Jump to content

Cloudman

Üyeler
  • İçerik sayısı

    6
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

İtibar Etkinliği

  1. Beğen
    Cloudman reacted to Luluna in Hyouka 1. Bölüm (Türkçe Dublaj)   
    Öncelikle sırf şu konuya yorum yapmak için üye olduğumu belirtmek istiyorum çünkü emeğiniz tebrik edilmeyi hak ediyor.
    Çok düşük bir beklentiyle tıkladım linke, fakat profesyonel derecesinde bir seslendirme ile karşılaştım, sesleriniz de karakterlere çok güzel uymuş. Özellikle Houtarou'yu seslendiren arkadaşın bu işi ciddi bir şekilde ele alarak, potansiyelini değerlendirmesini öneririm. Gelecekteki kariyer planlarının arasına hobi olarak sıkıştırabilir. 
    Sadece animeyi biraz sıkıcı bulduğum için yarıdan sonra kapattım, senaryonun suçu. 
    Bizler animeyi Japon dilinde izleye alışkın olduğumuzdan Türkçe dublajı benimsemek zor gelebilir ilk başta bir çoğuna, bu sebeple üstlendiğiniz animeyi belki daha ince eleyerek seçmeniz işinizi kolaylaştıracaktır.Umarım grubunuz bu işi sonuna kadar görütebilir ve daha hareketli animeler üzerinde çalışmaya başlarsınız. 
    Yolunuz açık olsun, anime severler olarak destekliyoruz.
  2. Beğen
    Cloudman got a reaction from Songena in En İyi Çizime Sahip Mangalar   
    Oyasumi Punpun'un çizimleri çok farklıdır.
     



     






  3. Beğen
    Cloudman got a reaction from akahige in En İyi Çizime Sahip Mangalar   
    Oyasumi Punpun'un çizimleri çok farklıdır.
     



     






  4. Beğen
    Cloudman got a reaction from Kutatgu in Aku no Hana - İnceleme   
    :D Bir başkasının da bunu düşünmüş olduğunu görmek çok hoş.
  5. Beğen
    Cloudman reacted to Paprika in İnsanı Düşünmeye En Çok Sevk Eden Animeler   
    Death Note= Overrated  <_< Güzel tamam, hepimiz etkilendik ama ben düşündürücü deyince, sorgulatan bir yapısı olmasını isterim animenin, olayların kafa karıştırıcı olmasından çok... Shingeki no Kyojin vs. zaten komik yani sadece komik bu listede olması. Japonlar anime yapsın lütfen izlemesin  :mellow:
  6. Beğen
    Cloudman reacted to Ftsuu in İnsanı Düşünmeye En Çok Sevk Eden Animeler   
    Fullmetal Alcemist Brotherhood,felsefik bakış açısıyla düşündürüyor.
  7. Beğen
    Cloudman reacted to so-li-tu-de in İnsanı Düşünmeye En Çok Sevk Eden Animeler   
    kim ne derse desin birinciliği neon genesis evangelion hak ediyor bence... özellikle death note ile kıyaslanacak olursa
  8. Beğen
    Cloudman reacted to kawaii kereste in İnsanı Düşünmeye En Çok Sevk Eden Animeler   
    Japan pls


     
    edit: SnK'yı da gördükten sonra 1. sırada SAO bekliyodum, unutmuşlar sanırım :(
  9. Beğen
    Cloudman reacted to Barış D. Baryshx in İnsanı Düşünmeye En Çok Sevk Eden Animeler   
    Paprika'nın ilk üç'te olması gerek bence. Ayrıca jojo bizarre, shingeki no kyojin gibi klasik shounenler ne alaka ve diğer yeni serilerin ne işi var bu listede...Bakemonogatari, Neon Genesis Evangelion, Kaiji, Death Note, Sayanora zetsubou Sensei, Mushishi, Code Geass, Monster, Psycho-Pass ve Ghost in the Shell'de favorilerim arasında ;)
     
