Jump to content

Genel Araştırma

'dram' etiketi için arama sonuçları.

  • Etiketlere Göre Ara

    Etiketleri virgülle ayırarak yazın.
  • Yazara Göre Ara

İçerik Türü


Forumlar

  • Duyuru & Kurallar
    • Forum Kuralları & Yardım
    • İstek, Şikayet ve Öneri
    • Tanışın Kaynaşın
    • Türk Anime TV Etkinlikleri
    • E-dergi
  • Türk Anime Çeviri Ekibi (TAÇE)
    • Tamamlanan Projelerimiz
    • Devam Eden Projelerimiz
    • Gelecek Projelerimiz
    • Askıya Alınanlar
    • TAÇE Duyuruları
  • Anime GENEL
    • Anime İstek ve Öneri Bölümü
    • Bilinmeyen Animeler ve Karakterler İçin Yardım Bölümü
    • Anime Genel
    • Anime Geyik
    • Animeler & Karakter Anketleri
    • Anime Tanıtım ve İncelemeleri
    • Anime Serileri Bölüm Tartışma Alanı
  • Manga GENEL
  • Fansub Takımları
  • Anime Manga Live-Action Download
  • Fan Kulübü
  • Japonya
  • Program Deposu
  • Konu Dışı
  • Roronoa Zoro's Roronoa Zoro Kimdir?

Sonuçları bul...

İçeren sonuçları bulun


Oluşturma Tarihi

  • Start

    End


Son Güncelleme

  • Start

    End


Filter by number of...

