Jump to content

Genel Araştırma

'supernational' etiketi için arama sonuçları.

  • Etiketlere Göre Ara

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Yazara Göre Ara

İçerik Türü


Forumlar

  • Duyuru & Kurallar
    • Forum Kuralları & Yardım
    • İstek, Şikayet ve Öneri
    • Tanışın Kaynaşın
    • Türk Anime TV Etkinlikleri
    • E-dergi
  • Türk Anime Çeviri Ekibi (TAÇE)
    • Tamamlanan Projelerimiz
    • Devam Eden Projelerimiz
    • Gelecek Projelerimiz
    • Askıya Alınanlar
    • TAÇE Duyuruları
  • Anime GENEL
    • Anime İstek ve Öneri Bölümü
    • Bilinmeyen Animeler ve Karakterler İçin Yardım Bölümü
    • Anime Genel
    • Anime Geyik
    • Animeler & Karakter Anketleri
    • Anime Tanıtım ve İncelemeleri
    • Anime Serileri Bölüm Tartışma Alanı
  • Manga GENEL
  • Fansub Takımları
  • Anime Manga Live-Action Download
  • Fan Kulübü
  • Japonya
  • Program Deposu
  • Konu Dışı
  • Roronoa Zoro's Roronoa Zoro Kimdir?

