Jump to content

Genel Araştırma

'romantizm' etiketi için arama sonuçları.

  • Etiketlere Göre Ara

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Yazara Göre Ara

İçerik Türü


Forumlar

  • Duyuru & Kurallar
    • Forum Kuralları & Yardım
    • İstek, Şikayet ve Öneri
    • Tanışın Kaynaşın
    • Türk Anime TV Etkinlikleri
    • E-dergi
  • Türk Anime Çeviri Ekibi (TAÇE)
    • Tamamlanan Projelerimiz
    • Devam Eden Projelerimiz
    • Gelecek Projelerimiz
    • Askıya Alınanlar
    • TAÇE Duyuruları
  • Anime GENEL
    • Anime İstek ve Öneri Bölümü
    • Bilinmeyen Animeler ve Karakterler İçin Yardım Bölümü
    • Anime Genel
    • Anime Geyik
    • Animeler & Karakter Anketleri
    • Anime Tanıtım ve İncelemeleri
    • Anime Serileri Bölüm Tartışma Alanı
  • Manga GENEL
  • Fansub Takımları
  • Anime Manga Live-Action Download
  • Fan Kulübü
  • Japonya
  • Program Deposu
  • Konu Dışı
  • Roronoa Zoro's Roronoa Zoro Kimdir?

