastlamamıştı. Gördüğü tek şey, birbirlerini öldüren ve parçalayan insanlar, onların savaşmasını zevkle izleyen hükümdarlar ve acıdan ağlamayı dahi unutmuş olan çaresiz bedenlerdi. Barış, eliyle omzuna dokunduğu genç adamın kulağına doğru yaklaştı. “ Senin ismini veren kişi benim babamdı, ne anlama geldiğini bilmem bu kadar şaşırtıcı olmamalı” diye fısıldadı. Rakel, olanları anlayamıyordu. “ Nas.. Kimsin sen? “ “ Sana kim olduğumu söyledim. Ben Barış’ım! Bu dünyadaki acılara son verecek olan kişiyim! Bu dünyanın düzenini baştan yaratacak olan irade benim. ” “ Hahahahahahhaahhaahah!! Saçmalık! Biz sadece ölüme mahkum edilmiş olan insanlığın son nesliyiz! Bizden sonra hayat olmayacağı gibi bizim için de bir hayat söz konusu değil! Artık dünyanın kaderi çoktan belirlendi. Hiç kimse yeni bir gelecekten bahsedecek kadar küstah olmamalı. Bak!! Şu gördüğün ülke dünya tarihinin bilinen en büyük uygarlığıydı! Tarihte görülmemiş zenginliklerin haline bak !! Nasıl oluyor da şu ruhsuz bedenlerin üzerine inşa edilecek bir düzenden bahsedebiliyorsun! “ “ Rakel! Kafanı kaldır. Şu karanlık dumanların arkasındaki zayıf ışıltıyı görüyor musun? O, her zaman olduğu gibi hiç yorulmadan karanlıkları yok ediyor! Tarihteki hiçbir insan ona bakamadı ama her zaman onun ışıltısı altında yıkandı! O her zamanki gibi parlak ve sıcak ! Bu yükselen dumanlar azimle yanan bir iradenin ışığını söndüremez!” Genç adam yeni tanıştığı bu yabancının ciddi olduğunu anlamaya başlamıştı ancak bu, ona unutmaya başladığı duygularını hatırlatıyordu. Evet, isminin anlamı “Umut’tu” ancak isminden sürekli olarak nefret etmişti. Sürekli olarak yok edilmek istenen şeyin umut olduğuna inanmış ve umutlarından çoktan vazgeçmişti. “Saçmalık!” diye tekrarladı. Barış, ayağa kalktı ve gülümseyerek “ Peki sen isminin neden Rakel olduğunu biliyor musun ?” dedi. Cebinden eski bir saat çıkardı. “ Bu saati al. Er ya da geç bu senin hangi güçlere sahip olduğunun farkına varmanı sağlayacaktır. O zaman sana gitmen gereken yönü de söyleyecektir.” diyerek genç adama uzattı. Rakel, “ Senin saçmalıklarınla uğraşmaya hiç mi hiç niyetli değilim. Saatin de kendinde kalsın” diyerek genç adamı reddedecekti ki kafasını çevirdiğinde kaybolduğunun farkına vardı. “ Salak saati de bende kaldı. Uçaktan iner inmez parçalara ayıracağım! Hem nereye kayboldu böyle bir anda? Boşver, kimin umurunda!” Bu garip olaylar ile birlikte Rakel ile Barış tanışmış oldu! Söylenerek uyuklayan Rakel, gerçekten de güçlü birisi miydi? Barış kimdi ve birdenbire nereye kaybolmuştu? Bakalım kahramanımız bu sonu gelmiş olan dünyaya yeni bir Umut olabilecek mi ? Hepsini göreceğiz. Saatlerce süren uzun yolculuğun ardından, nihayet uçağın tekerlekleri pisti gıcırdatarak toprağa dokundu. Yolcular, büyük bir yıkımdan kaçarak dünyada onları kabul eden tek coğrafyaya ulaşmıştı. Türestia… “Dünya üzerinde güven duyulabilecek tek bir toprak parçası kaldı ise kesinlikle bu ülke olmalı” diye düşündü Rakel. Dünyadaki düşman blokların tam ortasında kalmış kadim bir uygarlığın evlatları olan Türestia halkı her zaman savaştan kaçınmış ve bu sebeple de bütün savaşların yükünü sırtına almak zorunda kalmıştı. Her iki tarafta da acı çeken kim varsa kapılarını açan bu ülke fakirlik ve kirlilikle uğraşsa da her şeyini kaybetmiş