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Oluşturma Tarihi

  • Start

    End


Son Güncelleme

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Üye Grubu


Hakkımda


Outlook


Web Sitesi


ICQ


Yahoo


Jabber


Skype


Konum


İlgi Alanları

1 sonuç bulundu

  1. Merhaba.. :) Bugün yeni bir şeyler çevirmeye başlayacaktım ve çevirecek çok güzel bir şey buldum.. :) Bir light novel.. İlk 3 cildi İngilizceye çevrilmiş.. Konusu da hoşuma gitti.. İngilizcem mükemmel değil ama elimden geldiğince Türkçeleştirerek çeviriyorum.. Bu light noveli forumdan Eon’a hitaben çevirmeye başladım, bir tür teşekkür gibi düşün Eon..:) Umarım beğenirsiniz..:D Not: Aslında birinci bölümü çevirdim ama önsöz bölümünü çevirmeyi unutmuşum o yüzden önsözü de çevirince buraya ekleyeceğim, her hafta bir bölüm yayınlarım muhtemelen, bazen 2 bölüm.. Eh şimdilik bu kadar :) 7 Gece Yoshio Kusakabe’nin yazdığı Ginta tarafından resme adapte edilen web romanıdır. Kısaca Hikayemiz: Ben Sakuya Hoshi, sadece Suijou Akademisine devam eden sıradan bir lise öğrencisiyim. Ama nedense, her gece “Tüyler ürpertici” olarak “adlandırabileceğimiz” rüyalar görüyorum. Rüyamda bir kasabada oluyorum ve asla bitmiyor. Benden başka kimse yok; insanların yerinde canavarlar var. Yani bir tür tehlikeli dünya. Rüyamda bir kız ile tanıştım, Akeno Gasukamori, bir şekilde bu sonsuz kabustan kaçmanın bir yolunu arıyoruz… Bu kabustan hiç güvenli bir şekilde çıkabilecek miyiz, bizden sonra canavarlar ve diğerleri dehşeti tekrarlayacak mı? Ve sonunda tam olarak ne veya kim bizi bekliyor…? Not: Eminim sizin de dikkatinizi çekecektir diye söyleyeyim dedim.. Bazı paragraf ve cümleler şimdiki zamanla yazılmış.. İngilizcesi öyleydi ve orjinalden çıkmamaya çalıştım.. Bunun dışında hatalarım varsa çok özür dilerim.. Acemi bir çevirmenim ama İngilizcemi geliştirmek için çok çalışıyorum..:) Keyifli okumalar..:) Önsöz: *FSSSSHHH* *SSSHIIIIINNNGGGGGG* Karanlıkta, canavarın bıçağının ucu beyaz-mavi parıldıyor, kabuğunun dışı uzakta yanıyordu. *GRRAAAAH!* *SPLORGHHH* Canavar inledi, ama sadece bir an içindi. Tam hızla tırpan şeklindeki pençesinin tırtıklarını bize doğru salladı. “Heh…” Hızlı bir şekilde saldırıdan kaçtım. Pençe havada savruldu, asfalt kırıldı ve yerde kocaman bir çatlak oluştu. Korkuyordum… Ama bunu göstermeyeceğimden emindim. Canavarla mesafemi korudum ve gözlerimi av üzerine odakladım. Elimde metalik-silindir şeklinde bir sap vardı, ve bundan parlayan bir bıçak çıkıyordu, mavi-beyaz ışıklar yayıyordu. “GIII… GIIGIGIII!!!” “Lazer Bıçağı” ona doğrulttuğumda pençesini ezilmiş asfaltın dışına çekiti. Kafası baş aşağı üçgene benziyordu, yüzünün her iki tarafında birden fazla gözü vardı. Bana baktı. Açtığım yara onu sinirlendirmiş olmalıydı, çenesini zorla gıcırdatışını duyabiliyordum. İğrenç vücudundaki yüzünü bana döndü gövdesinden çıkan 4 bacağı ayakta durmasına izin veriyordu. Neon ışıklarla aydınlatılmış, bu canavar, eğer bir böcek olarak tarif edersek, en yakını peygamber devesi olurdu. “Peygamber Devesi” olarak nitelendirilmesine rağmen, bir ihtimal 3 metre boyundaydı. “Bir küçük peygamber devesi yeterince