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Oluşturma Tarihi

  • Start

    End


Son Güncelleme

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Üye Grubu


Hakkımda


Outlook


Web Sitesi


ICQ


Yahoo


Jabber


Skype


Konum


İlgi Alanları

16 sonuç bulundu

  1. Birkaç yıl önce okuduğum bir manga birden aklıma geldi ama ne yazık ki manganın adını hatırlamıyorum. İçerdiği türler yanlış hatırlamıyorsam romantizm ve dramdı. Konu, erkek ana karakterimizin sanırım düşen bir tanrıçaya yardım etmesi ile başlıyordu. Erkek ana karakterimiz bu tanrıça ile dost olup birlikte falan takılıyordu. Daha sonrası anılarımda biraz allak bullak ama şöyleydi diye hatırlıyorum: Bu ana karakterimizin birde kız çocukluk arkadaşı vardı. Bu kız ana karakterle romantik şeyler yaşayınca dünyanın içine ediyordu. Yıldırımlar, seller, meteorlar, depremler ve daha fazlası. Konusu böyleydi, pek bir şey hatırlamıyorum. Manga ile aklımda kalan çoğu şey ana karakterimizin bu tanrıça ve çocukluk arkadaşı arasında geçen aşk üçgeniydi. Yardım etmek isteyenlere şimdiden çok teşekkürler. Not: Böyle bir konu için bölüm bulamadım. Bende Manga Genel bölümünde konu açmayı uygun gördüm.
  2. 1.BÖLÜM UÇURUM 2.BÖLÜM Ölüm ve Yaşam 3. Bölüm Acaba… 4. Bölüm İntikam 5. Bölüm İblisin insan yanı ( final) SON
  3. Çok iyi yaptığımı söyleyemem ama destek olursanız sevinirim. https://www.youtube.com/channel/UCqvgOJZ8JFaD8qsTvrEl12w/featured?view_as=subscriber
  4. Ön ve Son Söz -Normalde uzun uzun tanıtımını yapardım ama bu seri için gerek bile yok. Çevrilmeye değer olduğunu My Anime List Sıralamasında BİRİNCİ (9.15) sırada olarak kanıtlıyor. Bütün işaretler, yazım stili ve sözcükler yazarın kullandığı gibi çevrilmiştir. Okurken hikayeye alışması biraz zaman alıyor. O yüzden iki sayfa okuyup bırakmamanızı tavsiye ederim. *Değerli zamanını ayırıp çevirinin neredeyse hepsini üstlenen LoyalBlue rumuzlu arkadaşımıza bizzat teşekkür ederim. Projenin ilerlemesinde 6576537383 katlık hız sağlamasaydı şu an bu iki kitap sizlere ulaşamayacaktı. * Son olarak: Çeviride yardımcı olmak isteyen ya da Türkçesine güvenen ve hatalı cümlelerin yapısını düzeltebilecek biriyseniz sizi de aramızda görmek isteriz. Bunun için BU adrese tıklayıp en alt kısımdaki "Tercüme" ya da "Editörlük" kısmından başvurabilirsiniz. Olmadı bana ya da LoyalBlue'ya bir özel mesaj atın konuşalım!* Okumak için : HakoMari Oku Açılış Şarkısı https://youtu.be/xLOIyQ6H7-8 Kapanış Şarkısı (Full versiyonu daha yayınlanmadı.) https://soundcloud.com/replicaletter/sx1svhx1i20c
  5. Konu: 16 Yaşında bir 10. Sınıf öğrencisi olan Kıtamura Ken aynı sınıfta olan Tadakoro Kyoko adlı kıza aşıktır ve bunu hala ona söyleyememiştir.Bugün yapılacak olan okul gezisini ona açılma fırsatı olarak kullanmayı düşünmektedir. Ama okul gezisinde başlarına geleceklerden habersizlerdir.Bu olay Ken'i tamamen değiştirecektir. ŞU ANLIK KARAKTERLER: Ana Karakter: Kıtamura Ken Tadokoro Kyoko Sawamura Aoki Yan Karakterler: Ryohei(Bloodshed Patronu) - Erkek Kido(FREEDOM Patronu) - Erkek Yoshino Yayoi - Bayan Hiromitsu Naoto - Erkek Hidekata Ayumu - Erkek Hanaye Au - Bayan Julie Ukumi - Bayan Arata Itsuki - Erkek Yoshiaki Zen - Erkek Tomiko Anzu - Bayan Chokichi Hajime - Erkek Mikazuki Saika - Bayan Yasuhiko Zentaro - Erkek Isao Fugiki 1.Bölüm Ken kahvaltısını yapıp evden çıkti ve yolda giderken Aoki ile karşılaştı. Aoki Ken’in en yakın arkadaşlarından biridir. Aoki: Günaydın,bugün okul gezisi günü sonunda geldi be Kyoko’ya açılacaksın değil mi Ken: Günaydın ,evet sonunda gelebildi,açılmayı düşünüyorum ama tam karar veremedim kabul etmezse şimdiki olan yakınlığımızı kaybedeceğiz. Aoki: Merak etme, Kyoko kabul edecektir bundan eminim. Hadi Gidelim Okula vardıklarında okul gezisi için otobüsler hazırlanmıştı ve yola çıkmaya hazırlardı. Yola çıktılar. Yoldayken garip garip patlamalar oluyordu ama endişe edilecek kadar büyük değillerdi. Ken’in içine bir korku düştü.” Ya Kyoko teklifimi kabul etmezse korkusuydu bu” eğer Kyoko teklifini reddederse Ken hayatındaki en değer verdiği insanı kaybedecekti. Olumsuz düşünmeyi bırakıp okul gezisini düşünmeye başladı. Okul gezisinde kalacakları otele vardılar. Odalar ve kalacakları çiftler önceden belirlenmişti erkekler,erkeklerle,kızlar,kızlarla kalacaktı. Ken’in oda arkadaşı ise Aoki’ydi. Eşyalarını yerleştirirken Ken’e birşeyler söyledi. Aoki: Nasıl bir teklifte bulunacaksın? Çok sade olmamasına dikkat et Ken: Nasıl olup olmadığı önemli değil benim teklifimi kabul etmesi yeter Aoki: Kızlar şaşalı tekliflerden hoşlanır şaşalı bir şekilde etsen güzel olur aslında Ken: Onu otelin merdivenlerine çağırıp orada teklif etmeyi düşünüyorum sade olabilir ama aklıma gelen tek şey bu Aoki: Böyle olacağı belliydi. 10.Sınıfların en zeki öğrencisinin aklına derslerden başka birşey gelmez. Teklif yapmayı nereden bilsin.Neyse sana bir kaç birşey önerebilirim. Ken: (sert bir ses tonuyla) İşime karışma AOKİ ! Aoki: ( yumuşak bir ses tonuyla gülerek ) Tamam tamam sakin ol Eşyalarını yerleştirip üstlerini değiştirdikten sonra yemeğin yenileceği kata indiler. Yemekten sonra Ken Kyoko’yu otelin 3. katındaki merdivenlerine çağırdı.Kyoko Ken’den birazcık daha erken geldi. Birden o katta bir patlama yaşandı. Patlamanın sebebi Ülkenin en büyük mafya çetelerinden olan FREEDOM VE BLOODSHED Liderlerinin dövüşüydü. Dövüşleri bu otele kadar sıçramıştı. Kyoko savaşlarının ortasında kaldı. Polis otelin içindeki tüm öğrencileri tahliye ediyordu Aoki ve Ken de tahliyelilerin arasındaydı. Ken ve Aoki Kyoko’nun tahliye edilen öğrenciler arasında bulamadılar ve etrafta aramaya başladılar.Bir süre sonra tekrar bir araya geldiler Ken: Hiçbir yerde yok bulamadım lanet olsun. Aoki: Bende bulamadım ama merak etme polis onu da tahliye etmiştir endişelenme Ken: Umarım öyledir Bir süre sonra polis içeriye tahliye olamayan varmı diye kontrol etmeye girdi herkes tahliye olmuş gibi görünüyordu. Polis telsizinden bildirimler geldi: 1.Polis grubu:Burası temiz 2.Polis grubu:Burasıda temiz 3.Polis Grubu: Burasıda temiz Amirim Amir:Anlıyorum çok şükür herkes tahliye olmuş Aniden… 4.Polis grubu: Amirim FREEDOM Lideri Kido Burada Bir Kızı Öldürmüş ve şimdi gidiyor !! Amir: Ne ? Durdurun onu çabuk olun !! 4.Polis Grubu: Malesef bir kızı öldürmüş elimizden kaçırdık !! Amir: Lanet olsun. Kızın adı ne ? ! 4. Polis Grubu: Ölen kızın adı TADOKORO KYOKO ! Ken: (ağlamaklı bir ses tonuyla) Ne ? Ken anne ve babasının ölümünden sonra onu yeniden hayata bağlayan insan olan Tadakoro Kyoko’yu da kaybederek umutsuzluğa kapılmıştı. Artık eski Ken’den bir eser yoktu. 2. Bölüm Kyoko’nun öldüğünü öğrendikten sonra Ken hayatla bağlarını koparmıştı. Hayatta tek değer verdiği varlığını kaybeden Ken’i bekleyen tek şey umutsuzluktu.Ken artık neden yaşadağına bile anlam veremiyordu Kyoko’nun kendisi yüzünden öldüğünü düşünüyordu.Ken’in tek düşündüğü şey Kyoko’nun olmadığı bir dünyada kendisinin de olmaması gerektiğiydi.Bu düşünceler arasında kaybolup giderken kapı sanki Ken’in hüznünü betimlercesine çaldı. Gelen Aoki’ydi. Aoki: Selam.Müsaitmisin girebilirmiyim? Ken: Geç Aoki: Direk konuya gireceğim ne yapmayı planlıyorsun? Amacın nedir? Kyoko’nun intikamını almadan böyle oturarak ölmeyimi bekleyeceksin? Sen böyle birimisin ? Ken:( :(((((ğırarak ağlarcasına) Ne intikamı Kyoko benim yüzümden öldü, eğer o gün onu o merdivenlere çağırmasaydım bunlar başına gelmeyecekti ve hala yaşıyor olacaktı hepsi benim hatam. Yaşamayı haketmiyorum. Hıh zaten hiçbir zaman haketmemiştim . Aoki senden en iyi arkadaşın olarak bir istekte buluncağım. BENİ ÖLDÜR ! Aoki: Neler saçmalıyorsun sen Ken. Kyoko’yu FREEDOM’un pislik patronu öldürdü senin hiç bir suçun yok. Tek yapmamız gereken Kyoko’nun intikamını almak başka birşeyde değil eğer Kyoko’nun intikamını aldıktan sonra tekrar seni öldürmemi istersen.En iyi arkadaşın olarak seni öldüreceğim sana söz veriyorum. Ama şimdi ölemezsin şuan tek yapman gereken Kyoko’nun intikamını almak. Ken: (Doğrulur,Şeytani bakışıyla ve tüyler ürpertici bir ses tonuyla) Planını anlat Aoki o herifleri geberteceğim Aoki: İşte benim tanıdığım Ken budur. Planım onları içlerinden yok edip geberteceğiz. Ken: O nasıl olacak Aoki: Orasını ben halledeceğim. Babam polis olduğundan istihbaratım kuvvetli. Babamın dediğine göre yerlerini bildikleri halde oraya adımlarını atmaya korkuyorlarmış. Nedeni henüz bilinmiyor ama baskına tenezzül bile edilmiyormuş. Biz o yere gideceğiz ve onlara katılmak için geldiğimizi söyleyeceğiz. Ken: Bizi almaları için ne yapacağız bizi oraya sokmazlar. Aoki: FREEDOM mafyası güçlü olanları her zaman kabul eder ne tür insan olursa olsunlar böyle bilinirler. Senin gücünü çok iyi biliyorum Ken sende benim gücümü biliyorsun. Oraya giremememiz için hiç bir sebebimiz yok. Onlara katılıp içlerinden yok edip köklerini kurutacağız. Ken: Neredeler? Aoki: Tokyo 22. bölge Yer altı tapınağı. Ken: Gidelim Ken ve Aoki küçüklüklerinden beri Kılıç kullanma konusunda eğitim görmüşlerdi. Ve artık kılıç kullanmakta usta olmuşlardı. Kyoko’nun ölümü bir kılıcın kalbine saplanmasından daha beter bir acı vermişti kalbine. Ve artık hiç bir şey kıramazdı Ken’in Soğuk Kalbini. FREEDOM’un kaldığı üyelerin yerine gelmişlerdi. Tam yer altına inecekken onları 2 kişi karşıladı. İçlerinden biri “Siz 2 delikanlı ne yapıyorsunuz burada hadi evinize buraya girmenize izin yok” dedi Aoki: Biz FREEDOM a katılmak için buraya geldik. ne yapmamız gerekiyor. “FREEDOMA Katılmakmı sizmi şakamı yapıyorsunuz yoksa gerçekten delirdiniz mi eğer 2 dakika içinde buradan gitmezseniz pişman olursunuz. Ken: (korkunç bir ses tonuyla) FREEDOM’a girmek için siz 2 nizi öldürmem gerekiyorsa bunu zevkle yaparım. FREEDOM Üyelerini sanki üstlerine bir şeytanın eli deymiş gibi bir korku salmıştı. Kıllarını bile kıpırdatsalar ölecekleri hissi tüm vücutlarını kapladı. Tam ken saldıracakken ağaçların arasından biri çıkıp. “ Neden bu genç delikanlıları denemek için içeri kabul etmiyoruz size de uyar değil mi ? Ken: Başları sen misin ? Kız: Sana bunu düşündüren nedir ? Ken: Güçlüsün diyip saldırır. Julie Ken’in saldırısını kendi kılıcıyla durdurur ve bir anda Ken’in arkasına geçer. Kılıcını saplayacakken Ken o saldırıdan rahatça sıyrılır. Ken tekrardan saldıracakken Aoki Ken’e durmasını söyler. Ken: ( kızgın bir ses tonuyla ) Durmam için bir sebep söyle Aoki Aoki: Şuan savaştığın kişi FREEDOM Mafyasının en güçlü 10 üyesinden biri olan Julie Ukumi.Bence bu kadar dövüşmeniz yeterdi değilmi Julie-san Julie: (Gülerek) Uzun zamandır dövüşmemiştim bu iyi geldi Delikanlı. FREEDOM’a katılmak isteme sebebinizi öğrenebilir miyim ? Ken ve Aoki aynı anda… “İNTİKAM” Julie: Güzel bir sebebiniz var peki neden ve kimden intikam almak istiyorsunuz. İntikam dediğiniz şey ağzınızda oyuncak olacak türden bir kelime değil bunu iyi bilmelisiniz. Ken daha fazla konuşmak istemedi ve Aoki devam etti.”bir mafya patronundan intikam almak istiyoruz sevdiğimiz bir arkadaşımızın katili oldu bu yüzden güç arıyoruz ve sizin bize güç bahşedebilecek bir mafya çetesi olduğunuzu biliyoruz bu yüzden buraya geldik.Bizi kabul edecek misiniz ?. Julie: Pekala. Sizi sevdim güçlü ve akıllısınız ancak mafyamız ihaneti hiç sevmez. Eğer bize ihanet edecek olursanız… BİZ SİZİ ÖLDÜRMEDEN GİDİN VE KAFANIZA SIKIN (JULİE TÜYLER ÜRPERTİCİ BİR KONUŞMAYLA KEN VE AOKİYİ ÇETEYE ALDI GELECEK BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE) 3.Bölüm Julie, Ken ve Aoki yi güçlerini test edip kabul ederek çeteye kabul etti.FREEDOM’un gerçek yüzü Ken ve Aoki çeteye katıldıktan sonra belli olacaktı.Julie,Ken ve Aoki tapınağa adımını attıkları anda yayılan o iğrenç kan kokusunu aldılar. Aşağıya doğru indiklerinde onları 2 kişi karşıladı. Bunlar Julie’nin sağ ve sol kollarıydı. Sağ kolu, İri yarı, yapılı vucudu ve korkunç yüzü ve bakışlarıyla İsao Fugiki, Sol kolu,Uzun boylu uzun saçlı sevecen bir tavrı olan Yasuhiko Zentaro. Julie içeri girdiğinde yanlarında belirerek konuşmaya başlarlar. Fugiki: Yanınızdaki 2 kişi yeni üyeler mi Julie-sama Julie: Evet bugun aramıza yeni katıldılar Zentaro: Sizin pek yeni üye kabul ettiğiniz görülmez Julie-sama nedir bunun sebebi ? Julie: (Gülecen bir tavırla) Güçlüler. Fugiki: Güçlüler demek. Zaten sizin ilginizi çekebildiklerine göre güçsüz olmaları imkansız Zentaro: Peki katılma sebepleri nedir Julie-sama ne istiyorlar? neyi arzu ediyorlar ? Julie: (yine gülecen bir tavırla) İntikam Zentaro ve Fugiki Aynı Anda “ oo İntikam Demek peki neden ve kimden intikam almak istiyorlar” Julie: Ken’in sevdiği bir kız arkadaşı Bir mafya patronu tarafından öldürülmüş onun intikamını almak için bize katıldılar. Zentaro: Bir şırpıntı için intikam mı almak istiyorlar hıh güleyim bari. Ken yavaş adımlarla Zentaro’nun yanına yaklaşarak kulağına birşeyler fısıldar. “Eğer bir daha Kyoko hakkında kötü birşey söylersen seni öldürürüm” Zentaro ve Fugiki Ken’den yayılan öldürme hissini sezdiler ve saldırmaya hazırlandılar. Tam o anda Aoki… Aoki: (Gülerek) Hadi ama Ken bu kadar çabuk galeyana gelme onlar Kyoko’yu daha tanımıyorlar bu yüzden böyle bir şey dediler sakin ol. Ken: Sen nasıl böyle sakin olabiliyorsun Kyoko’ya Şırpıntı dediler Aoki: Evet duydum ama sakin olmalıyız. Daha yeni tanıştık sorun çıkarma bir daha da böyle bir şeye kalkışacaklarını sanmıyorum. Ama eğer bir daha böyle bir söz duyarsam… (ŞEYTANİ BİR BAKIŞLA) O ikisinin kellelerini sana kendi ellerimle teslim edeceğim. (Gülerek) Şimdi sakin olmalıyız değilmi ? Zentaro ve Fugiki içlerinden “ Çift kişilikli demek dikkatli olmalıyız” diye düşündü Julie araya girerek şimdi yapacağımız şey size FREEDOM’un En güçlü 10 üyesini tanıtmak olacak. 10 dan 1 e doğru başlıyorum. 10.üye: Yoshino Yayoi Cinsiyet: Bayan Benim ve sizin gibi bir kılıç ustasıdır Gerçekten Güçlüdür kolay kolay sinirlenmez ve pek kimseyi takmaz. Ama iş dövüşe geldiğinde dünyadaki en merhametsiz insandır. 9.Üye: Hiromitsu Naoto Cinsiyet: Erkek Pek ortalıkta dolaşmaz. Genellike patron çağırdığında gelir Dünyadaki en iyi suikastçilerden biridir. 8. Üye: Hidekata Ayumu Cinsiyet: Erkek Gösteriş yapmayı sever. Bir sihirbazdır. ama bu sihirlerini nasıl yaptığını kimse öğrenemedi. Dünyanın en iyi sihirbazıdır. 7. Üye: Hanaye Au Cinsiyet: Bayan İyi kalpli biridir insanlara yardım etmeyi sever. Neden FREEDOM a katıldığını kimse bilmiyor.Yeteneği ise Şifa. Bir insan ne kadar ağır yaralı olursa olsun onu iyileştirebilir. Ama kullanan kişiye bir yan etkisi varmı bilinmiyor 6. Üye: Ben yani Julie Ukumi Cinsiyet: Bayan Bende sizin gibi bir kılıç ustasıyımdır beni zaten tanıyorsunuz Diğer 5 üyeye gelirsek bu kişilerin yüzlerini ve yeteneklerini sadece Patron biliyor bizlere sadece isimleri ve cinsiyetleri söylendi. Bu kişiler olağanüstü güçteler. Onları yenebilecek birileri henüz varolmadı. Sana isimlerini ve cinsiyetlerini söyleyeyim 5. Üye: Arata Itsuki Cinsiyet: Erkek 4. Üye: Yoshiaki Zen Cinsiyet: Erkek 3. Üye Tomiko Anzu Cinsiyet: Bayan 2. Üye: Chokichi Hajime Cinsiyet: Erkek ve bu kişilerin içinde 1. olan Patrondan sonra en büyük yetki ve güce sahip 1.ÜYE: Mikazuki Saika Cinsiyet Bayan Evet tüm üyeleri tanıdığımıza göre başka birşey kalmadı. Bir sorunuz varmı Ken ayağa kalkar ve o çarpıcı sorusunu sorar. EĞER 10 ÜYEDEN BİRİNİ ÖLDÜRÜRSEK YERİNE GEÇEBİLİYORMUYUZ ? (bu sorudan sorna Julie , Zentaro ve Fukigi şok içinde gelecek bölüm neler olacak ?) 4.Bölüm Ken’den herkesi şaşırtan bir soru gelmişti.Hiç kimse böyle bir şey beklemiyordu Ken’in aklından ne geçiyordu. O sırada Aoki de bu tüyleri diken diken eden soruya katıldı. Aoki: (Şeytani bir gülümsemeyle) Evet Julie-san eğer en güçlü üyelerden birini öldürürsek yerine geçme şansımız varmı. Zentaro: Siz aklınızı mı kaçırdınız ? Ne dediğinizin farkında mısınız ? Aoki: Gayet farkındayız. Biz buraya güç için katıldık ve gücü bu şekilde bulabileceğimizi düşünüyoruz.(aynı gülümsemeyle) Bir itirazınız mı var. Aoki’nin bu sözlerinden sonra Zentaro’nun dili tutulmuştu ne diyeceğini bilemiyordu daha önce böyle bir varlıkla karşılaşmamıştı.Bu soruya nasıl bir cevap verilebileceğini bilemiyordu. Julie gülerek Julie: Ahahaha Siz gerçekten çok İlginçsiniz.İyiki sizi aramıza almışım . Sorunuza cevap verecek olursak. Evet onların yerini alabilirsiniz.Tabi ki ÖLDÜREBİLİRSENİZ Ken: Bunu duyduğuma sevindim. Sizde En Güçlü 10 Üye’nin arasındaydınız değil mi ? Julie: (gülümsemeyle) Evet öyleyim. Ken: (Şeytani bir bakışla) Aramaya gerek kalmayacak demek.Yerinizi almam için seni öldürmem yeterli mi ? Julie: Evet. Tabi yapabilirsen. Ken saldıracakken . Zentaro ve Fugiki Julie’nin önüne geçti ve Zentaro bir şeyler söyledi “Bir şırpıntının intikamını almak iç--” lafının devamını getirmeden Aoki kılıcı ile Zentaro ve Fugiki’nin kellelerini bedenlerinden ayırdı ve şeytani bir bakışla bu sözleri söyledi. “SİZE EĞER BİRDAHA KYOKO’YA ŞIRPINTI DERSENİZ SİZİN KELLENİZİ ALACAĞIMI SÖYLEMİŞTİM” dedi.Daha sonra Zentaro ve Fugiki’nin kellelerini yerden alıp Ken’e doğru yürüdü ve kelleleri Ken’e doğru uzatıp. Gülümseyerek. “Buyur Ken. Eğer bir daha Kyoko’ya şırpıntı derseler.Sana kellelerini kendi ellerimle getireceğime dair söz vermiştim” dedi. Julie ne olduğunu anlayamadan herşey bitmişti.Kılıcını çekip Aoki’ye doğru koşmaya başladı. Tam saldıracak iken Ken kendi kılıcı ile Julie’yi durdurdu. Ken: Senin dövüşün benimle bayan Julie: Siz benim adamlarıma bunu nası yaparsınız ikinizde buradan sağ kurtulamayacaksınız size bu yaptığınızı ödeteceğim Ken: Çok fazla çene yapıyorsun bayan. Ben pek fazla konuşmayı sevmem. Kılıçlarımızla konuşmak ister misin. Julie: Seni adi herif Ken ve Julie arasındaki dövüş başladı.Kılıçlarını çok hızlı sallıyorlardı.Julie bir hışımla Ken’in arkasına geçti ve kılıcını Ken’e geçirmeye çalıştı. Ken sağa doğru adımını attı. Julie’nin saldırısı boşa gitti.Bundan yararlanan Ken kılıcını Julie ye saplamaya çalıştı.Eliyle yere tutunan Julie’ Ken’e tekme atmaya çalıştı. Ken Julie’nin bacağını kılıcıyla kesti.Julie acıyla kıvranırken Ken acımasızca kılıcını Julie’nin kalbine sapladı. Julie sonuna yakındı.Ölmeden önce Zentaro ve Fugiki’ye dermişçesine”Lanet olsun. İntikamınızı alamadım çocuklar.Hepsi benim güçsüzlüğümden oldu.Merak etmeyin yanınıza geliyorum.” Sonra Aoki ve Ken’e dönerek “Sizi affetmeyeceğim bunu bilin. Ama umarım siz intikamınızı alırsınız. Lanet olsun” son sözlerini söyledikten sonra hayata veda etti. Julie öldükten sonra Aoki ve Ken nasıl Julie’nin yerine geçtiklerini nasıl anlayacaklarını düşünürlerken bir telefon sesi duyduydular. Ses Julie’den gelmekteydi.Ken eğilerek Julie’nin telefonunu cebinden aldı ve açtı. Arayan kişi Ken’le konuşmaya başladı. ……:Merhaba,Kıtamura Ken Julie’yi öldürdük demek. Ken: Evet. Sen kimsin. Kido: Ben, FREEDOM Lideri Kido. Seni yeni 6. Üye olduğun için tebrik ederim. Tüm üyelere tanıtacağım bu yüzden telefonda kayıtlı olan adrese gelmeni istiyorum. Yanındaki arkadaşınla birlikte gelirsen sevinirim. Ken: Geliyoruz… Ken ve Aoki telefondaki adrese doğru yola çıktılar. Bu sırada Kido ve FREEDOM’UN En güçlü 5 üyesi ile toplantıdaydılar. Kido: Yeni üyemizle tanışmak için can atıyoruzdur umarım. Tomiko Anzu: Bu toplantıya beşimizden başka birisini çağırdığınız hiç olmamıştı Kido-sama. Chokichi Hajime: O ikisiyle baya ilgilisiniz bakıyorumda. Kido: Senin gözlerinden hiçbir şeyde kaçmıyor Hajime-kun. Ama malesef tek ilgili olan ben değilim. O 2 üyemizi uzun zamandır tanıyan biri var aramızda .(Gülümseyerek) Değilmi Saika-chan (Kido, Ken ve Aoki’yle neden bu kadar ilgiliydi ve Mikazuki Saika onları nereden tanıyordu ??) 5. Bölüm Kido Ken ve Aoki’yi GÜÇLÜ 5 Lİ ‘nin toplantısına çağırmıştı.Bu onlarla ilgilendiğinin bir kanıtıydı.Aoki gitmeden önce Ken’e dikkatli olmaları gerektiğini ne olup ne biteceğini kestiremediğini söyledi.Ama bunları Ken’e söylemek çok anlamsızdı. Yüreğindeki ateş her tarafını yakmıştı onun artık ne olacağını önemsemiyordu.Tek istediği çok sevdiği Kyoko’nun intikamını alarak onu huzura kavuşturmaktı. Toplantının olduğu yere geldiklerinde önlerinde hiçbir şey yoktu.Ken telefonu eline alıp arayacakken birden önlerinde bir bina belirdi. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı.Hiçbir şey yokken önlerinde böyle bir şeyin olması onları şaşırtmıştı. Binanın kapısının önünde bir kişi bekliyordu.Birden Ken ve Aoki’ye yürümeye başladı.Bundan tedirgin olup kılıçlarını çektiler. Ama durum beklediklerinden farklıydı.Üstlerine doğru yürüyen kişi başını eğerek. “Hoş geldiniz Ken-sama Aoki-sama ben sizi toplantıya götürecek olan Belgamil sizinle tanıştığıma memnun oldum” dedi.Ken ve Aoki tedirginliklerini üstlerinden attılar ve kılıçlarını kınlarına koydular.Belgamol kafasını kaldırarak”Lütfen beni takip edin sizi toplantının olduğu yere götüreceğim” dedi ve binanın içine girdi.Yeni 6. ve yoldaşı da onu takip ederek arkasından binanın içine girdiler.Toplantının olduğu yere geldiklerinde Belgamil “Bundan sonrasına siz devam edebilirsiniz. Görüşmek üzere”diyerek birden gözden kayboldu. Ken ve Aoki kapıyı açıp içeri girdiler.Girdiklerinde Aniden 2 kişi tüm kana susamışlığı ile 2 sine saldırdı.Aoki ve Ken saldırılarını son anda fark edip güçlükle durdurular. Aoki: (gülümseyerek) Bu kadar ani gelmenizi beklemiyorduk. Keşke biraz ısınsaydık rica etsem kim olduğunuzu sorabilirmiyim. Chokichi Hajime: FREEDOM En güçlü 2. üye Chokichi Hajime Tomiko Anzu: FREEDOM En güçlü 3. üye Tomiko Anzu. Memnum oldum.Sizin gücünüzü test ettikte biraz.Saldırımızı karşıladığınıza göre iyi gibisiniz.Ama karşılamamanızı isterdim. (Şeytani bir bakışla ve sert bir konuşmayla) Sizi ellerimde öldürmek en çok istediğim şeydi Lanet olasıcalar.(Gülümsemeyle) Malesef olmadı. Neyse boşverin. Ken: Sizin deneme tahtanız olduğumu sanmıyorum. Eğer o pis ayaklarını kılıcımın üzerinden çekmezsen seni öldürürüm. Chokichi Hajime: Hayal kurma yumurcak.Böyle birşey olmayacak.Ama ölmek istiyorsan bunu hemen şimdi yapabilirim. Ken: Denemek istermisin ? Kido sert bir ses tonuyla: Yerlerinize geçin Hajime, Anzu Tomiko Anzu: Tabikide Kido-sama Hajime:(iplemeyen bir tavırla) Tamam Kido: Arkadaşların kusuruna bakmayın.Çok arkadaş canlısılar bu yüzden yeni arkadaşlarını biraz tanımak istediler. FREEDOM 5 Lisi toplantısına ve FREEDOM a hoşgeldiniz.Ben Kido FREEDOM un Lideriyim. Diğer arkadaşlarımızı zaten tanıyorsunuz. Sizi neden buraya çağırdımı sormak isterseniz. Sizinle ilgileniyorum.Gerçek gücünüzü umarım bana birgün gösterirsiniz.Asıl konumuza gelirsek burada sizi tanıyan bir arkadaşımız var. Sizinle konuşmak istiyor diyecekleri varmış. Söz senindir Saika-chan Mikazuki Saika: Beni hatırladınızmı ? Ken ve Aoki hayatlarındaki hiç birşeye bu kadar şaşırmamışlardı.Aynı anda ağızlarından bu isim çıktı KYOKO CHAN ? ? ? Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin iyi yada kötü tüm yorumlarınız benim için önemlidir seriyi bırakmayacağım ve devamını getireceğim
  6. En sevdiğimiz romantizm animelerini söyleyelim görenler nostalji yaşasın, görmeyenler faydalansın.
  7. Bölüm: 1 01.04.2010 "Doğum günün kutlu olsun, demek on yaşına girdin ha!" dedi annem, ben mumları üflerken. "Şimdi hediyelere geçelim." dedi Aki. Mümkün olduğunca Aki'den uzak durmaya çalışarak hediyelerimi bir köşede açmaya başladım. Annem mutfağa içecek bir şeyler koymak için gitmişti. Aki ile aynı ortamdan bulunmaktan nefret ediyordum. Benden dört yaş büyüktü, kahverengi saçları, mavi gözleriyle bir erkeğin ideal 'kız arkadaşı' idi. Ama ben, Aki'den nefret ediyordum. "Ne oldu?" dedi, Aki yanıma oturarak. "Lütfen yanıma gelme, benle konuşma, adımı ağzına alma lütfen." dedim korkarak. "Hadi ama, Haru,"dedi umursamaz bir tavırla, "Neden öyle diyorsun ki?" "Senden nefret ediyorum, git,git bu evden bir daha lütfen gelme!" Aki karşı evde yaşayan, uzaktan bir akrabamızdı. Amcasının ölümüyle bizim eve taşınmıştı. Hayatım o günden itibaren altüst olmuştu. "Şimdi sana ceza vermek zorundayım, Haru" dedi elimi tutarak. "Elimi tutma, benle aynı ortamda bulunma!" dedim elimi çekerek. Fakat o benden daha güçlüydü. Beni kucağına aldı ve merdivenlerden yavaşça yukarı; benim odama çıktı. Ardından kapıyı kitledi ve anahtarı dolabımın üstüne koydu. Ağlamaya başlamıştım, kalbim çok hızlı atıyor, ellerim titriyordu. 'Anne!' diye bağıracaktım ki Aki bana tokatı yerleştirdi. Tokatın etkisiyle yere düştüm. Daha sonra üstüme çıktı ve çantasından wasabi sosunu çıkarttı. Çıkarttığı gibi wasabi sosunu ağzıma tıktı. Ardından ağzımı eliyle kapattı. Kaçmak istiyor fakat kaçamıyor, bağırmak istiyor fakat bağıramıyordum. Deli gibi terlemeye başlamıştım. Wasabiye vücudum daha ne kadar dayanabilir bilmiyordum. Acıdan kafamı yere vurup duruyordum. Annemin beni duymasını istiyordum. Yaklaşık on dakika sonra Aki elini ağzımdan çekti. "Elimi kiretmişsin," dedi sakince elini yalarken. "şimdi en eğlenceli kısma geldik, ha?" Pantolonumu aşağı indirirken bir taraftandan da bir şeyler mırıldanıyordu. "Lütfen dur, yapmak istemiy..." Fakat cümlemi tamamlamama fırsat vermeden şiddetli bir tokat yedim. Tokatın etkisiyle göz bandım yatağın altına uçmuştu. "Haru, lütfen sessiz olabilir misin?" dedi kendi pantolonunu çıkartırken. Oda sessizlik ve ümitsizlikle dolmuştu. Sadece rüzgarı, kuşları ve araba seslerini duyabiliyordum... Aki'den nefret ediyordum... Şiddetli bir tokat daha yedim. "Bütün işi benim yapmamı mı istiyorsun, Haru'cuk? Azıcık erkekliğini göster" dedi ellerimi göğsüne götürürken... 01.04.2015 Eskileri hatırlamayı hiç sevmiyordum. Ama... geçmişten kaçış imkansızdır. Geçmişin açtığı yaralar ile hayatıma devam etmek zorundayım değil mi? Normal bir insan olarak. Geçmişimi önemsemeden emin adımlarla 'hayat merdivenlerini' çıkmak... Çantamdan daha dün aldığım wasabiyi çıkarttım ve öğretmenden gizli yemeye başladım. Wasabiyi artık normal bir şeymiş gibi yiyebiliyordum. "Gerçekten," dedi Himiko, "o kadar çok wasabiyi nasıl yiyebiliyorsun anlamıyorum, tek göz." "Wasabiden nefret ediyorum..." diye söylendim. "Nefret ettiğin halde yiyorsun ama?" dedi Himiko sarı saçlarını geriye atarken. "Yemek ister misin?" dedim kutuyu uzatarak Himito ilk önce biraz kızardı daha sonra kekeleyerek devam etti. "A-Aptal ona ağzın değdi seninle öpüşmekle aynı şey." "Ah kusura bakma benimle öpüşmek istememeni anlayabiliyorum." Himito erkeklerden hoşlanmıyordu. Kızlar ile ilişki kuruyordu. Himito benim tek kız arkadaşım, Ben onun tek erkek arkadaşıydım. -gey değilim, sadece cinsel konularda isteksizim- "A-A-Ama... Tamam, olur." dedi elini uzatırken, Himiko. Wasabiyi Himiko'ya verdim. Himiko çekinerek wasabiyi ağzına götürdü. Bende acıyı biraz bastırması için yoğurdumu bitirdim. Kafamı kaldırdığımda Himiko kıpkırmızı olmuştu. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı, . Kendime hakim olamadım ve bir kahkaha patlattım. "Ne oldu?" diye sordu öğretmen. "Himiko'nun size söyleyeceği önemli bir şey varmış öğretmenim." "TUVALET!" diye bağırdı ve sınıftan dışarı çıktı. Aradan bir süre geçti ve yağmur yağmaya başladı. Yılın bu zamanı yağmur pek normal değildi. Kafamı sıraya koyarak dışarıyı izlemeye başladım. Kuşlar, rüzgar, arabaların sesi ve yağmur... sadece bu sesleri duyuyordum. Sessizlik ve yalnızlık gibisi yoktu benim için. Moralimi kimse bozamaz diye düşünüyordum ki... Okul girişinde uzun kahverengi saçlı bir kız arkasını dönmüş bekliyordu. Dikkatlice kıza bakmaya başladım. Ellerim titriyor, gözlerim seğiriyor, terliyordum. Daha sonra kız arkasını döndü ve çantasından düşürdügü kitapları yerden aldı. Kız Aki'den tamamen farklıydı. Derin bir oh çektim. Düşündüğüm kişi değildi. Hem Aki'nin çoktan okulu bitirmiş olması lazımdı. Eğer şanslıysam acı içinde ölmüş olması gerekliydi. Bizim evden ayrıldıktan sonra onu öldürmüş olmaları benim yararıma... tüm dünyanın yararına olurdu. Tam biraz daha rahatlıyordum ki telefonum çaldı. Arayan annemdi. Çok önemli bir şey olmadığı süre beni derste aramamasını söylemiştim. Telefonu açtım ve sessizce 'Alo' dedim. "Haruuu" dedi telefonun karşısındaki ismimi uzatarak. "Anne?" dedim. "Yoksa beni hatırlamadın mı?" dedi. "A-A-A-A..." ismi ağzımdan çıkmıyordu. "Aki Ablan!" 'Annemin telefonundan arıyor. O psikopat anneme bir şey yapmış olabilir, ondan daha güçlüyüm ona karşı koyabilirim' tüm bu düşüncelerle koşarak sınıf kapısını açtım ve merdivenlerden indim. Depar atarak okuldan çıktım ve evimin yolunu tuttum. Yirmi dakika sonra evime gelmiştim. Kapıyı kırarcasına açtım ve içeri daldım. Sol omzumu tutarak salona daldım. Dehşet, korku, umutsuzluk, üzüntü, başarısızlık, lanet, nefret, acımasızlık... tüm bunları tam bir saniyede hissetmiştim. Annemin cansız bedenine bakıyordum. Ardımdan kapı Aki tarafından kapatılmış olmalıydı. Umursamıyordum. Sadece annemin cansız bedenine bakıyordum. Koltuktan süzülen kanlar ayağıma kadar gelmişti. Hiçbir tepki göstermeden eğildim ve kana dokundum. Gerçekti... "Haru..." dedi, Aki. Arkamı döndüm ve bütün gücümle Aki'ye yumruk attım. "AKİ!!!"
  8. Plastic Memories プラスティック・メモリーズ Bölüm Sayısı: 13 Tür: Bilim-kurgu, Romantizm, Dram Stüdyo: Doga Kobo Sezon: 2015 İlkbahar Sinopsis Üniverisite giriş sınavlarında başarısız olan, 18 yaşındaki Tuskasa Mizugaki'ye, babasının bağlantıları sayesinde, SAI Corporation tarafından bir iş teklifinde bulunulur. SAI Corporation, insani duygulara sahip androidlerin üretimi ve yönetimiyle ünlüdür ve Tsukasa bu şirketin, Merkezi Servis Departmanı'nda görev alacaktır. Bu bölümün görevi vadesi yaklaşmış giftiaları geri toplamaktır - kısaca burası giftialar için son duraktır. Daha da kötüsü (ya da iyisi), Tsukasa'ya, departmanda, Isla (Ayla) adında bi giftia ile birlikte çalışması emredilmiştir. Isla, çalışanlara çay servis etmek dışında, daha önce hiç bir sorumluluk almamıştır. Her sezonun, şüphesiz, heyecanla beklenen, üzerinde henüz başlamadan sıkça konuşulan ve yayınlandıkları sezonun en iyi serileri olacakları iddia edilen animeleri vardır. Bununla beraber, her sezon kendi içerisinde sürprizleri de barındırır. Ben bu süprizlere genellikle bahar sezonunda denk gelirim. 2015 bahar sezonu da bir çok yüksek kaliteli yapımın yanında, bu sürprizlerden birini, Plastic Memories'i getirdi. Plastic Memories, 2014'ün aynı sezonunda yayınlanan Hitsugi no Chaika ya da 2011 bahar sezonuna karşılaştığımız Denpa Onna to Seishun Otoko da olduğu gibi eksantrik bir kız ve ona göz kulak olmaya çabalayan bir delikanlıyı konu alıyor. Isla'nın partneri olan Tsukasa bir yandan onunla düzgün ve sürekli bir iletişime geçmeye bocalarken, bir yanda da ikili giftiaların geri alımı görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlar. Hikayenin ilk bölümünde, seri, Tsukasa ve Isla'nın görevlerini yerine getirirken, insalar ve giftialar arasındaki ilişkileri kavramalarına şahitlik etmemize izin veriyor. Bu esnada, Isla ve Tsukasa - ben zamansız iliştirildiğini düşünsemde - kendilerini komik ve garip durumlar içerisinde buluyorlar fakat aynı zamanda görevlerinin zorluklarıyla da yüzleşme fırsatları oluyor. Hikayenin ikinci bölümü ise ilk bölümde anlatılan temanın Tsukasa ve Isla üzerinde adeta yansıması gibi. Isla, Tsukasa ve ekibin geri kalanı ile olan ilişkilerinde ilerleme kaydederken, Tsukasa, kendisini, görevini sorgulamasına neden olan zor bir kararla karşı karşıya buluyor. Animede, Tsukasa ve Isla dışında çok fazla ekranda görünme süresine sahip olmasada, oldukça eğlenceli karakterler mevcut. Bunlar içerisinde Tsukasa'nın gizli hayranı Michiru ve onu bu konuda sürekli iğneleyen partneri giftia Zack ile Isla'nın romatik hayatı ile yakından ilgilenen Eru belki de en çok ön plana çıkanlar. Michiru, Tsukasa'ya karşı hisettiklerini pek açık etmek istemeyen bir tsundere. Ama ne yaparsa yapsın, Zack'ın bu duygularını, onun yerine, insan içinde dillendirmesine engel olamıyor. Eru ise bir teknisyen Isla ile yakından ilgileniyor. Hikayenin bir bölümünde onun da geçmişine değiniliyor. Bu karakterlerin yer aldığı sekanslar hikayeye ayrı bir heyecan ve keyif katıyor. Geri kalan karakterler, Tsukasa ve Isla'ya yol göstererek hikayeye katkı sağlıyorlar. 12 bölümlük seride, özellikle Tsukasa ve Isla'nın karakter gelişimlerine odaklanılmış. Sonunda ikisi de büyük sayılabilecek bir değişim geçiyorlar. Yönetmen Yoshiyuki Fujiwara anlaşılan konunun çok fazla dağılmasını istememiş (edit: zira ilk bölümlerde yeterince dağınıktı). Bunu yaparak, doğru bir karar aldığını söyleyebiliriz. Zira verilmek istenen mesaj açıkça izleyiciye ulaşabiliyor. (edit) Bu nitelik aynı zaman Plastic Memories'i izlemesi ve sindirmesi kolay bir seri olmasına katkı sağlıyor. Anime seiyuu kadrosu, Isla'yı seslendiren Sora Amamiya(Tokyo Ghoul - Touka, Akame ga Kill! - Akame) dışında genellikle yan rollerde görev isimlerden oluşuyor. Tsukasa'yı seslendiren Yasuaki Takumi'nin Sora Amamiya ile uyumu genellikle göze batmıyor. Eru'yu seslendiren Sumire Uesaka ve Michiru'yu seslendiren Chinatsu Akasaki, enerjik teknisyen ile tsundere iş arkadaşına hayat vermede başarılı olduklarını söylemek yalnış olmaz. Doga Kobo tarafından anime edilen serinin animasyon kalitesi üst düzey olmasa da belli bir standardı tutturuyor. Gelecekte geçen bir seriye göre Plastic Memories'in mekanlarındaki çeşitlik az ve çok önemli sahneler dışında arkaplanların detayları oldukça düşük. Seri bu alanlardaki boşluğu iyi tasarlanmış karakterlerle doldurmaya çalışıyor. Özellike yakın planlarda karakterlerin canlılığı oldukça iyi. Yapımın müzikleri sizi çok fazla rahatsız etmeyecek. Açılış ve kapanış parçaları serinin ruhunu yansıtıyor. Plastic Memories, yukarıda bahsettiğim tüm bu yöneleri ile izlemesi kolay, zaman zaman içinizi ısıtan, zaman zaman ise bir burukluk hissetmenize sebep olan -belki de sizden bir kaç damla göz yaşı çalabilecek- kaliteli bir yapım. İlk bir kaç bölümdeki şoku atlatırsanız büyük bir keyif ve heyecanla izleyecekseniz. Gitmeden önce seriyle ilgili dikkat çekici bir noktayi vurgulamakta fayda var. Her açılışta Isla'nın ifadesine dikkat ettiniz mi? https://www.youtube.com/watch?v=XXWXrhwdkAc ***** Kutatgu'nun notları bölümü Seri yayınlandığı tarihten bu yana bu incelemeyi yazmayı bekliyordum ama hayat araya girince bir türlü kısmet olmadı. Bu incleme, aslında, ilkbaharda takip ettiğim bu seriden, aklımda kalanlarla oluşturuldu. Bu nedenle eksik bulduğunuz yönleri kıyasıya eleştirmekten kaçırmayın. Ayrıca yazının sonuna daha derin görüşler ekleyecektim. Ama içiniz baymasın diye o bölümü şimdilik çıkarmaya karar verdim. Son olarak seriye verdiğim not mynaimelist'de 10 üzerinden 7'ydi. Şimdilik bu kadar. Yok bu kadar değil. İncelememi istediğiniz anime olursa istek yapabilirsini :D