olan insanları ölüme mahkum etmeyi kabul etmiyor, direnmeye çalışıyordu. Dünyanın hakimi olduğunu iddia eden tarihteki büyük imparatorlar, Türestia’ya sahip olmadığı takdirde bu iddiasına kimseyi inandıramazdı. Yıllar sonra ise bu bölgede hem doğudan hem de batıdan neredeyse her uygarlığa ait insanlar yaşamaya başladı ve barışın sembolü haline gelerek tarafsız bir ülke inşa ettiler. Şimdi ise kendi kendisini yiyip bitiren dünyada yardıma muhtaç olan kim varsa kapılarını açıyorlar! Rakel, kendisi gibi binlerce insanın yaşadığı deniz kıyısında bir şehre gelmişti. Bu şehirde, diğer ülkelerden gelen insanlar için özel olarak inşa edilmiş barınaklar bulunmakta, sınırlı kaynaklar, devlet kontrolünde herkese eşit olarak dağıtılmaktaydı. Rakel, çamurlar içerisindeki bu bölgede, daha önce gördüklerinden farklı yüzler ile karşılaşmamıştı. Savaşın dehşet veren tablosuna tanık olmuş olan insanlar, donuk gözlerle toprağı seyrediyor, birkaçı kayalıkların arkasına giderek gizlice ağlıyor, bir kısmı dua ederek ölümü istiyordu. Artık gökyüzünü seyredecek kadar umut dolu olan kimse kalmamıştı bu yalnız şehirde. “ Bu dünya köklerine kadar çürümüş” diye düşündü Rakel. Yanında getirdiği iki parça eşyası ile birlikte kalacağı mağara benzeri eski bir barınağa girerken aklını toparlamaya ve ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Barınağı, üç kişiden fazla insanın sığamayacağı kadar küçük, kasvetli bir odaydı ve İçeride, ufak bir delikten güneş ışığının çarptığı küçük bir alan haricinde aydınlık bir bölge bulunmuyordu. “Bu karanlık mezarda ölümü bekleyeceğim demek” diye düşündü Rakel. “ Benim için hak etmediğim kadar huzurlu bir ölüm” Bir süre uzanarak odanın tavanını seyretmeye koyulmuştu ki köşede duvara yaslanmış olarak onu izleyen bir karartı fark etti. Doğrularak bir süre izlediği karartı, ufacık da olsa hareket etmiyordu. Bilinmezlikler insanlığı her zaman korkutmuştur. Rakel de ürküntü ile karışık bir halde köşedeki karanlığa doğru yavaşça yaklaştı. Dizlerini göğsünde birleştirmiş yaşlı bir adam olduğunu düşündüğü karartıdan ne bir ses ne de bir hareket duyumsayabiliyordu. “ Ölüm yeryüzünde hükümdar olduğunda yok olduğu sanılanlar yeryüzüne çıkarak Dünya’nın azabına son verecek.” Rakel, fısıltı halinde kulaklarına çalınan bu sözler ile titredi! “ Hey! İhtiyar! Saçmalamayı kes! Uyuyacağım!” “ Ölüm yeryüzünde hükümdar olduğunda yok olduğu sanılanlar yeryüzüne çıkarak Dünya’nın azabına son verecek.” Sürekli olarak tekrarlanan bu sözler, Rakel’in kulağına her defasında daha net bir şekilde ulaşıyordu. Rakel, odanın daha önce olduğundan daha aydınlık bir halde olduğunu fark etti. Zayıf bir ışık, giysilerinden dışarı doğru taşıyor ve önünü aydınlatıyordu. Işığın geldiği cebini elleriyle yoklayınca, uçakta yaşadığı olayı hatırladı. Garip yabancının kendisine verdiği saat ışıldıyordu. Yaşlı adam, yerinden kalktı ve Rakel’e doğru yaklaşmaya başladı. Gözleri, ışıldayan saate takılmış görünüyordu. “Genç adam, o elindeki aleti nereden buldun ?” diye sordu. Rakel, yaşadığı garipliklerin bir sonu olmadığını düşündü. “ Buraya gelirken tanımadığım birisi verdi. Al senin olsun ihtiyar! Yeter ki mırıldanmayı bırak!” Saati, yaşlı adamın ellerine bıraktığında, aniden ışıltısı söndü ve ihtiyar, eline bir ateş parçası