    Listeye girememiş ama aynı çizgide olan kino no tabi, xxxholic, Paranoia Agent, Aoi bungaku, Colorful, Ergo Proxy, Eve no jikan, Haibane Renmei, ima soko ni iru boku, Jin-rou, Memories, Welcome to NHK, Wolf's Rain animeleride bu listeye rahar girer.
  10. Beğen
    Cloudman reacted to MangaYatta in Aku no Hana - İnceleme   
    bende etkisi büyük bu animenin ending i bi ara alarm zili yaptıydım  :D manga çeviriside başlandı büyük ihtimal sonuna kadar devam ederler
  11. Beğen
    Cloudman reacted to Evallark in En İyi Çizime Sahip Mangalar   
    Benim için kuşkusuz Otoyomegatari.

    Şunlara bakar mısınız? Gerçekten mükemmel ya. Konusu da gayet hoş, ilgi çekici.

     

    Konu: 19. yüzyılda, Asya’yı Avrupya’ya bağlayan İpek Yolu’nun üzerinde geçen hikâyede; dağların ardındaki uzak bir köy, Hazar Denizi yakınlarındaki bir başka köye kızlarını gelin olarak gönderir. Aile üyeleri, 12 yaşındaki oğulları Karluk’a gelin gelen 20 yaşındaki Amira’yı hiç yadırgamadan severek aralarından biri olarak kabul ederler. Yetenekli Amira bir yandan yeni düzenine alışmaya çalışırken, bir yandan da yeni eşi Karluk ile birbirlerini tanımaya çalışırlar. Ancak Amira’nın ailesi günün birinde kızlarına daha uygun bir eş bulduklarını söyleyerek onu geri ister…

     





     

    Onun dışında shoujo mangakalarından Io Sakisaka'nın çizimlerini çok seviyorum. Strobe Edge, Ao Haru Ride vs.

     



     

    Ha birde, Hime-papanın gelişi güzel hetalia çizimlerine hastayım. 

     




  12. Beğen
    Cloudman got a reaction from bluegrass in En İyi Çizime Sahip Mangalar   
    Oyasumi Punpun'un çizimleri çok farklıdır.
     



     