  9. Hikayenin Başladığı Yer (Spoiler içinde o ana kadar ölen karakterlerin ismi yazmaktadır.) Hikaye animenin 18. bölümünden sonrasında geçmektedir. -Night Raid- Tatsumi: Canlı Bulat: Ölü Sheele: Ölü Chelsea: Canlı Najenda: Canlı Akame: Canlı Leona: Canlı Mine: Canlı Lubbock: Canlı Susanoo: Canlı -Jaegers- Bols:Ölü Dr. Stylish: Ölü Wave: Canlı Esdeath: Canlı Kurome: Canlı Run: Canlı Seryu: Canlı Bu Hayran Kurgusu hikayede okumak için iki yoldan birini seçmelisiniz. Olaylar başladıktan sonra seçeceğiniz yolu takip ederek aynı başlangıçtan bambaşka bir son elde edeceksiniz. Aşağıdaki bilgilerden hangi hikayenin ilginizi daha fazla çekeceğine karar verebilirsiniz. Akame Ga Kill savaş odaklı bir anime olduğundan iki hikayede de aksiyon bulunmaktadır*. *Bu FF'i daha önce okumuş olanlar doğrudan 2. hikaye, yani "Dördüncü Yaprak Düştüğünde"yi seçmelidir. ;) Aynı zamanda isterse birinci hikayenin düzenlenmiş ve içerik açısından zenginleştirilmiş versiyonunu da okuyabilirler. Ay Kanamaya Başladığında | Dördüncü Yaprak Düştüğünde Tür: Romantizm, Aksiyon, Fantazi | Aksiyon, Trajedi, Dram, Psikolojik Odaklanılan Karakter: Akame | Chelsea Yaş sınırı: +13 | +18 (Yarışmaya Dahil Değildir!) Tema Müziği* : X | X *God Eater adlı oyundan alınmıştır. "AKB Yolu" Ay Kanamaya Başladığında Bütün Sorunlar Çözülecek. Geceleri Avlananları, Gecenin Kendisi Avlayacak. "DYD Yolu" Dördüncü Yaprak Düştüğünde Eğer Çığlıklar Son Bulursa, Kızıl Ateşin İçinde, Huzur Bulunabilir mi? AKB (Ay Kanamaya Başladığında) Rotası Tamamlanmıştır. PDF halini ister tarayıcıdan, isterseniz indirerek okuyabilirsiniz. :) https://drive.google.com/file/d/0B2a7i75FpsaVUWVwdUlJLVQtc2c/view?usp=sharing BİRİNCİ KISIM (Giriş ve 1. Bölüm iki hikayede de aynıdır.) -Prolog- -Buraya nasıl girdin? -… -Sana, burayı nasıl bulduğunu sordum. -Najenda’yla konuşmam gerek... Çekil önümden. -Üssümüze gizlice girip konuşmaya geldiğini söylüyorsun. Çocuk mu kandırıyorsun sen?! Karşımda bana nefretle bakan pembe kıyafetli bir kız… Yüzüme doğrultulmuş bir silah… Görmekten nefret ettiğim bir yüz ifadesi… -Sadece konuşmaya geldim. Sadece— -Sana inanmıyorum. Herkesi alarma geçirdim bile. Yakalama ilanlarında birkaç kez gördüğüm kız, Mine, gardını indirmeden beni tartıyordu. Birkaç metre uzağımda olmasına rağmen elindeki koca tüfeği tereddüt etmeden bana doğrultmuştu. Bir yandan da göz ucuyla kemerime bakıyordu. -Bana başka bir seçenek bırakmıyorsun. Ben kendi yolumu bulurum. -Hah. Zaten silahla gelen birinin sözüne güvenmemi beklemeyemezsin. Ancak ölün beni geçebilir, Pumpkin! Cümlesini bitirdiği anda silahını ateşlemişti. Büyük bir ateş bulutu saliseler içinde silahından çıkarken hemen kılıcıma davranmış ve önümdeki silaha doğru çekmiştim. Eğer saldırıyı bloklamayı ya da kaçırtmayı denersem geç kalırdım. O yüzden kılıcımın ucuyla Pumpkin’in namlusunu arkamdaki cama doğrultmuştum. Büyük bir patlamayla beraber kattaki bütün camlar kırılmış ve etrafı duman kaplamıştı. Yüzünde şaşkın bir ifade olan Mine bir saniyeliğine açık vermiş ve dumanı da fırsat bilerek arkasına geçmiştim. -Neden?! Neden bu kadar güçlü patladın Pumpkin?! Avantajlı durumda olan bendim! Mine silahının özelliğinin aktif olmasına şaşırmış bir şekilde etrafına bakınıyordu. Dumanın içinde beni arıyor bir yandan cama doğru yaklaşıp temiz hava almaya çalışıyordu. Dediği son laf sayesinde yüzümde küçük bir tebessüm belirmişti. Benden önce ateş ederse avantajlı olacağını zannetmişti kız. Halbuki Pumpkin gerçeği ondan önce farketmiş olmalıydı. Şanslıydı ki dediklerim yalan değildi. Gerçekten de, Night Raid’in üssüne konuşmaya, en azından bazı şeyleri değiştirmeye gelmiştim. Önümdeki ilk engeli kolay şekilde aştıktan sonra doğruca hedefime gidiyordum. Bölüm 1. İmkansızı Yok Et. (DYD ve AKB rotası) Her gece, o kabusu tekrardan görüyorum... Yanık barut kokusu, yer yer oluşan kan gölleri, sisten önümü bile göremezken uzakta havaya saçılan uzuvlar... Her yerde... Ama her yerde, çığlık sesleri... Ben ise, ayakta, hareketsiz bir şekilde duruyordum. Bir kabustu bu. Hemde geçmişte gerçekten yaşadığım bir kabus... İnsanların birbirlerini acımadan öldürmelerini izlediğim, oluşan ceset kulelerinin yıkıldığına şahit olduğum, yanındakileri kurtarmaya çalışmak yerine acılarına son vermek için öldürdüklerini gördüğüm bir kabustu. Orada neden bulunduğumu hatırlamıyordum. Nasıl hayatta kaldığım, ondan sonra ne yaptığım şokun etkisiyle zihnimden silinmişti. Tek bir kişi hariç... “Talsen, ayağa kalk!” Gözlerimi açtığım anda refleks olarak sağa doğru atılmıştım. Kafamın önünden geçen uzun kılıç kayaya çarpmış ama anında yön değiştirip tekrar üstüme geliyordu. Kendime gelmiştim. Ben... Ben, tekrar savaşıyordum... Kılıcı sağ elimdeki silahla hızlı bir şekilde blokladım ve mümkün olduğunca arkaya zıpladım. Durumumu tekrar gözden geçirmek için kendime birkaç saniyelik vakit yaratmak istemiştim. Karşımda bir kız vardı. Uzun, siyah saçları gözlerinin önüne düşmüş, kırmızı gözleri bedenimi delercesine bakıyordu. Giydiği siyah kıyafet toz, toprak olmuş, elindeki katana ise doğrudan boğazımı gösteriyordu. Bu kızı tanıyordum, “arananlar” listesindeki adı dudaklarımdan bir anda çıkmıştı: -Akame.. Katana tekrardan yüzüme geliyordu. “Yeter artık...” Üzerime gelen katanayı tüm gücümle sola ittim ve boşta kalan elimi açıp avucumla karnına vurdum. Bu ani darbeyi beklemeyen Akame darbenin etkisiyle öksürmüş ve savunmaya geçmeye çalışmıştı. Bu vuruşum onu bir saniyeliğine nefessiz bırakmıştı. Şu an istesem ona hasar verebilir hatta birazcık şansla beraber öldürebilirdim. Ama bitirici vuruşu yapmadım. “Sonuçta bütün amacım bunu engellemek değil miydi?” Yerde takla attıktan sora nefes almak içi geri çekilmişti. Gözlerindeki nefret gittikçe derinleşiyor, ruhumu yaralıyordu. Neden onunla savaşıyordum? Aynı tarafta değil miydik? Daha iyi bir gelecek için, insanların acı çekmesini önlemek için uğraşmıyor muyduk? Hayır, onunla aynı tarafta değildim. Çünkü onu da yok etmeye çalışıyordum. Aynı Kapitol’e ve Jeager’lara yapacağım gibi... Bundan 2 saat önce bir karar vermiştim. Bu savaş, devrimcilerin ve Kapitol’ün arasındaki bu yıkım... Asla iyi sonuçlanmayacaktı. Yozlaştığını bildikleri bir sistemi çökertmek için aynı yönteme başvurmaları sadece daha fazla yıkım gerekirdi. Komik olan tarafı ise, devrimcilerin gerçekten yapabilecekleri başka bir şey yoktu. “Katilleri öldürerek, yerlerine başkalarını düşünen yöneticiler getirmek..” Çok doğru bir amaç gibi geliyordu, değil mi? Doğru olan şey uğruna savaşmak, değişim için fedakarlık ettiğini görerek ölmek.. “Yeter artık..” Yanlış seçimler, yanlış kararlar... Kendini feda ettiğinde başkalarının da çökeceğini bilsen bile, yine de senden öncekilerin fedakarlıkları için savaşmak.. Akamenin yaptığı buydu, Night Raid’in yaptığı buydu. Onlarda biliyorlardı. Bu savaşın nasıl sonuçlanacağını, yanındakileri nasıl kaybedeceklerini.. Benden iyi biliyorlardı.. Bu yüzden, onları yok edecektim. Ve bunu en kısa şekilde yapacaktım: Önce, Akame’yi yok ederek. Çünkü onları kanatmanın en kolay yolu buydu. Ay kanamaya başladığında, Hepsi teker teker düşecekti. Peki, ben kim miydim? Bu soruyu bende kendime soruyorum... Kılıcımı tekrardan sımsıkı tuttum. Elimdeki rapier, belkide bu kararı verirken güvendiğim tek şey olmuştu. Sonuçta onun sayesinde bu gücü dengeli bir şekilde kullanabiliyordum. Artık zamanı gelmişti, savaşı bitirip adımı duyurmalıydım. Geri çekildim. Saçlarımın ve ellerimin elektriklenmesine izin vererek, öne doğru atılmak için yaylandım. Raiperin ucu doğrudan Akame’yi gösteriyordu. Akame ise hazır bir şekilde bekliyordu. Harekete geçtiğim anda bunun bir daha geri dönüşü olmayacaktı. Ya o, ya da ben bu savaşı kaybedecektik. Tüylerim diken dikendi, rapierin ucundan küçük kıvılcımlar çıkıyor, sadece sağ ayağım yere tam olarak basıyor, havadaki sol topuğum ise yere kıvılcımlar gönderiyordu. İki elimle rapieri kavradım. Ve hiçbir şeyi düşünmeyerek doğrudan Akame’nin üstüne atıldım. Akame gözlerimin içine bakıyordu. İlk kılıç saldırımı bloklamış ve aramızdaki mesafeyi açmak yerine daha da yakınlaşmıştı. İkinci saldırımı kılıcı tutan sağ eline yapmıştım. Rapier hızlı bir şekilde eline gelirken vücudunun sağ kısmını geriye çekmiş ve kafama tekme atmak için arkasını dönmüştü. Bunu fark etmemle eğilmiştim ve yeni saldırıyı karnına yapmak için tekrar yakınlaştım. Tehlikeyi fark eden Akame hareketi yarıda kesip kılıcımı bloklamıştı. İki kılıç arasında kıvılcımlar çıkıyordu. Sağ, sol derken sürekli birbirlerine çarpıyorlardı. Artık geri çekilmek gibi bir seçenek yoktu. Bunu ikimizde bildiğimizden durmadan saldırıyorduk. Onun kılıcının özelliğini çok iyi biliyordum; eğer bir kez bile derimi keserse beni öldürebilirdi. Bu yüzden ona saldırmak için yakınına gelmem aslında benim aleyhimeydi. Ama bunu ben istemiştim. Çünkü... Son saldırıyı Akame yapmıştı. Rapieri sert bir kılıç darbesiyle aşağıya çekerek omzumda yara açmak için kendi kılıcını uzatmıştı. Hemde kendisini çok kısa bir süre için savunmasız bırakarak... Amacı belliydi. Beni başka türlü yenemeyeceğini anladığından bu yolu seçmişti. Bu saldırı bana değdiğinde birkaç dakika içinde ölecektim. Ama eğer bu anı değerlendirirsem onu da benimle beraber mezara sokabilirdim. Gerçekten... Anlamadıkları tek şey buydu. Night Raid’in üssünü basıp, onları ikna etmeye çalıştığım konu buydu. Yozlaşmış bir krallığı, kan dökerek düşüremezlerdi. Yine de bana karşı çıkmışlardı. Ne olursa olsun, bu amaç uğruna fedakarlık etmeye hazırlardı. Ve bende, bu yüzden onlara savaş ilan etmiştim. “Yeter artık...” Omzuma gelen kılıcı büyük bir hışımla sol elimin içine almıştım. Şans eseri düz kısmını tutmayı başardığımdan elimin kesilmesini önlemiştim. Bütün vücudum bir anda titremişti. Rapieri yere bıraktığım anda sağ elimi Akame’nin göğsüne koydum. Ve karşımda, bana şaşırarak bakan kıza şu sözü söyledim. -Artık bitti... Gözlerimi kapattım. Tekrar açtığım anda ise varlığını hissettiğim kuvvetin elimden Akame’ye akmasına izin verdim. Çıkan ilk kıvılcımla beraber Akame’nin bütün vücudunu elektrik kaplamıştı. Masmavi parlayan elektrik bedenini sarmasıyla beraber Akame çığlık atmaya ve acı içinde kıvranmaya başlamıştı. Yaklaşık 5 saniye boyunca onun acı çekişini izlemiştim. Bu görüntüye dayanmak tahmin ettiğimden daha zordu. Ama, ama yapabilecek başka bir şeyim yoktu. Avcumun içinde tuttuğum kılıç kısa bir süre sonra kırılmış Akame ise acının etkisiyle bilincini kaybetmişti. Bedeni tam düşecekken onu tutmuş, kollarımın arasına almıştım. Ama biraz önce yaptığım şeyin etkisiyle dengemi kaybetmiş ve Akame kucağımdayken dizlerimin üstüne çökmüştüm. Bedenim titriyordu. Göz pınarlarım ona yaptığım şey yüzünden boşalmış, yanağıma gelen timsah gözyaşları kendime olan nefretimi arttırmıştı. -Başka yolu yoktu Akame... Ben... Özür dilerim. Akamenin teigusu parçalara dağılmış, rapier ise toprağa saplanmıştı. Kucağımda Akame’nin kalp atışlarını duyabiliyordum. Güçlü ama bir o kadar da kırılgan olan bedeni ellerimin arasında sakin bir şekilde duruyordu. Uyanması biraz zaman alacaktı ve benimde yaptığım saldırı yüzünden ayağa kalkabilecek gücüm yoktu. Yükselmeye başlayan aya bakıyordum. Sanki ne yaptığımı biliyormuş gibi kızıl rengiyle bana bakıyordu. Bu ıssız alanda, yaptığım ilk savaşı ben kazanmıştım. 2. Bölümün en başı iki hikayede de aynıdır. Bölüm 2. Birinci Yaprak (DYD Rotası) 1 gün sonra... *Night Raid’in Üssü* Öğleden sonra, yavaş ve temkinli adımlarla bir hafta önce bastığım üsse tekrar giriyordum. Ama bu sefer gizlice değil, doğruca ön kapıdan, belki bir tuzağın içine doğru... Kemerimde beni dizginleyen kılıcım, kucağımda ise baygın ve güçsüz düşmüş bir bedenle... Kapının önünde ise, “o” bana bakıyordu. Acımsayarak, küçümseyerek, üzülerek, şaşırarak---- ----Chelsea’nin yüz ifadesini anlamak mümkün değildi. Beni gördüğü gibi koşmaya başlamıştı. Ama gardımı indirmeme rağmen savaşmak istediğini hiç düşünmüyordum. Çünkü baktığı tek şey Akame’nin savunmasız bedeniydi. Yanıma geldiğinde dizlerinin üzerine çökmüştü. Ağlamaklı yüz ifadesi başımı ağrıtıyor, göğsümde ince bir acıya sebebiyet veriyordu. Kucağımdaki kızı nazikçe ona devretmiştim. Eline aldığında ise ağlamaya başlamıştı. -Akame! Akame!!!! Chelsea’nin gözyaşları yanağından akarken ağzımdaki iğrenç tadı unutup daha fazla ağlatmadan gerçeği söylemiştim. -O yaşıyor... Ağlamayı bir anda kesip kulağını Akame’nin göğsüne koymuştu. Yüzünde oluşan küçük bir tebessüm ve rahatlamadan sonra konuşmaya devam ettim. -Ama artık Teigusunu kullanamaz. Yüzündeki ifade yerini nefrete bırakmıştı. Gözlerimin içine bakarken ağlamak istiyordum. -Sen?! Planımı uygulamaya devam ettim. -Evet, ben... Birebir çarpıştık, ve o kaybetti. -... Sinirliydi. Belki de buraya ilk gelişimde dediklerim ona ulaşmamıştı. -Şimdi, ne kadar ciddi olduğumu anlıyor musun, Chelsea? -Keşke... Keşke karşıma hiç çıkmasaydın! Bunca zaman sonra... -Bunca zaman sonra... tam 12 yıl olmuştu, değil mi? Yüz ifadesi bir anda değişmişti. Artık beni görmüyor, boş bakıyordu. -Eğer o gün ölseydin.. -Eğer o gün ölseydim, seni bu savaştan sağ şekilde kurtaramazdım. -Sana katıldığımı kim söyledi?! Sen... sen Akame’yi ..! -Onu öldürmedim. Ama artık eski Akame değil, savaşması kesin ölümü olur. Chelsea gözlerini yere devirmişti. Akame’nin göğsünde oluşan yanık izine bakıyor, bir yandan da düşünüyordu. -Hey... Talsen, Seni öldürücekler... Biliyorsun, değil mi? -O gün geldiğinde, ne yapacağımı çok iyi biliyorsun. Seni, arkadaşlarını, benimle savaşmak isteyen herkesi yok edeceğim. Gözleri dediğim son şeyden sonra gövdeme dikilmişti. Büyük ihtimalle belimin sol tarafındaki kılıca bakıyordu. -... O elindeki şey, seni ele geçirecek... O zaman, istediğin kadar pişman olabilirsin, ama sonucu değiştiremeyeceksin. - Hayır Chelsea, yanlış düşünüyorsun. O şey beni ele geçiremezdi. Ama----- -Eğer bu şey beni kontrol edemezse... İşte o zaman her şey yok olucaktı.. Bugün savaşmak için gelmemiştim. Sadece Akame’yi güvenli bir yere bırakmak ve uzun süredir görmediğim Chelsea’yi tekrardan görmek istemiştim. Bundan 12 yıl önce, ben ve Chelsea, aynı kasabada yaşıyorduk. Diğer çocuklardan şanslı olarak, barışçıl ve sakin bir bölgedeydik. Avlanmak için basit eğitimler alırken, genelde birbirimizle oynuyor ve büyüklerimizi gözlemliyorduk. Ta ki, o güne kadar. O kanlı günde, kendimi savaşın ortasında bulduğumda, Chelsea artık yanımda değildi. Çünkü onu kaçırmışlardı. Hatırladığım sadece bu kadardı. Kendime ne olduğunu bilmediğimden, onu aramaya gidip gitmediğimi hatırlamıyordum. O zaman istesem de kurtaramazdım zaten. Ama beni hâlâ hatırlaması... Bunu beklemiyordum. Belki de planımı değiştirmeliydim. Aslında... Değiştirmem gerekiyordu. Çünkü arkamı döndüğümde, yüzüme doğru gelen buz parçası beni savaşmaya zorlayacaktı. Kılıcımı çıkardığım anda buz parçasını ortadan ikiye delmiştim. Küçük kristaller yanımdan geçerken, önümdeki manzarayı tam olarak algılamak için tekrar bakıyordum. -Bizi buldular! Chelsea titreyerek ayağa kalkmıştı. Bu benim suçu olmalıydı. Tam önümde, üsse yaklaşık 500 metre uzaklıkta, kapitol’ün ölümcül ekiplerinden birisi duruyordu. 5 kişilerdi, sayıları az görünse de yaydıkları ölümcül aura beni bile tedirgin ediyordu. -Chelsea. Akame’yi çabuk buradan uzaklaştır! Ayakta sakin şekilde durmaya çalışan Chelsea bir çıkış yolu arıyordu. Dediğimi pek duymuşa benzemiyordu. -Takım arkadaşların burada değil bunu biliyorum. Artık gizli üssünüz bulunduğuna göre burada kalamayacağını da biliyorum. -... -Ama beni iyi dinle! Akame’nin hayatı senin ellerinde, onu buradan götürmelisin! -Ama sen---- -Bu benim suçum. Onları buraya ben getirmiş olmalıyım. -Talsen ama sen----- -Chelsea yeter! Sizi yok edeceğimi söyledim ama ölmenize izin veremem! Senin ölmene izin veremem. Chelsea’ye konuşması için fırsat bırakmamıştım. Onu bir an önce uzaklaştırıp zaman kazanmalıydım. Bunları düşünürken, yüzümde bir gülümseme belirdi. Kafamı son kez arkaya çevirip Chelsea’ye şunu dedim. -Son olarak, mümkünse yalıtkan bir yerde saklanın. Sonrasında ise kılıcımı sımsıkı tutarak önümdeki ekibe doğru koşmaya başladım. Zorlu ama tek taraflı bir savaş olacaktı. Söylediğim... Tabiki onlar için geçerliydi... Bölüm 3. İkinci Yaprak (DYD Rotası) Neden? Neden olaylar istediğim gibi gitmiyordu? Böyle olmaması gerekirdi... Böyle olmaması gerekirdi.... Böyle olmaması---- ----lazımdı. Bir saldırıyı daha bloklamıştım. Wave kılıcını bütün kuvvetiyle omzuma itmiş ve rapierle bloklanmıştı. O anda sağ tarafıma gelen buz kütlesini engellemek için kılıcını itip geriye takla atmıştım. Savaş beklediğim gibi gitmiyordu. Onları ciddiye almamam beni sistematik şekilde zayıflatmayı başarmalarına neden olmuştu. Tek istediğim Chelsea ve Akame için biraz zaman kazanmaktı. Asıl planım onlar güvenli bir yerde saklandıktan sonra Jaeger ekibini püskürtmekti. Ama şu an planımı gözden geçirmem gerekiyordu. Hepsini teker teker takip edemiyordum.Kurome 7 kuklasını da yönetiyordu. Run uzaktan destek ateşi açarken Esdeath takımı yönetiyor ve boş anımı yakaladıkça buz kristalleriyle beni dürtüyordu. Wave ise birebir çarpışarak diğerlerine ulaşmamı engelliyordu. Beni daha önceden tanıyor olmaları imkansızdı. Gücümü, kim olduğumu daha onlara göstermemiştim. Eğer bugün buraya gelmeselerdi birkaç gün sonra onları teker teker avlayacaktım. İçimi bir anda büyük bir korku kapladı. Bir kişi eksiklerdi! Wave’in kılıcını rapierle tekrar blokladıktan sonra eğilmiştim. Solumdan yaklaşan kukla saldırdığı anda altından geçip sağ tarafımdan gelen kuklaya tekmeledim. Kazandığım birkaç saniyede herkesi tekrar saydım. Wave, Run, Esdeath, Kurome... SERYU EKSİKTİ! Nerde neRDE NERDEYDİ Bu KIZ?! Bir hışımla arkama bakmıştım. Benden 500 metre uzaktaki kapıda kocaman bir delik vardı. Hayır! Hayır Hayır!! Onun ve tiksinç köpeğinin Chelsea’ye yaklaşmalarına izin veremezdim. Akame gücünü yitirmişti, Chelsea’de onun gibi bir manyağa karşı kendini savunamazdı. Dikkatimin dağıldığını anlayan Esdeath yolladığı ince buz kristallerini göğsüme saplamayı başarmıştı. Acı içinde göğsümü tutarak geri çekildikten sonra Esdeath elini kaldırmış, diğerleri saldırmayı kesmişti. Bana doğru yürürken bir yandan da konuşmaya başlamıştı. -Kişisel olarak algılama sakın. İmparator seni öldürmemi emretti. Yoksa, sana teşekkür bile etmemiz gerekli, sayende seni takip ederek Night Raid’in saklandıkları yeri bulduk. Belki bunun hatrına imparatoru seni hayvanım yapmaya ikna edebilirim. Hem bizim karşımızda 5 dakika dayanabilecek kadar güçlüsün. Esdeath eğleniyor gibiydi. Ama konuşma tarzı beni zerre kadar irrite etmiyordu. Şu an tek düşündüğüm şey Akame ve Chelsea’nin nasıl olduğuydu. ‘’Bu benim suçum” “Eğer onun güçlerini elinden almasaydım böyle olmazdı. Ceketimden yere kan akıyordu. Bütün vücudum göğüs kafesime giren kristallerin etkisiyle titriyordu. Belki de titremelerini sebebi bu değildi. Belki de bana haber veriyorlardı. Artık ciddi olmam için... -Demek öyle, Esdeath. Artık saklayacak bir şeyim yoktu. Önümdeki grubu durdurduğum anda üsse geri dönmem gerekiyordu. Hepsini teker teker alt etmem çok zamanımı alırdı. Bu yüzden tek bir saldırıda bunu başarmaya çalışacaktım. Eldivenlerimi tek tek çıkarttım. Yere düşerlerken ise, göğsüm acımayı kesmişti. Vücudum kıvılcımlar çıkartırken rapierin kabzasını iki elimin arasına aldım. Ve Esdeath’in gözlerinin içine bakarak şunu söyledim. Esdeath kılıcı havaya kaldırmamla beraber durmuştu. Gözbebekleri bir anda küçülmüştü. -Eğer onlara bir şey olursa: Kork benden Esdeath! -Herkes geri çekilsin! Bütün gücümle rapieri yere soktum. Ve gizli saldırılarımdan biri olan yeteneğin adını bağırdım. -Eşsiz alan! Bölüm 4. Üçüncü Yaprak (DYD Rotası) Önce önüme bir yıldırım düştü. Sonra bir metre uzağıma... 10 metre uzağıma... Kısa süre içinde bir kilometrelik alana rastgele yıldırımlar düşmeye başlamıştı. Kararan gökyüzünde şimşekler çakıyorken kılıcı yerden çıkarmış ve arkama bile bakmadan koşmaya başlamıştım. Onları bulmalıydım. Seryu’dan önce, onları bulmalıydım! Üsse girdiğimde nefes nefeseydim. Yarattığım alan şu an üsse girilen yeri de etkisi altına almış olmalıydı. Eğer buraya girmesem, yarattığım o alanda hepsini öldürebilirdim. En azından... Etrafta kaçışmalarını izlerdim. Bana yaklaşık 10 dakikalık bir zaman kazandıracaktı, tabi buraya başka bir giriş bulamazlarsa... Üst katta değillerdi. Bu kısımdan gelen tek ses binanın üstüne düşen yıldırımlardı. Onlara yalıtkan bir yere gitmelerini söylemiştim. O zaman yer altında olma ihtimalleri daha yüksekti. Nefes nefese indiğim mahzende her yerde Chelsea’yi arıyordum. Bütün bunlar 15 dakikada gerçekleştiğinden binada olmayan Night Raid üyelerinin durumdan haberi yoktu. Bunlar tamamen benim suçumdu. Onları kurtarabileceğime inanmıştım. Kurtarmalıydım. Doğruluğuna inandığım amaç uğruna, Önüme çıkan herkesi yok etmeli, ama kurtarmalıydım. Duyduğum bir kükreme sesi üzerine bütün tüylerim diken diken olmuştu. Tahta kapının arkasından gelen sese doğru koşmuş ve tekmeyle kapıyı yerle bir etmiştim. Gördüğüm manzara karşısında ise... Ellerim bütün gücünü kaybetmişti. Rapier yere düşerken- --Gözlerimden gelen yaşlar yanağıma akarken. İçimde bir şeyler değişmişti. “Bu BENİM SUÇUMDU...” Yerde, kendi kanının içinde yüzen birisi vardı. Gövdesinden bölünmüş... Bağırsakları dışarı dökülmüş... Bacakları canavarın dişlerinin arasında kırılmış... Kendini bile savunamadan--- ‘benim yüzümden’ Haksız şekilde ölen Bir *ceset* duruyordu. -Akame... -Akame Akame--- ---Akame!!!! -Hahaha. Hahaha. Hahaha!!!!!! Sonunda ‘adalet’ yerini buldu! Cesetin yanında dizleri üzerine çöküp canavarın beslenmesini izleyen birisi vardı. Aklım durmuştu. “benim suçumdu” Gözlerim yere bakıyor, Ağzımdan kan geliyordu. İçimdeki nefret... Kendime doğrulmuştu. Yapabildiğim tek şey İleri doğru bir adım atmaktı. Çıkan sesten dolayı turuncu saçlı kız bana bakıyordu. Gözleri kararmış... Ağzı aldığı zevkten dolayı büzülmüştü. -Ahahahhahahahah. Akame’yi öldürdüm! Onu öldürdüm! Öldürdüm!!! Bir adım daha attım. Planında --- Yapmaya çalıştıklarımın da --- İçine sıçıyım. Eğer onların seviyesinde davranmam için beni zorluyorlarsa Bende öyle yaparım. Bölüm 5. Dördüncü Yaprak (DYD Rotası) 15 dakika önce -Lanet olsun! Arkama bakmadan koşarken olayların nasıl geliştiğine lanet okuyordum. Kucağımda baygın takım arkadaşımın silueti ve arkamda ise can düşmanlarımız vardı. Üste sadece ben ve baygın Akame varken baskına uğramıştık. Ama burayı nasıl bulmuşlardı? Talsen’i takip ederek mi... Hayır.. Lütfen onun yüzünden olmasın! Kapıyı tekmeyle kırmış ve hızlıca ana koridora girmiştim. Binanın yapısını düşünüyor, saklanacak bir yer arıyordum. En üst kat en uygun yerdi. Birbirine geçit olan onlarca oda varken şekil değiştirip gizlice içeri gelenleri haklayabilirdim. Yine de yalıtkan bir yer bulmam gerekiyordu. Bunu Talsen söylemiş olsa da, onun ne kadar tehlikeli olduğunu bilsem de bu dediğini görmezden gelemezdim. Belki gerçekten bizi bulmalarının sorumlusu oydu, Yine de şu an zaman kazanmaya çalışıyor olması bize yardım ettiğini gösteriyordu. Onu anlayamasam da, Ondan nefret etsem de, İçimdeki ses ona birazcık da olsa güvenmem gerektiğini söylüyordu. Üst kat seçeneğini eledikten sonra mahzene gitmeye karar kıldım. Uygun bir hücreye vardığımda, yanındaki gardiyan odasına Akame ile beraber girmiştim. Nefes nefese kalmamla, Akame’yi koltuklardan birine yatırdım. Bu tehlikeli durumda onu uyandırsam bile yardım edemezdi. Çünkü kılıcını Talsen kırmıştı. Bunu fark ettiğimde, içimde bir şeylerin yandığını hissettim. Bu nefretti. Bu kindi. Bu pişmanlıktı. Kelimelere dökmeye çalışmam sadece boşunaydı. 11 sene önce yaşanılanlardan sonra onu ilk kez gördüğümde hissettiğimle aynı duyguydu. O gün, büyük salonda herkesi karşısına alarak kılıcını Najenda’ya doğrultması... Titreyen sesiyle konuşurken ciddi gözükmeye çalışması. Bize savaşmayı bırakmamızı, yoksa bizi yok edeceğini söylemesi, Najenda reddettikten sonra ise ilk Akame’yi yok edeceğini söyleyip bir anda yok olması. O an herkesin duyduğu hislerle benimki farklıydı. Evet, öyle bir durumda ondan nefret ediyordum. Ama, ona karşı duyduğum nefret çok daha geçmişe dayanıyordu... Gereken hazırlıklıkları tamamlamış, eğer biri gelirse diye tetikte bekliyordum. Yaklaşık 10 dakika geçmişti, Akame’nin üstünü örttükten sonra örümcek formuna girmiş ve kapının üstünde saklanmıştım. Eğer biri gelirse saldırmak için sadece bir şansım vardı. Zaten, her şey o andan sonra gerçekleşmişti. Üst katlardan yıldırım sesleri geliyordu. Bir canavar kükrüyor, mahzene doğru yürüyordu. Duyduğum sesle atağa hazırlandığımda içeri giren kişi tahmin ettiğim şey olmuştu. Seryuu önce küçük hale dönüşen köpeğini içeri sokmuş, sonra kendi girmişti. Kıkırdıyarak çıkardığı seslerden bir şey anlamasamda ensesini görebildiğim anı bekliyordum. Korkuyordum, yine de ölüm-kalım için sadece tek bir hamle hakkım vardı. Eğer onu öldüremezsem köpeği hem beni, hem de Akame’yi öldürürdü. “Şimdi.” Ensesini gördüğüm anda kendimi aşağıya bırakmış ve o anda insan formuna geri dönmüştüm. Ağzımdaki iğneyi elime aldığımda ise, Köpeği havlamıştı. Ve Seryuu’nun kolundan çıkan iğrenç silah beni karnımdan vurarak odanın diğer tarafına yollamıştı. -Hahaha seni salak suçlu! Koro’nun yapabileceklerini hafife aldın. Böyle olacağı belliydi. -Ahahahaha. Ağzımdan kan geliyordu. Burada ölecektim. -Seninle biraz sonra ilgileneceğim. Ön aperatif olarak Akame’yi yemem lazım! Koro! Diğer suçluyu bul! Görüşüm zayıflıyordu, Düşüncelerim bulanıktı. Yüzüme sıcak kan sıçramıştı. Arkadaşım, gözlerimin önünde ölmüş, ben ise ölümü bekliyordum. -Aferin Koro! Aferin! Neden peki? Neden hiçbir şey hissetmiyordum? Neden ölürken, İçim huzurla dolmuştu?.. Bölüm 5. Şansın Bittiği Yerde... Bir saniyede... Sadece bir saniyede.. İçimi kaplayan nefrete beni ele geçirmesine izin vermiştim. -Koro! Öldür Onu! Akame’nin vücudunu yere tüküren “Koro” bana doğru geliyordu. Şu an aklımdaki tek şey- Seryuu’yu öldürmekti. Canavar dev halinde ağzını açmış ve doğruca üstüme gelmişti. Yaptığım tek şey ise, bana yaklaşmasını izlemekti. Dişlerini ve aralarından akan kan damlalarını görebiliyordum. Eldiveni çıkarttığım elimi Koro’ya doğrulttum. Elimde bir anda oluşan küçük manyetik alan avuç içimi kapayıp açmamla yaratığın üzerine gitmişti. Aramızda yaklaşık bir metre varken yaptığım saldırı yüzünden Koro bir anda durmuş- Daha doğrusu durmaya zorlanmıştı. Tek adımda kapattığım boşluğu canavarın altına girerek tamamlamıştım. Elektriklenen elimi karnına sokmamla beraber canavarın kükremesi bir olmuştu. Saniyeler sonra canavar sarı renkte çakan kıvılcımlarla beraber tamamen küle dönmüştü. Seryu 10 saniye içinde gerçekleşen olayların etkisindeydi. Bu zamanı fırsat bilerek diğer eldivenimi çıkarmıştım. -Sen onu öldürdün! -Aynı sana yapacağım gibi.. Çığlık atan Seryu vücudundan çıkan silahların hepsini bana doğrultmuştu. Geber! Diye bağırmasıyla beraber tüm mermileri üstüme boşaltıyordu. Ama yaptığı boştu. -Seni öldüreceğimi söylemiştim değil mi? -Geber! Attığı mermilerden hiçbiri isabet etmiyordu. Sol elimi yumruk yapmamla beraber tüm mermileri elektrik alanı yaratarak üstüme yolluyordum. Gözlerinden yaş gelmeye başlayan Seryu aklını kaybetmişti. Bu binayı yıkmadan önce onu durdurmalıydım. -Kes şunu! Sağ elimi yüzüne doğru sallayarak bütün vücudunu elektrik kaplayacak bir saldırı yaptım. -Ahhhhh!!! Elimde rapier olmadığından saldırılarımın gücünü ayarlamıyordum. Şu an sinir hücreleri yanıyor olmalıydı. Vücudu acı içinde yerde titrerken yanına gelip diz çökmüştüm. Saçlarından havaya kaldırarak yüzüme bakmasını sağladım. -Yaptığın şeyin anlamını biliyor musun? -ıııııı. Elektrik vermeye devam ediyordum. Şu an hem bilinci yerindeydi hem de acılar içinde kıvranıyor olmalıydı. Ama bu yetmezdi. Sol elimi kulağına götürdüm, ve işaret parmağımı kulağının içini gösterecek şekilde tuttum. -AHHHHHHHHHHHHHHHH! AHHHHHHHHH!!!!! Bütün beynini yavaş yavaş yakıyordum. Paralize olmuş vücudu hala titriyor, deminki acıdan kat be kat fazlasını çekiyordu. Sol elimi çekerek saçını tuttuğum elimden güç alarak odanın arkasına attım. Bilincini açık tutması için yolladığım dalga gözlerini kapatmasını engelliyordu. Yerden kılıcımı tekrar almıştım. İçimdeki nefret geçmemiş, yerine daha da artmıştı. Rapier elektriklendikçe adımlarım hızlanıyordu. İlk olarak, tek hamlede kalbine kılıcı saplamıştım. Kalbi patladığı için yüzüme sıçrayan kanla beraber son hamle olarak kılıcın ince ucuyla kafasını kestim. Artık ölmüş olsada elektriğin etkisiyle vücudunun alt kısmı hala titriyordu. İçimde en ufak bir duygu değişikliği yoktu. Sadece nefret ve kin, Kendime olan nefretim Ve bütün dünyaya duyduğum kin. Planım artık başarısız olmakla kalmamış, Chelsea ve Akame’yi kaybetmiştim. Tüylerim diken diken olmuştu. Evet Akame’yi ölürken görmüştüm ama- -Chelsea nerdeydi?!