Kayıt tarihi

  • Start

    End


Üye Grubu


Hakkımda


Outlook


Web Sitesi


ICQ


Yahoo


Jabber


Skype


Konum


İlgi Alanları

22 sonuç bulundu

  1. Birkaç yıl önce okuduğum bir manga birden aklıma geldi ama ne yazık ki manganın adını hatırlamıyorum. İçerdiği türler yanlış hatırlamıyorsam romantizm ve dramdı. Konu, erkek ana karakterimizin sanırım düşen bir tanrıçaya yardım etmesi ile başlıyordu. Erkek ana karakterimiz bu tanrıça ile dost olup birlikte falan takılıyordu. Daha sonrası anılarımda biraz allak bullak ama şöyleydi diye hatırlıyorum: Bu ana karakterimizin birde kız çocukluk arkadaşı vardı. Bu kız ana karakterle romantik şeyler yaşayınca dünyanın içine ediyordu. Yıldırımlar, seller, meteorlar, depremler ve daha fazlası. Konusu böyleydi, pek bir şey hatırlamıyorum. Manga ile aklımda kalan çoğu şey ana karakterimizin bu tanrıça ve çocukluk arkadaşı arasında geçen aşk üçgeniydi. Yardım etmek isteyenlere şimdiden çok teşekkürler. Not: Böyle bir konu için bölüm bulamadım. Bende Manga Genel bölümünde konu açmayı uygun gördüm.
  2. Selamlar herkese. Adı üstünde, şimdiye kadar izlediğiniz animeler arasında bazı karakterlerler vardır, hayatları adeta "Küçük Emrah" ile "Sezercik" arasında gidip gelen, izlediğiniz her saniye sanki Yaprak Dökümü dizisindeymiş gibi hissettiren, izlerken "e yok artık bu da mı olur yuh!" dedirten çilekeş anime karakterlerini yazıyoruz buraya. Başlamadan önce şunu belirteyim, açıkçası izlediğimiz, tükettiğimiz her şeyin karakteremizde bir izi kaldığını düşünmekteyim fakat bu "çilekeş" karakterler beni en fazla etkileyen karakterler olmuştur. Zira, dünya kolay bir yer değil ve onunla başa çıkmak her geçen gün zorlaşıyor. Bu yüzden bu karakterlerin mücadeleleri, pes etmemeleri, sorunlarla başa çıkma yöntemleri beni etkilemiş, ders almama vesile olmuştur. Evet efenim, ilk karakterimiz; Tate no Yuusha no Nariagari dizisinden ana karakterimiz Tate no Yuusha (Kalkan Kahramanı). Efendim bu karakterimiz daha animenin ilk bölümünden itibaren her türlü yalana, iftiraya, itliğe ve serseriliğe maruz kalmış, nefret edilmiş, hor görülmüş ama yine de seçtiği yolda yürümeye devam etmiş bir kardeşimizdir. Hatta izlerken "üç tarafı deniz, dört tarafı hain dolu, günde sadece dört saat uyku, yorgunsun biliyoruz reis ama bu dava sensiz olmaz" meme'ini sürekli aklıma getirmiştir. Acaba sizlerde ne tür çilekeş karakterler var merak ediyorum :D İyi günler dilerim.
  3. İngilizce İsmi:The Fruit of Grisaia Diğer Adları:Le Fruit de la Grisaia Japonca İsmi:グリザイアの果実Türü: Romantizm, Okul, Psikolojik, Dram Bölüm Sayısı:19 / 13+ Başlama Tarihi:05 Ekim 2014, Pazar Bitiş Tarihi:28 Aralık 2014, Pazar Yaş Sınırı:R+ - Hafif Çıplaklık Yapımcı:AT-X, Bushiroad, Frontier Works, NBCUniversal Entertainment Japan Stüdyo:8bit Bölüm Süresi:23 dakika Kazami Yuji, sadece beş tane kız öğrencisi olan, hapishaneden bozma bir okula, Mihama Akademi'ye, kaydını aldırttı. Kazami Yuji'ye, bu okulda, kendi de dahil herkesin kendince koşullara sahip olduğu ve aradığı "normal" öğrenci hayatını yaşarken, hiçbir şey yapmak zorunda olmadığı söylendi. Not: Anime'nin konusunun bu kadar sade yazıldığına bakmayın. Ana karakteri anime tarihindeki en pis geçmişe sahip olan karakterlerden biri. Ayrıca animede klişe olan tek birşey bile göremezsiniz bu onu iyi kılan şey. Aksiyonu gayet dozunda ve tek oturuşta bitirebileceğiniz bir anime. Ayrıca atmosferi sizi cidden derinden etkileyecek bir anime yeri geldiğinde üzüyor, yeri geldiğinde korkutuyor, yeri geldiğinde gerilmenize sebep oluyor yani izlerken her türlü duyguyu tadabilirsiniz, tatmin olacağınızdan şüpheniz olmasın :) İzleme sırası: Grisaia no Kajitsu (1. Sezon) Grisaia no Meikyuu (Ana karakterin geçmişinin bir kısmını anlatan bir movie. Kesinlikle izlemeniz gerekiyor) Grisaia no Rakuen (Movienin sonundan itibaren movieyi devam ettiriyor ve üçlemeyi sonlandırıyor)
  4. Anime Hakkında: Diğer Adları:Blue Literature Japonca İsmi:青い文学シリーズ Türü : Psikolojik ,Gerilim ,Seinen ,Dram Bölüm Sayısı :12 / 12 Başlangıç Tarihi :11 Ekim 2009, Pazar Bitiş Tarihi :27 Aralık 2009, Pazar Yapımcı :Happinet Pictures, Movic, RAY Stüdyo :Madhouse Bölüm Süresi :22 dakika Konusu: Japon Edebiyatından 6 kitabın, animeye uyarlanmış halidir. 12 Bölümde 6 Hikaye anlatılmaktadır. Hikayeler şöyle: Osamu Dazai tarafından yazılan İnsanlığımı Yitirirken (1-4.bölüm) Ango Sakaguchi tarafından yazılan Sakura no Mori no Mankai no Shita (bölüm 5-6) Natsume Sōseki tarafından yazılan Kokoro (bölüm 7-8) Osamu Dazai tarafından yazılan Run,Melos! (bölüm 9-10) Ryūnosuke Akutagawa tarafından yazılan Örümcek İpliği (bölüm 11) Ryūnosuke Akutagawa tarafından yazılan Hell Screen (bölüm 12) Kişisel Düşüncem: Anime şuana kadar görebileceğiniz en derin animelerden, her bir hikaye arkaplanda derin bir mesaj bırakıyor. İnsanlığımı Yitirirken beni aralarında en çok etkileyen idi, Kokoro da öyle.
  5. 6 Saniye Hikayemiz en baştaki açıklamadan da anlayabileceğiniz üzere 6 saniye öncesine gitme gücüne sahip fakat bunu kontrol edemeyen bir genç. Bunu okuyan herkes bunu Erased ile benzetse de, şunları açığa kavuşturayım, Erased ile aynı evrende değil ve bu fikri Charlotte'tan çıkardım. Geçtiği evren ise Tenki no Ko evreni. Bu kadar çok yağmur yağmasından anlayabilirsiniz de :D Elimden geldiğince hızlı güncelleyip hikayeyi sona getirmeye çalışacağım vee umarım seversiniz. Ha bir de şey, bu hikaye hakkında farklı bir planım olduğundan bir kapağı da var, boşa gitmesin istediğimden onu da koyuyorum. Birinci Bölüm: İkinci Bölüm: Not: Bakış açıları arasında gidip geleceğim çünkü bazı yerleri birinci kişi ile anlatmakta yetersiz kalırken bazı yerleri hakim ile anlatma zorlanıyorum. Üçüncü Bölüm: Dördüncü Bölüm: Final Bölümü: Dipnot:
  6. ATTACK ON TİTAN LANETLİ SUR 0. Bölüm 1. Bölüm 2. Bölüm 3. Bölüm 4. Bölüm 5. Bölüm 6. Bölüm 7. Bölüm SON
  7. 1.BÖLÜM UÇURUM 2.BÖLÜM Ölüm ve Yaşam 3. Bölüm Acaba… 4. Bölüm İntikam 5. Bölüm İblisin insan yanı ( final) SON
  8. 1. Bölüm -içimizdeki çiçek- *saat 07:00 alarm sesi* Gözlerimi açmamla yeni güne uyandığımı idrak etmem bir oldu. Sabah güneşi... kimi ne umut, kimi ne kaygı. Sahi her yeni güne başladığımızda umut'lanmalımıyız? Güneş bize, dün kü o karanlık gecenin bitip, yeniden aydınlık ve umutlu bir güne başladığımızı hatırlatmalımı? Ya bugünün gecesi? Gene fazlaca düşündüğümü farkedip yataktan kalkmak için hamle yaptım. Günlük rutinlerimi hallettikten sonra üstümü değiştirmek için tekrar odama döndüm. Son sınıf'ı okuyan bir lise öğrencisiyim. Haliyle (kendimce beni yoran) bir sürü sorumluluğum var. Ve bunlardan bir tanesi de okul'a gitmek. Çantamı hazırlarken çekmecenin üstündeki kol saat'imi fatkettim. -Aybüke'nin hediyesi...- diye düşünmeden edemedim. Bence bir insan'a verilebilecek en güzel hediye zaman. Saat'e her baktığımda zaman'ın benim için ne kadar değerli olduğunu hatırlıyorum. Ve bu (her ne kadar yanımda olamasada) verdiği hediye ile idrak etmeni saylayan dostum sayesinde oluyur. Annem ve babam çalıştığı için, genelde haftaiçi dışarıda ve aybüke ile kahvaktı yapardım. Ama bugün aybüke okula gelmeyecekti. Bende evde kahvaltı yapmayı uygun gördüm. Nedense zor bir gün geçirecekmişim gibi bir hisse kapıldım. Telefonumu alıp -en azından bir günaydın yazmalıyım- diye düşündüm. GÜNAYDIN! Peki ya içimiz? Daha fazla oyalanmadan okul'a doğru yol aldım. Daha 2. ders'te olmamıza rağmen düşüncelerim beni esir almıştı. Ders'te olmasam kitap okurdum. Okumak her zaman daha cazip gelmiştir bana. Zira okumak geliştirir, düşünmek ise yorar. Telefonuma gelen mesaj titreşimiyle kendime gelmem bir oldu. Hoca'ya çaktırmadan mesaj'a bakmaya çalıştım. GÖNDEREN: aybüke Sanada günaydııııın bayan DÜŞÜNEN. Bir adet beyaz tavşan hastane'ye doğru yol almış durumda T-T Aaa bu arada aceba okul çıkışı bir şeyler mi yapsak? Aybüke'nin yazdığı mesaj ister istemez gülümsetmişti beni. Bana adımla hitap yerine bayan düşünen demeyi tercih ediyordu. İlk zamanlar saçma gelsede şuan bizim için fazla anlam yüklü iki lakap haline gelmişti. Daha fazla bekletmeden cevap verdim. GÖNDERİLEN: aybüke Bu görüş mantıklı bulundu^-^ okul çıkışı kapıda beyaz tavşan'ı bekleyeceğim. Yalnız fazla beklemem haberin ola. GÖNDEREN: aybüke Ok. Dakik bir tavşan olarak seni bekletmeyeceğim. Sanırım telefonu cebime atmanın zamanı geldi. *okul çıkışı -saat 15:05* Tam kapıdan çıkmıştım ki, aybüke'nin kaldırımda oturduğunu gördüm. Dikkatle yeri izliyordu. Her zaman ki hüzün dolu bakışlarıyla. Her şeyi gizleyebilirsiniz fakat, gözlerinizdeki hüznü gizleyemezsiniz. Ben 'aybüke' diye seslenmemle gözlerini yerden çekti. Ve gülümseyerek bana baktı. Aybüke 'sonunda geldin. 15 dakikadır seni bekliyorum. Ağaç oldum, kök saldım' diyip somurttu. Ben 'iyi ya işte en azından bir işe yararsın. Ağaç olmak çok faydalı bir şey. Odun da olsan kağıt'ta olsan işe yararsın' diye bir karşılık verdim. Aybüke 'Aşırı güzel espiri yapıyorsun gene. Ama şuan bunları kaldıramayacağım. Az daha dikilirsek ayakta, açlıktan öleceğim.' Diyerek mızmızlandı. Daha fazla aylakca konuşmadan direk yürümeye başladık. Yol boyunca sıradan şeylerden konuştuk. Olabildiğince psikolog konusu açmamaya çalıştı. Aybüke'nin bugün okula gelmemesinin sebebi psikolog randevü'sü olmasından dolayıydı. Aslında aybüke'nin büyük bir sorunu vardı. Aile'si. Hatta en başta annesi. Daha fazla bu sorunun altından kalkamayacığını anlayınca, annesinden gizli psikolog tedavisi almaya başladı. Aybüke'nin sesi ile düşüncelerimden sıyrıldım. Aybüke 'baksana büşra, bugün bizim evin orda bir kedi gördüm. Sanırım hasta, yani boğazıma bir şey takılmış gibi. Kötü öksürüyordu. Senle birlikte o'nu veterinere götürsekya? Malum ben tek başıma yapamam. Aybüke küçüklüğünden beri kedi ve köpeklerden korkardı. Bu yüzden bana teklif etmesine şaşırmadım. Ben 'olur. Ama ilk önce kedi çantası bulmalıyız. Elde taşımak bir hayli zor olur. Aybüke 'o iş sende canım. Boşuna mı sana açtım konuyu?' Daha lafını bitiremeden telefonu çaldı. Meraklı bakışlarımla adeta kim? diye soruyordum. O'da bunu farketmiş olacak ki ANNEM! diye cevap verdi. Aybüke = efendim anne? ..... Aybüke =neyden bahsediyorsun? Cidden anlamadım. Şuan büşra ike kafede otururuz. Bir sorun mu var? ...... Aybüke= bu konuyu gelince konuşalım anne! Dedi ve telefonu kapattı. Yüzüne bakan bir insan her şeyi anlaya bilirdi. Belli ki bir şeyler ters gitmiş. Ben 'ne oldu? Dememle gözlerini tam gözlerimin içine dikti. Hüznü ve endişe saçan gözlerle... Aybüke 'annem... psikolag'a gittiğimi öğrenmiş. Ve sanki hiç suçu yokmuş gibi bana küstahça -ne zaman delirdinde bizim haberimiz yok- diyip azarladı beni. Hani bazen olur ya o kısacık bir zamanda, o ölümcül cümleyi duyarsında, hiç bir şey yapamazsın. Içindeki tüm çiçekleri soldurmak için tek bir cümle yeter. Affı ve geri dönüşü olmayan tek bir cümle! Ve bugün bir kez daha fark ettim hepimiz bir "GÖKALTI HAPİSHANESİN"DE yaşamaya çalışıyoruz. 1. Bölüm sonu
