Jump to content

Liderlik Tablosu

Popüler İçerik

Showing content with the highest reputation on 08/19/14 tüm alanlarda

  1. Anime yoksa çizgifilm izlesinler
    3 points
  2. Log Horizon 2. Sezon Başlangıç Tarihi Belli Oldu NHK’nın resmi anime bloğunda paylaşılan yeni görsel 2. sezonu ve yapım ekibi daha önce duyurulan ve bizim tarafımızdan da paylaşılan Light Novel’dan uyarlanmış Log Horizon’un 4 Ekim’de yayımlanmaya başlayacağı NHK’nın resmi anime blogunda duyuruldu. Bunun yanında bazı yeni karakterlerin seiyuuları ile animenin kapanış parçasını kimin seslendireceği de açıklandı. Buna göre; yeni açıklanan seiyuular şu şekilde: Riese - Rie Murakawa Tetra – Yukiyo Fujii Kinjou – Tsubasa Yonaga Animenin kapanış parçası “Wonderful Wonder World” ise ilk sezonun kapanış parçası “Your Song”un sahibi Yun*chi’ye ait yine. Kaynak:AnimeFantastica
    2 points
  3. İnernetten dizi, film izlemek kaç yıldır yasak acaba :huh:
    2 points
  4. Hahaha kapatıyorlarmış :D nereye kapatıyorlar.Ancak Japonlar kendi sitelerini kapatabilirler buda gereksiz olur zaten.Asıl kapatmak istedikleri onlar için yabancı olan mesela Türkanime ya da Mangareader'i de yalnız Japonya üzerinden girşini engelleyebilirler. Uluslararası durumlarda Amerika bile baş edemiyor kaçak siteleri kapatmaya.Mesela The Pirate Bay'da her programın kaçağı var ve kaç yıldır hala ayakta.Ordusuna sınırlama getirilmiş güçsüz Japonlar mı kapatacak bu siteleri?
    2 points
  5. LeornKayn

    Milanya [FF]

    Bölüm 1 -Başlangıç- En iyi arkadaşım George ile Balık tutmaya Hivean* gölüne gitmiştik... Hava karardığında elimiz boş kamp yerimize döndük... Biraz inat edip gerektiğinden fazla gölde kaldığımızdan saat epey geç olmuştu. Yemek bile hazırlamadan çadırlarımıza daldık. İçini otlarla doldurduğum çadırımın içine bir çarşaf serip uyumak için uzandım. Bir kaç dakika içinde uykuya dalmıştım bile. Gece sakindi, ne bir esinti, ne bir ses... Sadece huzur vardı göletin etrafında. O gece tuhaf bir rüya gördüm. Daha önce görmediğim bir kadın, rüyamda bana sesleniyordu, adının Milanya olduğunu ve benim onu bulmam gerektiğini söylüyordu. Bana bir şeyler söylemeye devam etti. Bütün bunların arasında, Nilen Şatosunun adıda geçmişti. Rüya giderek beni etkiliyordu... Bana anlattığı şeyleri belirli bir aralıklarla tekrarlıyor her tekrarında sesi dahada artıyordu. En sonunda boğulacak gibi oldum, kendimi uyanık gibi hissediyordum ama uyanık olmadığımında farkındaydım. Birinin beni kurtarmasını diler oldum neredeyse. George'nin beni uyandırmasıyla bu tuhaf rüyamda son bulmuştu. George endişe içinde beni uyandırmış, ne olduğumu soruyordu. Tabi ben o ara onun o endişe içindeki yüzüne dikkat edememiştim. O an sadece Milanya denen kadının adını sayıklıyordum. Rüyanın gerçekliğine kapılmış olmamdan dolayı olsa gerek George'yi iki kolundan tutup sarsarak "O kadın nerede?" diye sordum. Şüpheli bakışlarıyla aniden sakinleşen George etrafa bir kaç saniye baktıktan sonra "Kim? Kimden bahsediyorsun? Burada ikimizden başka kimse yok!" dedi. Aslında bu cevabı beklemiyordum gözlerimi sıkıp kafamı kaç saniye içinde biraz da olsa toparladıktan sonra gördüğüm rüyayı George'ye anlattım. İlginç bir kabus olduğunu söyleyip geçiştirdi. İkna olmuştum, arada olurdu böyle şeyler ne de olsa. George çadırdan çıkarken "Yarın kasabaya döneriz, temiz hava sana yaramadı." diyip yüzünde küçük bir sırıtma ile çadırdan çıktı... Rüyadan sonra tekrar uykuya dala bilmek için uzandım ama düşünceler hala kafamın içini terk etmemişti. Uyu dedim içimden kendime sertçe. Uyu! Çadırın dışından bir ses geldi. Nilen diyordu. Nilen, dedim kendi kendime tanıdık bir isim... Kim acaba? Nilen, diye sayıkladım tekrar. Uzandığım yerden kalkıp çadırın girişindeki bezi kenara iterek dışarıya baktım. Dışarısı eski bir salona açılıyordu. Hava yağmurluydu, salonu aydınlatan tek şey gecenin amansız yağmuru arasında çakan şimşeklerdi. Bir tanesi gayet sert bir gürüldemenin ardından çaktı. Güçlü bir aslanı bile irkilte bilirdi bu şimşek. Işığı o karanlık salonun bütününü aydınlatmaya yetti. Işığın bir kaç saniyelik aydınlatması sayesinde salonun penceresinde dışarıyı izleyen birinin olduğunu gördüm. Bir kadındı bu, güzel bir elbise giymişti, maviyi andırıyordu giysisi, aşağıya doğru uzanan geniş etek kısmının fırfırlı kesimleri maviyi tamamlayacak parlak inci taneleriyle işlenmişti. Denizin altındaki incelere bakıyor gibi hissettim kendimi. Elimle açık tuttuğum bezi itip dışarı çıktım. Ayağımı uzattığımda tahtadan bir zemine bastığımı hissettim. Kuru ve soluktu. Issız bir ev zemini gibi hissettiriyordu. Zemine bakan gözlerimi pencerede ki kadına bakmak için tekrar çevirdiğimde kadının bana baktığını gördüm. Ufak bir etkilenmenin ardından; - Yüzünü göremiyorum ama beni etkiliyorsun dedim? ( Neden böyle bir cümle kurmuştum? İçimden mi gelmişti?) Kadının ağzını oynattığını azda olsa görebiliyordum ama sesini duyamıyordum. - Seni duyamıyorum dedim, hafif şaşkın ifademle. Bir adım daha atıp yaklaştım. Yaklaştığımda gözlerim beni yanıltıyor mu diye düşünmeye başlamıştım. Neler olduğunu anlamak için etrafa göz gezdirmeye başladım. Odada hiç kapı yoktu, Sadece şimşeklerin içeri girmesine izin veren geniş dikdörtgen bir pencere ve arkamdaki çadır dışında salon bomboştu. Bir adım daha yaklaştım kadına, irkildim. Bir adım daha yaklaştım. Her adımımda kadının sureti biraz daha kayboluyor, yüzü silikleşiyor, vücudu saydamlaşıyordu. Bir adım daha yaklaşmaktan korktum. - Sana biraz daha yaklaşırsam ölür müsün? Sana yaklaşırsam kaybolur musun? dedim. O ana kadar sesini duyamadığım kadının sesi, biraz da olsa bana ulaşmaya başlamıştı. - Sen bana yaklaşmıyorsun benden uzaklaşıyorsun. Benden korkuyorsun. Beni aramıyorsun, yaklaşmıyorsun bana, beni bulmuyorsun. - Seni bulmak mı? Ama neden? - Bana ihtiyacın var çünkü? Senin... Kalbinin... Kurtulman lazım, dedi bunu söylerken o güzel sesi kaybolmaya başlamıştı. Hiç bir şey anlamıyor gibiydim. Zihnim bulanmaya başlamıştı. - Peki seni bulursam nasıl kurtulacağım? - Elimi tutman yeterli, dedi o an silik karanlık suretin elini bana uzattığını gördüm. Elim vücudumun isteği dışında yavaşça kalkıp ona doğru uzanmaya başladı. Ve eline dokundu, tuttu ve sıktı. Gözlerimi elime dikmiştim. Ani bir şimşek çarpması daha yaşandı bu sırada... Öncekilerden parlak ve gürültülü idi. İrkilip başımı ve gözlerimi hafifçe kaldırdım. Gözlerim sonuna kadar açılmıştı ama sebebi korku değil şaşkınlıktı. - Sen o kadınsın... ufak bir duraksamanın ardından. Yüksek sesle; SEN MİLANYA'SIN. Milanya bana gülümsüyordu. Sevecen bakışlarıyla ve elmacık kemiklerinin altındaki o küçük gamzeleriyle bana gülümsüyordu. Dalgalı saçlarının ardında kalan narin kulaklarında ki abanoz küpeleriyle beni büyülüyor, bana gülümsüyordu. Dona kalmıştım. Şimşeğin odayı aydınlatması iki saniye bile sürmemişti ama ben bu süreyi on dakika gibi yaşamıştım. Işığın azalmasıyla suratı tekrar silikleşiyordu. Elini hissedememeye başlıyordum. Ve karanlığın hakimiyeti tamamen almasıyla elini tutamaz olmuştum. Milanya; Bekliyorum beni bul L... Demişti son dediğini duyamamıştım. Başımı eğdim. Biraz sakinleştikten sonra, aniden başımı kaldırıp seni bulacağım MİLANYA! diye bağırdım ve nedensizce ona sarılmak için ileri doğru atıldım. Kollarımı açtım, boşluğun içine atladım ve soluk pencereye çarptım. Sana sarılamıyorum bile dedim kızgınlıkla. Seni hissedemiyorum bile Milanya ! Gözümden yaşların döküldüğünü fark ettim hayretle. Pencerenin kenarında kollarımı kendime dolamış şekilde, dışarıya bakarken son bir şimşek daha çaktı. Camda bir suret daha gördüm. Uzun saçlı, kara kapüşonlu birini... Tam arkamdaydı. Ben daha dönemeden elini sırtımda hissettim. Bana dokunan o el bir bıçak kadar soğuktu ve beni iteklemesi ile önümdeki pencerenin bir balkona dönüştüğünü fark ettim. Dengemi kaybederek aşağıya düştüğümü hissettim. Düşerken gözlerim balkonun olduğu yere doğru çevrildi. Kapüşonlu adam bana bakıyordu. - Sen dedim bilinçsizce sen! Çamurlu çimenlere çarpmamla yerimden fırlamam bir oldu. Düşüncelerim ve konuşmalarım hızlanmıştı. Nefes nefeseydim. Ne oluyor, dedim. Etrafıma baktım. Ellerime baktım. Neredeydim, deyip aniden ayaklandım. Çadırın tavanına çarpmıştım. Çadır! dedim telaşlı halimle. Kafamı hızla sağa sola çevirdim. - Dışarısı, dışarısı...! Hızla çadırın girişinden dışarı atıldım. Telaştan çadırın girişindeki ufak demir parçasına takılıp yere düştüm. - Çimenler? Salon nerede? Yağmur nerede? Uzun süre ellerim yere dayalı dizlerimin üzerinde durdum, olanları bir kez daha anlamaya çalışıyordum. - Sadece bir rüya mı ? dedim kendi kendime. Rüya olamayacak kadar gerçek hislerle uyanmıştım. Kalbim çarpıyor, ellerim titriyor, gözlerim şaşırıyor. Beynim doğru olanı istiyor. Ruhum sevgiyi istiyordu. Gün ağarmak üzereydi. Nilen Şato'su, Hivean gölünün ortasındaki bir adadaydı. Karaya uzun bir ahşap köprüyle bağlanıyordu. Terk edilmiş kullanılmayan bir şatoydu... George, başta öyle bir yere asla gitmeyeceğini söyledi ama ben tek başıma da gidebileceğimi, bunun benim için önemli hatta hayatımı değiştirebileceğini hissettiğim bir şey olduğunu söyledim. Başını eğdi, bir öflemeyle; Cidden sorunların var senin. İyi, peki seninle geleceğim ama en ufak bir aksaklıkta kaçarım bak, dedi ve gülümsedi. - Sorun değil senden hızlıyım, dedim gülerek. Bir kaç dakikalık yürüyüşün ardından. Eski şatonun karşısındaydık. - Bu köprü fazla eski, dedi George, ama mimarisini sevdim. Köprünün tahta trabzanlarına dokundu ve, Kuru meşe yaprağı, dedi, her dokunuşta insana güven hissi veren özel bir yaprak... Burası kimin eviyse zevki de iyiymiş. - Bunları bilmen beni şaşırttı doğrusu. Kuru meşe yaprağı diye bir şeyi ilk defa duyuyorum. Sayıklar gibi oldu George -Hayır duymuyorsun- Kapıya geldiğimizde şöyle bir baktım dokundum elimi üzerinde gezindirdim. - Ev gibi hissettiriyor, dedim içimden. Kapının üzerinde dolaşan elimi kapının koluna indirerek açtım. İçerisi karanlıktı. Giriş, ufak bir koridorun ardından geniş bir salona açılıyordu ama etrafta pek eşya yoktu. Kırık kanepe, bir kaç gümüş şamdan, kırık bir ayna. - Güzel yağmalamışlar, dedi George etrafa bakarken. Pek bir şey yok burada gidelim istersen? - Hayır biraz daha kalmak istiyorum, dedim. Üst katlara bakalım, gel, deyip hızlıca merdivenlere atıldım. - Toz içinde koşturuyorsun bizi, dedi George. Ondan önce üst kata vardığımdan bu sözünü duymamıştım bile... Üst katta merdiven biter bitmez büyük bir salon başlıyordu. Vay canına, dedim içimden. Duvarlara bakarken tam karşıda bir pencere gördüm, kırıktı, genişti ve dikdörtgen şeklindeydi. Gözlerim büyümüştü. İşte! dedim, Bu o pencere, kesinlikle o! İleri atıldım pencerenin önüne geldim tahta kenarlıklarına dokundum. Bir şey bulmak istercesine bakıyordum. Arkamdan gelen George'yi fark etmemiştim. Pencerenin cam kısımlarını incelerken arkamda bir suret gördüm. Tıpkı rüyamdaki gibi irkilmiştim. Arkama aniden dönünce George korkmuştu. - Ne yapıyorsun, dedi şaşkınlıkla. - Özür dilerim, dalmışımda, seni başka bir şey sandım. George güldü, Gidelim mi artık buradan iyice saçmalamaya başladın sen. - Tamam, gideceğiz ama bakmak istediğim son bir yer daha var. Üst katta merdivenin bitimindeki sağa doğru açılan koridordan içeri girdim. Kapısı kırılmış bir oda vardı orada. Çalışma odasını andırıyordu. Lüevren* ağacının kütüğünden masa ve üsttü örtülmüş bir çerçeve genişliğinde eşya ile doluydu oda... Yerde ki kağıtlardan birini alıp okumaya çalıştım. Kağıt büyüyle alakalıydı, sıradan bir insan okuyamazdı bunları tabi. Haliyle bende; Burası bir büyücünün şatosu, dedim. Yerde yanık bir kaç kağıt parçasıda vardı. Raflardaki devrilmiş kitapların arasında bir kaç parşömen gözüme çarptı. Girişteki masaya yöneldim, üzerinde bir kızıl taş duruyordu, rengi solmuştu. Kim bilir bununla neler yapıyorlar diye düşündüm. ...George ise hiç heyecanlanmamış gibiydi. Elimde tuttuğum büyü kağıdını masaya bıraktıktan sonra geniş bir çerçeveyi örten çarşaf dikkatimi çekti. Altında bir şey saklıyordu sanki, heyecanım bir kez daha arttı. Beyaz tozlu çarşafı tutup çekmem bir oldu. Etrafa baya toz kaldırmıştım. George bundan rahatsız olup odadan çıkmıştı. Bense çarşafın altında ne olduğuna heyecanlı gözlerle bakıyordum. Gözlerimdeki heyecanın ve yüzümdeki gülümsenin solmaya başladığını hissettim. Beklemediğim bir portre ile karşı karşıyaydım... Büyük olasılıkla şatonun sahibinin portresiydi ama şaşırtıcı olan bu değildi şaşırtıcı olan portredeki adamdı. O adam bendim. Evet bendim! Birden başımın çatlayacak gibi olduğunu hissettim. Birkaç hatıra canlandı zihnimde ve aniden dahası, odada zihnim gibi canlanıyordu. Yepyeni bir hal alıyordu. Tozlu masa ve raf tertemiz oluyor, yırtık duvar kağıtları yenileniyor, dağılmış kağıtlar düzenli bir şekilde masanın üstünde toplanıyordu. Yerlerdeki kitaplar ise raflardaki yerine yerleşiyordu. Hatıralarım zihnime dolmaya devam etti. Oda her hatırada biraz daha tamamlandı ve sonunda sanki hiç terk edilmemiş gibi düzenli bir hal aldı. Hızlıca odamdan çıkıp diğer odaları dolaşma isteğime engel olamadım, dolaştığım her odada farklı bir anım aklıma geliyordu ve ben hatırladıkça şatoda düzeliyordu ve en son girişteki ilk salona geldiğimde her şeyi hatırlamıştım... Gerçek adamın Leo Nilen olduğunu, Shieva krallığına ait bir sihirbaz olduğumu ve krallığa hizmet ettiğimi, verilen görevleri yaptığımı ayrıca Leoras Te Nir* sihirbazlar loncasının ileri gelen üyelerinden biri olduğumu hatırladım... Ve sonrasında Milanya'yı hatırladım, aşık olduğum kadını... Onun uzun siyah saçlarını, sevinçle gülümseyen yüzünü, yeşil parlak gözlerini... Hepsinden daha önemli bir şey daha hatırlamıştım! Milanya'yı benden alan, kaçıran adamı... Adı, Victor Weorm'du Xaizer X krallığındaki bir kara büyücü, ayrıca da krallığın Lordlarından biriydi. Bütün her şeyin sebebi olan bu adam, benim hatıralarımı kilitleyip, zihnimi yapmacık hatıralar ile doldurmuştu... ...Ve en iyi arkadaşımmış gibi yanımda dolaşmaya başlamıştı. Peki ama bunu neden yapmıştı? Elinde beni öldürecek bir şans varken öldürmesi işine gelirdi. Kendisine, büyü gücüne fazlamı güvenmişti? - Hayır, hayır, gücüne fazla güvense beni göz önünde tutmazdı. Başka bir şey var, diye düşündüm. Hatırlayamadığım bir şeydi bu büyük olasılıkla... Ben bunları düşünürken merdivenlerden bir gıcırtı sesi geldi. Biri merdivenlerden iniyordu. Arkamı döndüğümde George, hayır, Victor yüzüme sert ve soğuk bir şekilde bakıyordu. Yavaşça merdivenlerden inmeye devam etti. Yanımdam geçip kapıyı açtı ve durdu. Sakin sesiyle "Herşeyi hatırladığına göre, Leo, yakında savaşımız başlar. Büyük olasıkla seni neden onca zamandır öldürmediğimi düşümüşündür. (sırıttı) Sebebi Milanya, ona şükran duymalısın. Sayesinde 20 yıl yaşadın fakat 10 gün sonra öleceksin. Buna kendini hazırla" dedi. - Yaptıkların sana bir şey kazandırmayacak, dedim emin bir şekilde. Tek kaşını kaldırıp bana baktı. Victor da en az benim kadar kendimden emindi. Parmağını şıklattı ve görünüşünü değiştirdi, daha doğrusu orjinal haline geri döndü. Soğuk beyaz yüzü, uzun siyah saçları ve sivri kemikli burnuyla karşımdaydı. Siyah uzun pelerini ve grileşen kapüşonu ile. Cebinden çıkardığı purosunu yaktı. Bir nefes çektikten sonra sarı canlı gözlerini bana çevirdi. - Öleceksin Leo. - Bunu az önce de söylemiştin. Bu sözü bir çok kez duydum ben Victor. - Evet bir çok kez duydun. Bakışlarını yere doğru eğerek, ama benim ağzımdan ilk defa duyuyorsun dedi. Pelerinini arkaya atarak, dairelerden oluşan desenli siyah ceketinin cebinden deri eldivenlerini çıkardı ve giydi. Ağzındaki puroyu sol elinin baş ve işaret parmağıyla alıp dumanını üfledi. Kapıya yöneldi, çekti ve açtı. Çıkmadan önce omzunun üzerinden bana son bir kez baktı ve kapıyı kapatıp gitti. Bense salonun ortasında öylece kalmıştım. Sol elimi sıktığımı fark ettim ve kendimi yumruklaştırdığım elime bakarken buldum. İçimi kaplayan hırs zihnimi boşaltmaya başladı. Bütün o karmaşayı bir kenara iterek geliyordu. Ve hepsini dağıttı. Zihnim berraklaşmıştı. Daha sakin düşünebiliyordum. Arkamda dönen kanepeye sert bir tekme indirerek, ittim. Kenara itilen kanepenin altından, aşağıdaki bodrumun girişi ortaya çıkmıştı. Uzanarak açtım, bir kaç büyülü kelimenin ardından karanlığına doğru atıldım. Hatırlamak - Bölüm 1 - Son Bölüm 2 Evet! Başarmıştım! Uzun yıllar hiç büyü yapmamış olmama rağmen bodrumun girişine yaptığım geçiş büyüsünü aktif hale getirebilmiştim. Bu sayede melekler şehri Anlies'in altındaki Gece Ormanına varabilmiştim. Fakat geçiş büyümün bir süresi vardı. Bu süre dolunca bulunduğum yere geri dönüyor ve büyüyü belli bir süre tekrar edemiyordum. Şimdi Jeouan'ı bulmam lazımdı. Kendisi bilge bir ağaçtı, çok uzun bir ömür yaşadığından birçok şeyi biliyordu ve kendisine danışmak için gelenlerle de sohbet ederken yeni bilgiler öğreniyordu. Bir çok büyücünün ne yaptığını bilirdi. Fakat ona soru sorma hakkını bize