korkutucu, ama bu adil değil.” Küçükken peygamber devesini festivalde sahneyi seyrederken hatırlıyordum. Sadece bir çekirge gibiydi, bedenim bu canavar tarafından param parça olacak mıydı? Beni öldüreceksin! Bu bir şaka olmalı! “___GI!!!” Aniden canavar ileri atıldı! Dev figür saniye içinde mesafeyi kapattı. Hızlıydı! Geri gitsem de, hala beni yakalayabilirdi. Tüm yapabileceğim kalıp kavga etmekti. Bunu yapabilir miyim?! “GIGUIII~!!!” Canavar savurgan hareketleri ile üzerime atladı ve ölümcül pençeleri ile bana ateş püskürttü! Doğrudan isabet etmesini önlemeyi başardım, ama sol omzum acıyla yandı. Tırtıklı, tırpan gibi pençeleri etime yırtık açmış olmalıydı. Önemi yok! Tereddüt etmeden, yeri tekmeledim ve kendimi doğruca canavarın üstüne attım. Lazer bıçağımı sıkıca kavradım. “Hiyaaaah!!!” Ölümcül bir darbe ile, canavarın gövdesini bıçakladım! “Gi…Giyuuuuu!” Canavarın kulak yaran haykırışıydı. Parlayan bıçağımı göğüs boşluğunun derinine sapladım. Ölürken sesi, sadece yanan içinin kokusu kadar kötüydü. “a…Haa… haa… haa…” Bu benim zaferim olacak gibi görünüyordu. Şimdi bu çığlığı durdurmalıydım. Bıçağı sapına kadar ittim. “Ga!” En kısa sürede canavar düştüğümü fark etti, hızla tırnaklarımı bacaklarımla geriye bağladım. “Arghh!” Pençe ile sıkıca gömüldü, güçlü bir şekilde sarsıldı. Kavradığım kılıcı kaybettiğimden, yere doğru dalmaya başladım. Ne yazık ki benim için, diğer canavarların pençeleri beni bekliyordu! Aniden kazığa oturdum ve havaya sıçradım. Zaten bıçaklamıştım! Kendi ellerimle zaten göğsünü bıçaklamıştım! Neden hala hareket ediyordu? Neden.. Neden hala yaşıyordu?! Bu yaratığın daha ne kadar canı vardı? Bu adil değildi! “Guh… Puh…!” Biraz kan tükürdüm… Mide asidimin ekşi tadı boğazımı yaktı. İç organlarımdan sızan koku ve kan burun deliklerimi uyuşturarak karıştı. “Sen… Üstüm… Üstümden in!” Peygamber devesi “festivali” başlıyordu. Tırpan gibi pençelerini ve keskin dişlerini sadece avını parçalamak için kullanmıştı. Küçük çenesi yemeğe hazırlanırken büyük çenesi gevezelik ediyordu. Sanki bazı Fransız yemeklerindenmiş gibi, eti parçalara ayırıp, ağızına koymaya başlamıştı. “u..chi…gachi…guchu…” Hatta mola vermeden, beni tutmaya devam etti. Delirmeye başladığımı düşünüyordum. Yaşarken yiyordu… Bu işkence!!! Dolu kanım düşüncelerimi uzağa attı ve yerde faydasızca duran lazer bıçağımı almaya çalıştım. Ama, kolumdan yavaş yavaş akan kanı izledim, sadece ulaşamayacağımı fark ettim. “Argh… Arghhhhhhhh!!!” Acı tüm vücuduma yayıldı ve bilincimi kaybetmeye başladım. Bu da neydi…!? Bir peygamber devesi canavarının bedenimi çiğnerken hissettiği mutluluğu görmek istemiyordum… Ve hayati organlarıma ulaşmak üzere olduğunu hissettim… Bu kötü! Biraz dahası ve ölecektim. Ölmeyi istemiyordum! Ama Bu konuda hiçbir şey yapamazdım… Tüm hareketlerim devre dışıydı... “Ju!... Gijigiji…” Ah! Hayır! Acıdı! Hayır! Acıdı Acıdı Acıdı!!! “Arghhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhhh!” ---*GÜM!!!