  9. Bu konu altında anime hakkında konuşabilirsiniz. Düşüncelerinini yazabilirsiniz. Video, Fotoğraf, AMV vb. şeyler atabilirsiniz. http://www.turkanime.tv/anime/yowamushi-pedal Url adresine basıp sitemizden izliyebilirsiniz.
  10. Konu: 16 Yaşında bir 10. Sınıf öğrencisi olan Kıtamura Ken aynı sınıfta olan Tadakoro Kyoko adlı kıza aşıktır ve bunu hala ona söyleyememiştir.Bugün yapılacak olan okul gezisini ona açılma fırsatı olarak kullanmayı düşünmektedir. Ama okul gezisinde başlarına geleceklerden habersizlerdir.Bu olay Ken'i tamamen değiştirecektir. ŞU ANLIK KARAKTERLER: Ana Karakter: Kıtamura Ken Tadokoro Kyoko Sawamura Aoki Yan Karakterler: Ryohei(Bloodshed Patronu) - Erkek Kido(FREEDOM Patronu) - Erkek Yoshino Yayoi - Bayan Hiromitsu Naoto - Erkek Hidekata Ayumu - Erkek Hanaye Au - Bayan Julie Ukumi - Bayan Arata Itsuki - Erkek Yoshiaki Zen - Erkek Tomiko Anzu - Bayan Chokichi Hajime - Erkek Mikazuki Saika - Bayan Yasuhiko Zentaro - Erkek Isao Fugiki 1.Bölüm Ken kahvaltısını yapıp evden çıkti ve yolda giderken Aoki ile karşılaştı. Aoki Ken’in en yakın arkadaşlarından biridir. Aoki: Günaydın,bugün okul gezisi günü sonunda geldi be Kyoko’ya açılacaksın değil mi Ken: Günaydın ,evet sonunda gelebildi,açılmayı düşünüyorum ama tam karar veremedim kabul etmezse şimdiki olan yakınlığımızı kaybedeceğiz. Aoki: Merak etme, Kyoko kabul edecektir bundan eminim. Hadi Gidelim Okula vardıklarında okul gezisi için otobüsler hazırlanmıştı ve yola çıkmaya hazırlardı. Yola çıktılar. Yoldayken garip garip patlamalar oluyordu ama endişe edilecek kadar büyük değillerdi. Ken’in içine bir korku düştü.” Ya Kyoko teklifimi kabul etmezse korkusuydu bu” eğer Kyoko teklifini reddederse Ken hayatındaki en değer verdiği insanı kaybedecekti. Olumsuz düşünmeyi bırakıp okul gezisini düşünmeye başladı. Okul gezisinde kalacakları otele vardılar. Odalar ve kalacakları çiftler önceden belirlenmişti erkekler,erkeklerle,kızlar,kızlarla kalacaktı. Ken’in oda arkadaşı ise Aoki’ydi. Eşyalarını yerleştirirken Ken’e birşeyler söyledi. Aoki: Nasıl bir teklifte bulunacaksın? Çok sade olmamasına dikkat et Ken: Nasıl olup olmadığı önemli değil benim teklifimi kabul etmesi yeter Aoki: Kızlar şaşalı tekliflerden hoşlanır şaşalı bir şekilde etsen güzel olur aslında Ken: Onu otelin merdivenlerine çağırıp orada teklif etmeyi düşünüyorum sade olabilir ama aklıma gelen tek şey bu Aoki: Böyle olacağı belliydi. 10.Sınıfların en zeki öğrencisinin aklına derslerden başka birşey gelmez. Teklif yapmayı nereden bilsin.Neyse sana bir kaç birşey önerebilirim. Ken: (sert bir ses tonuyla) İşime karışma AOKİ ! Aoki: ( yumuşak bir ses tonuyla gülerek ) Tamam tamam sakin ol Eşyalarını yerleştirip üstlerini değiştirdikten sonra yemeğin yenileceği kata indiler. Yemekten sonra Ken Kyoko’yu otelin 3. katındaki merdivenlerine çağırdı.Kyoko Ken’den birazcık daha erken geldi. Birden o katta bir patlama yaşandı. Patlamanın sebebi Ülkenin en büyük mafya çetelerinden olan FREEDOM VE BLOODSHED Liderlerinin dövüşüydü. Dövüşleri bu otele kadar sıçramıştı. Kyoko savaşlarının ortasında kaldı. Polis otelin içindeki tüm öğrencileri tahliye ediyordu Aoki ve Ken de tahliyelilerin arasındaydı. Ken ve Aoki Kyoko’nun tahliye edilen öğrenciler arasında bulamadılar ve etrafta aramaya başladılar.Bir süre sonra tekrar bir araya geldiler Ken: Hiçbir yerde yok bulamadım lanet olsun. Aoki: Bende bulamadım ama merak etme polis onu da tahliye etmiştir endişelenme Ken: Umarım öyledir Bir süre sonra polis içeriye tahliye olamayan varmı diye kontrol etmeye girdi herkes tahliye olmuş gibi görünüyordu. Polis telsizinden bildirimler geldi: 1.Polis grubu:Burası temiz 2.Polis grubu:Burasıda temiz 3.Polis Grubu: Burasıda temiz Amirim Amir:Anlıyorum çok şükür herkes tahliye olmuş Aniden… 4.Polis grubu: Amirim FREEDOM Lideri Kido Burada Bir Kızı Öldürmüş ve şimdi gidiyor !! Amir: Ne ? Durdurun onu çabuk olun !! 4.Polis Grubu: Malesef bir kızı öldürmüş elimizden kaçırdık !! Amir: Lanet olsun. Kızın adı ne ? ! 4. Polis Grubu: Ölen kızın adı TADOKORO KYOKO ! Ken: (ağlamaklı bir ses tonuyla) Ne ? Ken anne ve babasının ölümünden sonra onu yeniden hayata bağlayan insan olan Tadakoro Kyoko’yu da kaybederek umutsuzluğa kapılmıştı. Artık eski Ken’den bir eser yoktu. 2. Bölüm Kyoko’nun öldüğünü öğrendikten sonra Ken hayatla bağlarını koparmıştı. Hayatta tek değer verdiği varlığını kaybeden Ken’i bekleyen tek şey umutsuzluktu.Ken artık neden yaşadağına bile anlam veremiyordu Kyoko’nun kendisi yüzünden öldüğünü düşünüyordu.Ken’in tek düşündüğü şey Kyoko’nun olmadığı bir dünyada kendisinin de olmaması gerektiğiydi.Bu düşünceler arasında kaybolup giderken kapı sanki Ken’in hüznünü betimlercesine çaldı. Gelen Aoki’ydi. Aoki: Selam.Müsaitmisin girebilirmiyim? Ken: Geç Aoki: Direk konuya gireceğim ne yapmayı planlıyorsun? Amacın nedir? Kyoko’nun intikamını almadan böyle oturarak ölmeyimi bekleyeceksin? Sen böyle birimisin ? Ken:( :(((((ğırarak ağlarcasına) Ne intikamı Kyoko benim yüzümden öldü, eğer o gün onu o merdivenlere çağırmasaydım bunlar başına gelmeyecekti ve hala yaşıyor olacaktı hepsi benim hatam. Yaşamayı haketmiyorum. Hıh zaten hiçbir zaman haketmemiştim . Aoki senden en iyi arkadaşın olarak bir istekte buluncağım. BENİ ÖLDÜR ! Aoki: Neler saçmalıyorsun sen Ken. Kyoko’yu FREEDOM’un pislik patronu öldürdü senin hiç bir suçun yok. Tek yapmamız gereken Kyoko’nun intikamını almak başka birşeyde değil eğer Kyoko’nun intikamını aldıktan sonra tekrar seni öldürmemi istersen.En iyi arkadaşın olarak seni öldüreceğim sana söz veriyorum. Ama şimdi ölemezsin şuan tek yapman gereken Kyoko’nun intikamını almak. Ken: (Doğrulur,Şeytani bakışıyla ve tüyler ürpertici bir ses tonuyla) Planını anlat Aoki o herifleri geberteceğim Aoki: İşte benim tanıdığım Ken budur. Planım onları içlerinden yok edip geberteceğiz. Ken: O nasıl olacak Aoki: Orasını ben halledeceğim. Babam polis olduğundan istihbaratım kuvvetli. Babamın dediğine göre yerlerini bildikleri halde oraya adımlarını atmaya korkuyorlarmış. Nedeni henüz bilinmiyor ama baskına tenezzül bile edilmiyormuş. Biz o yere gideceğiz ve onlara katılmak için geldiğimizi söyleyeceğiz. Ken: Bizi almaları için ne yapacağız bizi oraya sokmazlar. Aoki: FREEDOM mafyası güçlü olanları her zaman kabul eder ne tür insan olursa olsunlar böyle bilinirler. Senin gücünü çok iyi biliyorum Ken sende benim gücümü biliyorsun. Oraya giremememiz için hiç bir sebebimiz yok. Onlara katılıp içlerinden yok edip köklerini kurutacağız. Ken: Neredeler? Aoki: Tokyo 22. bölge Yer altı tapınağı. Ken: Gidelim Ken ve Aoki küçüklüklerinden beri Kılıç kullanma konusunda eğitim görmüşlerdi. Ve artık kılıç kullanmakta usta olmuşlardı. Kyoko’nun ölümü bir kılıcın kalbine saplanmasından daha beter bir acı vermişti kalbine. Ve artık hiç bir şey kıramazdı Ken’in Soğuk Kalbini. FREEDOM’un kaldığı üyelerin yerine gelmişlerdi. Tam yer altına inecekken onları 2 kişi karşıladı. İçlerinden biri “Siz 2 delikanlı ne yapıyorsunuz burada hadi evinize buraya girmenize izin yok” dedi Aoki: Biz FREEDOM a katılmak için buraya geldik. ne yapmamız gerekiyor. “FREEDOMA Katılmakmı sizmi şakamı yapıyorsunuz yoksa gerçekten delirdiniz mi eğer 2 dakika içinde buradan gitmezseniz pişman olursunuz. Ken: (korkunç bir ses tonuyla) FREEDOM’a girmek için siz 2 nizi öldürmem gerekiyorsa bunu zevkle yaparım. FREEDOM Üyelerini sanki üstlerine bir şeytanın eli deymiş gibi bir korku salmıştı. Kıllarını bile kıpırdatsalar ölecekleri hissi tüm vücutlarını kapladı. Tam ken saldıracakken ağaçların arasından biri çıkıp. “ Neden bu genç delikanlıları denemek için içeri kabul etmiyoruz size de uyar değil mi ? Ken: Başları sen misin ? Kız: Sana bunu düşündüren nedir ? Ken: Güçlüsün diyip saldırır. Julie Ken’in saldırısını kendi kılıcıyla durdurur ve bir anda Ken’in arkasına geçer. Kılıcını saplayacakken Ken o saldırıdan rahatça sıyrılır. Ken tekrardan saldıracakken Aoki Ken’e durmasını söyler. Ken: ( kızgın bir ses tonuyla ) Durmam için bir sebep söyle Aoki Aoki: Şuan savaştığın kişi FREEDOM Mafyasının en güçlü 10 üyesinden biri olan Julie Ukumi.Bence bu kadar dövüşmeniz yeterdi değilmi Julie-san Julie: (Gülerek) Uzun zamandır dövüşmemiştim bu iyi geldi Delikanlı. FREEDOM’a katılmak isteme sebebinizi öğrenebilir miyim ? Ken ve Aoki aynı anda… “İNTİKAM” Julie: Güzel bir sebebiniz var peki neden ve kimden intikam almak istiyorsunuz. İntikam dediğiniz şey ağzınızda oyuncak olacak türden bir kelime değil bunu iyi bilmelisiniz. Ken daha fazla konuşmak istemedi ve Aoki devam etti.”bir mafya patronundan intikam almak istiyoruz sevdiğimiz bir arkadaşımızın katili oldu bu yüzden güç arıyoruz ve sizin bize güç bahşedebilecek bir mafya çetesi olduğunuzu biliyoruz bu yüzden buraya geldik.Bizi kabul edecek misiniz ?. Julie: Pekala. Sizi sevdim güçlü ve akıllısınız ancak mafyamız ihaneti hiç sevmez. Eğer bize ihanet edecek olursanız… BİZ SİZİ ÖLDÜRMEDEN GİDİN VE KAFANIZA SIKIN (JULİE TÜYLER ÜRPERTİCİ BİR KONUŞMAYLA KEN VE AOKİYİ ÇETEYE ALDI GELECEK BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE) 3.Bölüm Julie, Ken ve Aoki yi güçlerini test edip kabul ederek çeteye kabul etti.FREEDOM’un gerçek yüzü Ken ve Aoki çeteye katıldıktan sonra belli olacaktı.Julie,Ken ve Aoki tapınağa adımını attıkları anda yayılan o