Jump to content

Genel Araştırma

'kitap incelemesi' etiketi için arama sonuçları.

  • Etiketlere Göre Ara

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Yazara Göre Ara

İçerik Türü


Forumlar

  • Duyuru & Kurallar
    • Forum Kuralları & Yardım
    • İstek, Şikayet ve Öneri
    • Tanışın Kaynaşın
    • Türk Anime TV Etkinlikleri
    • E-dergi
  • Türk Anime Çeviri Ekibi (TAÇE)
    • Tamamlanan Projelerimiz
    • Devam Eden Projelerimiz
    • Gelecek Projelerimiz
    • Askıya Alınanlar
    • TAÇE Duyuruları
  • Anime GENEL
    • Anime İstek ve Öneri Bölümü
    • Bilinmeyen Animeler ve Karakterler İçin Yardım Bölümü
    • Anime Genel
    • Anime Geyik
    • Animeler & Karakter Anketleri
    • Anime Tanıtım ve İncelemeleri
    • Anime Serileri Bölüm Tartışma Alanı
  • Manga GENEL
  • Fansub Takımları
  • Anime Manga Live-Action Download
  • Fan Kulübü
  • Japonya
  • Program Deposu
  • Konu Dışı
  • Roronoa Zoro's Roronoa Zoro Kimdir?