  13. Beğen
    Cloudman reacted to bluegrass in En İyi Çizime Sahip Mangalar   
    Oyasumi Punpun gördüğüm en güzel çizimlere sahip mangalardan biri çizimlerin gerçekliğe yakın olmasından dolayı belkide.
    Ayrıca Bleach , Bride of the Water God,  Chang Ge Xing , The Ravages Of Time, Hadashi de Bara wo Fume ,Fairy Tail , Devil Defense , Tokyo Ghoul , Shingeki No Kyojin , Feng Shen Ji,Suki tte Ii na yo , Kyou no Kira-kun ,Sun Ken Rock , Vinland Saga , Deadman Wonderland  ve tabikii Naruto da güzel çizimleri olan mangalardır.
    aklıma sonradan geldi blade of the immortal,sidooh ve piece of cake'in çizimleri de güzel.
  14. Beğen
    Cloudman reacted to Kutatgu in Aku no Hana - İnceleme   
    İngilice isim: Flowers of Evil Japonca: 惡の華 (Romaji: Aku no Hana) Bölüm Sayısı: 13 Yapım: Sentai Filmworks Tür: Psikolojik, dram, romantizm Yayınlandığı Sezon: İlkbahar 2013   Sinopsis: Kasuo Takao, sınıfın güzel kızı Nanako'ya uzaktan hayranlık beslemektedir. Sınıfta yalnız olduğu bir gün, Nanako'nun beden eğitimi kıyafetinin içerisinde olduğu çanta gözüne ilişir. Takao kendisine engel olamaz ve itkisel olarak çanta ve elbiseleri alır. Çantayı geri götürmeyi düşünse de, ertesi gün sınıftaki kızların Nanako'yu kıyafetlerini bir sapığın çaldığı konusunda teselli ediyor olması bunu imkansız kılar. Daha kötüsü, Takao'nun sınıf arkadaşı Sawa, kıyafetleri çalarken onu gördüğünü ve aralarında bir anlaşma yapmazlarsa bunu herkese yayacağını söyler. Ve böylece kötülük çiçeklerinin tohumları atılmış olur.      Aku no Hana, Shūzō Oshimi tarafından yazılıp, resmedilen ve ses getiren aynı isimli manganın anime uyarlaması. Manga'nın 20 bölümlük kesiti 13 bölümlük bir anime serisi olarak karşımıza çıkıyor. Aku no Hana'nın mangası ile animesi farklı görsel uslüplere sahip. Bu animeseverler arasında tartışmaya yol açsa da, Richard Linklater filmlerinden aşina olduğumuz rotoskopi metodu ile hayat bulan animenin, hikaye konusunda neredeyse mangadaki hiçbir detayı atlamadığını belirtmek gerekiyor.   Seri isminin ilham kaynağı Charles Baudelaire'in aynı isimli (es Fleurs du mal) şiir kitabı. http://en.wikipedia.org/wiki/Les_Fleurs_du_mal aynı zamanda kitap seri içerisinde de çokça yer buluyor.     Şimdi burada genel tanıtımı bırakıp biraz anime hakkında kişisel objektifliğimi yitirip rant yaptıktan sonra inceleme ve tanıtıma devam ediyor olacağım.  Hatırı sayılır sayıda anime izleyen biri olarak şunu belirtmem gerekiyor ki Aku no Hana, hem anime hem de mangasıyla sadece aklınızda değil aynı zamanda ruhunuzda iz bırakan nadir eserlerden bir tanesi. Uzun süre rotoskopi tekniğini kullanması ve karanlık atmosferi nedeniyle direnerek izlemediğim fakat izlediğimde şaşkınlık ve karmakarışık duygular içerisinde kaldığım bir inci. Bunun üzerine bir de mangasını eklerseniz ki, kesinlikle eklemelisiniz, duygu tansiyonunuzun anlık değişimleri için önlem almanızı öneririm. Şimdi reklam arası burada bitiyor, karakterleri tanıtalım :)     Karakterler: Takao Kasuga: (shinkuu - boş) Takao, sınıfın güzel ve başarılı kızı Nanako Saeki'ye hayran bir kitapkurdu. Oldukça sessiz ve içine kapalı ve güven eksikliği olan bu karakter bir anlık şeytana uyması sonucu ister istemez Nakamura'yı hayatına dahil etmek zorunda kalır. İçerisine düştüğü utanç verici durumdan kendini çıkaracak gücü yada isteği bulamayan Takao, Nakamura'nın kontrolünden bir türlü çıkmaz(yada çıkmak istemez) ve aldığı yada alamadığı kararlar ile kendi çevresindeki insanların yaşamında birçok soruna sebep olur. Bununla beraber Takao'nun farkında olmadığı birşey vardır, o da aslında Nakamura'nın hayatında ne kadar büyük bir boşluğu doldurduğudur. Takao'nun Nakamura'nın odasını ziyaret ediş sahnesinde aslında vurgulanmak istenen budur bkz alttaki imaj.   (Ayrıca bir detay Nakamura ve Takao'nun defterleri Les Fleurs du mal'ın ilk baskısının kapağını andırdığını düşünüyorum.)     Sawa Nakamura: (kuro - siyah) Sınıfın uyumsuzu Nakamura'yı herhangi bir "dere (tsundeere, yandere, kuudere, dandere)" olarak sınıflandırmak mümkün değil. Kendin kendi dünyasına hapsetmiş, asi, öfke dolu, kaba, saygı yoksunu ve ağzı bozuk tavırları ile herkesi kendinden uzaklaştırmış olan Sawa Nakamura, bir bağ kurabileceği ve kendine benzer biri olarak düşündüğü Takao'yu zaafını kullanarak kısa sürede kontrolü altına alır. Seri boyunca histerik çığlıkları ve kahkahaları, Takao'ya eziyet eden tavırları ile iyi mi, kötü mü gelgitlerinde kalmanıza sebep olacak, anime dünyasının en ilginç karakterlerinden biri olan Nakamura için söylenebilecek tek şey kendisinde "şeytan tüyü" olduğu ve siz sayın izleyiciyi avucunun içersine almaya hazırlandığıdır. Manga'nın bitimde Nakamura'nın gözünden dünyayı görmek ise çok acıdır.   (Nakamura hakkında bir tez yazmadan tanıtımını burada sınırlıyorum daha uzun konuşmak isteyenler konu açabilirler seve seve dahil olurum :)   Nanako Saeki: (shiro -beyaz) Aslında bakılırsa karakterler içerisinde belkide en normali Nanako Saeki. Derslerinde başarılı, piyano dersleri alan, güzel ve popüler birisi. Kendisinin de dediği gibi aslında güçlü görünümüne rağmen narin ve kırılgan bir karakter olan Nanako Saeki'nin hayatı da Takao ve Nakamura ile temas etmesi sonucu değişir. Takao'nun hayallerini süsleyen Nanako, animeden sonra mangaya devam edenleri değişimi ile hem şaşırtacak hem de içlerini burkacak.     Yukarıdaki imajlarda Manga ve Anime'deki karakterleri görüyorsunuz. Anime'den Manga'ya yada Manga'dan Anime'ye geçişinizde  adaptasyon sürecinizde bu biraz sıkıntı yaratsada kesinlikle hikayeden ayrılmamanızı tavsiye ederim.      Görsel Uslüp: Aku no Hana izlediğiniz yada izleyeceğiniz üzere bilindik anime görsel tarzının dışına çıkıyor ve bize olabildiğince gerçekçi bir atmosfer ve rotoskopi ile düşük detayda bir tabloya çizilmiş gibi görünen karakterler sunuyor. Arka planlar sık sık tekrarlasa bile alabildiğine detaylı ve görkemli. Belirli animasyon sekansları (Bkz 7.bölüm sonu) ise uzun süre aklınızdan çıkmayacak nitelikte.    Animenin en önemli sekansı ağır spoiler'dır play tuşuna basmadan önce iyice düşünün.   Hikaye İlerleyişi: Öncelikle Aku no Hana'nın akış konusunda her tür izleyice hitap etmeyeceğini belirtmek doğru olacaktır. Hikaye olabildiğince ağır ilerliyor ve aksiyon bölümleri ise oldukça sınırlı ve atmosfer karanlık. (Psycho Pass'ınız olsa bu animeyi izledikten sonra kesinlikle bulanırdı :)Bazı sekanslar ise hikayeye yaptıkları katkının ötesinde oldukça uzun. Genel akıştaki bu ağırlık uzun vadede sabırlı bir izleyici ödüllendiriyor. Genel olarak karanlık bir dram olan seri bazı anları ile sizi tebessüm ettirmeyi de başarıyor. (Not: Eğer Andrei Tarkovsky filmlerine alışkınsanız bu ağırlığı pek önemsemeyeceksiniz. .bkz Solaris)   Ses: Seslendirme belki de serinin en zayıf olduğu niteliği. Kimi zaman görüntü ile ses arasında senkron sonrunları varmış izlenimine kapılabiliyorsunuz. Bunun dışında soundtrack'in karanlık tınılarının atmosfere katkısının başarılı olduğu söylenebilir. OP ise serinin genel ruh durumunun özeti gibi.     