  10. :TÜR: Aksiyon, Romantizm, Dram, Bilim-Kurgu, Süperzeka :KONU: Emir adındaki bir Türk gencinin, Japonyada yaşayacakları anlatılıyor. Gencimiz süper zekalı bir çocuk. Geliştirdiği yapay zeka algoritması ile dünyaya meydan okuyor. Ancak bunun ağır bedelleri olacak... :OPENING: http://www.youtube.com/watch?v=jUvIh6eePQw *************************** İkinci ve üçüncü sayfalardaki yorumlar spoiler içerebilir. Dikkat edin :) Görüşlerinizi de esirgemeyin arkadaşlar. Onlar bizim için çok önemli :) 1.SEZON 1. Bölüm (Queen-Emir-Kurumi): Yıl 2023 "Nerdeyim ben? Herkes nerede? Queen, Queen Neredesin?" Dıt-dıt-dıt-dıt... Hastahanede gözlerimi açarken duyuyorum kalp atışını ölçen o makinanın sesini. Bana ne olmuştu? Demin ne yapıyordum? Bir sağıma bir soluma baktım. Odada kimse yoktu. Camdan dışarı baktığımda güneşin yavaştan kaybolduğunu gördüm. Sonra kapı çaldı ve odaya küçük kardeşim girdi. -Abii! Uyanmıssın! Abim uyanmıs Heyyy! Diyerek üzerime atladı. Küçük İlaydam, sevgili kardeşim. İlayda demeye üşendiğimden kendisine Maviş diyorum. 10 yaşında sarı saçlı, mavimsi yeşilimsi değişken göz rengi ve peltek konuşması ile çok sevimli biri. -Hani, abim yok mu? -Tuvalete gitmişti, gelir şimdi. Abim, 28 yaşında. Ailemizi kaybettiğimizden beri bütün yük onun üzerinde. bir bilgisayar firmasında mühendis olarak çalışıyor. Benim bilgisayar Merakımda aslında oradan geliyor. 1.92 boyunda, 94 kilo, hafiften kendini salmış bir göbek ve dağınık turuncu saçlar. Kendiside tipi gibi ilginç biri. -Ah doğru ya, Maviş, Queen Nerede? -Queen mi? Ehmm şeyy.. Korkmuş, çaresiz görünüyordu. Heralde koyduğum okuma engeli onu korkutmuştu. -Sen getir, kırılmadı korkma. -Sen nerden... tamam getiriyorum! Dedi kocaman bir gülümsemeyle. Queen yani benim mini bilgisayarım, telefonda diyebilirim aslında, tamamen benim tasarladığım bir sistem üzerinde çalışan sanal zeka algoritması. Bir çeşit SKYnet. Aslında onu yeşil gezengen ve sayılardan oluşan tam bir hack arayüzü ile donatmıştım ama şuan arayüzde beni mavi saçlı, kocaman turkuaz gözleri, kırmızı dövüş kıyafetleri ve güzelmi güzel vücuduyla karşılıyor. Açıkcası bunu çizdiğim için biraz utanıyorum. Ama gerçekte böyle bir kızla çıkmanın hayal olduğunu da var sayarsam... -Queen orada mısın? -Emir! seni adi birden bire düşüp bayılmakta ne demek! Vücudunun her şeyini izliyorum ancak hiçbir şeyi anlayamadım. Bir daha beni böyle korkutma! -A-ah, çok özür dilerim. -Hıh. Ben onu aslında bana arkadaş olsun diye tasarlamıştım. İlk başta konuşmayı bile bilmezken, şimdi korkmayı, hayal etmeyi yada sevinmeyi öğrenmiş durumda. Açıkcası böyle birşeyi hiç beklemiyordum. Her gün beni şaşırtmaya devam ediyor. -Toparlan işimiz var. -Ne işi Emir? Dinlenmen gerek. -Queen, hazırlan. Sadece küçük bir baygınlık o kadar. Üstümü giyinirken abim odaya girdi. Adı Kazım, ama japonyaya geldiğinde Kazuto olarak değiştirdi. iyi mi yaptı kötümü bilemeyeceğim ama komik olduğu açık. Kapıyı kapatacaktı ki gerisin geri açtı. Sadece bakarak ne yaptığımı anlamıştı. Kafasıyla onay verdi. Ve odadan çıktı. Doktorun dediklerini söylemedi. Gerçi o gün söyleseydi, muhtemelen yaşama isteğimi kaybederdim... --------------------------------- Şuan Japonya'da yaşıyorum. Abimin işi dolayısıyla. Buradaki tek arkadaşım, Kurumi-chan, ancak ben ona sadece Kurumi diyorum. İlk başlarda biraz rahatsız da olsa, beni anlayıp sesini çıkarmadı. Bana göre saçma. Sevgilim değil sonuçta. Ama keşke olsaydı... Uzun siyah saçları, kırmızı lensli gözleri, hatta bir gözüne bazen saat şeklinde bir lens takar, ki ona çok yakışır, orta boylu, erkekleri etkileyen inanılmaz tatlı konuşması ile tam bir fıstık! -Hey Emir, seni sapık yine Kurumi'yi düşünüyorsun değil mi? Yüzünden belli yamuluverdin :) -Beynime doğrudan bağlısın zaten. Yüzümden anlamışmış. -Evet bağlıyım. Bu yüzden bir daha sapıklık yapacaksan daha dikkatli ol. -Tamam tamam... İkimizde Karasuno lisesinin sınavlarına girdik ancak kendisi sınav çıkışında ağlamaya başladı. Saçma sapan yanlışlar yaptığını söyledi. Kazanamayacağından korkuyormuş. Ben hallederim dedim. Şimdi ise oraya gidip birkaç kayıt yapmak istiyorum :) okulun çok gelişmiş kablosuz ağ sistemleri var. Oradan sızacaktım. Kim beklerki sadece 2 kişilik yer kaydı için koca sistemin hacklenmesini. Queen aklımı okuyup, işe başlamıştı bile. Kendi işlemcisi dışında, benim beynimin işlem gücünü de kullanıyor.Bu sayede işlem gücü günümüz bilgisayarlarının yüzlerce kat üstünde. Bunu sağlayan algoritmayı ben tasarladım. Başkasının eline geçmesi, dünyanın sonunu getirebilir. ... -Alo, Kurumi? -Emir-kun? -Sana kaç defa şu eki ekleme dedim. Sevmiyorum. -Ta-tamam, Emir. -Kayıt işi tamam. Haftaya beraber Karasuno Lisesindeyiz. Sınıf 1-1 de en arkada cam kenarı 2'li sıra bizim. -S-s-sen ciddisin! Emir seni seviyorum diyeceğim nerdeyse! Çok teşekkürler! -Ah keşke desen... -Anlamadım. -Önemli bişey demedim canım heh he. Ayrıca hemen sevinme. Ceza olarak 3 sene katlanacaksın bana. -tamam :) 2.Bölüm(Kötü Haberler Dizisi): -Emir, uyan! Kurumi seni bekliyor! -Tamam tamam, anladık dur. -Bak bu senin için bir şans olabilir! -Bana sapık diyenede bir bak... Ama Queen haklıydı. Kendisini dışarı çağıracak cesaretim pek yoktu. Bu alışveriş olayı imdadıma yetişti doğrusu. Yataktan kalktım. İnce, mavi bir kısa kollu ve ona uygun mavimtırak capri pantolon giydim. Artık hazırdım. kapıyı açtığımda güneşten gözlerim mayıştı. Yavaş yavaş görmeye başlarken, ağzımda diğer taraftan açılıyordu. Kurumi, kırmızı elbisesi, iki yandan toplu uzun saçları ve o çok yakışan sarı, saat şeklindeki lensi ile karşımda duruyordu. Dünkü yağmurdan ıslanan asfaltın parıltısıyla büyüleyiciydi. Ne oldu diye sorana kadar da öyle kaldım. -Çok şey olmuşsun... Ee, Güzel! -Ah teşekkür ederim Emir-kun! Ay özür dilerim, Emir. -Önemi yok, yavaştan gidelim bari. -tamam Alışveriş merkezine ulaştık. Ama gözüm dünyayı görmüyordu. Neredeyiz, ne yapıyoruz umursamıyordum. Sadece ona bakıyordum. Alışverişi tamamlayıp bir kafeye oturduk. O çilekli-muzlu dondurmasını yerken, bende çayımı yudumluyordum. -Aman ya. Herşey iyi hoşta, memleketin çayını özledim. -Yapacak birşey yok Emir. Ama sana kokteil önerebilirim, çok lezzetlidir. -Yok. Çayın yerini tutmaz. -İyi sen bilirsin... Hey, dondurma ister misin? -O-olur. Diyebildim ancak. Kendi yediği kaşıkla ağzıma dondurma tutuyordu. Çok mutlu olmuştum. Bir iki kaşık yedirildikten sonra, hepsini bana yedirirsen sana ne kalacak diye şaka yollu azarladım kendisini. Saat geç olmaya başlamıştı. kalkmaya karar verip yola koyulduk. Kırmızı ışıkta beklerken önümüzden geçen motorsikletli kişi bir anda Kuruminin çantasını kaptı. -Queen! -Anlaşıldı! Queen'in ismini söylememle beraber barikatların kalkıp motorsikletli şahsı devirmesi bir oldu. Tam çantaya doğru yönelmiştimki, gözlerim karardı, sendeledim. Ama hemen kendime geldim. Neler oluyordu bana böyle? Neyse, sakin kalmalıyım. Kurumi ile ilk randevum ve bunun batmasını istemiyorum. Gidip çantayı aldık. Hırsızı da polise teslim ettikten sonra Kurumi'nin evine doğru yola çıktık. -Emir, pek iyi görünmüyorsun? -Yok bir şey iyiyim. -Emin misin? Hırsızla uğraşırken sendelediğini gördüm. -Biraz başım döndü. O kadar önemli birşey değil. -Ah, işte burası benim evim. 2 katlı gepgeniş bir apartman gördüm. Üst katta Ailesi oturuyormuş. Alt kat ise kendlerine aitmiş. Nedenini sorduğumda ise oranın kendi kursları söyledi. Babası dövüş sanatları, annesi ise resim eğitmenliği yapıyormuş. Kendisininde karakuşak karateci olduğunu o an öğrendim. Tanıdıkça daha çok aşık oldum doğrusu... Daha fazla sabredemedim. Söyleyecektim. -Şeyy kurumi! -evet? -Seni seviyorum! Ne olursa olsun seni seviyorum! Şaşkındı. hiç beklemiyordu. Hayır dedi. Seninle olamam dedi. Sebebini sorduğumda ağlayarak evine doğru koştu. Hiç bir şey diyemedim ardından. Yanlış ne yapmıştım? ------------------------------------------------- Eve vardığımda direk odama gidip üstümü değiştirdim. Bu gün olan şeyde neydi? Sanki o an düşünce yetimi kaybetmiştim. Neler olduğunu bulmalıydım. Birde Kurumi sorunum vardı tabi... -Queen, hırsızlık anındaki bedenimin durumunu kontrol etmeni istiyorum. -Peki. Vücut verilerine ulaşılıyor... -Küçük bir kalp atışı hızı artması dışında bir anormallik yok. Oda hırsızlıktan dolayı sanırım -Anlıyorum. Kesinlikle anormal birşeyler vardı. Abim evde olmadığından ona soramadım. Ayrıca çok yorulmuştum. Yatağa uzandığım gibi uyumuşum. -Emir! Kalk lan, sabah oldu. -Off abi tamam ya. Aşağı indiğimde birisi kahvaltı hazırlıyordu. Mutfağa girdiğimde şok oldum. Yarı çıplak bir kadın vardı. Burnumu saklayarak geri kaçtım. Abimse bana gülmekle meşguldü. Kız arkadaşıymış meğer. Ulan Japonya'da da olsak kazım kazımdır diye geçirdim aklımdan. Doğru ya. Neler olduğunu öğrenmem lazımdı. Abime sorayım dedim. -O gün hastanede doktor ne dedi abi? yüzündeki gülümseme yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. Geç otur dedi. -O gün bayılmanın nedeni, beynindeki bir sorunmuş. Beyninin düşünmeyi sağlayan kısmı normal insanlara oranla yüzde yüz faalmiş. Ancak daha fazla dayanamazmış. Senin anlayacağın, Queen, seni öldürüyor. ... Uzun bir sessizlik çöktü odaya. Hiç bir şey diyemedim. Kendi yarattığım sistem, beni zehirlemişti. Ardından abim anlatmaya devam etti. -Bağlantıyı her kullandığında senden yıllarını çalıyor. Bu yüzden dikkat et. Çok gerekmedikçe algoritmayı aktif etme. Ne yapacağımı düşünürken, Queen çığlığı bastı. Haykıra haykıra ağlıyordu. -Benim yüzümden! Benim yüzümden ölüyorsun emir! -Yeter! Henüz ölmem için çok erken. Ne kurumi'yi kazanabildim, ne de amacıma ulaşabilmiştim. Burada böyle bir sebepten dolayı duracağımı mı sanıyorlar? Hayır! -Ölüm, gel! Senden korkmuyorum! 3.Bölüm(Seni Seviyorum): -Emir Dur! Daha fazla algoritmayı kullanmak istemiyorum. Seni öldürecek! -Yapmak zorundasın Queen! -Yapamam! -En azından duygularımı incele. Ondan sonrada yapamam diyorsan tamam! Queen: İyi tamam deyip verileri incelemeye başladım. Bu değerlerde neydi böyle! Korkuyordu, ama öleceğinden değil... ------------------------------ Kurumi'yi aramaya karar verdim. Neden öyle tepki verdiğini öğrenmem lazımdı. Aradığımda telefonu annesi açtı. -İyi günler Hanım efendi, Kurumi ile görüşebilir miyim? Dememle kadının ağlamaya başlaması bir oldu. Dediklerinden hiç birşey anlayamadım. O sırada babası kadını sakinleştirmeye geldi. Telefonu eline aldı. -Alo? Siz kimsiniz? -Ben Emir, okuldan bir arkadaşıyım. -He sen şu okula girmesini sağlayan çocuksun. -evet, şey, Kurumi'yi verebilirmisiniz telefona? ... -İstesemde olmaz. -Neden? -Gerçekten bilmiyor musun? Demekki seni üzmek istememiş. Kendisi şuan hastanede, yoğun bakımda. -Ne dediniz! Nerede! Adresi verin! Telefonu fırlatıp koşa koşa alt kata indim. Bisiklete atlayıp yola çıktım.Yolda bisikletin lastiği patladı. Yeter be deyip kenara fırlatıp koşmaya başladım. annesi ağladığına göre küçük bir şey olamazdı! -Tokisaki Kurumi'nin odası hangisi. Çabuk! -T-tamam, 320 nolu oda ama ziyaret saatinde değiliz beyefendi! -Sokarım saatine be! Koşa koşa yukarı çıktım. 300-301-302.. Koridorun sonundaki 320 nolu odaya daldım. Kurumi orada öylece yatıyordu. Komadaydı. Peşimden koşan kadına ona ne olduğunu sordum. Beyninde tedavisi bulunmayan bir hastalığı olduğunu, yapacak hiç bir şeyleri olmadığını söyledi. Yıkıldım. O ölecekse ben neden yaşayacaktım ki... -Queen! Bağlantıyı başlat! Kurumi'nin beynini kullanacaksın. (en üsteki diyaloğu okuruz tekrardan) -İyi be tamam, ama ölürsen suçlusu sensin. -Hadi! Kurumi'nin boynunun arkasındaki sinirlerin olduğu kısma elimi koydum. Kurumi'nin beynini hackliyordum. Önce bir kararsızlık yaşadım ama yapmak zorundaydım. O an doğruyu yanlışı değil, sadece onu kurtarmayı düşünüyordum. Sinirler aracılığı ile Queen kendini kurumiye açık bir hale getirdi. Durumu incelemeye başladı. Dediğine göre, Yapısal olarak hiçbir hasar yoktu. sadece beyni yapması gerekeni yapmıyor, adeta intihar ediyordu. Yapabileceğimiz tek şey, bendeki nöral altyapı bilgisini kurumiye aktarmaktı. Zaten durum dahada kötüleşemezdi. işleme başladık. Buraya kadarını hatırlıyorum. Sonra yine bayılmışım. Uyandığımda hemen karşıdaki odada yatıyordum. Tavandaki floresan'ı görmemle fırlamam bir oldu. Queen'in odasına daldım. Gözlerime inanamadım. İşe yaramıştı! Uyanmıştı! Gülümseyerek bana bakıyordu! -Emir, hoşgeldin. Queen'le konuştum. Bana herşeyi anlattı. -... -Konuşsana, hadi bir şeyler söyle. Seni seviyorum falan de mesela. -A-Anla-madım. - Nesini anlamadın şapşal. Hastalığımdan dolayı sana hayır dedim. -Yani... -Evet evet ondan. Yaklaş hadi. Gel otur yanıma. Kafam durdu adeta. Sadece denileni yapabildim. Yanına oturmamla sarılması bir oldu. Teşekkür etti. Sonra yüzünü bana döndü ve ufak bir öpücük kondurdu. Bununla idare et şimdilik diyede küçük bir espiri yaptı. ... Tamam onu kurtarmıştım. ama kendimi ne yapacaktım? Daha amacıma ulaşamamıştım. Burda durmalımıydım? yoksa devam mı etmeliydim? 4.Bölüm(Süper zeka): -Aa, Kurumi! Hoşgeldin! -Şşşt, sessiz ol Queen. -Ah, afedersin. Taburcu olduğumuz gecenin sabahı, kurumi bize beni uyandırmaya geldi. Yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. Yavaştan gözlerimi aralarken kuruminin sesini duydum. -Kalk artık uykucu tembel! -Tamam tamam. Derken elinden tutup yatağa çektim. Üzerime düştüğünde göz göze geldik. aramızda sadece santimler vardı. Dayanamadım, yine öpüştük. Dakikalarca hiç bırakmadan... Sonra üste ben çıktım. -Pekala Kurumi-chan! Bir erkeğin odasına bu saatte geldiğine göre iyi cesaretin varmış. Sonuçlarınada katlanırsın artık! -D-Du-Dur! Ne yapıyorsun Emir-kun! -Ah, yasak kelimeleri kullanıyorsun. Bak dahada kızdırdın beni. -Bırak beni sapıklık yapma, daha yeni çıktın hastaneden! -Olabilir. Sessiz ol yoksa duyacaklar! Dedikten sonra sustu, yüzü kızardı, ellerini yana saldı, gözlerini kapattı. "İyi be" diyebildi ancak. O an o kadar sevimli bir yüz ifadesi vardı ki... Kıyamadım. Şaka yapmaktı amacım ama Kurumi'nin beni ne kadar sevdiğini görmeme sebep olmuştu. Kendini bana bırakmış, bana güveniyordu. Küçük bir öpücük kondurup yanına uzandım. -Sanki öyle birşey yapabilirimde! -Yapamayacaksan öyle şeylere zorlama. Aptal! (Kısa bir sessizliğin ardından) -Hey, sence elimdeki bu güçle ne yapmalıyım? -Nasıl yani? -Quuen' i diyorum. Şuan herhangi bir ülkenin güvenlik ağını çökertebilir, herhangi bir uydunun iletişimini kesebilirim. Ve daha fazlası... Ayrıca ölümcül hastalıklarıda tedavi edebiliyorum. Açıkcası korkmaya başladım. -Bu işlerden anlamam Emir. Ancak bildiğim tek şey sana güvendiğim ve ne yaparsan yap arkanda olacağımdır. Bu yüzden korkma tamam mı? -Ben deli sen benden deli... Şöyle şeyler söylemesen olmaz demi? -Olmaz, sonuçta seni seviyorum ve bunu söylemekten de zevk duyuyorum. -A-Aptal... ------------------------------------------------------------------------------- -Pekala Queen, işlemi başlat. -Anlaşıldı! İnsan beynini yüzde 100 kullanırsa neler olur? Dünyanın en merak edilen sorularından biri. Çılgın bilim adamları uğraşadursun, ben Queen ile bunu başarabilirim. Onu kendi Beynime entegre edeceğim. Tek beyinde iki kişilik olacak. Böylece hem Queen beni anında anlayacak, hemde arayüzle uğraşmadığımız için daha fazla baygınlık vb. sıkıntılar olmayacak. Hem bu sayede onu kimse bulamayacak. Ancak bunu yaparsam, Queen ebediyen orda kalacak ve geri dönüşü olmayacak. Ama bu riske girmeliydim. İşlem ben uyurken, yani beynin en az kullanıldığı zamanda olacak.Sabah kalktığımda herşey belli olacak. **Sabah olur** Bir ses duyuyorum. Yankılanıyor..."Emir, Emir uyan." diyor. Gözümü açıp etrafa baktığımda kimseyi göremedim. Sonra sesi tekrar duyunca herşeyi anladım. İşlem tamamlanmıştı. -Pekala queen, şimdilik beyin kullanımını 2 katına çıkar. Bakalım neler olacak. -Tamam ama yatağa uzan ve rahatla. İşlem 10 dakika kadar sürecek. Birden yaparsam neler olacağını kestiremem. -Sana bırakıyorum. 10 dakika sonrasında uyandım. Hiç bir farklılık hissetmiyordum. Neyse, vakit daralıyor. Kurumi ile randevuma gitmeliyim dedim kendi kendime. Buluşacağımız kafeye doğru yola çıktım. Yoldan geçen arabaları izlerken bir şeyi keşfettim. Hissedebiliyordum. Evet. "Minibüsün frenleri patlayacak ve yoldan geçen çocuğa çarpacak" Hissettiğim anda fırladım. Son anda atlayarak onu kurtardım. Küçük cocuk çok kormuştu. Annesi şoku atlatıp çocuğun yanına gelene kadar sarıldım... Ulan dedim kendi kendime. Daha sadece iki katını, yüzde 15 ini kullanırken sonuç çıkarma yetim tavan yapmıştı. Randevu yerine vardığımda Kurumi çoktan oraya varmıştı. Çok beklettim mi diye klasik bir soru sordum. "Hiçte bile, yeni geldim bende" dedi. -"Hmm, ilk kelime, hiçte bile demeden önce 0.27 saniyelik bir duraksama yaşadın. Kafanı yana eğerek sevimli yüz ifadeni takındın. dur bakayım(kalbine dokundum), kalp hızın normalin çok ötesinde, Sanki koşarak gelmişsin. Ve yüzündeki şaşkınlık ifadesi bunları nasıl anladın der gibi. Ya gecikicem düşüncesiyle deliler gibi koştun. Yada o çılgın yavru köpek yine seni kovaladı. -Sen, Nasıl?? -Bundan sonra ben hem Emir, hemde Queen'im. Kısacası senden sonra kendi beynimide Hackledim.... -------------------------------- -Hey, kim bu? -Adı emir komutanım. -Emir mi? Sanırım türk. Her neyse, onu buraya geitirin. Kendisiyle konuşmak istiyorum. -Emredersiniz! 5.Bölüm(İçeriye Giriş): (Klavye tıkırtıları duyulur) "Şunuda şöyle kodladık mı, işte oldu. Sanırım bununla ordunun dikkatini çekebilirim." Az önce bulduğum bir savunma açığını orduya açık bir şekilde ilettim. Yer bilgilerimi bulmaları an meselesi olsa gerek. 1 saat kadar olmuştu. Kendi kendime sayıklamaya başladım. Ulan dedim, gerçekten saldırsam heralde koca askeri sistemi silerim haa. Aslında öylemi yapsam? Ama o zmn bir anlamı kalmaz. Kenpachi ile yüz yüze konuşmalıyım... ben bunları söylerken, bir grup asker evimin önünde toplanmaya başladı. Kapıyı kıracaklardı ki açıverdim. -Kıpırdama! -Tamam tamam, geleceğinizi biliyordum zaten. Hadi acele edinde beni üstlerinize götürün... Beni o filmlerde çok çıkan askeri jiplerden birine bindirdiler. Ellerimdeki kelepçeler de hiç rahat değildi doğrusu. Ben umursamaz tavırlarımı sergilerken yavaş yavaş harakete geçmiştik. -Efendim! Emiri bulduk! -Buldunuz mu? Salak mısın be? Herif adresini verdi. Böyle bir açığı keşvedebilecek olan adam, bu şekilde kolay bulunabilir mi? Neyse, hadi getirin. Beni klasik askeri sert tavırla zorla odaya götürdüler. İçeri girdiğimde, taht gibi bir koltuğa kurulmuş, hafif yaşlıca, bir gözü korsan misali bantlı olan bir herif vardı. Hiç kale almıyormuş gibi davrandım. -Kelepçeleri açmayı unuttular sanırım...Ah ahh, çok can sıkıcı. -Demek o sensin ha? Emir denen velet? -Sende Kenpachi denen general bozuntusu olmalısın. -Hey sözlerine dikkat etsen iyi edersin. Nerede olduğunu unutma. -Kod adı Dragneel, 0215 nolu karargah, özel komando bölüğü nexlerin tutulduğu o çok özel yer. Ayrıca tam yetkiye sahip japon donanması lideri olan Zaraki Kenpachi efendininde ini. -Seni nalet velet! Bunları nerden biliyorsun! -Buraya geltirildiğimde öğrendim. -Ne dedin!? İşte an geldi. Arayüzü son kez kullanışım. Queen'i serbest bırakmanın zamanı geldi... Üzgünüm Kurumi, eğer geri dönemezsem, üzgünüm... -Tamam, oyun zamanı bitti. Queen! Gerisini sana bırakıyorum. -Ne yapıyorsun Sen velet! -Sisteminizi hackliyorum? Bir sorun mu var? Silahını bana doğrultarak: -Hemen dur! Yoksa seni gebertirim! -Durma, ama bunu yaparsan o çok sevdiğiniz Uridium bombalarını tüm dünya öğrenecek. Nükleer sızıntıyıda unutma sakın. ----------------------------------------------- Aynı saatlerde Kurumi'nin evi: "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni vid"... -Bu saatte kimden gelmiş olabilir ki? Ah, Emirden mi? -Kurimi. Bunları sana anlattığım için üzgünüm. Ancak geri dönemezsem, bilmen gerekecek. Seni çok seviyorum ancak, tüm dünyada savaşı durdurmak adına, bunları yapmalıyım. Lütfen beni bağışla... Kurumi gözlerinden yaşlar süzülürken, sadece tamam diyebildi. Onu destekleyeceğini söylemişti. Her ne kadar bu kadar manyakca şeyler beklemesede. 6.Bölüm(Emirin Mesajı & Skynet 2.0): "Queen'i aslında babam tasarladı. Temelini en azından. Ancak bunu duyan süper güçler adı altındaki şerefsizler, Türkiye bu gücü elde edemesin diye, babamı ve annemi trafik kazasında harcadılar. Şerefsizler... İntikam ateşiyle yanıp tutuşurken, Queen'i tamamladım. Şimdi sıra intikam almaya gelmişti. Ancak o sırada seni tanıdım. Hayatımda ilk defa yaşamak için bir sebebim olmuştu. Sonuna kadar çabaladım ve sonunda seni yakaladım. Ancak bu şerefsizler durmayacak ve başıma gelenlerden sonra başkasının canının yanmasına göz yumamam. Belki dönemem diye, sana Queen'i burakıyorum. Seni zorlayamam ama, dönemezsem eğer, kontrolü senin almanı istiyorum. Bu güç başkasının eline geçmemeli. Yok edip etmemek sana kalmış ancak Queen'in bir canlı olduğunu unutma... Şuan japonyanın Askeri Merkez Üssüne dalıyorum. Muhtemelen dönemeyeceğim ve henüz doyamadım sana. Doya doya seni seviyorum diyemedim. Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm! Ancak bunu yapmak zorundayım. Hoşcakal Sevgilim..." Mesajın her saniyesinde, kalbi dahada çılgın atmaya başlıyordu. Sevdiği adam, kendini hiçe sayarak ölüme gidiyordu. Elinden ağlamaktan başka hiçbir şey gelmiyordu. Hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra... Ama onun için yaşamalıydı. Kararını verdi. Geri gelmezse, Queen ile onun başlattığı işi bitirecekti. Yada bu yolda... ----------------------------------------------------- -Pekala General bey, Siz hariç bütün personeli tahliye et bakalım. -Asla! Seni nalet velet! Kim olduğunu sanıyorsun! -Sadece kızgın bir Türk... Dememle füzelerden birini harakete geçirmem bir oldu. Amerikaya doğru gidiyordu. -Pekala general efendi, ne diyorduk? -tamam tamam! Durdur şunu! ... Personelin tahliyesi tamamlanmıştı. Geriye bir tek general ve ben kalmıştım.Neden diyebildi sadece, neden. Neden mi? Daha fazla masum insan ölmesin diye... Daha fazla O***pu Çocukluğu yapan, daha fazla Bebek Katili! olmasın diye! Birde soruyordu utanmadan. Klasik asker mantığı. Hepsi böyle... -Hey general efendi, uzayda kaç tane uydunuz var? -Sana hiçbir şey söylemeyeceğim! -Keyfin bilir. -Queen, sisteme erişim sağladınmı? -Herşey hizmetinde Emir. Bu işi dışardan yapmaya kalksam muhtemelen beynimi yakardım. Onca işlem gücü ile sistemi hacklemek ne kadar kolay olsada, hayatımı çalıyor olması dehşet verici. -Japonya uzaya toplam kaç uydu göndermiş? -73 tane. 13'ü tam aktif. 50 tanesi ömrünü tamamlamak üzere. 10 tanesi izse uzayda boş geziniyor. Sadece 13 tane aktif uydu mu? Yetmez, imkanı yok! yirmi tane lazım, en az yirmi. Hiçbir şeyin kolay olmasını beklemiyordum ama, ölümdeki bilinmezliğe ne kadar karşı çıksamda, korkutuyordu. Buraya kadar gelmişken yılamazdım. -Pekala Azrail, meydan okumanı kabul ediyorum. arayüzü tam kapasite kullanacağım. Queen! Tam kapasite, hayatım pahasına! Hiç durmadan, Rus uydularına sahip olacaksın! Buraya kadar gelmişken, geri duramayız, Anladın mı! -Emir... (Quuenin düşünceleri) Benden hayatını almamı istiyor. Korkmuyor mu? Nasıl bu kadar cesur olabiliyor? Nasıl ölüme bu kadar hazır? -Hey, burda dünyayı kurtarıyoruz. Çekinme tamam? :) -T-tamam! -Pekala, SKYNET 2.0 Programı, başlasın! 7.Bölüm(Film Şeridi): -Iıaahh!! -Emir durmalıyız! -Bu kadar acıyı bir hiç için çekmiş olmayacağım! Durmayacaksın! Ölsem bile durmayacaksın! Queen'in hareketleri beynimi kavururken, hayatım yavaş yavaş gözlerimin önünden geçmeye başladı. Kurumi ile tanıştığım an geldi aklıma... Orta okulun son senesi transfer olmuştu. Çok güzeldi. O zamanda tarzı aynıydı. Tek gözünü kapatan uzun siyah saçları ve gözündeki kırmızı lensleriyle çok hoş duruyordu.Ondan çok hoşlanmıştım ama ne kadar çabaladıysamda hiç bir zaman ona açılma fırsatı bulamadım. Ta ki mezuniyet gecesine kadar. Ben yine sap gibi evime doğru yürüyordum. Yanlız başımaydım çünkü akşama kadar arkadaşlarla oyun salonunda eğlenmemize baktık. hoş bütün oyunları Queen saolsun ben kazanıyordum ama :) Karanlıkta yürümeye devam ediyorken, kenarda duran bi kız gördüm. Tek başına, kaldırımın ucunda oturmuş, hüngür hüngür ağlıyordu. Yanına yaklaştım. Aman Allah'ım, yoksa bu o muydu? -Gecenin bu saatinde burada ne arıyorsunuz? Bir şey mi oldu? -Yok önemli bişey değil. Dedi gözlerinin yaşını silerken ve kafasını yukarı kaldırdı. İnanamıyordum, bu Kurumi'ydi. Sokak lambasının ışığında parlayan gözlerinden süzülen yaşlar çenesinde birleşip yere düşüyorlardı.O anki yüz ifadesi büyüleyiciydi. Kendimden birazcık utandım. O an ne düşünüyordum öyle. Kendimi toparlayıp söze girdim. -Kurumi-san? -Emir-kun? Senin ne işin var burda? -Burası benim evime giden yol, asıl sen ne yapıyorsun kız başına? Dedim, demez olaydım. Deliler gibi ağlamaya başladı yine. Erkek arkadaşı onu aldattığını itiraf etmiş, artık ayrılmak istediğini söylemiş. Biraz teselli etmek, birazda kendimi tutamadığımdan, sarılıverdim kendisine. Oda bana sarıldı ve tekrar ağlamaya başladı. Dakikalarca öyle kaldık. Sonra kendine geldiğinde yüzüme baktı. yanakları biraz kızarmıştı. Ne oldu kızardın, hasta falan mısın diye soruncada, soğuktan, dedi sadece. Bende üstelemedim doğrusu. Ne yani benim gibi birini sevecek hali yoktu ya... O an nereden bilebilirdim hasta olduğunu, sevdiği kişi olan bana açılamayacak kadar hasta olduğunu hemde... Günler ayları kovaladı. Çok görüşmeye fırsatımız olmasada, her imkan bulduğumda yanına gittim. Yaptıklarım çokta birşeye yaramıyordu. Yakınlaşamıyordum ona. Bir gün onu zorla buluşmaya ikna ettim. Kararımı vermiştim. Geldiği gibi konuya girecek, onu sevdiğimi söyleyecektim. Buluşma yeri olarak ayarladığımız kafeye ilk ben geldim. yaklaşık beş dakika kadar sonra camdan koşarak geldiğini gördüm. Bir iki adım daha attı. Ardından yavaşça yere düştü, bayılmış olmalıydı. Başının yere deydiğini gördüğüm an, fırlayıverdim dışarıya. Yanına vardığımda yerde haraketsiz yatıyordu. Nefes alışverişini dinlemek için ağzına doğru eğildim. Sanki normal gibiydi. Kucağıma aldığım gibi, arkadaki hastaneye koştum. Şimdi düşünüyorumda, buluştuğumuz her yerde, yakında bir hastane vardı. Gözüm kurumiden başkasını görmüyordu ki fark edeyim. Neyse yetiştirdim hastaneye. Önemli bişey olmadığını, sadece yorgunluktan olan bir baygınlık olduğunu söylediler. Hem rahatladım, hem kendimi suçlu hissettim. Yorgun argın benimle buluşmaya gelmişti. Odasına girip yanına oturdum. Kafamı yorgana yaslayıp ağlamaya başladım. Bir yandanda durmadan özür diliyordum. -Gerçekten çok üzgünüm, ne olur kusuruma bakma, çok çok çok üzgünüm! -Sen neden bahsediyorsun. Senin bir suçun yokki. Gelmeyi kendim istedim ben. Dedi ve bana sarıldı,teselli etti. Hiç bir şey yokmuş gibi davranıyordu. Sanki ölmekte olan kendi değilde, başkasıymış gibi... --------- Kız kardeşim geldi gözlerimin önüne. İlaydacığım. Kendisi aslında bir akrabamızın kızı. Daha bebekken ailesini kaybedince, ona bakma işini biz üstlendik. Kendisine hiçbir zaman gerçeği söyleyemedik. Daha çocuktu zaten, üzemedik. Otobüslerde kucağımda uyuya kalırdı. Sürekli başıma bela açardı.hiç unutmam, ilk okul ikiye giden çocuklar mavişimin bir arkadaşının zorla parasını almışlar. buda dayanamayıp yerden aldığı sopayla ikisine birden girmiş. Sonuçsa felaket. Bebelerin eli yüzü kan içinde, bizim5 yaşındaki sıpadan kaçmaya çalışıyorlar. :) He birde abim var. ama onunla ne anım nede yakın bir bağım var. Sanki kan bağı yokmuş gibi. Hatta aslında kardeş değiliz dese hiç tepki göstermem. Ama seviyorum onuda, bana o baktı sonuçta. ----------------------------------------------------------------------- -Emir, biraz daha dayan! Bu son uydu! Başarabilirsin Emir! Queen'in bişeyler dediğini duyuyordum ama, ne dediğini anlayamıyordum. Gözlerim hiç bir şeyi seçemez olmuştu. Sadece bulanık, beyaz şeyler dalgalanıyor gibiydi. Bir kaç uğultudan başka birşey de duyulmuyordu. Değil kıpırdamak, vücudumun zerresini hissedemez olmuştum. Galiba ben yavaş yavaş, ölüyordum... 8.Bölüm(Son Dilek): Pekala yedek Queen, yolu bildiğini biliyorum, Bağlantımızı sağladığımıza göre sende neler hissettiğimi çok iyi biliyorsun. Beni Emir'e götür. En azından son bi kez görmek istiyorum onu! -P-peki. --------------------------- -Skynet 2.0 başlatıldı. Skynet 2.0 programı... Adını efsane film serisi terminatördeki süper bilgisayardan alan, çok gelişmiş bir yapay zeka Algoritması. filmdeki kadar güçlü değil ancak, yinede insanları dize getirebilecek bir yapı. 20 tane uyduyu dünyanın etrafına yayıp aradaki bütün diğer uyduları manipüle etmek suretiyle devreye giren bir sistem. Bu neyi değiştirecek? Tüm küresel iletişim araçları, internet, uydu telefonları... Hepsini aynı anda kullanılamaz hale getirecek.Kısacası insanlığı 150 yıl geriletecek. Kötü birşey gibi durabilir, ancak sağlık sektörüne baktığımızda, tıp alanındaki gelişmeler fazlasıyla yeterli olacak. Savaş alanları Queen tarafından canlı izlenip tüm dünyaya yayınlanacak. Kimsenin pis işleri artık silinip kaybolmayacak. En azından Planım böyle. --------------------------- Uydu sistemleri devrede. Füze savunma sistemleri devrede. Küresel iletişim engellemesi başlatıldı. Queen, kendini uyduların hafızasına transfer ediyordu. Bu sayede dünyadan yapılan hiç bir müdahele planı bozamayacaktı. Herhangi bir tehtitde ise japonların uridium bombaları çok iyi bir koz olacaktı. dııt dıııtt dııııııı.... Emirden gelen yaşam sinyalleri sıfırı gösteriyorken, Queen'in gözlerinden piksel piksel yaşlar akmaya başlamıştı. Yerde yatan cansız bedende kaldı gözleri. Yapmasaydı yaşayabilirdi. Durabilirdi, hepsi kendi suçuydu. Sanalmış gerçekmiş kimin umrunda! O acıyı hissediyordu. O yok oluşu farkediyordu... -Queen! Kendine gel. Sana bırakılan son görevide layıkıyla yerine getireceksin! -K-Ku-Kurumi san! Sen buraya nasıl geldin! -Emir seni bana emanet etti. Bir kopyanda bende vardı. Onu kullanarak geldim. Ayrıca burada sana özel bir mesaj daha var. Benim kopyamla senkronize ol. Hem mesajı al, hemde benimle bağlantıya geç, hadi. -T-Tamam. Kurumi koşarak emirin yanına gitti. Vücudu buz kesmiş, ten rengi solmuştu. Başını kucağına aldı ve tekrar "neden?" diyebildi sadece. Ancak bu seferki soru, neden onuda yanında götürmediğiydi. Cevabını bilsede, acı geliyordu kaybetme duygusu. Emirin yaptığını bencillik olarak yargıladı. "Güvenebileceği tek kişi ben olsamda, bu acıyla geride bırakılmak hiç adil değil" diye konuşmaya çalıştı, ağlamaklı bir dille, göz yaşlarını tutamazken... ----------------------------- Emirin bıraktığı bir video mesajdı. Kurumiye hazırlanan mesajla aynı zamanda yapılmış gibi duruyordu. Ciddi bir ifadeyle söze girdi: -Queen, sen benim en iyi arkadaşımdın. Sen benim can yoldaşımdın. Seni sen olman için tasarladım. Ve biliyordum ki, beni öldürecek şeyleri ne olursa olsun yapmayacaktın. O yüzden araya küçük bir program yazdım. Bundan sana bahsetmeli miydim bilemedim. Eğer öğrenirsen benden uzaklaşabilirdin belki. O yüzden de sessiz kaldım. Ancak bunları konuşmak için artık çok geç. Şimdi senden tek isteyebileceğim, ne kadar ciddi olduğumu anlaman ve sana bıraktığım son görevi layıkıyla yerine getirmen. Yoksa kendimi boş yere öldürtmüş olurum, değil mi? Video kapanırken, Emirin suratında güven dolu kocaman bir gülümseme vardı. Queen son bir çığılık daha attı. Gözündeki yaşları sildi. Bundan sonra ne ağlayacak, nede üzülecekti. Sadece ama sadece görevine odaklanacaktı. Emirden aldığı son görevine... Kurumi bile olan biteni kabullenmişken, kendisi bu şekilde duramazdı. -Pekala Kurumi san! Emirin son dileğini, onu en çok sevenler olarak bizler gerçekleştireceğiz! 9.Bölüm(Yeni Dünya): --------------------------- "Skynet 2.0 programı başlayalı 5 sene olmuştu. Hiç bir ülke uydulara erişememiş, hatta füzelerle yada uzay gemileriyle bile vuramamışlardı. Çünkü uyduların yaydığı frekanslar tüm füze ve mekiklerin navigasyon sistemini alt üst ediyor, asla hedefe varamıyorlardı. Hal böyle olunca internetin değeri kat ve kat arttı. Ülkeler artık silah, mermi, füze yerine, hackerlar yetiştirmeye başlamıştı. Aksi halde internet bağlantılarını kesmeleri gerekiyordu ki dünyanın en kapsamlı iletişim aracını bu şekilde engellemek düşünülemezdi bile." --------------------------- Bir gökdelenin tepesinde, hafif esen ılık rüzgar saçlarını dalgalandırırken, Kurumi ufka doğru bakıp, derin düşüncelere dalıyordu. Geçen 5 yıl boyunca ne yapmıştı? Hayatında neler olmuştu? tek bildiği, tek hissettiği yanlızlık duygusuydu. Kapkaranlık... Sonra Queen'in sesini duydu. Oda değişmişti. Yaşananlardan sonra Kurumi'ye anne demeye başlamıştı. Emir'i de bir nevi babası olarak görüyordu zaten. -Anne, bende aynı şeyleri hissediyorum. Bende yanlızlık çekiyorum. Ama ne kadar çirkin bir düşünce de olsa, insan alışıyor... Hem, Babam cennette seni bekliyor, unuttun mu? Hiç olmazsa senin öyle bir şansın var. Peki ya ben ne yapayım? Benim tesellim ne olacak! Bunu düşündükçe... Derken gözlerinden yaş akacak gibi oldu. Ancak söz vermişti. bir daha ağlamayacaktı. Kendini tuttu, tuttu... Kurumi gözlerini ufuktan ayırmadan konuşmaya başladı. -Queen, sen iyi bir programsın. Ayrıca her insan gibi duyguların, düşünce gücün, hislerin, Kişiliğin var. Umuyorum ki Allah buna kayıtsız kalmayacaktır. Diyebildi ama içinde hiçte buna inanası gelmiyordu. Ama böyle birşey daha önce yaşanmadığına göre, belki de olabilirdi. bu konu çok karışık olduğundan düşünmeyi bıraktı. Bir ara ufak bir gülümseme geldi yüzüne. Queen merakını gizleyememiş olacak ki, sebebini sordu. Kendi de az çok tahmin ediyordu gerçi. -Gayet açık kızım, kendi kurduğumuz uydu ağını kırmaya çalışan ekibe başkanlık ediyorum, ondan. Küresel İletişim Merkezleri (K.İ.M.)' nin en önemli yerleşkesi olan Japonya'daki ofisin başındaydı. Queen sayesinde artan zekası onu insan üstü bir güce kavuşturmuştu. Bu kurum için biçilmiş kaftandı. Onun içinde bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Tepesinde durduğu göktelende o binaydı. Kurumi, kurumdaki herkesle adeta dost olmuştu. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Hepsininde Queen'den haberi vardı. Pek tabii sadece yapay zeka olarak bilinen küçük şirin bir oyuncaktı. Tüm dünyayı etkisi altına alan program olacağı kimin aklına gelirki? ------------------------ K.İ.M.'in ikinci ve bir o kadar önemli bir görevi daha vardı. Ülkeyi, dış güçlerin hacker saldırılarından korumak. Bunun için sıradan bilgisayarlar kullanmak zorunda olması biraz sıkıntı versede, Queen'in sağladığı süperzeka fonksiyonları işini biraz daha kolaylaştırıyordu. Zaten japonyanın bir numaralı merkez olmasının sebebi, Kurumi'nin yazdığı değişken algoritmalı 8 katmandan oluşan güvenlik duvarıydı. Bir duvarı kırsalar bile ikinciyi kırmaları için 2 kat daha fazla sistem gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Çünkü 1. katmandaki değişen algoritmanın gözden kaybolmaması için, anlık kontrol altında tutulması zorunluydu. Dönemin teknolojisi onu atlatılamaz kılıyordu. Ancak bu koruma tedbir amaçlı sadece merkez binasında bulunuyor, diğer hiç bir merkeze yada kuruma sağlanmıyordu. Ne polislerde nede askerlerde bu denli güçlü korumalar vardı. Sebebi ise çalınmasını engellemekti. Göktelenin tepesinde rüzgarın hazzını yaşarken, kendisini çağıran bir anons duydu. Ardından alarmlar çalmaya başladı. Anlaşılan biri yine katmanlara kafa atıyordu. "Bıkmadılar şundan, geçemeyeceksiniz anlayın artık" diye iç geçirdi. Yavaş adımlarla kontrol odasına inerken, içerdeki personelin bağırışlarını duydu. -Tanrı aşkına başkan nerde kaldı! -2. katman düştü! -3. katman yüzde 80-70-60... Duyar duymaz içeriye doğru koştu. Queen'in yüklü olduğu aracı, paneldeki porta aceleyle yerleştirdi. Klavyeden gerekli kombinasyonları yazdı ve seslendi: -Queen! Senin sıran! -Peki anne! Queen bütün kontrolü eline aldı. Gereksiz bütün sistemleri kapatıp tüm işlem gücünü kendinde topladı. Güvenlik duvarını onarmaya başladı. ancak yenileme hızı çok yetersizdi. Onardığı her %3'lük dilime karşılık duvarın %10'u düşüyordu. Geriye yapılacak tek bir şey kalmıştı. Arayüzü kullanmak. Biran için tereddütte kaldıysada, Kurumi'nin de izniyle hemen işleme başladı. Aradan geçen 5 yılda arayüzü daha çok geliştirmişlerdi. Ancak ağrı hala çok şiddetliydi. Queen gücü yavaş yavaş arttırarak saldırıyı durdurdu. Acıdan dizlerinin üstüne çökmüş olan Kurumi, işlemin sonlanmasıyla gelen rahatlamanın etkisiyle büyük bir oh çekti. Ancak başları beladaydı. Saldıranın sıradan bir bilgisayar olması imkansızdı. Yoksa, yoksa başkası da arayüzü keşfetmiş olabilirmiydi? Hem de bu kadar güçlüsünü yapmış olabilirmiydi? Bu saçmalıktı. Dahası, yardımcıları Daniel ve Tohka'ya birşeyler açıklamaları gerekiyordu. Neler oluyordu Allah aşkına... Revire doğru yola çıkarken, Daniel ve Tohka'ya gelmelerini işaret etti. Onlara birşeyler söylemeliydi. 