iğrenç kan kokusunu aldılar. Aşağıya doğru indiklerinde onları 2 kişi karşıladı. Bunlar Julie’nin sağ ve sol kollarıydı. Sağ kolu, İri yarı, yapılı vucudu ve korkunç yüzü ve bakışlarıyla İsao Fugiki, Sol kolu,Uzun boylu uzun saçlı sevecen bir tavrı olan Yasuhiko Zentaro. Julie içeri girdiğinde yanlarında belirerek konuşmaya başlarlar. Fugiki: Yanınızdaki 2 kişi yeni üyeler mi Julie-sama Julie: Evet bugun aramıza yeni katıldılar Zentaro: Sizin pek yeni üye kabul ettiğiniz görülmez Julie-sama nedir bunun sebebi ? Julie: (Gülecen bir tavırla) Güçlüler. Fugiki: Güçlüler demek. Zaten sizin ilginizi çekebildiklerine göre güçsüz olmaları imkansız Zentaro: Peki katılma sebepleri nedir Julie-sama ne istiyorlar? neyi arzu ediyorlar ? Julie: (yine gülecen bir tavırla) İntikam Zentaro ve Fugiki Aynı Anda “ oo İntikam Demek peki neden ve kimden intikam almak istiyorlar” Julie: Ken’in sevdiği bir kız arkadaşı Bir mafya patronu tarafından öldürülmüş onun intikamını almak için bize katıldılar. Zentaro: Bir şırpıntı için intikam mı almak istiyorlar hıh güleyim bari. Ken yavaş adımlarla Zentaro’nun yanına yaklaşarak kulağına birşeyler fısıldar. “Eğer bir daha Kyoko hakkında kötü birşey söylersen seni öldürürüm” Zentaro ve Fugiki Ken’den yayılan öldürme hissini sezdiler ve saldırmaya hazırlandılar. Tam o anda Aoki… Aoki: (Gülerek) Hadi ama Ken bu kadar çabuk galeyana gelme onlar Kyoko’yu daha tanımıyorlar bu yüzden böyle bir şey dediler sakin ol. Ken: Sen nasıl böyle sakin olabiliyorsun Kyoko’ya Şırpıntı dediler Aoki: Evet duydum ama sakin olmalıyız. Daha yeni tanıştık sorun çıkarma bir daha da böyle bir şeye kalkışacaklarını sanmıyorum. Ama eğer bir daha böyle bir söz duyarsam… (ŞEYTANİ BİR BAKIŞLA) O ikisinin kellelerini sana kendi ellerimle teslim edeceğim. (Gülerek) Şimdi sakin olmalıyız değilmi ? Zentaro ve Fugiki içlerinden “ Çift kişilikli demek dikkatli olmalıyız” diye düşündü Julie araya girerek şimdi yapacağımız şey size FREEDOM’un En güçlü 10 üyesini tanıtmak olacak. 10 dan 1 e doğru başlıyorum. 10.üye: Yoshino Yayoi Cinsiyet: Bayan Benim ve sizin gibi bir kılıç ustasıdır Gerçekten Güçlüdür kolay kolay sinirlenmez ve pek kimseyi takmaz. Ama iş dövüşe geldiğinde dünyadaki en merhametsiz insandır. 9.Üye: Hiromitsu Naoto Cinsiyet: Erkek Pek ortalıkta dolaşmaz. Genellike patron çağırdığında gelir Dünyadaki en iyi suikastçilerden biridir. 8. Üye: Hidekata Ayumu Cinsiyet: Erkek Gösteriş yapmayı sever. Bir sihirbazdır. ama bu sihirlerini nasıl yaptığını kimse öğrenemedi. Dünyanın en iyi sihirbazıdır. 7. Üye: Hanaye Au Cinsiyet: Bayan İyi kalpli biridir insanlara yardım etmeyi sever. Neden FREEDOM a katıldığını kimse bilmiyor.Yeteneği ise Şifa. Bir insan ne kadar ağır yaralı olursa olsun onu iyileştirebilir. Ama kullanan kişiye bir yan etkisi varmı bilinmiyor 6. Üye: Ben yani Julie Ukumi Cinsiyet: Bayan Bende sizin gibi bir kılıç ustasıyımdır beni zaten tanıyorsunuz Diğer 5 üyeye gelirsek bu kişilerin yüzlerini ve yeteneklerini sadece Patron biliyor bizlere sadece isimleri ve cinsiyetleri söylendi. Bu kişiler olağanüstü güçteler. Onları yenebilecek birileri henüz varolmadı. Sana isimlerini ve cinsiyetlerini söyleyeyim 5. Üye: Arata Itsuki Cinsiyet: Erkek 4. Üye: Yoshiaki Zen Cinsiyet: Erkek 3. Üye Tomiko Anzu Cinsiyet: Bayan 2. Üye: Chokichi Hajime Cinsiyet: Erkek ve bu kişilerin içinde 1. olan Patrondan sonra en büyük yetki ve güce sahip 1.ÜYE: Mikazuki Saika Cinsiyet Bayan Evet tüm üyeleri tanıdığımıza göre başka birşey kalmadı. Bir sorunuz varmı Ken ayağa kalkar ve o çarpıcı sorusunu sorar. EĞER 10 ÜYEDEN BİRİNİ ÖLDÜRÜRSEK YERİNE GEÇEBİLİYORMUYUZ ? (bu sorudan sorna Julie , Zentaro ve Fukigi şok içinde gelecek bölüm neler olacak ?) 4.Bölüm Ken’den herkesi şaşırtan bir soru gelmişti.Hiç kimse böyle bir şey beklemiyordu Ken’in aklından ne geçiyordu. O sırada Aoki de bu tüyleri diken diken eden soruya katıldı. Aoki: (Şeytani bir gülümsemeyle) Evet Julie-san eğer en güçlü üyelerden birini öldürürsek yerine geçme şansımız varmı. Zentaro: Siz aklınızı mı kaçırdınız ? Ne dediğinizin farkında mısınız ? Aoki: Gayet farkındayız. Biz buraya güç için katıldık ve gücü bu şekilde bulabileceğimizi düşünüyoruz.(aynı gülümsemeyle) Bir itirazınız mı var. Aoki’nin bu sözlerinden sonra Zentaro’nun dili tutulmuştu ne diyeceğini bilemiyordu daha önce böyle bir varlıkla karşılaşmamıştı.Bu soruya nasıl bir cevap verilebileceğini bilemiyordu. Julie gülerek Julie: Ahahaha Siz gerçekten çok İlginçsiniz.İyiki sizi aramıza almışım . Sorunuza cevap verecek olursak. Evet onların yerini alabilirsiniz.Tabi ki ÖLDÜREBİLİRSENİZ Ken: Bunu duyduğuma sevindim. Sizde En Güçlü 10 Üye’nin arasındaydınız değil mi ? Julie: (gülümsemeyle) Evet öyleyim. Ken: (Şeytani bir bakışla) Aramaya gerek kalmayacak demek.Yerinizi almam için seni öldürmem yeterli mi ? Julie: Evet. Tabi yapabilirsen. Ken saldıracakken . Zentaro ve Fugiki Julie’nin önüne geçti ve Zentaro bir şeyler söyledi “Bir şırpıntının intikamını almak iç--” lafının devamını getirmeden Aoki kılıcı ile Zentaro ve Fugiki’nin kellelerini bedenlerinden ayırdı ve şeytani bir bakışla bu sözleri söyledi. “SİZE EĞER BİRDAHA KYOKO’YA ŞIRPINTI DERSENİZ SİZİN KELLENİZİ ALACAĞIMI SÖYLEMİŞTİM” dedi.Daha sonra Zentaro ve Fugiki’nin kellelerini yerden alıp Ken’e doğru yürüdü ve kelleleri Ken’e doğru uzatıp. Gülümseyerek. “Buyur Ken. Eğer bir daha Kyoko’ya şırpıntı derseler.Sana kellelerini kendi ellerimle getireceğime dair söz vermiştim” dedi. Julie ne olduğunu anlayamadan herşey bitmişti.Kılıcını çekip Aoki’ye doğru koşmaya başladı. Tam saldıracak iken Ken kendi kılıcı ile Julie’yi durdurdu. Ken: Senin dövüşün benimle bayan Julie: Siz benim adamlarıma bunu nası yaparsınız ikinizde buradan sağ kurtulamayacaksınız size bu yaptığınızı ödeteceğim Ken: Çok fazla çene yapıyorsun bayan. Ben pek fazla konuşmayı sevmem. Kılıçlarımızla konuşmak ister misin. Julie: Seni adi herif Ken ve Julie arasındaki dövüş başladı.Kılıçlarını çok hızlı sallıyorlardı.Julie bir hışımla Ken’in arkasına geçti ve kılıcını Ken’e geçirmeye çalıştı. Ken sağa doğru adımını attı. Julie’nin saldırısı boşa gitti.Bundan yararlanan Ken kılıcını Julie ye saplamaya çalıştı.Eliyle yere tutunan Julie’ Ken’e tekme atmaya çalıştı. Ken Julie’nin bacağını kılıcıyla kesti.Julie acıyla kıvranırken Ken acımasızca kılıcını Julie’nin kalbine sapladı. Julie sonuna yakındı.Ölmeden önce Zentaro ve Fugiki’ye dermişçesine”Lanet olsun. İntikamınızı alamadım çocuklar.Hepsi benim güçsüzlüğümden oldu.Merak etmeyin yanınıza geliyorum.” Sonra Aoki ve Ken’e dönerek “Sizi affetmeyeceğim bunu bilin. Ama umarım siz intikamınızı alırsınız. Lanet olsun” son sözlerini söyledikten sonra hayata veda etti. Julie öldükten sonra Aoki ve Ken nasıl Julie’nin yerine geçtiklerini nasıl anlayacaklarını düşünürlerken bir telefon sesi duyduydular. Ses Julie’den gelmekteydi.Ken eğilerek Julie’nin telefonunu cebinden aldı ve açtı. Arayan kişi Ken’le konuşmaya başladı. ……:Merhaba,Kıtamura Ken Julie’yi öldürdük demek. Ken: Evet. Sen kimsin. Kido: Ben, FREEDOM Lideri Kido. Seni yeni 6. Üye olduğun için tebrik ederim. Tüm üyelere tanıtacağım bu yüzden telefonda kayıtlı olan adrese gelmeni istiyorum. Yanındaki arkadaşınla birlikte gelirsen sevinirim. Ken: Geliyoruz… Ken ve Aoki telefondaki adrese doğru yola çıktılar. Bu sırada Kido ve FREEDOM’UN En güçlü 5 üyesi ile toplantıdaydılar. Kido: Yeni üyemizle tanışmak için can atıyoruzdur umarım. Tomiko Anzu: Bu toplantıya beşimizden başka birisini çağırdığınız hiç olmamıştı Kido-sama. Chokichi Hajime: O ikisiyle baya ilgilisiniz bakıyorumda. Kido: Senin gözlerinden hiçbir şeyde kaçmıyor Hajime-kun. Ama malesef tek ilgili olan ben değilim. O 2 üyemizi uzun zamandır tanıyan biri var aramızda .(Gülümseyerek) Değilmi Saika-chan (Kido, Ken ve Aoki’yle neden bu kadar ilgiliydi ve Mikazuki Saika onları nereden tanıyordu ??) 5. Bölüm Kido Ken ve Aoki’yi GÜÇLÜ 5 Lİ ‘nin toplantısına çağırmıştı.Bu onlarla ilgilendiğinin bir kanıtıydı.Aoki gitmeden önce Ken’e dikkatli olmaları gerektiğini ne olup ne biteceğini kestiremediğini söyledi.Ama bunları Ken’e söylemek çok anlamsızdı. Yüreğindeki ateş her tarafını yakmıştı onun artık ne olacağını önemsemiyordu.Tek istediği çok sevdiği Kyoko’nun intikamını alarak onu huzura kavuşturmaktı. Toplantının olduğu yere geldiklerinde önlerinde hiçbir şey yoktu.Ken telefonu eline alıp arayacakken birden önlerinde bir bina belirdi. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı.Hiçbir şey yokken önlerinde böyle bir şeyin olması onları şaşırtmıştı. Binanın kapısının önünde bir kişi bekliyordu.Birden Ken ve Aoki’ye yürümeye başladı.Bundan tedirgin olup kılıçlarını çektiler. Ama durum beklediklerinden farklıydı.Üstlerine doğru yürüyen kişi başını eğerek. “Hoş geldiniz Ken-sama Aoki-sama ben sizi toplantıya götürecek olan Belgamil sizinle tanıştığıma memnun oldum” dedi.Ken ve Aoki tedirginliklerini üstlerinden attılar ve kılıçlarını kınlarına koydular.Belgamol kafasını kaldırarak”Lütfen beni takip edin sizi toplantının olduğu yere götüreceğim” dedi ve binanın içine girdi.Yeni 6. ve yoldaşı da onu takip ederek arkasından binanın içine girdiler.Toplantının olduğu yere geldiklerinde Belgamil “Bundan sonrasına siz devam edebilirsiniz. Görüşmek üzere”diyerek birden gözden kayboldu. Ken ve Aoki kapıyı açıp içeri girdiler.Girdiklerinde Aniden 2 kişi tüm kana susamışlığı ile 2 sine saldırdı.Aoki ve Ken saldırılarını son anda fark edip güçlükle durdurular. Aoki: (gülümseyerek) Bu kadar ani gelmenizi beklemiyorduk. Keşke biraz ısınsaydık rica etsem kim olduğunuzu sorabilirmiyim. Chokichi Hajime: FREEDOM En güçlü 2. üye Chokichi Hajime Tomiko Anzu: FREEDOM En güçlü 3. üye Tomiko Anzu. Memnum oldum.Sizin gücünüzü test ettikte biraz.Saldırımızı karşıladığınıza göre iyi gibisiniz.Ama karşılamamanızı isterdim. (Şeytani bir bakışla ve sert bir konuşmayla) Sizi ellerimde öldürmek en çok istediğim şeydi Lanet olasıcalar.(Gülümsemeyle) Malesef olmadı. Neyse boşverin. Ken: Sizin deneme tahtanız olduğumu sanmıyorum. Eğer o pis ayaklarını kılıcımın üzerinden çekmezsen seni öldürürüm. Chokichi Hajime: Hayal kurma yumurcak.Böyle birşey olmayacak.Ama ölmek istiyorsan bunu hemen şimdi yapabilirim. Ken: Denemek istermisin ? Kido sert bir ses tonuyla: Yerlerinize geçin Hajime, Anzu Tomiko Anzu: Tabikide Kido-sama Hajime:(iplemeyen bir tavırla) Tamam Kido: Arkadaşların kusuruna bakmayın.Çok arkadaş canlısılar bu yüzden yeni arkadaşlarını biraz tanımak istediler. FREEDOM 5 Lisi toplantısına ve FREEDOM a hoşgeldiniz.Ben Kido FREEDOM un Lideriyim. Diğer arkadaşlarımızı zaten tanıyorsunuz. Sizi neden buraya çağırdımı sormak isterseniz. Sizinle ilgileniyorum.Gerçek gücünüzü umarım bana birgün gösterirsiniz.Asıl konumuza gelirsek burada sizi tanıyan bir arkadaşımız var. Sizinle konuşmak istiyor diyecekleri varmış. Söz senindir Saika-chan Mikazuki Saika: Beni hatırladınızmı ? Ken ve Aoki hayatlarındaki hiç birşeye bu kadar şaşırmamışlardı.Aynı anda ağızlarından bu isim çıktı KYOKO CHAN ? ? ? Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin iyi yada kötü tüm yorumlarınız benim için önemlidir seriyi bırakmayacağım ve devamını getireceğim