düşmüş gibi irkilerek yere fırlattı saati. “ Bu bana ait değil evladım. Bunu ben taşıyamam. Kaderin yükünü taşımak için seçilen soyun oğullarından başkasının elinde bu saat bir kıvılcıma dönüşür!” Rakel, yaşlı adamın bunadığını ve bu karanlık odada kendisini kaybettiğini düşünerek iç çekti ve” Ben de böyle kafayı yiyeceğim sanırım” diye aklından geçirdi. “ Her neyse, ihtiyar, sessiz ol artık. Uyuyacağım!” İhtiyar, sessizce karanlık köşesine döndü ve dizlerini kavrayarak daha önce olduğu şekilde tekrar gözlerini Rakel’e dikti. “ Unutma evlat. Saat sana yürümen gereken yolu gösterecek… Ölüm yeryüzünde hükümdar olduğunda yok olduğu sanılanlar yeryüzüne çıkarak Dünya’nın azabına son verecek.” Rakel, iyiden iyiye şaşırmış ve ürkmüştü. Yerden aldığı saat gerçekten de onun elinde parlıyor, bıraktığı anda ise ışığı sönüyordu. Rakel, saati ışık geçemeyecek kadar kalınca sardı ve tekrar cebine koydu. Şu anda yaşadıklarını idrak edebilecek kadar aklının berrak olduğuna inanmıyordu. İhtiyarın mırıldanmaları arasında kendisini derin bir uykunun ellerine bıraktı. Rakel, tanıştığı yaşlı adam ile güçlerini bir nebze olsun uyandırabilmişe benziyor! Acaba gizemli ihtiyar kim ve saati nereden biliyor? Rakel, saati nasıl kullanacak? İhtiyarın bahsettiği seçilmiş soy hikâyesi ne ve Rakel seçilmiş soydan geliyor ise ailesi aslında kim? Bütün bu sorular ile baş başa kalmış vaziyette sonraki bölümleri beklememiz gerekecek! …. “ Marandia, sahip olduğumuz kimyasal silahlar ile yerle bir oldu. Artık tek bir damla su bile bulunamaz orada!” “Ordularımız oldukça zayıf düşmüşe benziyor bir an evvel toparlanarak kuzeye doğru hareket etmek zorundayız!” “ Efendim! Doğu bloğu ülkelerinden Ertropia’nın savaş hazırlığında olduğunu düşünüyoruz. Şara nehrini kurutmamızın ardından ülkelerinin batı yakası kuraklığa tutulmuş! İmparator Doan ordusu ile acil olarak toplanmış ve büyük ihtimalle üzerimize doğru karşı bir saldırı yapmayı planlıyorlar !” “Ahahahahahahahah” Batı bloğunun güçlü devletlerinden Astroland’ın lideri Sir Dragon’un, komutanları ile gerçekleştirdiği toplantısında yaklaşık yarım saattir duyduğu birbirini tekrar eden konuşmalar karşısında verdiği ilk tepki bu uzun kahkahaydı. Titreyen büyük ellerini bastonuna dayayarak ayağa kalkan yaşlı imparator, kendisinden emin bir şekilde komutanlarına döndü: “ Ertropia, Marandia, Gaatana… Hepsi benim gücüm karşısında bir hiçler! Bana tarihte eşi benzeri görülmemiş büyüklükteki zaferimin ardından söyleyeceğiniz sözler bunlar mı? He? Büyük Astroland’ın komutanları olarak Ertropia’dan mı korkuyorsunuz? Kaçmayı mı istiyorsunuz? Size gerçek korkuyu tattırmamı ister misiniz yoksa?” Sir Dragon, konuşmasını bitirmesinin ardından öfkeyle koltuğuna oturdu. “ Eğer Astroland ordusunda hala savaşamayacak kadar zayıf asker var ise kurşuna dizin! Ertropia bize saldırmadan önce biz Doa’nın kellesini alacağız! Ne de olsa bitmek tükenmek bilmeyen büyük bir silah kaynağımız var!” Korkuyla titreyen tüm komutanlar “ Emredersiniz efendim!” diye haykırdılar. İşte, dünyanın içerisine düştüğü korkunç tablodan ve bitmek tükenmek bilmeyen acı zincirinden bir kareydi bu toplantı. Dünya tarihindeki en eski ve kadim uygarlık olan Marandia’nın yok edilmesini ve üzerinde yaşayan insanların açlık ve sefalet içerisinde