* Sesim alanda yankılandı. Anında, sert-kaya tarafından bütün vücudu param parça oldu. Ve bu öldürecekmiş gibi olan acı azalmıştı. “Giuuuuuuuuuu!” Canavar çığlık attı. Yarı kapalı olan göz kapakları artık tamamen açıktı ve bulanıklaşan görüşümle ona bakarsam, bir peygamber devesinin, atladığını ve çığlık attığını ve kendi etrafında döndüğünü görecektim. Karnını alana ve aşağıya doğru savurdu. Sonunda “geri dönüş” ün geldiğini düşündüm. Canavar tarafından serbest bırakılmış ve yere düşmüştüm. “Guh… Cough…! Heh…” Sonra bir şey kafamdan çıktı. Ağızımdan dökülen tüm kanı yuttum, ulaşmak için elimi uzattım ve oyuncak bıçağı kaptım. Sallanmama rağmen, oturdum, ama dengesizce titriyordum. Sonra fikirlerimi “oyuncak bıçak” üzerine odakladım ve plastik nesne metal bıçağa dönüştü. Bu obje mavi beyaz parlamaya başladı. Bu yeterli değil! Daha fazla enerji koymalıyım! “Wuoooooooooooooooooooooooooooooo!” Daha fazla odaklandım. Tüm irademi kullandım ve bilincimi keskinleştirdim. Aydınlanan bıçak güçlü bir şekilde parladı ve altına dönüştü. Tüm gücüm çevremdeki havayla karıştı ve patlayıcı sesler yarattı. Peygamber devesinin, savrulan yarım vücudu, tırpan gibi kollarını kullanarak etrafında geziniyor, kalkmaya çalışıyordu. Bir böceğin bunu yapmasından, etkilendin diyebilirim. Ama… “Şimdi bitti!” Peygamber devesine daldım! Ama birden büyük acının vücuduma doğru geri geldiğini hissettim… Ama bu önemli değil! Sanki bir yarım daire çizerse, önümde bıçağımdan aşağı sallanacaktı… “Gi…” Peygamber devesinin kafası uçtu! Bıçağı tutup kesmeye devam ediyor ve kollarını doğruyordum. Canavarın vücudu, temeli olmadığından, yere düştü, bu yüzden ben de bitkindim ve aynı anda yere düştüm. “Ben… Onu yendim…” Gerçekten nefes nefeseydim, aralıksız hızlıca nefes alıp veriyordum. Kuru zemin vücudumdan akan kanı emiyordu. Tamam o canavarı yendim, ama bunun bedeli, ölecektim… Eh, en azından bir peygamber devesi tarafından yenmekten çok daha iyiydi… “Sakuya!!!” Aklım, uzaklara dalıyordu, hızla geri geldi çünkü yüksek bir ses beni çağırıyordu. “Sakuya! İyi misin? Sakuya!” Okul üniformalı bir kız benimle konuşuyordu. Bu kız, genellikle agresifti, alışılmadık bir şekilde bana bakardı. Üstüme eğildi. Elindeki bir El Tabancası’ydı.. Bu benim hayatımı kurtarmıştı. “! Yaran korkunç…” Bu kız, elbiselerinin kanla boyanmasından endişe etmiyordu, silahını yere koyup başımın üzerine eğildi. “Akeno…” Kıza sesimle mırıldandım, kızın sesi düşündüğümden çok daha kötüydü. “Bunun için teşekkürler. Hayatımı kurtardım. Sen iyi misin, Akeno? Yaralandın mı?” “Kendin için endişelen, benim için değil! Sakuya… Ne yapıyoruz biz? Bu korkunç yaralar…” “İyiyim, bu sadece bir rüya, sadece bir kabus… Ölmeyeceğim, muhtemelen…” “‘Muhtemelen 'yeterince iyi değil! Ölürsen, kim beni koruyacak!?” Bana somurttu. Memnundum, çünkü sadece Akeno bir şeyler söylerken ekstra alakasız kelimenler söylerdi. Buna rağmen sesi titriyor ve gözyaşları dökülüyordu. “N… Neden gülümsüyorsun. Senin için cidden endişeliyim!” “Biliyorum… Benim için endişelendiğin için memnunum, ama…” “Ama… Ne?” “Sen genellikle tsun-tsun (züppe tavırlı)’sındır yani… Endişeli yüzün sevimli… Kinda…” “Ne-” Akeno şaşkınlıkla baktı, ve belki bu durumda kızarmalıydı… Bence sadece kafa karıştırıcı bir şey yapmıştım. “Sen… Aptalsın! İltifat olmasına rağmen mutlu değilim! Kişiliğin