  11. MEGA bağlantı linki Animenin Türk Anime sayfası: http://www.turkanime.tv/anime/tokyo-magnitude-8-0 Mega bağlantı linki: https://mega.nz/#!eV9n2BYa!eSLR27oO3SbeFPnpCLtL0k2NfbOkYNuDl0Zy_oHcmMo
  12. Merhaba Arkdaşlar tokyo ghoul:re çıkmış yeni haberim oldu Pazertesi günü oynucakmış herhalde 2018'de girecektir 1.2 sezon güzeldi bakalım tokyo ghoul:re nasıl olucak açıkcası ben mangayı okumadım ama herkes manga güzel diyor umarım manga daki gibi güzel olur. umarım mangadanayrı konu yapmazlar diğerlerinde mangada olmayan konular olmuştu bunda da öyle bir hata yapmazlar umarım iyi günler arkdaşlar :D
  13. Özürle başlamak isterim sözünü verdiğim türleri tam kullanamadım komedi şeklinde yazmakta pek iyi değilmişim malesef onun yerinede farklı bir tür eklemedim şimdilik bu konularla yazabilirsem gelecekte belki daha farklı türlerle ilgili aklıma fikirler gelebilir umarım beğenirsiniz. Her türlü eleştiriye açığım, kırıcı olmamak koşuluyla tabi, iyi okumalar. "Siyahın olduğu yerde beyaz, aydınlığın olduğu yerde karanlık, gecenin olduğu yerde gündüz, iyinin olduğu yerde kötü... Geçmişte vardı, şimdide var ve gelecekte de eminimki olacaktır. Başkaları seni nasıl görürse görsün, doğru olanı yaptığından emin ol ve..." Çarpışmanın ortasında bir saniyeliğine tam olmasa da bu sözleri hatırladı. Aklından kendi kendine konuşuyordu Şu an neden burdayım ki... Hayır öyle değildi, burda olmalıydım çünkü... Nedenini bilmiyordu sadece karşısında ki gençle mücadele ediyordu. Kendi yaşlarındaki bu adam kimdi ? Neden şu an onunla savaşmaktaydı ? Şu an bulunduğu kale neresiydi ? Dışarısı gözükmüyordu, kalenin iç kısımlarında olduğunu farketti. Hafızası bulanıktı. Hatırlamak istiyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Gözü etrafında ki cesetlere takıldı, burada ne olmuştu ? Bütün bunları düşünürken şu anda yapması gereken tek bir şey olduğunu farketti, hayatta kalmalıydı. Etrafında ölmüş kişiler ya da şu an karşısındaki kişi kim bilmiyordu, hatta neredeyse umursamıyordu "Görüşmeyeli paslanmışsın sanırım, kendimi tutmasam çoktan ölürdün galiba" "Kimsin sen ? Burada ne oldu ? Neden seninle savaşıyoruz ?" "Ah ah, demek hala hatırlamıyorsun ? Acaba seni fazlamı zorladım ?""Patla!" Büyük bir patlamayla yan duvarı tamamen yoketmişti. Karşısındakine saldırmaya çalışıyordu. Neden sonra farketti, ikiside hızlıydı, darbeleri fazla yıkıcı etki yaratıyordu.Bunları nerede öğrenmişti, nasıl yapabiliyordu ? Umursamadı. Saldırılarına devam etti. İkiside sert darbelerden kaçıyor, birbirlerine tekrar saldırıyordu ancak neredeyse karşındaki gence dokunamamıştı bile. Belinde bir kılıç olduğunu farketti, kınından çıkardı. Kılıcı simsiyahtı, neden sonra farketti üstündekilerde simsiyahtı, karşısındaki ise bembeyaz giyinmişti, saçları bembeyazdı , onunda kılıcını çıkardığını gördü kılıcı da bembeyazdı. Bu adamla arasındaki bağlantı neydi ? Onu daha önceden tanıyormuydu ? "Heee ? Demek biraz daha oynamak istiyorsun öyle mi ?" "Neden bahsettiğin ya da kim olduğun hakkında bir fikrim yok, sadece bu işi hızlıca bitireceğim." bitirmek mi ? Neyi bitirmekten bahsetmişti ? Hala hafızası bulanıktı. Dışardan sesler geliyordu, seslere bakılırsa dışardada büyük bir savaş döndüğü aşikardı. Yıkılmış duvardan içeri birisi girdi, bir kızdı. "Leo, gitmemiz gerek acele et!" Kızı gördü, "Tamam, Kizuna! Biraz daha dayanın!" Tamam mı ? Neden cevap vermişti, ismi Leo muydu ? Bu kızı tanıyormuydu ? Neden ismini biliyordu ? Dışarıda neler oluyordu ? Düşünmek istediği çok şey vardı, ancak şu anda karşısındakiyle ilgilenmeliydi. "Hahahaa karşında birisi varken nereye baktığını sanıyorsun sen!" Kafasını geri çevirdiğinde neredeyse aralarında 30 santim vardı, kılıcının geldiğini gördü bu darbeyi savuşturamayacağını hissetti yinede kenara atıldı. "Hmmm, hatırlayamasan bile yeteneklerin hala seninle, şanslı p..","Yinede o küçük kesik bile iş görür." Kesik mi ? Sol koluna baktı, derin olmasada kesilmişti. "Beyaz Akım!" Başına sert bir ağrı girdi. Dengesini kaybetti, görüşü bulanıklaştı, nefes alamıyor gibi hissediyordu. Tüm bunlar kolunda ki küçük kesikten mi olmuştu ? "Hahaha doğrusu bu kadar hızlı biteceğini düşünmemiştim, eh naparsın sanırım buna kader diyebiliriz değil mi ?" karşısındaki gençten bu sözleri işitti."Atıl!" Gencin elindeki kılıçla kendine hızla geldiğini gördü ancak kıpırdayamadı, sanki bedeni onu kabul etmiyor hareket etmesine izin vermiyordu. Keskin bir acı hissetti. Kafasını eğdi göğsündeki kılıcı farketti, kılıcın girdiği yerden oluk oluk kan akıyordu, acıyordu, daha önce böyle bir acı hissettiğini hatırlamıyordu.Hissettiği acı net düşünmesini engelliyordu, ne yapmalıydı ? Hiçbir şey hatırlayamıyordu ve şu an ölmek üzereydi. Nasıl bir saçmalıktı bu ? Göğsündeki kılıcın çıkışını hissetti, çok daha acı vericiydi. Dizlerinin üstüne çöktü, yere yığıldı. Görüşü kararmaya başladı. "Savaşımız burada son buluyor gibi, beni dahada eğlendirirsin sanmıştım ama neyse, söylemek istediğin son bir şey var mı ?" canı yanıyordu, hatırlayamasa bile bu adamla bir geçmişlerinin olduğunu farketti. Birinin bağırdığını duydu, "Leo, LEO!" birinin ona koştuğunu gördü, saçları kızıldı, az önceki kızdı, kimdi bu kız ? Onu nereden tanıyordu ? İçinde bir soğukluk hissetti, sanki yeni doğmuş ancak yaşamaya fırsatı olmadan ölüyormuş gibi geliyordu. Odaya 3 kişinin daha girdiğini gördü, birilerinin konuştuğunu duydu, "Götürün onu, dışarıdakilere de söyle geri çekiliyoruz!" "Bu kadar gelmişken geri mi çekileceğiz !? Böyle bir fırsatı bir daha bulamayabiliriz!" "Şu an ölüyor farkında mısın bilmiyorum ?" "Bu konuyu daha sonra mutlaka konuşacağız!!" "Bencede bu konuyu sonra konuşun aksi taktirde sonunuz onunkinden farklı olmayacak, hahaha!" O üçlünün beyazlar içindeki adama saldırdığını gördü. Birinin onu kavradığını hissetti, canının acımadığını farketti ya da acıyor muydu ? Bedenini hareket ettiremiyordu. Hem hiçbir şey bilmiyor hem de olayları anlayamıyordu. Ne kadar acı vericiydi. Bomboş bir zihinle, tek başına, acı içinde ölmek. Gerçekten böyle bir şekilde, daha hiçbir şey başlamadan biticek miydi ? Gözlerini kapattı. Hayatta kalmalısın, henüz yapman gerekenler bitmedi...
  14. Bölüm: 1 01.04.2010 "Doğum günün kutlu olsun, demek on yaşına girdin ha!" dedi annem, ben mumları üflerken. "Şimdi hediyelere geçelim." dedi Aki. Mümkün olduğunca Aki'den uzak durmaya çalışarak hediyelerimi bir köşede açmaya başladım. Annem mutfağa içecek bir şeyler koymak için gitmişti. Aki ile aynı ortamdan bulunmaktan nefret ediyordum. Benden dört yaş büyüktü, kahverengi saçları, mavi gözleriyle bir erkeğin ideal 'kız arkadaşı' idi. Ama ben, Aki'den nefret ediyordum. "Ne oldu?" dedi, Aki yanıma oturarak. "Lütfen yanıma gelme, benle konuşma, adımı ağzına alma lütfen." dedim korkarak. "Hadi ama, Haru,"dedi umursamaz bir tavırla, "Neden öyle diyorsun ki?" "Senden nefret ediyorum, git,git bu evden bir daha lütfen gelme!" Aki karşı evde yaşayan, uzaktan bir akrabamızdı. Amcasının ölümüyle bizim eve taşınmıştı. Hayatım o günden itibaren altüst olmuştu. "Şimdi sana ceza vermek zorundayım, Haru" dedi elimi tutarak. "Elimi tutma, benle aynı ortamda bulunma!" dedim elimi çekerek. Fakat o benden daha güçlüydü. Beni kucağına aldı ve merdivenlerden yavaşça yukarı; benim odama çıktı. Ardından kapıyı kitledi ve anahtarı dolabımın üstüne koydu. Ağlamaya başlamıştım, kalbim çok hızlı atıyor, ellerim titriyordu. 'Anne!' diye bağıracaktım ki Aki bana tokatı yerleştirdi. Tokatın etkisiyle yere düştüm. Daha sonra üstüme çıktı ve çantasından wasabi sosunu çıkarttı. Çıkarttığı gibi wasabi sosunu ağzıma tıktı. Ardından ağzımı eliyle kapattı. Kaçmak istiyor fakat kaçamıyor, bağırmak istiyor fakat bağıramıyordum. Deli gibi terlemeye başlamıştım. Wasabiye vücudum daha ne kadar dayanabilir bilmiyordum. Acıdan kafamı yere vurup duruyordum. Annemin beni duymasını istiyordum. Yaklaşık on dakika sonra Aki elini ağzımdan çekti. "Elimi kiretmişsin," dedi sakince elini yalarken. "şimdi en eğlenceli kısma geldik, ha?" Pantolonumu aşağı indirirken bir taraftandan da bir şeyler mırıldanıyordu. "Lütfen dur, yapmak istemiy..." Fakat cümlemi tamamlamama fırsat vermeden şiddetli bir tokat yedim. Tokatın etkisiyle göz bandım yatağın altına uçmuştu. "Haru, lütfen sessiz olabilir misin?" dedi kendi pantolonunu çıkartırken. Oda sessizlik ve ümitsizlikle dolmuştu. Sadece rüzgarı, kuşları ve araba seslerini duyabiliyordum... Aki'den nefret ediyordum... Şiddetli bir tokat daha yedim. "Bütün işi benim yapmamı mı istiyorsun, Haru'cuk? Azıcık erkekliğini göster" dedi ellerimi göğsüne götürürken... 