ölüp gitmelerini kendisinin tarihteki en büyük zaferi olarak gören imparator Dragon, hiçbir zaman durmayı düşünmüyor ne olursa olsun daha fazla insanı yok etmeyi arzuluyordu! Daha önce görülmemiş bir vahşilikte saldırdığı topraklarda suları dahi buharlaştıran özel kimyasal silahlar kullanıyor, saatler içerisinde koca ülke kurutulmuş insan cesetleri ile dolup taşıyordu! Temiz su kaynaklarını yok eden Astroland’ın zaferi ise düzenlediği büyük askeri harekat ile garantilenmiş oluyor, kimyasal silahtan kurtulabilmeyi başarabilenler de kara ordusunun elinde can veriyordu! Bu büyük yıkım ve katliamın durdurulmasına imkan olmadığı gibi her iki tarafın da sonunu hazırlayan bu büyük savaşa girmeyen Türestia dışında tek bir ülke de bulunmuyordu. Doğu’dan ve Batıdan… Her geçen gün savaşın ateşi büyüyor, hiçbir taraf birbirine net bir üstünlük sağlayamazken savaş bitmek bilmiyordu. Birbiri ardına ülkeler yıkılıyor, yok ediliyor, haritadan siliniyor, geriye ne bir bayrak, ne bir şarkı ne de dillerini konuşan bir insan kalabiliyordu. Yüzyıllar boyunca yaşamış olan köklü uygarlıklar ve imparatorluklar birbiri ardına çöküyor ve yok oluyordu. Ne Doğu, ne de Batı vahşilikte sınır tanımıyor, bu savaşa bir dur diyemiyordu… Karatrapazar Dağlarındaki karanlık mağarasında ise bütün bu yıkımın ardında yatan kişi bir sonraki yıkımın hesaplarını yapmaktaydı. Savaş, anlaşılmaz bir şekilde, dünyadaki en barışçıl toplumun başkentinde meydana gelen patlamalar ile başlamıştı. Yakalanan suçlular, Doğu’nun inci tanesi olarak bilinen Goldenama ülkesinden olduklarını itiraf etmiş, bu durum büyük bir krize yol açsa da barışçıl Sarama uygarlığının büyük kralı Ester tarafından, saldırıdan sorumlu görülen Goldenama’nın affedildiği açıklanmıştı. Ne var ki, saldırılar durmadı. Hemen her gün ülkenin başka bir noktasında yeni bir patlama gerçekleşiyor ve yakalanan her saldırgan Goldenama’dan olduğunu iddia ediyordu. Her defasında bastırılmaya çalışılan öfke, artık daha fazla saklanamıyordu. Goldenama halkı ve imparatoru tüm yaşananları reddetmesine rağmen nefret, her gün tazeleniyor, acılar bir türlü unutulmuyordu. Her defasında savaşmayacaklarını ifade eden Sarama kralı Ester, yakalanan saldırganları da affederek dünyaya nefretin son bulmasını gerektiği mesajını vermeyi planlıyordu. Kendi halkının dahi yüz çevirdiği bu düşüncesi, 50 yıl sürecek büyük bir savaşın başlangıcı olacaktı… Trajedi, serbest bırakılarak affedilen mahkûmlardan birisinin Ester’i öldürmesi ile doruk noktasına ulaşacaktı… Barışın kalesi olarak dimdik duran imparatorun ölümü, geriye yalnızca nefret ile dolup taşan büyük bir uygarlık bırakmıştı. Hayatı boyunca dünyadaki yüzlerce anlaşmazlığı bitiren Ester’nın mirası, dünyadaki en saldırgan toplum olmuştu. Sarama, yüzyıllar boyunca savaştan uzak dururken, kaynaklarını insanlığa ve insanlara adamıştı. Bu sebeple sürekli olarak geleceğin peşinden giden Sarama halkı bilimde zirveye çıkmış ve yüzyıllarca bu özelliğini korumuştu. Kim derdi ki dünyanın en barışçıl toplumu olan Sarama, tarihin o zamana kadar gördüğü en korkunç silahı yapacak? Nehirleri ve gökyüzünü kurutan “ Ölüm Suyu Silahı”, Ester’in ölümünün ardından tasarlanacak ve tahta çıkan yeni imparator, Goldenama’nın üzerine ölüm yağdıracaktı! Tahta çıkarken