10.Bölüm(Daniel&Tohka): -Daniel, Tohka... Az sonra söyleyeceklerim sizin hayatınızdan daha değerli. Yani bunu kimse bilmemeli. Anlaşıldı mı? Daniel ve Tohka önce birbirlerinin yüzüne kısaca baktılar, sonra evet dercesine kafalarını bir aşağı bir yukarı salladılar. Kurumi Queen hakkındaki gerçeği anlatırken, ikisininde gözleri her duydukları kelimeye karşılık dahada büyüyordu. En son Skynet 2.0'ın aslında Queen ve çok sevdiği Emir'in eseri olduğunu duyduklarında, Korkudan yere çökmüş bir vaziyetteydiler. Daniel söze girdi: -Yani sen bizim düşmanımız mısın? -Hayır, ama eğer bana engel olmaya çalışırsanız acıma beklemeyin. Arayüz'ün neler yapabileceğini bilmiyorsunuz... -Neden bu kadar ileri gidiyorsun? İnsanların suçu ney! -İnsanların mı? O nalet yaratıkları umursamıyorum bile. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, aciz birer pislik torbası her biri. Tek dertleri savaş. Ben sadece Sevdiğim adamın son dileğini yerine getiriyorum. Öldükten sonra bana bıraktığı son dileği... Tohka şoku yeni atlatmış olacakki, titremesini kesip konuşmaya başladı: -Yani biz şimdi ne yapacağız? -İstedğinizi yapmakta özgürsünüz. Bu kadar büyük bir şeye sizi zorla bulaştıramam. -Ben, Ben seninle kalacağım. Ben son iç savaşta ailemi kaybettim. Daha fazla insanın ölmesini, daha fazlasının acı çekmesini izlemek istemiyorum. Daniel, sen ne diyorsun bu konuya? -Ben mi? Sizi çılgın kadınlar. Peki tamam. Tohka varsa bende varım. -Nasıl yani anlamadım? Cebinden çıkardığı sigarayı yakarken düşünüyordu Daniel. Ya bu çılgınca plandan uzak duracak, ya da sevdiği kadına, Tohka'ya bişey olmaması için elinden geleni yapacaktı. Derin bir nefes çekti ve: -Hay ben böyle işin ta... Bi kıza aşık ol, oda dünya çapında bir planın peşinden koşsun. Sokayım böyle şansa. -Daniel... Sen, doğru mu söylüyorsun? -E heralde. Böyle manyakca bişeyi başka niye kabul edeyim. -Daniel! Bende seni... Gözlerindeki mutluluk yaşları konuşmasını engelliyordu.Ayağa kalktı ve Daniel'in kucağına atladı. Öyle sıkı sarılıyordu ki... Kurumi ikisine uzun uzun baktı. Sonra dayanamadı, o da ağlamaya başladı. Yine emiri özlemişti. Burada, yanında olsa, ona nasıl sarılır, nasıl koklardı... Kafasını hafiften sağa-sola salladı. Şimdi bunların sırası değil diye düşündü. Kafasını toplayıp yanındakilere seslendi. -Pekala, şu bize saldıran şeyin ne olduğunu çözmemiz lazım. ------------------------------- Ertesi günün sabahı masasında uyuyakalmış Kurumi'yi Tohka aceleyle uyandırdı. Saldırının yapıldığı yerin alanını daraltmayı başarmışlardı.Hemen kontrol odasına koştular. Kurumi gördüğü yer karşısında şaşkına dönmüştü. Belirledikleri sınırların içinde o askeri üste bulunmaktaydı. Şaşkınlıktan eli ayağına dolaştı. Ne yapacağını düşünürken aklına uydu telefonları geldi. Doğrudan bağlantılı olduklarından direk generale ulaşabilirlerdi. 2 adamını telefonu iletmeleri için görevlendirdi. -------- (telefon çalar) -Ne istiyorsun. -Kenpachi... -Sende kimsin nalet olası. -Sus ve sadece soruma cevap ver. Arayüzü nerden buldun? -Ha! Sen o pisikopat veledin sevgilisi misin yoksa? -... -Hah hah ha! Biliyordum. Pekala genç bayan. Şimdi kulaklarını dört aç ve beni iyi dinle. Uydu ağının arkasında sen olduğunu biliyorum.Geliyorum, hazır olsan iyi edersin. Ayrıca bana bıraktığın o hediye içinde teşekkürler. Çok işime yaradı.Hah hah Ha! Dedi ve telefonu kapadı.Kurumi olayı anlamıştı... (Emir'in Öldüğü gün) "Dikkat, kendi kendini yok etmeye 1 dakika, Dikkat, kendi kendini yok etmeye 1 dakika..." -Kurumi! Buradan hemen çıkmalısın! Acele et. -Ama Emir ne olacak! -Biliyorum! ama o öldü! Sen yaşamak zorundasın. Acele et! ----- O an Queen'i tam olarak kontrol edemiyordum. O yüzden oradan kaçmak zorunda kalmıştık. Emirin bedenini de, orada bırakmıştık. Sonraki zamanlarda oradan çaldığımız kayıtları incelerken, klonlama ile ilgili birşeyler okumuştuk. Yoksa...Hayır olamaz! Olmamalı! Seni general bozuntusu! Sevgilimi rahat bırak! Bedenini rahat bırak!!! 11.Bölüm:(Olamaz!): -Queen herşey hazır mı? -Anne, bunu yapmak istediğine emin misin? -Duygularımı okuyabildiğin halde, bunları bana soruyor musun? -Öyle ama... Babam ne yapmanı isterdi? -Queen, sana bir gerçeği hatırlatayım. O burda değil! Nalet olsun yok işte yok! Yapmaya çalıştıkları şey, emirin yaptığı gibi Queen'i kuruminin beynine almaktı. Bu sayede beyninin tamamını, en azından teoride, kullanabilme şansına sahipti. Emir sadece yüzde 15'e çıkabilmişti. Daha yükseğini denemeye fırsatı olmamıştı. Kurumi ise sonuna kadar gitmeyi planlıyodu. O Generali ve bu işe bulaşan herkesi öldürecekti. Hali hazırda kullandığı kırmızı lensler yüzünden zaten oldukça ürkütücüyken, aklını kan hırsı bürümüş halini görünce korkmamak elde değildi. -Kızım, işleme başla... -Tamam anne! --------------------- (Generalin Üssünde) -Efendim, elimizden geleni yapıyoruz ancak, onu şimdi uyandıramayız. Aksi halde çok yaşayamaz. -Uzatma lan, dediğimi yap. Ölüm ölmemesi umrumda değil. Elimizde daha çok var. Geleceğini biliyorum Emir'in sevgilisi. Eğer o manyak ile sevgiliysen, sende en az onun kadar manyaksındır. Ama ben senin gibi değilim. Hatta sana güzel bir sürpriz de hazırladım. Hah hah ha! Uyandırılma işlemi başlıyor. Kalp atışları, normal. Kan basıncı, normal. Beyin fonksiyonları, normal. Kabin açılıyor... Dumanların arasında bir gölge gözüktü... -Pekala millet, burayı boşaltın. Birazdan ortalık çok karışacak. Ayrıca tüm uyduları onlar kontrol ediyor. Herhangi bir askeri hareket yapmaya kalkarsak işimiz biter. Burada olanlardan kimsenin haberi olmayacak. Pekala manyak kadın, gel bakalım, sen mi kazanacaksın yoksa sevgilin mi, göreceğiz! Haaahh Haaa! 5 dakika kadar sonra, Kurumi askeri üsse gelmişti. Etrafta kimsenin olmaması biraz ürkütücü olsada, sebebini o da biliyordu. Şimdi yapması gereken generali bulup onun işini bitirmekti. Yapmak istediği şeyi az çok anlamıştı. Emiri yada en azından beynini klonlamaya çalışıyordu. Bunu tam olarak başarırsa, hiç bir şekilde durdurulamazdı. Klon oldukları için beyinlerinin tamamını kullandırabilirdi. Ölmeleri çokda mühim değildi general bozması için... -Kenpachi Şerefsizi, neredesin çık ortaya! -Hey hey, sakin ol. Hem niye onu çağırıyorsun. Yoksa beni özlemedin mi? Kurumi sesi duyar duymaz titremeye başladı. Yavaşça arkasını döndü. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Dili tutulmuş, doğru düzgün nefes alamıyordu. Karşısında cansız bedenini kucağına aldığı, sevgilisi olan Emir'in tıpatıp aynısı olan biri duruyordu. Klon... -S-sen, sen Emir değilsin. Biliyorum ama... -Benim ondan ne farkım var? A dur bir dakika, ben seni ondan daha çok istiyorum. -Ne demek istiyorsun? -Senin ölmeni ondan çok istiyorum!! ... 12.Bölüm(Yeter Artık!): ----------------- Üzerime doğru geliyordu. Elindeki bıçakla koştura koştura... Elimi belimdeki tabancaya götürdüm ama, çekemedim. Dayanamıyordum artık. Yanlız başına 5 yıl yarı ölü yaşarken hep onu düşünüyordum. Cansız bedeninin soğukluğunu kucağımda hissettiğim Emir'im, klonda olsa şuan karşımda duruyordu. Yeter! Daha fazla bu acılara katlanmak istemiyorum! Kurumi kollarını açtı ve üzerine doğru koşan, emirin klonuna bakarak gülümsedi. Emir bir an sendeledi, ancak koşmaya devam etti. Tam Kurumi'nin yanına gelmişti ki, bıçağı yere attı, kuruminin elinden tutup onu kaçırdı. Kurumi hala şoktaydı. Emir konuşmaya başaldı. -Kenpachi benim beynimi kontrol altına almak için beynime bir çip koymuş. Ama beynimi olduğu gibi kopyaladıklarından Queen'de beraberinde geldi. Uyandırıldığımda otomatikman harakete geçti. Çipi devredışı bırakması biraz zaman aldı ancak gördüğüm kadarıyla tam vaktinde yetişti. -Yani sen şimdi gerçek Emir misin? -Hayır, sadece kopyasıyım. Bu yüzden sevinme. Zaten bir kaç dakikalık ömrüm var. General beni daha tamamlanmadan makinadan çıkardı. -Ölümünü bir daha mı göstereceksin bana? Tam bastırdım anılarını derken, birdaha mı buz kesmiş bedenini hissedeceğim? İstemiyorum, hayır! ... Hiç birşey diyemedi Emir. Gözleri doldu . Elinden birşey gelmiyordu. Sadece onu da bu işe bulaştırdığı için pişmandı. Koşmaya devam ettiler. General peşlerinden geliyordu. Sinirden deliye dönmüştü. Artık hiçbir şeyi umursamıyordu. Onları yakalayacak ve ikisinide oracıkta öldürecekti. Klonun zaten çok fazla ömrü kalmamıştı gerçi, ama olsun. Kurumi'nin önünde bir kez daha öldüreceğim onu! diye geçirdi içinden... ------------------ -Tanrı aşkına Kurumi-san nereye kayboldun! - En son nereye bakıyordu? Askeri üs değil miydi? Oraya gitmiş olmasın sakın? Queen, sen birşey biliyor musun? Queen kararsız kaldı. Emiri öldürenin general olduğunu söylese, sebebini bilmek isteyeceklerdi. Kurumi'yi bu kadar kızdıracak birşey küçük olamaz diye düşüneceklerdi. ama yinede anlatacaktı. geriye bir tek annesi kalmıştı. Onuda bu şekilde kaybetmek istemiyordu... -Sebebini sormayın ve sadece dinleyin. Aslında orası... ---------------- Askeri üssün etrafı dışarı çıkarılan personel ile çevriliydi. Bazılarıda generale katılmış, Kurumi ve Emiri arıyorlardı. Artık sınırına gelen Kurumi, üzüntüden patladı. -Yeter! Dur diyorum Emir. Artık yaşamak istemiyorum. Senide son kez gördüm dünya gözüyle. Her ne kadar klonda olsan... Hiç bir pişmanlığım kalmadı geride. Daha fazla dayanamıyorum. -Kurumi... Ordalar! Koşun! Sonunda general ve ekibi onları bulmuştu. Köşeye sıkışmışlardı.General o çirkin sırıtışını gösterdikten sonra, tetiği çekti. Emir refleks olarak kuruminin önüne atladı. Sırtından vurulmuştu. Tam kalbine denk gelen yerden... Ve kuruminin kucağına düştü. "Yaşamalısın" diyebildi sadece. ağzının kenarından akan kanlar, zemine yayılmış kanlara karışırken... Kurumi bir kez daha Emir'in cansız bedenini kucağında tutuyordu. Bu sefer hayatı ellerinden kayıp gitmişti. Dondu ve öylece kalakaldı... 13.Bölüm Sezon Finali(Değişim başlasın!): Daniel ve Tohka ekip ile beraber üsse vardıklarında, Kurumi'yi kucağındaki cesetle ağlarken bulmuşlardı. Onun emir olduğunu öğrendiklerinde buz kestiler. Sadece birbirlerine bakakaldılar. Yanına gidecek yüz bulamıyorlardı. Gidipte ne diyeceklerdi ki zaten... -Anne!Anne iyi misin? Ses Queen'in sesiydi. Daniel'e onu yakına götürmesini söyledi. Daha yeni yakınlaşmaya başlamışken, Queen karşısında 5 yıl önceki portreyi tekrar gördü. Her adım ilerleyişinde, duyguları daha çok yoğunlaştı. En son yanlarına geldiklerindeyse çığlığı bastı. -hayır! Yine olmasın hayır! ------- Biraz sakinleştikten sonra devam etti. Beni babamın eline koy. Neler olduğunu o bana söyleyebilir. Klon da olsa o Emir, henüz tamamen ölmemiş olmalı. Daniel söyleneni yaptı. Queen sinir uçlarından beyne ulaştı. Hafıza bölümünü tararken birden durdu. "Emir'den mesaj mı var?" Dur bi saniye, neler oluyor böyle? Emir'den mesaj mı var? Muhtemelen beyninde kalan son şeylerden biriydi. Otomatik gönderilecek bir mesaj. Açtı, okumaya başladı. "Size yaşattığım acılar için gerçekten üzgünüm, ama kurtardığınız hayatlar için buna değer. Her ne kadar hal böyle olsa da, sizi daha fazla zorlamak istemiyorum. Bu yüzden son olarak bu kodları bıraktım. Bunlar hem senin acı çekme duygunu, hemde Kurumi'nin benle ilgili anılarını hatırlamasını engelleyecek. Tamamen silecek kadar ileri gidecek cesaretim yok malesef. Şimdi iş sana kalıyor, yapacak mısın? Yoksa bu şekilde kalmak iyi mi?" Queen kafasını kaldırıp annesine baktı. Gözleri sönmüş, ölü gibi duruyordu. Dokunsan devrilecek kadar zayıftı. Onun duyguları yapaydı sonuçta. Ne kadar hissedebilme yeteneği olsada gerçekteki kadar şiddetli olamıyordu. Bir kendi yaşadıklarına baktı, birde annesinin yüz ifadesine. Düşünecek bir şey yoktu. Anıları silecekti. Daniel'den Kurumi'ye uzanmak için yardım istedi. Kurumi onu eline aldı ve söze girdi. -Bu manyağı senden iyi tanıyorum Queen. Aşağı yukarı aklından neler geçiyor biliyorum. Ama yapma. Eğer son dileğinide unutursak, yaşadığımız bunca şeyin ne anlamı kalacak? Hadi eve gidelim, bu sefer katılmamız gereken gerçek bir cenaze töreni var... Queen gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Saldı kendini. Küçücük bir ekranda mavi-beyaz süzülen piksel taneleri. Acının ne demek olduğunu öğrenmiş gibi manalı manalı süzülen gözyaşları... ---------------------- Generalin takımı dağıtılmıştı. Kendisi ise görevden alınmıştı. Tabi halka duyurulan kısım buydu. Gerçekte dünyanın en önemli güvenlik noktası haline gelmiş bir merkezin başkanına saldırmak açıklanamaz birşeydi. Hem işin arkasında gerçekten kimin olduğunun da bulunması gerekiyordu. Bu yüzden Kenpachi'yi sorgulamak üzere yanlarında getirdiler. Klasik asker bozması, ağzını bile açmadı. En son Kurumi yanına geldi. Başına silahı dayadı. "Söyleyecek bir şeyin var mı?" dedi. Generalin hayır demesinin üzerine hiç ikiletmedi. Çekti tetiği. O anki soğuk kanlılığını gören Queen içinde garip bir korku hissetti. Sanki tanıdığı annesi başkasına dönüşmüş gibiydi. Kurumi arkasını döndü ve giderken "toplayın şunu" dedi. Hala olanlara anlam verememiş olan sorgulama ekibi denileni yaptı. Kurumi kendi kendine konuşmaya başladı. Bundan sonra kötülere merhamet olmayacak. Bundan sonra acıma olmayacak. Bundan sonra kimseyi kurban vermeyeceğim hiç bir şerefsize! Sonra Queen'e döndü ve: -Kızım, bundan sonra hiç bir kötüye acıyarak bakma. Ayrıca unutma, asıl düşmanı daha bulamadık. Hiç bir yumuşaklık belirtisi göstermeyeceğiz. Ben yaşadığım sürece skynet 2.0 programı devam edecek. Küresel İletişim Merkezleri (K.İ.M.)'de emrimde. Generale o desteği veren o***'yu bulup canına okuyacağım. -Anne... Queen yaşananları tekrar düşündü. Belkide doğru olan buydu, yada yapması gereken. Annesine destek olmaya karar verdi. Her ne kadar korkuyor olsada... 2.SEZON Notlar: Konu ilk bölümden saçmalanmışa benziyor ancak yeni bölümler geldikçe ortaya güzel şeyler çıkacak. Her hafta en az bir bölüm ekleyeceğim. Keyifli okumalar. 1-1.Bölüm(uyanış): Kurumi'yi kurtarmak için beynini hacklediğimden beri 5 yıl geçti. Bu yaptıklarım sanki hiç birşeyi değiştirmemişti. Hala komadaydı, hala dışarıya tepki vermiyordu. Ne yapacağımı bilmeksizin öylece dolanıyordum. 5 yıl boyunca hiç birşey yapmadan... O gün hastaneye gitmedim. Gidemedim. Belkide benim yüzümden hiç uyanamayacaktı. Ne yaptığımı sanıyordumki? Öylece bir insanın beynini hackleyemezdim. Ama onu kaybetmekten korktum. Şu nalet dünyada bana ait olduğunu düşündüğüm tek şeyi. Bu korkum, belkide onun sonu olmuştu. Ben bunları düşünürken çalan telefonun sesiyle irkildim. Cebimden çıkarıp baktığımda hastaneden aradıklarını gördüm. Acaba... Hayır hayır. Aklıma kötü şeyler gelmemeliydi. Yinede korkarak telefonu açtım. -Alo, emir-san'la mı görüşüyorum? -Buyrun benim. -Gözünüz aydın, hastanız uyandı. -Ne! hemen geliyorum! Montumu aldığım gibi kapıdan dışarı fırladım. Bisikletim arızalıydı. 3km yolu koşmam gerekiyordu. Olsun, şuan 30km bile koşarım. O gözlerini açtıya, gerisinin bir önemi yok... 301-302... Koridorun sonundaki 320 nolu odaya kelimenin tam anlamıyla kafa attım. Evet kafa attım. Kapı arızalıydı ve açmak için biraz uğraşmam gerekiyordu. O kadar acele edincede direk kafayı vurdum.Kapıyı açtığımda kurumi yataktan doğrulmuş, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Gözlerimden gelen yaş durmak bilmiyordu. Hemen koşarak yanına vardım. -Kurumi, sonunda uyandın! -Uyanmak mı? -Evet, tam 5 yıldır komadaydın. -Be-beş yıl mı? Sen gerçekten Emir misin? Kesin bu bir rüya olmalı... -Hayır gerçek! Burdayım, hiç gitmedim! -Senin 2 defa ölümünü gördüm Emir, 2! Hepsi sahtemiydi! Tüm yaşadıklarım, hepsi bir rüyadan mı ibaretti! Hayır bu gerçek olamaz! -Kurumi... Neler olduğunu idrak edemedim ilk başta. Ondan biraz daha anlatmasını istedim. Tüm detaylarıyla, sanki bir ömür yaşamış gibi anlatıyordu. Onu daha fazla yormamak ve dinlenmesine izin vermek için, biraz yanlız bıraktım. Sonra Queen ile irtibata geçtim. Çekilen beyin tomografisini incelemeye başladık. Sonuçta beynindeki hücrelerin sayısında aşırı bir artış olduğunu gördük. Neredeyse 5 yıl yaşamış kadar veri birikmişti. Bunun 2 tane mantıksız ama mantıklı olması gereken açıklaması vardı. Ya Kurumi komadayken, benim yaptıklarım yüzünden uzun bir rüyaya dalmıştı, yada geleceği görmüştü. Beyin hakkında bilmediğimiz tonla şey varken pek hala her ikiside mümkün. Şimdi düşünmem gereken bunlar değil, Kurumi'nin bedensel ve ruhsal sağlığı. Zira eski Kurumi gitmiş, yerine sert ve asker havasında bir Kurumi gelmişti. 1-2.Bölüm(Uyanış-2): Kurumi hastaneden taburcu oldu. Bir kaç gün yanlız kalmak istediğini söyledi. Bu boşlukta bende kendimi olanları anlamaya çalışmaya verdim. Herşeyden önce beynimi daha iyi anlamam gerekiyor. Bunun için daha zeki olmalıyım ve bunu başarmanın yoluda Queen'den geçiyor. Onu doğrudan beynimin içine erişibileceği şekilde yeniden yazdım. Bundan böyle benim rızam olmaksızın bütün kontrolleri elinde tutabilecekti. Peki bu ne işe yarayacaktı? Queen insanoğlunun bildiği tüm bilgileri idrak etme yeteneğine sahip bir varlık. Beyin üzerine bilinen herşeyi öğrenecek, benim beynimi kullanarak öğrenme gücünü arttıracak ve olanları çözmeye çalışacak. Pekala çözmesi yıllar bile sürebilir. Aslında Queen'i doğrudan bedenime aktarabilirim ancak bu işlem çok riskli ve geri dönüşü olmayan birşey. Böyle birşey'e kalkışmadan önce bunu denemeliyim. Ayrıca Kuruminin Bana anlattıklarının gerçekliğinide kontrol etmem gerekiyor. Eğer gerçekten söylediklerinde doğruluk payı varsa... Geçen bir haftanın ardından daha fazla sabredemeyip kurumiyi görmeye gittim. -hey, benim, içeri girebilirmiyim? -Emin değilim. -Ne demek emin değilim, geleyimmi gelmeyeyimmi? -Onu kastetmedim. Neyse, gel. Seni çok özledim... Odaya girdiğimde pencerenin yanında dikiliyordu. Belliki dışarıyı izliyordu. Sonra yavaştan bana doğru yaklaştı. Elini yanağıma koydu. Yüzünden tarif edilemeyecek duygular yansıyordu. Korku, mutluluk, sevinç, hüzün... Hepsi bir arada... "Gerçekten senmisin?" diye tekrar sordu. Hiç bir şey demedim. İyice yaklaşıp dudağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra, "hepsi geçti, her ne yaşadıysan hiç biri gerçek değildi. Bu durumdan kurtulmalısın ve ancak sen kendini kurtarabilirsin. Sana yeni bir şans verilmiş gibi düşün. Herşeye yeniden başlama şansı." Kafasını göğsüme yasladı. Bir an ağlayacağını sandım. Hatta eski Kurumi olsaydı çoktan seller yağdırmaya başlamıştı. Şu an karşımda duran kişi ise bambaşka hissettiriyordu. Uyanmadan önce en son ne hatırladığını sordum. -Başımıza bela olmuş pisliğin tekini idam ettim. Bir kaç gün sonra ölmüş olması gereken o Kenpachi o.ç'undan bir mesaj aldım. Tahminimce kendini klonlamıştı. Şerefsiz. Nasıl yada nerde yaptığını bilmiyorum. Manyak herif, Eski usül atam bombası yaptırmış, sırf beni öldürebilmek için bütün şehri havaya uçurdu. Aslında birazda mutluydum. Sonunda gerçek senin yanına geliyordum. Sonunda tüm bunlar son buluyordu. Biraz şaşırmıştım. Bir asker gibi konuşuyor, küfürler yağdırıyordu. Yaşadıklarını göz önüne alırsak, daha azını bekleyemezdim zaten. "Sonuç olarak haklı olduğunu düşünüyorum" dedim ve tekrar sarıldım. Bu sefer yumuşadı, ağlayacak gibiydi ama yine kendini tuttu. -Peki şimdi ne olacak? Normale mi döneceğiz? -Aslında, biraz araştırma yaptım. Kenpachi denen adam gerçekten var. Gerçekten gizli bir üssün kumandanı. -Dur bir dakika, geçen sefer oraya tek başına gidiyordun. Queen'i kullanarak sistemlerini hacklemekti amacın. Bu sayede uyduları kontrol altına alıp dünyaya barış getirmeye çalışıyordun. Kısaca böyle birşeyler yapıyordun. -Güzel planmış aslında. Bir kaç saniye sessizlik oldu. Kurumi birşeyler düşündüğümü anlamış olacaktı ki, bana bakarak şeytanvari bir gülümseme gösterdi. Çok ürkütücüydü. Sonra tek rar konuşmaya başladı. -Hey, birdaha böyle bir çılgınlık yapmayı düşünürsen, benide yanında götür. Ve evet, birde şu var. Queen'i kullanarak otomatik nişan alan bir silah üzerinde çalışıyordum. Sanırım seninle birlikte bunu yapabiliriz. Bir daha seni kaybetmek istemiyorum ve oraya birdaha hayatta dönmem. Ama seni tanıyorum, bunu yapacağını adım gibi biliyorum. İntikam için... -İntikam için... Haklıydı. Planı beğenmiştim. Yapacaktım. Ama dediği gibi bu sefer yanlız değil, kurumi ile beraber gideceğim. Onu kişisel intikamım için kullanmayı hiç istemiyorum ama, bir daha yanlız bırakmayacağıma dair ona söz verdim. Bir şekilde sözümü tutmam gerek. Ölmeden, geri dönmemiz gerek. Bunun içinde çok sağlam bir plan yapmam gerek. Peki Kurumi'nin anıları ne kadar gerçek? Geleceğimi gördü? Hepsini oraya gidince anlayacağız. ********** Arkadaşlar açık konuşmak gerekirse konuyu çok dağıtıp aşırı hızlı giderek bir hata yaptım. Şimdi hikayeyi en baştan yazıyorum. Bu sefer bazı karakterler olmayacak, olanların kişilikleri farklı olacak, bu yazdıklarımda gördüğüm hatalar ve eksiklerde giderilecek. Şuan whatpad üzerinden yayınlamaya başladım ki böylesi çok daha uygun benim için. Benim yazdıklarıma ilgi duyan arkadaşları bekliyorum. Eski yazdıklarımı silmeyeceğim. Zira ikisinide okuyup karşılaştırma yapabilecek insanlar var. Belki yeni halini kimse sevmez, eskiye döneriz vs vs. İpler sizin elinizde yani. => http://w.tt/1JqYdxy ---5.Bölüm'e buradan ulaşabilirsiniz
  11. ÖZET: Asura yirmi yaşındaki bir üniversite öğrencisidir.Hayatındaki tek macera yazdığı tezler ve ev ödevleridir.Taki o güne kadar,Dünya'nın ve insanlığının kaderinin değiştiği o gün'e... Herhangi bir hata bulursanız,lütfen söyleyin. GİRİŞ GİRİŞ Güneşli güzel bir yaz günüydü.İnsanlar parklara çıkmış,yanında sevgilisi olanlarda kafelerde buzlu limonatalar ve milkshakelerle eğleniyorlardı.Küçük çocuklar top oynuyor,bazılarıysa parkın ortasında bulunan fıskiyenin altında soğuk suyun keyfini çıkarıyorlardı. Tabii ki şans herkese gülmüyordu.Bazı şanssız üniversite öğrencileri o gıcık üniversite hocalarının verdiği saçma işler-yani görevleri yapmak zorundaydı.Çünkü bu gelecekleri için gerekliydi!Ve evet bende o şanssız üniversite öğrencilerinden biriydim.Lanet olsun! 64 sayfa tez,64 sayfa!1 değil,2 değil,10 bile değil,64 sayfa…Zaten bu yetmezmiş gibi birde arkadaşımın kız arkadaşıyla olan problemlerini dinlemek ve avutmak zorunda kalmıştım. Aslında bakarsan arkadaşımı biraz dinledikten sonra 64 sayfa yazı daha bir hoş görünmeye bile başladı.Gerçekten,of… Yirmi yaşıma geldim.Siyah saçlı,mavi gözlü,1.80 boylarında bir çocuğum ve daha elime kız eli değmedi.Durum böyleyken neden elin çocuğunu:“Boş ver kanka denizde balık çok nasılsa…haha”diye avutmak zorundayım ki! Hem madem denizde balık çok,niye hep karavana niye!Kesin birinin benim hakkımda gözü var.Kesin… “Doğru söylüyorsun valla kanka denizde balık çok.Eğer benim ideallerime uymuyorsa başka birini bulurum.O kadar basit.” Gerçekten biliyorsun ya arkadaşım.Bunu söylemen beni daha da acınası yapıyor.Yumruğu suratına koyacağım birazdan. Her neyse ödevine konsantre oluyor duruşuna geçeyim bari.Belki sıkılır da başka bir yere gider.Evet bu iyi bir strateji.Kesinlikle öyle.Ben bir dahi falan olmalıyım!Neyse moralim yine yerine geldi. O anda sürekli durmadan konuşan arkadaşım ve sürekli dinlemede olan, ara ara da dinlediğimi belli eden sesler çıkaran ben sustuk.Nedeni… Dudu dudu dilleri lıkır lıkır içmeli… Diyecek başka bir şeyim yok.Adamın bir kere telefonunun melodisine baksana sen ne diyeyim ki ben şimdi.Ölmek istiyorum gerçekten! “Kanka o arıyor,Napayım?Açayım mı?Baksana iki kere çaldırdı.Çok ısrarcı olduğunu düşünmüyor musun?Sanki bütün o laflarından sonra açarımda telefonu,hımf!” dedi ve açma tuşuna bastı arkadaşım.“Her neyse kanka ben içecek bir şeyler alacağım.Sende ister misin?Gerçi gecikeceğim.Belki de gelmem beni bekleme.” Eleştirmeye nerden başlıyacağımı bilmiyorum.Ama en kafamı bozan kısımdan yani içecek kısmından başlıyacağım.Madem gelmeyeceğini düşünüyorsun neden “içecek ister misin” diye soruyorsun bu sıcak havada!Canım çok fena kola çekti şimdi senin yüzünden! Hem kız iki kere çaldırdı,Ne ısrarcısı.Ben köpeğimi bile dört kere çağırıyorum gelmesi için,dört kere! “Beni takma kanka sen.Kendi işine bak” “İşte kanka dediğin böyle olur.Bir dahakine dördümüz beraber takılalım” dedi ve hızla odayı bıraktı arkadaşım. Dört mü?Bir ben varım,bir de şu çocuk,bir de şunun kız arkadaşı olsa…Bu üç yapar.O zaman Dördüncüsü… Elimdeki ödev kağıtlarını masaya bırakıp sandalyeme yaslandım.Gerçekten de hiç ödev yapacak şevk kalmadı bende.Zaten kalsaydı bende bir sorun olurdu! Öyle bir beş ila on dakika durduktan sonra fena bir uyku bastırdı üstüme.Tabii ki vücut bu strese dayanamadı,onu suçlamıyorum bu yüzden.Bütün suçlu o profesör! Yalpalaya yalpalaya sırayı bırakıp odanın sağ tarafındaki üst ranzaya gidip yatağa uzandım.Yani üst ranzayı kendim seçtiğimden değil,yükseklikten oldukça korkarım.Ama başka seçeneğim de yoktu zaten.Okula iki gün geç başlayan birinin kaderi budur!Daha fazla açıklayamayacağım,çok uykuluyum.Çok uykulu… 1.BÖLÜM 1.BÖLÜM Vızz vızzz vıızzz! Arı fızıltısını duyduğumda güzel ve tek başıma olan uykumdan uyandım.Tek başınanın altını çizmek istemiyorum sadece erkekler yurdumdayım diye yanlış anlaşılması olmasın diye söyledim.Yani kız arkadaşım yok fakat erkeklerle de işim olmaz.Aslında beni kız yurduna yatırsalar oldukça memnun olurum. Vızz vızz vızz vızz! Gözümü açmadan elimi duyduğum kadarıyla yerini artık tespit ettiğim arıya doğru salladım.Aslına bakarsan ilk sallamamda bir şeyi vurdum.Avucumun tamamını kaplayacak kadar büyük olduğu için arı olmadığına eminim.Tabi Türkiye’nin göbeği Ankara’da amazon arıları yoksa…Hım,Amazon arıları bile bu kadar büyük değildir zaten. Vurduktan sonra masamdan birkaç şeyin yere düşme sesiyle hemen gözümü açtım.Çünkü masamda mürekkep şisesi ve çok değerli yarısı tamamlanmış ödevim duruyordu.Ne kadar şanssız olduğum gerçeğini göz önüne alırsak tek sonuç:Ödevimin mürekkebe bulanmasıydı. Gözümü açtığımda ve kafamı kaldırıp masaya baktığımda mürekkep şisesinin olduğu yerde durduğunu görüp rahat bir iç çektim.Ve siyah bir sıvıyla kaplı ödevimi gördüm.Olamaz! Bir hışımla yataktan atlayıp(Biraz da ağımı burktum bu sırada)ödevimin yanına gelip kağıtları elime aldım.Tamamen okunamaz halde.Keşke mürekkep düşseydi,en azından tekrar kopyalardım ve işime bakardım. Tamam karar verdim.O ödevi kimse bana yaptıramaz.Asla yapmayacağım o gaddarın ödevini asla.Ablam elinde beyzbol sopasıyla gelse ve her vuruşu 90 km/s hızda olsa dahi asla.Zaten o kadar hızda vursa kolum kırılır ve ödevden yırtarım.Ama olmayacak yere vurursa tüm hayatım kayar.Bu nedenle ödeve başlıyayım bari de nerden geldi bu siyah sıvı!Hangi aşağılık yaratık ben uyurken bunu döktü buraya. Tam kızgın bir şekilde odadan dışarı çıkacakken masanın üzerindeki sarımsı ve siyah çizgili şeyi fark ettim.Hemen yaklaşıp elimin içine aldım şeyi.Şey demek pek hoş olmuyor.Belki tüy yumağı veya sarımtrak desem daha şirin durar.Tamam,bundan sonra senin adın sarımtrak. Ama bu şey de neyin nesi? KATİL ARI(Taş sınıfı) Seviye:1 Irk:Arı HP:15 Ruhsal Enerji:0 MP:5 Dayanıklılık:6 Güç:4 Çeviklik:14 Canlılık:5 Şans:3 Katil arılar her şeyi yemeleriyle meşhur bir arı türüdür.Genellikle milyonlarca arının bulunduğu kolonilerde yaşayan katil arılar, bir kraliçe tarafından yönetilirler.Özellikle iğneleri çok yüksek derecede zehir barındırır. “Uwaa!” Önümde aniden garip pencere belirdiğinde elimde olmadan yere düştüm.Pencere de aynı şekilde biraz alçaldı.Demekki ben aşağı gidince o da gidiyor,çok elverişli.İyi deve cüce oynanır bu pencereyle de konumuz şimdi bu değil!Nerden geldi bu pencere?! Elimi tereddütlü bir şekilde havada asılı duran pencereye yaklaştırdım.Ve yavaşça içinden geçirdim.Sanki havada hiçbir şey yokmuş gibiydi.Bir kaç defa daha içinden geçirip çıkardım elimi. Acaba bu ne?Fiziksel bir şey mi?Kimyasal mı?Fotonlu bir şey mi?Of,çok sinir bozucu…Keşke derste uyumasaydım!Neyse, şimdi bunu düşünmenin sırası değil.Şimdi bunu nasıl kapatırım onu düşünmenin sırası. Ekrana ve elimdeki tüy yumağına detaylı şekilde bakmaya başladım.Hım…Anladım demek bu bir katil arı.O zaman ödevimi mahveden bunun kanı olmalı.Acaba nerde bunun iğnesi? İğneyi arının üzerinde aradım ama bulamadım.Daha sonra yerimden kalkıp masanın üzerini inceledim.Masanın üzerinde de küçük bir pencere vardı.Üzerinde “Katil arının zehirli iğnesi” yazıyordu.İğneyi elime aldım ve pencereyi inceledim. Katil Arının Zehirli iğnesi:Katil arının yüksek miktarda zehir içeren iğnesi.Genellikle gizli zehirli silah yapımında ve dövüş sanatçılarının ki kanallarını açmada kullanılır. Gerçekten yumruk büyüklüğündeki bir arıdan da beklendiği gibi.İğnesi dikiş iğnesi kadar büyük.Acaba ceketimin söküğünü bunla dikebilir miyim?Boş verelim şimdi onu.Şimdi önemli olan bunların gizemini çözmek.Yani delirmediysem ve bu bir rüya değilse… İlk olarak bu pencereyi nasıl açtım ki ben?Ha,doğru ya! “Bu şeyde neyin nesi?”diye düşünmüştüm.Belki de yine düşünerek kapatabilirim. Kapan! Hem iğnenin hem de önümdeki arının penceresi aynı anda kapandı.Ben bir kez daha geriledim.Şu açılıp kapanmanın aniliği hala beni oldukça ürkütüyor.En iyisi bir dahakine hazır olayımda ürkmeyeyim. Bir elimde zehirli iğne diğer elimde ölü arıyla dururken aklıma birden katil arının yanında yazan “Taş sınıfı”kelimesi geldi.Şimdi onu düşünürsem bilgi ekranı önüme gelir mi acaba? Şu sınıflı zımbırtıyı açıkla! Canavarlar temel olarak yedi sınıfa bölünmüştür. 1.Taş sınıfı 2.Bronz Sınıfı 3.Altın Sınıfı 4.Mor Güç Sınıfı 5.İmparator Güç sınıfı 6.Mitolojik Güç Sınıfı 7.Antik güç sınıfı Hım…Demek böyle bir şeydi.Zaten çok fazla rpg oynayan benim tahmin edemememin imkanı yokta yine de emin olmak istedim. Bu arada bozuntuya vermiyorum ama dışarıdaki sesler acayip sinirimi bozmaya başladı.Şurada önemli bir mevzuyu kontrol ediyorum.Bir susun artık! Derken artık sabrım tükendi ve pencereye çıkıp:“Az susun ödev yapıyoruz şurada” diye bağırmamla pencereyi kapatıp altına saklanacak bir yatak aramam bir oldu.İyi haberler:beni takan ne öğrenci ne de bir profesör var,bu nedenle en azından dayak yemeyeceğimi düşünüyorum.Kötü haberlerse dışarısı jurassic parka dönmüş.Her yerde canavarlar var! Sakinleşmem lazım.Ancak sakinleşirsem buranın tarzanı olabilirim!Hatta sakinleşirsem tüm iç Anadolu’da beni duymayan tek bir Tarzan dahi kalmaz.Haha…Benim için çok önemli bir şeyi kaybetmiş gibi hissediyorum.Acaba neydi o?Erkeklik gururu olabilir mi? Neyse daha sakin bir zamanda bunu düşüneceğim. Şimdi araştırmaya devam edelim.Ama ilk önce kapı kilitlenecek ve tabii ki yata-yani artık saklanmak yok demek istedim.Saklanmak yok,beysbol sopası var! Kapıyı kilitleyip beysbol sopasını da yanıma aldıktan sonra yere oturdum.Ve bu seferde bu olayların sebebini sordum.Cevap tek cümleydi.Ve birde ek vardı. Gerçek dünya’da bir rpg oyunu! İyi şanslar,Kahramanlar! Gerçek Dünya’da bir rpg oyunu mu?Yani hepimiz rpg karakterine mi dönüştük şimdi.Düşsek falan ölmeyecek miyiz?Gerçek mi bu! Fakat yerimden kalkıp pencereden aşağı bir defa daha baktığımda bu teorimin yanlış olduğunu anladım.Üniversite bahçesi kan gölüne dönmüştü! Hiç duraksamadan yine yere oturup sırada ne yapmam gerektiğini düşündüm.Sırada yapılması gereken şey…Tabi ya.Daha kendi statlarımı bilmiyorum bile.İlk önce onu öğrenmem lazım. Asura Greenhart(Erkek) Seviye:1 Irk:İnsan HP:20 Ruhsal Enerji:10 MP:25 Dayanıklılık:8 Güç:12 Çeviklik:11 Canlılık:8 Şans:2 Tam da beklediğim gibi.Şansım küçük bir böcekten daha düşük!Tam olarak küçük sayılmaz belki ama şimdi bunu düşünmenin bir faydası yok.Sıradaki araştırma konumuza geçelim o da…Her RPG’de olduğu gibi genel açıklamalar… Açıklamalar 1.Kendinden en fazla 5 level yükseğe kadarki varlıkların statlarını ve levellerini görebilirsin. 2.Her öldürdüğün varlık sana belirli bir exp puanı ve arasıra yararlı itemler verir. 3.Exp puanı belirli bir seviyeye ulaştı mı level atlayabilirsin. 4.İlk 5 ay şehirlerin yakınlarında ve içlerine doğru sadece 20 seviye ve daha aşağı seviyedeki canavarlar bulunacaktır. 5.Her level sana 5 stat puanı verir.Stat puanlarını istediğin stata atayabilirsin. 6.Normal bir insanın statları 10 olarak düşünülebilir. 7.Gizli statların dışındaki temel statlar Ruhsal stat:Doğuştan yeteneğe bağlı bir stattır.Mana enerjisini arttırır.Ve hizmetkar çağırmak için gereklidir. Çeviklik:Hız,kaçınma oranı ve tepki hızını arttırır. Güç:Saldırı gücünü ve bireysel gücü artırır. Canlılık:HP ve MP iyileşme oranını artırır.Dayanıklılık üzerinde de az da olsa etkisi vardır. Dayanıklılık:Diğer bütün statları etkileyen bir stattır.Dayanıklılık belli seviyenin altına düşerse diğer statlar da düşmeye başlar.Dinlenmeyle eski haline döner. Şans: İtem düşme ve kritik vuruş oranını artırır. “Bu inanılmaz.” O anda kapıdan Tak! Tak! Tak! sesleri gelmeye başladı.Galiba bu gelen benim o sinir bozucu playboy arkadaşım değil...Gerçi şimdi babam gelse parolayı söylemeden açmam kapıyı...Ha ha...İşte şimdi hapı yuttum! 2.BÖLÜM 2.BÖLÜM Tak! Tak! Tak! Kapı ardı ardına vurulmaya devam etti.Israrla tekrar tekrar…Şimdi düşündümde bu kapıdaki benim eski ev sahibem olabilir.Kapıya vuruşu,çıkardığı ses ve vuruş frekansı bile birbirine benziyor.Sadece bir şeyler eksik gibi…Birşeyler…Hım…Ah,doğru ya!“Nerde kaldı ulan bu kira!”diye çığırmıyor.O yüzden bu o yaşlı herif olamaz. O zaman kapıdaki,ya bir yurt arkadaşı ya da ismi lazım değillerden biri olmalı.İsmi lazım değil dememin nedenine gelirsek havalı olmaya falan çalışmıyorum,yanlış anlamayın.Sadece ismini bilmiyorum.Hem böyle demek daha hoş duruyor.Neyse şimdi bunu düşünmeyelim.Şimdi nasıl kaç-yani onurlu bir şekilde savaşırız onu düşünelim. İlk olarak önümdeki canavara veya canavarlara karşı bir strateji hazırlayabilmem için adını ve seviyesini öğrenmem lazım!Fakat tek sorun nasıl yapacağım?Eh,neyse gözlemle diyelim bakalım,n’olcak. Orman Goblini(Taş sınıfı) Seviye:3 Irk:Goblin HP:25 Ruhsal Enerji:0 MP:5 Dayanıklılık:8 Güç:9 Çeviklik:12 Canlılık:6 Şans:1 Genellikle ormanlarda sürüler halinde yaşayan yarı insanlardır.Etçillerdirler ve her türlü eti tüketirler.Doğum oranları yüksek ve insan kadınlarına karşı hassastırlar. Şans 1 ha?