Her güzel şeyin bir sonu vardır.    Son söz: Aku no Hana, unik görsel tarzı, mangaya sadık kalınarak başarılı bir biçimde aktarılan hikayesi, az sayıda olmasına rağmen sizi ekrana bağlı tutan karakterleri ile başarılı bir anime deneyimi sunuyor. Kurgudaki gereksiz uzunluklar ve hikaye akışının çok ağır oluşu ve seslendirme sorunları animenin genel anlamda "epik" olarak nitelendirilmesinin önüne geçen kusurları. Objektif bir şekilde düşünüldüğünde eğer bir not verilmek istenirse Aku no Hana 10/8'i fazlasıyla hakediyor.       Şimdi yazarın yeniden sözü alıp, duygularına hakim olamadan atıp tuttuğu bölüme gelelim :). Saklamaya gerek yok burada bizbizeyiz. :) Öncelikle böyle bir tanıtım ve incelemeye yazmak için anime ve mangayı uzunca bir süre sindirmem gerekti. Aku no Hana'yı senin için bu kadar özel yapan şey ne diye sorarsanız şöyle ifade etmem doğru olur. Bazı animelerden/mangalardan sadece karakterleri,  bazınlarından sadece müzikleri ve görüntüleri yada atmosferi, kimilerinden ise duyguları hatırlar ve taşırsınız yanınızda. Bir anime eğer size bunların hepsini hatırlatabiliyor ve düşündüğünüzde içinizde birşeyleri çız ettirip dolduruyorsa sizin için en iyi animeyi yada animeleri bulmuşsunuz demektir.    Aku no Hana hem mangası, hem de animesi ile bana böyle bir deneyimi yaşattı. Ve bu karşılaşmadan dolayı mutluyum (Ureshiina :). Aynen Charles Bukowski (https://eksisozluk.com/entry/605906?utm_campaign=social&utm_term=0&utm_source=twitter&utm_medium=tweet&utm_title=john+fante)'nin o benim tanrımdı dediği John Fante'yi (henüz okumadıysanız "Toza Sor" ah bi animesi olsa dersiniz) keşfetmesi gibi. Ve umuyorum ki animenin son bölümünde işaret edildiği gibi 2.sezonu için daha fazla beklemeyiz.   Sonları sevmem, veda etmeyi de Aku no Hana'nın ruhumda bıraktığı izleri ise sanırım bir süre daha taşıyacağım ama bu yazı ile esere olan borcumu ödemiş ve hafiflemiş hissediyorum, bahsetmeseydim içim içimi yerdi. Umarım inceleme hoşunuza gitmiştir ve gereksiz duygusallıkla canınızı sıkmamışımdır :) Sürç-i lisan ettiysek affola.     Ve sanırım geri döndüm ve bir süre etrafta olacağım... Oldukça uzun bir süre :)     Aku no Hana Ana Temasına ve Nakamura Karakterine Dair   Aku no Hana mangasını okuyup bitirdikten sonra, kafamdaki soru işaretlerini -ki bu eseri okuyan bir çok kişinin bu soru işaretlerine sahip olduğunu tahmin ediyorum- gidermek için bir takım çabalara girişmiştim. Özellikle Nakamura karakterinin davranışları ve bu davranışların arkasındaki sebepleri öğrenmenin manganın özüne ışık tutacağını düşünüyordum. Çünkü Nakamura'nın eserin geneline baskın bir havası vardı (Hatta o kadar baskındı ki, Nakamurayı formülasyonun dışında tutuğunuzda geriye sadece sıradan bir drama kalıyor gibiydi).   Araştırma çabamın başlangıç noktası, seriye ismini veren ve Kasuga karakterinin okumayı sevdiği sıradışı şair Baudelaire'i oldu.  