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Oluşturma Tarihi

  • Start

    End


Son Güncelleme

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Üye Grubu


Hakkımda


Outlook


Web Sitesi


ICQ


Yahoo


Jabber


Skype


Konum


İlgi Alanları

3 sonuç bulundu

  1. Bir zamanlar kitap incelemesi yapmaya başlamıştım ama biraz katılım azlığı biraz da üşengeçlikle beraber uzun zamandır yapmıyordum. :) Şimdi kitabın güzelliği olsun ve birkaç arkadaşın gazıyla tekrar inceleme yazısı yazayım dedim. Öncelikle kitaplar konusunda üstadım olan @Lycaenidae-sama'ya yaptığı kitap önerisi için teşekkürlerimi sunarım. Martin Eden Yazar adı: Jack London Tür: Roman/ Macera/ Psikolojik Kurgu/ Biyografik Kurgu/ Künstlerroman Sayfa sayısı: 520 Yazar Hakkında: Asıl adı John Griffith London olan Jack London 1876'da San Francisco'da doğdu. Annesi Amerikalı, babası ise İrlanda'lı bir serseriydi. Düzensiz bir öğrenim gördü. Bir yıl koleje, bir yıl da California Üniversitesi'ne devam etti. Denemediği iş kalmadı. En büyük tutkusu açık denizler ve uzun yollardı. Vahşetin Çağırışı ile üne kavuştu. 22 Kasım 1916'da intihar etti. Kendi yaşamından kaynaklanan olağanüstü serüvenlerle dolu yapıtlarıyla ABD'nin ve dünyanın en önemli yazarlarından biri olan, ülkemizde de birçok yapıtı yayımlanan ve çok tanınan yazardır. (1876-1916) Kitap işçi sınıfından olan Martin'in burjuva sınıfına ait olan Ruth adlı kıza aşık olmasını ve Ruth'a yakışmak için gösterdiği çabayı anlatıyor. Geçimini denizcilik ile sağlayan Martin güçlü ve kuvvetli bir yapıya sahiptir, boş zamanlarında çetesiyle beraber takılıp içki içer, dövüşlere katılır ve eğlenmesine bakar, hayatta pek bir amacı yoktur. Ruth'un abisinin hayatını kurtarması sonucu abisi Arthur Martin'i akşam yemeğine davet eder ve Ruth ile orada karşılaşır. İlk görüşte kıza aşık olur ve burjuva sınıfına hayran kalır. Hatta o kadar hayran kalır ki kendi sınıfını artık sürekli eleştirmeye başlar ve kendisini burjuva sınıfına ait görmeye başlar. Ruth ile konuşabilmek ve ona denk olabilmek için Martin kendisini kütüphanelere verir. Okudukça okumaya, öğrendikçe öğrenmeye başlar. Artık arkadaşlarıyla veya başka insanlarla takılmadan kendisini sadece kitaplara adar. Ruth aracılığıyla görgü kurallarını vesaire öğrenmeye başlar. Bütün bunlar olurken Martin gittikçe Ruth'a aşık olur ve kendi sınıfından hoşlanmazken sürekli burjuva sınıfına nasıl çıkacağını düşünür. Parası bittiği zaman gene denizlere çıkar, yeterli para kazanınca geri döner ve tekrar kendini kitaplara verir, kitaplar artık onun için her şeydir. Bir gün denizlere açılırken gördüğü güzellikleri Ruth'a ve hatta tüm dünyaya anlatmak ister. Bunu nasıl yapabileceğini düşünürken yazar olmaya karar verir ve dergilerde yayımlanan hikayelere bakar. Dergilerin hikayeler için verdiği ücreti duyunca iyice bu iş için heveslenir çünkü aylarca denizlerde durarak kazandığı parayı 1-2 tane hikaye yazarak kazanabildiğini fark eder. Maalesef ki her şey bu kadar güzel değildir çünkü yazdığı hiçbir yazıyı uzun bir süre dergilere kabul ettiremez. Ruth açısından ise Martin işlenmemiş cevher gibi, Ruth ona yön verdikçe, onu serserilikten beyefendiliğe doğru yönlendirdikçe bundan keyif almaya başlar, kendisini bir anne veya öğretmen olarak görür ama bazen Martin ona endişe verir çünkü her zaman Ruth'un istediği gibi hareket etmez veya onun istediği gibi düşünmez. Aslında kendisi de ona ve onun vahşi doğasına aşıktır ama daha farkında değildir. Ruth hiçbir şekilde Martin'e yazarlık konusunda destek vermemiştir çünkü yazarlığın para getirmeyen bir şey olduğunu düşünür ve Martin'i büyük yazarlar seviyesinde görmez. Ruth tamamen dışarıdan bilgiye kapalı birisidir ve toplumun genel geçer kurallarını takip eder hep, toplum beğeniyorsa o da beğeniyordur beğenmiyorsa beğenmiyordur. Martin ise kendi hür iradesiyle olayları yorumladığı zaman Ruth çok şaşırır ve asla Martin'e katılmaz, çünkü ona göre Martin daha üniversite eğitimi bile almamış birisi ve onun toplumun beğenisine karşı çıkmasına anlam veremiyor. Martin okuyup