Şansım bir canavardan daha yüksek diye sevinmeli miyim yoksa şansı benden düşük diye sempati mi duymalıyım.Ya şimdi bir düşünsenize…Şansı 2 olan ben,herkes yazın keyfini çıkarırken 64 sayfalık tez yazmak zorundayım.Buda yetmezmiş gibi elime kadın eli değmemişken playboy arkadaşımı teselli etmek zorunda kaldım,sonunda bir soğuk kola bile alamadan satıldım!En azından soğuk kolam elimde olsaydı onu affedebilirdim! İkinci olarak pek çok ortak noktamız var bu keratayla.Mesela ikimizde insan kadınlarına karşı hassasız.Yani şimdiye kadar hiç kedi,köpek,tavuk veya kuğulara karşı ki bu kuğunun altını çiziyorum bir şey hissetmedim.Galiba bu benim hakkında tek normal şey.Her neyse! Üstlerindeki yazılara bakarsak önümde 3 tane orman goblini olmalı.Yazılarının gözüktüğü ve Tak! sesinin geldiği yere bakarsak bu goblinler benim yarı boyum kadar olmalı.Her biri 3 level olduğuna göre de bayağı bir exp verirler diye düşünüyorum ama şimdilik acele etmeye gerek yok. Yatağa doğru ilerleyip üzerine yattım ve beklemeye-Bu sırada da planlar düşünmeye-başladım.Bir saat…İki saat…Üç saat…Dört saat… Dört saat bekledikten sonra yataktan kalktım ve odanın ortasında elimde beysbol sopasıyla durmaya başladım.Yanlış anlamayın diye söylüyorum.Dört saat beklememin nedeni kurtuluş planları düşünmemdi.Yoksa ‘belki bıkarlarda başka yere giderler’ diye bir düşünce aklımdan geçmedi!Evet böyle bir şeyi düşünmedim.Çünkü benim damarlarımda asil bir savaşçı kanı akıyor! Ve o anda beni umutsuzluğa iten bir sahneye tanık oldum.Kapının kirişleri yamulmuştu.Neredeyse kapı yıkılacak haldeydi! Elimdeki beysbol sopasını biraz sıktım ve saldırı pozisyonuna geçtim.Aradan beş veya on dakika geçmeden kapı,bir Güm! sesiyle yere yıkıldı ve beni, 3 tane 1.20 boylarında yeşil tenli,kırmızı gözlü ve tarzan kıyafetli goblinlerle yüz yüze bıraktı. Belki oyunlardaki en güçsüz karakterlerden biri olabilir fakat yine de karşında görmek isteyebileceğin türde bir yaratık değil. Kısa bir duraksama anından sonra,ortadaki goblin elindeki sopayla bana doğru ilerledi ve sopayı salladı.Bense hemen yana doğru kaçınıp elimdeki sopayla goblinin kafasına son gücümle vurdum.Bundan sonra goblin sağa sola yalpalayıp yere yıkıldı. *Tebrikler 2. Level oldunuz. *5 stat puanı elde ettiniz.Lütfen istediğiniz stata puanlarınızı dağıtın. Gördün mü bunu yeşil şempanze?Biz insanlar böyle savaşırız işte!Böyle adamı kalbura çevirirler.Haha! Tam zafer sarhoşluğu içinde kendimi kaybetmişken bir hırlama sesiyle yeniden kendime geldim.Soldaki goblin elindeki sopayla hızla bana yaklaşıyordu!Sağdaki de boş durmuyordu tabi ki.O da sağdan bindirme yapıyordu.Hey,biliyorsunuz ya bu yaptığınıza erkeklik denmez! Hemen arkaya bir adım atıp soldaki goblinin sopasından sıyrıldım.Daha sonra da sağdaki gobline koşup o, daha sopasını kaldırmaya fırsat bulamadan sopamı kafasına indirdim.Aynı ilk goblin gibi yalpayan goblin yere düştü ve öldü.Geriye sadece sol tarafımdaki goblin kalmıştı. Sol tarafa doğru döndüğümde sopanın bana doğru yaklaştığını gördüm.Kaçınma şansım yoktu!Bu nedenle bende kendi beysbol sopamı kaldırıp saldırıya, elimdeki sopayla karşılık verdim. Goblin,bunun üzerine birkaç adım geriledi.Sonuçta onun gücü 7’ken benimki 12’di.Benimle güç konusunda aşık atabilmesinin imkanı yoktu.Bende bu şansı kullanıp gerileyen gobline doğru sopamı salladım.Goblin,elindeki sopayı düşürdü ve arkasını dönüp kaçmaya çalıştı.Sonuçta her canlı ölümden korkar! Tabi bende arkasını dönen birine merhamet edecek göz var mı?Hemen sopamı kaldırıp kafasına sert bir darbe vurdum ve onu böylece öldürdüm. “Evvveet!Burası ormansa aslan benim!”diye bir nara attım.Daha sonra 3 goblin cesedinin yanına gittim.Bu arada bir rpg oyununda en heyecanlı ve tabii ki benim en sevdiğim şey nedir,biliyor musunuz?O da…Düşen itemleri toplamak! Etrafa baktığım da üç şey gördüm.Biri mavi bir diş diğeri de 6 kenarı “?”işaretiyle dolu bir küp ve birkaç parça yeşil kağıt… Gözlemle! Goblinin kutsal dişi:Goblinin ruh enerjisi depoladığı kutsal dişi.Genelde simyagerler düşük seviye sağlık iksiri yapımında bu malzemeye ihtiyaç duyarlar. Gizemli hazine kutusu:İçinde ne olduğu bilinmeyen gizemli kutu.Açılırsa item çıkabilir. Rpg World Parası:Oyunda alışverişlerde kullanılabilecek Rpg World parası.İtem kutusunda RW sembolüyle gösterilir. “Vay…”diye derin bir iç çektim.Demek ki bu gerçek yaşam rpg oyununda item kutusu ve oyun parası bile vardı!Ayrıyetten level atlamaktan aldığım puanları saymıyorum bile. Hemen item kutusunu aç! Emrini verip item kutusunu açtım.İtem kutusu 2m x 2m x 2m hacminde bir küp kutuydu.kutunun altında ise “RW” diye kutudan ayrılan özel bir kısım vardı.Aslında o kısım olmadan normal bir kutuya benziyordu.Tabi hava asılı durmasını saymazsak.Hemen item kutusuna,odanın içindeki benim için gerekli malzemeleri ve birkaç parça yiyecek içecek koydum.O anda yeni bir şey öğrendim.Bu item kutusu boşluk barındırmıyordu,yani yemekler bozulmadan sanki konservelenmiş gibi kalabilirdi!,aynı oyunlardaki gibi! Goblinlerden aldığım yeşil kağıt parçalarını da koyduğumda “RW:” yanında 180 sayısı yazdı.Nedense bu sayıyı görmek beni gururla doldurdu.Çünkü “Senden bir şey olmaz.”,“Sen bir şey kazanamazsın.”,“Sen aç kalırsın.” ve “Sana hiçbir kız yüz vermez.” diyen ablama inat kendi paramı kendi ellerimle kazanmıştım.Belki benden bir şey olmazdı,bunu inkar edemem.Belki açta kalabilirim.Hatta hiçbir kızda bana yüz vermeyebilirdi ama sonunda bir şey kazanmıştım.Ha ha ha!Daha fazla düşünmeyeyim en iyisi,yoksa ağlayacağım.Hele de o kız konusu! Bu kötü düşünceleri temizledikten sonra geriye en heyecanlı olaylardan biri kalmıştı.Belki bu bilgisayarda pek heyecanlı görünmeyebilir fakat gerçek yaşamda çok heyecanlı bir olay.Sonuçta burada insanlığın sınırlarını zorluyoruz.Elbette bu olay…Stat dağıtma olayı! Acaba hangisine versem ilk?Şöyle bir düşününce dayanıklılık olmadan savaşmamın imkanı yok.Nefesim kesilirse nasıl savaşabilirim ki,değil mi?O yüzden ona 2 puan verelim.Diğer 3 puanı ise çevikliğe vereyim.Ne kadar hızlı olursam o kadar hızlı kaç-yani canavarların saldırılarından daha kolay kaçınabilir ve son vuruşu vurabilirim demek istedim!Ben bir kahramanım. Benim lügatımda kaçmak yazmaz. Ve son olarak dışarı çıkıp ölüm kalım mücadelesine girmeden önce, şu gizemli kutuyu açmak istiyorum.Açıklamaya göre hiçbir şey çıkmama ihtimali var.Bu nedenle moralim bozulmasın diye onu en sona sakladım.Malum şansım bir böcekten daha yüksek değil! Gizemli kutu açıl! Tebrikler! 1 Kırmızı Alev Bilekliği(Bronz sınıfı) kazandınız. Kutunun içindeki Sarılı kırmızılı renkli bir bileklik vardı.Görünüşü bir alevi andırıyordu.Hemen onu gözlemledim. Kırmızı Alev Bilekliği(Bronz sınıfı):Alev metali denilen özel bir metalden dövülmüş bileklik. +5 Güç artışı +2 Dayanıklılık artışı Ne kadar güçlü bir bileklik!Normal bir insanın gücünün yarısı kadar güç veriyor,bu da yetmezmiş gibi +2’de dayanıklılık seçeneği var!Ne kadarda şanslıyım.Belki de artık şans bana da gülmeye başlamıştır.Hım..Bunun pek mümkün olduğunu sanmıyorum,kesin ben açarken kuyruklu yıldız falan geçmiş olmalı.Evet,bu olmalı. Kendimi buna inandırdıktan sonra kapının yanına gelip koridorun iki yanını kontrol etmeye başladım ve odadan ilk adımımı attım.Bu benim kahramanlık yolundaki ilk adımımdı! 3.BÖLÜM 3.Bölüm Kendi rahat sıcacık(yaz olduğu için) odamdan çıktığımdan beridir tam bir saat oldu.Bu bir saat içinde bir çok goblin,örümcek,böcekler ve hatta olabilecek en sevimsiz tavşanlarla bile karşılaştım.Yani bir düşünsenize havuç kemiren küçük afacanları…Şimdiyse yurtta tanıdığım bir arkadaşın kafatasını kemiriyorlardı!Evrimin bile bir sınırı olmalı,hey! Gerçi bu bir saat bana faydasızdı demem de yanlış olur.Belki üçüncü kattan ikinci kata inecek kadar cesaretim yoktu,öhö öhö,fakat bu bir saatte tam olarak iki level atladım.İki level!Bu iki level ne demek?İnsanlığın sınırı tam 10 puan zorladım demek.Daha ne olsun! İşin tuhaf tarafı iki level atladım ve bir çok para kazandım.Tam olarak 1000 civarı RW para oldu,fakat birkaç diş,kürk,deriden ve bir düzine iğneden başka hiçbir şey düşmedi!Tam düşündüğüm gibi kuyruklu yıldız sırasında açtım o gizemli kutuyu.Yoksa o,+5 güç veren yüzük hayatta bana düşmezdi! “Argh…Lütfen kurtarın!” Tam o sırada bir çığlık duydum.Çığlık koridorun sağ tarafından geliyordu.Sağ tarafa doğru döndüm.Orada,bana doğru koşan siyah saçlı iri çocuğu gördüm.Çocuğun arkasında 4 tane 5.seviye kızıl örümcek vardı.Kendimi övmek gibi olmasın ama bu örümceklerden tam bir düzine kadar öldürdüm ben! Çocuk yanıma kadar geldi ve nefes nefese:“Lütfen yardım et,kurtar beni”diye bağırdı. Hemen çocuğun önüne geçip en yakındaki kızıl örümceğe beysbol sopasıyla saldırdım.Yarım metrelik örümcek birkaç metre geri uçup ters döndü.Hemen hızla onun yanına gidip son darbeyi indirdim ve direk diğer üç örümceğe döndüm. Arkama bile bakmadan:“Sen iyi misin?” dedim. “E-evet,iyiyim.Teşekkür ederim.” Çok etkilendin değil mi,iri çocuk?Gerçi seni etkilemek yerine güzel,sarışın bir kızı etkilemeyi tercih ederdim de neyse.Seni de ayakçım yaparım.Olmadı yem olursun zamanı gelince.Gerçekten çok zekiyim,kendimi etkilemeyi başardım yine! Daha sonra art arda diğer üç örümceği de öldürüp,örümcek ipliklerini ve paraları topladım.Topladıktan sonra arkama döndüm ve önümdeki yem-yani ölümle burun buruna gelmiş masum çocuğu gözlemledim.Hım…Demek adı Mert Solcu ve hala 1 level. Bu arada insanların stat ekranını gözlemleyebilmek için levelinin,gözlemleyeceğin kişiye eşit veya daha yüksek olması gerekiyor.Bunu geçen bir saatte öğrendim. “Çok teşekkür ederim.Beni kurtarmasaydınız ne olurdu, bilmiyorum.Acaba adınızı öğrenebilir miyim?Sakıncası yoksa tabi.” “Asura Greenhart.Ya senin?” “Mert Solcu.İsminiz ve soy isminiz Türk ismine benzemiyor acaba siz yabancı uyruklu musunuz?” “Melezim.” Aslında benim ailem oldukça ilginç.Babam bir Türk,annemse bir İngiliz.Fakat nedense annem babamın soy ismini alacağına babam annemin soy ismini almış.Ve adımı da annem koymuş.Nedenini bilmesemde en azından tahmin edebiliyorum.Mesela ben öyle bir kadınla evlensem ve bana ayağımı yıka dese,bir gülücükle iki ayağını da yıkarım.Annem o kadar korkunçtur yani.Ablam da korkunçtur fakat annem tamamen başka bir alemde bu konuda. “Acaba buradan nasıl çıkabiliriz?Bir fikriniz var mı?” Ön kapıdan olmadığı kesin…Aslında yeterince yüksek seviye olmadan önce yurt binasından çıkmak dahi istemiyorum. Sonuçta pencereden dışarıdaki canavarları izledim ve bir çoğunu hala gözlemleyemiyorum.O yüzden burada biraz daha kasılmak iyi olur.Bir yaverde edindim zaten.Onu iyi kasabilirsem ve eğitebilirsem buradan güvenle çıkma olasılığım bir hayli artar. “İlk olarak bu durum hakkında ne kadar şey biliyorsun?” “Şey…Yurtta uyuyordum.Kalktığımda kapıdan sesler geliyordu kapıyı açınca dev tüylü arıları gördüm ve odadan koşarak çıktım.Daha sonra bu örümceklere rastladım.Gerisi zaten bildiğiniz gibi.” Yani temel olarak hiçbir şey bilmiyorsun.Tam da düşündüğüm gibi tek seçenek “yem olmak”,ha.Her neyse biraz açıklayayım da belki faydası dokunur. “Zamanımız kısıtlı bu nedenle iyi dinle.Dünyamız oyun dünyasına çevrildi.Ve hepimiz seviyeleri olan oyuncularız.Fakat oyunlardaki gibi ölümsüz cinsten değil.Her seviye atladığımızda gücümüz çok yüksek derecede artar.Ve seviye atlamak için ihtiyacımız olan şeyse canlı varlıkları öldürmek.”dedim ve Mert’e anlayabiliyor mu diye bir baktım.“Canlı varlıkları öldürünce sadece seviye değil,para ve itemler de kazanabiliriz.Oyun komutlarını ve item kutusunu kullanmak için sadece düşünmek yeterli.” Mert inanmaz gözlerle bana bakıyordu. Gerçeği söylüyorum burada.Neden bana o gözlerle bakıyorsun!Senin hayatını kurtardım o kadar.En azında kafanı iki yana sallamayı bırak.Bu resmen kurtarıcına hakaret değil mi! Tam onu orada bırakıp kendi işime bakmaya karar verecekken aklıma şeytani bir fikir geldi.Madem bu Dünya rpg Dünya’sına dönmüştü,o zaman “parti” gibi bir şeyler olamaz mıydı? Hiç duraksamadan Mert solcu’yu parti’ye davet et! diye düşündüm.Mert ürkmüş gözlerle baktı ve birkaç adım geriledi,bense ona aldırmadan koridorda yürümeye başladım. “Hadi kabul etsene,canavarların koku alma duyusu çok gelişmiş…Buradan hemen ayrılmamız gerekli!” Mert daha fazla düşünmeden “evet” bastı ve hızla beni takip etti. Mert solcu parti isteğinizi kabul etti. O pencereyi gördüğünde korkudan öldün değil mi?Ha ha!Benle uğraşmanın sonu budur işte.Ben adamı böyle korkuturum.Sen daha dur,dur.Bu daha iyi günlerin! Böylece bu ölüm kalım mücadelesinde, ilk ayakçımı elde ettim.Şimdi sırada bu ayakçıyı işe yarar hale getirmek ve bu yurttan çıkıp bütün erkeklerin rüyasını gerçekleştirmek var.Evet,O rüya Dünya’yı fethetmek! 4.BÖLÜM 4.BÖLÜM “Yardım et bana,Asura.Bu yeşil canavarlar beni öldürecek!” “Bağırıp durma.Senin yüzünden bütün ikinci katta ne kadar canavar varsa tepemize biniyor.” “Fakat,bu yeşil canavarlar beni öldürecek!” “Onlar sadece goblin.Onları öldürmek anasınıfı öğrencisinden şekerini almak kadar kolay.” “Böyle dersen,o zaman hiç vuramam onlara.” Sinirlenmiyorum,sinirlenmiyorum,sinirlenmiyorum!Neden şu korkak,cesaretsiz ve kılıbık herife sinirleneyim ki!Birde bu yetmezmiş gibi beyefendi,çok güçlü merhamet ve adalet duygusuna sahip.Bir canavar tavşan gördü mü sevmeye gider,bir katil arı gördü mü tüylerini okşamaya çalışır,goblinlere bakışı bile şefkat dolu!Ne o?Kendi kardeşine falan mı benzettin onu… Fakat en sinir bozucu nokta,dövüşten kaçması değil,kız gibi çığlık atıp durması.Geçen iki saatte tüm 3.kat ve 2.kattaki canavarları başımıza topladı,kaç kere ölümden döndüm artık sayma zahmetine bile girmiyorum! Gerçi bunun iyi yanı yok diyemem.Sonuçta bu iki saatte 4.seviyeden 5.seviyeye adımımı atmamı sağladı bu canavar akını.Ayrıca parti sistemi konusunda yeni bir şey daha öğrenmemi sağladı bu iki saat.O da,exp paylaşımının olmaması.Ne ekersen onu biçersin tarzı…Ne öldürürsen onu cebine atabilirsin.O yüzden benim kılıbık arkadaşım zar zor 2.seviye oldu. “Hadi,lütfeeeen!” Lütfen diyen dillerini koparacağım senin.Neyse,gidipte bir el atayım şu iki gobline. İki gobline doğru yavaşça yürüyüp sopamı kaldırdım ve her birinin kafasına sertçe birer kez vurdum.İkisi de bir süre yalpalayıp yere yıkıldı.Tam düşen itemleri alacakken o mucizevi kutuyu gördüm.Gizemli hazine kutusu! “O nedir acaba?” “Gizemli hazine kutusu.Açtın mı içinden ilginç bir şey çıkabilir.” Mert elime yoğun bir şekilde bakmaya başladı.Heralde bunun üzerinde bir hak talebin olmayacak değil mi?Ancak cesedimin üzerine basarsan alabilirsin bu kutuyu! “Şans oyunu gibi yani.Eskiden beri şans oyunlarını çok severim.Onu açabilir miyim acaba?Söz veriyorum içinden çıkan senin olacak.” Biliyorsun ya kardeşim bende şans oyunlarını çok severdim ilkokulda.Bakkala gelen hemen hemen her türlü çekiliş,kazı kazan türü oyunu oynardım.Fakat bunu annem bir keşfetti,işte o zaman kumarın ne kadar kötü bir huy olduğunu anladım.O zaman benim için bütün kötülüklerin anası kumar oldu.O zaman,her zaman yüzüme gülen şans yıldızım söndü.O zaman cebimdeki paranın hepsi menem,ağrı kesici ve yara bantlarına gitti!Of,kötü bir anımı hatırladım senin yüzünden. “Bir sorun mu vardı.Yüzünüzün rengi attı.” “Y-yok bir şeyim.Merak etme.Bu arada şansın kaçtı senin?” “22’di galiba” Hemen elimdeki gizemli kutuyu Mert’in eline tosladım ve açmasını işaret ettim.Mert önce bir duraksadı,herhalde benim aceleci tavrım onu şaşırtmıştı.Daha sonra heyecanına yenilip kutuyu açtı.İçinden çıkan… Kara çelik kılıcı(Taş sınıfı):Kara çelikten yapılmış kılıç. Saldırı:4-9 +1 Güç +1 Canlılık Sonunda o beysbol sopasından kurtuldum!Sonunda bende bir kılıç ustasının asil ve bir o kadar zorlu yolunda yürüyebileceğim.Gerçi içimden bir ses kolay olmayacağını söylüyor ama neyse. Elimdeki beysbol sopasını yere atıp Mert’in elinden 1 metre boylarındaki siyah kılıcı aldım ve birkaç kere salladım.Kılıç beysbol sopasından daha ağırdı fakat benim gibi süper insan statlarına sahip biri için sallamak,bebekten şekerini çalmak kadar kolaydı. Birkaç sallayıştan sonra üçüncü kata göz gezdirdim.Üçüncü katta neredeyse hiç canavar kalmamıştı.Tabi kalmaması çok normal.Sonuçta iki saattir duraksız öldürüyorum onları.Aslına bakarsan ikinci katta bile çok fazla canavar olduğunu sanmıyorum.Tamam, o zaman ikinci kata inelim. “Mert,” “Evet,bir şey mi oldu?” “İkinci kata doğru iniyoruz.Yapabilirsek oradaki personel odasında,üniversite otobüsünün anahtarını bulalım.Daha sonra gizliden gizliye birinci kata ve dışarıdaki otobüse doğru ilerleyelim.İkinci kat neyse de birinci katta sakın ses çıkarma.” “Evet,bir daha ses çıkarmayacağım.İçiniz rahat olsun.” Hatırladığım kadarıyla bu sözü her duyduğumdan birkaç dakika sonra etrafım canavarlarla sarılıyordu.Yani Mert kardeşim,içim hiç rahat değil!Bana daha kesin şeyler lazım,sözlerden daha kesin bir şey…Ama ne?Ha,doğru ya şunu kullanabilirim. Hemen item kutumdan koli bandını çıkardım.Mert onu görünce afalladı ve birkaç adım geriledi.Bense koli bandından yeteri katar bant kopardım ve Mert’e yaklaştım. “B-Bu…” “Sözüne güvenim tam,lakin yine de önlem alsak fena olmaz,değil mi?”deyip zorla elimdeki bandı Mert’in ağzına yapıştırdım.“Şimdi ikinci kata inelim.” Mert birkaç homurtu çıkarıp kafasını salladı.Birlikte yakınlardaki merdivenlere doğru yürüyüp aşağı inmeye başladık. Nedense merdivenlerde hiç canavarlarla karşılaşmadım.Belki de düşündüğüm gibi,az önce ikinci kattaki canavarlarında çoğunu öldürmüşümdür.Yine de tedbiri elden bırakmayalım. Merdivenlerden indim ve merdivenin sağ tarafındaki koridorda yavaş ve emin adımlarla ilerlemeye başladım.Biraz ilerledikten sonra personel odasının kapısında 3 goblinin yattığını gördüm.Şimdi düşününce belki de bu yüzden fazla canavar görmedim.Sonuçta canavarların bile akşam zamanı uykuya ihtiyaçları vardı. Yavaşça personel odasının kapısına doğru yaklaşıp kılıcımı kaldırdım.Hedefim onları anında öldürmek için kafalarını kesmekti. Kapının sol tarafındaki duvara yaslanıp uyuyan gobline yaklaşıp tek darbeyle kafasını kestim ve aynı işlemi diğer ikisine de uyguladım.Ardından da odanın kapısını açtım.Kılıcı hazır vaziyette bulundurup yavaşça içeri girdim.Oda bir ofis odası tarzında hazırlanmış kocaman bir odaydı. Böyle kocaman bir odada küçük bir anahtarı bulmak oldukça güç olacak gibi.Her neyse şu anlık araştırmaktan başka bir seçeneğim yok zaten. Mert’e de etrafa bakmasını işaret edip kendim de masaların üzerini aramaya başladım.On dakika kadar aramadan sonra Mert elinde 3 farklı araba anahtarıyla yanıma geldi.3 anahtarı da elime alıp yavaşça odadan çıkmaya hazırlanıyordum ki odanın pencere tarafından bir ses duyup duraksadım. “Sen kapıya göz kulak ol”diye Mert’e fısıldadıktan sonra yavaşça pencereye doğru yürümeye başladım.Ses pencerenin kenarındaki bir masanın altından geliyordu.Buna emin olduktan sonra masanın yanına gelip kılıcımı kaldırdım. “D-Dur.” Diye bağırdı ince bir ses masanın altından. Hım…Bir insan sesi.Sesin frekansını ve ürkmüş şirin tonunu hesaba katarsak bir insan kadını olmalı!Bunun anlayabilmemin nedeni statlarımın artmış olması,yoksa hayatımda hiç kız arkadaşım olmadı diye kızlara takıntılı biri olduğumdan falan değil yani! Kısa bir duraksamadan sonra ofis kıyafetleri içinde siyah saçlı bir kadın,masanın altından dışarı çıktı.Şimdi düşününce bu kadını gözlerim bir yerden ısırıyor da nerden.Kesinlikle bir yerden tanıyorum bu kadını.Bir bakalım bu kadın…Şu sinir bozucu profesörün her zaman yanında duran kadın!Benim bir numaralı düşmanımın kadını olmalı bu.Yok,yok olamaz.Sonuçta profesör elli yaşını aştı.Bu kadınsa daha yirmilerinde gözüküyor. “B-ben R-Rüya D-Doruk.P-profesör M-Mehmet’in k-kızıyım.” Demek kızıymış.Tabi ya başka ne olacaktı ki.Fakat kızım bir sorun mu var?Söylediğin her kelimede kekeliyorsun da…Ve açıkça ayakların titriyor,bunu görebiliyorum.Gecenin yarısında beni görmek bu kadar mı korkunç.Bu daha sana yazamadan reddedilmem anlamına gelmiyor mu?Bu çok gaddarca!En azından bana bir şans tanısana,belki biraz tanırsan seversin!Bozuk mal bile çıksa 7 gün içinde teslim edebilirsin, biliyorsun! “Ben de Asura Greenhart.” “Asura?Şu Asura mı?” Şu Asura mı?Sorması ayıp kaç tane Asura tanıyorsun?Asura ismi yaygınlaştı da ben mi bilmiyorum!O zaman artık şunun ismi çok tuhaf diyerek parmakla gösterilmeyecek miyim,belki insanlığın sonu geldi ama çok mutluyum! “Kaç tane Asura tanıyorsun?” Rüya hafifçe kıkırdadı.Artık teminki kadar şiddetli titremiyordu.Bunu görünce içim rahatlamadı desem yalan söylemiş olurum. “Öyle değil.Babam evde sürekli Asura şunu yaptı,Asura bunu yaptı diye konuşup durur.Seni oradan biliyorum.” Bir profesörden de beklendiği gibi.Ben daha saldırmaya fırsat bulamadan savunma duvarını kurmuş.Eminim söylediklerinin hepsi yalandır.Hele de geçen seneki deney sırasında meydana gelen patlama konusunda söylediği hiçbir şeye inanmamak lazım.Benim gibi bir dahi nasıl patlamaya sebep olur bir düşünsenize! “Ha ha.Evde bile öğrencileri hakkında konuşmak mı?Profesör öğrencilerini oldukça önemsiyor olmalı.Mesela ben bir konuyu on kere anlamasam,profesör on birinci kez daha anlatır o konuyu.Melek kalplidir benim profesörüm.” Melek kalpli mi?Profesör mü?Böyle büyük bir yalan söylediğim için cehennemde binlerce hatta on binlerce yıl yanabilirim! Rüya masumca güldü ve :“Evet,evet.Böyle bir şeyden bahsetmişti.Aynen şöyle demişti diye hatırlıyorum,‘Şu Asura tam bir gerizekalı.On kere anlattım hala anlamadı.Sınav zamanında puanını kıracağım da aklı başına gelsin.Belki bıkarda bir daha üniversiteye gelmez!Ha ha ha’”dedi. Lütfen bunları masumca gülerken söyleme,seni şeytan!Ayrıca profesör o konuyu siz on kere anlattıktan sonra ders çıkışı bana, kaç kişi teşekkür etti haberiniz var mı?Belki de siz anlatmayı beceremiyorsunuzdur,hımf!O puan mevzusuna gelir sekte… O kötü puan yüzünden annem harçlığımın dörtte üçüne el koydu.Bu yüzden iki ay boyunca oruç tutmak zorunda kaldım! Sakinliğimi daha fazla koruyabilecekmiş gibi hissetmediğimden arkamı döndüm ve Mert’in yanına doğru yürüdüm.Mert’e elimle takip et beni sinyali verdim.Mert’se ortamdan bir şeylerde terslik olduğunu sezdi ve hemen kafasını sallayıp beni takip etmeye başladı. “B-beni de alın yanınıza.” “Tamam takip et bizi.”Kafamı döndürmeden ve durmadan cevap verdim.“Fakat yük olursan seni arkada bırakırız haberin olsun.” Ses tonumun tehtidkar çıkmasından olacak,Rüya susup arkadan takip etmeye başladı.Aslında bu ses tonu beni bile biraz şaşırtmıştı.Benim gibi küçüklükten beridir şanssız olaylar yaşamış ve artık pek fazla zorbalıklara kızmayan birinden bu ses tonunun çıkması…Ya bu kız fazla tehlikeli ya da değişen Dünya’yla birlikte bende değişiyorum.Belki de ikisi de olabilir.Gözümü açık tutsam iyi olur. Personel odasından çıktıktan sonra ilk kata giden merdivenlere yavaş adımlarla yaklaştım.Merdivenlere gelince de arkama son bir ‘hazır mısınız’ bakışı atıp yavaşça ilk kata doğru inmeye başladım. 5.BÖLÜM 5.BÖLÜM Bir zamanlar loş ışığın altında yavaş ve sessiz bir biçimde basamakları inen üç genç yaşarmış.Bir tanesi yakışıklı mı yakışıklı bir tanesi korkak mı korkak diğeri de melek kılıklı bir şeytanmış.Yakışıklı gencin adı Asura'ymış.Bu Asura yakışıklı olmasının yanında ayrı zamanda mütevaziymişte.Cesur olmasını ve liderlik özelliklerini amigolar anlata anlata bitiremezmiş.Ha ha!Ayrıc- "Neden sırıtıyorsun?" "Y-yok bir şey" Her neyse gelecek için nasıl harika olduğumu yazmayı sonraya bırakayım ve önümdeki işe odaklanayım.En azından masalımı bitirene kadar ölmemem lazım,yoksa gelecekteki nesil çok şey kaybeder! Bir kaç merdiven daha indikten sonra birinci kata ulaştık.Birinci kat dudak uçuklatacak dereceydi.Kocaman yılanlar,goblinler,yaban domuzları ve şu hareket eden kanlı şeyler ne? Gözlemle! Zombi(Taş sınıfı) Seviye:10 Irk:Ölümsüz HP:35 Ruhsal Enerji:0 MP:10 Dayanıklılık:18 Güç:20 Çeviklik:8 Canlılık:10 Şans:-10 Dayanıklılıklarıyla ve güçleriyle bilinen ölümsüz ırkı zombiler,bütün yaşayan varlıklara karşı nefret besler ve kendi saflarına katmak isterler. Zombiler!İnsan eti yiyen metaformik yaratıklar.Ucubeler!Gerçi şöyle bir düşününce exp kasmak için ideal değiller mi?Sonuçta çürük eti kılıcımla kesmek kolay olur,ayrıca birde yavaşlar.10 level bile olsa hemen öldürebilirim.Tabi tek başlarına olsalardı! Bir çok türde canavar var birinci katta .Yukarıda saydıklarım gözümle gördüklerim.Diğerleriyse gözlemlemeyle mavi ikonlarla ortaya çıkıyor.Aslına bakarsan gözlemleme çok faydalı,gözle görülmeyen canavarlara karşı. Dikkati elden bırakmadan arkama döndüm ve köl-yani yoldaşlarımla göz göze geldim.Kısa bir bakışmadan sonra(romantik bir bakışma değil bu arada)kısık bir sesle :"Önümüzde iki seçenek var.Gece baskını verip yolumuza çıkan canavarları öldürüp dışarı arabaya kadar gitmeyi deneyebiliriz."Mert hemen başını iki yana sallamaya başladı.Ulan bir utanman olsun!:"Veya sabaha kadar ikinci kattaki ofiste dinlenir,yarın sistematik şekilde birinci katı temizleriz." "Ne kadar çok buradan çıkmak istesemde dinlenmek önemli.Hem buradan çıkınca ne zaman dinlenebileceğimiz güvenli bir yer buluruz bilemeyiz.Bence ikinci seçenek daha uygun"dedi Rüya.Mert'te onu onaylarcasına kafasını bir aşağı bir yukarı sallamaya başladı.Eh...Yanlış söylemiyor,ikinci seçenek daha mantıklı. Hepimiz aynı fikirde ikinci kata çıkıp ofise gittik ve kapıyı kilitledik.Fakat şimdi de başka bir sorun ortaya çıkmıştı.Kim ofisin neresinde uyuyacak.Ben güvenlik sebepleri nedeniyle yakın durmamız önemli dedim ve birlikte uyumamızı teklif ettim ama Rüya bunu şiddetle reddetti.Oysaki ben onun iyiliğini düşünüyordum.Yani bir düşünsenize odaya bir kaç goblin sızsa kim bilir neler yaparlar zavallı kızcağıza! Biraz daha tartıştıktan sonra Rüya,pencerenin yanındaki masanın altına yattı.Mert'te odanın ortasına bense kapının dibine.Gerçekten bu kız beni düşmanı bellemiş.Kan davası gibi yemin ediyorum.Nesilden nesile geçiyor! Bu düşüncelerle ve yorucu bir günün etkisiyle hemencecik uykuya daldım.Gerçi bilirsiniz güzel şeyler tez biter.Birinin burnuma kaşındırıcı bir şey sürtmesiyle uyandım.Kafamı kaldırıp sürten kişiye baktım.Rüya'ydı.Keşke Mert olsaydı!Yani bir erkek tarafından sürtülerek uyandırılmak istediğimden değil,ama en azından dövebileceğim biri olurdu.Şimdi düşündüm de unutun gitsin. "Ne yapıyorsun?" "Seni uyandırıyorum" "İyi,sağol" Bazıları böyle insan mı uyandırılır,ben kendi hayvanıma böyle davranmıyorum diye düşünebilir.Böyle düşünenler merak etmeyin siz normalsiniz.Normal olmayan annem ve Rüya gibileri!Aslında annemi düşünürsek Rüya'da normal gibi duruyor.Sonuçta kim çocuğunu yüzüne 50 derecelik su dökerek uyandırır ve bu 50 rakamı sabırlı olduğu zamanlarda!Bırr....Kötü bir şey hatırladım yine.Üniversiteden önceki karanlık geçmişim.. Yavaşça kalktım ve etrafımı izledim ve ne gördüm beyefendi kıvrılmış yatıyor.Hemen yanına doğru yürüdüm ve bir tekme asıldım.Mert bir anda kalktı ve deli gibi etrafına bakmaya başladı.Bir kaç dakika sonra sakinleşip bana doğru bakmaya başladı. "Hımm mmm hımm" Gerçekten bu herif bütün gece ağzında bantlı bir şekilde uyumuş.Sadakatine sevinsem mi yoksa salaklığına endişelensem mi bilemiyorum.Bu arada anlayamıyorum diye küfür falan etmiyorsun değil mi? "Kalk hadi yapacak işimiz var.Ağzındaki bandı da çıkarabilirsin.En azından şimdilik." Mert bir kaç kere başını iki yana doğru salladıktan sonra yavaşça ayağa kalktı.Elini ağzına götürdü ve bandı çıkarmaya çalıştı.Bir kaç başarısız denemeden sonra sabrı tükenen ben bandı tuttum ve bir anda çıkardım. "Ahhh!!!" Hep korkudan çığlık atıp milleti başımıza toplayacak değilsin ya.Birazda acıdan çığlık at.Ha ha!Galiba gittikçe anneme benziyorum,neyse böyle daha zevkli! "Çok gaddarsın Asura" "Senin iyiliğin içindi.Neyse Rüya'nın yanına gidelim de ne yapacağız onu konuşalım.Güzel bir fikrim var" Mert bir an titredi.Tam da düşündüğüm gibi korkaklar cesurlardan daha zeki oluyor! Mert'e aldırmadan Rüya'nın bulunduğu masanın yanına gidip bir sandalyeye oturdum.Mert'te bir süre duraksadıktan sonra kendine bir sandalye çekip oturdu.Kısa bir sessizlikten sonra Rüya konuşmaya başladı:"Ne yapacağız?" Ne yapacağız,ha?Çok kolay bir soru gibi duruyor fakat cevabı senin yaşamını ve ölümünü elinde bulunduruyor.Bu nedenle dikkatle cevaplanması gereken bir soru. Gırrr! "İlk önce bir şeyler yesek nasıl olur?"diye kıpkırmızı kesilmiş Rüya'ya öneride bulundum.O da cevap vermeden kafasını hafifçe salladı. Yanımızdaki tüm yenilebilir şeyleri çıkarıp ortaya koyduk.Bu arada o anda yeni bir şey daha öğrendim.İtem kutusu ne koyduysan aynı şekilde tutuyor.Mesela ben yurt odasının buzdolabından aldığım soğuk suyu koymuştum item kutusuna ve hala da aynı şekilde soğuk!İtem kutusu banzai! Tüm yemeğimiz benim buzdolabından aldığım atıştırmalıklar ve öğle yemeği için yurt personalinin ofise getirip bırakıp gittiği yemeklerdi.Ve tabi ki ne Rüya'nın yanında ne de Mert'in yanında hiç yemek yoktu.Gerçekten,neden bu takımı tek başıma destekliyormuşum gibi hissediyorum!Of! Üçümüzde bir şeyler yedikten ve artıkları item kutusuna koyduktan sonra bugün ne yapacağımızı tartışmaya başladık.Tabiki benim süper bir fikrim vardı! "Neden canavarları belli bir bölgeye çekip topluca öldürmüyoruz?Tabi bir tane yem gerekiyor." "B-Bu...Senden de beklendiği gibi.Peki kim yem olacak?"dedi Rüya.Gerçi bu soru formaliteden sorulmuş bir soruydu.Ve hem Rüya hem ben Mert'e doğru baktık.Mert ilk önce afallamış bir şekilde bize doğru baktı.Sonra da korkmuş bir ifadeyle başını iki yana doğru salladı. "Şimdi tek soru canavarları nereye çekeceğiz?Koridorlar olmaz çünkü arkamızdan pusu yeme riskimiz var.En iyisi geniş bir odaya çekmek." Dediğimi duyunca Rüya yerinden kalkıp bir kaç masayı kurcaladı ve elinde rulo kağıdıyla geri döndü.Ve kağıdı açtı:"Bu erkekler yurdunun planı." Açılan kağıda bir bakıp potansiyeli en yüksek odayı aramaya başladım.Oda büyük olmasının yanında temizde olmalıydı.Sonuçta tam canavarlarla dövüşürken bir şeye basıp dikkatimizi dağıtırsak bu ölümcül olabilir.Bu nedenle depo soru dışı. "Bana göre en uygun yer ikinci kattaki spor salonu.Hatırladığım kadarıyla geçen gün orası boşaltılmıştı.Şimdi büyük boş bir odadan başka bir şey değil." Sen nereden biliyorsun bu kadar şeyi?Burası erkek yurdu!Şaka bir yana ben bile bilmiyordum spor salonunun boşaltıldığını.Gerçi ilgimde yok.Benim ilgim daha çok kız yurdunda ne olduğunda! "O zaman ilk önce spor salonuna gidip önünü temizleyelim.Yem ilk önce yakınlardaki sonra da ilk kattakileri odaya çekmeye başlasın.Canavarlar ve yem odaya girdi mi birimiz kapıyı kapatır,sonra da katliam başlar!" "S-sormaya korkuyorum ama yem kim acaba?" "Hi hi" "Ha ha" 4 SAAT SONRA "Asura lütfen kurtar beni!" Yem bana doğru koşarken odanın ortasındaki ben,soğukkanlılıkla elimdeki kılıcı kaldırdım.Önümdeki altı tane kanlı zombiden en yakındakine kılıcımı salladım ve kafasını gövdesinden ayırdım.Diğer zombilere doğru odaklanırken kapının tarafındaki siyah saçlı güzel bir kız,elindeki bir metrelik metal boruyu sallayıp başka bir tanesi daha düşürdü.Düşürdüğü gibi de hızını kesmeyip en yakınındaki doğru saldırdı.Tabi bende bu kıza yenilmemek için zaman kaybetmeden yakınımdaki diğer zombinin kafasına saldırdım ve kafasını ikiye böldüm.Bir kaç kez daha saldırıdan sonra canavarların hepsi öldü.Hım...Zombiler zaten ölü olduğundan öldü diyemeyiz fakat üzgünüm başka bir kelime bulamıyorum.Belki de huzur içinde yattılar demeliyim fakat o da çok uzun! "İyi iş yem" dedi Rüya sesinde hafif bir alay söz ifadesi vardı,"Bu arada bu plan gerçekten de beklentimi aştı.Senden de beklendiği gibi!" Geçtiğimiz dört saatteki uyguladığımız plan gerçekten de basit.Yem,canavarları arkasından odaya çekiyor,canavarlar odaya girince Rüya kapıyı kapıyor ve o arkadan bende önden canavarları ikili kombo yapıyoruz.Gerçi ilk başta endişelendim tempoyu tutturamayız veya Rüya'ya bir şeyler olur diye.Fakat ilk dalgadan sonra bütün endişelerim gitti.Sonuçta leveli benden düşük olmasına rağmen Rüya,eskrim kulübünün bir üyesi.El yatkınlığı var böyle şeylere.Kılıç gibi şeyler anlamında!Yanlış anlaşılma olmasın! Neyse.Bu dört saatte ben üç level atlayıp sekiz level oldum.Ve ayrıca statlarımı 2 güç 2 çeviklik ve 1 dayanıklılık olarak vermeye başladım.Rüya da dört level atlayıp altı level oldu.Statlarını çeviklik,dayanıklılık ve ruhsal enerjiye vermeye başladı.Nasıl mı biliyorum?Sürekli statlarını kontrol ediyorum oradan biliyorum!Mert içinse...Hımm...Bir level atlayıp üç level oldu.Gerçekten!Az cesur olsa önden iki kişi arkadan da Rüya saldırır şekilde kurardım stratejiyi.Fakat yok!Beyefendi için canavarların bütün uzuvlarını kırıyoruz da öldürmesini bekliyoruz!Her neyse bunu konuşmanın bir anlamı yok. Bu arada ikinci katta neredeyse hiç canavar kalmadı.Birinci katta da çok az diyebileceğimiz miktarda canavar kaldı.Bu nedenle yakında dışarıya çıkmayı planlıyoruz en azından yemekhane veya kantin binalarına gitmeyi planlıyorum.Sonuçta aç ayı oynamaz.Tam bunu önerecekken Rüya konuşmaya başladı.Bu kız benim hep zamanını buluyor yemin ediyorum. "Katlarda fazla canavar kalmadı.Dışarıya çıkabiliriz fakat..."hafif duraksadı ve boğazını temizledi Rüya,"Rica etsem kızlar yurduna gidebilir miyiz?" Kızlar yurdu mu?Normalde olsa çok mutlu olurdum fakat şuandaki durumu düşününce oraya gitmenin ne faydası var?Rüya'yı tanıyorsam benim gibi kantine veya yemekhane gitmeyi teklif etmeliydi.Kızları anlamıyorum ama manikür pedikür seti için o tehlikeli yere gitmek istemez değil mi? Bir anlık suskunluktan sonra Rüya devam etti:"Orada bir arkadaşım var.Bencilce olduğunu biliyorum ama yalvarıyorum onu kurtarmama yardım edin." Demek bu melek kılıklı şeytanında arkadaşı var.Eh,bu normal.Arkadaşı olmayan ben anormalim aslında.O playboyu saymazsak tabi.Fakat Rüya sadece arkadaşını kurtarmak için bizi de bu işin içine sürüklemen biraz fazla bencilce değil mi?Yani anlıyorum.Senin için değerli fakat...Benim için bir anlam ifade etmiyor.Tam ret edecekken Mert araya girdi. "Ona yardım edeceksiniz değil mi .Sonuçta ben o kötü durumdayken bana da yardım etmiştiniz." Biliyorsun ya uzman yem arkadaşım 'yardım edin' derken seni de katıyor işin içine.Of,her neyse!Komutan olarak askerlerimin beklentilerine karşılık vermek gibi bir zorunluluğum var zaten!Hem belki güzel bir kaç kızı etkilerim.Ne zekiyim ha ha! "Kurtardıktan sonra tembellik yetmeye kalkarsa onu terk ederim ama anlaştık mı?" Hayır cevabını bekleyen Rüya bunu duyunca ilk olarak şaşkınlık geçirdi sonra da gülümsedi ve cevap verdi:"Evet!" Rüya'nın güneş gibi parlak gülümsemesiyle kaskatı kesildikten sonra hemen kendimi toparlayıp,"H-hadi gidip bir kaç canavar öldürelim"dedim ben önde diğer ikisi arkada her tarafı kanla kaplı odadan dışarı çıktık. Şimdi ilk durak kız öğrenci yurdu.İleri marş!