Ama sadece Baudelaire'den hikayeyi anlamlandırmak için yeterli ipucu elde edemedim. Zira daha sonra öğrendiğim üzere, Baudelaire, Aku no Hana'nın temasını hatta arkasına yatan ideolojiyi ortaya çıkarmak için takip etmem gereken ipuçlardan sadece ilki, başlangıç noktasıydı. Tam arayışlarımdan vazgeçmek üzereyken, myanimelist'de Aku no Hana manga incelemeleri altında 'czxcjx' isimli kullanıcının kendi deyimiyle 'manga'yı okuyacakların fikirlerini değiştirebilecek bir bakış açısı yakalayabileceği' o incelemesi denk geldim.    Oldukça başarılı bu inceleme Baudelaire'den, Rimbaund ve orada beat kuşağına kadar uzanan bir iz sürme ile Nakamura'nın temsil ettiği idelojiyi ortaya koyuyor ve manga'nın temasına ışık tutuyordu. Nakamura'yı ve Aku no Hana'yı tam olarak anlamamı sağlayan ve edebi olarak genel kültürüme de katkısı olduğunu düşündüğüm bu incelemeyi sizlerle paylaşmak istedim.      Aşağıda 'czxcjx' tarafından yazılmış olan incelemenin Türkçe çevirisini bulacaksınız. Ayrıca çevirinin genel kontrollerini yapıp, zorlandığım bölümlerde fikir önerileriyle katkıda bulunan jans09'a buradan bir kez daha teşekkür ederim.   Aşağıda okuyacağınız yazı czxcjx kullanıcısının http://myanimelist.net/manga/24705/Aku_no_Hana  adresinde yer alan incelemesinin çevirisidir.       Aku no Hana İnceleme - Yazan: czxcjx    Öncelike bu incelemeye mini bir edebiyat dersiyle başlamama müsade edin. Hırslı bir avukat olan Charles Baudilaire çılgın bir şairdi fakat kariyerini bir kenara bırakıp zorluklarla mücadele eden örnek bir sanatçı olmayı seçti. Yüksek meblağda borç alıp bunları içki ve hayat kadınlarına yatırırdı. Elbette, sonunda parası tükendi ve aşırı alkol almaktan hayatını kaybetti fakat arkasında devasa bir edebi miras bırakraktı. Sembolist hareket olarak anılan akıma ilham kaynağı olan şiirleri çökmüş, bayağı ve tamamiyle göz kamaştırıcıdır.     Fakat Bauldelaire'den ziyade, dikkatimizi Rimbaund isimli başka bir şaire çevirelim. (Takao aynı zamanda Rimbaund'da okumakta) Rimbaund Baudelaire'in tutkulu bir hayranıydı. Henüz reşit değildi ve ailesinin evinde kendisini hapsolmuş hissetmekteydi. Sıklıkla evden kaçan Rimbaud sonunda Paris'e yerleşerek Sembolist akıma katıldı. İnandığı en önemli şey voyant (kahin) teorisiydi. Rimbaund'un inanışına göre gerçek bir şair (voyant yada kahin) sanatının doruklarına erişmeyi ancak 'hislerin düzensizleşmesi' adını verdiği şeyle erişebilirdi. Ona göre bir şair her türlü kötülüğü ve çileyi deneyimleyerek ruhunu bir canavara dönüştürmeliydi. Baudelaire onun için şiir tarihinin ilk voyant'ıydı. Elbette, Rimbaund da, Baudelaire'in izlemiş olduğu çöküş yolunu izlemeyi tercih etti. Şair olarak kariyeri sadece 5 yıl sürdü, fakat bugün bile hala Franszların büyük çoğunluğu tarafından okunan eserler yazdı. Paris'te geçirdiği 5 senenin ardından, spontane bir şekilde Afrika'ya seyahat etmeye karar verdi ve bir silah tüccarı oldu. Açık denize yakalandığı bir hastalık sonucu da hayatını kaybetti.   Son olarak günümüze yakın bir döneme, 1940 - 1950'ler Amerika'sına uzanalım. Colombia Üniversitesi'nden bir grup edebiyat öğrencisi, ABD hükümetinin genel hayata ilişkin uygulamalarından rahatsızlık duymaktaydı. Elbete ki, 'beat kuşağı'ndan bahsediyorum. Allen Ginsberg'in, ünlü 'Howl (Uluma)' ve Jack Kerouac'nın ünlü 'On the Road (Yolda)'u topyekün bir tepkikültürü hareketini ayaklandırarak birer kült klasik oldular. Hepsinden önemlisi, beat kuşağı menusuplarının Rimbaund'dan etkilenmiş olmalarıydı. Birisi 'On the Road'u okuduğunda, tümünün ortak paydası doğallık ve anarşik özgürlükler olan, Beat kuşağı yazarlarının hayatı hakkında bilgi sahibi oluyordu. Bu insanların amacı kurallar ve toplumsal normları olabildiğince g kaçınarak, topyekün kaos halindeki bir yaşam sürmekti.     