halkına, intikam sözü veren Elteder, o zamana dek görülmemiş büyüklükteki ordusu ile Goldenama üzerine yürüyecek ve “ Ölüm Suyu Silahı “ ile yerle bir olmuş ülkede hayatta kalan tek bir insan dahi bırakmayacaktı. Doğunun incisi, ışıl ışıl parıldayan Goldenama, paramparça olmuş ve Elteder, bu olayın ardından bütün dünyada “ Kara Prens” olarak nam salmıştı. Savaşın vahşeti ve acıları, bu büyük ateş her zaman yeni acıları doğurmaya gebeydi. Yaşanan büyük trajedinin ardından, dünyadaki ülkeler Sarama ve ölüm silahı ile baş edemeyeceğini düşünerek birleşmeye ve bloklaşmaya başlarken, doğu ve batı arasındaki gerilim sürekli olarak artacaktı. Sarama, “ Ölüm Suyu”nu daha sonra komşu ülkelerine verecek ve tüm kapanmamış yaralar “ Ölüm Suyu”nun dehşetiyle dağlanacaktı. Doğu, çok geçmeden intikam için “ Ilık İntikam” silahını keşfedecek ve Batı’ya akan nehirleri zehirleyerek onların “ Ölüm Suları”na karşılık onlara ölüm suyunu içirecekti. Birbiri ardına yeni silahlar geliştiren ülkeler arasında denge sürekli olarak değişiyor ve dünyadaki ülkeler teker teker yok oluyordu. Savaş, hiçbir şekilde bitmiyor, nefretin önüne geçilemiyor ancak hiçbir cephe de diğerine net bir üstünlük kuramıyordu ve günümüze gelindiğinde tam 50 yıl boyunca insanlık savaş halindeydi. Bu savaşın ardındaki kişi ise Sarama’nın üzerinde bombaları patlatarak nefret zincirini başlatan gizli örgütünün karargâhında yeni planlarını yapıyordu. Karatrapazar dağlarında saklanan bu kişinin ismi ise… Bir sonraki bölümde, karanlık planları ile dünyayı yok olma yoluna sokan Karatrapazar dağındaki gizemli kişinin kimliğini öğreneceğiz! Şok edici gerçeklerin açığa çıkacağı bir sonraki bölümü kaçırmayın !! -Günümüzden 500 yıl öncesi- Gökyüzünde ay, bütün ihtişamı ile parıldıyor, tüm gün boyunca çalışarak yorgunluktan bitap düşmüş insanların üzerinde onlara gülümsüyordu. Karatrapazar dağlarının üzerinde, aya dönerek uluyan kurtların sesi gökyüzünü dolduruyor, doğa adeta bütün gücüyle çalışan yürekli insanları selamlıyordu! Gecenin karanlığının çöktüğü toprak bir yol üzerinde ise yaşlı bir bilgin, ağır adımlarla ilerlemeye gayret ediyordu. Dünyanın kurulduğu ve doğanın canlılara verdiği yetenekler ile dengeyi kurduğu zamandan bu yana, büyük bir düzen içerisinde ilerlemeye devam eden dünyada insandan başka hiçbir canlı kendisine verilen vazifenin ötesine geçmeye çalışmıyor, doğanın saatinin dengesini koruyordu. Huzur dolu olan bu toprakların ötesinde dünyanın dengesi yavaş yavaş bozulmaya ve insanlar birbirini incitmeye başlamıştı. Yaşlı adam, Karatrapazar dağlarının zirvesine eriştiğinde evren sessizleşmiş, gecenin karanlığı bütün yeryüzünü sarmıştı! “ Ey Karel! Sana ulaşan çağrımızı izleyerek ruhların dünyasına gel!” Yaşlı adam, sürekli olarak rüyalarında kendisine iletilen bu mesajın gizemini arıyordu. Karatrapazar dağlarının zirvesine ulaştığında, yeryüzüne bakarak “ ne kadar küçük ve önemsiz varlıklarız. Oysa doğanın üzerimize yüklediği bu ağır yükü taşıyacak güç ve bilgelikten o kadar uzağız ki! “diye düşündü. Hemen ardından gökyüzünden büyük bir kükreme yükseldi! Çatırdayan gök, yaşlı adamın birkaç adım ötesine şiddetli bir yıldırım indirmişti! “ Sana ulaşan çağrımızı izle !” Yaşlı adam, tekrar duyduğu bu sesin, yıldırımın düştüğü bölgeden geldiğini fark