yirmi bir yılda bir defa veriyordu. Biraz yürüdükten sonra karanlık gölün kıyısına Jeouan'ın bulunduğu yere gelmiştim. Beni görünce; - Ohh.. Leo! Bir kaç gün erken gelmedin mi? diye sordu. - Erken geldiğimi bende biliyorum. Soru sormak için gelmedim. Sana anlatmam gereken bazı şeyler var. Başımdan geçen ve hatırlayabildiğim herşeyi ona anlattım, anlattığım şeyler ilgisini çekmişti, sanırsam ve amacımı da anlamıştı. Ona soru sormadan bana cevap vermesini istiyordum. Anlattıklarım arasında; ustası olduğum büyü gücümü, geçmişimle ilgili olumlu ya da olumsuz her hangi bir şey hatırlamadığımı söylemiştim. Kısacası bunları bana hatırlatmasını istiyordum. Jeouan yaşlı suratıyla gülümsedi ve; - Cidden zekisin Leo. Değişik bir yoldan da olsa beni cevap vermeye itiyorsun, peki bu oyununu kabul ediyorum. Öncelikle sana büyü gücünü hatırlatmama ne dersin? Sen, Leo , Nilen ailesindensin. Nilen ailesi, yıllar boyu çok ilginç bir büyü gücünde gelişmiş bir aile. Onlar hatıraları etkilerler. Bir nevi ilizyon fakat insan beyninde geçmişine doğru yapılan bir ilizyon. Gerçekten muazzam bir güçtir. Ayrıca çok etkili bir çok casusluk görevine atanan bir büyücü soyundan geliyorsun. Yanlış hatırlamıyorsam sende o casusluk görevlerine Leoras Te Nir'in kızıl dereceden bir büyücüsü olarak gidiyordun hatta namında "Geçmişin Efendisi" idi... Görevlerinde neler yaptığını bilmiyorum fakat casusluk görevi genelde iyi şeyler değildir... Bunlar aslında senin üstünde bulunan lanetin yanında sıradan şeyler... Şimdi sana bir soru soracağım Leo. Anneni, babanı yada kız kardeşini hatırlıyormusun? Bu soru bana çok saçma gelmişti... alaycı bir gülüşle - Tabi ki hatırlıyorum... - Emin misin? Adları neydi peki? Gözleri, saç renkleri, yüzleri nasıldı? Bu ikinci sorudan sonra yüzümdeki o gülüş yavaşça sönmeye başladı. Çünkü ne anne-babamın ne de küçük kız kardeşimin adını yüzlerini hatırlayabiliyordum. Hepsini unutmuştum! Bir anlığına delirecek gibi oldum. Yerimden hızlıca kalkıp başımı tuttum. Düşün, düşün, hatırlayama çalış! deyip durdum kendi kendime fakat hiç bir şeyi hatırlayamıyordum. Arkamı hızlıca döndüm tam "Onlara ne oldu? Yaşıyorlarmı?" diye soracaktım ki yaşlı ağacın sorulacak sorulara cevap vermeyeceği aklıma geldi. En iyisi anlatacaklarının devamını dinlemekti. Kafam toparlandıktan sonra tekrar oturduğum ağaç kütüğüne döndüm. Düşünceler içinde... - Hayır hatırlayamıyorum, sadece vardılar.. Vardılar, sadece bir zamanlar var olduklarını hatırlıyorum sanırsam... Jeouan yapraklarını hafif bir kıpırdatmanın ardından... - Aslında o varlığıda 'herkesin anne-babası vardır' düşüncesinden yola çıkarak söylüyorsun, var olduklarından bile emin değilsin. Ben şuan onlardan söz etmesem belki hiç hatırlamayacaktın varlıklarını veya söz edemeyecektin... Nilen ailesi hatıraları kontrol etmede çok güçlendiler fakat bu gücü geliştirirken çok enteresan bir şekilde kendilerinide lanetlediler. Bu lanet şöyle bir şey Leo; sevdiğin biri eğer ölürse onu unutursun. Adını, yüzünü, yaşadığınız hatıraları... Hiçbir anısı artık sende barınamaz... Evet, gücün muazzam fakat bir insan hayatından götürdükleri de az sayılmaz. Sıcak hatıralar, ders verici öğütler, beraber ağladığın insanlar, sevdiğin, gülerek eğlendiğin hatıralar. Seni kimi eğitti hatırlıyorsun değil mi? - Evet senin yanındaki ölümsüz bir ağaç fidesi. Küçük bir şeydi fakat oldukça zeki ve bilgeydi... - Baban bilerek seni eğitmesi için onu benden istedi. Çünkü o ölümsüzdü. Asla ölmeyecekti. Onu ve onun öğrettiklerini asla unutamayacaktın. Verdiği öğütleri, yaptıklarını ve söylediği sözleri. Fidenin sana söylediği son sözleri hatırlıyormusun ? - Evet - Ne demişti? - Seni çok seviyoruz oğlum. Sen bizi unutacak olsanda, bizler seni hatırlayacağız. Hiç bir şeyi dert etme akışına bırak... Artık eğitimin bitiyor... Bende seni çok seviyorum abi uma--- Sözlerim yarıda kesilmişti çünkü o sözler fidenin değil anne ve babamın küçük kız kardeşimin sözleriydiler... Gözlerim yaşarmıştı bu da neydi şimdi ağlayacakmıydım...? Küçükken anlayamadığım sözlerdi bunlar şimdi ise gayet iyi anlıyordum... Kendimi sıkarak yaşlı ağacı dinlemeye devam ettim... - Sanırsam anladın. Baban senin bu lanetten habersiz büyümeni istiyordu. Farkına varamayacaktın, hiç varamadında... Sayemde her şeyi daha bugün, bir kaç dakika önce fark ettin. İşte bunları anlayıp zor anlar yaşarsan diye baban o fideye bu sözleri söylemesini söylemiş... Cidden çok düşünceli bir adamdı ve bu arada adı da Heuron'du umarım unutmazsın. Baban hayattayken bu lanetin farkına kendi babası ve annesi öldükten iki yıl sonra yine ilginçtir ki senin gibi benim sayemde vardı. Birbirnden farklı büyülerle bu olayı durdurmaya çalıştı ama başaramadı. İşte en son yol olarak o fideyi seni eğitmesi için benden istedi. Ah, bu arada o fide şuan gölün karşısında kocaman bir ağaç oldu eskisi gibi konuşamıyor belki ama hala o bilge bir duruşa sahip. Hazır unutmadığın hatıralar için şunu söylemeliyim Leo. Hatıralar önemlidir, insanların davranışlarını, kararlarını etkilerler ve unuttuğun bir hatıra, yapacağın her şeyi değiştirebilir. Aklında bulunsun umarım bunu unutmazsın... Sana söyleyeceklerim bu kadar Leo... Bu arada on gün sonra soracağın soruya iyice düşündükten sonra karar ver. Soracağın soru kaderini değiştirebilir. Kafam allak bullaktı fakat Jeouan'ın, son söylediklerinden önce yüzüme uzunca baktığını fark etmiştim sanki bir şey vurgulamak istiyor gibiydi. - Belki de bir lanet değildir, dedim Jeouan'a bakarak , ölen dostlarımı unutuyorum, bu onları hiç yaşamamış benim adıma hiç yaşamamış gibi yapıyor. Jeouan yaşlı kütük başını sallayarak; - Hayır, hayır Leo, böyle düşünerek onların yaptıkları şeylere ve yaşadıkları her ana hakaret etmiş olursun. Onlar senin için bir şey yaptığında sen bunları unutacaksın. Yalnızlık ve bencilliğe itileceksin. Yaşadığın süre boyunca uğraş! Yık bu laneti ve gerçek gücüne kavuş. Bu lanet bir lütuf değil. Açıkçası moralim bozulmuştu. Yaşadığım olay sıradan bir şey değildi, bir çok soru ve düşünceler içinde ormandan ayrılmayı bekledim. Yaklaşık yirmi dakika sonra büyünün süresi sona eridiğinde geri dönmüştüm. Soğuk bodrum katındaydım. Karanlık bir yerdi. Hiç bir ışığın geçmediği, karanlık, soğuk bir yer. Tıpkı beynimin bir köşesi gibi. Dalgın bir halde elimin bir hareketi ile yaptığım ufak bir ateş büyüsüyle bodrumun fenerini yaktım. Fenerin bulunduğu kutunun üzerinde bir harita vardı, dikkatimi çekmişti. Dalgın dalgın bakarken bir yer gözüme çarptı... Kırmızı mürekkep ile yuvarlak içine aldığım ve yanına "Amcamın yeni evi" diye not ettiğim Shieva krallığının küçük şehri Nezeron, bu olayla birlikte amcamıda hatırlamıştım... Ardından son görevime çıkmadan önce ona bıraktığım Leoras Te Nir'in pelerini aklıma geldi. Büyülü bir pelerindi ve ona ihtiyacım vardı. Böylelikle bir sonraki yapmama gereken şey kendiliğinden ortaya çıkmı oldu. Nezerona gidecektim ama önce biraz uyuyup kafamı dinlemem gerekliydi. Bodrumdan girişe, giriş katından ise bir üst kata çıktım. Yatak odama girip kendimi yatağa bıraktım. Düşüncelerimle birlikte... Hatırlamak - Bölüm 2 - Son Bölüm 3 Şatodan ayrılmadan önce geldiğimdeki haline çevirerek eski bir döküntü gibi görülmesi için büyü yaptım. Ardından yola çıkıp bir at arabası bekledim, uzun bir bekleyiş oldu, yaklaşık üç saat kadar uzun! Sonunda bir tanesine rastladım ama o da pek konforlu bir şey gibi durmuyordu ve ne yazık ki elde başka bir seçenek de yoktu. Arabanın arkasından koşup atladım, insan taşıyor olmasına rağmen bir yük arabasıydı ve oturulabilecek hiç bir şey yoktu. Arabada, elindeki parayı bir dilenci gibi baş parmağı ile havaya fırlatıp yakalayan bir genç başka kimse yoktu. Sesiz bir yolculuk olacak gibiydi. At arabasında yere oturup ayaklarımı boş kalan ön kısma doğru uzattım. Ardından cebime koyduğum büyü kitabını çıkardım sözlerle biraz alıştırma yapmam gerekliydi nede olsa yirmi senedir tek bir büyü bile yapmamıştım. Güç olarak telaffuz etmekte zorlandığım büyüler element büyüleriydi ama yanıltmaca ve gizlilik büyülerini okudukça daha iyi şekilde yapacak kadar hatırlıyordum. Hızlı bir şekilde hafızamın tazeleneşi, bir anda o büyülerdeki ustalığımı geri getirmiş gibiydi... Uzun süredir kitabı okuyordum, hatta o kadar uzun süredir okumuştum ki bir gün geçtiğinin dahi farkında değildim. Sabahın erken saatlerinde dikkatimi dağıtan şey ise atın toprak yoldan çıkıp taş yola girmiş olduğunu gösteren tok nal sesleri olmuştu. Şehre yaklaştığımızın işaretiydi bu, yol daha iyi bir hal almıştı. Kitabı cebime koyup bir iki saat kestirmek için gözlerimi kapattım... Bir buçuk saat sonra bir dürtülmeyle uyandım. At arabasının sahibiydi beni dürten: - Efendim geldik ama şehrin içine giremiyorum kapısındayız. Sizi burada bırakmam lazım. - Giremiyor muyuz, neden? - Bilmiyorum... sıkı güvenlik var... sanırım bir şey olmuş. Bir kaç saniye içinde kendime gelip arabadan aşağıya atladım. Geniş giriş kapısına doğru üzerimi silkerek yürümeye başladım. Kapının önünde beş asker beni karşıladı. Aralarından biri kıdemli olduğunu belli edercesine kuşanmıştı. Bu saate kıdemli bir asker görmek hem de giriş çıkış kontrolünde...! Bu kadar küçük bir şehir için ilginç bir şeydi... - Burada ne işin var yabancı? Niçin geldin? - Yakınlarımdan birini ziyaret edecektim... Amcamı, Rifus Nilen, belki tanırsınız... - Üzgünüm daha önce duymadım ve (üstüme başıma bakarak) seni içeri alamayız. - Ama neden? - Bize verilen emirler içinde, sebepler ve nedenler olmaz. Sadece yapılması gereken vardır ve bu emirler açıkça diyor ki önemli kişiler dışında şehre giriş ve çıkışlar üç gün olarak kapatılmıştır. Üç gün mü? Bu benim planlarım için oldukça önemli bir zaman kaybıydı. Elimde dokuz günüm kalmıştı ve henüz yapmam gereken bir kaç iş daha vardı ve onlar da bana bir kaç gün daha kaybettirecekti. Peki, ama ne yapmam gerekliydi? Şehre sorun çıkartarak giremezdim ya. Yüksek güvenlik içeride kesinlikle daha yoğundu... Bir şekilde kıdemli olan askerin anılarıyla oynamam gerekliydi. Saniyeler içinde bir dokunuşla anılarını değiştirebilmem lazımdı ama benimle arasındaki mesafeyi koruyordu. Ona durduk yere temas etmek büyük olasılıkla sorun çıkartacaktı. Gerçi dokunmam yeterli olur muydu orası bile soru işaretiydi. Anı değiştirme büyüsünü uzun zamandır yapmıyordum ne de olsa... Belki on saniye gerekecekti... Başımı eğip, askerle aramızdaki mesafeyi de ölçerek yavaşça kaldırdım. Aramızdaki mesafe neredeyse beş adımlıktı. Hızlı bir yürüyüş ile ve üç saniyelik bir dokunuş sonrası, elimi geri çekişim, diğer askerlerin tepki süresi, yaklaşık dört saniye daha eklerdi... Tamamdır... Başarabilirim! Bir adım attım ve ikinci adım. İkinci ilkinden daha hızlıydı, üçüncü adımım ise ikincisinden... Dördüncü adım en hızlısı oldu ve sadece bir adım kalmıştı ki askerlerin gözlerinin içindeki ufak adrenalin artışı kafamı kurcalamaya kurcalamıştı. Sadece bir adım kala durdum, durmak zorundaydım. Çünkü arkamdan gelen birinin adımı söylediğini duymuştum bu da durmama sebep olmuştu... Sesin tınısından dost bir tanıdığa ait olduğunu kesitirebilmiştim. Kıdemli asker tam karşımda bana dikkatlice bakarak ve bana seslenen kişinin tepkisini bekler gibi duruyordu. - Leo, eski dostum seni uzun zamandır görmüyordum. Demek geri döndün ha... Kafamı arkaya çevirip kim olduğuna bakmıştım. Hatırlanacak bir yüz daha diye geçirdim içimden, yüzüne bakışımdan anlamış olmalıydı onu tanıyamadığımı.... - Beni tanıyamadın mı yoksa? Sağ kolun ve Leoras Te Nir'deki en iyi dostun Rohak Yordmirak... İsimler, dedim içimden, bu sihirli sözcükler, insanı hatırlatmakta birebir. İsmini duyunca Rohak'ın, Leoras Te Nir'deki yoldaşım, yardımcım ve genelde muhatap olduğum nadir insanlardan biri olduğunu hatırlamıştım... En son görüşmemizde seviyesi benden düşüktü ama şimdi ki hali yirmi yıl öncekinden farklıydı. Bunu pelerininin açık kızıl, rengini görür görmez anlamıştım. Loncada üç seviye yükselmiş demek oluyordu bu. Artık bir kızıl pelerinden bir seviye aşağıdaydı. Yani benden bir alt kademede... İçeri giriş bileti bana görünmüştü. Rohak bunu sağlayacaktı. Rahatlamıştım. - Üzgünüm Rohak, hafızamda biraz sorun var seni hatırlayamadım bir an... Ama şimdi gayet iyi hatırlıyorum... - Sen ve şu hatıraların! Ne zaman durgun kaldılar ki?! Sanırım artık aramıza geri döneceksin ha? Tebrial senin uzun bir görevde olduğunu söylemişti bize. Umarım görevin de başarılı olmuşsundur. İşte Leoras Te Nir'in sorunlu elemanı Tebrial'ın ismine geçti. İsimler ne de büyülü sözcükler... Tebrial, loncada benden bile eskiydi hatta benden bile değil bir çok kişiden bile. Irkının ne olduğu hakkında kimseye hiç bir şey söylememişti. Rütbesi ise ayrı bir muamma idi. Tek bildiğim bir şey varsa oda bana garezi olduğuydu ve benim bunun nedeni hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Sadece her fırsattı beni eleştirir ya da aşağılardı. Tabi bende sessiz kalmazdım. Aramızın pek iyi olduğunu söylemek zor. Ama bende ondan hoşlanmadığımdan pek sorun değildi bu. Tebrial Novaendrud'un benim yerime bir şey demesi beni şaşırtmıştı. Benim göreve filan gittiğim yoktu. Neden böyle bir şey söylediğini merak etmiştim. Belkide başıma gelenlerle bir ilgisi bile vardı. Rohak surat ifademin değiştiğini fark etmişti... - Bir sorun mu var Leo? -Hayır, hayır. Sadece biraz dalgınım yolculuk esnasında pek uyuyamadım ve sanırım şehirede giremiyorum. - Bir kızıl pelerini içeri almıyorlar ha? Hahahahah... Hiç güleceğim yoktu... Suratıma uzun süre baktıktan sonra... Bir dakika sen ciddisin peki ama neden yoksa seni tanımadılar mı? - Sanırım tanımadılar, gerçi yirmi yıldır ortalarda yoktum normal değil mi sence de? - Haklısın ayrıca pelerininde üzerinde değil. Neyse benimle gel. Hem şehre girmiş olursun, hem yirmi yıl boyunca o uğraştığın görevden bana biraz söz edersin. Cidden merak ediyorum doğrusu!! - Aslında benimde merak ettiğim bir şeyler var, Rohak. Mesela tüm bu güvenlik önlemleri ne için? - Haberin yok mu? Doğru ya nereden olsun. Yinede duymaman biraz garip?! - Nedir duymadığım? - Şehirde bizim önderliğimizde bir toplantı yapılacak. Çok özel konuklarımız var. Kısacası bu büyük bir sorun. Bir çok krallığı içeriyor ve çözüm konusunda bize güveniyorlar. - Ciddi bir meseleye benziyor sorun nedir peki? - Grilimdal krallığında bir katliam yaşandı. Hatta bir soykırım diyebiliriz. Kayn ailesi tamamen yok edildi. En azından biz öyle düşünüyoruz, gerçi kayıp olan iki çocuk var ve henüz cesetlerini bulamadılar ama büyük ihtimal yanan cesetler arasındalardır. Kaçmış olsalar bile fazla yaşayamazlar. Olay meydana geleli bir ay oluyor, üstelik oldukça ses getirdi. Biliyorsun Kayn ailesi önemli bir soydu. Eşsiz büyü güçleri Petus için ender bir şeydi. Grilimdal krallığı için ise daha ender. Uzun süredir bir kaç aile ile araları iyi değildi ancak kimse böyle birşey beklemiyordu. Normal bir savaş olsaydı herkes anlardı. İç kavganın boyutu bu kadar büyük olunca bazı işlerin ters gittiği yakınlardaki krallıklar ve Grilimdal kralı tarafından anlaşıldı. Soykırımı yapan diğer aile ise ortadan kayboldu. Yardım eden aileler hala krallığın sınırlarında ama asıl rol oynayan Kagreol ailesi idi ve işin asıl dikkat çeken kısmı ise, Kagreol ailesinin Xaizer X krallığına doğru yol alırken görülmüş olmaları. Diğer krallıkların tepkisi üstlerine çektiler. Xaizer X ırkını bilirsin diğer varlıklara karşı pek iyi davranışlarda bulunmazlar. Soykırım arkasında da Xaizer X olduğu düşünülmekte. Grilimdal krallığında en önemli ailelerden biri olan Kayn ailesini yok edip ardındanda diğer önemli aile olan Kagreolları kendi topraklarına aldıkları düşünülüyor bu da gelecekte Grilimdal'ı işgal etme planı demektir. Tabi kanıtlanmış bir şey yok sadece söylenti ama kuvvetli bir söylenti. Bugün burada ağırlanacak olan o özel misafirler Xaizer X krallığının ileri gelenlerinden üç kişi. Güvenlik önlemlerinin nedeni bu. Bize ne söyleyecekler çok merak ediyorum açıkçası. Umarım söylentiler söylenti olarak kalır. Onlarla savaşmayı hiç istemiyorum. Lanet pisliklerin savaşta diğer varlıklara nasıl davrandığını az çok herkes bilir. Tabi hepsi bu kadar değil. Yirmi yıl içinde Xaizer X krallığı ile ilgili bir çok söylenti ortaya atıldı, bir çok olay yaşandı. Kırılma aşamasına ulaştık diyebilirim. Senin bu gün buraya dönmen bizim için büyük şans. Senin essiz gücüne ihtiyacımız olabilir. Ne bildiklerini öğrenmeliyiz... Gerçekleri veya söyledikleri yalanları... Olaylar yokluğumda cidden karışmıştı. Bu hiç iyi olmamıştı... Leoras Te Nir üyesi olarak bu olayın içine çekilmem demek, asıl işimden alıkoyulmak demekti. Yani Victor ile dokuz gün sonra yapacağım savaş ve Milanyı'yı kurtarma planım aksayacaktı... Buna vaktim yok işte!!! dedim kendi kendime. Victor ile yaşadığım olayı Leoras'a şimdi açarsam, büyük Lonca bu duruma karşı kayıtsız kalmayacaktır. Ne kadar önemsiz bir seviyede olursan ol, bir kere Leroas'a üye olup, ona taptıysan, dokunulamazsın