kültürlendikçe kendi özgün düşüncelerini kazanır ve Ruth'la düşüncelerinin çoğu zaman çeliştiğini fark eder, yine de umursamaz çünkü Ruth'a deliler gibi aşıktır. Martin için en büyük sıkıntı paradır, her ne kadar öğrenmek için beyni sürekli açlık duysa da parası olmayınca bunları yapamaz. Bir ara çamaşırhanede bir işe girer ve 3 ay boyunca yoğun şartlar altınca çalışır, o çalıştığı süre boyunca tek bir kelime bile okuyamaz veya yazamaz haldedir. Bu yüzden aç karna insanın filozof olamayacağını anlar, çünkü iş yapmaktan dolayı kendisini okumaya veremez. Martin burjuva sınıfının içine girdikçe onların aslında ne kadar çürümüş olduğunu fark eder, içlerinden birazı eğitimli ve kültürlüyken büyük bir çoğunluğunun hiçbir şey bilmeyen, ezberden başka bir şey söyleyemeyen bir toplum olduklarını görür. Artık burjuva sınıfına girmek istemez ama eskisi gibi işçi sınıfına da giremez, ortada bir yerde kalıp sürüklenmeye devam eder. Tek dileği Ruth ile birlikte olmak ama yazarlık işi tam bir raya oturmadığı için buna ne Ruth ne de ailesi yanaşıyor. Martin'e en büyük darbeyi vuran Ruth dahil ona kimsenin inanmaması. Sürekli kendi başına bir yolda ilerlemektedir ve bu süreç Martin'i psikolojik anlamda oldukça yormaya başlar. Özet işini çok uzatmış ve biraz da saçmalamış olabilirim kusura bakmayın şimdiden. :) Kitap insanı her açında motive ediyor, Martin'in çektiği zorlukları ve gösterdiği çabayı okurken ister istemez okuyucu da gaza geliyor. Ben yavaş yavaş okuyarak yaklaşık 1 ayda kitabı bitirdim ama kitap sürükleyici bir kitaptı sadece ben bilerek yavaş okudum. Kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum ama okurken arada bazı kısımları anlamada zorlanabilirsiniz çünkü bazen felsefeye biraz giriyor, Spencer ve Nietzsche'nin çok fazla bahsi geçiyor zaten Spencer Martin'in gıpta ile baktığı bir düşünür. Yarı otobiyografik olmasına rağmen Martin ile Jack London'un düşünceleri terstir bu açıdan. Jack London sosyalist iken Martin tamamen bireyci bir insandır, Jack London bunu şöyle ifade etmiştir; "Aslında kitapta bireyciliğe karşı ince eleştiriler yaptım ama tam anlaşılmamış" ve bu kısım spoiler'a giriyor; Bu kısımlarda kitaptan spoiler içermektedir. Bayağı acemice bir inceleme oldu tekrardan kusura bakmayın. :) Kitabı okuyan başka kişiler varsa onlarında yorumlarını beklerim. Bu tarz bir şeyi yaygınlaştırmaya çalışmak için sizin de desteklerinizi bekliyorum, siz de kendi okuduğunuz kitapların incelemesini yaparsanız çok sevinirim. :) Herkese iyi okumalar. :)
  2. Arkadaşlar öncelikle merhaba, @Lycaenidae ile bir etkinlik yapmayı düşündük. Hem kitap okuyup yorumlamak isteyen olursa hem de okuyacak kitap arayan varsa diye forumda kitap incelemeleri yapmak istedik. Tabii fikir anası Lyca ama fikri icraata geçirmek bana kaldı :D Emel abla bize yeni bir başlık açacağını söyledi ama şimdilik böyle yazacağız. Şimdiden keyifli okumalar :) Konu başlığından da anlaşıldığı üzere Stefan Zweig'in eserleri olan "Bilinmeyen bir kadının mektubu" ve "Bir kadının hayatından 24 saat" adlı öyküler hakkında yorum yapacağım. Ben direkt olarak iki tane öykünün birleştirilmiş halini sayın aldım ama dileyen iki öyküyü de ayrı ayrı kitaplar şeklinde bulabilir. Kitabın kapağını aşağıdaki görselde görebilirsiniz; BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU Yazar adı: Stefan Zweig Orijinal adı: Brief einer Unbekannten Tür: Roman Sayfa sayısı: 68 Kitap bir yazarın doğum gününde iş gezisinden dönüp, evine geçmesi ile başlıyor. Kahyası yazar evde olmadığı zamanlarda biriken mektupları getiriyor ve yazar kendince önemli olan mektupları okuyor. Daha sonra el yazısı ile yazılmış kalınca bir mektubu merak edip okumaya başlıyor, mektup "Beni hiç tanımamış olan sana" diye başlıyor. Yazar mektubun direkt olarak kendisine gönderilip gönderilmediğini anlamıyor ama merak ettiği için okumaya başlıyor. Kitabın başlangıcı bu şekilde, yazarın veya mektubu gönderen kadının ismi hiçbir zaman geçmiyor. Hikaye tamamen kadının mektubu hakkında, yazara ait çok az bir kısım var. Hikaye bir küçük kızın