01.04.2015 Eskileri hatırlamayı hiç sevmiyordum. Ama... geçmişten kaçış imkansızdır. Geçmişin açtığı yaralar ile hayatıma devam etmek zorundayım değil mi? Normal bir insan olarak. Geçmişimi önemsemeden emin adımlarla 'hayat merdivenlerini' çıkmak... Çantamdan daha dün aldığım wasabiyi çıkarttım ve öğretmenden gizli yemeye başladım. Wasabiyi artık normal bir şeymiş gibi yiyebiliyordum. "Gerçekten," dedi Himiko, "o kadar çok wasabiyi nasıl yiyebiliyorsun anlamıyorum, tek göz." "Wasabiden nefret ediyorum..." diye söylendim. "Nefret ettiğin halde yiyorsun ama?" dedi Himiko sarı saçlarını geriye atarken. "Yemek ister misin?" dedim kutuyu uzatarak Himito ilk önce biraz kızardı daha sonra kekeleyerek devam etti. "A-Aptal ona ağzın değdi seninle öpüşmekle aynı şey." "Ah kusura bakma benimle öpüşmek istememeni anlayabiliyorum." Himito erkeklerden hoşlanmıyordu. Kızlar ile ilişki kuruyordu. Himito benim tek kız arkadaşım, Ben onun tek erkek arkadaşıydım. -gey değilim, sadece cinsel konularda isteksizim- "A-A-Ama... Tamam, olur." dedi elini uzatırken, Himiko. Wasabiyi Himiko'ya verdim. Himiko çekinerek wasabiyi ağzına götürdü. Bende acıyı biraz bastırması için yoğurdumu bitirdim. Kafamı kaldırdığımda Himiko kıpkırmızı olmuştu. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı, . Kendime hakim olamadım ve bir kahkaha patlattım. "Ne oldu?" diye sordu öğretmen. "Himiko'nun size söyleyeceği önemli bir şey varmış öğretmenim." "TUVALET!" diye bağırdı ve sınıftan dışarı çıktı. Aradan bir süre geçti ve yağmur yağmaya başladı. Yılın bu zamanı yağmur pek normal değildi. Kafamı sıraya koyarak dışarıyı izlemeye başladım. Kuşlar, rüzgar, arabaların sesi ve yağmur... sadece bu sesleri duyuyordum. Sessizlik ve yalnızlık gibisi yoktu benim için. Moralimi kimse bozamaz diye düşünüyordum ki... Okul girişinde uzun kahverengi saçlı bir kız arkasını dönmüş bekliyordu. Dikkatlice kıza bakmaya başladım. Ellerim titriyor, gözlerim seğiriyor, terliyordum. Daha sonra kız arkasını döndü ve çantasından düşürdügü kitapları yerden aldı. Kız Aki'den tamamen farklıydı. Derin bir oh çektim. Düşündüğüm kişi değildi. Hem Aki'nin çoktan okulu bitirmiş olması lazımdı. Eğer şanslıysam acı içinde ölmüş olması gerekliydi. Bizim evden ayrıldıktan sonra onu öldürmüş olmaları benim yararıma... tüm dünyanın yararına olurdu. Tam biraz daha rahatlıyordum ki telefonum çaldı. Arayan annemdi. Çok önemli bir şey olmadığı süre beni derste aramamasını söylemiştim. Telefonu açtım ve sessizce 'Alo' dedim. "Haruuu" dedi telefonun karşısındaki ismimi uzatarak. "Anne?" dedim. "Yoksa beni hatırlamadın mı?" dedi. "A-A-A-A..." ismi ağzımdan çıkmıyordu. "Aki Ablan!" 'Annemin telefonundan arıyor. O psikopat anneme bir şey yapmış olabilir, ondan daha güçlüyüm ona karşı koyabilirim' tüm bu düşüncelerle koşarak sınıf kapısını açtım ve merdivenlerden indim. Depar atarak okuldan çıktım ve evimin yolunu tuttum. Yirmi dakika sonra evime gelmiştim. Kapıyı kırarcasına açtım ve içeri daldım. Sol omzumu tutarak salona daldım. Dehşet, korku, umutsuzluk, üzüntü, başarısızlık, lanet, nefret, acımasızlık... tüm bunları tam bir saniyede hissetmiştim. Annemin cansız bedenine bakıyordum. Ardımdan kapı Aki tarafından kapatılmış olmalıydı. Umursamıyordum. Sadece annemin cansız bedenine bakıyordum. Koltuktan süzülen kanlar ayağıma kadar gelmişti. Hiçbir tepki göstermeden eğildim ve kana dokundum. Gerçekti... "Haru..." dedi, Aki. Arkamı döndüm ve bütün gücümle Aki'ye yumruk attım. "AKİ!!!"
  15. <<Kitap kapağı, yazım tarzı, konu tamamen bana aittir.>> Bisca - 0,1 "Ruhsuzlar, dünyayı ele geçireli kaç yıl oldu, Jason?" Sıska bedeni, korkuya teslim olmuştu sanki. Yürürken, her yeri kolaçan ediyordu birde. Bisca, Jason'un korkusunu anladı ve sırtından sımsıkı sarıldı. "Of Jason, amma korkak çıktın. Alt tarafı Derin Orman'dayız!" Jason, kendisiyle dalga geçildiğini anladı, Bisca'nın kafasına hafifçe vurdu. "Evet, ruhsuzların olduğu dünyanın ortasındayız şu an." Bisca'yı görmemezlikten gelip yürümeye devam etti. Bastığı dallardan çıkan ses, kulaklarını tırmalıyordu. Jason, uzun saçlarını kulağının arkasına atıverdi. Bisca, dikkatlice saçlarına baktı. "Jason, saçların beyazlıyor galiba." Diyerek her erkeğin korktuğu tepkiyi sergiledi. "Daha saçlarımın beyazlaması için çok erken!" Bisca sırıttı. "Siyahların arasından çok belli oluyor. Hehe, yaşlanıyorsun!" Jason, daha fazla konuşmadan normal ağaçlardan iki kat daha büyük ağaçlara baktı. "Astgrad'a erişemezsek ruhsuzlar kokumuzu alabilir." Bisca, al dudakları ile gülümsedi. Esneyip, Jason'u takip etti. Çalılardan hışırtı sesleri gelince gardını aldı Jason. Her yer ağaçlık olduğundan görünmüyordu hiçbir şey. Bisca, rahatındaydı. "Çok korkuyorsun Jason. Senin kız arkadaşın olmama rağmen, senden daha cesurum!" Diz kenarındaki kından hançeri çıkarıp çalılara fırlattı. Bir şeye saplanmıştı sanki. Evet, evet. Saplanmıştı. Bisca, saplandığını anlayınca iki adım geri çekildi. Jason ise korkudan tir tir titriyordu. Sesler, her yerden gelmeye başlamıştı artık. Jason, dayanamayıp elindeki kılıcı yere attı. "Lanet olası kadın! Senin için hayatımı veremem ben." Diyerek tırıs adımlarla tersine doğru ilerledi. O da neydi? Etrafları sarılmıştı... Bisca, dizüstü düştü yere. "Bunlar, ruhsuzlar... Kaçamayız!" Jason, Bisca'ya küfürler saydırıp çalıların içinden kaçmaya çalıştı. İki-üç saniye sonra çığlıkları duyuldu. "Dur, bırak beni!" Bisca, korkmuş gözlerle sesin geldiği yere baktı. Sesler durdu, kara gözleriyle gökyüzüne baktı. "K-Kusura bakmayın kardeşlerim. Geri dönemeyeceğim..." Tüm yükünü bırakıp var gücüyle koştu. Onu takip eden ruhsuz ekibi, çok hızlıydı. Bisca kafasını arkaya çevirdiği an, siyah saçlarından tutulup fırlatıldı. Bir daha ayağa kalkamadı. Ağlıyordu. Fakat öleceği için değil, arkasında bırakacakları için. Sivri kulaklı, uzun burunlu bir ruhsuz gözlerinin önüne geldi. Ağzını açarak çürük dişlerini göstermiş oldu. Bisca'nın ak teni, kızıla boyandı. Ruhsuz, onu öldürünce tatmin oldu. Ayağa kalktı, uludu. Siyah teni kan olunca elinin tersiyle sildi. Dağlar, denize dik uzanmış güneşlenirken; Bisca'nın ruhu dünyadan gitmiş, bedenini bırakmıştı. Maceracılar, yüzünün hâlini görünce tüyleri ürpermişti. Güzel yüzü, ısırık ısırık parçalanmıştı... Roxas - 1 Yine bir rüzgâr geliyordu doruklardan. İnsanların nefret ettiği rüzgârdı bu. Ama bazıları da seviyordu esintisini, özgürlüğünü... Manzaraya sahip, iki dağ arasında kurulmuş bir şehre bakıyordu rüzgâr. Astgrad... Ne zaman kurulduğu, ilk insanların hangi ara geldiği gibi belirsiz, bencil insanlardan oluşan, bir şehirdi. Fakat sorunları vardı. Ruhsuzlar... Bir anda ortaya çıkmışlardı. Güçlü, güçsüz. İnsanların yaşamlarını çalıp bedenlerinden etlerini koparırlardı. Geride kalan kemikleri olurdu. Astgrad, kapana kısılmış gibiydi. Ruhsuzlar her an kapılarına dayanıp yaşamlarını isteyebilirdi. Ya da ölümüne onları korkutabilirlerdi. İnsanlar, özgür olmaya çalışmıyordu. Yedikleri yerde oturup hayal kurarlardı. Ama insanlık için didinen, hayatlarını maceraya adamış kişilerde vardı. Maceraperestler. Özgürce kanatlarını çırpıp uçan o insanlar kurtarabilirler miydi umutsuzları? Kollarından tutup çıkarabilirler miydi dibi olmayan çukurdan?.. ****** Roxas... Bozulmuş ve dar yoldan geçiyordu Roxas. Kulaklarına gelen ses onu huzursuz etmesine rağmen aldırmıyordu. Ömrü boyunca duyduğu şeylerdi onlar. Soğuktu insanlara karşı. Tek benimsediği şey maceraydı. Sevgisini yıllar önce kaybetmişti. Hatırladığı geçmişi ona acı veriyordu. İnsanlar toplanmıştı Büyük Meydanda. Hepsi bir yere bakıyor gibiydi. Roxas, merak içindeydi. Mırıltılar, sesler gelmeye başladı. "Xanxus'a meydan okuyup galibiyetle ayrılan kişiye yirmi altın mı? Keşke kölelerim olsaydı da üstüne salsaydım!" Roxas, daha da meraklandı. Uzaktan bakan adama yürüdü. Sesini değiştirip kapüşonunu yüzünü görmeyecek şekilde ayarladı. "Hey yaşlı adam! Bu olay nerede olacakmış? Bana bir açıklasan?" Yaşlı adam, sopasına daha da sıkı tutundu. Yüzüne bakmaya çalıştı. Tuhaftı. "Maceraperest misin çocuk?" Roxas, adama kısık kahverengi gözleriyle baktı. "Evet, maceraperestim. Haydi ama söyle bana!" "Kızıl Meydan'da olacakmış." "Saol yaşlı adam. Hakkın ödenmez!" Kızıl Meydana yol aldı Roxas. ****** Büyük bir alandı burası. Her ev farklı farklı dizayn edilmişti. Kocaman kütük ortaya koyulmuştu. Eskiden infaz alanıydı Kızıl Meydan. Kütük, kanı emmiş, kokusu ile yaşıyordu. Kimsenin umurunda da değildi burası. Gelip geçtiğine bakarlardı sadece. Büyük bir halka oluşturmuşlardı. Çizginin ve halatların ötesine adım atmak yasaktı. İçeride, Xanxus kapışıyordu. Karşısındaki çocuk; siyah saçlı olup, kötü bakan mavi gözlü biriydi. Zayıf, kılıç tutmayı bilmeyen fakat tutan biriydi. Xanxus, eğleniyordu onunla. "Hey çocuk! Elindeki oyuncak değil. Onu bırak ve çık buradan. Beni yenecek güç yok sende!" Yine de saldırdı. Xanxus, kara gözleriyle öldürmüştü zaten. Şakak noktasına ters bir tekme yedi. O acıyla yere düştü çocuk. Onu yere yapıştıran Xanxus, yakasından kaldırıp kalın iplerin dışına attı. Tüm insanlara göz gezdirdi önce. Son gücüyle haykırmaya başladı. "Var mı beni eğlendirebilecek? Güçlü kişiler varlığını benden gizlemesin! Korkularınız size hakim olduğu sürece kim varlığı adına savaşabilir ki?" Bir süre sustu. Aldı nefesini iri bedenine, salladı ağır kılıcını. O sırada rüzgâr, halatlardan atladı. Tüm gözler Roxas'ta idi. Herkes siyah, yıprak, kapüşonlu kıyafetine bakıyor, dalga geçiyordu. Xanxus, gözlerini çevirdi sıska bedene. Çıplak göğsünü şişirip kılıcını yerinden oynamış taşlara sapladı. Konuştu Roxas'la. "Hey! Zayıfların gelmesi sorun oluşturuyor benim için! Çık şuradan." Roxas, kapüşonunu çıkardı. Kahverengi saçları dalgalanıyordu esintiden. "Korkularım diyor ki: 'Bu adamın gücü seni incitemez'." Xanxus, dişlerini gıcırdattı. Konuşmasına devam etti Roxas. "Bence korkularım doğru söylüyor. Acemi..." Daha fazla dayanamadı. Kılıcını taşlardan çıkarıp bodoslama daldı üzerine. Kılıcını vargücüyle salladı. Roxas, biraz kenara çekildi. Kolayca sıyrılmıştı. Xanxus, kılıcını geri çekip karnını kesmeye çalıştı. Eğildi, çelmeyi taktı. Dengesini kaybeden Xanxus, uzaklara geri çekildi. Kılıcı düz tutup saldırmasını bekledi. Roxas, birkaç adım ileri gitti. "Kılıç tekniğin sıfır. Sen nasıl kendi üzerine yirmi altın koyabilirsin ki?" "Bunu bana, kılıç çıkarmayan biri mi diyor? Güldürme beni." Tekrardan saldırıya koyuldu Xanxus. Yavaş hareket ediyordu Roxas'a göre. Roxas, Xanxus gelene kadar pozisyonunu aldı. Biraz kamburlaştırdı kendini. Yere sıkıca