demektir. Bu bir kuraldır. Üyenin her sorunu, loncanın da sorunu olur ve gereği bir görev misali yerine getirilir. Loncayı bu olayın içine çekmek istemiyordum. Nihayetinde loncada kurallara saygı duyan üye sayısı kadar kuralları kendi çıkarına bakarak hiçe sayabilecek olanlar da vardı. İç karışıklılara yol açmanın hiç bir anlamı yoktu. Bir de bunlarla uğraşamazdım. Ben bunları düşünürken Rohak şehrin kapılarını açması için muhafıza seslenmişti bile... - Kevin! Aç şu kapıyı. Farkında değilsin ama az önce içeri almadığından adam Leo Nilen, bir kızıl pelerin. Asker bu rütbeyi ve ismi duyunca açıkçası biraz panikledi, aceleyle kapıyı açmalarını emredip, yanıma geldi. - Üzgünüm efendim sizi tanıyamadım... - Sorun değil kimse tanımanı beklemiyordu. Kapı açıldığındaki manzara. Kırk iki yıldır değişmeyen o manzara... Şehre ilk girişimi hatırladım babamla birlikte şatodan, bu kadar uzağa gitmek için ilk defa ayrılmıştık. Geliş amacımızda beni Leoras Te Nir'e sokmaktı. Şimdi hatırladımda... Nezeron şehri küçük ama önemli bir şehirdi, Leoras Te Nir karagahı burada "Kızıl Arazi"deydi. Ve o efsanelere konu olabilecek ihtişamı ile şehrin merkezindeki, etrafı bu topraklardan başka hiç bir yerde yetişmesi mümkün olmayan turuncu ağaçlarla çevrili, araziye adını veren kızıl taşlarla süslenmiş, üç katlı silindir şeklindeki Leoras Binası tam karşımda duruyordu. Nezeron şehri misafirleri - Bölüm 1 - Son Bölüm 4 Şehrin pazar kısmına açılan kapıdan içeri girmiştik. Etraf baya kalabalıktı ancak ben daha çok ileride kendini belli eden Leoras Te Nir Karargahı, Kızıl Araziye dikkat kesilmiştim. İlerledikçe bu şehride geçen hatıralarım canlanmaya başlamıştı. Kendimi ufak ufak tamamlamaya devam ediyordum. Aslında çok sinir bozucu bir durumdu. Sanki beynimde ne kadar olduğunu dahi bilemediğim bir sürü şey eksikti ve bunları tekrar geriye getirebilmek için yaşadığım o anları tekrar yaşamam gerekliydi. Şu an Rohak kim bilir bana neler anlatıyordu. Kızıl Araziye öylesine dalmıştım ki söyledikleri kulağıma anlamsızca sesler gibi geliyordu. Aklımı en çok kurcalayan ve en çok korktuğum soruyla boğuşuyordum o sırada. Ya hatırlayamadım çok daha önemli bir şeyler varsa...? Ve ya o hatırlayamadığım şeyler karakterime etki ediyorsa? Eskiden nasıl biriydim tam olarak bilemiyorum ama bildiğim bir şey varsa casusluk görevleri riskli ve tehlikelidir. Kim bilir neler yapmıştım? Yoksa hala aynı kişi miydim? Lanet olsun bu soru kafamı o kadar kurcalıyor o kadar meşgul ediyordu ki durduk yere gerginleşiyor ve dalgınlaşıyordum. Dikkatimi toparlamam.... Rohak'ın dinleyip dinlemediğimi anlamak için olsa gerek bana doğru dönmesi ve yoldaki bir taşa takılıp sendelememle düşüncelerimden sıyrılarak yaşanan dünyaya geri dönmüştüm. Etrafıma bakınca şaşırmaktan kendimi alamadım. - Neredeyiz Rohak? Az önce pazar yerindeydik?! - Oradan çıkalı neredeyse on dakika oluyor Leo, aklın nerelerde senin? - Üzgünüm dalmışım. Kendimi pek iyi hissetmiyorumda. - Önemli değil. Eliyle bana sol tarafı işaret ederek; - İşte konuklarımız bu kapıdan gelecek. - Ve biz? - Biz onları burada karşılacağız. Sen ve ben... - Aslında ben size toplandıda katılsam? Şehirde yapmam gereken bir kaç ufak işim varda... - Niye acele ediyorsun ki o herifleri karşılarken yanımda olmanı istiyorum Leo. Onlara güvenmiyorum. - Şunu bil ki onlara hiç kimse güvenmiyor. Ama bak... Gerçekten halletmem gereken işlerim var. - Bu kadar ısrar edicek ne işin olabilir ki? - Amcam, amcamı ziyaret edeceğim. Ondan almam gereken ufak bir eşyam var. - Amcanı daha sonra da ziyaret edebilirsin Leo, gün içinde, onu ziyaret etmek için yeterli zamanı bulabilirsin. Yakında burada olurlar, uzun sürmeyecek merak etme. Biz sadece karşılayacağız. Kalacakları yere kadar onlara askerler eşlik edecek. Kısacası karşılamadan sonra özgürsün. - Bunun olacağını biliyordun madem neden seninle bir başkası daha gelmedi? - Aslında gelecekti. Ama nedense Tebrial'i bulamadım. Tam bu sırada batı kapısından bir borazan sesi duyuldu. Büyük geniş şehir kapısı açıldı ve konuklarımız hemen kapının arkasındaydılar. Bu konu ile toplantıda zaten uğraşacaktım. Şimdi uğraşmam gereken daha önemli konular vardı. Amcama verdiğim o pelerini almalıydım. Gideceğimi söylemek için Rohak'a dönmüştüm ki yüzündeki ifadeden ters giden bir şeyler olduğunu anlayarak sustum. - Konuklarımız bunlar değildi... Regerox Delacroix, Xeorth X görünürde yoklar. Beklediğimiz konuklardan sadece Keroktox Xir Nex burada. Keroktox Xir Nex'i tanırdım. Yanlardan kısa, ortada kısımdan uzun saçlarını hep arkadan toplardı. Saçları ön kısımlarda biraz seyrelmiş ve beyazlamaya başlamıştı ama yirmi yıla rağmen onu tanımıştım. Rohak konuşmaya devam ediyordu... - konuklarımızdan ikisini göremiyorum. Sanırım değişiklik yaparak diğer ikisini eklemişler. Gruba liderlik ediyormuş gibi görünen kadın Anaix Hax. Kıpkırmızı saçlı bu kadın, koyu kırmızı gözleri ile sanki beni tanıyormuş gibi bakıyordu. İsmini duyduğumda üzerindeki, bayanlara özel üretilen zırhı süzdüm. İsmi ve görüntüsü hiç bir çağrışım yapmamıştı nedense. Rohak'ın anlattıklarına göre Anaix, Xaizer X krallığının ileri gelen ailelerinden birine mensuptu ve altıda bir saf kanlarından birisiydi. Keroktox'da öyleydi. - Ama yanlarında getirdikleri diğer kişiyi tanımıyorum... diye şüphe ile söylendi Rohak. Düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. Yüzünü tiksindiğini belli eden bir ifadeyle buruşturup; - Gidip şu pislikleri selamlayalım, gereksiz diplomasi işleri açı................. Rohak'ın sözleri yarım kalmıştı. Sözlerini yarım bırakan şey ise Keroktox'un göğsüne sapladığı uzun kılıcıydı. Keroktox; - Eğer bizim ırkmız ile alakalı kötü şeyler söylersen ölürsün pis insan! Rohak ağızından kanlar akarak yere düştü. Yarı aralık ağızıyla nefes almaya çalışıyordu. Ama her nefes alışında çıkardığı boğuk ses daha az gelmeye başlıyordu. En sonunda tamamen durdu. Ölü bedeni taş zeminde yatıyordu. Olayın şokundaydım gözlerim faltaşı gibi açılmış, şaşkınlıkla Rohakın cesedine bakıyordum. Olup bitenleri anlayamamıştım bile. Kerohktox denen adam onlarla alakalı konuşma geçerken bize neredeyse otuz metre uzaktaydı... O mesafeyi kimseye hissettirmeden kapatmak büyük yetenek isteyecek bir işti. Ama asıl beni şaşırttan olay bizi duymuş olmasıydı. Duyulacak kadar sesli konuşmuyorduk... İşler hiçte benim lehime gelişmiyordu. Milanya'yı kurtarma amacımdan uzaklaşıyordum. Şu Xaizer X mevzusu her geçen dakika beni biraz daha içine çekiyordu... Rohak için ne yapabilirdim? Kılıç muhtemelen kalbini delip geçmişti. Bir tane bile şifa büyüsü bilmiyordum! Bilsem bile parçalanmış bir kalbi onarmak imkansızdı. Rohak'a bakarken elimde ufak çaplı bir şok büyüsü hazırlamıştım gözlerimi hafifce Keroktox'a sonrada etrafa çevirdim yakınımızdaki askerler ne tepki verecekleri konusunda tedirgindiler. Keroktoxtan mı korkmuşlardı... Hayır, hayır kraliçeden korkuyorlardı. Bizim yani Shieva krallığının kraliçesinden. Kraliçenin onlara verdiği görev yüzünden hiçbir şey yapamıyorlardı. "Ne olursa olsun Xaizer X ile savaşa girecek bir harakette bulunmayın!". Bütün bunları o anda istem dışı bir şekilde yakınımdaki askerin zihninden öğrenmiştim. O ana kadar farkında bile değildim. Demek insanlara temas etmedende zihninlerine girebiliyordum... Gözlerimi tekrar Keroktox'a çevirdim oda bana bakıyordu - Umarım o büyün beni durduracak kadar etkilidir yoksa arkadaşınla aynı sonu paylaşırsın! Bu onun yanına kalmamalıydı elimi hızlıca hava kaldırmak için hamle yapmıştım ki başka bir el elimi havaya tam kalkmadan tuttup engellemişti... Anaix; -Hayır Leo, hayır... Biz buraya savaş için gelmedik Keroktox'un tavrı için üzgünüm. Öfkesine pek hakim olabilen biri değildir. - 'Hakim olabilen biri değil' de ne demek Anaix! Bizim için ne dediğini duydun! Hiçbir ırk bize karşı böyle konuşamaz! Biz hepsinden üstünüz. - Kapa çeneni Keroktox! - Ama Anaix o... - Kapa çeneni dedim Keroktox! -Irhhhhaaaaaaaaaaaaaaaaa sen ırkımız yüz karısısın Anaix belkide senide öldürmeyeliyim...! Anaix oldukça ciddi bir tavırla Keroktox'a doğru döndü. - Bekliyorum. Haydi. Beni öldürmeyecek miydin? Ha Keroktox? Beni öldürebileceğini mi duydum sanki...? Benim en çok ne zaman tehlikeli olduğumu biliyoruz değil mi Keroktox...? Neyse ki şu an oldukça sakinim. Keroktox deminden beri sıkıca tuttuğu kılıcını artık daha tedirgin mi tutuyordu yoksa elimi titriyordu tam olarak anlıyamamıştım. Uzun kılıcını sol tarafındaki kınına koyup başını başka yöne çevirip etrafa bakmaya başladı. - Görevimizi hatırlaman çok güzel Keroktox. Anaix tekrar bana dönerek - Üzgünüm Leo iki krallık arasındaki ilişkileri iyileştirmek için gelmiştik ama şu olanlara bak! Bir kızıl pelerin, gerizekalının teki yüzünden şu an yerde ölü olarak yatıyor! Son kelimeleri söylerken sesi yavaşça ve giderek sertlemişti. Bense ne yapacağımı hala bilmiyordum. Eski bir dostum yerde cansız yatıyordu. İntikamını almalı mıydım? Böyle birşey yaparsam krallığı savaşa sokmuş olmayacak mıydım? Yirmi yıldır ortalarda görünmeyen bir üye için kesinlikle iyi bir şekilde sonlanmayacaktı bu olay. Ama arkadaşımı orada bırakıp hiçbir şey olmamış gibi çekip gitmek de doğru gelmiyordu. Bir yandan da öylece bırakırsam toplantıya katılmam gerekmeyecek diye düşünüyordum. Böylece Milanya'yı kurturmaya odaklanabilecek, Victor'la olan savaşma hazırlanabilecektim. Benim için doğru olanı seçmem gerektiğine inanıyordum ve bu aptallığı yaptım; - Öldürülen kızıl pelerin benim en iyi arkadaşımdı! Belkide tek arkadaşım... Buna böyle tepkisiz kalmayacağım! Keroktox'un bakışları direk üzerime yoğunlaşmıştı bu laflarımdan sonra Anaix olmasa çoktan üzerime atlamıştı bile. Bende onun gözlerinin içine bakmaya başlamıştım. Ortamda yine ağır bir savaş havası hissediliyordu ki duyduklarım karşısında tüm gerginliğim yok olmuştu. Şaşkın bir şekilde Anaix'e döndüm. - Evet, doğru duydun Leo. Arkadaşını canlandırabilirim. Sakin ol, elindeki büyüyü serbest bırak. - Ama nasıl? - Bana güven büyünü serbest bırak. Bende arkadaşını geri getireyim. Söylediğim gibi buraya savaşmaya gelmedik. Elimdeki şok büyüsünü serbest bırakmıştım. Anaix Keroktox'a dönerek; - Onu geri getir. -Bunu yapmayacağım. O ölmeyeği haketti. Gücümü böyle biri için kullandırtma bana lütfen! - Sana 'onu geri getir' dedim Keroktox. Efendimizin bu habere memnum kalacağını mı sanıyorsun? Seni kesinlikle öldürecektir tabi benden istemezse... diyerek sırıttı. Keroktox istemeye istemeye kılıcını kınından çıkardı. Yerde yüzü koyun yatan Rohak'ı sırt üstü çevirerek kılıcını tekrar kalbine soktup ve "Ruh bedene geri döner işkence için" diyerek Rohak geri getirdi. Kılıcı tersinden sokarak zarar gören kalbini iyileştirmişti. Göğüsünde tek bir çizik bile yoktu ama acısını hala hissedebiliyordu. Rohak'ın yerde zorla nefes alışlarından anlayabiliyordum bunu... - Keroktox bir işkencecidir Leo. İnsanları öldürür ve diriltir. Böylelikle onlara akıl almaz işkenceler yapabilir ama gücü ona kötü bir huy kazandırdı. Önüne geleni kesebileceğini sanıyor. Keroktox'un gücü cidden ilginçti ama bir işkenceci için paha biçilmez bir güçtü. Aklıma takılan başka bir şey daha vardı. - Adımı nereden biliyorsun? - Beni hatırlamıyormusun Leo? Doğru ya Victor senin hafızanı silmişti. Gerçi geri geldiği hakkında söylenip durduğunu duymuştum ama beni hatırlayamaman üzücü. Peki şöyle söyleyeyim o zaman... Matilda Von Nel..? Anaix'i hatırlamıyordum ama Matilda Von Nel'i hatırlıyordum. Demek o Anaix'ti. Onunla yıllar önce bir görevimde tanışmıştım. İlk görevlerimden birinde... O zamanlar saçları sarıydı ve tuhaf bir aksanı vardı. Şimdi Anaix'in yıllar önce büründüğü Matilda karakterinin beni kandırmak için olduğunu anlıyordum. Nezon Şehri Misafirleri - Bölüm 2 - Son Bölüm 5 - Anaix... Yani Matilda... Rohak arkadaşım olmasaydı eğer, asla büyümü geri çekmezdim. Yıllar önce senin yüzünden başıma neler geldi biliyormusun!? - Haa! Casussun ve başına gelenlerden yakınıyorsun..! Seni kullandığım içinde intikam mı istiyorsun şimdi? Kendine hakim olmayı öğren o zaman! Neyse ki efendime bir söz verdiğim için sertleşmeyeceğim. Bu konuyu uzatmayalım. Her iki tarafın iyiliği için... Sesinde ki tehdit hissedilir derecedeydi ve haklıydı. Uzatmamak en iyisiydi. Onlara daha fazla katlanamayacaktım. Askerlere dönerek; - İki, ah hayır biri daha vardı. Ona dönerek, pardon üç misafirimize Kızıl Araziye kadar eşlik edin. Askerlerle birlikte Kızıl Araziye doğru yola koyulmuştu korkunç üç misafirimiz...Rohak ise hafiften kendine gelmişti sürünerek kendini bir evin duvarana yaslamış az önce yaşadıklarını düşünüyordu. - Soylarına soktuklarım... Ihhh! Hala acıyor! Sanki birşey batıyor gibi... Birimizin onlara eşlik etmesi gerekiyordu, Leo. - Bence kendi başlarınada gidebilecek yaştalar. - Haha... Yine de... - Yinelik birşey yok anlayacaklardır. Seni gerçekten sağ salim geri getirdiklerine emin olmak zorundaydım. Ayrıca askerler bu kadar basit bir işi halledebilir. Merak etme bu yaşananlardan sonra bir daha sorun çıkaracağını sanmıyorum Keroktox'un... Rohak yavaşça ayağa kalkmıştı. - O zaman bizimkilerin yanına gideyim. Şehre geldiklerini bildirmem gerek... (bir kaç adım attıktan sonra arkasını dönerek) - Sen gelmiyor musun Leo? - Söylemiştim ya?! Şehirde görmem gereken biri var. - Ah, tabi tabi. Hatırladım. İnsan gidip gelince bazı şeyleri unutabiliyor hehee... Rohak eli ile başını kaşıyarak sırıttı ve yavaşça uzaklaştı... Ben de gideceğim yola doğru yöneldim... Nezeron'nun kuytu sokaklarına, silahçıların ve demir işi yapanların olduğu kısmına doğru... Bir kaç dakika içinde gideceğim yere ulaşmıştım. Tam da hatırladığım gibiydi, modern tarzdaki dükkanların çoğalması dışında pek de değişmemişti. Özelliklede o ağır, rahatsız edici demir kokusu hala aynıydı. Amcamın küçük evi de hala oradaydı. Evinin bahçe kapısının hemen yanındaki küçük yapı dükkanı idi. İyi bir demirciydi. Diğer iş yerlerine göre ufak kalsada iyi satışlar yapabiliyordu. Ama bugün dükkanını açmamıştı. Evin kapısının önüne gelmiştim bile. Kapıya hafi hafif iki kere tıklattım. Ses gelmedi. Bu sefer hızlıca üç defa. Yine bir ses gelmemişti. Sanırım evde yoktu. Moralim bozulmuştu buna. Pelerinime ihtiyacım vardı ve zaman hiç kaybına tahmmülüm yoktu. Bir an eve zorla girmeyi bile düşündüm. Üstelik henüz güneş batmamışken, kendi amcamın evine... - Aaaa saçmalayı kes! dedim kendime. Elbette dönecektir, oturup beklemem yeterli. Arkamı dönüp yakınlarda bir yere içecek bir şeyler almak için gidecektim ki amcamın sesini duydum. Kapıyı açıp başını uzatarak; "Nereye gidiyorsun Leo?" diye seslenmişti. Bağırmışta olabilirdi. Emin değilim. - Amca, üzgünüm evde yoksun sanmıştım. Şey, ee nasılsın görüşmeyeli? - Görüşmeyeli nasılım haaaa? Yirmibir yıldır hiç uğramadın be evlat! Hemde hiç... Yaşlandım artık iyice... Baban olmasa ölmüştüm belki de... Babam amcama bir büyü yapmıştı. Tıpkı bizim gibi yaşaması için diğer insanlara göre daha yavaş yaşlanıyordu. Genel olarak biz büyücüler doğum günlerimizi üç yılda bir kutlarız ama bu, yapılan yaş büyüsüne göre değişir. Her büyücü bu büyüyü sadece kendine uyguluyabilir. Tabii arada çok özel büyücüler çıkabiliyor -ki bunlar başkalarına da bu büyüyü yapabiliyor- babamda onlardan biriydi. Hıh! Bana babamdan bahsederek babamı hatırlatmıştı... Ama sadece varlığını. Nihayetinde yine unutacaktım. - Kapışmayalı uzun zaman oldu Leo... Bekle bekle hemen geliyorum. İçeriye koşup satranç tahtası ve iki tanede tabure getirmişti. Bu amcamla aramızda küçük bir gelenekti. Amcamı ne zaman ziyaret etsem hep satranç oynardık hemde her seferinde. Evet ciddiyim tam onbeş yıl boyunca bunu hiç bozmadan yaptık. Bozulduğu tek dönem benim ortadan kaybolduğum dönem oldu... Yeniden bu ufak hobiyi sürdürmek güzel olacaktı ama hiç satranç oynayacak havamda değildim. - Anlatsana Leo bunca yıl neredeydin... Amcam piyonlarıyla hamlelerine başlamıştı bile. - Önemli değil amca görevler işler vs vs. Aynı olaylar işte ama bu sefer uzun sürdü... Artık buralarda sayılırım. Oyuna hiç konsantre olamıyordum, atı niye oraya oynatmıştım ki neyse... Nede olsa yine ben kazanacaktım... - Merak ettim bak. Neymiş bu görev? Bana anlatabilirsin yabancı değilim ya hehe... Amcam piyonuyla ortada çıkardığım atımı fırsatını bulmuşken yedi. - Yakınlarda ki bir krallığa casusluk görevine gitmiştim. Adamların elinden birşey koparmak cidden çok zordu, dosyaları saklama yöntemlerini bir görsen...? Yedirdiğim piyonlardan dolayı önü açılan kalemi açık hedef halinde ileri sürdüm. Tam olarak rahatça, yenileceği filin yolunun üzerine amcam yine fırsatı kaçırmadan filiyle kalemi yedi. - Benden birşey sakladığını düşünüyorum Leo, bak çok ciddiyim. Bana olan biten her şeyi anlatabilirsin, baban sayılırım ne de olsa. Amcamın bütün taşları yerindeydi. Benim ise pek bir şey kalmamıştı elimde. Tekrar basit bir hata yaptım ve veziri şahmın önünden çektim, şah açık hedefti. - Oyunumuz bitince