binalarına taşınan yazara olan aşkını anlatıyor. Onu nasıl sevdiğini, onunla karşılaşmak için neler yaptığını, çocukça olan masum aşkından yetişkinliğe gelip şehvetle arzuladığı aşkına kadar olan olayları anlatan bir mektup. Bunu direkt olarak bir cinsiyete yüklemek istemiyorum, yani sonuçta aşk sadece bir cinsiyete ait değildir ve her cinsiyet gayet de derin bir aşk duygusu yaşayabilir. Hikaye sadece mektupta bir insanın diğerine olan aşkını anlatışını konu alıyor. Aslında ben bütün hikayenin mektupla sınırlı olmayacağını düşünüyordum ve hatta öyle olursa sıkılırım diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Kitabı 1.5-2 saat gibi bir sürede bitirdim ve gayet de akıcıydı. Aşk unsuru hikayede çok güzel işlenmiş ve sürükleyici bir şekilde devam etmiş. Bir çocuğun gözünde ki masum aşk ve çocuğun büyüyüp yetişkin olmasıyla birlikte duyduğu şehvet hissine kadar betimlemelerle zenginleştirilmiş ve okuyucuya aktarılmış. Yazarın anlatmak istediği "mutlak aşk" kavramını kimisi saplantı olarak görebilir ama en nihayetinde şu sonuca varıyoruz ki "aşkın gözü kördür." Çünkü burada çocuk aşkından dolayı öyle bir hale geliyor ki kapı kollarını öpüyor veya adamın sigara izmaritlerini toplayıp saklıyor. Çocuk sürekli olarak aşık olduğu yazarla ilgili düşler kuruyor, yazar olduğu için sağdan soldan topladığı kitapları gazeteleri okuyor ki ona yaraşır bir insan olsun. Çocukluk dönemi bitip büyüdüğünde bile yazarın onu fark edeceğini umarak hayatını yaşıyor ve başka hiçbir erkekle evlenmek istemiyor. Kitaptaki bazı ilgimi çeken olayları spoiler içerisinde anlatacağım. Güncellenecek... Arkadaşlar vizeler yaklaşıyor onun için bütün hepsini tek oturuşta yazma fırsatım olmuyor :) Ara ara gelip güncelleyeceğim :)
  3. Selam arkadaşlar bu sefer de yeni bitirdiğim Spartacus adlı kitabın incelemesini yapacağım. Spartacus Yazar adı: Arthur Koestler Tür: Edebiyat/ Tarihsel roman Sayfa sayısı: 431 Bu romana başlamadan önce bana göre bilmeniz gerek iki durum var. Birincisi bu bir savaş romanı değil, ikincisi olaylar Spartacus'un gözünden anlatılmıyor. Şimdi biraz daha detaylı açıklayayım; 1-) Savaş romanı değil derken şunu kastediyorum, detaylı bir şekilde savaşların işlendiği taktiklerin kurulduğu bir anlatım yok hatta savaş olacaksa bu savaş hikayesi en fazla 1-2 sayfa sürüyor. Kitap genel olarak bir grup haydudun giderek büyümesi ve bir isyan başlatıp devlet kurmalarını anlatıyor. Savaşlara biraz daha yer verilse belki güzel olabilirdi ama kitaptaki asıl olay savaşlar değil bir grubun isyan etmesi ve yaşadıkları zorluklar. 2-) Olaylar hep farklı kişilerin gözünden anlatılıyor ve sadece isyancıların grubundan değil diğer yerlerde ki kişileri de konu alıyor ve onları olayların nasıl etkilediğini bu durumu nasıl karşıladıklarını söylüyor. Mesela Roma halkının olayları nasıl gördüğünü bir katip üzerinden anlatıyor, isyancıların saldırdığı yerde bulunan insanların gözünden anlatıyor. Spartacus'un grubunda bulunan insanların gözünden olay anlatılıyor. Yani tek bir kişinin gözünden değil çevredeki bütün insanlar nasıl etkileniyor bunu anlatmış. İlk başlarda bu bana biraz kötü gelse de sonradan sevmeye başladım, çünkü sadece Spartacus'un gözünden veya grubunda ki bir kişinin gözünden anlatılsaydı diğer insanların ne hissettiklerini ve düşündüklerini bilemeyecektik. Bu anlatım tarzını da bence yazar gayet güzel aktarmış. Bu iki durumu belirtme sebebim @Lycaenidae bana bu kitabı önerdiğinde aklımda direkt olarak bu düşünceler oluşmuştu ve ilk başladığım da böyle olmadığını görünce biraz şaşırmıştım. Sizde de aynı düşünce oluşursa diye başta belirtmek istedim. Bu arada bu kitabı bana önerdiği için @Lycaenidae-sama'ya teşekkürlerimi sunuyorum Senin de yorumunu bekleriz eğer müsait olursan :)) Kitap bir Romalı katip ile başlıyor, katibin adı Apronius. Apronius bize Roma hakkında güncel bilgiler veriyor bir nevi, işte başta kim var şu an ki yönetim nasıl falan filan. Tabii kendi işinden falanda bahsediyor ama bana genel olarak Apronius'un hikayesi sıkıcı geliyordu ve adam gözümde tamamen