bastı, hıphızlı ilerledi üstüne. Uçuyordu sanki. İzleyenler, derinden etkilenmişti hızından. Çakışacaklardı. Roxas, kendisini frenleyip gelmesini bekledi. Dimdik durdu bu sefer. Geliyordu, ağır ve sert adımlarla. Roxas, Xanxus'a baktı. Korkutucu gözleri, duygularını açığa çıkarmıştı. Tek istediği şey, onun koca bedenini yere düşürmekti... Son beş adım. Biri zaferin tadını çıkaracaktı. Diğeri ise yenilgisinin acı duygusunu. Ama dövüşün sonucu çoktan belli olmuştu. Yere düşmüştü. Roxas, Xanxus gelir gelmez ters tekmeyi şakak noktasına vurdu. Kılıcı ile beraber yerde yuvarlandı iriyarı adam. Sonunda durmuştu. Zar zor nefes alabiliyordu. Üstündeki şok, çok büyüktü. Yürüdü üstüne. Eğilip baktı yüzüne. "Kusura bakma ama yenildin. Biraz daha güçlen." Xanxus, alnından akan kanı fark etmeden, nefes nefese konuştu. "B-benim yıllardır üzerinde çalıştığım o tekmenin üstünde kaç yıl uğraştın?" Cevabı basitti. Kurnazca sırıtıyordu. "Hiç." Xanxus, donakalmıştı. Kınındaki silahı çıkarmadığına seviniyor, tanrıya şükrediyordu. Çünkü bu yetenekle kolayca öldürebilirdi. Anlamıştı rakibinin kim olduğunu. "Sen Soğuk Katil olmalısın! Küçük yaşında, tıpkı bana baktığın bakışlarla üç kişi öldürdün. Üstüne kız kardeşinin boğazını bıçakla doğradın." Roxas, ses çıkarmadı. Lanetler yağdı insanlar tarafından. Herkes, tek tek dağılmaya başladı. "Tıpkı efsane gibi!" Kahkahayla karışık ses tonuyla tekrardan açtı ağzını. "Kendi kardeşini öldürecek kadar aşağılık bir varlıksın. İnsanlar senden iğreniyor!" Ses daha da çoğaldı. Üzülüyordu bu duruma. Olayı anlamadan böyle düşünmeleri kalp kırıcıydı. Dışarıdan umursamaz olduğunu göstermesi, yüreğinin paramparça olmadığı anlamına gelmezdi. Dayanmasının ve hayata tutunmasının iki nedeni, geçmişinden kurtulmasını sağlayan kahramanı ve kardeşinin ağzından dökülen son sözlerdi. İnsanlardan tepki alıyordu. Roxas, kaşlarını çatıp buruşuk yüzle Xanxus'a döndü. Ayağını kaldırıp tekmeyi karnına bastı. Tekrar ve tekrar... Hırsını çıkarana kadar. Durdu. Kötü görünüyordu insanların gözünde. Herkesin nutku tutulmuştu zaten. Xanxus, ağzından akan kanı sildi zar zor. Roxas, Xanxus'un etrafında yürüdü. Orada kalan insanlar pür dikkat izliyor, herhangi bir olay olacak mı merak ediyorlardı. Yere yığılmıştı Xanxus. Soğuk Katil, etrafında yürürken konuştu biraz. "Kendini öldürtmek isteyen insanları sevmem ama istediklerini yapmak isterim. Fakat karşımdaki yenme ödülümü bana verene kadar, onu öldüremem. Ne de olsa buralara kadar boşuna yürümedim." Xanxus, altın kesesini çıkardı, uzattı. Roxas, hızlıca kaptı elinden. İçinden küfürler saydırdı yenilgiye uğrayan. Soğuk katil, her adım attığında insanlar korkup kaçıyor, kimse kalmıyordu. Halatların üstünden atlayarak bakındı etrafına. Küçük kız ona bakıyor, o da safça bakıyordu mavi gözlerine. Koşmaya başladı Roxas'a doğru. Masum masum bakıyordu. Bir adım daha atacakken ayağı takıldı ve yüzüstü düştü. Roxas içinden, "Ne yapıyor lan bu?" Dedi. Sonunda yanına varmıştı. Yakından daha masum ve tatlı görünüyordu. Dalgalı kızıl saçları, kırmızı teni ve mavi gözleri vardı. Beyaz gömleği, dizine kadar gelen etek onu daha da tatlı yapıyordu. "Merhaba yüce savaşçı. Adınızı öğrenebilir miyim?" Roxas, elini kafasına koyup okşadı. Yumuşacıktı saçları. Bıraktı, gülümseyerek baktı çocuğa. Kötü görünümünden eser yoktu. "İsmim Roxas. Sizin adınızı öğrenebilir miyim küçük prenses?" Küçük kız, kendisine prenses denildiği için sevinmişti. Tebessümle cevap verdi. "Lucy. Çok muhteşem dövüştünüz. Silahınızı çıkarmadan bitirdiniz. Sizin gibi bir insan, insanlığa çok büyük bir yararı olabilir. Fakat insanlar sizden neden nefret ettiğini duyunca kötü oldum. İyi biri gibi görünüyorsunuz. Kan dökmenizin bir sebebi vardır zannediyorum. Ne olduğunu sorabilir miyim?" Roxas, asık suratını saklayamadı. Mutsuzdu, çok mutsuz. "Söyleyemem. Kendimle beraber mezara götüreceğime and içtim." Lucy, al yanakları ile dudaklarını büzüştürdü. Yan gözle baktı. Konuşmasına devam etti Roxas. "Haydi ama! Bu benim küçük bir sırrım." Lucy, bir anda tiz sesiyle, heyecanla konuştu. "Güçsüz bir kızım. Ailem de yok, yapayalnızım. Acaba beni güçlü bir maceraperest yapabilir misiniz?" ****** Güneş; batıp tekrardan doğuyordu. Horozlar daha yeni ötmeye başlamış, Roxas, şehir kapısına doğru koşuyordu. Roxas, Lucy'nin söylediği kelimeleri kulağında duyuyordu. 'Ailem yok, yapayalnızım.' Duyduğu kelimeler, içini yakıyordu. Ailesi olmadığı hâlde, nasıl umutsuz olamıyordu? Aynı şeyleri yaşamıştı. Fakat ona elini uzatıp, oturduğu kuytu köşelerden kurtarmış olmasaydı hâlâ umutsuz olabilirdi. Belki de ölürdü. O parlaklığı aklının bir köşesinde kazılıydı. Onun sayesinde dövüşebildi, özgür olabildi. Şehir kapısının önünde duran kıza baktı. Koskocamandı kale kapısı. Paslanmış demirlerle, kilitli bir kapıydı. Açmak için bir altın, geçmek için bir altın verilirdi. Bu yüzden kapı bekçileri alınan vergiden kendisine pay bırakırdı. Sonuçta ölüm tehlikesi çok yüksek bir iş yapıyorlardı. Kapının önünde duran kızıl saçlı Lucy idi. Zıplaya zıplaya el salladı. "Usta!" Dedi tiz sesiyle. Roxas, onu sevmişti. Kız kardeşini hatırlatıyor, hayatına biraz olsun sevgi katıyordu. Doğru, kapı muhafızları, Roxas'ı en son ne zaman gülümseyerek görmüşlerdi? Koşa koşa yanına geldi Lucy. Yanına gelir gelmez bir tane fiske yedi alnına. Acıdan kıvranan Lucy, isyan etti. "Neden vurdun?! Ah, acıdı." Roxas, kıs kıs güldü. Kardeşine de böyle vururdu. "Lucy, insanlar daha uyanmadı. Uyandırırsan, sıkıntı çıkaracaklar." Lucy, kafasını evet anlamında salladı. Roxas'ın gururunu okşadı. "Tam da ustamdan beklenildiği gibi!" Roxas, kelimelerini umursamadan sırtındaki kılıflardan iki tane tahta kılıç çıkardı. "Dünkü konuşmamızı hatırlıyorsun değil mi Lucy?" Sorusuna, soruyla cevap verdi. "Eğitimden sonrası mı?" Roxas, beden dilini kullanarak onayladı. Minik kız devam etti konuşmasına. "Evet, hatırlıyorum. Bana verdiğin taktik değil mi?" "Bana sırasıyla tekrardan söyler misin?" Kız, anlam çıkaramadan söylediklerini yaptı. "Birinci sırada; silahını çıkarmadan rakibinin yeteneklerini gözle. İkinci sırada; defansif oynayarak bir anda agresifleş ki rakibin ne olduğunu anlayamasın. Üçüncü sırada ise eğer kendi canın tehlikedeyse geri çekilip, savaşı sonlandır." Roxas, alkışladı öğrencisini. Kafasını okşayarak, düzelttiği saçını bozdu. Lucy, kızıl saçlarını düzeltmeye çalışırken, bir yandan ustasını dinliyordu. "Doğru. Fakat üçüncü sıra bazen en önemlisi olabilir. Her ne kadar sıra önemliyse can güvenliği de önemlidir. Bunu dikkate al ve maceracı ol." Talim kılıçları çarpıştı. Rasgele sallıyordu Lucy. Roxas, savunma yapıyordu. Kafasına doğru gelen talim kılıcını, kılıcıyla savundu. Soğuk katil, açığını gördü. Savunmayı bırakıp, adeta Lucy'nin etrafında dönerek, arkasına geçti. Boynuna tuttu kılıcı. Her şey çok aniydi. Lucy, tekrardan başarısız olmuştu. Kılıcı elinden bırakıp sırtüstü uzandı yere. "Galiba başaramayacağım!" Diye sızlandı. Elini uzattı Roxas. "Bence başaracaksın küçük prenses." Elinden tuttu, yardımıyla kalktı ayağa. Kılıcını yerden alıp tekrar denedi. Tekrar, tekrar... Her defasında yorulsa da, o da özgürce uçup dünyayı keşfetmek istiyordu. Denizleri, toprakları, buzla kaplı dağları, çiçekleri, bitkileri... Yere düşmüştü. Kılıcına tutunup, kalktı tüm cesaretiyle. Dişlerini gıcırdattı. Harap olmuş yüzüyle baktı ustasına. Üstüne cesurca atladı. Kılıcını yukarıdan saldırdı. Tekrardan açık bıraktı. İçinden binbir türlü şey geçiyordu zavallı kızın. Ama çevik davranarak açığını kapattı. Ustasının gülümsediğini görünce gururlandı. Bu sefer sağdan saldırdı. Roxas, bir eli arkada diğer eli sürekli defansa oynuyordu. Sağdan gelen saldırıyı yuvarlak kabzasıyla engelledi Roxas. Hatta kılıcını çekmesiyle, rakibinin silahını yere düşürdü. Yine de pes etmedi kız. Geri çekildi. İçinden konuştu. "Mantığımı kullanırsam, onu yenebilirim!" Koşuyordu kalan gücüyle üstüne. Nefes nefese kalmış bedeni, hayallerin peşinden koşuyordu. Yıldız gibi parlıyordu Roxas'ın gözünde. Hayatını değiştirmişti küçük kız. Ama ciddi olmalıydı. Onun gelişmesini sağlamalıydı. Kılıcı daha sıkı kavradı. Hâlâ koşuyordu. Stratejisini çoktan belirlemişti. Küçücük bedeni ve kalan erkesi ile böyle bir şey yapabilir miydi? Bilemiyordu, denemeliydi. Çarpıştılar. Roxas, kılıcı doğruca karın boşluğuna savurdu. Lucy, çevikti, eğilerek kurtuldu. Bacakları açık olan Soğuk Katil, ne yapacağını anladı. Müsaade etmeyecekti. Geriye atıldı. Fakat kılıcı elinden zorla alındı. Şimdi ise elleri boşta kalan Roxas idi. Yavru kaplan gibiydi. Alnından dökülen teri umursamayıp, nefes nefese baktı ustasına. Adım atmayı denedi, atamadı. Bütün enerjisini bir anda harcamıştı. Gözleri kapandı, kendisini salıverdi. Kucakladı minik öğrenciyi. Sırtına attı, bacaklarından tutarak taşıdı omzunda. Evine doğru yürüdü tebessümle. Dar sokaklardan geçiyordu Roxas. Bu sefer mutlu olarak. Başına gelecek olaylardan habersizce yürüyordu... Yorumlarınızı eksik etmeyin. Umarım iyi bir şeyler yazabilmişimdir :D.