  12. BÖLÜMLER İÇİN http://kaxellsfanfiction.blogspot.com Ya da Tamamlanmış PDF versiyonu https://drive.google.com/file/d/0B2a7i75FpsaVbkxTRHpTcGxFclk/view?usp=sharing Devamı (Düzenlenmemiş Hali.) Kitap II: Act I : The Evil Within: (Aksiyon, Romantizm, Dram, Sanal Oyun) Bölüm 1.Hiçliğin İçinde 1. Gün: http://textuploader.com/tsll Bölüm 2.Hiçliğin İçinde 2. Gün:http://textuploader.com/krmr Bölüm 3.Bilinenler & Öğrenilenler I:http://textuploader.com/krmk Bölüm 4.Bilinenler & Öğrenilenler II:http://textuploader.com/krml Bölüm 5.Bilinenler & Öğrenilenler III:http://textuploader.com/krmm Bölüm 6.Havada Kalanlar: http://textuploader.com/krmh Bölüm 7.Havada Kalanlar II:http://textuploader.com/o5ri Bölüm 8.Havada Kalanlar III:http://textuploader.com/o5re FİNAL SON SÖZ: http://textuploader.com/o150
  13. Bir süre önceye kadar yazdığım romanı sizlerle paylaşmak istedim...Normalde yayınlaşmıştım birazını ama yeniden düzenlenmiş haliyle ve adıyla sizlere sunuyorum...Her türlü eleştiri makul olduğu sürece kabulümdür... Türü: Doğaüstü güçler, aksiyon,romantizm,okul, ve ecchi Konusu: Fatih,15 yaşında ve 200 IQ derecesindeki bir dahidir.Babası onu,Londra'daki adı sanı belli olmayan bir okula yazdırır.Fakat bu okulun belli olmayan tek özellikleri bunlar değildir.Ve kendisiyse... 1.BÖLÜM 1.BÖLÜM Fatih,havaalanının içinde dört dönüyordu.Bir sağa bir sola bir dış kapıya bir oturakların olduğu bölüme doğru.Kim suçlayabilirdi ki onu?Hiçbir şey bilmeden babası onu Londra’daki bir liseye yazdırmış ve onu direk Londra’ya göndermişti.Ne okulun adını ne de bulunduğu yer hakkında bir bilgi vermişti.Sadece birinin onu alacağını ve okula götüreceğini söylemişti ki havaalanına geleli bir saat olmasına rağmen gelen olmamıştı.Bu da onun bir saattir bu havaalanında beklediğini gösteriyordu.Beklemesini sevmemesine rağmen… “Siz Fatih BOZKURT olmalısınız”dedi arkasından gelen kalın bir ses. Fatih,ona seslenen adama dönüp incelemeye başladı.Adam orta yaşlarda ve orta boylarda biriydi.Kafasında iki dönüp arazi boştu.Zaten artık bir çoğunu kaybetmiş olduğu siyah saçlarına uyumsuz,ela bir göz rengine sahipti.Sesi kalındı ki bu da ingilizce söylediği bazı kelimeleri anlaşılmaz kılıyordu. “Evet,öyleyim”diyebildi sonunda.Bu kadar zaman beklemesine rağmen adamdan beklettiği için özür dilemesini bekliyordu.Beklediği özür gelmeyince başını öne eğip eliyle saçlarını kaşıdı,“Ee…nereye gidiyoruz?” Adam bu soruyu bekliyormuşçasına arkasını döndü ve eliyle işaret ederek takip etmesini istedi.Fatih,tuhaf görünüşlü ve tuhaf davranan bu değişik adamı havaalanının bitişiğindeki otoparka kadar takip etti.Otoparktaki eski,döküntü ve artık hareket ettiği bile belli olmayan,çiziklerle dolu beyaz bir arabanın önüne geldiler.Adam arabasının sağ ön koltuğuna doğru ilerledi.Kapıyı açmadan önce dikiz aynasını iki kere öptü.Sonra da arka da kalmış olan Fatih’e bir bakış atarak,”Nasıl,güzel mi?”dedi Fatih,arabayı gördüğünden beri şoktaydı. Hala böyle döküntü arabalar var mıydı? Hem de böyle külüstürlerin dikiz aynalarını-gösteriş yapan insanlar gibi-öpüp güzelmi diye soran tuhaf insanların 21.yy’da ne işi vardı?Asıl soruysa diye düşündü Fatih.Babasının onu,böyle tuhaf insanlara emanet edecek kadar kafası çalışmıyor muydu? Adam dikkati dağılan Fatih’i uyandırmak için kaportaya iki kez vurdu ve dikiz aynasını yalamaya başladı.Fatih ne diyeceğini şaşırmıştı. Lütfen yalamayınız! Dese miydi?Hemen bu fikri aklından çıkardı,Fatih. Arabaya bile bunu yapabilen biri kendine neler yapmazdı ki…Susmak en iyi seçenekti. “H-H-Hadi gidelim”diye kekeledi. Adam kahkahalarla gülmeye başladı,“Madem cehenneme bu kadar gitmek istiyorsun,zebanin olarak görevim seni oraya götürmek.Atla…son model arabama.” Fatih,adamın ne demek istediğini anlamamıştı ama yinede külüstür arabaya bindi.Tuhaf adamda sağ ön koltuğa bindi.Sağa binmesinin nedeni ters ingilizlerin ters yaptıkları ters arabalar yüzündendi,çünkü ingiliz arabalarında direksiyon sağ taraftaydı. “Kemerleri takalım.”diye uyardı adam motoru çalıştırmadan önce. Fatih’se adamın dediğini umursamamıştı.Zaten bir kaza anında bu arabanın üç bilemedin dört parçaya bölüneceği kesindi ki bu da kesin ölüm demekti.Kemerler bu durumda tamamen faydasız kalıyor hatta arabadan kaçışı engelleyeceği için riski dahada arttırıordu.Adam bir kaç kere daha uyardı ama Fatih’in tınlamadığını görünce bu gayretinden vazgeçmeye karar verdi.Kontağı çevirmesiyle araba,gorul gorul sesler çıkarmaya ve birazda sallanmaya başladı.Zorda olsa hareket etmeye başladı.Zorda olsa… “Neden böyle bir okula gidiyorsun?”diye sordu adam.Fatih az önce olduğu gibi yine umursamadı.Kendisi de merak ediyordu aslında:Neden? Daha bir ay öncesine kadar ülkesinin en genç dahisi diye anılan,televizyonlara bile çıkmış 200 IQ derecesindeki bir öğrenciydi.Girdiği her sınavdan tam puan alıp, çıkar ve dışarıdan bakanları hayret içinde bırakırdı.Herkes ona istediği her liseyi kazanır düşüncesiyle bakıyordu.Şimdi ne olmuştuda Londra’daki adı bile belli olmayan bir liseye kalmıştı.Neden babası onun son sınava girmesini engelleyip,böyle bir liseye yazdırmıştı.Fatih bunları düşünmeden edemiyordu.Biraz daha düşündükten sonra bunun bir faydasının olmayacağına kanaat getirip bu konuda düşünmeyi bıraktı.Zaten arabada durmuştu “Hadi in,bu son durak.” Fatih,arabanın kirli,bazı yerlerinde ise kurumuş çamur olan camından dışarıyı izlemeye başladı.Etrafta hiçte okul benzeri bir bina gözükmüyordu.Aslına bakılırsa etrafta bina bile yoktu.Fatih ne olduğunu anlamak için arabadan indi.Etrafa bakınca sadece uzun,geniş ağaçlar ve bazıları Fatih’in topuğuna kadar gelen çalılar gördü.Gerçekten burada bir okul var mıydı?Hayır burası Londra’da bir yer miydi? “Al valizin”dedi ve gözlerini biraz ilerideki patika gibi bir açıklığa dikti,“İşte o patikayı izlersen okula ulaşacaksın” Fatih,“Sen…neyden bahsediyorsu-”diyecekken adam,arabaya atlayıp,geldiği yöne doğru sürmeye başlamıştı bile.Ayrıca Fatih’e de başka bir seçenek bırakmamıştı. Fatih, eline valizi alıp birazda yüzünü asarak,“Böyle aşağılık herifleri diri diri yakmalı”dedi ve iç çekip ileride ki patikaya doğru girdi. Patikada ilerlemeye devam etti.Şimdiden 10 dakika olmuştu ama etrafta ne bir okul ne de öğrenciler vardı.Sadece kurt ulumaları,yılan tıslamarı,kedi mırıltıları ve bir kaç hırıltılı ses vardı.Aynı balta girmemiş bir ormanda olması gerektiği gibi… Biraz daha yürüdükten sonra uzaklardan motorsikletin çıkardığı sese benzer bir ses duyulmaya ve sesin giderek dahada yakınlaşmaya başladığı anlaşılıyordu.Fatih’se bu durumdan belki yararlanabilirim düşüncesiyle arkasını dönmeye başlamıştı ki… Ayağının üzerinden motorsiklet geçti ve patikanın sağ tarafında kalan büyük bir ağaca tosladı. Fatih elindeki valizi hızla bırakıp üzerinden geçtiğinde resmen kırılmış olacak kadar acımış olan bacağını tutmaya başladı.İçindense o motorsikletliye lanetler savurdu. “Sen iyi misin?”Sesin geldiği yöne doğru döndü ve karşısındakine bakmaya başladı.Karşısında siyahlı kırmızılı kasklı,neredeyse kendi boylarında ve üzerinde üzerinde üniforma benzeri bir şey giyen birini gördü.Üniforması siyahın üzerine sarı çizgilerin olduğu bir çeket çeketin içinde beyaz bir gömlek ve siyah bir etekten oluşuyordu.zaten etek giymese cinsiyetinin belli olmasına imkan yoktu,çünkü giydiği kask yüzünün belli olmasını engelliyor,ayrıca sesininde boğuk çıkmasına neden oluyordu. Biraz daha süzdükten sonra,“İyi sayılırım”diyebildi.Sesi biraz yüksek çıkmış,canının hala acıdığına sitem ediyor gibiydi.Kız elini uzattı,“Kalkmana yardım edeyim tut elimi” Biraz tereddütten sonra istemesede elini tutup kalktı,“Teşekkürler”dedi ve valizini eline aldı.Kız da hiçbir şey olmamış gibi motorsikletini ağacın dibinden kaldırdı.Ardından arkasını döndü,“Sanıyorum ki bizim okula gidiyorsun.Atla da okula kadar atayım seni” “Tamam”dedi, motora kadar topallayıp kızla arasına bir karış mesafe olacak şekilde oturdu.Sonra da bir eliyle valizini tutmaya başlayıp diğer eliylede motorun arkada tarafındaki demirlere tutundu. “Sürmeye başlıyorum.İyi tutun”dediği anda motoru çalıştırıp bir anda hızlanıverdi.Fatih’se bu hızlanma karşısında dengesini kurmakta zorlanmaya ve eliyle demirlere ölürcesine tutunmaya başladı.Bu beş dakika kadar sürdü ki zaten bu beş dakikada fatih haşat olmuştu. Allah bin belanı versin,Trafik canavarı seni!! Fatih motorda indiğinde bir sağa bir sola yalpalamaya ve bu zorlukları kendisine ikinci kez yaşatmaya cüret eden canlıya bildiği bütün lanetleri okumaya başladı.Ta ki kız kaskını çıkarana dek… Kız,kaskı çıkarınca uzun kızıl saçları,mavi gözleri ve teninin solgunluğu gün yüzüne çıktı.Bu üçleme kızın, çok güzel hatta prensesler gibi gözükmesine neden oluyordu.O kadar güzeldi ki;hayatımda gördüğüm en güzel kız diye düşünmüştü Fatih. “Sen şu transfer öğrenci olmalısın”Zaten büyülenmiş olan Fatih,kızın sesinide duyduğunda iyice kendinden geçti.Kasktan dolayı farkedemesede seside oldukça narindi. “Tranfer mi?”Sesi hala afallamış çıkıyordu. “Evet.Transfer” Transfer mi?diye düşündü Fatih.Transfer olduğuna göre bu, okulun çoktan başladığına işaret değil miydi?Heralde burada dönem daha önce başlıyordu.Doğru ya Türkiye ile burası bir değildi ki.Elbet daha önce başlamış olma ihtimali vardı. “Bu arada çok güzel kokuyorsun biliyormuydun?”Fatih yine şaşırmıştı.Bu ingilizler arasında bir tür iltifat felan mıydı? “Şey…sende güzel kokuyorsun.”Bunu söylediğine hala inanamıyordu.Neydi onlar hayvan felan mı? “Hadi, geç kalacağız. Acele et”dedi ve biraz duraksadı,“Daha geldiğini öğretmenle görüşüp bir dolu tanışma faslından geçeceksin.” “Tamam”deyip önündeki güzel kızı takip etmeye başladı.Ta ki çatlaklarla dolu,iki metrelik demir bir kapının önüne gelene kadar…Kapıya iki kere vurdu,sonra da kapının kulbunu çevirip kapıyı açtı.Kapı açılırken tüm koridorda yankılanan gıcırtılı bir ses çıkardı.Anlaşılan kapının kirişlerine yağ sürülmemişti.En azından gıcırtı sesinin yüksekliğinden bu rahatça anlaşılabilirdi. Fatih ve o kız içeri girdiler.Kız,öğretmenden özür dileyip kendi sırası olan pencere kenarından en arkanın bir önündeki sıraya geçti.Zaten pencere kenarından kapıya doğru dizilmiş beş sıra düzeni vardı.Her düzende beş tane sıra bulunmaktaydı.Tabi pencere kenarı buna istisnaydı.Pencere kenarında altı sıra vardı ki zaten sınıftaki tek boş sırada o kızın arkasındaki son sıraydı. “Siz yeni öğrenci olmalısınız.Lütfen kendinizi tanıtın.” “Ben Fatih BOZKURT.Türkiye’den geldim.”dediğinde sınıfta bir gürültü koptu.Herkesin ağzında Bozkurt lafı dolaşıyordu.Öğretmen en sonunda olaya bir el attı.Bu konuşmalardan hoşlanmamışa benziyordu. “Haydi çocuklar sırayla sizde kendinizi tanıtın.Türünüzü söylemeyide unutmayın!”Sınıfta bulunan öğrenciler sırayla kendilerini tanıtmaya,isimlerini söyledikten sonra da mitolojik bir canavar ismi söylemeye başladılar. “Kurt adam,succubus,griffon,sülük adam,yılan kız …” bunlar söyledikleri mitolojik yaratıklardan sadece bir kaç tanesiydi.Ve hala da değişik mitolojik canavarları söylemeye devam ediyorlardı. Fatih yine bir şaşkınlık anı geçirdi.Bu insanların derdi de neydi böyle?Neden mitolojik ögeleri isimlerinden sonra söylüyorlardı?Son zamanlarda GDO’lu yiyecekler arttı, acaba çok mu fazla yemişlerdi? Diye düşünürken sıra o tanıştığı kıza geldi. “Erica ROSE,vampir…” Öğretmen son kişide yani Erica’da kendini tanıtınca Fatih’e döndü,“Ee…senin türün nedir?” Zaten Erica’ya bakarken büyülenmişçesine afallamış olan Fatih,sorulan bu şeyi tam olarak anlayamadı.Böyle bir şey neden gerekliydi ki zaten?Böyle bir şey için kafa yormaya gerek yoktu,“Söylememe gerek yok”deyip Erica’nın arkasındaki sıraya-sınıfta boş olan tek sıraya-doğru ilerledi.Elindeki valizi sıranın arkasına koyup sıraya oturdu. Öğretmen, Fatih’e sert bir bakış attı.Bunun bir faydası olmayıncada duyulmayacak bir sesle ,“Aynı ablası…”deyip bir iç çekti.Anlaşılan ablası gibi çekeceği vardı ondanda.Tabi ki ablası kadar güçlüyse ki şimdiye kadar ondan ne bir enerji ne de bir güç hissetmişti.Bu iki anlama gelirdi:Ya güçsüzdü ya da kendisini güçsüz gösterecek kadar gücünü gizleyen biriydi ki bu da onun çok güçlü oldugunu gösterirdi. İlk seçeneğin doğru olmaması için,içinden dua edip tekrar sırtını öğrenci sıralarına dönüp bir cebir sorusu yazdı. Tenefüs zili çaldığında Fatih’in sırasının etrafına kızlar ve erkekler doluşmaya,dolma nedeniyle yaklaşamayanlar ise bağırmaya başladı.Aralarından biri yüksek sesle,“Yağmur’un bir akrabası mısın?”dedi ve diğerleride hep bir ağızdan bu soruyu yineledi.Fatih ne diyeceğini bilememişti.Evet,Yağmur’un bir akrabasıydı hatta Yağmur,onun öz ablasıydı ama bu kadar yaygara koparacak kadar ne vardı ki? Normalde her sorunu çözebileceğine inanan Fatih’e artık Londra ağır gelmeye başlamıştı,öyle ki kendini aciz hissetmeye ve geldiğinden beri sorulan hiçbir soruyu-kendisine sorduğu- çözemediği için küfredecek dereceye gelmişti. Bütün bunları düşünürken hala cevap bekleyen insanlar vardıki aradıkları cevabı bulana kadar gitmeye ve onu yalnız bırakmayada niyetleride yoktu. Fatih bunu anlayabiliyordu.En sonunda,“Evet, o benim ablam oluyor” dedi.Ardından da valizi eline alıp kalabalığı yarmaya ve zorlukla aralarından geçmek için uğraşmaya başladı.Tam kapıdan çıkarkende arkasını dönüp,“Üzgünüm ama yurda yerleşmem ve gerekli evrakların yerlerine ulaştığından emin olmam gerek.Sonra görüşürüz.”deyip valizle birlikte sınıftan ayrıldı. 2.BÖLÜM 2.BÖLÜM “Efendim kardeşiniz okula gelmiş bulunmakta…” “Demek öyle.”Uzun siyah saçıyla oynamaya devam etti Yağmur,“Acaba nasıl bir şey yapacak.Gücü tahminlerimin ötesinde olabilir mi?” Yağmur’un önünde bulunan kız gözlerini kıstı.Zaten hafif çekik olan göz kapaklarını kısınca siyah göz rengi görülemez olmuştu.Gözlerini kısması da kızın,Yağmur’a inanmadığını gösteriyordu.Biraz suskunluktan sonra,“Efendim? Acaba bu düşüncenin nedeni tam olarak nedir?”dedi alçak sesle. “Sora,bu okulda 3.senemdeyim,biliyorsun. Söylesene kaç kere yanıldım?” “Ş-Şey…neredeyse hiç.”Yağmur’un önündeki kahve fincanını aldı ve elindeki tepsiye koydu,“Zaten sürekli yanılan biri benim efendim olamazdı.” “Bir hizmetkara göre fazla iddialı değil mi bu laflar?”Sesi yüksek çıkmıştı Yağmur’un. Sora hemen başını eğmiş,ardındansa yüzü morarmaya ve az da titremeye başlamıştı,“Affe…din”dedi ve tepsiyle birlikte kapıya doğru yürüdü.Sonrada arkasını dönüp,“İzninizle…”deyip odadan hızla ayrıldı. Ah,kardeşim acaba ne kadar güçlüsün veya ne kadar eziksin.Bu okulun insanı cinnetten çıkaran haline ne kadar dayanabilirsin.O, realist beynin bu çılgınca şeyleri ne kadar ve nasıl kaldırabilir?çok merak ediyorum diye düşünüp bir iç çekti Yağmur. Sonra da biraz kıkırdayıp önündeki porselen tabaktaki çikolatalı keke doğru gözlerini dikti.Sağ eline çatalı aldı ve bir parça kekten koparıp ağzına attı. “Kesinlikle Sora’nın kekleri çok harika oluyor.Böyle bir hizmetkarım olduğu için şükretmeliyim,sence de öyle değil mi Alexis?”dedi ve bakışlarını duvara dikti.Duvarın içinden siluet şeklinde,sonraysa siyah saçları,siyah gözleri ve normal bir boyda olan yakışıklı diye tabir edilebilecek liseli bir çocuk çıktı,“Demek farkettin.Ne kadar zamandır?” “En başından beri.Efendinim unuttun mu?” “O da doğru ya.Hahaha…”Belli bir süre daha kahkahaya devam ettikten sonra yüz ifadesi ciddileşti,“Ama Sora haklı olabilir.Çocuğu inceledim.Dışarıya verdiği aurası yok denecek kadar az.Sanki güçsüz bir şey gibi…insan” Yağmur kekten bir parça daha aldı ve,“Fırtına öncesi sessizlik denen şeye inanır mısın Alexis?”dedi ve gülümsedi,“Ben inanırım.Hele de konu Fatih’se…” O anda içeri orta boylarda,kısa siyah saçlı bir çocuk girdi,“Emrettiğiniz gibi Erica denen vampirin yurttaki odasına yerleştirdim kardeşinizi” dedi ve geldiği gibi gözden kayboldu. “Bir vampirin yanına mı taşıttınız kardeşinizi?”Alaycı bir dille söylemişti,“Hele de safkan bir vampirin yanına…” Yağmur oturduğu koltuktan kalktı ve arkasında bulunan pencereye dönüp dışarıyı incelemeye başladı.Alexis’in söylediği şeyi kafasına takmıyor gibiydi.Sonra da yüzünü yeniden Alexis’e doğru dönüp muzip bir yüz ifadesine büründü,“Eğer ölürse ailemize yakışmıyor demektir.Ölmezse eğer, okul yaşamı boyunca ona komplolar kurarım.”Ağzına bir parça daha kek attı,“Sonuçta bir kahramanın güçsüz olması hoş karşılanamaz”dedi ve gözlerini yumdu. Fatih elindeki valizin içinde bulunan eşyaları yerleştirmekle meşguldü.Çoktan akşam olmuştu.Gerçekten… formaliteleri geçip belgeleri vermenin bu kadar uzun süreceğini tahmin etmeliydim diye düşünüp önündeki valize bir tekme attı. Oda Türkiye’deki yurt odalarından biraz farklıydı.Pencerenin olduğu yerdeki sağ ve sol köşelerdeolmak üzere iki ranza vardı,yani oda dört kişilikti.Ayrıca bu oda dışında da mutfak olduğunu sandığı bir oda mevcuttu.Bütün bunların dışında, diğer yatakların sahipleri hakkında da bilgi verilmemişti.Umarım normal birileridir diye düşünüp bir iç geçirdi. “Yine karşılaştık.”Sesin geldiği yöne-kapıya-doğru döndü.Ses,Erica denen kızıl saçlı kızdan başkasına ait değildi.İşte yine şaşırtıcı bir durum daha diye düşündü Fatih. O anda Erica kendini sağ taraftaki yatağa bıraktı. “Senin ne işin var burda?”diye sordu Fatih “Ee burada kalıyorum” “Burada…kalıyorsun?” Ne kadar modern olunursa olunsun bir erkekle bir kızın aynı dairede kalması edepsizlikten başka bir şey değildi.Tamam,Fatih kendine güveniyordu,zaten sorunda oydu.Kendine güveni vardı ama böyle bir durumu hiçbir şey olmamış gibi karşılayan Erica’ya güveni yoktu.Diğer sorunsa Şu insanı kendine çeken ve afallamasına neden olan olağanüstü güzelliğiydi.İnsanı kendine bağlayan bir güzellik… “Hımm…hala çok güzel kokuyorsun,Fatih” “Şey…sağol”Dediği anda Erica önünde belirdi.Fatih’se korkudan bir iki adım geriledi.Daha az önce yatağında olan birisi nasıl olurda bir anda kitaplarını koyacağı rafla arasına girebilirdi.Bu okul veya bir şeyler normal değildi.Bunu söylemek için 200 IQ derecesindeki bir dahi olmaya gerek yoktu. Erica,Fatih’in üzerine doğru yürümeye başlamıştı.Fatih’te geri geri gitmeye.Ta ki pencereye kadar…Pencereye dayandığında ne yapacağını bilememişti. “Erica böyle üzerime gelmen…beni korkutuyo-” daha lafını bitiremeden Erica,üzerine atıldı.Ona sanki sıkı dostlarmış gibi sarıldı.Başını da omzuna koydu.Koymasıyla birlikte Fatih,bir acı hissetmeye başladı.Acı,sanki vücudunun heryerine iğne batırıp çıkarıyorlarmış gibiydi.Ayrıca gücünün ve enerjisinin ondan uzaklaştığını da hissediyordu.Acının giderek artması nedeniyle hemen yüzünü yana çevirdi. Erica’nın mavi gözlerinin insanı içine çeken berraklığı kaybolmuş,kıpkırmızı hırçın bir hal almıştı.Ayrıca dişlerini Fatih’in sağ omzuna batırmış,kan içiyor gibi bir hali vardı. Fatih ne olduğunu anlayamıyordu ki zaten Londra’ya geldiğinden beride anlayamamıştı.Fakat şuanda anladığı tek birşey vardı:Ölüyordu… Biraz kıpraşmaya başladı ve onu saran kerpeten gibi kollardan kurtulmaya çalıştı.Bu boşa zaman kaybından başka birşey değildi.O kollar sanki beline bağlanmış bir kelepçeydi! Böyle devam ederse ölecegim…Evet,kesinlikle ölecegim.Ölmekle bir problemim yok ama…ölmek istemiyorum! O anda Fatih’in üzerinde sarı bir ışık belirdi ve Erica bir kaç adım geriledi.Üzerindeki kıyafetin göğüs bölgesi ve birazda kol tarafları yanmıştı.Erica yurdun heryerinden duyulabilecek kadar yüksek sesli bir çığlık attı.Bir sağa bir sola yalpalayıp yere yığıldı.Fatih’se durumun şokunu üzerinden atmak için kafasına bir kaç kere salladı ve ölmediği için şükretti.Sonra da bayılan Erica’nın yanına kadar gelip, oturdu. “Gerçekten canı yanmış olmalı.”dedi.Erica’yı biraz daha yakından izlemeye başladı.Erica’nın göğüs ve kol kısmının kıyafeti delinmiş hatta kol ve göğüs kısmının derisi, simsiyah olmuştu.Bu yanıklar en az üç ay geçmez diye kendince tahmin yürüttü. Yerde yatan ve hala baygın olan Erica’yı kollarına alıp sağ taraftaki yatağa attı.Üzerinede bir örtü örttü.Sonrada valizine koymuş olduğu yara bandından koparıp boynunda,diş izlerinin bulunduğu yere yapıştırdı.Ardındansa kendini yatağa attı. “Ne gündü!” dedi kendi kendine.”Neredeyse ölüyordum” İlk önce aptal bir adamla tanışmıştı.Sonra çok güzel ve az önce kendisinin kanını emen ve vampir olduğunu iddiaa eden bir kızla tanışmıştı.Ardındansa öğrencilerine mitolojik tür adları takan öğretmen ve normal bir şeymiş gibi kendini tanıtan öğrencilerle tanışmıştı.Bunlar bir gün için fazlaydı hemde oldukça fazla…Bunları düşünürken kaybettiği enerjinin ve kanında etkisiyle uyuya kaldı. “Hadi…uyan Fatih!”Fatih gözlerini açmaya başladı.Gözlerini açarken bir yandan da sağ eliyle gözlerini ovuşturmaya devam etti.Gözlerini açtığında karşısın da Erica’yı gördü.Karşısında derken tam karşısında,Fatih’e ait olan yataktaydı.Yani Fatih’in tam yanında… “Sen…ne arıyorsun benim yatağımda?”Derken dünkü olanları hatırlayıp,panikle yataktan düştü.Eline yatağın yanındaki ufak çaplı bir sopayı aldı.,“Yine kanımı mı emeceksin!Seni satanist…” “Satanist?”Erica gülmeye başlamıştı.Bir yandanda yataktan doğrulmaya ve eliyle yastığı destek olarak kullanmaya başlamıştı.,“Vampir demeni tercih ederim.Hem bir vampirin doğasında vardır kan içmek…Gerçi sen beni yakıp ,engelledinde neyse.” “Seni yaktım mı?” “Evet,yaktın.Halbuki bu benim ilk seferimdi.Bunun sorumluluğunu almalısın”Fatih elindeki sopayı yere bıraktı ve elini kendi saçında gezdirmeye başladı.Bu Fatih’in ne yapacağını bilemediği zamanlarda yaptığı bir alışkanlıktı.Şimdiye kadar ne vampirlere ne de diğer mitolojik canavarların olduğuna inanmıştı. Hatta geçen sene bir arkadaşı alacakaranlık serisini okuyup vampirler gerçek diye tutturunca,sinirlenmiş ve gerçek olmadığını belirtmek için on sayfalık bir makale yazmıştı. Ne günlerdi ama! “Hadi…acele et,geç kalacağız.” “Yavaş olduğum için kusuruma bakma.Belkide bir vampir dün gece kanımı emdiği içindir!”diye sitem etti Fatih. “Kin tutmak hoş bir şey değildir.” “Ne demezsin!”dedi ve tuvalete gidip,dünkü olay olmadan önce ailesi tarafından gönderilen üniformayı giydi.Üniformayı giydiğinde daha önce farkedemediği ceketin üst kısmında ki amblemi farketti.Amblemin üzerindeyse “Monster Academy” yazıyordu. Yurttan çıkıp okula doğru yürümeye başladılar.Fatih yurtta çıkana kadar sürekli ellerini gerdirmiş,gözlerini kısmış aralarda ise de kulaklarını tutmuştu.Çünkü farklı bir şeyler hissediyordu kendinde.Sanki bir şeyler değişmiş hatta gelişmiş gibiydi. Normalde duyamayacağı bir ses olan ikinci katın penceresinde bulunan iki kızın birbirine söylediklerini çok rahat duyuyordu.Ek olarak gözlerini diktiğinde okul kapısının yanındaki hizmetli kıyafetli bir kadının elinde tuttuğu tükenmez kalemin üzerinde yazan “made in Japan” yazısı çok rahat görüyordu. Bütün bunların nedeni vampir miydi yada o sarı ışık mıydı?diye düşünürken bunun bir faydasının olmayacağına kanaat getirip zihnini boşalttı.Sırada merak ettiği daha önemli bir şey vardı çünkü… “Ee…ilk derken neyi kastediyordun?” “İlk defa kan içtim yani.”Ağzını kapatarak esnedi,“Şimdiye kadar hep normal yemekler yemiştim.” “Demek normal yemeklerde yiyebiliyorsun” “Evet,gerçi senin kanını tercih ederim ama…”Fatih, bunu duyduğunda Erica’dan bir kaç adım geriden gelmeye ve arasındaki mesafeyi koruyup adımlarınıda yavaşlatmaya başladı,“Merak etme.O yediğim darbeden sonra iznin olmadan kanını emmem” “Gerçekten izin vereceğimi mi düşünüyorsun?” “Kim bilir?”derken sınıfın önüne gelmişlerdi bile.Dün olduğu gibi ders,çoktan başlamıştı.İçeri girip özür dilediler ve yerlerine oturdular. Öğretmen,Erica’yı tahtaya soruyu çözmesi için kaldırdı ve diğerlerinin duyamayacağı kadar kısık bir sesle kulağına fısıldayıp,“Türü neymiş?”diye sordu.Erica’da sorulan soruyu çözüp tebeşiri ona verirken,“Gerçekten bilmiyorum.Ama güçlü olduğu kesin”dedi ve sırasına geri oturdu.Diğer kimse konuştukları şeyleri duymamıştı ama Fatih,duymuştu.Bu yeni yeteneğinin bir sonucuydu galiba… Dört ders geçip öğle yemeğinin yenildiği zil çalmıştı.Fatih,çantasından Londra’ya gitmeden önce yolluk olarak annesinin hazırlamış olduğu kurabiyeleri çıkardı.Beyaz kurabiyeler…Fatih’in en sevdiği kurabiye çeşidiydi. Erica,“Hadi Fatih,birlikte yiyelim.”dedi ve elinden tutup süreklemeye başladı,çatıya kadar… Çatının üstü açıktı.Kenarlarında yarım metre kadar bir duvar ve üzerinede bir metre kadar tel örülmüştü.Erica elinde bulunan iki kutuyu yere bıraktı.Kutuların kapaklarını açtı.Kutularda bölmeler ve bu bölmelerde de çok çeşitli yemekler bulunuyordu.Fatih’se elindeki kurabiye kutusunu yere bırakıp,açtı. “Biraz erken kalkıp bunları hazırladım.İkimiz için…” “Yok…sağol.Eminim hepsi zehirlidir.”Sesi tehtidkar çıkmıştı Fatih’in. “Dediğim gibi sana zarar vermek istememiştim.”Yüzüne muzip bir ifade kondurdu.Sonra da pişman olmuş bir suçlu gibi başını öne eğdi,“Sadece özür dilemek istiyorum.” Fatih,ne demesi gerektiğini bilmiyordu yada ne yapması gerektiğini…Dün olan olayın şokunu hala üzerinden atamamıştı.Kolay kolay da atamayacağını çok iyi biliyordu.Dün nerdeyse kendisini öldürmeye çalışan biri şimdi gelmiş, özür diliyordu.Olacak iş değildi bu.Tüm bu sorun ve sıkıntılara rağmen şuanda kendisini rahatsız hissetmiyordu.Neden acaba diye düşündü.Erica’nın insanı etkileyen masum güzelliği mi yoksa dünkü yayılan sarı ışığın onu yeniden kurtabileceğine olan inancı mıydı? “Yemeyecek misin?”Dudaklarını büzdü ve ağlamaklı bir yüz haline büründü.Ayrıca dudaklarını ağlayan bir kız gibi titretmişti. “Elbette yemeyeceğim.” O anda Erica dizlerinin üzerinde Fatih’e yaklaşmaya başladı.Fatih’se geri geri çekilmeye ve ona inandığı için kendisini aptalmış gibi hissetmeye başladı.Bu böyle çatının arka tarafında kalan duvara kadar devam etti.Eyvah!diye düşündü Fatih.Yine kapana kısılmıştı.Erica biraz daha yaklaştı.Yüzüne bakıyordu.Biraz daha yaklaşınca dudakları arasında bir karışlık mesafe kalmıştı.Hatta Fatih,Erica’nın nefes alış verişlerini bile hissetmeye başlamıştı. Bu kadar yakınlaşması yüzünden yüzü kızaran Fatih,Erica’yı daha yakından incelemeye başladı.Erica’nın yüzü kıpkırmızı olmuştu.Solgun teni bunu hemen belli ediyordu zaten.Bu gözleri içinde geçerliydi, kırmızın hafif bir tonu vardı gözlerinde.Dünkü kırmızılık gibi hırçın durmamasına rağmen yine de oldukça tehtidkardı,gözleri. “Fatih,seni istiyorum…” “Şey…tadım oldukça kötüdür.”İçinden bildiği her türlü duayı ediyordu.Ayrıca bu durumdan nasıl kurtulabilirim diye de düşünüyordu.Kurtulmasının tek yolu dünkü sarı ışığın yeniden ortaya çıkmasıydı fakat Fatih hernedense Erica’yı yeniden o halde-bazı yerlerinin simsiyah olduğu hali- görmek istemiyordu.Erica’nın acı çekmesini istemiyordu.Ama bir plan yapmazsa da kendisinin ölmesi içten bile değildi. Ne yapabilirim acaba?Ne yapmalıyım?Eğer gücüm olarak tabir edebileceğim o şeyi kullanırsam:Erica yanar.Fakat gücümü ya yakmak için değilde üzerimden atmakta bir enerji kaynağı olarak kullanırsam.Sadece atacağım yumruk için bir destek… Başka çaresi de yoktu.İçindeki enerjiye yoğunlamak için gözlerini kapattı.Zaten sabah,kalktığından beri hissettiği bir şeydi bu.Sonunda hissedecek kadar yoğunlaşınca sağ eline aktarmak için yoğunlaşmaya devam etti.Bu arada Erica’nın yüzü de iyice yaklaşmıştı kendisine,ayrıca da gözleri yine o hınç dolu rengi tam anlamıyla almıştı dünkü gibi… Hissettiği herşeyi sağ eline aktarmaya uğraşmış ve sağ eli biraz sızlayınca da Erica’nın alnının ortasını kendisine hedef bellemişti.Sağ elinin işaret parmağıyla Erica’nın alnına bir kere vurdu.Tahminine göre bunun onu baya bir uzağa fırlatması gerekiyordu ki zaten öyle de oldu.Erica,çatıya geldikleri kapının yanındaki duvara yapışmıştı.Sonra da yüzünü tutmaya başlamış aynı dün geceki gibi bir sağa bir sola yalpalamaya başlamıştı. İşte yine aynı şey oldu diye düşündü Fatih.Yine içindeki enerji, Erica’yı yakmış ve acı çekmesine neden olmuştu.Ayrıca yüzünün kar beyazı,solgun halini de simsiyah bir karanlığa sürüklemişti.“Galiba…”dedi kendi kendine,“Bu güç,düşündüğüm sınırları bile aşacak.”Üzülmesine rağmen gülümsedi. Aradan bir saat geçmesine rağmen Erica hala uyanmamıştı.Yüzü ise eski solgun halini alalı çok olmuştu.Ne müthiş bir iyileşme gücü diye düşündü Fatih.Yanmadan dolayı simsiyah olan derinin tamamının eski solgun halini alması sadece yarım saatte gerçekleşmişti.Bu,gerçekten inanılmazdı.Çok hızlı etki eden bir ilaç gibi… “Ben…nerdeyim?”Erica sonunda gözlerini açmıştı ve etrafına dik dik bakmaya başlamıştı.Sonunda Fatih’i farkedince duraksadı,“Bana vurdun değil mi?Hiçte centilmence değil.Hımpf!” “Bunu senden duymak istemiyorum!” “Senin suçun bu!Kanın çok lezzetli ve ayrıca eğer ölmezsen…kem…yani…şey…Boşver”deyip Başını önüne eğdi. “Umrumda mı sanıyorsun?”Fatih korksada yerde oturan Erica’ya kalkması için elini uzattı,Erica’sa bu eli hiç düşünmeden tutup kalktı.Ayrıca yüzüne de yapmacık bir gülümseme yerleştirdi. “Teşekkürler.Bu yaptığın iyiliğe karşı,merak ettiğin bir kaç şeyi sorabilirsin.” Fatih düşünmeye başladı.Bilmek istediği o kadar çok şey vardı ki. Vampirler hayır bu yer ve içindeki herşey hakkında,kendisinin neden buraya süreklendiği hakkında,en önemlisi de o sarı ışığın neden kendisinde oluşu ve etkisinin büyüklüğü hakkında…Ki bu sorulardanda en az yüz tane daha soru çıkarılabilirdi. “Ya da şöyle yapalım.Tek soru hakkın olsun.”Yüzüne az öncekine benzer ama daha doğal görünen bir gülümseme yayıldı.“Tabi kanını verirsen iş değişir.” “Haha,çok komiksin”dedi Fatih ve duraksadı, aklına Erica’nın az önce söylediği ,sen benim ilkimsin,sözü gelmişti..Bundan daha iyi bir soru olamazdı.“O zaman işte soru:Neden şimdiye kadar kan içmedin? Ve kanıma neden bu kadar ilgilisin? ” “İki soru etti,neyse.”Yüzüne muzip bir ifade yerleştirdi.“Şimdiye kadar hiç kan içmedim çünkü bu bana biraz iğrenç geliyordu.Hemde şey de var.Kurallar…İkinci soruya gelirsek nedenini bende bilmiyorum.Ama merak etmiyor da değilim.” “Hadi sınıfa gidelim” “Ama hala açım”Yüzünü somurttu.Fatih’se buna aldırmadan boş kurabiye kutusunu yerden aldı ve kapıya ilerleyip, kapıyı açtı,“Geliyor musun yoksa gelmiyor musun?”dedi.Erica’da getirdiği kutuları aceleyle topladı.Fatih’e sert bir bakış atıp,“Bunlar bozulursa günahı tamamen senin”dedi.Ardından da sınıfa ilerlemeye başladılar. “Evet,efendim.Kardeşiniz hala yaşıyor.” “Öyle mi?”Yağmur kahkahayı bastı.Karşısındaki Sora’ysa öne eğmiş,siz kazandınız der gibi yere bakıyordu.Yağmur bunu farketti.Ah şu hizmetkarlar!diye düşünüp derin bir iç çekti.Oturduğu koltukta kalktı ve Sora’nın yanına geldi. “Ee…noldu dün gece?” “B-Bilmiyorum,efendim” “Kimi kandırıyorsun sen!”Yağmur’un sesi yüksek ve otoriter çıkmıştı.Odadaki koltuklar ve masadaki tabak çanak,herşey duvara yapışmıştı.Sanki içeride hortum olmuş gibiydi.Sora’da bundan nasibini almış,dış kapıya doğru savrulmuştu.Bozuntuya vermeden yerden kalktı Sora.Başı hala önündeydi. “Ş-Şey…efendim”Bir kaç kere öksürüp boğazını temizledi,“Sadece bir ışık gördüm,sonra da vampirin yerde olduğunu…” “He,şöyle.Nasıl bir ışıkmış bu?” Sora aniden ağlamaya başladı.Yağmur ilk kez Sora’nın böyle ağladığını görüyordu.Bu onu hem meraklandırmış hemde endişelendirmişti. “Hatırlayamıyorum.Bir ışık gördüğümü hatırlıyorum fakat ne rengi ne de… başka özelliği hakkında hiç bir bilgim yok.S-Sanki gördüm ve göremedim.”Sağ eli titremeye ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Sora.“H-H-Hatırlamaya çalışınca korkuyorum,titriyorum ve ağlıyorum”dedi ve arkasındaki kapıyı açıp,hızla odadan ayrıldı. Bu da neydi böyle?diye düşündü Yağmur.O anda içeriye Alexis girdi.Sora’nın durumunu görmüş,koşa koşa Yağmur’un odasına gelmişti. “Ne işin var burda?Seni çağırdımı hatırlamıyorum.” “Sora,niye bu halde”dedi ve soluk alışverişinin eski haline dönmesini bekledi,“Aynı dünkü gibi…” Yağmur, aceleyle Alexis’in yanına geldi ve şaşırmış bir ses tonuyla,“Aynı dünkü gibi derken neyi kastetdin.”dedi. “Dün gece de Sora böyleydi.Ağlıyor,titriyor ayrıca da bir şeyler sayıklıyordu.” “Sayıklamaktan kastın nedir?” “Uykusunda yanıyorum ve sarı ışık gibi şeyler sayıklıyordu.” Sarı ışık mı? Bu da neyin nesi?diye düşündü Yağmur.Onun özel gücünün bir yansıması mıydı.Ya da özel gücünün gerçek hali miydi?İki seçenekte olabilirdi ki Sora’nın haline bakılırsa güçlü olduğu kesindi.