anlatırım amca içeride anlatmam daha iyi olur. Ve amcan bu sözümden sonra... - Şah-mat! Haha yaşlanmış olabilirim ama hala zinde sayılırım. dedi kahkahalarla ve yerinden kalktı. - Hadi içeri geçelim anlatacaklarını merak ediyorum. Amcam içeri doğru yollanmıştı, bense yerimde oturmaya devam ediyordum, Başım eğik elimdeki piyonla oynuyordum. Amcam tekrar bir seslendi - Eee! Hadi Leo! Tüm gün seni bekleyemem! Elimdeki piyonu satranç tahtasındaki amcanım şahnın çaprazına koyarak "şah ve mat" dedim. Başımı satranç tahtasından yukarıya amcama doğru kaldırarak oturduğum yerden şu soruyu sordum. Amcam nerde?... Sahte Şah 1 6.Bölüm Güçlü, zayıf, tecrübeli. Yabancı olduğu yerde kalmıştı. Başını eğmişti. Gözlerini göremiyordum aynı zamanda yüzündeki ifadeyi de seçemiyordum. Öylece olduğu yerde duruyordu. Kendini sıkar gibiydi. Alnından akıp çenesini yalayarak yere düşen bir ter damlası dikkatimi çekti. Korkuyordu yoğun baskı altındaydı. Bu iyi bir şeydi benden korkması benden zayıf olduğu anlamına gelirdi. Zayıf biri güçlü biri karşısındayken ilk anda şoka girer, hareketsiz kalır, terler. Sonra ne yapacağını düşünür beynin ilk tepkisi "kaç" sinyali olur, cesaret bu sırada sessizdir, yoksundur, yoktur. Çünkü korku onu en arkalara itmiştir. O, hala hareketsiz dururken, bende oturduğum yerden kalkıp bir adım mesafe bırakacak kadar yaklaşmıştım ona. Yüzünden bir ter damlasının daha aktığını gördüm, gözlerimle kayıp giden damlayı takip ettim. O da diğeri gibi yere düştü. Damlayı takip ederken aşağıya doğru çevirdiğim bakışlarım adamın sol eline takılmıştı, elini yumruk yapmıştı. "Saldıracak" dedim kendi kendime. Tipik bir zayıfın, güçlü karşısında deneyebileceği türden bir saldırı. Hareketsizliğin ardından ani bir saldırı, büyük ihtimal büyüsüz bir basit yumruk olacaktır ve bunu kaçma eylemi takip edecektir. İhtimali zayıf olsa da ikinci bir plan olarak; hareketsizlik, ani saldırı, dikkat dağıtan saldırının ardından ölümcül darbe... Ama genelde ilki uygulanırdı çünkü ikinci hamle risk büyük barındırıyor. Beceremezsen ölür ya da yakalanırsın. Bunlardan birini yapacağını çok iyi biliyordum çünkü bende bir zamanlar benzer duruma düşmüştüm. Tecrübelerim bana yardımcı oluyordu. Bunları aklımdan geçirdiğim kısa süre zarfında sıkılan yumruğun harekete geçtiğini gördüm. Her şey saniye saniye her iki taraf için de tüm hızı ile gerçekleşiverdi. Yumruk kalktı, gerildi, çeneme doğru nişanlandı. Bana doğru yollandı! Ama başarılı bir deneme değildi. Zaten beklediğim bu saldırıdan bir adım geri çekilerek kurtuldum ancak bu bir adım gerileme casusa kaçması için yeterli alanı oluşturmuştu. Yumruğun hemen ardından bir sıçramayla koşmaya başlamıştı. Amcamın evi yuvarlak bir alanda çıkmaz sokaktaydı ve caddeye açılan tek bir yol vardı. O cadde de üç ayrı sokağa açılıyordu; ikisi sol tarafa doğru, biri sağ tarafa. Casus sıçramasının ardından ilk gördüğü soldaki sokağa dalmıştı. Basit dedim en yakın olanı arıyor ilk gördüğü yere koşuyor saklanıyor. Buraya gelirken canlanan anılarım iyice oturmuştu artık. Köşe köşe sokakları hatırlamaya başladım. Girdiği sokağın yetmiş üç metre ilerisinde yol sağ ve sola olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Sol taraf pazar alanına giriyordu, oldukça kalabalık, karmaşık, caf caflı bu kaçış alanı, kaçıştan çok saklanmaya yönelikti ama şehrin çıkış kapısına fazla uzak kalıyordu, sağ taraf hafif kalabalığa rağmen şehrin çıkış kapısna yakındı… Peki hangi yöne gidecekti ? "O saklanmak istemiyor. O kaçmak istiyor kurtulmak istiyor. Benden…" diye düşündüm. Sola baktığında karmaşık sokağın hızını yavaşlatacağını düşünecek, çıkış kapısının uzak olduğunu fark edince sağa yönelecektir. Boş sokak hızımı kesemez diye düşünüp kaçış kapısının yakınlığı, kafasının içinde bir kez daha "kaç" sesinin yankılanmasını tetikleyecek. Sağ taraf, evet… Sağ… Düşüncelerimin ardından arkamı döndüm ve önümdeki satranç tahtasına sağ elimi uzatıp bir taş aldım. En sevdiğim taştı bu... "Piyon" "Sağ taraf Herigir sokağına açılıyor." dedim kendime kendime… Piyonu ağzıma yaklaştırdım birkaç söz fısıldadıktan sonra sağ elimi gerdim ve piyonu Herigir şehir kapısına doğru fırlattım. Ardından koşuya başlayıp casusun daldığı ilk sokağa girdim. Sokağa girdiğimde onun sokağın sonundaki ayrıma geldiğini gördüm arkası bana dönüktü. Sol tarafa doğru derin derin bakıyordu. Saniyelik bakışlarını kesip, başını arkaya çevirince beni gördü. Tekrar panikledi. Kafasını önüne çevirdi ardından sağa yöneldi. İyi haberlerin çabuk gelmesine alışkın değildim ama olaylar tamda düşündüğüm gibi gidiyordu. Çünkü; Saliselik bir beklemenin ardından sağ sokağa doğru hızlı bir sıçramayla daldı. Casusluk temel eğitimi, kendimde olmadığım zaman diliminde gram ilerleme katetmemiş. Kaçan casus fazla basit düşünüyor. Bu da örgütlerin, tarikatların, loncaların armut topladığı anlamına geliyordu. Kısa düşüncelerimin ardından hızla ileri atılıp koşmaya devam ettim. Sokaktan hızla koşarak geçerken meraklı gözlerin bana takıldığını fark ettim. Bu duyguyu özlemiştim ve dahasını... Benim, kim olduğumu, nereye gittiğimi bilmeden merakla izleyen o gözlerin içindeki yansıyışımı. Merak edişlerini… Şaşkın gözlerinin ardında oluşturduğum üç saniyelik anı olmayı. İşte ben bu yüzden casus olmuştum. Artık iyice kendine geldin Leo diye mırıldandım övgüyle. Yirmi bir yıllık uykuda kazandığım benliğim, eski öz benliğimle gittikçe kaynaşmaya başlamıştı. Çevreye takılan gözlerimi saliselik bir göz kırpıştan sonra önümdeki yola çevirmiştim. Casus, Herigir sokağında iyice ilermişti ve ufak bir dönemecin ardından şehir kapısına varacaktı. Dönemecin hemen on beş metre ilerisindeydi bu kapı. Koştuğunu düşünürsek Yaklaşık 7-8 adım ilerisinde... Dönemeci önünde gören casus başardığını düşünmüş olmalı. Adımlarını bile saymış olmalı... Bir, iki, üç, dört, beş! ALTI! VE SON ADIM! Dönemeçten döndüğünde görüntüsü kaybolacaktı ama sorun değildi. Çünkü döndüğü yerden geri iki adım atmak zorunda kalmıştı. Önünü kesmiştim. Hayret ve korku ile açılmış gözlerine baktığımda zihninin derinliklerinde yatan şaşkınlığı da hissedebiliyor, görebiliyordum. Aşağılayıcı bir bakış ile gülümsedim ve; - Amcam nerede? dedim. Duraksadı, gözlerini geldiği sokağa çevirdi ancak gelirken daha kısa olduğunu düşündüğü yolun hafif bayır oluşunu ve yorgunluğunu fark ettiğinde kaçamayacağı düşüncesi ile korku dolmuştu. "Hayır, kaçamam." diye düşünmeye başladı kendi kendine. - Evet "kaçamazsın." dedim. Bu sözüm onu biraz öfkelenmesine sebep olmuştu. - Aklımı okumayı kes seni pislik! - Konuşmayı unuttuğunu düşünmüştüm. Bir tehtit savurmak iyi fikir gibi gelmişti o an. Eğer zihnini yok etmemi istemiyorsan söyle bana amcam nerde?" Duraksadı! - Hadi ama sıkıldım bu sessizlikten! Sabırsızlanmıştım...! (Bir) (İki) (Üç) O küçük duraksamasının ardından büyük bir bağrışla üstüme atıldı beklemiyordum. Gözlerimin ani açılışı şaşkınlığımı ele veriyordu. - Nefrettttt ediyorum senin gibilerden!!!!!! Koluna gizlediği hançeri fark etmemiştim. Parlıyordu büyük ihtimal zehirliydi. Sol elinde tuttuğu zehirli hançeri karaciğerime doğru hedeflemişti iki cmlik bir aralık kalmıştı. Olaylar fazla hızlı gerçekleşiyordu. Bir direniş bekliyordum ama bu kadar hızlı kısa bir konuşmanın ardından değil! Sol elimle hançerli elini sol çapraza doğru kaydırttım ama hançer derimin bir kısmını yarmıştı. Bu darbe bile canımı yakmaya fazlasıyla yetti. Ardından gelen ve karnıma isabet eden sert diz darbesi de etkiyi katladı. Saldırının ardından birkaç adım geriye çekildi. Bana baktı. Ben kanayan yarama bakıyordum derin değildi ama garip hissettiriyordu. - Öleceksin, dedi bana. Güldüm. - Evet, dedim, öleceğim. - Bunun seni mutlu etmesi şaşırttı beni..! - Mutluluk göreceli bir kavram, bakıyorum da sakinleşmişsin. "Güzel" dedim. Acı ile kıvranarak diz çöktükten sonra. Başım karnıma doğru çekiliyor, acıdan iki büklüm oluyordum. Bu durum moralimi bozmaya başlamıştı ki daha kötüsü oldu. Nefes alışlarım tıkanıklaşmaya başlamıştı. Elimin birini yıkılmamak için soğuk taş zemine yaslamıştım ki normalde soğuk kuru zeminin benden daha sıcak olduğunu hissetim. -Lanet Olsun- Son bir şey söylemek için eğik başımı kaldırdım. Bu oldukça zor oldu. “Sakinleşmen güzel çünk…" sözlerime daha fazla devam edemiyecektim. Oysaki sözlerimi yarıda kesmekten hoşlanmam. Vücudum benden daha canlı olan zemine çarptı. Hangimiz daha fazla ruhsuzuz acaba dedim taşlar mı, ben mi? Son bir nefes almak için bir gayret gösterdim. Ama olmadı. Gözlerim ışığa karşı, iyice hassaslaştı bir parlaklık ardından hızla gelen karartı. Son bir kalp ritmi TIK! Yorgun ve acılı… Bir güçlünün yaptığı en büyük hata zayıfı küçümsemektir! (güncel bölüm) Bölüm 7 Gözler ve Eller yaNILTIR. Casus yerdeki Leo’nun ölüme doğru giden vücuduna bakıyordu. "Seni öldürmek isterdim" diye geçerdi içinden "Ancak emirler bunu yapmama engel." Bir iki adımla Leo’ya yaklaştı , eğildi ve nabzına baktı. Sakin elleri aniden hızlanıp telaşlıca vücudun diğer nabız noktalarında dolaştı. "Ölemezsin lanet olası!! Henüz değil!" dedi kısık bir sesle! Onu korkutan bir şeyler vardı. "Zehrin bu kadar güçlü olmaması gerekirdi!” dedi içinden yüzü koyun yatan Leo’nun vücudunu sırt üstü çevirip cebinden çıkardığı panzehiri Leo’nun ağzına döktü. Ardından ellerini Leo’nun göğüs kafesinin üstünde birleştirdi. "Yaşaman lazım" dedi. Leo’ya kalp mesajı yapmaya başlamıştı. Denedi, denedi ve denedi. Sonuç alamıyordu. "Hayırr!!!" Dedi dişlerini sıkarak. Sol eliyle Leo’yu ceketinden yakalayıp yüzünü kendisine doğru çekti. Leo’nun yüzüne baktı “ÖLEMEZSİN” dedi. Casus arkasından ona doğru yaklaşan kişiyi hissedememişti. Kalp mesajı yapmaya başladığından bu yana izlendiğinin farkına varamamıştı bile. Ceketinden yerde yatan Leo’yu kendine çektiğinde sesi duyldu. - Ölmedim zaten. Casus irkilmişti! Şaşkın gözlerle omzunun arkasına doğru baltı. "Ama sen?" "Ölmüyecektim zaten? Bu şaşkınlık ne? Sevinçten mi yoksa? Deminden beri yaşamamı söylüyordun, beni canlı görmek seni çok mutlu etti değil mi?" dedim. - Senin ölmüş olman gerekirdi. - Şuna bir karar verelim... Ölmüş olmam mı gerekli yoksa yaşıyor olmam mı? (sessizlik) İç çektim.. - Sanırım beni zehirle bayıltıp bir yerlere götürmek istiyordun ha? Casus olduğu yerde diz çökmüş, hala bana bakıyordu. Sol eli hala benim ceketimi sıkıca tutuyordu. Kafamı casusun ellerine doğru hafif eğerek baktım. Gözlerimi onun gözlerine kilitledim. Bakışlarım sertleşmişti. - Eline bak, dedim sakin ve ifadesiz bir sesle. Ufak bir duraksamasının ardından elinin hafiflediğini ve parmaklarının arasındaki ceketi hissemediğini hissetti. Hızlaca başını çevirdi çevirdi, önüne baktı, bedenim yoktu ortada. - Yanılsama mıydı bu? diye düşündü. - Eline bak, diye tekrer vurguladım. Ceketi tutan elini açtı ve avucunun içine baktı. - Piyon, dedi sessizce. - Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor değil mi? Elinde piyonla bana döndü. Çöktüğü yerden hala kalkmamıştı. - Kim... bilmiyor? Gülümsedim, gözlerimi yere doğru çevirip, ciddi bakışlarımı tekrar ona yönelttim. - Victor yolladı seni değil mi? Beni oyalamanı istiyordu değil mi? Daha fazla hafızamı kazanmadan, kendime gelemeden. Sustu… - Öyle birini tanımıyorum - Ama ben tanıyorum, Sitpa. - Adımı... dedi şaşkın şekilde. - Benim karşımdayken şaşırmayı bırakmalısın. dedim. Sağ elimi uzatıp elinde tuttuğu piyonu işaret ettim. Benim ikinci yeteneğim, ben, satrançbazım. Bu yeteneğin orjinali amcamın karısının ailesine aitti, vaktinde bana da öğretmeye çalışmıştı ve bunda başarılı oldu. Sana piyon yolladığım için kendini şanslı saymalısın karşında bir kale görmek istemezdin herhalde, diyerek gülümsedim. - Bana istediklerimi verecekmisin Sitpa? - Bu da sorumu şimdi? Benim buraya ne şartlarla gönderildiğimi bilmiyor musun? Duraksayıp biraz düşündükten sonra haklısın dedim. Hala yerde duran Sipta’ya doğru atılıp sağ omzundan tuttum, sertçe kaldırdım ve karanlık bir ara sokağa doğru çektim. Sertçe duvara yasladım. Sipta karşılık vermeyi bile düşünmedi. Yenilgiyi kabul etmişti. Bana bakarak - Bunca zaman bir Piyonla savaştığıma inanamıyorum, dedi. - Sana bir şey söylersem öleceğim, söylemezsem yine öleceğim ne ironi... dedi umutsuz bir sesle. Bana bir şey söylemeyeceksin. Ben senden onları alacağım, bana bir şey söylemezsen ölmezsin. Deyip elimi Sipta’nın anlına, kavyaracak şekilde koydum. Sadece birkaç saniye geçmişti. - Bu kadar. İstediğimi aldım, Sipta. Gitmekte özgürsün, senin hayatınla alakalı bir isteğim yok. Merak etme Victor da seni öldürmeyecek. Satrançbaz olduğumu bilmiyor. Yenildiğini söyle ama elinde bilgi olduğunuda, ayrıca ona Tebrial’in adını ver seni anlayacaktır ve Victorla ilişkini kes. O adam seni piyon olarak kullanmaktan başka bir şey yapmaz. Arkamı dönüp kalabalık sokağa doğru yöneldim. - Neden bana yardım ediyorsun Leo NİLENNN!! Diye bağırdı arkamdan. Durdum. - Çünkü bir ailen var, Sipta. Kızın en son senden bir peluş ayı istemişti değil mi? Gömleğinin içinde bir tane var. Sipta gömleğinin içindeki şişkinliği hissedememişti. Elini attığında ise eline yumuşakcık bir şey gelmişti. - Bu ona aldığın son hediye olmasın Sipta. Sipta başını önüne eğmiş derin düşücelere dalmıştı bile. -Sen, dedi başını kaldırmadan. Aniden başını doğrultu, BEKLE! diye bağırdı. Ve sustu, çünkü ben artık orada değildim. Öğrenmek istediklerimi almıştım. Amcam güneye ticaret için seyahete gitmiş demek... Pelerin hala evinde olmalı "Mecburen izinsiz girecez" diye söylendim. Sipta’nın hafızasından öğrendiklerimi düşünerek amcamın evine doğru geri dönüyordum. Kafam eğikti düşüncelere dalmıştım arada birkaç kişiyle ufak çarpışmalar yaşıyordum. Victor’un odası karanlık bir yerdeydi. Sipta'ya görevi orada vermişti. Gidiş yolu kapalıydı. İfgul kokuları? Sipta yoldan geçerken İfgul kokuları almıştı. İfgullar yabani çicek türüydü. Karanlığa ihtiyaç duyarlardı. Karanlıkta evrimleşir aydınlıkta solarlardı. Evrimleştiklerinde etrafa saldıkları koku insanın içine hüzün yayardı. Psikolojik bir silahtı. Genelde konuşturulmak istenen insanlar üzerinde uygulanır ya da intihar etmeleri için bunalımda sokulan insanların yemeklerine katılırdı. Yetersiz bilgi her yerde olabilir, bir kere ele geçirdiğinde çoğaltması kolaydı. Yürümeye devam ediyordum. Pelerinime kavuşmam lazım diye düşündüm. Tam bu esnada vücudum. Karnıma çarpan sert bir elle durduruldu. Karnıma çarpan elin üstünde kızıl bir bez vardı. -Pelerinin, dedi tanıdık bir ses. Başımı kaldırdım. - T- Tebrial?! - Al, dedi ifadesiz suratıyla. Sağ elimle Tebrial’in elini tutup hırsla pelerinimi çektim. Ardından bir savrulmayla sırtıma geçirdim. İçimi huzur ve sıcakllık hissi kaplamıştı. Ayrıca kendini daha dinç ve güçlü hissediyordum. Nefes alışım çiğerlerime, kızıl havalar dolduruyordu. Nefis bir oksijendi. "Bu sonsuz enerji..." dedim kendime kendime. Tebrial ise hala yanımdaydı. - Yürü gidiyoruz. Salak! Hiç bir şey söylemedim. - Gidiyoruz dedim, diye yineledi sert ses tonuyla. Ayakkabı bağcıklarım dedim. Gözlerini ayakkabıma çevirmişti.Bağcık filan göremiyordu tekrar bana baktığında ise; - Yürü gidiyoruz, diyip arkamı döndüm, Xazier X krallığından gelen misafirlerle yapacağımız salona doğru yola koyulmuştum. Surat ifadesini görmek isterdim ama karizmamı bozmamak için arkama dönüp bakmadım bile içim içimi yesede! Tebrial gözükür,Toplantı başlamak üzeridir, Leo sadece işlerin başlangıcındadır. Gelecek Bölüm –Xazier X’ler bilinmeye giden toplantı- Hikaye kendi yaratığım Petus evreninde geçmektedir..Evren hakkında bilgeyi eğer hikayeyi yazmaya devam edersem vereceğim... Tür:Macera,Fantastik,Mitolojik,Doğaüstü güçler olaylar... Konu anlatımı bölüm bölüm değişiklik gösterebilir bunu belirtmeyeceğim fakat eğer anlatım tarzı kahramadan ilahiye yada gözlemciye geçerse o metinler arasında büyük bir boşlukla ayıralacaktır *Hivean; İlahi dilde ıssız yoksulluk anlamına gelir her usta balıkçı bilir ki Hivean balıklardan ıssız yoksul bir göldür ama bir çok gezgin ve acemi burada saatlerce balık tutmaya çalışır ve vakitlerini boşa harcar *Lüevren gri gövdeli bir sihirli ağaçtır ve bilgeliğin simgesidir yaydığı enerji yüksek derece mana yani ruhsal enerji sağlar *Leoras Te Nir 8 krallıkta bulunan geniş bir sihirbaz loncası anlamca Leoras'ın 8 elçisi anlamına gelir Leoras güneşin ve kaplanların tanrısıdır *Güncel bölüm spoiler içinde olmayandır Devamını yazarmıyım bilmiyorum devamını yazsam nasıl birşey planlarım neler yazarım düşünmüştüm aslında gelicek tepkiye ve isteğime bağlı olarak karar vereceğim :D < :DHikayeyi sınıftaki arkadaşım ingilizce hikaye yazıcaktık bende çevirip yazsın diye bunu yazmıştım ona 1 derste oda aldı fakat çeviremeceğini söyledi iyi dedim bana ver anime sitesine FF olarak yazayım boşa gitmesin dedim tabi ne dediğimi anlamadı :D < :D :D> :D>Not:Ayrıca devamını yazarsam aynı şekilde ilerlemeye devam edicek yani ilerledikçe olayların farklı yönlerini göreceğiz sırlar hatıralar nedenler...