ederek oraya doğru yürümeye başladı. Nihayetinde, karanlık bir mağaraya ulaşan Karel, adımlarını bu ürkütücü mağaranın içerisine doğru atmaya başladı. “ Hoş geldin!” Yaşlı adam, daracık mağaranın içerisinde inanılmaz bir manzara ile karşılaşmıştı! Büyükçe kayalar, her iki taraftan duvarlar oluşturarak ileriye doğru daralmış, büyük bir taht benzeri şekil oluşturmuştu. Her iki tarafından toprağın derinliklerine doğru sızan iki küçük nehrin aktığı bu tahtın üzerinde ise sırtındaki pelerini yerlere kadar uzanan yara bere içerisinde yaşlı bir adam oturuyordu. “ Ey Karel!” dedi tahtta oturan adam “ Ben, doğanın dengesini korumakla vazifelendirilmiş olan Ruhlar kralıyım!” Karel şaşkınlıktan olacak ki, tek bir adım daha atmıyor, değneğine dayanarak ayakta hareketsiz beklerken gözlerini yaşlı adamdan bir an olsun ayırmıyordu. “ Yüzyıllar boyunca doğadaki her bir canlıya büyük güçler ile lütuflar sunan ve bu güçleri dengede tutan kişi benim. Ancak görüyorsun ki oldukça yaşlandım! Dünyada var olan denge, mutlak olarak korunması gereken büyük bir hazinedir ve hayatın kaynağıdır. Biz ruhlar, insanların ve diğer tüm canlıların dünyasında pek çok görevi yerine getirerek bu dengeyi korumakla vazifeliyiz. Ancak, uzun bir zaman önce iki oğlum arasında büyük bir anlaşmazlık yaşandı ve bu denge bozuldu. Karanlığın ve ışığın lordları olan bu iki oğlum, artık birbirlerinden ayrıldılar ve kendi yollarını seçerken babalarına da sırt çevirdiler. Bu kavga, gece ile gündüzü yarattı! Her gün yaşanan bu mücadelede Karanlık lordunun ardında toplanan ruhlar ile Işık lordunun ardında toplanan ruhlar savaşırken ben de bir başka denge oluşturmayı başardım. İki oğlumun kalplerini sökerek gökyüzüne astım ve böylece de ay ve güneş oluştu. Ancak, ruhların dünyasında da dengeyi sağlama görevini üstlenmem, benim için fazla gelmişti. İşte görüyorsun ki artık hiçbir işe yaramayan zayıf bir ihtiyar haline geldim. Karel, artık dünyadaki barışı doğanın en yaramaz ama en üstün çocuklarının eline bırakmanın vakti geldi. Dünyada yaşayan sizler, kendi kaderiniz ile birlikte doğanın da kaderini tayin etmelisiniz. Yaklaş!” Yaşlı adam, korku ve endişe ile birlikte ruhlar Kralı’nın söylediği şeyi yaptı. “ Karel, ruhlar dünyasındaki savaşın başlangıcında, doğada dengeyi sağlamakla görevlendirilen bir ırk seçildi. Bu ırk, kendisine hayran bırakan şekilde bu vazifeyi sahiplendi ve kendilerine insan dediler. Doğanın bütün canlılarına hükmetme kapasitesine sahip olan bu ırk, dengenin temel taşıydı ve bu yükü dengeyi bozmadan üzerine yükleyebileceğimiz başka bir varlık bulunmuyordu. Bizim yükümüzü taşımak zorunda kaldığınız için ne kadar üzgün olduğumu söylesem azdır ancak çaresizce yine insanlardan yardım istemek zorundayım. Bütün ilahi güçlerimi üzerimdeki eşyaların içerine mühürledim ve seninle yapacağımız kan anlaşması ile soyuna kutsal bir emanet bırakmaya karar verdim. Sen, bu dünyadaki en bilge kişisin ve senin soyun bundan böyle dünyadaki dengeyi sırtına alacak olan seçilmiş soydur! Güçlerimi yalnızca senin kanını taşıyanlar serbest bırakabilecek. Gel Karel, ruhlar dünyasındaki savaşı sonlandırabilecek olan bir varlık var ise bu kesinlikle insanlar olacak. Tekrar barış ve düzenin hakim olduğu gün gelecektir. Ölüm, yer yüzüne hakim olduğunda yok