beleşçi olarak kaldı. (sebebi ise adam sürekli tiyatrodur bilmem nedir beleş bilet almaya çalışıyor) Apronius gladyatör müsabakasını izlemek istiyor ve müsabakayı düzenleyen adam eski bir arkadaşı ondan beleş bilet koparmaya çalışıyor. (beleşçi işte) Adamın yanına gittiğinde bir öğreniyor ki gladyatörlerden 70 kişilik bir grup geceleyin kaçmış. Bu kaçanlar arasında da en iyi iki dövüşçüsü olan Spartacus ile Crixus var. Bu gladyatör grubu aslında sadece keyfi bir şekilde yaşayıp sağı solu yağmalamak istiyorlar. Kaçarken pek bir düşünceleri yok amaçları sadece ölmemek için savaşmak. Bir yerden sonra kölelerden veya yerel halktan bu gruba katılanlar oluyor ve grupları gittikçe büyüyor. Dediğim gibi kitap bu grubun giderek büyümesinden ülkenin ve köle sisteminin nasıl etkilendiğini açıklıyor. Bu grup giderek büyüyor devlet kuruyor, kendilerine şehir kurmaya çalışıyorlar ve o sıra zorluklar yaşıyorlar. Kitapta insanların bir çok duygusu ele alınıyor özellikle kötü olanları, açgözlülük, korku, tembellik gibi. Bence bir numaradan açgözlülük duygusu var bu duygu hem zenginler için hem de köleler için geçerli. Zenginler açgözlü bu yüzden kölelerine daha fazla iş yüklüyorlar, köleler açgözlü çünkü özgürlüklerini kazansalar da daha fazlasını isteyip mutsuz oluyorlar. Zenginlerin kısmını geçelim, kölelerin kısmına gelelim. Köleler efendilerinden ayrılıp Spartacus'un yanına katılıyor ve Spartacus herkese eşit haklar tanıyan Güneş Devlet'ini kuruyor. Bu devlette herkes kendisi için çalışıyor, kendisi için ev veya yemek yapıyor. İnsanların açgözlülüğü burada ortaya çıkıyor ki kendilerine çalışmak onlara yetmiyor. Grubun büyük bir kısmı özgürlüğün çalışmadan istediğini yapmak olduğunu düşünüyor. Efendilerin yanında çalıştıklarından daha az çalışıyor ama onlara yetmiyor, tamamen istedikleri gibi yiyip içmek sağı solu yıkmak istiyorlar ki bu da Güneş Devlet'inin sonunu getiriyor. Bir diğer sorun ise grupta iki tane liderin yani birde Crixus'un bulunması. Crixus'un aslında liderlik umurunda değil ama bir çok insan onu lider olarak görüyor ve onu takip etmek istiyor çünkü Crixus'da onlar gibi açgözlü. Zaten Crixus ile Spartacus arasında ki fark bu, Spartacus kendi çıkarını düşünmeden herkesi düşünerek hareket ediyor, her olayı kontrol edip ceza veriyor ama Crixus kendisini düşünüyor, gruba ceza veremiyor çünkü kendisi de onlar gibi. Spartacus'un herkesin iyiliğini düşünmesine Zozimos adlı bir insan karşı çıkıyor ve şöyle bir lafı var "İyi niyetli bir diktatörden daha tehlikelisi yoktur." Bu laf tartışılmaya açık bir laf ki isterseniz yorumlarda görüşünüzü belirtebilirsiniz. (sözün tamamını sonda yazacağım) Spartacus her ne kadar Güneş Devlet'ini kurmaya etraf ile dost olmaya çalışsada diğer yerler ya korkudan anlaşmaya varmıyor yada Spartacus'un grubunun bir kısmı etrafa saldırıyor. Spartacus bu tehlikeleri başta seziyor ama bunu nasıl engelleyeceğini tam olarak bilemiyor ve akıl hocası da yok. Bu da bir diğer sorun çünkü kendi ideallerini kurmasını engelleyen bir grup var ve bu gruba ne yapması gerektiğini bilmiyor. En son Spartacus "Bu çağ Güneş Devlet'i için ya çok ham yada çok kart" diyerek devletten vazgeçiyor. Kitabı okumanızı tavsiye ederim, kitap yaklaşık 400 sayfa ve günde 1 saat civarı okuyarak 2 hafta gibi bir sürede bitirdim. Kitapta farklı bakış açılarından olayı anlatmasını her ne kadar sevsem de bazı kısımlar biraz ağır ve sıkıcıydı ama genel mana da beğendim bu durumu. Dediğim gibi savaşlar çok kısa anlatılıyor bu açıdan biraz kötü buldum çünkü Spartacus'un kıvrak zekası ve taktiksel özelliklerini tam tadını vermeden geçip gidiyor ama asıl olay savaş kısımları olmadığı için hak da veriyorum. Biraz da spoiler kısımlardan bahsedeyim :) Kitap hakkında sizin de yorumlarınız varsa lütfen belirtin veya benim yazdığım yerlerde tartışmak istediğiniz bir konu varsa yazın burada amacım sadece bir kitap incelemesi yapmak değil aynı zamanda bir tartışma ortamı yapıp bilgi alış verişi yapmak. :) Not: Zozimos'un sözünün tamamı;
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.