kötü!” “Bel… Arghh*öksürür*!” “Sa-Sakuya!?” Yeniden kan öksürdüm. Zaten çok kan kaybettim… Dahası mı var!? Bence daha fazla kaybediyordum… Bu vücudumun yanından ayrılamayan kan sayesinde… Hiçbir şey hissetmiyordum parmaklarımı veya başımı… Tuhaf hissettiriyordu… Ağrının geçtiğini farketseydim… “Bir dakika bek… Seni tedavi edeceğim!” “Evet... Lütfen …” Yorgun ve uykuluydum, Gözlerimi açık tutmaya devam etmeliydim ve hatta konuşmak bile yoruyordu. “Hadi… Hadi uyuyayım… o… uy…” “Hayır! Uyumamalısın! Gözlerini aç! Lütfen!” Akeno’nun sesi kayboluyor. Bedenimin titrediğini söyleyebilirm. Ama… Bana bir ara ver… Yorgunum… Gerçekten uykuya ihtiyacım var… Bu… Bu gerçekten iyi hissettiriyor… “İ…Geceler…Ake…o…” Sadece bir cümle söylemeyi başardım, ve sonra derin, derin bir uykuda bedenimi dinlendirdim… Bölüm 1: BİR KADIN SAVAŞÇI GECE DANS EDER Adım Sakuya Hoshi. Suijou Akademisine gidiyorum. Liseliyim, 1E grubundanım ve sınıf numaram 33. Sadece normal bir liseliyim. Ya da daha doğrusu, "Normal"dim demeyi düşünebilirim. Son birkaç gündür, bazı oldukça garip olaylara dahil oldum. Başladı... Evet, 3 gün önce başladı--- “………?” Olay gerçekleştiğinde, geceydi ve parkın ortasında oturuyordum. "N..Ne?" Etrafıma baktım ve tüm oyun alanında salıncak ve kaydırak gibi şeyler gördüm. Parkın ortasında oturuyordum, okul formam üzerimdeydi. "Ne.. Bu da ne demek?" Odamda, yatağımda olmam gerekiyordu ve üzerimde Tişörtümle kilodum olmalıydı. Sonunda bunu hatırladım. Belki birileri beni buraya getirmişti? Bekle... Şu an ayaktaysam, birilerinin beni hipnoz ettiği anlamına mı geliyordu? O olmasaydı... "Buraya uykumda mı yürüdüm?" Mırıldanarak, olabilecek her olasılığı birbiri ardına silip attım. Tüm bu durumu anlamıyordum. Buraya nasıl geldiği düşünmek işe yaramazdı. Elimi cebime koydum... Ve, telefonum oradaydı. Onu dışarı çıkardım, açtım, saati kontrol ettim. Gece 2.14 dü. Pazar günüydü ve Haziranın 25'iydi. "Bu saatte bitkiler bile uyur..." Çoğu yer muhtemelen şimdi kapanırdı. Tek açık yerler, muhtemelen Gyuudon-mağazası, marketler ve polis merkezi olurdu. Bu yüzden büyük olasılıkla hiç kimse bu zamanda bir uyurgezeri fark etmezdi. "Merak ediyorum, Bu uyurgezer ne kadar uzağa yürür?" Bu yerin evden çok uzak olduğunu sanmıyorum... Ayrıca, daha önce de burada olduğumu düşünüyorum. "O burada mı bitti? Evet, şimdi hatırlıyorum." Tam da düşündüğüm gibi, bu alandaki haritada yol işaretleri vardı. Bu küçük parkta herhangi bir ışık yoktu, yani telefonumun ışığını haritaya tuttum ve bana lazım olan ilk şey parkın adıydı. Hangisi... "Shiraishi şehir parkı... Shiraishi?!" Dışarıda bağırdım. Bu çılgınca! Neden?! Nasıl?! Yardım edemem ama tekrar ve tekrar şu durumu sorgulayabilirim. Şu anda şehrimin komşu şehrindeydim... O an yerimden bir saat uzağa yürüdüm. Benim için, Shiraishi şehri anılarla dolu bir şehirdi. Gençken, bu şehirde yaşar ve bu parkta oynardım. Ama orta okuldayken taşındık ve o zamandan beri, bir kez bile bu şehri ziyaret etmedim. Durum farklı olsaydı, herhalde buraya geldiğim için memnun olurdum. Ama ne yazık ki, korkunç derecede endişeliyim. Sadece acele edip eve geri dönmek istiyorum. Bu