olduğu sanılanlar tekrar belirecek ve dünyanın azabına son verecektir. Yaklaş ve bu lütuf ile kutsanan soyuna güçlerimi armağan et! Artık tek umut insanlar ve seçilmiş soyun kararıdır!” Günümüz – Karatrapazar dağlarının zirvesinde saklanarak bütün kargaşa ve düzensizliklerin sorumlusu olan kişi, Sarama’nın eski Kralı Ester’den başkası değildi. “ Yüzlerce yıl önce, bu kutsal tahtta bu dünyanın kralı oturuyordu! Şimdi ise ben oturuyorum! Ben bu dünyadaki yegane otoriteyim! Bütün dünyayı yönetmeli ve lanetlenmiş soyumun varisi olarak düzeni sağlayan mihenk taşı olmalıyım! Gerekirse bütün dünyayı yok ederek !” Ester, Ertropia üzerine gönderdiği elçi ile krala yeni bir yıkım silahı armağan etmişti. Ne olursa olsun sürekli olarak nefretin ve yıkımın devam etmesi gerekiyordu. Bütün bu yıkıma son verecek olan kişi olarak da tekrar hayata dönmüş olan barışın son kalesi Ester tekrar ortaya çıkacak ve bu mucizevi olayın ardından tüm dünyayı yönetecek kişi olduğunu açıklayacaktı. Yüzyıllarca yaşamış ve daha da gençleşmiş olarak dönen Ester’in bu yetkiyi Tanrı’dan aldığına inanacak olan insanları yönetmesinin önünde ise hiçbir engel kalmayacaktı! Ne de olsa o Ruhlar Kralının tacına sahip olan ölümsüzlük ile kutsanmış bir insandı! Hayat ve ölümün en ince sırlarını dahi o farkında bile olmadan ona öğreten bu büyük güç ile hayatı yok eden silahları yapmak ve yok edilmiş olan hayatı tekrar kurmak onun için çok kolaydı ve bu onun vazifesiydi. İşte Ester böyle düşünüyor ve 50 yıldır sürekli olarak ülkeleri ve uygarlıkları yok ediyordu. Karanlık gizli örgütünün dünyayı sürüklediği korkunç gelecek için artık geri sayım başlamıştı. Dünya, belki de Ester’in kendisinin bile durduramayacağı bir felakete sürükleniyordu! Ester, karanlık planını gerçekleştirerek bu dünyanın tek hakimi olabilecek mi? Yoksa bilgenin soyundan gelen diğer mirasçılar, Ruhlar’ın kendilerine yüklediği yükü sırtlanarak kaderi tekrar rayına oturtacak mı? Ester, hayatı kontrol eden gücü ile yenilmez birisi mi? Hepsini göreceğiz… Alıntı: hunkokefendi.com bize sayfamızdan yorum atarak, türkanime forumdan veya sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz. Mangaya aktarabilecek arkadaşlarımızı sabırsızlıkla bekliyoruz :) :) :)
  2. İsmim Mustafa. İstanbul Teknik üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği 3. sınıf öğrencisiyim. Yıllardır anime izler, takip ederim. 2 ay kadar önce de hunkokefendi.com adlı siteyi kurdum. Hem yazarlık hem editörlük hem de grafikerlik yapıyorum. Güncel anime ve e-spor ağırlıklı oyun haberlerini paylaşıyoruz. Yurt dışı haber kaynaklarından ve hatta direkt Kodensha, Shueisha gibi yayıncıların sayfalarından haber çeviriyoruz. Bu sebeple hem en hızlı hem de kesinlikle doğru haberler veriyoruz. Ekibimize katılmayı düşünebilecek olan arkadaşlarımız olursa sosyal medyadan ulaşmaya çalışsınlar Çok teşekkürler ve tekrar merhabalar herkese Tam bilmiyorum forum kurallarını da okudum bir şey göremedim ama eğer sorun olmuyorsa sitemizin adreslerini de paylaşayım :) Sorun oluyorsa lütfen söyleyin kaldırayım :) Site : hunkokefendi.com Facebook : https://www.facebook.com/pages/Hunkokefendi/1580563375537434?ref=tn_tnmn Twitter : @hunkokefendi Google+ : hunkokefendi.com
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.