Dünyada başka hiçbir şey yapamadıklarından ancak çocuk yapmayı becerebilen, bunu da çok büyük bir marifetmiş gibi etrafa sıvıştıran kadınlardan her zaman nefret ettim. Bunlar bulundukları her yerde, çocukları aracılığıyla kendi egolarını yayarlar etrafa. "Erol buraya gel, Ali oraya çıkma, Ayşe orayı elleme, yemeği yemezsen seni götürür çöplüğe atarlar, değil mi teyzesi?" gibi gürültülerle kendi zavallı varoluşlarına dünyada bir yer açmaya çalışırlar. Dertleri kesinlikle çocukları değildir; çocukları aracılığıyla dünyanın dikkatini çekmek isterler yalnızca. Hayatta yapabildikleri tek marifet olan çocuklarını oraya buraya ittire kaktıra kendi zavallı varlıklarını duymaya, hissetmeye çalışırlar. Umumi yerlerde çocuklarına gösterdikleri ilgide her zamankinden fazla bir şey vardır. Hem çevreye ne kadar iyi bir anne olduklarını gösterme fırsatını kullanmak isterler, hem de bulundukları yeri yalnızca kendi egolarıyla işgal etmeye uğraşırlar. Çocuklarına ilişkin her şey; yemek yemeleri, uyumaları, çiş yapmaları abartılı birer seremoniye, çirkin bir teşhirciliğe dönüşür. Çocuklarından başka hiçbir şey konuşulmasın isterler. Birçok alanda dışına sürüldükleri toplumdan alabilecekleri tek aferinleri de, tek intikamları da anne olmalarıdır. Kendi beceriksizliklerinin, çocuklarını kötü eğittiklerinin, aslında çocuk büyütmeyi hiç mi hiç bilmediklerinin asla farkında olmayıp, çocuklarının her tür taşkınlığının, edepsizliğinin, isterisinin genel bir çocuk olma hali olduğunu sanır, bu yüzden de, bulundukları her yerde, her türlü anlayış ve hoşgörünün en doğal hakları olduğunu düşünürler. Otobüste, trende, uçakta daha oturdukları andan itibaren, varlığıyla çevreyi kirleten çocuklarının başlarını göğüslerine bastırarak, "Teyzeyi rahatsız etme çocuğum," diyerek yan koltukta oturandan sözde anlayış beklerler. Bu yaştaki çocuklar söz konusu olduğunda, daha düne kadar kendisinden "abla" diye söz edilen yan koltuktaki kişi ise, birdenbire şu münasebetsiz kadının uğursuz ağzında, "teyze" oluvermenin intikamını ilk fırsatta alır. Ama o salak kadınlar bunu bile akıl edemezler. İşin kötüsü toplum da zaten bu kadınların doğurup büyüttükleri çocuklardan oluştuğu için, ne boktan anneler oldukları hiçbir zaman anlaşılmaz. Sonrakiler de, en az kendileri gibi boktan çocuklar yetiştirmeyi sürdürürler.
Araba kullanmak için ehliyet alınıyor, doktorluk, avukatlık yapmak için diploma isteniyor, herhangi bir işyeri için ruhsat belgesi şart koşuluyor, berber olmak için kalfalık, ustalık belgesi gerekiyor da, ana baba olabilmek için neden hiçbir yeterlilik belgesine gerek duyulmuyor?
Bu tür tartışmalarda çocuk sahibi olmanın tabiat gereğiyle açıklamasına da bayılırım; günümüzde bu anlayışın herhangi bir geçerliliği kalmış gibi. Yüzyıllardır bütün dünyayı tabiata karşı giydirdikleri halde bir tek çocuk yapma konusundaki bu tabiatçılık sinirime dokunuyor doğrusu. Beşinci sınıf kooperatif evleri yapacağız, balkonunda mangal çevirip geğireceğiz, diye beş yüz yıllık ağaçları hart hart doğrarlarken tabiat akıllarına gelmez; kanalizasyon borularını su kaynaklarının tam ortasından geçirirken de tabiat hatırlanmaz. Cinsellik ve türevleri söz konusu olduğunda ise bir tabiatçılık bir tabiatçılık! Üstelik hiç kimse cinselliğini sahiden tabiatına göre yaşayamazken. (Murathan Mungan - Yüksek Topuklar Sayfa 27-28)