alanı hayal meyal hatırlıyorum... Ama hala eve nasıl döneceğimi biliyorum. Evim Naobi Şehrinde, Shiraishi şehrinin kuzeyinde, bir alışveriş merkezinin girişinde, sonra istasyona girmeliyim ve kuzeye gitmek için güney çıkışından geçmeliyim, Suijou Akademisini geçmeli ve eve ulaşmalıyım. Bu ortalama bir saat sürer, ama gerçekte denedikten sonra buna katılmıyordum. "Neden yerdeydim Ben... böyle uzak bir yere geldim?" Bu alanın çevresinde, herkesin evinin ışığı kapalı, ve korkutucu derecede sessizdi. Tüm ışıkların kapalı olması garipti, ve ay ışığının büyük yardımı vardı. Bu yer sadece hayalet bir şehir gibiydi. Bu durumda olduğu için, kamyon sesi veya diğer yüksek sesli gürültüleri duymak beni çok mutlu ederdi. Ayrıca, gerçekten taksi istiyorum. İstasyon çıkışını bulup bulamayacağımı merak ediyorum. “Ah…” Yürüdüğüm yerde, ışıklı bir bina göründü. Bu bir market!"Cran Mart" yazılı yeşil beyaz tabela parlıyordu. "Acaba neden... Çok mutluyum!!!" Mağazanın için harikaydı, klima iyi çalışıyordu ve radyoyu dinlerken durup bazı dergileri okumak istiyorum. Ve sonra yakalayacaktım bir buz lolipop ve dükkan bekçisini getirecektim, duygusuzca yüzüme bakıyordu, ona para verdiğim parayı, kabul edecekti ve harika bir zamandı. Harika bir plan düşündüm! Mutlu bir şekilde kapıyı aç- "Ha?" Kapı durdu, klima açıktı ama radyo ve mağaza bekçisi yoktu. "Merhaba? Kimse var mı?" Belki mağaza bekçisi o gün daha gelmemişti ve köşedeki mangaları okumaya karar vermişti? Veya belki köşedeki ürünleri sıralıyordu? Her iki şekilde de garipti... Kötü bir insan olsaydım, birkaç şeyi alabilir ve gidebilirdim. Her iki şekilde de cevap yoktu. "Merhabaaaa-?!" Yazar kasanın arkasındaki odaya doğru bağırdım, hala cevap yoktu. Uyuyarak işini mi bırakıyordu? "Merhaba? Lütfen cevap verin! Güvenlik eksikliğiniz sınırda!" Yürüdüm ve odanın içini kontrol ettim. "Burada değil." Odada kimse yoktu, masada bazı dergiler ve solda bir bilgisayar vardı. Tarihi geçmiş ürünlerle dolu birçok kutu vardı... "Bir dakika... Bu bir şaka mı?" Neden kimse cevap vermiyor? Neden burada hiç kimse yok?! "Merhaba? Merhaba? Burada kimse var mı?" Ciğerlerimden bağırdım. Hatta sonrasında bile, hala cevap yoktu. Bilgisayarın tüm sesini duydum ve buzdolabının uğultusunu. Bu ses öfkelenmemi sağladı. "Lanet... Lanet olsun!!!" Artık dayanamıyordum, bu yüzden mağazanın dışında bağırdım. "KİMSE VAR MI?!!!" Yapabildiğim kadar sert bağırdım. Ama bu bile gece karanlığında kayboldu. Değişiklik yok ve tekrar, sadece sessizlik var. Ne... Sanki bir... Sanki dünyada kalan tek kişiydim!!! Ne oluyo lan?!!! "Birileri! Bana cevap versin!!!" Yok mu... Bu yerde kimse yok mu? Onaylamaya ihtiyacım var, buradaki tek insan değilim... İşte bu! Telefon! Telefonumu cebimden aldım, birilerini aramalıyım? Ev? Hayır, en hızlı çözüm polis çağırmak, değil mi? 110'u aramayı denedim ve- Heyecanlandım, nefes bile alamadım. 2.14 Önceki düşüncelerim kafamdan dışarıya süzülüyordu. Sadece hayır ifadesiyle saate bakıyordum. Saniyeleri işaretledikten sonra, “56… 57… 58… 59…0”, ama, sadece birkaç saniye vardı, ve dakikalar değişmiyordu. 