Bu manga hakkında yazılan bir kaç incelemeyi okuduktan sonra, aynı şeylerin tekrar edip durduğunu görüyorum. İnsanların bu mangayı bir Femdom(1) manga olarak okuduklarını ve 'sadist kızın oğlanı kendisiyle anlaşma yapmaya zorlaması' teması daha önce işlendiği için, konunun orjinal olmadığını iddia ettiklerini görüyorum. Öte yandan, ben bu esere bambaşka bir şekilde bakıyorum. Tabiki bu bakış açısından bakabilmek berlili bir zihniyete sahip olmayı gerektiriyor.   İçerisinde yaşadıkları toplumu şöyle bir süzdükten sonra, ondan gerçekten nefret eden insanlar vardır. Bu insanlar, diğer insanların mutsuzluk içerisinde yaşadıklarını ve tamamlanamadan öldüklerini görürler. Herkesin diğer herkesten sosyal olarak izole olduğu izlenimini edinirler. İnsaların ahlaksız şakalar ve karaoke seansları gibi aptalca zevklerle şımardıklarını farkederler.Servet ve araba gibi şeylerin peşinden koşmanın gerçeklerden kaçmanın ve kendini kandırmanın diğer bir türü olduğunu düşünürler. Bu insanlar, 1960'larda Woodstock'a kaçmanın ve 3 günü, özgürlük, uyuşturucu ve rock and roll ile geçirmenin hayalini kurarlar. Banksy'in izinden gidip tüm şehir duvarlarına sanat ve spray boya püskürtmenin hayalini kurarlar. İnsanların gerçekten ve sadece, çığlık atmak için, katartik bir an üstüne katartik bir an yaşamak için, On the Road'un felsefesini kaygısızca ve sınırsızca yaşamak için tarlalarda özgürce koşabildikleri müddetçe özgür olduklarını düşünürler. Topluma karşı olan soruluklarından hoşlanmaz ve bu tarz öteden bakan bir hayat tarzının tamamiyle bir zaman kaybı oluğunu düşünürler.   Tabiki, tüm bunlar basit bir anarşist teori gibi duruyor. İnsan özgürlüğüne dair buna benzer bir çok kuramı Situationist International'ın çalışmalarında ve My Dinner with Andre isimli filmde bulabilirsiniz. Benim Aku no Hana'da gördüğüm sadece bir portre, bir kederin (hem de büyük bir kederin) ve aynı zamanda, Bauddelaire ve Rimbaun'un bir zamanlar izlediği günah dolu yaşam tarzını sürmenin güzelliğinin resmedildiği bir portre. Nakamura sadece sadist bir BDSM(2) kraliçesi değildir, o bahsettiğimiz bu yaşam tarzının bir sembolü, bir temsilcisidir.   Takao ona kendini teslim eder çünkü Nakamura'nın istismarlarının saf heyecanı bir tür yücelmedir. Aynı şekilde ben de, bu yaşam tarzının anlık görünümünün çeperine doğru çekildim, iki insan, benim hayatımda hiç bir zaman yapamayacağım şeyleri yapıp, yarattıkları karmaşanın içinde inanılamayacak derecede eğleniyor görünüyorlardı.   Normalde eserleri iki kategoride sınıflandırırım. İlkindekiler harikulade birer ilüzyondur, basit duyguların, düşüncelerin uyandırılmasında ve gerçeklerden kaçmayı sağlamada her yönleriyle mümkemmel kurmaca çalışmalarıdır. Melodramlar, komediler ve gerilim türündeki eserler bu ilk kategoridedir. Bir de doğrudan, gerçek yaşam deneyimlerininin anlık görünümlerini içlerinde barındıran eserler vardır, bunlar size hayat parçacıkları sunarlar. Ruhunuzu mest edecek olan bu eserler, moralinizi bozar, çünkü şuan sahip olamayacağınızı bildiğiniz bir hayat deneyiminin sadece küçük bir bölümünü fotoğraflarlar -ya da- sizi acı gerçeklerle yüzleşmeye zorlarlar. Welcome to the NHK, Subarashii Sekai (Inio Asano), Synecdoche New York, All About Lily Chou Chou, az da olsa Fight Club (daha çok bir gerilim) bu gibi eserlerdendir.     