“Neyse diye mırıldandı Yağmur kendi kendine.Sonra da Alexis’e döndü. “Sana son bir sorum var”dedi.Ses tonu oldukça tedtidkardı. “Buyrun,leydim”dedi Alexis. “Gece’nin bir saatinde Sora’nın odasında ne yapıyordun?” Alexis soruyu duyunca başını öne eğdi,sonraysa boncuk boncuk terlemeye başladı.“Şey…yani…şey işte canım.”Alexis ne diyeceğini bilemiyordu.Biri gelsin veya bişi olsunda kurtulayım diye dua etmeye başladı.O anda biri kapıyı çalıp içeri girdi. “Ben posta kulübündenim.Size mektup var”dedi ve mektubu Yağmur’a verdiği gibi odadan ayrıldı.Yağmur’sa mektubu incelemeye başladı.Alexis’e dönüp,“Gidebilirsin…fakat bir daha böyle sapıkça şeyler yapma.” “Hayır…şey…sadece izliyordum.”dediş ve hızla odadan ayrıldı Alexis. Yağmur’da elindeki mektubu incelemeye devam etti.Mektubun arkasında babasının kullandığı kurt figürlü mühür vardı.Ne zevksizce bir mühür diye düşündü Yağmur.Yine de dayanamayıp mektubu açtı. Sevgili kızım Yağmur Biliyorsun ki iki hafta sonra veli toplantısı var.Bu vesileyle hem ‘Monster Academy’sinin şuanki durumunu,orda bulunan canavarları,senin hizmetkarlarının gücünü ve kardeşinin şu iki haftada ne kadar geliştiğini kontrol etmek istiyorum.He doğru ya annende geliyor.Bunu yazmamın sebebine gelirsek;Fatih’i bu iki hafta içinde çok fazla zor duruma düşürmeni,potansiyelinin açığa çıkmasını sağlamanı istiyorum.Ölmesini umursama!Ölürse zaten ailemize yakışmıyor demektir.Yani senden sadece abinin sana yaptığını Fatih’e yapmanı bekliyoruz.Bol şanslar! Baban “Hımm…Acaba ilk ne yapsam”Gülmeye başladı. 3.BÖLÜM 3.BÖLÜM “Fatih,Fatih…Fatih!”Fatih yüzünü ona seslenen öğretmene döndü.Öğretmen sinirden kıpkırmızı kesilmiş,eli ayağı titrer bir vaziyete gelmişti.“Dersimde uyuma!” Söylemesi kolay! Fatih,geçen üç ders boyunca yurttaki durumundan kurtulma yollarını aramış,elindeyse sadece düşünürken harcadığı boşa giden zamanlar kalmıştı.Şimdiyse son derse gelinmiş,yani düşünecek zamanı kalmamıştı.Hemen bir şeyler bulmazsa bu gece bir vampirin akşam yemeği olması içten bile değildi.Buna rağmen öğretmen geliyor ve Fatih’i azalıyordu.Sanki suç Fatih’inmiş gibi… “Şey…efendim.O biraz hasta da.”Konuşan Erica’ydı.Başını öne eğmiş ve iki eliyle yüzünü kapatmıştı.Sanki bir şeye üzülmüş gibi duruyordu.“Dün gece pencereyi açık bıraktım ve kapatmayı da unutmuşum.Yani hasta olması benim hatam.”Ağlıyormuş gibi hıçkırmaya başladı. Ne güzel bir oyunculuk örneği.Daha dün beni ham yapmaya çalışmasa 200 IQ’lu olan ben bile inanırım.Melek yüzlü şeytan seni! Öğretmende sanki ağlıyormuş gibi gömleğinin cebinden çıkardığı bir bezle gözlerini silmeye başladı.“Kıyamam ben sana.Kendini suçlu mu hissediyorsun yoksa?” “Evet”dedi Erica ağlamaklı bir ses tonuyla. Fatih’se bu güzel oyunculuk ve öğretmenin fırsatçılığıyla,bu durumdan en güzel şekilde faydalanma gayretini soluksuz izliyordu.İzlemeye değer bir durumdu çünkü. Bu durum bir süre daha devam etti.En sonunda öğretmen,daha ne kadar faydalanabilirim bu durumdan diye düşünmüş olacak ki hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.“İşte”dedi kendi kendi Fatih,“Dersten kurtulmanın yolunu buldum.” “Öğretmenim size daha fazla üzmeden revire uğrayayım” “Elbette”dedi öğretmen zorla.Fatih’se çantasını çoktan toplamış,ve kapıya varmıştı bile.Tam kapıyı açaçaktı ki arkasından gelen birinin ayak sesini işitti.Zaten duyu organlarındaki gelişme en ufak sesi bile farkediyordu.Arkasına baktığında şeytanı gördü.Gelen Erica’dan başkası değildi! “Öğretmenim bende yardım edeyim”Sesi hala ağlamaklı çıkıyordu.“Hasta birini yalnız göndermek olmaz.” Fatih,düşünmeden yaptığı bu iş yüzünden kendisine lanet okudu.Eğer öğretmen izin verirse Erica’yla yalnız kalması içten bile değildi.O yalnızlık anında da Erica’nın boş durmayacağı belliydi.Fatih,geçen iki seferde bunu çok iyi anlamıştı. “Tabi,doğru söylüyorsun.Onunla git sende”Bunu duyan Erica hemen Fatih’in koluna girdi.Erica’nın yüz ifadesi hala ağlamaklıydı fakat Fatih onun içten içten güldüğüne bahse girebilirdi. Her ikiside sınıfı yavaş adımlarla terkettiler.Sınıftan ayrıldıkları anda Fatih,Erica’nın kolundan kendi kolunu kurtardı.Sonra da onu suçlarcasına ona baktı. “B-Bunu n-neden y-y-yaptın”diye kekeledi Fatih. Erica’nın o güzel ve büyüleyici yüzünün yanında birde ağalamaklı ifadesi onu daha da çekici yapmıştı.Karşı koymak neredeyse imkansızdı.İşte bir vampirin avına yaklaşma şekli! diye düşündü Fatih.Sınıftan çıkmalarına ve oyunlarının tutmasına rağmen hüzünlü ifadesi devam ediyordu Erica’nın. “Ee…h-hala neden bu h-h-haldesin?” Erica,bu soruyu bekliyormuşcasına dudaklarını büzdü ve Fatih’e biraz daha yaklaştı.Ve aniden koluna girdi.Ardındansa gülmeye başladı,“Hadi ama.Oyunculuğumdan etkilenmediğini söyleme bana” Fatih,başını başka bir tarafa döndürdü.Yüzü kızarmıştı ve bunun Erica tarafından görülmesini istemiyordu. “Zaten tek yeteneğinde o.Milleti güzelliğinle kandırıp duygularıyla kendine bir oyun sahnesi oluşturmak.Kim bilir kaç kişiye zarar verdin bu yolla…” Erica,Fatih’in kolunu bıraktı.Arkasını dönüp gitmeye başladı.Biraz sonrada gözden kayboldu.Fatih,onu gözden kaybolana kadar izlemişti.“Acaba çok mu ağır şeyler söyledim ona?”dedi kendi kendine Fatih.Sonra da herneyse diye düşünüp omuz silkti.Böyle şeylere ayıracak vakti yoktu. “Efendim,istediğiniz belgeleri getirdim.” “Tamam.Sora şimdi çıkabilirsin.”dedi Yağmur.Fakat Sora bir milim bile kıpırdamadı.“Çıkabilirsin dedim!” Sora hızla arkasını döndü ve kapıya yavaş adımlarla yürümeye başladı ki normalde hızla çıkardı bu odadan.Yağmur’da bir tuhaflık olduğunu sezdi. “Noldu? Bir sorun mu var?”Yağmur’un dediğini duyduğunda duraksadı Sora. “Neden okul ve çevresindeki tehlikeli canavarlar hakkında bilgi istediniz anlamadım.”Hala Yağmur’a arkası dönüktü. Yağmur elindeki bir tomar kağıdı masanın üzerine bırakıp Sora’nın yanına doğru yürüdü.Ona arkadan sarıldı ve kulağına eğilip,“Aptal kardeşimin başına aptalca sorunlar açmak istiyorum”dedi. Sora,Yağmur’un kendisine bu kadar yakınlaşması hatta kimselerin olmadığı bir oda da kulağına fısıldaması nedeniyle tedirgin oldu.Yine de bozuntuya vermeden kendini Yağmur’un kollarından kurtardı ve hızla odadan ayrıldı.Yağmur,Sora odadan çıktıktan sonra masadaki bir pilot kalemi duvara fırlattı. “Kendi hizmetkarlarıma hesap veriyorum.Lanet olsun! “dedi kendi kendine.Ses tonu oldukça tehtidkardı.Sonraysa omuz silkip evrakları incelemeye koyuldu. Evraklara göre okulda birkaç belalı canavar, birde uğraşılmayacak derece güçlü ultra belalı bir canavar mevcuttu. Okul çevresinin yakınlarında katil canavarlar görülmüştü. Mevcudu tahmini üç ila beş kişi arasındaydı.İlk sınav için mükemmel bir seçimdi. “Alexis.Çık ortaya” “Demek yine fark ettin”dedi ve kendini en yakındaki koltuğa attı.“Ee…ne istemiştin” Yağmur,katillerle ilgili olan evrağı Alexis’e uzattı.Sonra da eliyle okuması için işaret edip sonuna kadar okumasını bekledi.Alexis’in gözleri okudukça açılıyordu ki son sayfasına geldiğinde gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Sakın…söyleme”Yutkundu. “Nedense hala buralarda olduklarını hissediyorum.Git bir araştır çevreyi.”donuk bir sesle söylemişti. “Peki benden isteğin nedir”Gözleri hala faltaşı gibi açıktı“Hepsini öldürüp kahraman olmamı mı?” “Hayır,senden yerlerini bulmanı ve kardeşimi onların olduğu yere götürüp,sıvışmanı istiyorum.” Alexis şaşırmıştı.Evet,Yağmur gaddardı ama…Bu onun öz be kardeşiydi nasıl böyle bir şeyi bu kadar kolay söyleyebilirdi.Ayrıca böyle bir şey derken nasıl hala soğukkanlı durabilirdi? Belki de ona aşık olmamın nedeni bu gaddarca tavırlarıdır diye düşündü ve o anda bu düşünceyi kafasından attı.Eğer ona aşık olduğunu bilseydi,Yağmur kendisini öldürürdü. “Sanırım,tek seçeneğim bu.”Kendini gülmeye zorladı. “Eskiden beri seçeğin varmıydı ki zaten.”Dedi yağmur yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirerek,“Ve gelecekte de olacağını sanmıyorum.” Alexis başını öne eğdi ve ayağa kalktı.Bir an Yağmur’un yüzüne şaka mı yapıyor acaba?diye baktı ama yüz ifadesi aynıydı.Bu da şaka yapmadığının göstergesiydi.Geleceği için endişelensede yavaş adımlarla odadan çıktı. Saat gecenin dokuzu olmuştu ki bu da herkesin yurttaki odasına çıkması gereken en son saatti. Fatih,odaya girerken iç çekti.Geceyi bir vampirle geçirme düşüncesi onu,bütün gün yiyip bitirmişti.Ve muhtemelen birazdan bu deyimin gerçek anlamını öğrenecekti.Bunun olmaması için dua etti Fatih. Odaya girdiğinde burnuna güzel yemek kokuları gelmeye başladı.Sanki bu annesinin yaptığı yemeklerin kokularına benziyordu.Belki de annesi bu cehenneme sırf onun için gelmişti.Hemen bir ümitle odadaki küçük mutfağa koştu.Karşısındakiyse önlük takmış ve yemek yapmakla meşgul olan Erica duruyordu. Erica,Fatih’in odaya girdiğini hissedince hafif irkilmiş numarası yaptı.Sanki geldiğini yeni fark ediyormuşçasına.Aslında koridorda Fatih’in kokusunu aldığından beri geldiğinden haberdardı. Elini bir beze sildi ve arkasını döndü. “Hoş geldin, kocacığım.”dedi tatlı bir sesle. “Hoşbul-Ne!?”Başını anlamamış gibi iki ana salladı.“Ne dedin,anlamadım.” “Hoş geldin, kocacığım dedim.”Üzerindeki önlüğü de çıkarıp Fatih’e yaklaştı.“Tuhaf mı yoksa?” “Yo,değil.Yoldan geçen herkese kocacığım diyebilirsin.”dediği gibi odada çıktı.Delicesine kapının üzerindeki ve elindeki anahtarın üzerindeki numarayı kontrol etmeye başladı.Bir süre daha devam ettikten sonra,“Salak gibi ne yapıyorum?” dedi kendi kendine.Ardındansa beyaz, paslı kapının kulbunu çevirip içeri girdi. Odanın ortasına iki sandalye ve bir masa yerleştirilmişti. Masanın üzerinde pembe bir örtü, örtününde üstündeyse iki tabak, iki kaşık ve iki çatal yerleştirilmişti. “Hadi otur.Senin için yemek yaptım.”Gülümsedi.“Hadisene,ko-ca-cı-ğım…” Hiç itiraz etmeden sandalyeye oturdu Fatih.Hem şaşırmış hem de alaya alındığını düşünerek kızmıştı. Bu kızın derdi ne böyle? “Şu şakaya bir son verir misin?”Yüzünü buruşturdu.“Abarttın ama…” “Şaka mı dedin?”dedi yemekleri koyarken,“Şaka yaptığımı da kim söyledi” O anda kapı çaldı.Fatih elindeki kaşığı masaya bırakıp,Erica’ya doğru şaka mı yapıyor der gibi baktı.Sonra da omuz silkip masadan kalktı. Kapıyı açtığında şimdiye kadar hiç görmediği biri duruyordu karşısında.Kapıdaki siyah saçlı,siyah gözlü ve orta boylarda biriydi. Fatih birkaç adım geriledi.Bu da kendisine zarar verecek bir canavar olabilirdi ki canavarlarla dolu bir okulda tek insan olarak bu davranışının normal olduğunu düşündü.Sonraysa normal bir insanın yapamayacağı bir şey yaptığını,bir vampiri yaktığını anımsayıp normal kelimesini aklından sildi. Fatih’in kapıyı açınca gerileyip bir tür savunma pozisyonu aldığını gören çocuk,elleriyle sorun yok der gibi işaret yaptı.Bunu gören Fatih,biraz rahatladı fakat yine de araya biraz mesafe koydu. “Ben Alexis ANDRO”dedi ve karşısındakini inceleme başladı.Fakat biraz şaşırdı.Karşısındakinin Yağmur’un kardeşi olmasına rağmen o ezici baskı ve enerjiyi ondan hissedememesi Alexis’i şaşırttı.Bu çocuk gerçekten güçlü müydü?Hemen bu soruyu aklından çıkardı.Sonuçta hiç ağladığını görmediği duygusuz Sora’yı ağlatabilmişti. “Ama siz bana Alexis diye seslenebilirsiniz.” “Evet bende Fatih BOZKURT” Alexis bu soyadını duyunca biraz irkildi.İki yıldır sürekli bu soyadını duymuş olsada hala korkmasına veya tedirgin olmasına neden oluyordu bu soyadı. “Neden geldiniz,bir şey mi oldu?” “Evet.Şey…Benle gelmeniz gerek.” Fatih,gecenin bir yarısı gelipte onunla gelmesini isteyen bu yabancıyı süzmeye başladı.Bu kadar önemli olan neydi ki gecenin bir yarısı onu çağırıyordu.Hem bu şüpheli tavırlar da neyin nesiydi? “Öğrenci konseyinden bir emir de denebilir,aslında.” O ana kadar yemek yemekle meşgul olan Erica, ‘Öğrenci Konseyi’ lafını duyunca yerinden fırladı ve bağırdı.“Öğrenci konseyi mi!”Hafifçe öksürdü. “Öğrenci konseyi ne oluyor?”Fatih şaşkınlık içerisindeydi. “Okul yönetiminde söz sahibi üç gruptan biri…” “Sakın öğrencilerden oluştuğunu söylemeyin bana” “Evet.Ve başkanları da-” O anda Alexis dikkat çekmek için birkaç kez öksürdü.Sonra da ellerini birbirine çırpıp dikkatlerini üzerine çekti. “Zamanım kısıtlı.Lütfen beni takip edin.”Parmağıyla Fatih’i gösterdi.Fatih’se arkasına baktı ve tekrar önüne dönüp,“Ben mi?”dedi. “Evet” Erica,“Ya ben?” dedi.Ses tonu, lafının kesilmesi ve görmezden gelinmesine karşı duyduğu rahatsızlığı açıkça belli ediyordu. Bunun üzerine Alexis derin bir çekti ve başını eğip,“Sana gerek yok.”dedi. “Karısı olarak, bu benim görevim.” Fatih, bunu duyduğunda yumruğunu biraz sıktı.İçinden hala bu espriyi mi yapıyorsun? dedi ve arkasına sert bir bakış attı.Etkisi olmadığını anlayınca da derin bir of çekti. Laf dalaşına girmeye vakti olmayan Alexis’se omuz silkip,boğazını temizledi.Ardından da“Herneyse,ikinizde gelin o zaman.”dedi ve eliyle beni takip edin işareti yaptı.Fatih,hiç düşünmeden yeni tanıştığı ve tehlikeli olup olmadığını bile bilmediği bu çocuğu takip etmeye başladı. İlk önce bulundukları yurttan sonraysa okul arazisinin en son kısmı olan okulun sürgülü büyük dış kapısından dışarı çıktılar.Okul arazisinin dışına çıkınca Fatih’i merakla karışık bir tedirginlik duygusu kapladı. En sonunda da merak duygusuna yenildi ve yavaşladı.Bunu fark eden Alexis Ne var? der gibi arkasına baktı. Fatih, “Nereye gidiyoruz?” dedi.Alexis,hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti.Sadece beni takip et der gibi kolunu salladı. Sizi ölüme götürüyorum,diyemezdi çünkü.Bu durumda en iyi seçenek susmak ve hedefe sessizce ilerlemekti.Susmasının bir diğer nedeni de mahzen taraflarını incelerken ve suçluları bulmaya çalışırken,suçluların o pis ve öldürücü aurasını hissetmiş olmasıydı.Ses çıkarıpta gece gezisine çıkmış bir suçluya rastlamak istemiyordu Alexis. Fatih’se bu durumdan hiç memnun değildi.Canavarların kol gezdiği bir okulda ki ne kadar tehlikeli olduğunu bile bilmediği bir canavarı takip ediyordu.Belki de onu öldürecekti! Adımlarını biraz hızlandırdı ve Erica’yla aynı hizada yürümeye başladı.Ayrıca ona yalvaran bakışlarda atmaya başlamıştı.Erica’ysa bu bakışlara gülerek karşılık veriyor,ara ara Erkeksin değil mi?,diye kulağına fısıldıyordu. Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra Alexis, arkasını dönüp,“Sonunda,gelebildik.”dedi. Fatih,başını yukarı kaldırıp,etrafına bir bakış attı.Sağında ve solunda ağaçlar;her ağacın üstlerinde hem ses çıkaran hemde ışık saçan böcekler bulunmaktaydı.Yer yer kurt ulumaları da duyulmaktaydı.Önünde ise bir kulübe büyüklüğünde,duvarları taştan bir yapı görünmekteydi.Gerçekten küçük bir yermiş gibi duruyordu.Ta ki kapı açılana kadar… Kapı açıldığında aşağı doğru inen merdivenler gün yüzüne çıktı.Alexis merdivenlere doğru yürüyüp,arkasına elini salladı.Diğer deyişle,beni takip edin dedi.Az önceki gibi Alexis’i takip etmeye devam ettiler. Merdivenleri inerken göz gözü görmüyordu.Hatta Fatih,basamaklar arası boşlukları yaklaşık olarak hesaplamak zorunda kalmış ve Alexis’in basamakları iniş sesine göre kendini ayarlamak zorunda kalmıştı. Ne olur, şu merdivenler çabuk bitsin diye iç çekti Fatih. Ne oluuuur! Biraz süre daha devam ettikten sonra önündeki Alexis’in çıkardığı ses artık duyulamaz hale gelmişti.Bu da merdivenlerin sonu bittiğine işaretti.Bir basamak daha inince merdivenin sonuna ulaştı Fatih. İlk önce basamaklarda kayıp düşmediğine şükretti,sonraysa kendisine bunları yaşatan başta anne ve babası olmak üzere herkese lanet okudu. Alexis,“Şimdi…hızlı ve sessizce beni takip edin.”dedi.Sonra da tekrar arkasına dönerek Fatih’e doğru bir bakış atarak,“Sessizce diyorum,anlıyorsunuzdur umarım?”dedi.Fatih’se kendisine yapılan bu uyarıya bozuldu ama yine de kafasını aşağı yukarı salladı ve etrafa bir bakış attı. İlerlemeye ve dolambaçlı yolları bir bir geçmeye başladılar.Bu yer kasvetli,zifiri karanlık olmakla birlikte, ayrıca da labirent gibi bir düzende inşa edilmişti.Yani Alexis’i kaybederlerse geri dönüş yolunu bulmaları oldukça zordu.Bu yüzden hayatı buna bağlıymış gibi önündekini izliyordu Fatih. Nitekim bu çok uzun sürmedi.Bir süre sonra önündeki Alexis gözden kaybolmuş,zaten zorla duyulan ayak sesleriyse artık duyulamaz hale gelmişti.Bunun üzerine Fatih duraksadı,Erica’da bu ani durakmasa karşısında kendini durduramayıp Fatih’e çarptı. “Duracağın zaman en azından haber versen diyorum?”Oldukça sessiz konuşmuştu,“Neden durdun,peki?” “Onu gözden kaybettim” Erica kendi toparlayıp Fatih’n yanına geldi.Teselli verir gibi elini Fatih’in omzuna koydu ve“İlerde bir şeyler hissediyorum,hadi gidip bir göz atalım”dedi. Fatih omzundaki eli bir kenara iterek,“İçim çok rahatladı” dedi ve yürümeye devam etti“Yolu göster,hadi” Erica sessizce kıkırdadı.Ardından da fatih’in önüne geçerek yürümeye başladı.Hiçte hoş şeyler hissetmiyordu…. Biraz daha ilerleyince diğer koridorlara nazaran daha aydınlık bir koridora çıktılar.Koridorun iki yanında da her elli metrede bir yanan meşaleler bulunmaktaydı.Fatih ve Erica bu meşalelere aldırmadan koridorun sonundaki içeriden seslerin geldiği büyük bir kapının yanına kadar ilerlediler. “Napalım,girelim mi?”Erica gülmüştü. Buraya kadar gelinipte geri dönmek olur muydu? “Tamam”dedi Fatih yutkunarak“Girelim hadi…” Erica,kapıyı ittirdi.Kapı yüksek sesli bir gıcırtı ile açıldı.Ve ikisi de içeri girdiler. Oda kocaman,kasvetli ve rutubetli,ayrıca da yer yer kan lekelerinin olduğu bir odaydı.Odanın ortasında hala yanmakta olan bir ateş ve bu ateşin etrafına dizilmiş,izbandut gibi 4 adam vardı.Saçları siyah ve karışık,sakallarıysa uzun ve karmakarışıktı.Gözleri aç bir ayı gibi bakıyor,kendileriniyse bir av gibi süzüyordu. İki tarafta şaşkınlıktan bir an küçük dillerini yuttu.Sadece bakışıyor,birbirlerini süzüyorlardı.Fatih’se birkaç adım gerilemiş,Erica’da ondan çok farklı bir durumda değildi. “Bak,bak,bak…Kimler gelmiş”Aralarından biri oturduğu yerden kalktı.Sesi kalındı.Görünüşü diğer üçünden daha çok tarzanı andırıyordu.En azından Tarzan varsa içlerinde en çok bu adama benzerdi. “Kızı yakalayın.Diğerini…öldürün gitsin” Diğer üçüde yerinden kalktı.Fatih’in ve Erica’nın bulunduğu yere-kapıya doğru-koşmaya başladı. Erica hemen Fatih’in elinden tutup koşmaya çalıştı.Fakat bir sorun vardı.Fatih hareketsizdi.Sanki buz kesmişti.Korkudan gözleri faltaşı gibi açılmış,yerinden fırlayacak durumdaydı. “Fatih,Fatih,Fatihhhh!!!”Erica bağırınca Fatih kendine geldi.Hemen dönüp kaçmaya çalıştı ama aralarından biri ona saldırdı.Erica’da Fatih’in önüne geçip saldırıyı engelledi.O fırsatı değerlendiren Fatih odadan kaçtı.Tek başına… Fatih,koridorda delicesine koşuyor,uzaklaşabildiği kadar uzaklaşmak istiyordu.Yoksa ölecekti,bu kesindi. Bir süre daha koştuktan sonra bir kız çığlığı duymasıyla durması bir oldu.Bu çığlık Erica’dan başkasına ait değildi.İşte o zaman Fatih Erica’nın yanında olmadığını ve yakalandığını fark etti. “Şu kaçan elemanı da yakalayalım mı,patron?”dedi Fatih’e saldıran adam.Bu lafın ardından Erica’ya da yiyecekmiş gibi bakmaya başlamıştı. “Lüzumu yok.Burdan kurtulsa bile bizi ispiyonlayacak kadar cesur olduğunu sanmıyorum”Yüzüne pisçe bir gülümse yerleştirdi.“Ki buraya ilk gelişiyse vay haline.”Kahkayı bastı ve Erica’ya doğru döndü. Erica korkmasına rağmen yumruklarını havaya kaldırdı.Sonuçta kendisi safka bir vampirdi.Böyle nedüğü belirsiz birkaç canavara yem olamazdı.En azından öyle düşünüyordu. “Şu çocuk seni bize emanet etti gibi görünüyor”Yüzünü diğer üçüne doğru döndü.“Bizde emanete hıyanet olmaz,değil mi çocuklar?” Sesinde soru sorar bir ifadeden çok kendisinin tasdiklenmesini ister bir ifade vardı. “Öyle,patron” “Kesinlikle öyle” “Aynen,katılıyorum” Patronlarını tasdikleyip onun yüz ifadesine benzer bir yüz ifadesine büründüler.Pis bir gülüş…. Erica’ysa bu olanlar yüzünden iyicene korktu.Kendisine ne olacaktı şimdi? Aniden aklına bir fikir geldi. “S-siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?Sesi korktuğunu belli eder,titrek bir tonda çıkmıştı. “Kim olursan ol,önemli değil,”patron yine kahkahayı bastı.Erica’nın bu kaçamak cevapları onu oldukça eğlendiriyordu,anlaşılan. “B-ben Rose ailesinin prensesi Erica ROSE’um!!” Bir anlık gülüşmeler kesildi.Kimse böyle bir cevabı beklemiyordu.işte o zaman Erica bir çıkış yolu bulduğunu hissetti.Bunun üzerine gitmeye devam etmeliydi. “E-evet.Ben Rose ailesinin sonraki başı ve şuanki prensesi Erica ROSE’um” “Şansa bak.Demekki bir soyluyla karşı karşıyayız.Hemde azımsanmayacak bir soylu.”Yüzü yine eski haline döndü“O zaman bir soylu işkence edilirken nasıl bir ses çıkarıyormuş,görelim.Yakalayın!” Emri duyan üçü hemen Erica’nın üzerine çullandı.Erica çaresizce birkaç yumruk atma girişiminde bulunsa da yakalandı.Üç heriften biri Erica’nın elinin bağlayıp kapının yanında çiviye gidip astı.Sonra da ayağını bağladı. Erica direnmeye çalışsa da bunlar sadece üçlüyü daha fazla güldürmekten başka bir işe yaramadı.Patronsa eline bıçak alıp Erica’nın önüne geldi. “Bu bıçakla derini mi yüzsem,napsam?”demesiyle Erica’nın koluna koluna derin bir çizik attı.Erica’ysa bütün oda ve koridorlarda duyulabilecek bir çığlık attı. “Ahhhh!!” “Bu…bu Erica’nın çığlığı mıydı?” dedi kendi kendine Fatih.Ve bu soruyu da yine kendi cevapladı.“Tabi ki onundu.” Çığlıktan sonra etrafını daha bir dikkatle izlemeye başladı.Önünde sonu görünmeyen bir koridor uzanıyordu.Koridor merdivenlere göre biraz daha aydınlık olsa da hala önünü görmek epey zordu. Etrafına bir bakış daha atıp kimsenin gelmediğine emin olduktan sonra yanındaki duvara sırtını yasladı.Nasıl olmuştu da bütün bu kötü şeyler başına gelmişti?Neden başına gelmişti?Fatih,bu tür soruların kendisine hiçbir fayda sağlamayacağını anlayıp,bu soruları aklından uzaklaştırdı.Şu an tek bir soru önemliydi oda: “Ne yapacağıydı.” Önünde üç seçeneği vardı: -Buraya uzanıp,hiçbir şeyi umursamamak ve çürüyüp yok olmak. -Hayatta kalmak için bu labirent gibi yerde yürüyüp yolu bulmaya çalışmak.Sonunda bulamazsa açlık ve susuzluktan ölmek ve çürüyüp gitmek -Haydutların karşısına çıkıp erkekçe dövüşmek ve sonunda ölmek. Fatih,tek seçenek ölmekse neden yaşamak için niye çaba harcayayım ki diye düşündü ve gözlerini kapattı.Şu son iki gün içerisinde en huzurlu anıydı bu an. “Ne ironik.”dedi kendi kendine,“ölüme en yakın olduğum bu anın iki gündür en huzurlu anım olması…” Sakinleştiğini hissediyordu Fatih.Yeniden gözlerini açtı.Karanlığa bir bakış attı.Sanki ölüme ‘gel ve beni al’ diyordu.Artık bu dünyayı ve hiçbir şeyi umursamıyordu.Ne annesini,babasını,kardeşini,abisini,ablasını ne de dünyevi hiçbir şeyi…Evet şuanda onun için hiçbir şey yoktu. Yeniden gözlerini kapattığında aklında bir kız resmi belirmeye başladı.Bu resimdeki kız Erica’dan başkası değildi.Bir an sonraysa o Erica’nın içler acısı çığlığını hatırladı.Hemen gözlerini açtı. Neden ölürken bile bu kızı görmek zorundayım? Diye düşündü ve güldü.Aklına şimdide Erica’nın az önce onu kurtarmak için haydutların önüne korkusuzca(belki tamamen değil) atladığı gelmişti. “Galiba,üçüncü yol en kolay ölüm”dedi ve histerik bir şekilde kahkaha attı.Ardındansa iki kez kullandığı sarı ışıklı şeyi yeniden kullanabilmeyi umarak ayağa kalktı.Haydutların iğrenç auralarını takip ederek koridorda ilerlemeye başladı. Ölecekse savaşarak ölecekti.Uyuyarak ya da sıçanlara akşam yemeği olarak ölmek hiçte havalı durmuyordu sonuçta… Yağmur esnedi.Gecenin bir yarısında Alexis tarafından çağrılmıştı ki hemen üzerine birkaç parça bir şey alıp okulun öğrenci konseyi için tedarik etmiş olduğu odaya gitmişti.Fakat kendisini çağıran Alexis beyler hala teşrif ortalıkta görünmüyordu. Birkaç dakika gibi kısa bir süre sonra kapı çaldı ve içeri Alexis girdi.Alexis,kafasını kaldırdığında Yağmur’un geceliğinin üzerine giydiği mavi bluzü gördü.Hayallerinin kadının karşısında böyle bir halde durması ilk önce Alexis’i biraz utandırdı.Sonraysa boğazını temizleyip,kendini toparladı. “Efendim.Dediğiniz gibi katilleri buldum ve kardeşinizi aralarına bıraktım.Onunla beraber…”lafını devam ettiremedi “O kim oluyor?”Sesinde tereddütle karşık bir kızgınlık vardı Yağmur’un. “O-o vampir…” Yağmur,elini çenesine koydu.Böyle bir şeyin olacağını beklemiyordu.Yine de sonucu çok fazla etkilemezdi.safkan bir vampir çok güçlü olmasına rağmen Erica hala deneyimsiz ve güçsüzdü.En azından Yağmur şu iki haftadır ondan hiçbir güç hissetmemişti.Belki de bu olay onun potansiyelini açığa çıkarabilirdi. Yağmur Alexis’e dönüp oturmasını işaret etti. “Ayrıntıları anlat.” Alexis haydutlarını nasıl bulduğunu ve Fatih’le Erica’yı nasıl orada tek başlarına bıraktığını en ince ayrıntısına kadar anlattı.Fatih’in kaçtığını ve labirentte kaybolduğunu da eklemeyi unutmadı. Son anlatılanlar Yağmu’u epey şaşırttı.Demek Fatih katil canavarları görür görmez kaçmıştı.Ve o korkuyla labirentin derinliklerine dalmıştı. Yağmur,“Bu efsane de burada biter.”dedi gülümseyerek“Bana bir bardak yeşil çay getir.” Alexis’se Yağmur’un üzerine bakıp kıpkırmızı kesilmemek için başını öne eğdi ve o şekilde,“Emredersiniz”deyip hızla odadan çıktı. “Galiba babam onu fazla abartmış.”Yağmur’un gözleri gururla parlıyordu şimdi… Fatih,hızla Erica ve haydutların, çığlık ve kahkalarının olduğu yere doğru koşuyordu.O kadar yakınlaşmıştı ki haydutlardan yayılan o iğrenç aura artık midesini bulandırmaya bile başladı… Odanın kapısından hızla içeri girdiğinde,Fatih kusmamak için ağzını tuttu.Erica duvarda kanlar içerisinde asılı duruyordu.Haydutlarsa ellerindeki bıçakları uzaktan, dart oynar gibi Erica’ya fırlatıyordu. Aynı anda oluşan kusma hissi yerini öfke ve kızgınlığa bıraktı.Fatih o kadar sinirlenmişti ki elleri titremeye başlamıştı. Kapıdaki kişiyi fark eden haydutlar hiç istiflerini bozmadan oyuncaklarıyla-Erica’yla- oynamaya devam ettiler.Aralarında sadece patronlarının yüz ifadesi değişti.Karşısındaki az önceki korkak velede hiç benzemiyordu… Çocuğu yeniden bir inceleyince aklına eskiden ölümüne dövüştüğü ve hiçbir şey yapamadan yenildiği o adamın yüz ifadesi ve son sözleri geldi. -Yaptığın her hata seni ölümüne bir adım daha yaklaştırır… Fatih,oradaki bu vahşeti meydana getiren dört hayduta kızgındı fakat en çokta onu korumaya çalışırken yakalanan Erica’yı önemsemeden kaçan kendisine kızgındı.Ne pahasına olursa olsun onu kurtarmalıydı.İşte o anda içinde kıpırdanan bir şeyler hissetti. Tam olarak ne olduğunu bilmiyordu ama güç akışını hissedebiliyordu.Bir şeyler oluyordu…Göz kapakları yavaş yavaş kapanıyor;kızgınlığı,korkusu ve bütün endişeleri yerini bir ölüm sakinliğine bırakıyordu.Ve o an bir adım attı… Üç haydut Fatih’e aldırmadan dart oynamaya devam ettiler.Hatta birbirleriyle ilk kim göbek deliğini vuracak diye bir bahse bile girmişlerdi. Patronlarıysa Fatih’in bir adım attığını görüp irkildi ve birkaç adım geriledi.Karşısındaki öncekine nazaran daha tehditkar bir aura yaymaya başlamış ve yüzüne de ifadesiz bir yüz ifadesi-poker face yüz ifadesi- koymuştu.Adeta avına saldırmaya hazırlanan bir aslan gibiydi! Haydut elindeki bıçağı Erica’ya atmak için kaldırdığında,Fatih bir anda ortadan kayboldu.Tam bıçağı fırlatırkende haydutun kolu omzundan düştü.Omzunun eklem bölgesinden kanlar boşalmaya başlamıştı.Ayrıca yere düşen kolda yanıyordu.Sarı bir ışıkla… Daha ne olduğunu anlayamadan diğer bir haydutun kafası koptu,diğerininde bedenini sarı bir ışık sardı ve onu yakmaya başladı.Patron diğer 3’lü gibi ne olduğunu anlayamamıştı.Lakin anladığı bir şey vardı:Pandoranın kutusunu açmıştı! Patron birkaç adım gerileyip kıç üstü yere düşmüş,elini de kaldırmış,“L-Lütfen…beni…öldürme”diyerek yalvaran bakışlarla Fatih’e doğru bakmaya başlamıştı.Gördüğüyse bir an düşünmeden kendisini öldürebileceğini söyleyen ciddi bakışlardı! Bir an patronun acınası haline odaklanan Fatih arkasına dönüp Erica’nın asılı olduğu yere doğru yürüdü ve vücudundaki dört bıçağı çıkarıp,bıçaklardan biriryle el ve ayak bileklerindeki ipleri kesti.Ardındanda duvara yasladı.Erica’da gözlerini yarım yamalak açabilmişti.Ağzını oynatıyordu ama sesi çıkmıyordu. Sanki bir şeyler söylemek istiyor gibiydi.Fakat Fatih sağ işaret parmağını Erica’nın dudağına doğru gezdirip,“Sus” dedi.Sesi oldukça tehtidkardı. Daha sonraysa Erica’ya biraz yaklaşıp ona sarıldı.Erica’nın başını koyduğu omzunu biraz açık bırakmıştı. “Sadece ölmemen için izin veriyorum.Kanımı emebilirsin” Bunu duyan Erica dişlerini Fatih’in derisine soktu ve bir karadeliğin gezegenleri yutması gibi yavaş yavaş içine çekti.Bir kaç dakika içinde de içmeyi bıraktı. Fatih’te emmeyi bırakan Erica’yı yeniden duvara yasladı ve arkasına doğru döndü. “Şu ipleri getir bana.” Zaten korkudan altına yapacak olan patron masanın üzerindeki ipleri getirdi.Fatih’se sert hareketlerle patronun ellerini arkadan bağladı.Sonraysa ayaklarını bağlayıp odanın diğer köşesindeki demir borulara bağladı patronu. Sonrada yeniden Erica’nın yanına dönüp duvara yaslandı.Vücudu ağırlaşmaya ve göz kapakları kapanmaya başlamıştı bile. “Geç…iktin..,ap…tal”Erica’nın sesi titriyor ve zoraki konuşabiliyordu.Acaba kaç saate iyileşir?diye düşündü Fatih.Bu arada göz kapakları neredeyse tamamen kapanmıştı. Hala devam eden haydutların çığlıklarına ve yerde kıvranmalarına rağmen Fatih gözlerini tamamen yummuş ve kendini uykuya teslim etmişti. Aradan birkaç saat geçtikten sonra Erica gözlerini açmıştı.Üzerindeki yaralar tamamen iyileşmiş,geriye sadece giysisinin delik deşik hali kalmıştı.Bu haliyle rock gruplarını desteklemeye giden insanları andırıyordu ki rock dinlemeye de bayılırdı.Gerçi böyle giyinmeye değil. Odayı incelemeye başladı.Odanın ortasında kapkara üç ceset bulunmaktaydı.Elleri,yüzleri neredeyse tün derileri yanmıştı. Fatih korkunç dedi içindenYaptıklarına bir baksana. Odanın arka tarafına patronları olan adam bağlanmıştı.Bunu gören Erica şuanda sağ omzuna yaslanıp uyumakta olan Fatih’e hayran hayran baktı. Demek o durumda bile buradan çıkabilmek için bu herife ihtiyacımız olduğunu unutmamış diye düşünüp biraz gülümsedi.İnanılmaz! Sonra da ortadaki üç cesete bakakalıp yorumunu korkunç-inanılmaz olarak değiştirdi.Demek Fatih’in ciddi halinde durum böyle oluyordu. Fatih’in başını arkaya yaslayan Erica ayağa kalktı.Üzerini başını silkeleyip üç cesetin arasından yürüyerek patronun olduğu yere doğru gitti. Patron kafasını kaldırıp Erica’ya doğru bakmaya başladı.Durumu anlamıştı.Aslında bunu başından beri biliyordu.Niye arkadaşlarının öldürülüpte kendisinin öldürülmediğini… Hafifçe başını eğip,“T-Tamam rehberlik edeceğim size” dedi.Sesindeki titremeden hala şoku atlatamadığı ve korktuğu belli oluyordu. “Bekle de seni o borulardan kurtarayım” dedi ve yerdeki kurumuş kanlı bıçağı alıp ipleri kesti.Sadece ellerini bağlı bıraktı oda zaten gerekliydi. Patrona önden yürümesini işaret etti.Patron sessizce yürürken son kez arkasına-cesetlere- baktı.Az önceye kadar yiyip içtiği arkadaşlarının şimdi burada kimsenin bilmediği bir yerde çürüyecek olmalarına derin bir iç çekti ve sonra da yürümeye devam etti. Erica ise Fatih’i uyandıramayınca sırtına alıp patronu izledi.Bir süre sonra merdivenlere ulaşmış,basamakları çıkıp bu cehennemden kurtulmuşlardı.Erica yurda doğru yöneldi haydutların başıysa ormana doğru….
  14. Merhabalar :) Bugün sizlere Fate/Stay Night:Unlimited Blade Works Sequal FF'imi yayınlamak için karşınızdayım. Şimdi aranızdan bir kaç arkadaş gelicek "efendim daha final yapmadıki" diyecektir.Bu FF,moviesinin devamı şeklinde kendi kurgu gücüme göre olan bir FF'dir.İyi okumalar Ufak bir not:@Kaxell yakında senin canına okuyacam haberin ola :) Bölüm 0:Tıkla Devamı Gelecektir.
  15. Çevirmen: Aledis (3 sayı), ankaraege (1 sayı) Editör: Ripeboy, BuDu, Ruthar, Ahmet_61 Temizleyici: Ahmet_61, Loki Dayı, Tatashi Site: Manga Niva Yazar ve çizer: Akira Ozaki Türler: Komedi, Okul yaşamı, Shoujo, Hayattan bir kesit Tipi: Manga (Sağdan sola) Proje durumu: Tamamlandı Batoto puanı: 4.44/5 TANITIM Açıksözlü ve cesur Yamada, beyzbola tamamen odaklanmış durumda olan Ogata'ya aşıktır. Reddedilme sayısı çift hanelere ulaşan Yamada, Oga'nın spora odaklanabilmesi için onu nihayet rahat bırakmıştır. Fakat aralarına koyduğu bu mesafe, onları daha da yakınlaştıracaktır. Tüm Sayılar
  16. Hepsi sonsuza kadar mutlu mesut yaşadılar.… Ya da herkesin bu cümleye inanması sağlandı. 28 yaşında olan Emma Swan'ın yıllar önce terk ettiği oğlu Henry, onu buluyor ve işte her şey değişmeye başlıyor. Henry şimdi 10 yaşında ve Emma'nın yardımına muhtaç. Çünkü Henry aslında Emma'nın alternatif bir dünyadan geldiğine ve Pamuk Prenses ve yakışıklı Prens'in kızı olduğunu inanıyor. Sahip olduğu masallar kitabına göre, onu Korkunç Cadı'nın lanetinden korumak için başka bir diyara göndermeleri gerekiyordu bu sayede cadı masallar ülkesinde kapana kısılmış, zamanda donmuş olacaktı Emma bu küçük çocuğu alıp yaşadığı yer olan Storybrooke'a götürür fakat Henry'nin durumuna endişelendiğini için bir süre orda kalmaya karar verir. Orda geçirdiği zamanda Storybrooke'ta çok daha değişik şeyler döndüğünden şüphelenecektir. Orası sihrin unutulduğu ama gücünün de çok yakında hissedildiği, tüm masal karakterlerinin yaşadığı ama bir zamanlar kim olduklarını hatırlamadıkları bir yerdir. Tüm dünyaların geleceğe dair verecekleri bu epik savaşta Emma'nın kaderini kabullenmesi ve çılgınlar gibi savaşması gerekmektedir... (Alıntı) http-~~-//www.youtube.com/watch?v=Rga4rp4j5TY Kişisel görüşüme gelirsek; Kesinlikle çok iyi bir dizi. Her karakterin geçmişi bir etki bırakıyor, masallar kendi kattıkları şeylerle beraber oldukça güzel aktarılmış. Görsel açıdan bakarsak efektleri öyle ahım şahım değil, küçük bir bütçeyle yapılmış gibi. Ama pek gözünüze batacağını sanmıyorum. Kısacası, izleyip keyif alacağınıza inanıyorum.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.