    1 point
  6. Pis çizmeyi severim öyle düzenli çizince sıkılıyorum... o yüzden böyleykende sevdiyseniz ne mutlu bana ^_^ ^_^ ^_^ Fairy tail "kafadan karakter yarattım ._." (karalama) : Öylesine kafadan"karalama" : Alıştırma : Sıkıntıdan :F : Bakmadan çizdiğim sasuke-kun: LoL Zac - "Zombileme yarışması için çizdiğim resim..." Yeni yarattığım karakterler.(Kafa olarak :F) -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Ulquiorra Kurapika "gözü renklendirdim diğerlerini üşendim ._." Espada "Renkli" (ilk defa ciddi çizim yapıyorum :P )"resimi kaydetmeden program hata verdi -.- baştan başlıycam boyamaya -.-" bitince atıcam ^^ ESPADA- Natsu Monkey D Luffy 10dkda yapılan bir çizim yamuk olmuş olabilir -_- Edward Elric yıllar sonra bilgisayardan degilde elle çizince yamuk oldu gibi :D Futaba Aşkım :wub: :wub: :wub: ; Obito Avatar Madara madarayı öylesine çizdim bozuk oldu ^^ Obito Gözler :blink: Naruto :ph34r: Gaara Kendi yarattığım karakterler; ^_^ mako chan için çizdiğim Sebastian Michaelis İchigo : :huh: Pain B) İtachi B) B) B) B) B) B)
    1 point
  7. :TÜR: Aksiyon, Romantizm, Dram, Bilim-Kurgu, Süperzeka :KONU: Emir adındaki bir Türk gencinin, Japonyada yaşayacakları anlatılıyor. Gencimiz süper zekalı bir çocuk. Geliştirdiği yapay zeka algoritması ile dünyaya meydan okuyor. Ancak bunun ağır bedelleri olacak... :OPENING: http://www.youtube.com/watch?v=jUvIh6eePQw *************************** İkinci ve üçüncü sayfalardaki yorumlar spoiler içerebilir. Dikkat edin :) Görüşlerinizi de esirgemeyin arkadaşlar. Onlar bizim için çok önemli :) 1.SEZON 1. Bölüm (Queen-Emir-Kurumi): Yıl 2023 "Nerdeyim ben? Herkes nerede? Queen, Queen Neredesin?" Dıt-dıt-dıt-dıt... Hastahanede gözlerimi açarken duyuyorum kalp atışını ölçen o makinanın sesini. Bana ne olmuştu? Demin ne yapıyordum? Bir sağıma bir soluma baktım. Odada kimse yoktu. Camdan dışarı baktığımda güneşin yavaştan kaybolduğunu gördüm. Sonra kapı çaldı ve odaya küçük kardeşim girdi. -Abii! Uyanmıssın! Abim uyanmıs Heyyy! Diyerek üzerime atladı. Küçük İlaydam, sevgili kardeşim. İlayda demeye üşendiğimden kendisine Maviş diyorum. 10 yaşında sarı saçlı, mavimsi yeşilimsi değişken göz rengi ve peltek konuşması ile çok sevimli biri. -Hani, abim yok mu? -Tuvalete gitmişti, gelir şimdi. Abim, 28 yaşında. Ailemizi kaybettiğimizden beri bütün yük onun üzerinde. bir bilgisayar firmasında mühendis olarak çalışıyor. Benim bilgisayar Merakımda aslında oradan geliyor. 1.92 boyunda, 94 kilo, hafiften kendini salmış bir göbek ve dağınık turuncu saçlar. Kendiside tipi gibi ilginç biri. -Ah doğru ya, Maviş, Queen Nerede? -Queen mi? Ehmm şeyy.. Korkmuş, çaresiz görünüyordu. Heralde koyduğum okuma engeli onu korkutmuştu. -Sen getir, kırılmadı korkma. -Sen nerden... tamam getiriyorum! Dedi kocaman bir gülümsemeyle. Queen yani benim mini bilgisayarım, telefonda diyebilirim aslında, tamamen benim tasarladığım bir sistem üzerinde çalışan sanal zeka algoritması. Bir çeşit SKYnet. Aslında onu yeşil gezengen ve sayılardan oluşan tam bir hack arayüzü ile donatmıştım ama şuan arayüzde beni mavi saçlı, kocaman turkuaz gözleri, kırmızı dövüş kıyafetleri ve güzelmi güzel vücuduyla karşılıyor. Açıkcası bunu çizdiğim için biraz utanıyorum. Ama gerçekte böyle bir kızla çıkmanın hayal olduğunu da var sayarsam... -Queen orada mısın? -Emir! seni adi birden bire düşüp bayılmakta ne demek! Vücudunun her şeyini izliyorum ancak hiçbir şeyi anlayamadım. Bir daha beni böyle korkutma! -A-ah, çok özür dilerim. -Hıh. Ben onu aslında bana arkadaş olsun diye tasarlamıştım. İlk başta konuşmayı bile bilmezken, şimdi korkmayı, hayal etmeyi yada sevinmeyi öğrenmiş durumda. Açıkcası böyle birşeyi hiç beklemiyordum. Her gün beni şaşırtmaya devam ediyor. -Toparlan işimiz var. -Ne işi Emir? Dinlenmen gerek. -Queen, hazırlan. Sadece küçük bir baygınlık o kadar. Üstümü giyinirken abim odaya girdi. Adı Kazım, ama japonyaya geldiğinde Kazuto olarak değiştirdi. iyi mi yaptı kötümü bilemeyeceğim ama komik olduğu açık. Kapıyı kapatacaktı ki gerisin geri açtı. Sadece bakarak ne yaptığımı anlamıştı. Kafasıyla onay verdi. Ve odadan çıktı. Doktorun dediklerini söylemedi. Gerçi o gün söyleseydi, muhtemelen yaşama isteğimi kaybederdim... --------------------------------- Şuan Japonya'da yaşıyorum. Abimin işi dolayısıyla. Buradaki tek arkadaşım, Kurumi-chan, ancak ben ona sadece Kurumi diyorum. İlk başlarda biraz rahatsız da olsa, beni anlayıp sesini çıkarmadı. Bana göre saçma. Sevgilim değil sonuçta. Ama keşke olsaydı... Uzun siyah saçları, kırmızı lensli gözleri, hatta bir gözüne bazen saat şeklinde bir lens takar, ki ona çok yakışır, orta boylu, erkekleri etkileyen inanılmaz tatlı konuşması ile tam bir fıstık! -Hey Emir, seni sapık yine Kurumi'yi düşünüyorsun değil mi? Yüzünden belli yamuluverdin :) -Beynime doğrudan bağlısın zaten. Yüzümden anlamışmış. -Evet bağlıyım. Bu yüzden bir daha sapıklık yapacaksan daha dikkatli ol. -Tamam tamam... İkimizde Karasuno lisesinin sınavlarına girdik ancak kendisi sınav çıkışında ağlamaya başladı. Saçma sapan yanlışlar yaptığını söyledi. Kazanamayacağından korkuyormuş. Ben hallederim dedim. Şimdi ise oraya gidip birkaç kayıt yapmak istiyorum :) okulun çok gelişmiş kablosuz ağ sistemleri var. Oradan sızacaktım. Kim beklerki sadece 2 kişilik yer kaydı için koca sistemin hacklenmesini. Queen aklımı okuyup, işe başlamıştı bile. Kendi işlemcisi dışında, benim beynimin işlem gücünü de kullanıyor.Bu sayede işlem gücü günümüz bilgisayarlarının yüzlerce kat üstünde. Bunu sağlayan algoritmayı ben tasarladım. Başkasının eline geçmesi, dünyanın sonunu getirebilir. ... -Alo, Kurumi? -Emir-kun? -Sana kaç defa şu eki ekleme dedim. Sevmiyorum. -Ta-tamam, Emir. -Kayıt işi tamam. Haftaya beraber Karasuno Lisesindeyiz. Sınıf 1-1 de en arkada cam kenarı 2'li sıra bizim. -S-s-sen ciddisin! Emir seni seviyorum diyeceğim nerdeyse! Çok teşekkürler! -Ah keşke desen... -Anlamadım. -Önemli bişey demedim canım heh he. Ayrıca hemen sevinme. Ceza olarak 3 sene katlanacaksın bana. -tamam :) 2.Bölüm(Kötü Haberler Dizisi): -Emir, uyan! Kurumi seni bekliyor! -Tamam tamam, anladık dur. -Bak bu senin için bir şans olabilir! -Bana sapık diyenede bir bak... Ama Queen haklıydı. Kendisini dışarı çağıracak cesaretim pek yoktu. Bu alışveriş olayı imdadıma yetişti doğrusu. Yataktan kalktım. İnce, mavi bir kısa kollu ve ona uygun mavimtırak capri pantolon giydim. Artık hazırdım. kapıyı açtığımda güneşten gözlerim mayıştı. Yavaş yavaş görmeye başlarken, ağzımda diğer taraftan açılıyordu. Kurumi, kırmızı elbisesi, iki yandan toplu uzun saçları ve o çok yakışan sarı, saat şeklindeki lensi ile karşımda duruyordu. Dünkü yağmurdan ıslanan asfaltın parıltısıyla büyüleyiciydi. Ne oldu diye sorana kadar da öyle kaldım. -Çok şey olmuşsun... Ee, Güzel! -Ah teşekkür ederim Emir-kun! Ay özür dilerim, Emir. -Önemi yok, yavaştan gidelim bari. -tamam Alışveriş merkezine ulaştık. Ama gözüm dünyayı görmüyordu. Neredeyiz, ne yapıyoruz umursamıyordum. Sadece ona bakıyordum. Alışverişi tamamlayıp bir kafeye oturduk. O çilekli-muzlu dondurmasını yerken, bende çayımı yudumluyordum. -Aman ya. Herşey iyi hoşta, memleketin çayını özledim. -Yapacak birşey yok Emir. Ama sana kokteil önerebilirim, çok lezzetlidir. -Yok. Çayın yerini tutmaz. -İyi sen bilirsin... Hey, dondurma ister misin? -O-olur. Diyebildim ancak. Kendi yediği kaşıkla ağzıma dondurma tutuyordu. Çok mutlu olmuştum. Bir iki kaşık yedirildikten sonra, hepsini bana yedirirsen sana ne kalacak diye şaka yollu azarladım kendisini. Saat geç olmaya başlamıştı. kalkmaya karar verip yola koyulduk. Kırmızı ışıkta beklerken önümüzden geçen motorsikletli kişi bir anda Kuruminin çantasını kaptı. -Queen! -Anlaşıldı! Queen'in ismini söylememle beraber barikatların kalkıp motorsikletli şahsı devirmesi bir oldu. Tam çantaya doğru yönelmiştimki, gözlerim karardı, sendeledim. Ama hemen kendime geldim. Neler oluyordu bana böyle? Neyse, sakin kalmalıyım. Kurumi ile ilk randevum ve bunun batmasını istemiyorum. Gidip çantayı aldık. Hırsızı da polise teslim ettikten sonra Kurumi'nin evine doğru yola çıktık. -Emir, pek iyi görünmüyorsun? -Yok bir şey iyiyim. -Emin misin? Hırsızla uğraşırken sendelediğini gördüm. -Biraz başım döndü. O kadar önemli birşey değil. -Ah, işte burası benim evim. 2 katlı gepgeniş bir apartman gördüm. Üst katta Ailesi oturuyormuş. Alt kat ise kendlerine aitmiş. Nedenini sorduğumda ise oranın kendi kursları söyledi. Babası dövüş sanatları, annesi ise resim eğitmenliği yapıyormuş. Kendisininde karakuşak karateci olduğunu o an öğrendim. Tanıdıkça daha çok aşık oldum doğrusu... Daha fazla sabredemedim. Söyleyecektim. -Şeyy kurumi! -evet? -Seni seviyorum! Ne olursa olsun seni seviyorum! Şaşkındı. hiç beklemiyordu. Hayır dedi. Seninle olamam dedi. Sebebini sorduğumda ağlayarak evine doğru koştu. Hiç bir şey diyemedim ardından. Yanlış ne yapmıştım? ------------------------------------------------- Eve vardığımda direk odama gidip üstümü değiştirdim. Bu gün olan şeyde neydi? Sanki o an düşünce yetimi kaybetmiştim. Neler olduğunu bulmalıydım. Birde Kurumi sorunum vardı tabi... -Queen, hırsızlık anındaki bedenimin durumunu kontrol etmeni istiyorum. -Peki. Vücut verilerine ulaşılıyor... -Küçük bir kalp atışı hızı artması dışında bir anormallik yok. Oda hırsızlıktan dolayı sanırım -Anlıyorum. Kesinlikle anormal birşeyler vardı. Abim evde olmadığından ona soramadım. Ayrıca çok yorulmuştum. Yatağa uzandığım gibi uyumuşum. -Emir! Kalk lan, sabah oldu. -Off abi tamam ya. Aşağı indiğimde birisi kahvaltı hazırlıyordu. Mutfağa girdiğimde şok oldum. Yarı çıplak bir kadın vardı. Burnumu saklayarak geri kaçtım. Abimse bana gülmekle meşguldü. Kız arkadaşıymış meğer. Ulan Japonya'da da olsak kazım kazımdır diye geçirdim aklımdan. Doğru ya. Neler olduğunu öğrenmem lazımdı. Abime sorayım dedim. -O gün hastanede doktor ne dedi abi? yüzündeki gülümseme yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. Geç otur dedi. -O gün bayılmanın nedeni, beynindeki bir sorunmuş. Beyninin düşünmeyi sağlayan kısmı normal insanlara oranla yüzde yüz faalmiş. Ancak daha fazla dayanamazmış. Senin anlayacağın, Queen, seni öldürüyor. ... Uzun bir sessizlik çöktü odaya. Hiç bir şey diyemedim. Kendi yarattığım sistem, beni zehirlemişti. Ardından abim anlatmaya devam etti. -Bağlantıyı her kullandığında senden yıllarını çalıyor. Bu yüzden dikkat et. Çok gerekmedikçe algoritmayı aktif etme. Ne yapacağımı düşünürken, Queen çığlığı bastı. Haykıra haykıra ağlıyordu. -Benim yüzümden! Benim yüzümden ölüyorsun emir! -Yeter! Henüz ölmem için çok erken. Ne kurumi'yi kazanabildim, ne de amacıma ulaşabilmiştim. Burada böyle bir sebepten dolayı duracağımı mı sanıyorlar? Hayır! -Ölüm, gel! Senden korkmuyorum! 3.Bölüm(Seni Seviyorum): -Emir Dur! Daha fazla algoritmayı kullanmak istemiyorum. Seni öldürecek! -Yapmak zorundasın Queen! -Yapamam! -En azından duygularımı incele. Ondan sonrada yapamam diyorsan tamam! Queen: İyi tamam deyip verileri incelemeye başladım. Bu değerlerde neydi böyle! Korkuyordu, ama öleceğinden değil... ------------------------------ Kurumi'yi aramaya karar verdim. Neden öyle tepki verdiğini öğrenmem lazımdı. Aradığımda telefonu annesi açtı. -İyi günler Hanım efendi, Kurumi ile görüşebilir miyim? Dememle kadının ağlamaya başlaması bir oldu. Dediklerinden hiç birşey anlayamadım. O sırada babası kadını sakinleştirmeye geldi. Telefonu eline aldı. -Alo? Siz kimsiniz? -Ben Emir, okuldan bir arkadaşıyım. -He sen şu okula girmesini sağlayan çocuksun. -evet, şey, Kurumi'yi verebilirmisiniz telefona? ... -İstesemde olmaz. -Neden? -Gerçekten bilmiyor musun? Demekki seni üzmek istememiş. Kendisi şuan hastanede, yoğun bakımda. -Ne dediniz! Nerede! Adresi verin! Telefonu fırlatıp koşa koşa alt kata indim. Bisiklete atlayıp yola çıktım.Yolda bisikletin lastiği patladı. Yeter be deyip kenara fırlatıp koşmaya başladım. annesi ağladığına göre küçük bir şey olamazdı! -Tokisaki Kurumi'nin odası hangisi. Çabuk! -T-tamam, 320 nolu oda ama ziyaret saatinde değiliz beyefendi! -Sokarım saatine be! Koşa koşa yukarı çıktım. 300-301-302.. Koridorun sonundaki 320 nolu odaya daldım. Kurumi orada öylece yatıyordu. Komadaydı. Peşimden koşan kadına ona ne olduğunu sordum. Beyninde tedavisi bulunmayan bir hastalığı olduğunu, yapacak hiç bir şeyleri olmadığını söyledi. Yıkıldım. O ölecekse ben neden yaşayacaktım ki... -Queen! Bağlantıyı başlat! Kurumi'nin beynini kullanacaksın. (en üsteki diyaloğu okuruz tekrardan) -İyi be tamam, ama ölürsen suçlusu sensin. -Hadi! Kurumi'nin boynunun arkasındaki sinirlerin olduğu kısma elimi koydum. Kurumi'nin beynini hackliyordum. Önce bir kararsızlık yaşadım ama yapmak zorundaydım. O an doğruyu yanlışı değil, sadece onu kurtarmayı düşünüyordum. Sinirler aracılığı ile Queen kendini kurumiye açık bir hale getirdi. Durumu incelemeye başladı. Dediğine göre, Yapısal olarak hiçbir hasar yoktu. sadece beyni yapması gerekeni yapmıyor, adeta intihar ediyordu. Yapabileceğimiz tek şey, bendeki nöral altyapı bilgisini kurumiye aktarmaktı. Zaten durum dahada kötüleşemezdi. işleme başladık. Buraya kadarını hatırlıyorum. Sonra yine bayılmışım. Uyandığımda hemen karşıdaki odada yatıyordum. Tavandaki floresan'ı görmemle fırlamam bir oldu. Queen'in odasına daldım. Gözlerime inanamadım. İşe yaramıştı! Uyanmıştı! Gülümseyerek bana bakıyordu! -Emir, hoşgeldin. Queen'le konuştum. Bana herşeyi anlattı. -... -Konuşsana, hadi bir şeyler söyle. Seni seviyorum falan de mesela. -A-Anla-madım. - Nesini anlamadın şapşal. Hastalığımdan dolayı sana hayır dedim. -Yani... -Evet evet ondan. Yaklaş hadi. Gel otur yanıma. Kafam durdu adeta. Sadece denileni yapabildim. Yanına oturmamla sarılması bir oldu. Teşekkür etti. Sonra yüzünü bana döndü ve ufak bir öpücük kondurdu. Bununla idare et şimdilik diyede küçük bir espiri yaptı. ... Tamam onu kurtarmıştım. ama kendimi ne yapacaktım? Daha amacıma ulaşamamıştım. Burda durmalımıydım? yoksa devam mı etmeliydim? 4.Bölüm(Süper zeka): -Aa, Kurumi! Hoşgeldin! -Şşşt, sessiz ol Queen. -Ah, afedersin. Taburcu olduğumuz gecenin sabahı, kurumi bize beni uyandırmaya geldi. Yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. Yavaştan gözlerimi aralarken kuruminin sesini duydum. -Kalk artık uykucu tembel! -Tamam tamam. Derken elinden tutup yatağa çektim. Üzerime düştüğünde göz göze geldik. aramızda sadece santimler vardı. Dayanamadım, yine öpüştük. Dakikalarca hiç bırakmadan... Sonra üste ben çıktım. -Pekala Kurumi-chan! Bir erkeğin odasına bu saatte geldiğine göre iyi cesaretin varmış. Sonuçlarınada katlanırsın artık! -D-Du-Dur! Ne yapıyorsun Emir-kun! -Ah, yasak kelimeleri kullanıyorsun. Bak dahada kızdırdın beni. -Bırak beni sapıklık yapma, daha yeni çıktın hastaneden! -Olabilir. Sessiz ol yoksa duyacaklar! Dedikten sonra sustu, yüzü kızardı, ellerini yana saldı, gözlerini kapattı. "İyi be" diyebildi ancak. O an o kadar sevimli bir yüz ifadesi vardı ki... Kıyamadım. Şaka yapmaktı amacım ama Kurumi'nin beni ne kadar sevdiğini görmeme sebep olmuştu. Kendini bana bırakmış, bana güveniyordu. Küçük bir öpücük kondurup yanına uzandım. -Sanki öyle birşey yapabilirimde! -Yapamayacaksan öyle şeylere zorlama. Aptal! (Kısa bir sessizliğin ardından) -Hey, sence elimdeki bu güçle ne yapmalıyım? -Nasıl yani? -Quuen' i diyorum. Şuan herhangi bir ülkenin güvenlik ağını çökertebilir, herhangi bir uydunun iletişimini kesebilirim. Ve daha fazlası... Ayrıca ölümcül hastalıklarıda tedavi edebiliyorum. Açıkcası korkmaya başladım. -Bu işlerden anlamam Emir. Ancak bildiğim tek şey sana güvendiğim ve ne yaparsan yap arkanda olacağımdır. Bu yüzden korkma tamam mı? -Ben deli sen benden deli... Şöyle şeyler söylemesen olmaz demi? -Olmaz, sonuçta seni seviyorum ve bunu söylemekten de zevk duyuyorum. -A-Aptal... ------------------------------------------------------------------------------- -Pekala Queen, işlemi başlat. -Anlaşıldı! İnsan beynini yüzde 100 kullanırsa neler olur? Dünyanın en merak edilen sorularından biri. Çılgın bilim adamları uğraşadursun, ben Queen ile bunu başarabilirim. Onu kendi Beynime entegre edeceğim. Tek beyinde iki kişilik olacak. Böylece hem Queen beni anında anlayacak, hemde arayüzle uğraşmadığımız için daha fazla baygınlık vb. sıkıntılar olmayacak. Hem bu sayede onu kimse bulamayacak. Ancak bunu yaparsam, Queen ebediyen orda kalacak ve geri dönüşü olmayacak. Ama bu riske girmeliydim. İşlem ben uyurken, yani beynin en az kullanıldığı zamanda olacak.Sabah kalktığımda herşey belli olacak. **Sabah olur** Bir ses duyuyorum. Yankılanıyor..."Emir, Emir uyan." diyor. Gözümü açıp etrafa baktığımda kimseyi göremedim. Sonra sesi tekrar duyunca herşeyi anladım. İşlem tamamlanmıştı. -Pekala queen, şimdilik beyin kullanımını 2 katına çıkar. Bakalım neler olacak. -Tamam ama yatağa uzan ve rahatla. İşlem 10 dakika kadar sürecek. Birden yaparsam neler olacağını kestiremem. -Sana bırakıyorum. 10 dakika sonrasında uyandım. Hiç bir farklılık hissetmiyordum. Neyse, vakit daralıyor. Kurumi ile randevuma gitmeliyim dedim kendi kendime. Buluşacağımız kafeye doğru yola çıktım. Yoldan geçen arabaları izlerken bir şeyi keşfettim. Hissedebiliyordum. Evet. "Minibüsün frenleri patlayacak ve yoldan geçen çocuğa çarpacak" Hissettiğim anda fırladım. Son anda atlayarak onu kurtardım. Küçük cocuk çok kormuştu. Annesi şoku atlatıp çocuğun yanına gelene kadar sarıldım... Ulan dedim kendi kendime. Daha sadece iki katını, yüzde 15 ini kullanırken sonuç çıkarma yetim tavan yapmıştı. Randevu yerine vardığımda Kurumi çoktan oraya varmıştı. Çok beklettim mi diye klasik bir soru sordum. "Hiçte bile, yeni geldim bende" dedi. -"Hmm, ilk kelime, hiçte bile demeden önce 0.27 saniyelik bir duraksama yaşadın. Kafanı yana eğerek sevimli yüz ifadeni takındın. dur bakayım(kalbine dokundum), kalp hızın normalin çok ötesinde, Sanki koşarak gelmişsin. Ve yüzündeki şaşkınlık ifadesi bunları nasıl anladın der gibi. Ya gecikicem düşüncesiyle deliler gibi koştun. Yada o çılgın yavru köpek yine seni kovaladı. -Sen, Nasıl?? -Bundan sonra ben hem Emir, hemde Queen'im. Kısacası senden sonra kendi beynimide Hackledim.... -------------------------------- -Hey, kim bu? -Adı emir komutanım. -Emir mi? Sanırım türk. Her neyse, onu buraya geitirin. Kendisiyle konuşmak istiyorum. -Emredersiniz! 5.Bölüm(İçeriye Giriş): (Klavye tıkırtıları duyulur) "Şunuda şöyle kodladık mı, işte oldu. Sanırım bununla ordunun dikkatini çekebilirim." Az önce bulduğum bir savunma açığını orduya açık bir şekilde ilettim. Yer bilgilerimi bulmaları an meselesi olsa gerek. 1 saat kadar olmuştu. Kendi kendime sayıklamaya başladım. Ulan dedim, gerçekten saldırsam heralde koca askeri sistemi silerim haa. Aslında öylemi yapsam? Ama o zmn bir anlamı kalmaz. Kenpachi ile yüz yüze konuşmalıyım... ben bunları söylerken, bir grup asker evimin önünde toplanmaya başladı. Kapıyı kıracaklardı ki açıverdim. -Kıpırdama! -Tamam tamam, geleceğinizi biliyordum zaten. Hadi acele edinde beni üstlerinize götürün... Beni o filmlerde çok çıkan askeri jiplerden birine bindirdiler. Ellerimdeki kelepçeler de hiç rahat değildi doğrusu. Ben umursamaz tavırlarımı sergilerken yavaş yavaş harakete geçmiştik. -Efendim! Emiri bulduk! -Buldunuz mu? Salak mısın be? Herif adresini verdi. Böyle bir açığı keşvedebilecek olan adam, bu şekilde kolay bulunabilir mi? Neyse, hadi getirin. Beni klasik askeri sert tavırla zorla odaya götürdüler. İçeri girdiğimde, taht gibi bir koltuğa kurulmuş, hafif yaşlıca, bir gözü korsan misali bantlı olan bir herif vardı. Hiç kale almıyormuş gibi davrandım. -Kelepçeleri açmayı unuttular sanırım...Ah ahh, çok can sıkıcı. -Demek o sensin ha? Emir denen velet? -Sende Kenpachi denen general bozuntusu olmalısın. -Hey sözlerine dikkat etsen iyi edersin. Nerede olduğunu unutma. -Kod adı Dragneel, 0215 nolu karargah, özel komando bölüğü nexlerin tutulduğu o çok özel yer. Ayrıca tam yetkiye sahip japon donanması lideri olan Zaraki Kenpachi efendininde ini. -Seni nalet velet! Bunları nerden biliyorsun! -Buraya geltirildiğimde öğrendim. -Ne dedin!? İşte an geldi. Arayüzü son kez kullanışım. Queen'i serbest bırakmanın zamanı geldi... Üzgünüm Kurumi, eğer geri dönemezsem, üzgünüm... -Tamam, oyun zamanı bitti. Queen! Gerisini sana bırakıyorum. -Ne yapıyorsun Sen velet! -Sisteminizi hackliyorum? Bir sorun mu var? Silahını bana doğrultarak: -Hemen dur! Yoksa seni gebertirim! -Durma, ama bunu yaparsan o çok sevdiğiniz Uridium bombalarını tüm dünya öğrenecek. Nükleer sızıntıyıda unutma sakın. ----------------------------------------------- Aynı saatlerde Kurumi'nin evi: "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni vid"... -Bu saatte kimden gelmiş olabilir ki? Ah, Emirden mi? -Kurimi. Bunları sana anlattığım için üzgünüm. Ancak geri dönemezsem, bilmen gerekecek. Seni çok seviyorum ancak, tüm dünyada savaşı durdurmak adına, bunları yapmalıyım. Lütfen beni bağışla... Kurumi gözlerinden yaşlar süzülürken, sadece tamam diyebildi. Onu destekleyeceğini söylemişti. Her ne kadar bu kadar manyakca şeyler beklemesede. 