Sınıftaki o ilk olaya kadar anlayamamıştım. Katıksız anarşist hazzın nihai görünümü, dans eden iki gençte vücut buluyordu. Bu tarz çalışmaları okumaya başlamadan önce bürünmeniz gereken belirli bir zihniyet vardır, hem yalnız hem de lanetlenmiş olduğunuz bu zihniyet, sapkın romantik hayat görüşüdür. Aku no Hana hayalperestlere yönelik bir eserdir. Yapmanız gereken ilk şey, onun ana karakterlerini, üstün körü bir şekilde diğer hikayelerdeki sapkın çiftlerden biri olarak değilde, insanlığın farklı yönlerinin temsilcileri olarak görmektir. Anarşi, konformizm, endişe, kin, kıskançlık, isyankarlık hepsi apaçık ortadır.   Tüm eski standart eleştirileri gördüğümde diyorum ki, buradaki problem klişeler ya da karakterize etme ile ilgili değildir, sonuçta tüm bunlar anarşik kendini yok etmenin harikulade vizyonu ile ne kadar empati kurabildiğinizle ilgilidir.   Bu inceleme size bir sosyopat tarafından yazılmış gibi gelebilir (Belkide öyledir. Bu mangayı keşfetmeden önce, Fleurs du Mal ve Rimbaund'un tüm eserlerini edinmiştim. Öyle ki ben de, gelecekteki sanat yaşamında bu çeşit zorluklara karşı kürek çekmeyi planlayan, o umutsuz hayalperestlerden biriyim.) Fakat (umuyorum ki) bu yazıda, mangaya başlayacak olan insanların görüşlerini değiştirebilmelerini sağlayacak bir bakış açısı yakalayabilmişimdir.     1. Okuyucu için NOT: Femdom: İngilizce Female Dominant, Kadın Egemen, Kadın Baskın kısaltması. Yazar burada kadın kahramanın erkek kahraman üzerinde baskı kurduğu  mangaları işaret ediyor.   2. Okuyucu için NOT: bondage and discipline"; B&D       -Kutatgu   Yazı yukarıda ismi geçen yazar tarafından forum.turkanime.tv platformu paylaşılmıştır. Tamamen yada kısmen başka ortamlarda ve platformlarda yayınlanması yazarın iznine bağlıdır. Bunun için lütfen PM atarak izin alınız. :)     Edit: Imla hatalari
    Edit: Imla hataları 2
  15. Beğen
    Cloudman reacted to direncefe in Birini animeye başlatırken ilk hangi anime izletilmelidir ?   
    sakın ilk naruto'yu izletmeyin.erkek kız farketmez.shounen diye izler bakar küçük emrah modunda bi çocuk ağlıyo,,yaramazlıklar falan yapıyo dikkat çekmek için.
    rurouni kenshin ile başlatılabilir shounen,one piece'de keza
    kızlar için ilk NANA'yı öneririm
  16. Beğen
    Cloudman got a reaction from Kaxell in Hoş Bulduk   
    Türkanime forumuna hoş geldiniz Varjo Bey
  17. Beğen
    Cloudman reacted in Shingeki no Kyojin Fark Attı   
    Kishi güzel satmış, hele ki o kadar kötü yönde eleştiri aldığı halde. Shingeki bile olsa one piece ilk yarıyı 2. olarak bitirmesi güzel olmuş. Kuroko yerine gin no saji 3. olsa güzel olurdu. :D 
  18. Beğen
    Cloudman got a reaction from Büşr♥ in Türkçemize kazandırılan "Manga"lar !   
    Berserk 'in mangalarda var aslında... 
  19. Beğen
    Cloudman reacted to Eolo-sama in Japon Hayranlar Favori Siyah Saçlı Karakterlerini Seçti   
    Hei nerde Hei!!
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.