2.14'de kalıyordu. Bu mümkün mü? Bu hile falan mı? Birileri beni korkutmaya mı çalışıyor? Kafam karıştı. Bu durumda ben- “………!?” Yüksek bir çığlık düşüncelerimi sildi ve panikledim. Benden başka biri var! “Kyaaa~!!!” Bir kız sesi. Neşelenmeme rağmen mutlu olmak için doğru zaman değildi. Açıkça birinin yardımını çağıran bir sesti! Sesin geldiği yöne doğru koştum. Bir tacizci falan mı? Bu hayalet kasaba değilse bile, hiç kimsenin burada olmadığı belliydi. Ona yardım etmek zorundayım! "! Onlar orada mı?" Benden uzakta birilerinin daha ayak seslerini duydum. "Hey, bekle!" Yürümeye devam ederlerse kimseyi koruyamam. Bir süre sonra, gözlerimin köşesinde, bir kız gördüm ve sokağın köşesinde kayboldu. "Bekle..." Hızlandım. Nihayet burada benden başka "birisini" buldum. Onu göz ardı edemezdim. Sokağın kenarındaydım ve- GÜM!!! Aniden bir şey bana vurdu ve yıldızları gördüm. Aldığım donuk şok, tüm vücuduma yayıldı. Başım dönüyordu ve yere kıçımın üstüne düştüm. "N..Ne?" Neden ben değilim... Neden oturuyorum?... Düzgünce düşünmem mümkün değildi. Görüşüm bulanık ve başım dönüyordu... Düzeltmeyi deneyerek, kafamı salladım ve, *KIIN!*- Başım felaket ağrıyordu ve vücudum kıvrıldı. Sağ yanımda... Ayak sesleri duydum... Biri.... mi vardı? “………” Başımı yukarı kaldırdım. Bulanık bir şey gördüm... bir kız. Tatlı bir kızdı, muhtemelen aynı yaştaydık. Giydiği üniforma bana çok tanıdıktı. “Owww…!” Baş ağrısı geri geldi ve yine başım aşağı düştü. Sonra aşağı düşerken, görüşüme ahşap bir sopa geldi. Sonra yavaş yavaş kaldırdı ve gözlerim dönüşünü takip etti. Gözlerim kızın gözlerini yakalayabildi. Kız bana bakıyordu, bu gözlerde korkuyu gördüm. Zor nefes alıyordu. Çünkü koşmuş muydu? Benden korktuğu için miydi? Ya da sonra ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu? “….u….” Ne halt ediyordu? Neden bana böyle kötü kötü bakıyordu? Düşünceler zihnimi karıştırdı. Çünkü çökmeden önce, dilim doğru düzgün hareket etmiyordu. Kelimeler ağızımdan çıkmıyordu. Şaşkın vücudumda ağzıma konuşmayı emredemedim. “haa…haaa…ha…!!!” Kızlar külotlardan bile zorlar. Sopasını kaldırdı, kafama doğru düz bir şekilde salladı! Kahretsin!!! “Kah-” *** “ARGHHHHHHH!” Bağırırken, boğazım zorlandığından patlayabilirdi, doğrudan uyandım. “Miyaaaaaav!” Yatağımın sağındaki kedim Miiko çığlığıydı ve odamın dışında koştururdu. "Vaaah... Ohh.. Bu yer..." Onaylamama bile gerek yok, burası odam, evim, şehrim. Shiraishi şehri veya gece değil... Perdemin boşluğundan güneş ışığı yansıyor, bu güneş zaten bunu onaylıyor. "Ne... Rü.. Rüya mı?" Kalbim gerçekten hızlı atıyor. Ter bütün vücudumu kaplamış. Çünkü bu rüya mıydı veya sadece sıcak bir gün müydü? "Bu.. bu bir rüyaydı, değil mi? Kendime yardım edemem ama soru sorabilirim. Bu fazlasıyla gerçekçi bir rüyaydı. Mükemmel hatırlıyordum. Gece vakti şehirde, insana dair bir işaret, ayak izi yok... ve hatta... Kızdan dolayı kafamdaki büyük eziğin acısı duruyor... “………” Dikkatlice elimle başıma dokunuyorum... Endişeli düşüncelerle, yavaş yavaş elimle ovuyorum... Ama başımda morluk yok, ne de herhangi bir şekilde hasar görmüş... Elim kanla kaplı değil ve ağrı artık yok...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.