6.Bölüm(Emirin Mesajı & Skynet 2.0): "Queen'i aslında babam tasarladı. Temelini en azından. Ancak bunu duyan süper güçler adı altındaki şerefsizler, Türkiye bu gücü elde edemesin diye, babamı ve annemi trafik kazasında harcadılar. Şerefsizler... İntikam ateşiyle yanıp tutuşurken, Queen'i tamamladım. Şimdi sıra intikam almaya gelmişti. Ancak o sırada seni tanıdım. Hayatımda ilk defa yaşamak için bir sebebim olmuştu. Sonuna kadar çabaladım ve sonunda seni yakaladım. Ancak bu şerefsizler durmayacak ve başıma gelenlerden sonra başkasının canının yanmasına göz yumamam. Belki dönemem diye, sana Queen'i burakıyorum. Seni zorlayamam ama, dönemezsem eğer, kontrolü senin almanı istiyorum. Bu güç başkasının eline geçmemeli. Yok edip etmemek sana kalmış ancak Queen'in bir canlı olduğunu unutma... Şuan japonyanın Askeri Merkez Üssüne dalıyorum. Muhtemelen dönemeyeceğim ve henüz doyamadım sana. Doya doya seni seviyorum diyemedim. Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm! Ancak bunu yapmak zorundayım. Hoşcakal Sevgilim..." Mesajın her saniyesinde, kalbi dahada çılgın atmaya başlıyordu. Sevdiği adam, kendini hiçe sayarak ölüme gidiyordu. Elinden ağlamaktan başka hiçbir şey gelmiyordu. Hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra... Ama onun için yaşamalıydı. Kararını verdi. Geri gelmezse, Queen ile onun başlattığı işi bitirecekti. Yada bu yolda... ----------------------------------------------------- -Pekala General bey, Siz hariç bütün personeli tahliye et bakalım. -Asla! Seni nalet velet! Kim olduğunu sanıyorsun! -Sadece kızgın bir Türk... Dememle füzelerden birini harakete geçirmem bir oldu. Amerikaya doğru gidiyordu. -Pekala general efendi, ne diyorduk? -tamam tamam! Durdur şunu! ... Personelin tahliyesi tamamlanmıştı. Geriye bir tek general ve ben kalmıştım.Neden diyebildi sadece, neden. Neden mi? Daha fazla masum insan ölmesin diye... Daha fazla O***pu Çocukluğu yapan, daha fazla Bebek Katili! olmasın diye! Birde soruyordu utanmadan. Klasik asker mantığı. Hepsi böyle... -Hey general efendi, uzayda kaç tane uydunuz var? -Sana hiçbir şey söylemeyeceğim! -Keyfin bilir. -Queen, sisteme erişim sağladınmı? -Herşey hizmetinde Emir. Bu işi dışardan yapmaya kalksam muhtemelen beynimi yakardım. Onca işlem gücü ile sistemi hacklemek ne kadar kolay olsada, hayatımı çalıyor olması dehşet verici. -Japonya uzaya toplam kaç uydu göndermiş? -73 tane. 13'ü tam aktif. 50 tanesi ömrünü tamamlamak üzere. 10 tanesi izse uzayda boş geziniyor. Sadece 13 tane aktif uydu mu? Yetmez, imkanı yok! yirmi tane lazım, en az yirmi. Hiçbir şeyin kolay olmasını beklemiyordum ama, ölümdeki bilinmezliğe ne kadar karşı çıksamda, korkutuyordu. Buraya kadar gelmişken yılamazdım. -Pekala Azrail, meydan okumanı kabul ediyorum. arayüzü tam kapasite kullanacağım. Queen! Tam kapasite, hayatım pahasına! Hiç durmadan, Rus uydularına sahip olacaksın! Buraya kadar gelmişken, geri duramayız, Anladın mı! -Emir... (Quuenin düşünceleri) Benden hayatını almamı istiyor. Korkmuyor mu? Nasıl bu kadar cesur olabiliyor? Nasıl ölüme bu kadar hazır? -Hey, burda dünyayı kurtarıyoruz. Çekinme tamam? :) -T-tamam! -Pekala, SKYNET 2.0 Programı, başlasın! 7.Bölüm(Film Şeridi): -Iıaahh!! -Emir durmalıyız! -Bu kadar acıyı bir hiç için çekmiş olmayacağım! Durmayacaksın! Ölsem bile durmayacaksın! Queen'in hareketleri beynimi kavururken, hayatım yavaş yavaş gözlerimin önünden geçmeye başladı. Kurumi ile tanıştığım an geldi aklıma... Orta okulun son senesi transfer olmuştu. Çok güzeldi. O zamanda tarzı aynıydı. Tek gözünü kapatan uzun siyah saçları ve gözündeki kırmızı lensleriyle çok hoş duruyordu.Ondan çok hoşlanmıştım ama ne kadar çabaladıysamda hiç bir zaman ona açılma fırsatı bulamadım. Ta ki mezuniyet gecesine kadar. Ben yine sap gibi evime doğru yürüyordum. Yanlız başımaydım çünkü akşama kadar arkadaşlarla oyun salonunda eğlenmemize baktık. hoş bütün oyunları Queen saolsun ben kazanıyordum ama :) Karanlıkta yürümeye devam ediyorken, kenarda duran bi kız gördüm. Tek başına, kaldırımın ucunda oturmuş, hüngür hüngür ağlıyordu. Yanına yaklaştım. Aman Allah'ım, yoksa bu o muydu? -Gecenin bu saatinde burada ne arıyorsunuz? Bir şey mi oldu? -Yok önemli bişey değil. Dedi gözlerinin yaşını silerken ve kafasını yukarı kaldırdı. İnanamıyordum, bu Kurumi'ydi. Sokak lambasının ışığında parlayan gözlerinden süzülen yaşlar çenesinde birleşip yere düşüyorlardı.O anki yüz ifadesi büyüleyiciydi. Kendimden birazcık utandım. O an ne düşünüyordum öyle. Kendimi toparlayıp söze girdim. -Kurumi-san? -Emir-kun? Senin ne işin var burda? -Burası benim evime giden yol, asıl sen ne yapıyorsun kız başına? Dedim, demez olaydım. Deliler gibi ağlamaya başladı yine. Erkek arkadaşı onu aldattığını itiraf etmiş, artık ayrılmak istediğini söylemiş. Biraz teselli etmek, birazda kendimi tutamadığımdan, sarılıverdim kendisine. Oda bana sarıldı ve tekrar ağlamaya başladı. Dakikalarca öyle kaldık. Sonra kendine geldiğinde yüzüme baktı. yanakları biraz kızarmıştı. Ne oldu kızardın, hasta falan mısın diye soruncada, soğuktan, dedi sadece. Bende üstelemedim doğrusu. Ne yani benim gibi birini sevecek hali yoktu ya... O an nereden bilebilirdim hasta olduğunu, sevdiği kişi olan bana açılamayacak kadar hasta olduğunu hemde... Günler ayları kovaladı. Çok görüşmeye fırsatımız olmasada, her imkan bulduğumda yanına gittim. Yaptıklarım çokta birşeye yaramıyordu. Yakınlaşamıyordum ona. Bir gün onu zorla buluşmaya ikna ettim. Kararımı vermiştim. Geldiği gibi konuya girecek, onu sevdiğimi söyleyecektim. Buluşma yeri olarak ayarladığımız kafeye ilk ben geldim. yaklaşık beş dakika kadar sonra camdan koşarak geldiğini gördüm. Bir iki adım daha attı. Ardından yavaşça yere düştü, bayılmış olmalıydı. Başının yere deydiğini gördüğüm an, fırlayıverdim dışarıya. Yanına vardığımda yerde haraketsiz yatıyordu. Nefes alışverişini dinlemek için ağzına doğru eğildim. Sanki normal gibiydi. Kucağıma aldığım gibi, arkadaki hastaneye koştum. Şimdi düşünüyorumda, buluştuğumuz her yerde, yakında bir hastane vardı. Gözüm kurumiden başkasını görmüyordu ki fark edeyim. Neyse yetiştirdim hastaneye. Önemli bişey olmadığını, sadece yorgunluktan olan bir baygınlık olduğunu söylediler. Hem rahatladım, hem kendimi suçlu hissettim. Yorgun argın benimle buluşmaya gelmişti. Odasına girip yanına oturdum. Kafamı yorgana yaslayıp ağlamaya başladım. Bir yandanda durmadan özür diliyordum. -Gerçekten çok üzgünüm, ne olur kusuruma bakma, çok çok çok üzgünüm! -Sen neden bahsediyorsun. Senin bir suçun yokki. Gelmeyi kendim istedim ben. Dedi ve bana sarıldı,teselli etti. Hiç bir şey yokmuş gibi davranıyordu. Sanki ölmekte olan kendi değilde, başkasıymış gibi... --------- Kız kardeşim geldi gözlerimin önüne. İlaydacığım. Kendisi aslında bir akrabamızın kızı. Daha bebekken ailesini kaybedince, ona bakma işini biz üstlendik. Kendisine hiçbir zaman gerçeği söyleyemedik. Daha çocuktu zaten, üzemedik. Otobüslerde kucağımda uyuya kalırdı. Sürekli başıma bela açardı.hiç unutmam, ilk okul ikiye giden çocuklar mavişimin bir arkadaşının zorla parasını almışlar. buda dayanamayıp yerden aldığı sopayla ikisine birden girmiş. Sonuçsa felaket. Bebelerin eli yüzü kan içinde, bizim5 yaşındaki sıpadan kaçmaya çalışıyorlar. :) He birde abim var. ama onunla ne anım nede yakın bir bağım var. Sanki kan bağı yokmuş gibi. Hatta aslında kardeş değiliz dese hiç tepki göstermem. Ama seviyorum onuda, bana o baktı sonuçta. ----------------------------------------------------------------------- -Emir, biraz daha dayan! Bu son uydu! Başarabilirsin Emir! Queen'in bişeyler dediğini duyuyordum ama, ne dediğini anlayamıyordum. Gözlerim hiç bir şeyi seçemez olmuştu. Sadece bulanık, beyaz şeyler dalgalanıyor gibiydi. Bir kaç uğultudan başka birşey de duyulmuyordu. Değil kıpırdamak, vücudumun zerresini hissedemez olmuştum. Galiba ben yavaş yavaş, ölüyordum... 8.Bölüm(Son Dilek): Pekala yedek Queen, yolu bildiğini biliyorum, Bağlantımızı sağladığımıza göre sende neler hissettiğimi çok iyi biliyorsun. Beni Emir'e götür. En azından son bi kez görmek istiyorum onu! -P-peki. --------------------------- -Skynet 2.0 başlatıldı. Skynet 2.0 programı... Adını efsane film serisi terminatördeki süper bilgisayardan alan, çok gelişmiş bir yapay zeka Algoritması. filmdeki kadar güçlü değil ancak, yinede insanları dize getirebilecek bir yapı. 20 tane uyduyu dünyanın etrafına yayıp aradaki bütün diğer uyduları manipüle etmek suretiyle devreye giren bir sistem. Bu neyi değiştirecek? Tüm küresel iletişim araçları, internet, uydu telefonları... Hepsini aynı anda kullanılamaz hale getirecek.Kısacası insanlığı 150 yıl geriletecek. Kötü birşey gibi durabilir, ancak sağlık sektörüne baktığımızda, tıp alanındaki gelişmeler fazlasıyla yeterli olacak. Savaş alanları Queen tarafından canlı izlenip tüm dünyaya yayınlanacak. Kimsenin pis işleri artık silinip kaybolmayacak. En azından Planım böyle. --------------------------- Uydu sistemleri devrede. Füze savunma sistemleri devrede. Küresel iletişim engellemesi başlatıldı. Queen, kendini uyduların hafızasına transfer ediyordu. Bu sayede dünyadan yapılan hiç bir müdahele planı bozamayacaktı. Herhangi bir tehtitde ise japonların uridium bombaları çok iyi bir koz olacaktı. dııt dıııtt dııııııı.... Emirden gelen yaşam sinyalleri sıfırı gösteriyorken, Queen'in gözlerinden piksel piksel yaşlar akmaya başlamıştı. Yerde yatan cansız bedende kaldı gözleri. Yapmasaydı yaşayabilirdi. Durabilirdi, hepsi kendi suçuydu. Sanalmış gerçekmiş kimin umrunda! O acıyı hissediyordu. O yok oluşu farkediyordu... -Queen! Kendine gel. Sana bırakılan son görevide layıkıyla yerine getireceksin! -K-Ku-Kurumi san! Sen buraya nasıl geldin! -Emir seni bana emanet etti. Bir kopyanda bende vardı. Onu kullanarak geldim. Ayrıca burada sana özel bir mesaj daha var. Benim kopyamla senkronize ol. Hem mesajı al, hemde benimle bağlantıya geç, hadi. -T-Tamam. Kurumi koşarak emirin yanına gitti. Vücudu buz kesmiş, ten rengi solmuştu. Başını kucağına aldı ve tekrar "neden?" diyebildi sadece. Ancak bu seferki soru, neden onuda yanında götürmediğiydi. Cevabını bilsede, acı geliyordu kaybetme duygusu. Emirin yaptığını bencillik olarak yargıladı. "Güvenebileceği tek kişi ben olsamda, bu acıyla geride bırakılmak hiç adil değil" diye konuşmaya çalıştı, ağlamaklı bir dille, göz yaşlarını tutamazken... ----------------------------- Emirin bıraktığı bir video mesajdı. Kurumiye hazırlanan mesajla aynı zamanda yapılmış gibi duruyordu. Ciddi bir ifadeyle söze girdi: -Queen, sen benim en iyi arkadaşımdın. Sen benim can yoldaşımdın. Seni sen olman için tasarladım. Ve biliyordum ki, beni öldürecek şeyleri ne olursa olsun yapmayacaktın. O yüzden araya küçük bir program yazdım. Bundan sana bahsetmeli miydim bilemedim. Eğer öğrenirsen benden uzaklaşabilirdin belki. O yüzden de sessiz kaldım. Ancak bunları konuşmak için artık çok geç. Şimdi senden tek isteyebileceğim, ne kadar ciddi olduğumu anlaman ve sana bıraktığım son görevi layıkıyla yerine getirmen. Yoksa kendimi boş yere öldürtmüş olurum, değil mi? Video kapanırken, Emirin suratında güven dolu kocaman bir gülümseme vardı. Queen son bir çığılık daha attı. Gözündeki yaşları sildi. Bundan sonra ne ağlayacak, nede üzülecekti. Sadece ama sadece görevine odaklanacaktı. Emirden aldığı son görevine... Kurumi bile olan biteni kabullenmişken, kendisi bu şekilde duramazdı. -Pekala Kurumi san! Emirin son dileğini, onu en çok sevenler olarak bizler gerçekleştireceğiz! 9.Bölüm(Yeni Dünya): --------------------------- "Skynet 2.0 programı başlayalı 5 sene olmuştu. Hiç bir ülke uydulara erişememiş, hatta füzelerle yada uzay gemileriyle bile vuramamışlardı. Çünkü uyduların yaydığı frekanslar tüm füze ve mekiklerin navigasyon sistemini alt üst ediyor, asla hedefe varamıyorlardı. Hal böyle olunca internetin değeri kat ve kat arttı. Ülkeler artık silah, mermi, füze yerine, hackerlar yetiştirmeye başlamıştı. Aksi halde internet bağlantılarını kesmeleri gerekiyordu ki dünyanın en kapsamlı iletişim aracını bu şekilde engellemek düşünülemezdi bile." --------------------------- Bir gökdelenin tepesinde, hafif esen ılık rüzgar saçlarını dalgalandırırken, Kurumi ufka doğru bakıp, derin düşüncelere dalıyordu. Geçen 5 yıl boyunca ne yapmıştı? Hayatında neler olmuştu? tek bildiği, tek hissettiği yanlızlık duygusuydu. Kapkaranlık... Sonra Queen'in sesini duydu. Oda değişmişti. Yaşananlardan sonra Kurumi'ye anne demeye başlamıştı. Emir'i de bir nevi babası olarak görüyordu zaten. -Anne, bende aynı şeyleri hissediyorum. Bende yanlızlık çekiyorum. Ama ne kadar çirkin bir düşünce de olsa, insan alışıyor... Hem, Babam cennette seni bekliyor, unuttun mu? Hiç olmazsa senin öyle bir şansın var. Peki ya ben ne yapayım? Benim tesellim ne olacak! Bunu düşündükçe... Derken gözlerinden yaş akacak gibi oldu. Ancak söz vermişti. bir daha ağlamayacaktı. Kendini tuttu, tuttu... Kurumi gözlerini ufuktan ayırmadan konuşmaya başladı. -Queen, sen iyi bir programsın. Ayrıca her insan gibi duyguların, düşünce gücün, hislerin, Kişiliğin var. Umuyorum ki Allah buna kayıtsız kalmayacaktır. Diyebildi ama içinde hiçte buna inanası gelmiyordu. Ama böyle birşey daha önce yaşanmadığına göre, belki de olabilirdi. bu konu çok karışık olduğundan düşünmeyi bıraktı. Bir ara ufak bir gülümseme geldi yüzüne. Queen merakını gizleyememiş olacak ki, sebebini sordu. Kendi de az çok tahmin ediyordu gerçi. -Gayet açık kızım, kendi kurduğumuz uydu ağını kırmaya çalışan ekibe başkanlık ediyorum, ondan. Küresel İletişim Merkezleri (K.İ.M.)' nin en önemli yerleşkesi olan Japonya'daki ofisin başındaydı. Queen sayesinde artan zekası onu insan üstü bir güce kavuşturmuştu. Bu kurum için biçilmiş kaftandı. Onun içinde bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Tepesinde durduğu göktelende o binaydı. Kurumi, kurumdaki herkesle adeta dost olmuştu. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Hepsininde Queen'den haberi vardı. Pek tabii sadece yapay zeka olarak bilinen küçük şirin bir oyuncaktı. Tüm dünyayı etkisi altına alan program olacağı kimin aklına gelirki? ------------------------ K.İ.M.'in ikinci ve bir o kadar önemli bir görevi daha vardı. Ülkeyi, dış güçlerin hacker saldırılarından korumak. Bunun için sıradan bilgisayarlar kullanmak zorunda olması biraz sıkıntı versede, Queen'in sağladığı süperzeka fonksiyonları işini biraz daha kolaylaştırıyordu. Zaten japonyanın bir numaralı merkez olmasının sebebi, Kurumi'nin yazdığı değişken algoritmalı 8 katmandan oluşan güvenlik duvarıydı. Bir duvarı kırsalar bile ikinciyi kırmaları için 2 kat daha fazla sistem gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Çünkü 1. katmandaki değişen algoritmanın gözden kaybolmaması için, anlık kontrol altında tutulması zorunluydu. Dönemin teknolojisi onu atlatılamaz kılıyordu. Ancak bu koruma tedbir amaçlı sadece merkez binasında bulunuyor, diğer hiç bir merkeze yada kuruma sağlanmıyordu. Ne polislerde nede askerlerde bu denli güçlü korumalar vardı. Sebebi ise çalınmasını engellemekti. Göktelenin tepesinde rüzgarın hazzını yaşarken, kendisini çağıran bir anons duydu. Ardından alarmlar çalmaya başladı. Anlaşılan biri yine katmanlara kafa atıyordu. "Bıkmadılar şundan, geçemeyeceksiniz anlayın artık" diye iç geçirdi. Yavaş adımlarla kontrol odasına inerken, içerdeki personelin bağırışlarını duydu. -Tanrı aşkına başkan nerde kaldı! -2. katman düştü! -3. katman yüzde 80-70-60... Duyar duymaz içeriye doğru koştu. Queen'in yüklü olduğu aracı, paneldeki porta aceleyle yerleştirdi. Klavyeden gerekli kombinasyonları yazdı ve seslendi: -Queen! Senin sıran! -Peki anne! Queen bütün kontrolü eline aldı. Gereksiz bütün sistemleri kapatıp tüm işlem gücünü kendinde topladı. Güvenlik duvarını onarmaya başladı. ancak yenileme hızı çok yetersizdi. Onardığı her %3'lük dilime karşılık duvarın %10'u düşüyordu. Geriye yapılacak tek bir şey kalmıştı. Arayüzü kullanmak. Biran için tereddütte kaldıysada, Kurumi'nin de izniyle hemen işleme başladı. Aradan geçen 5 yılda arayüzü daha çok geliştirmişlerdi. Ancak ağrı hala çok şiddetliydi. Queen gücü yavaş yavaş arttırarak saldırıyı durdurdu. Acıdan dizlerinin üstüne çökmüş olan Kurumi, işlemin sonlanmasıyla gelen rahatlamanın etkisiyle büyük bir oh çekti. Ancak başları beladaydı. Saldıranın sıradan bir bilgisayar olması imkansızdı. Yoksa, yoksa başkası da arayüzü keşfetmiş olabilirmiydi? Hem de bu kadar güçlüsünü yapmış olabilirmiydi? Bu saçmalıktı. Dahası, yardımcıları Daniel ve Tohka'ya birşeyler açıklamaları gerekiyordu. Neler oluyordu Allah aşkına... Revire doğru yola çıkarken, Daniel ve Tohka'ya gelmelerini işaret etti. Onlara birşeyler söylemeliydi. 10.Bölüm(Daniel&Tohka): -Daniel, Tohka... Az sonra söyleyeceklerim sizin hayatınızdan daha değerli. Yani bunu kimse bilmemeli. Anlaşıldı mı? Daniel ve Tohka önce birbirlerinin yüzüne kısaca baktılar, sonra evet dercesine kafalarını bir aşağı bir yukarı salladılar. Kurumi Queen hakkındaki gerçeği anlatırken, ikisininde gözleri her duydukları kelimeye karşılık dahada büyüyordu. En son Skynet 2.0'ın aslında Queen ve çok sevdiği Emir'in eseri olduğunu duyduklarında, Korkudan yere çökmüş bir vaziyetteydiler. Daniel söze girdi: -Yani sen bizim düşmanımız mısın? -Hayır, ama eğer bana engel olmaya çalışırsanız acıma beklemeyin. Arayüz'ün neler yapabileceğini bilmiyorsunuz... -Neden bu kadar ileri gidiyorsun? İnsanların suçu ney! -İnsanların mı? O nalet yaratıkları umursamıyorum bile. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, aciz birer pislik torbası her biri. Tek dertleri savaş. Ben sadece Sevdiğim adamın son dileğini yerine getiriyorum. Öldükten sonra bana bıraktığı son dileği... Tohka şoku yeni atlatmış olacakki, titremesini kesip konuşmaya başladı: -Yani biz şimdi ne yapacağız? -İstedğinizi yapmakta özgürsünüz. Bu kadar büyük bir şeye sizi zorla bulaştıramam. -Ben, Ben seninle kalacağım. Ben son iç savaşta ailemi kaybettim. Daha fazla insanın ölmesini, daha fazlasının acı çekmesini izlemek istemiyorum. Daniel, sen ne diyorsun bu konuya? -Ben mi? Sizi çılgın kadınlar. Peki tamam. Tohka varsa bende varım. -Nasıl yani anlamadım? Cebinden çıkardığı sigarayı yakarken düşünüyordu Daniel. Ya bu çılgınca plandan uzak duracak, ya da sevdiği kadına, Tohka'ya bişey olmaması için elinden geleni yapacaktı. Derin bir nefes çekti ve: -Hay ben böyle işin ta... Bi kıza aşık ol, oda dünya çapında bir planın peşinden koşsun. Sokayım böyle şansa. -Daniel... Sen, doğru mu söylüyorsun? -E heralde. Böyle manyakca bişeyi başka niye kabul edeyim. -Daniel! Bende seni... Gözlerindeki mutluluk yaşları konuşmasını engelliyordu.Ayağa kalktı ve Daniel'in kucağına atladı. Öyle sıkı sarılıyordu ki... Kurumi ikisine uzun uzun baktı. Sonra dayanamadı, o da ağlamaya başladı. Yine emiri özlemişti. Burada, yanında olsa, ona nasıl sarılır, nasıl koklardı... Kafasını hafiften sağa-sola salladı. Şimdi bunların sırası değil diye düşündü. Kafasını toplayıp yanındakilere seslendi. -Pekala, şu bize saldıran şeyin ne olduğunu çözmemiz lazım. ------------------------------- Ertesi günün sabahı masasında uyuyakalmış Kurumi'yi Tohka aceleyle uyandırdı. Saldırının yapıldığı yerin alanını daraltmayı başarmışlardı.Hemen kontrol odasına koştular. Kurumi gördüğü yer karşısında şaşkına dönmüştü. Belirledikleri sınırların içinde o askeri üste bulunmaktaydı. Şaşkınlıktan eli ayağına dolaştı. Ne yapacağını düşünürken aklına uydu telefonları geldi. Doğrudan bağlantılı olduklarından direk generale ulaşabilirlerdi. 2 adamını telefonu iletmeleri için görevlendirdi. -------- (telefon çalar) -Ne istiyorsun. -Kenpachi... -Sende kimsin nalet olası. -Sus ve sadece soruma cevap ver. Arayüzü nerden buldun? -Ha! Sen o pisikopat veledin sevgilisi misin yoksa? -... -Hah hah ha! Biliyordum. Pekala genç bayan. Şimdi kulaklarını dört aç ve beni iyi dinle. Uydu ağının arkasında sen olduğunu biliyorum.Geliyorum, hazır olsan iyi edersin. Ayrıca bana bıraktığın o hediye içinde teşekkürler. Çok işime yaradı.Hah hah Ha! Dedi ve telefonu kapadı.Kurumi olayı anlamıştı... (Emir'in Öldüğü gün) "Dikkat, kendi kendini yok etmeye 1 dakika, Dikkat, kendi kendini yok etmeye 1 dakika..." -Kurumi! Buradan hemen çıkmalısın! Acele et. -Ama Emir ne olacak! -Biliyorum! ama o öldü! Sen yaşamak zorundasın. Acele et! ----- O an Queen'i tam olarak kontrol edemiyordum. O yüzden oradan kaçmak zorunda kalmıştık. Emirin bedenini de, orada bırakmıştık. Sonraki zamanlarda oradan çaldığımız kayıtları incelerken, klonlama ile ilgili birşeyler okumuştuk. Yoksa...Hayır olamaz! Olmamalı! Seni general bozuntusu! Sevgilimi rahat bırak! Bedenini rahat bırak!!! 11.Bölüm:(Olamaz!): -Queen herşey hazır mı? -Anne, bunu yapmak istediğine emin misin? -Duygularımı okuyabildiğin halde, bunları bana soruyor musun? -Öyle ama... Babam ne yapmanı isterdi? -Queen, sana bir gerçeği hatırlatayım. O burda değil! Nalet olsun yok işte yok! Yapmaya çalıştıkları şey, emirin yaptığı gibi Queen'i kuruminin beynine almaktı. Bu sayede beyninin tamamını, en azından teoride, kullanabilme şansına sahipti. Emir sadece yüzde 15'e çıkabilmişti. Daha yükseğini denemeye fırsatı olmamıştı. Kurumi ise sonuna kadar gitmeyi planlıyodu. O Generali ve bu işe bulaşan herkesi öldürecekti. Hali hazırda kullandığı kırmızı lensler yüzünden zaten oldukça ürkütücüyken, aklını kan hırsı bürümüş halini görünce korkmamak elde değildi. -Kızım, işleme başla... -Tamam anne! --------------------- (Generalin Üssünde) -Efendim, elimizden geleni yapıyoruz ancak, onu şimdi uyandıramayız. Aksi halde çok yaşayamaz. -Uzatma lan, dediğimi yap. Ölüm ölmemesi umrumda değil. Elimizde daha çok var. Geleceğini biliyorum Emir'in sevgilisi. Eğer o manyak ile sevgiliysen, sende en az onun kadar manyaksındır. Ama ben senin gibi değilim. Hatta sana güzel bir sürpriz de hazırladım. Hah hah ha! Uyandırılma işlemi başlıyor. Kalp atışları, normal. Kan basıncı, normal. Beyin fonksiyonları, normal. Kabin açılıyor... Dumanların arasında bir gölge gözüktü... -Pekala millet, burayı boşaltın. Birazdan ortalık çok karışacak. Ayrıca tüm uyduları onlar kontrol ediyor. Herhangi bir askeri hareket yapmaya kalkarsak işimiz biter. Burada olanlardan kimsenin haberi olmayacak. Pekala manyak kadın, gel bakalım, sen mi kazanacaksın yoksa sevgilin mi, göreceğiz! Haaahh Haaa! 5 dakika kadar sonra, Kurumi askeri üsse gelmişti. Etrafta kimsenin olmaması biraz ürkütücü olsada, sebebini o da biliyordu. Şimdi yapması gereken generali bulup onun işini bitirmekti. Yapmak istediği şeyi az çok anlamıştı. Emiri yada en azından beynini klonlamaya çalışıyordu. Bunu tam olarak başarırsa, hiç bir şekilde durdurulamazdı. Klon oldukları için beyinlerinin tamamını kullandırabilirdi. Ölmeleri çokda mühim değildi general bozması için... -Kenpachi Şerefsizi, neredesin çık ortaya! -Hey hey, sakin ol. Hem niye onu çağırıyorsun. Yoksa beni özlemedin mi? Kurumi sesi duyar duymaz titremeye başladı. Yavaşça arkasını döndü. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Dili tutulmuş, doğru düzgün nefes alamıyordu. Karşısında cansız bedenini kucağına aldığı, sevgilisi olan Emir'in tıpatıp aynısı olan biri duruyordu. Klon... -S-sen, sen Emir değilsin. Biliyorum ama... -Benim ondan ne farkım var? A dur bir dakika, ben seni ondan daha çok istiyorum. -Ne demek istiyorsun? -Senin ölmeni ondan çok istiyorum!! ... 12.Bölüm(Yeter Artık!): ----------------- Üzerime doğru geliyordu. Elindeki bıçakla koştura koştura... Elimi belimdeki tabancaya götürdüm ama, çekemedim. Dayanamıyordum artık. Yanlız başına 5 yıl yarı ölü yaşarken hep onu düşünüyordum. Cansız bedeninin soğukluğunu kucağımda hissettiğim Emir'im, klonda olsa şuan karşımda duruyordu. Yeter! Daha fazla bu acılara katlanmak istemiyorum! Kurumi kollarını açtı ve üzerine doğru koşan, emirin klonuna bakarak gülümsedi. Emir bir an sendeledi, ancak koşmaya devam etti. Tam Kurumi'nin yanına gelmişti ki, bıçağı yere attı, kuruminin elinden tutup onu kaçırdı. Kurumi hala şoktaydı. Emir konuşmaya başaldı. -Kenpachi benim beynimi kontrol altına almak için beynime bir çip koymuş. Ama beynimi olduğu gibi kopyaladıklarından Queen'de beraberinde geldi. Uyandırıldığımda otomatikman harakete geçti. Çipi devredışı bırakması biraz zaman aldı ancak gördüğüm kadarıyla tam vaktinde yetişti. -Yani sen şimdi gerçek Emir misin? -Hayır, sadece kopyasıyım. Bu yüzden sevinme. Zaten bir kaç dakikalık ömrüm var. General beni daha tamamlanmadan makinadan çıkardı. -Ölümünü bir daha mı göstereceksin bana? Tam bastırdım anılarını derken, birdaha mı buz kesmiş bedenini hissedeceğim? İstemiyorum, hayır! ... Hiç birşey diyemedi Emir. Gözleri doldu . Elinden birşey gelmiyordu. Sadece onu da bu işe bulaştırdığı için pişmandı. Koşmaya devam ettiler. General peşlerinden geliyordu. Sinirden deliye dönmüştü. Artık hiçbir şeyi umursamıyordu. Onları yakalayacak ve ikisinide oracıkta öldürecekti. Klonun zaten çok fazla ömrü kalmamıştı gerçi, ama olsun. Kurumi'nin önünde bir kez daha öldüreceğim onu! diye geçirdi içinden... ------------------ -Tanrı aşkına Kurumi-san nereye kayboldun! - En son nereye bakıyordu? Askeri üs değil miydi? Oraya gitmiş olmasın sakın? Queen, sen birşey biliyor musun? Queen kararsız kaldı. Emiri öldürenin general olduğunu söylese, sebebini bilmek isteyeceklerdi. Kurumi'yi bu kadar kızdıracak birşey küçük olamaz diye düşüneceklerdi. ama yinede anlatacaktı. geriye bir tek annesi kalmıştı. Onuda bu şekilde kaybetmek istemiyordu... -Sebebini sormayın ve sadece dinleyin. Aslında orası... ---------------- Askeri üssün etrafı dışarı çıkarılan personel ile çevriliydi. Bazılarıda generale katılmış, Kurumi ve Emiri arıyorlardı. Artık sınırına gelen Kurumi, üzüntüden patladı. -Yeter! Dur diyorum Emir. Artık yaşamak istemiyorum. Senide son kez gördüm dünya gözüyle. Her ne kadar klonda olsan... Hiç bir pişmanlığım kalmadı geride. Daha fazla dayanamıyorum. -Kurumi... Ordalar! Koşun! Sonunda general ve ekibi onları bulmuştu. Köşeye sıkışmışlardı.General o çirkin sırıtışını gösterdikten sonra, tetiği çekti. Emir refleks olarak kuruminin önüne atladı. Sırtından vurulmuştu. Tam kalbine denk gelen yerden... Ve kuruminin kucağına düştü. "Yaşamalısın" diyebildi sadece. ağzının kenarından akan kanlar, zemine yayılmış kanlara karışırken... Kurumi bir kez daha Emir'in cansız bedenini kucağında tutuyordu. Bu sefer hayatı ellerinden kayıp gitmişti. Dondu ve öylece kalakaldı... 13.Bölüm Sezon Finali(Değişim başlasın!): Daniel ve Tohka ekip ile beraber üsse vardıklarında, Kurumi'yi kucağındaki cesetle ağlarken bulmuşlardı. Onun emir olduğunu öğrendiklerinde buz kestiler. Sadece birbirlerine bakakaldılar. Yanına gidecek yüz bulamıyorlardı. Gidipte ne diyeceklerdi ki zaten... -Anne!Anne iyi misin? Ses Queen'in sesiydi. Daniel'e onu yakına götürmesini söyledi. Daha yeni yakınlaşmaya başlamışken, Queen karşısında 5 yıl önceki portreyi tekrar gördü. Her adım ilerleyişinde, duyguları daha çok yoğunlaştı. En son yanlarına geldiklerindeyse çığlığı bastı. -hayır! Yine olmasın hayır! ------- Biraz sakinleştikten sonra devam etti. Beni babamın eline koy. Neler olduğunu o bana söyleyebilir. Klon da olsa o Emir, henüz tamamen ölmemiş olmalı. Daniel söyleneni yaptı. Queen sinir uçlarından beyne ulaştı. Hafıza bölümünü tararken birden durdu. "Emir'den mesaj mı var?" Dur bi saniye, neler oluyor böyle? Emir'den mesaj mı var? Muhtemelen beyninde kalan son şeylerden biriydi. Otomatik gönderilecek bir mesaj. Açtı, okumaya başladı. "Size yaşattığım acılar için gerçekten üzgünüm, ama kurtardığınız hayatlar için buna değer. Her ne kadar hal böyle olsa da, sizi daha fazla zorlamak istemiyorum. Bu yüzden son olarak bu kodları bıraktım. Bunlar hem senin acı çekme duygunu, hemde Kurumi'nin benle ilgili anılarını hatırlamasını engelleyecek. Tamamen silecek kadar ileri gidecek cesaretim yok malesef. Şimdi iş sana kalıyor, yapacak mısın? Yoksa bu şekilde kalmak iyi mi?" Queen kafasını kaldırıp annesine baktı. Gözleri sönmüş, ölü gibi duruyordu. Dokunsan devrilecek kadar zayıftı. Onun duyguları yapaydı sonuçta. Ne kadar hissedebilme yeteneği olsada gerçekteki kadar şiddetli olamıyordu. Bir kendi yaşadıklarına baktı, birde annesinin yüz ifadesine. Düşünecek bir şey yoktu. Anıları silecekti. Daniel'den Kurumi'ye uzanmak için yardım istedi. Kurumi onu eline aldı ve söze girdi. -Bu manyağı senden iyi tanıyorum Queen. Aşağı yukarı aklından neler geçiyor biliyorum. Ama yapma. Eğer son dileğinide unutursak, yaşadığımız bunca şeyin ne anlamı kalacak? Hadi eve gidelim, bu sefer katılmamız gereken gerçek bir cenaze töreni var... Queen gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Saldı kendini. Küçücük bir ekranda mavi-beyaz süzülen piksel taneleri. Acının ne demek olduğunu öğrenmiş gibi manalı manalı süzülen gözyaşları... ---------------------- Generalin takımı dağıtılmıştı. Kendisi ise görevden alınmıştı. Tabi halka duyurulan kısım buydu. Gerçekte dünyanın en önemli güvenlik noktası haline gelmiş bir merkezin başkanına saldırmak açıklanamaz birşeydi. Hem işin arkasında gerçekten kimin olduğunun da bulunması gerekiyordu. Bu yüzden Kenpachi'yi sorgulamak üzere yanlarında getirdiler. Klasik asker bozması, ağzını bile açmadı. En son Kurumi yanına geldi. Başına silahı dayadı. "Söyleyecek bir şeyin var mı?" dedi. Generalin hayır demesinin üzerine hiç ikiletmedi. Çekti tetiği. O anki soğuk kanlılığını gören Queen içinde garip bir korku hissetti. Sanki tanıdığı annesi başkasına dönüşmüş gibiydi. Kurumi arkasını döndü ve giderken "toplayın şunu" dedi. Hala olanlara anlam verememiş olan sorgulama ekibi denileni yaptı. Kurumi kendi kendine konuşmaya başladı. Bundan sonra kötülere merhamet olmayacak. Bundan sonra acıma olmayacak. Bundan sonra kimseyi kurban vermeyeceğim hiç bir şerefsize! Sonra Queen'e döndü ve: -Kızım, bundan sonra hiç bir kötüye acıyarak bakma. Ayrıca unutma, asıl düşmanı daha bulamadık. Hiç bir yumuşaklık belirtisi göstermeyeceğiz. Ben yaşadığım sürece skynet 2.0 programı devam edecek. Küresel İletişim Merkezleri (K.İ.M.)'de emrimde. Generale o desteği veren o***'yu bulup canına okuyacağım. -Anne... Queen yaşananları tekrar düşündü. Belkide doğru olan buydu, yada yapması gereken. Annesine destek olmaya karar verdi. Her ne kadar korkuyor olsada... 2.SEZON Notlar: Konu ilk bölümden saçmalanmışa benziyor ancak yeni bölümler geldikçe ortaya güzel şeyler çıkacak. Her hafta en az bir bölüm ekleyeceğim. Keyifli okumalar. 1-1.Bölüm(uyanış): Kurumi'yi kurtarmak için beynini hacklediğimden beri 5 yıl geçti. Bu yaptıklarım sanki hiç birşeyi değiştirmemişti. Hala komadaydı, hala dışarıya tepki vermiyordu. Ne yapacağımı bilmeksizin öylece dolanıyordum. 5 yıl boyunca hiç birşey yapmadan... O gün hastaneye gitmedim. Gidemedim. Belkide benim yüzümden hiç uyanamayacaktı. Ne yaptığımı sanıyordumki? Öylece bir insanın beynini hackleyemezdim. Ama onu kaybetmekten korktum. Şu nalet dünyada bana ait olduğunu düşündüğüm tek şeyi. Bu korkum, belkide onun sonu olmuştu. Ben bunları düşünürken çalan telefonun sesiyle irkildim. Cebimden çıkarıp baktığımda hastaneden aradıklarını gördüm. Acaba... Hayır hayır. Aklıma kötü şeyler gelmemeliydi. Yinede korkarak telefonu açtım. -Alo, emir-san'la mı görüşüyorum? -Buyrun benim. -Gözünüz aydın, hastanız uyandı. -Ne! hemen geliyorum! Montumu aldığım gibi kapıdan dışarı fırladım. Bisikletim arızalıydı. 3km yolu koşmam gerekiyordu. Olsun, şuan 30km bile koşarım. O gözlerini açtıya, gerisinin bir önemi yok... 301-302... Koridorun sonundaki 320 nolu odaya kelimenin tam anlamıyla kafa attım. Evet kafa attım. Kapı arızalıydı ve açmak için biraz uğraşmam gerekiyordu. O kadar acele edincede direk kafayı vurdum.Kapıyı açtığımda kurumi yataktan doğrulmuş, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Gözlerimden gelen yaş durmak bilmiyordu. Hemen koşarak yanına vardım. -Kurumi, sonunda uyandın! -Uyanmak mı? -Evet, tam 5 yıldır komadaydın. -Be-beş yıl mı? Sen gerçekten Emir misin? Kesin bu bir rüya olmalı... -Hayır gerçek! Burdayım, hiç gitmedim! -Senin 2 defa ölümünü gördüm Emir, 2! Hepsi sahtemiydi! Tüm yaşadıklarım, hepsi bir rüyadan mı ibaretti! Hayır bu gerçek olamaz! -Kurumi... Neler olduğunu idrak edemedim ilk başta. Ondan biraz daha anlatmasını istedim. Tüm detaylarıyla, sanki bir ömür yaşamış gibi anlatıyordu. Onu daha fazla yormamak ve dinlenmesine izin vermek için, biraz yanlız bıraktım. Sonra Queen ile irtibata geçtim. Çekilen beyin tomografisini incelemeye başladık. Sonuçta beynindeki hücrelerin sayısında aşırı bir artış olduğunu gördük. Neredeyse 5 yıl yaşamış kadar veri birikmişti. Bunun 2 tane mantıksız ama mantıklı olması gereken açıklaması vardı. Ya Kurumi komadayken, benim yaptıklarım yüzünden uzun bir rüyaya dalmıştı, yada geleceği görmüştü. Beyin hakkında bilmediğimiz tonla şey varken pek hala her ikiside mümkün. Şimdi düşünmem gereken bunlar değil, Kurumi'nin bedensel ve ruhsal sağlığı. Zira eski Kurumi gitmiş, yerine sert ve asker havasında bir Kurumi gelmişti. 1-2.Bölüm(Uyanış-2): Kurumi hastaneden taburcu oldu. Bir kaç gün yanlız kalmak istediğini söyledi. Bu boşlukta bende kendimi olanları anlamaya çalışmaya verdim. Herşeyden önce beynimi daha iyi anlamam gerekiyor. Bunun için daha zeki olmalıyım ve bunu başarmanın yoluda Queen'den geçiyor. Onu doğrudan beynimin içine erişibileceği şekilde yeniden yazdım. Bundan böyle benim rızam olmaksızın bütün kontrolleri elinde tutabilecekti. Peki bu ne işe yarayacaktı? Queen insanoğlunun bildiği tüm bilgileri idrak etme yeteneğine sahip bir varlık. Beyin üzerine bilinen herşeyi öğrenecek, benim beynimi kullanarak öğrenme gücünü arttıracak ve olanları çözmeye çalışacak. Pekala çözmesi yıllar bile sürebilir. Aslında Queen'i doğrudan bedenime aktarabilirim ancak bu işlem çok riskli ve geri dönüşü olmayan birşey. Böyle birşey'e kalkışmadan önce bunu denemeliyim. Ayrıca Kuruminin Bana anlattıklarının gerçekliğinide kontrol etmem gerekiyor. Eğer gerçekten söylediklerinde doğruluk payı varsa... Geçen bir haftanın ardından daha fazla sabredemeyip kurumiyi görmeye gittim. -hey, benim, içeri girebilirmiyim? -Emin değilim. -Ne demek emin değilim, geleyimmi gelmeyeyimmi? -Onu kastetmedim. Neyse, gel. Seni çok özledim... Odaya girdiğimde pencerenin yanında dikiliyordu. Belliki dışarıyı izliyordu. Sonra yavaştan bana doğru yaklaştı. Elini yanağıma koydu. Yüzünden tarif edilemeyecek duygular yansıyordu. Korku, mutluluk, sevinç, hüzün... Hepsi bir arada... "Gerçekten senmisin?" diye tekrar sordu. Hiç bir şey demedim. İyice yaklaşıp dudağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra, "hepsi geçti, her ne yaşadıysan hiç biri gerçek değildi. Bu durumdan kurtulmalısın ve ancak sen kendini kurtarabilirsin. Sana yeni bir şans verilmiş gibi düşün. Herşeye yeniden başlama şansı." Kafasını göğsüme yasladı. Bir an ağlayacağını sandım. Hatta eski Kurumi olsaydı çoktan seller yağdırmaya başlamıştı. Şu an karşımda duran kişi ise bambaşka hissettiriyordu. Uyanmadan önce en son ne hatırladığını sordum. -Başımıza bela olmuş pisliğin tekini idam ettim. Bir kaç gün sonra ölmüş olması gereken o Kenpachi o.ç'undan bir mesaj aldım. Tahminimce kendini klonlamıştı. Şerefsiz. Nasıl yada nerde yaptığını bilmiyorum. Manyak herif, Eski usül atam bombası yaptırmış, sırf beni öldürebilmek için bütün şehri havaya uçurdu. Aslında birazda mutluydum. Sonunda gerçek senin yanına geliyordum. Sonunda tüm bunlar son buluyordu. Biraz şaşırmıştım. Bir asker gibi konuşuyor, küfürler yağdırıyordu. Yaşadıklarını göz önüne alırsak, daha azını bekleyemezdim zaten. "Sonuç olarak haklı olduğunu düşünüyorum" dedim ve tekrar sarıldım. Bu sefer yumuşadı, ağlayacak gibiydi ama yine kendini tuttu. -Peki şimdi ne olacak? Normale mi döneceğiz? -Aslında, biraz araştırma yaptım. Kenpachi denen adam gerçekten var. Gerçekten gizli bir üssün kumandanı. -Dur bir dakika, geçen sefer oraya tek başına gidiyordun. Queen'i kullanarak sistemlerini hacklemekti amacın. Bu sayede uyduları kontrol altına alıp dünyaya barış getirmeye çalışıyordun. Kısaca böyle birşeyler yapıyordun. -Güzel planmış aslında. Bir kaç saniye sessizlik oldu. Kurumi birşeyler düşündüğümü anlamış olacaktı ki, bana bakarak şeytanvari bir gülümseme gösterdi. Çok ürkütücüydü. Sonra tek rar konuşmaya başladı. -Hey, birdaha böyle bir çılgınlık yapmayı düşünürsen, benide yanında götür. Ve evet, birde şu var. Queen'i kullanarak otomatik nişan alan bir silah üzerinde çalışıyordum. Sanırım seninle birlikte bunu yapabiliriz. Bir daha seni kaybetmek istemiyorum ve oraya birdaha hayatta dönmem. Ama seni tanıyorum, bunu yapacağını adım gibi biliyorum. İntikam için... -İntikam için... Haklıydı. Planı beğenmiştim. Yapacaktım. Ama dediği gibi bu sefer yanlız değil, kurumi ile beraber gideceğim. Onu kişisel intikamım için kullanmayı hiç istemiyorum ama, bir daha yanlız bırakmayacağıma dair ona söz verdim. Bir şekilde sözümü tutmam gerek. Ölmeden, geri dönmemiz gerek. Bunun içinde çok sağlam bir plan yapmam gerek. Peki Kurumi'nin anıları ne kadar gerçek? Geleceğimi gördü? Hepsini oraya gidince anlayacağız. ********** Arkadaşlar açık konuşmak gerekirse konuyu çok dağıtıp aşırı hızlı giderek bir hata yaptım. Şimdi hikayeyi en baştan yazıyorum. Bu sefer bazı karakterler olmayacak, olanların kişilikleri farklı olacak, bu yazdıklarımda gördüğüm hatalar ve eksiklerde giderilecek. Şuan whatpad üzerinden yayınlamaya başladım ki böylesi çok daha uygun benim için. Benim yazdıklarıma ilgi duyan arkadaşları bekliyorum. Eski yazdıklarımı silmeyeceğim. Zira ikisinide okuyup karşılaştırma yapabilecek insanlar var. Belki yeni halini kimse sevmez, eskiye döneriz vs vs. İpler sizin elinizde yani. => http://w.tt/1JqYdxy ---5.Bölüm'e buradan ulaşabilirsiniz
    1 point
  8. Evde çizdiğim resimler inşallah beyenirsiniz... hiçbirini aklımdan çizmedim nedense aklımdan çizemiyorum bi şeye benzemiyor :( ama ilerki bir zaman aklımdan güzel bişi çizersem büyük harflerlen altına yazıcam :D çoook çalışıyorum inşallah olur ... YENİLER :D BU nu gecenin 02:33 ünde yaptıp tablet işiğinda yukardakiler kadar güzel olmadı haliyle zaten olamazda uzun bi süre öyle resim çimem ay da bi kere falan heveslenip 1 günümü ayırıyorum :D kafayı yedim heralde :) Not: gece karanlıkda resim çizmeye kalkışmayın gözlerim ericekti :D Tabletten çizmeye çalıştığım resimler ... Bu baya yamuk oldu :D (Kırmızıyla üstü çizilmişleri ben yapmadım) Resimler dolabımın üstünde olduğu için tek tek çekemedim :D baKMADAN ÇİZDİKlerim ilk defa :) :) :) :) :D :D
    1 point
  9. ANİMEKOMEDİ Değerli TürkAnimeTv Ailesi, AnimeKomedi bölümüne hoşgeldiniz. FF Komedi Dükkanı'nda popüler anime karakterlerinin bulunduğu komik hikayeler, anime severlerin yaşadığı komik durumlar ve bazen de hem anime karakterlerinin hem de anime severlerin aynı kurguda buluştuğu eğlenceli çalışmalar bulunacak. Eğlenceli bir bölüm olması umudundayım. Konuyu sınırlandırmak istemiyorum ama kurgular daha çok anime ve animeciler etrafında gelişecek. Çalışmalar bazen tek sayfa bazen mini hikaye (2-6 syf) bazen de bir kaç hafta sürecek seri halinde olacak . Bu paylaşım ilk olduğundan popüler animelerden dört tanesiyle başladım. Hikayeler iki sayfalıktır. Sürekli yeni çalışmalar eklemeyi düşünüyorum. Beğenmeniz dileğiyle... (NOT: İleride paylaşacağım bazı çalışmalarda en sevdiğiniz anime karakteriyle, ciddi animelerle ve ya yakışıklı-güzel anime karakterleriyle ilgili kurgular olabilir hedefim hiçbir anime karakterine veya animeye hakaret etmek değil, hedefim sadece eğlenmek ve eğlendirmektir, anlayışınızı bekliyorum) (Tüm destekleri ve katkılarından dolayı site yöneticisi Halil Karahan'a teşekkürlerimi sunarım, AnimeKomedi'yi yapabildiysem bu onun yardımlarıyla olmuştur.) Bu TürkAnime.TV Komedi Çizim Yarışması'na katıldığım çalışmam, bununla başlamak istedim Kim Lan Bu Uçağın Şöförü Yachiru'nun Evi Talihsiz Gün Çok Pişmanım Teyze
    1 point
  10. Merhaba arkadaşlar.Bu konuda mangaların nasıl renklendirileceğini iki farklı sanatçının hazırladığı videolarla anlatacağım.Umarım faydalananlar çıkar :) Manga renklendirme 4 aşamadan oluşuyor. 1-Hat oluşturma, 2-Renklendirme, 3-Gölgelendirme, 4-Efekt. 1-Hat oluşturma Uzumaki Naruto Seijūrō Akashi 2-Renklendirme Uzumaki Naruto Seijūrō Akashi 3-Gölgelendirme Uzumaki Naruto Seijūrō Akashi 4-Efekt Uzumaki Naruto Seijūrō Akashi Uzumaki Naruto'yu renklendiren: Tremblax Facebook Youtube Deviantart Seijūrō Akashi'yi renklendiren :Asmin_Nst Facebook Youtube Deviantart Sormak istediğiniz soruları bu konu altından veya özel mesajdan yollayabilirsiniz.
    1 point
  11. ★Anime-Oyun İmzalarım★ ★ Çalışmalarım arasından en sevdiklerim ! ★ ★Not★ Arka Plan Bana Aittir. ★ ★Kullandığım İmzalar★ ★ Nevermore'a özel çalışmalarım ★ Sizce nasıllar ? ^^ ★ Dip Not ★ Bu işte yeniyim o-o ★ ★V2 Dip Not ★ Sanırım acemilikten çıktım ha ne dersiniz? ^_^ ★
    1 point
  12. Boş vaktim çok olduğundan dolayı( malesef :() japonca çalışmaya başladım,kendime bir dil bilgisi kitabı ve birde sözlük aldım.Çalıştıkça dersleri buraya eklemeyi düşünüyorum ancak bunun için istekli öğrencilerin olmasını isterim :) Buraya yazmaya zahmet veripte takip edilmeyen bir konu olursa bu beni üzer.Bu yüzden sizlerin fikrini almak istedim.Şimdi,kimler öğrenmek ister? Dil yapısı ve özellikleri Japonca yazı olarak kanji,hiragana ve katakana olmak üzere 3 ayrı yazım biçiminin bir yazı içerisinde kullanılmasıyla oluşur.Ancak metin içerisinde latin harflerine ve sayılarına da rastlanılabilir.Bunlara romaji adı verilir. Kanji, çince kökenli bir düşünce yazısıdır.Japonlar,çinceden alınan kanjilerin anlamları öğrenilip bu kanjilerin anlamlarının karşılık geldiği japonca kelimeleri kanjilere atayarak kullanmışlardır. Daha sonra çinceden aldıkları kanjileri; kanjilerin ses değerlerini kullanarak yada bu kanjilerin sadeleştirilmesiyle oluşturulan yazılara ise kana* demişlerdir.Kana ise kendi içinde 3'e ayrılır: Manyogana,hiragana,katakana. Manyogana 6. yüzyılda kullanılmıştır.9. yüzyılda ise kanjilerin basitleştirilmesiyle hiragana ve katakana oluşmuştur. Oluşturulan bu iki yazım biçimi 46 basitleştirilmiş temel imden* oluşur ve haku sistemine dayanır. Japon yazısında ad,eylem,ön ad kanji ile yazılırken bu ad,eylem ve ön adların çekimi ise hiragana ile yapılır.Yani basitçe okula yazarken "okul" kanji ile "-a" ise hiragana ile yazılır. Katakana ise çince dışında yabancı dillerden alıntı sözcükleri yazmak için kullanılır. Ayrıca sözcükleri vurgulamak ve anlamlarını kuvvetlendirmek için de katakana kullanılır. Kana:Basitleştirilmiş yazı İm:Kanji Haku:tam olarak kelime anlamını bilmiyorum ancak bizim türkçede kullandığımız hece kavramının japonca karşılığına denk geliyor. Cümle Yapısı ->Japonca'daki cümle yapısı Türkçe'deki gibidir.Cümle : özne+nesne+yüklem ' den oluşur. ->Ayrıca türkçede olduğu gibi cümle sadece yüklem ile kurulabilir: gidiyorum.geliyorum.okudum.koştular.... gibi. ->Ancak japonca'da yükleme kişi ekleri gelmez.Yani öznesiz kurulan bir cümlede kimden bahsedildiğini anlamak için konuşmanın içeriği önemlidir. Örnek : Mōshikomimashita ka Başvurdun/başvurdu/başvurdunuz/başvurdular mı? (anlamlarına gelir) (Japonca'da "ka" soru ekidir ve soru cümlelerinin sonuna soru işareti konulmaz.) Bu cümlede özne kullanılmadığı için soruyu yöneltilen kişi belli değildir.Ancak bu cümlenin öncesinde şu tarz bir konuşma geçseydi: Ali-san,nōryokushiken no moshikomi wa ashita mode desu yo. Ali,yeterlilik sınavının başvuruları yarına kadar. sorunun kime yöneltildiği anlaşılabilirdi. ->Cümle içinde ögelerin yeri türkçe'deki gibi değişebilir. Örnek : Rainen ani ga nihon e ikimasu(Gelecek sene abim japonya'ya gidecek.) Ani ga rainen nihon e ikimasu (Abim gelecek sene japonya'ya gidecek.) Nihon e rainen ani ga ikimasu(Japonya'ya gelecek sene abim gidecek.) İkimasu ani ga rainen nihon e (Gidecek abim gelecek sene japonya'ya.) (Bu cümlelerde "ga" özneyi bildiren ad durum ilgeci, "e" yön bildiren ad durum ilgecidir.) NOT-1:Japonca'da ilgeçler(wa,wo,ga,o....) geniş yer kaplıyor.Nasıl ki türkçe'de ekler olmadan bir şeyler anlatmak mümkün değil aynı durum japonca içinde söz konusu.Şu an anlatım sırasına kitaptaki gibi devam ediyorum,ama ilgeçlere çalışmaya başlarsam onları da buraya eklerim. NOT-2: Türkçe özürlüsü olduğum için imlada sıkıntılarım olabilir,görmezden gelin :D NOT-3: Sorularını olursa pm atabilirsiniz.
    1 point
  13. Yakın Bir Zaman İçerisinde Hunter x Hunter 2011 Animesi Bitiyor Hunter x Hunter 2011 animesi ile ilgili hayranlarının tedirginlikle beklediği haber geldi. Son zamanların en sevilen shounen anime uyarlamalarından olan Hunter x Hunter 2011 animesi bitiyor. Serinin ana karakteri Gon Freecss’in seiyuusu Megumi Han’ın söylediğine göre Hunter x Hunter 2011 anime serisi 148. bölümde sona erecek. Buna göre son bölüm normal yayın akışına göre yani 23 Eylül 2014 tarihine geliyor. (Yayın akışında ufak değişiklikler olursa bu tarih ufak bir arayla değişebilir ancak sonuçta değişen fazla bir şey olmayacak.) Manganın son yıllardaki durumu göz önüne alındığında özellikle 2 yıldan uzun bir süre ara verdiğinden dolayı Hunter X Hunter 2011 anime serisinin sona erecek olması aslında beklenen bir şeydi. Yine de hayranlarını oldukça üzdü elbette. Böylece başarılı bir shounen TV serisi daha son bulacak. Hunter x Hunter 2011 anime serisine veda etmeye hazır mısınız? Kaynak:AnimeFantastica
    1 point
  14. Aslında değişiyor ama en sevdiğim bu olduğu için bu varken attım.
    1 point
  15. 7. Bölüm Eklendi. İyi Seyirler...
    1 point
  16. Hepinizi ekledim...
    1 point
  17. Herkese merhabalar arkadaşlar. Bu konuda açmış olduğum Facebook sayfasının genel tanıtımı yapacağım. Sayfamızın hedefi geniş bir anime fan kitlesini tek bir çatı altında toplamaktır. Sayfamız şuan da 3 ayrı yönetici tarafından yönetilmektedir. Sayfamızda Fanart, Fanmade, Cosplay, AnimeCaps, AnimeTanıtımları ve AnimeReplikleri gibi her kitlenin ilgisini çekebilecek konular altında güncel olarak paylaşım yapmaya başlayacaktır. Sayfamızda HENTAI, YAOI VE YURI kesinlikle paylaşılmayacaktır. SAYFA LINKI https://www.facebook.com/animefanssekai?fref=ts
    1 point
  18. Gençler iyi akşamlar. Aylardır konu açmıyordum bu arada. Az önce arkadaşım aradı, İstanbul'da Torucon diye bir grup iki haftada bir toplanıyormuş, masada yazılı rpg oynuyorlarmış. Yılda bir defada cosplay partisi yapıyorlarmış ki fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla oldukça canlı bir topluluk. Asıl habere geliyorum, bu seneki cosplay 28-29 haziranda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde. İstanbul'da olan ve İstanbul'a gelebilecek olan herkesi toplayıp gitmek istiyorum. Arkadaşlarım falan da olacak orada. Bu etkinlik afişi https://www.facebook.com/photo.php?fbid=795247443832814&set=a.449658975058331.102822.204591009565130&type=1&theater Bu da sayfaları https://www.facebook.com/torucon Bu da siteleri http://www.torucon.org/ Hayır yanlış anlamayın, cosplaymiş, animeymiş, forumdaki arkadaşlarmış falan, umrumda değil. Amacım Zoro cosplayi yapıp ortalıkta dolaşmak B)& B); B)& B); Şaka bir yana, gidelim basalım orayı!!!
    1 point
  19. Gayet güzel bir haber
    1 point
  20. jans09

    Milanya [FF]

    hikaye çok ilginçleşiyor ama amca nerde?! ayrıca istediğin kadar uzun tutabilirsin.. hiç sıkılmadan okuyan çoktur eminim ki :)
    1 point
  21. Güzeller kendini geliştir :)
    1 point
  22. youtube,dan arıyarak bulbilirsin :) örneğin:Font nasıl yüklenir,Brush nasıl yüklenir,style nasıl yüklenir? diyerekten kolayca önüne birsürü video gelecektir zaten yapamazsan videoda koyarım konuya :)
    1 point
  23. 1 point
  24. Harika bir seçim ama bu mix galiba orjinali mükemmel. Ben bu ara tokyo ghoulun openingini çok beğendim. bknz: https://www.youtube.com/watch?v=Mifzy8kJyig Ancak benim için number one tartışmasız, henüz yayınlanmayan major 6 opening: bknz:
    1 point
  25. Misafir

    Merhaba

    Yalnız ip öyle demiyor ama hoş geldin .lucifer..
    1 point
  26. One Piece, Shingeki No Kyojin, Hajime no ippo izlerken kendimi kaybediyorum .İzlerken animede verilen olaylar duygular sanki yaşıyormuşum gibi
    1 point
  27. Ya daha ben yeni başladım ya 22. bölümü izliyordum şu anda yazıyı görünce şoka girdim. Animesinde üstelik çok güzel çizimleri falan üzüldüm ya <_<
    1 point
  28. Şu sansür olayını bir türlü anlamam zati, bu eserlerdeki sözcüklerden, görüntülerden etkilenecek beyini çöpe at daha iyi. Sırf birileri kötü oluyor diye güzelim sahneler yok oluyor...
    1 point
  29. Otakular savaşa hazır! :D Şaka bir yana harbi isyan çıkar :P
    1 point
  30. Ben anlamıyorum Japonları. Kimse kusura bakmasın ama sırf bencillikleri yüzünden yapıyorlar bunları. Hayır Mangaları çıkarıp ilk haftalık-aylık dergilerde yayınlıyorlar, sonra da kitap halinde basıyorlar. Çok satıldı mı animesi çıkıyor, oradan ilerleyip tiyatrodan anime figürüne kadar her şeyini yapıyorlar. Bunların hepsini japonyada satıyorlar, japonyaya giden bir aile arkadaşımız 'Girdigimiz üç katlı bi avm'nin hepsi neredeyse anime eşyaları falan satıyor' dedi. Sırf bu ürünlerin satıldıgı kocaman yerler var . Hadi japonyayı geçtim yabancı ülkeler bunların lisansını alıp kendi ülkelerinde çevirip satıyor, oradan da para kazanıyorlar. Yetmiyor mu sermayenize? Kimse kusura bakmasın dedigim gibi, sadece para kazanmak için anime sektörü var, kimse inkar edemez. Günümüzde bu artık, şahsen ben sonsuza dek saygım var hani güzel yapıyorlar ediyorlar falan ama artık tüm iş para kazanmaya dönüştü. Şimdide internet üzerinden engelleyip daha çok para kazanmaya çalışacaklar.
    1 point
  31. Anime bir görsel sanattır... Sanat üzerinden para kazanılan bir dünyada yaşamamız zaten çok üzücü... İnsan bir hayal kuruyor ve bu hayalini çizime döküyor.. Milyonları peşinden sürüklüyor... Bu paradan daha önemli bir şey.. Keşke gerçek sanatçıların eserlerinden herkes ücretsiz yararlanabilse de sanatçının hakkı maddi anlamda başka yollardan çözülse :( O kadar güzel bir manga... Animeye çevriliyor... Sonra çok tuttu bu çok satar diye ek bir senaryo sokuşturmak mangakanın hayal gücüne baştan hakarettir zaten... Animeyi yapan şirket telif hakkı nedeni ile hakkını arar bizim bedavaya bulup izlediğimiz animeler etik değildir zaten.. Benim dediğim şey şu... Bu karar tüm dünyada başarılı şekilde uygulanırsa biz bir çok yeni animeden mangadan faydalanamayacağız. Bu bizden çok o sanatçıya zarar.. Çünkü onun hayal gücü bizlere ulaşamayacak ve biz onu ve hayal gücünü taktir edemeyeceğiz. Eser yaratanın psikolojisi ile düşününce böyle.. Tabi bizim yaptığımız da anime,şirketindeki emek verip mangayı animeye dökenlere saygısızlık amacımız o olmasa da. Keşke ülkemiz kanalları bu sanata onu satın alıp sevenleri ile buluşturacak kadar değer verseler :(
    1 point
  32. şimdi dünya çapında bir durum söz konusu yani tagı anime manga olan tüm korsan sitelere savaş açıldı. sorunlar tagla oynasak çözülür asıl büyük dert güncel gelmezse ?? sao 2 de yeni başlamıştı KAHRETSİİİN KOMAYEROOOOOOO
    1 point
  33. malesef arkadaşlar endonezya kouro sayfasıda doğruluyor bir çok ülkenin anime face sayfaları şu an alarmda ben birey olarak japon konsolosluğuna bir dilekçe yolladım. ülkemizde böyle bir aktivite olmadığını ve para ile bile türkçe veya ingilizce temin edemiyeceğimizi bu kararın bencilce olduğunu belirttim. onlarında haklı yanı zor bir sektör anime manga sektörü hem çizmesi hem animeye çevirmesi otomatikman anime manga şirkketleri isyan ediyor adamlar televizyonda dergilerde cd lerde para kazanıyor biz hiç bir şey vermeden izliyoruz. iki tarafta haklı ama ortak noktayı bulacağına japon hükümeti direk yerli sermaye tarafı olmuştu buda çok üzücü. :( 1 ağustos denilmiş ama yasa uygulanmaya mangalardan başladı en son animelerden gireceklermiş
    1 point
  34. Kusuruma bakma kötü olmak böyle bir şey istemeden de olsa kendiliğinden gelişiyor B)
    1 point
  35. Kartonla Böyle Kesiliyorsa Ofs Derim :) Bunla Çıkcan Sokağa Ve Shinigami Kıyafeti + Hollow Maskesi Bak Ozaman Çığlık maskesiyle ilkokul çocuğu korkutmakdan daha fazlası oluyormu olmuyormu :D Birde Ban-kai açarız
    1 point
  36. Naruto. Hayatım Naruto oldu yemin ediyorum, başıma ne gelse en ufak bir olayda bile direkt Naruto'yla ilişkilendiriyorum.
    1 point
  37. Her gün buraya bir yerlere yazdığım iki anime var arkadaş : Birisi Claymore Diğeri GTO Karakter olarak da Onizuka Eikichi, Uzumaki Naruto ve Ulquiorra... Naruto resmen evrimleşti biz birlikte büyüdük B) Naruto şu an benim onu keşfettiğim yaştan bile büyük :D
    1 point
  38. benim de Code Geass sanırım. gerçek olmasını istesem de sosyalist ütopyanın ne olursa olsun gerçekleşmeyeceğini, belli bir kesimin(gelişmiş devletler) rahat yaşaması için diğer kesimin(afrika & güneydoğu asya) sürünmesi gerektiğini, terörizmde amacın doğru ama amaca ulaşmak için kullanılan yolların yanlış olduğunu, insanların kendi menfaatleri için toplumu nasıl göz ardı edebildiklerini(ben buna akıl mantık erdiremiyordum önceden, nasıl ulan diyordum nasıl yapabilir), idealist ve kendi menfaatlerini göz ardı edebiilen bir liderin neler yapabileceğini(gerçek hayattan hemen aklıma gelen örnekleri: Ernesto Che Guevara, Mustafa Kemal Atatürk) vs. vs. bayağı bişey öğretti bana. Angel Beats! de bayağı etkilediydi. yaşadığımız hayatların başkalarına kıyaslayınca ne kadar kıyak olduğunu, hayatın adaletsiz olduğunu vs. aslında daha yazardım ama bu 2si benim karakterimi bayağı etkilediği için gözümde ayrı yere sahipler. biraz fazla düşünmüş olabilirim bu animeler üzerine, ama bana kalırsa böyle animeler böyle izlenmeli. edit: karakter de mi yazıyoruz :D C.C beni çok etkilemişti, tarzı ve geçmişi falan. çok iyi ve masum bir insan olmasına rağmen yaşamak zorunda kaldığı her şey, sonsuza kadar yaşamak istememesi kadar mantıklı bir şey olamazdı onun yaşadıklarını yaşasaydım eğer. Ouma Shu da bayağı etkilemişti, olaylara verdiği insancıl tepkiler, üstündeki sorumluluğun yarattığı baskıyı yaşaması falan, resmen onunla birlikte yaşamıştım ben de herşeyi.
    1 point
  39. Benim ki Code Geass. Code Geass izledikten sonra garip garip hareketler yapmaya başladım. Arkadaşlarımın söylediğine göre kendi kendime garip şeyler söylüyormuşum. :wub:
    1 point
This leaderboard is set to İstanbul/GMT+03:00
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.