  16. Plastic Memories プラスティック・メモリーズ Bölüm Sayısı: 13 Tür: Bilim-kurgu, Romantizm, Dram Stüdyo: Doga Kobo Sezon: 2015 İlkbahar Sinopsis Üniverisite giriş sınavlarında başarısız olan, 18 yaşındaki Tuskasa Mizugaki'ye, babasının bağlantıları sayesinde, SAI Corporation tarafından bir iş teklifinde bulunulur. SAI Corporation, insani duygulara sahip androidlerin üretimi ve yönetimiyle ünlüdür ve Tsukasa bu şirketin, Merkezi Servis Departmanı'nda görev alacaktır. Bu bölümün görevi vadesi yaklaşmış giftiaları geri toplamaktır - kısaca burası giftialar için son duraktır. Daha da kötüsü (ya da iyisi), Tsukasa'ya, departmanda, Isla (Ayla) adında bi giftia ile birlikte çalışması emredilmiştir. Isla, çalışanlara çay servis etmek dışında, daha önce hiç bir sorumluluk almamıştır. Her sezonun, şüphesiz, heyecanla beklenen, üzerinde henüz başlamadan sıkça konuşulan ve yayınlandıkları sezonun en iyi serileri olacakları iddia edilen animeleri vardır. Bununla beraber, her sezon kendi içerisinde sürprizleri de barındırır. Ben bu süprizlere genellikle bahar sezonunda denk gelirim. 2015 bahar sezonu da bir çok yüksek kaliteli yapımın yanında, bu sürprizlerden birini, Plastic Memories'i getirdi. Plastic Memories, 2014'ün aynı sezonunda yayınlanan Hitsugi no Chaika ya da 2011 bahar sezonuna karşılaştığımız Denpa Onna to Seishun Otoko da olduğu gibi eksantrik bir kız ve ona göz kulak olmaya çabalayan bir delikanlıyı konu alıyor. Isla'nın partneri olan Tsukasa bir yandan onunla düzgün ve sürekli bir iletişime geçmeye bocalarken, bir yanda da ikili giftiaların geri alımı görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlar. Hikayenin ilk bölümünde, seri, Tsukasa ve Isla'nın görevlerini yerine getirirken, insalar ve giftialar arasındaki ilişkileri kavramalarına şahitlik etmemize izin veriyor. Bu esnada, Isla ve Tsukasa - ben zamansız iliştirildiğini düşünsemde - kendilerini komik ve garip durumlar içerisinde buluyorlar fakat aynı zamanda görevlerinin zorluklarıyla da yüzleşme fırsatları oluyor. Hikayenin ikinci bölümü ise ilk bölümde anlatılan temanın Tsukasa ve Isla üzerinde adeta yansıması gibi. Isla, Tsukasa ve ekibin geri kalanı ile olan ilişkilerinde ilerleme kaydederken, Tsukasa, kendisini, görevini sorgulamasına neden olan zor bir kararla karşı karşıya buluyor. Animede, Tsukasa ve Isla dışında çok fazla ekranda görünme süresine sahip olmasada, oldukça eğlenceli karakterler mevcut. Bunlar içerisinde Tsukasa'nın gizli hayranı Michiru ve onu bu konuda sürekli iğneleyen partneri giftia Zack ile Isla'nın romatik hayatı ile yakından ilgilenen Eru belki de en çok ön plana çıkanlar. Michiru, Tsukasa'ya karşı hisettiklerini pek açık etmek istemeyen bir tsundere. Ama ne yaparsa yapsın, Zack'ın bu duygularını, onun yerine, insan içinde dillendirmesine engel olamıyor. Eru ise bir teknisyen Isla ile yakından ilgileniyor. Hikayenin bir bölümünde onun da geçmişine değiniliyor. Bu karakterlerin yer aldığı sekanslar hikayeye ayrı bir heyecan ve keyif katıyor. Geri kalan karakterler, Tsukasa ve Isla'ya yol göstererek hikayeye katkı sağlıyorlar. 12 bölümlük seride, özellikle Tsukasa ve Isla'nın karakter gelişimlerine odaklanılmış. Sonunda ikisi de büyük sayılabilecek bir değişim geçiyorlar. Yönetmen Yoshiyuki Fujiwara anlaşılan konunun çok fazla dağılmasını istememiş (edit: zira ilk bölümlerde yeterince dağınıktı). Bunu yaparak, doğru bir karar aldığını söyleyebiliriz. Zira verilmek istenen mesaj açıkça izleyiciye ulaşabiliyor. (edit) Bu nitelik aynı zaman Plastic Memories'i izlemesi ve sindirmesi kolay bir seri olmasına katkı sağlıyor. Anime seiyuu kadrosu, Isla'yı seslendiren Sora Amamiya(Tokyo Ghoul - Touka, Akame ga Kill! - Akame) dışında genellikle yan rollerde görev isimlerden oluşuyor. Tsukasa'yı seslendiren Yasuaki Takumi'nin Sora Amamiya ile uyumu genellikle göze batmıyor. Eru'yu seslendiren Sumire Uesaka ve Michiru'yu seslendiren Chinatsu Akasaki, enerjik teknisyen ile tsundere iş arkadaşına hayat vermede başarılı olduklarını söylemek yalnış olmaz. Doga Kobo tarafından anime edilen serinin animasyon kalitesi üst düzey olmasa da belli bir standardı tutturuyor. Gelecekte geçen bir seriye göre Plastic Memories'in mekanlarındaki çeşitlik az ve çok önemli sahneler dışında arkaplanların detayları oldukça düşük. Seri bu alanlardaki boşluğu iyi tasarlanmış karakterlerle doldurmaya çalışıyor. Özellike yakın planlarda karakterlerin canlılığı oldukça iyi. Yapımın müzikleri sizi çok fazla rahatsız etmeyecek. Açılış ve kapanış parçaları serinin ruhunu yansıtıyor. Plastic Memories, yukarıda bahsettiğim tüm bu yöneleri ile izlemesi kolay, zaman zaman içinizi ısıtan, zaman zaman ise bir burukluk hissetmenize sebep olan -belki de sizden bir kaç damla göz yaşı çalabilecek- kaliteli bir yapım. İlk bir kaç bölümdeki şoku atlatırsanız büyük bir keyif ve heyecanla izleyecekseniz. Gitmeden önce seriyle ilgili dikkat çekici bir noktayi vurgulamakta fayda var. Her açılışta Isla'nın ifadesine dikkat ettiniz mi? https://www.youtube.com/watch?v=XXWXrhwdkAc ***** Kutatgu'nun notları bölümü Seri yayınlandığı tarihten bu yana bu incelemeyi yazmayı bekliyordum ama hayat araya girince bir türlü kısmet olmadı. Bu incleme, aslında, ilkbaharda takip ettiğim bu seriden, aklımda kalanlarla oluşturuldu. Bu nedenle eksik bulduğunuz yönleri kıyasıya eleştirmekten kaçırmayın. Ayrıca yazının sonuna daha derin görüşler ekleyecektim. Ama içiniz baymasın diye o bölümü şimdilik çıkarmaya karar verdim. Son olarak seriye verdiğim not mynaimelist'de 10 üzerinden 7'ydi. Şimdilik bu kadar. Yok bu kadar değil. İncelememi istediğiniz anime olursa istek yapabilirsini :D
  17. Hikayenin Başladığı Yer (Spoiler içinde o ana kadar ölen karakterlerin ismi yazmaktadır.) Hikaye animenin 18. bölümünden sonrasında geçmektedir. -Night Raid- Tatsumi: Canlı Bulat: Ölü Sheele: Ölü Chelsea: Canlı Najenda: Canlı Akame: Canlı Leona: Canlı Mine: Canlı Lubbock: Canlı Susanoo: Canlı -Jaegers- Bols:Ölü Dr. Stylish: Ölü Wave: Canlı Esdeath: Canlı Kurome: Canlı Run: Canlı Seryu: Canlı Bu Hayran Kurgusu hikayede okumak için iki yoldan birini seçmelisiniz. Olaylar başladıktan sonra seçeceğiniz yolu takip ederek aynı başlangıçtan bambaşka bir son elde edeceksiniz. Aşağıdaki bilgilerden hangi hikayenin ilginizi daha fazla çekeceğine karar verebilirsiniz. Akame Ga Kill savaş odaklı bir anime olduğundan iki hikayede de aksiyon bulunmaktadır*. *Bu FF'i daha önce okumuş olanlar doğrudan 2. hikaye, yani "Dördüncü Yaprak Düştüğünde"yi seçmelidir. ;) Aynı zamanda isterse birinci hikayenin düzenlenmiş ve içerik açısından zenginleştirilmiş versiyonunu da okuyabilirler. Ay Kanamaya Başladığında | Dördüncü Yaprak Düştüğünde Tür: Romantizm, Aksiyon, Fantazi | Aksiyon, Trajedi, Dram, Psikolojik Odaklanılan Karakter: Akame | Chelsea Yaş sınırı: +13 | +18 (Yarışmaya Dahil Değildir!) Tema Müziği* : X | X *God Eater adlı oyundan alınmıştır. "AKB Yolu" Ay Kanamaya Başladığında Bütün Sorunlar Çözülecek. Geceleri Avlananları, Gecenin Kendisi Avlayacak. "DYD Yolu" Dördüncü Yaprak Düştüğünde Eğer Çığlıklar Son Bulursa, Kızıl Ateşin İçinde, Huzur Bulunabilir mi? AKB (Ay Kanamaya Başladığında) Rotası Tamamlanmıştır. PDF halini ister tarayıcıdan, isterseniz indirerek okuyabilirsiniz. :) https://drive.google.com/file/d/0B2a7i75FpsaVUWVwdUlJLVQtc2c/view?usp=sharing BİRİNCİ KISIM (Giriş ve 1. Bölüm iki hikayede de aynıdır.) -Prolog- -Buraya nasıl girdin? -… -Sana, burayı nasıl bulduğunu sordum. -Najenda’yla konuşmam gerek... Çekil önümden. -Üssümüze gizlice girip konuşmaya geldiğini söylüyorsun. Çocuk mu kandırıyorsun sen?! Karşımda bana nefretle bakan pembe kıyafetli bir kız… Yüzüme doğrultulmuş bir silah… Görmekten nefret ettiğim bir yüz ifadesi… -Sadece konuşmaya geldim. Sadece— -Sana inanmıyorum. Herkesi alarma geçirdim bile. Yakalama ilanlarında birkaç kez gördüğüm kız, Mine, gardını indirmeden beni tartıyordu. Birkaç metre uzağımda olmasına rağmen elindeki koca tüfeği tereddüt etmeden bana doğrultmuştu. Bir yandan da göz ucuyla kemerime bakıyordu. -Bana başka bir seçenek bırakmıyorsun. Ben kendi yolumu bulurum. -Hah. Zaten silahla gelen birinin sözüne güvenmemi beklemeyemezsin. Ancak ölün beni geçebilir, Pumpkin! Cümlesini bitirdiği anda silahını ateşlemişti. Büyük bir ateş bulutu saliseler içinde silahından çıkarken hemen kılıcıma davranmış ve önümdeki silaha doğru çekmiştim. Eğer saldırıyı bloklamayı ya da kaçırtmayı denersem geç kalırdım. O yüzden kılıcımın ucuyla Pumpkin’in namlusunu arkamdaki cama doğrultmuştum. Büyük bir patlamayla beraber kattaki bütün camlar kırılmış ve etrafı duman kaplamıştı. Yüzünde şaşkın bir ifade olan Mine bir saniyeliğine açık vermiş ve dumanı da fırsat bilerek arkasına geçmiştim. -Neden?! Neden bu kadar güçlü patladın Pumpkin?! Avantajlı durumda olan bendim! Mine silahının özelliğinin aktif olmasına şaşırmış bir şekilde etrafına bakınıyordu. Dumanın içinde beni arıyor bir yandan cama doğru yaklaşıp temiz hava almaya çalışıyordu. Dediği son laf sayesinde yüzümde küçük bir tebessüm belirmişti. Benden önce ateş ederse avantajlı olacağını zannetmişti kız. Halbuki Pumpkin gerçeği ondan önce farketmiş olmalıydı. Şanslıydı ki dediklerim yalan değildi. Gerçekten de, Night Raid’in üssüne konuşmaya, en azından bazı şeyleri değiştirmeye gelmiştim. Önümdeki ilk engeli kolay şekilde aştıktan sonra doğruca hedefime gidiyordum. Bölüm 1. İmkansızı Yok Et. (DYD ve AKB rotası) Her gece, o kabusu tekrardan görüyorum... Yanık barut kokusu, yer yer oluşan kan gölleri, sisten önümü bile göremezken uzakta havaya saçılan uzuvlar... Her yerde... Ama her yerde, çığlık sesleri... Ben ise, ayakta, hareketsiz bir şekilde duruyordum. Bir kabustu bu. Hemde geçmişte gerçekten yaşadığım bir kabus... İnsanların birbirlerini acımadan öldürmelerini izlediğim, oluşan ceset kulelerinin yıkıldığına şahit olduğum, yanındakileri kurtarmaya çalışmak yerine acılarına son vermek için öldürdüklerini gördüğüm bir kabustu. Orada neden bulunduğumu hatırlamıyordum. Nasıl hayatta kaldığım, ondan sonra ne yaptığım şokun etkisiyle zihnimden silinmişti. Tek bir kişi hariç... “Talsen, ayağa kalk!” Gözlerimi açtığım anda refleks olarak sağa doğru atılmıştım. Kafamın önünden geçen uzun kılıç kayaya çarpmış ama anında yön değiştirip tekrar üstüme geliyordu. Kendime gelmiştim. Ben... Ben, tekrar savaşıyordum... Kılıcı sağ elimdeki silahla hızlı bir şekilde blokladım ve mümkün olduğunca arkaya zıpladım. Durumumu tekrar gözden geçirmek için kendime birkaç saniyelik vakit yaratmak istemiştim. Karşımda bir kız vardı. Uzun, siyah saçları gözlerinin önüne düşmüş, kırmızı gözleri bedenimi delercesine bakıyordu. Giydiği siyah kıyafet toz, toprak olmuş, elindeki katana ise doğrudan boğazımı gösteriyordu. Bu kızı tanıyordum, “arananlar” listesindeki adı dudaklarımdan bir anda çıkmıştı: -Akame.. Katana tekrardan yüzüme geliyordu. “Yeter artık...” Üzerime gelen katanayı tüm gücümle sola ittim ve boşta kalan elimi açıp avucumla karnına vurdum. Bu ani darbeyi beklemeyen Akame darbenin etkisiyle öksürmüş ve savunmaya geçmeye çalışmıştı. Bu vuruşum onu bir saniyeliğine nefessiz bırakmıştı. Şu an istesem ona hasar verebilir hatta birazcık şansla beraber öldürebilirdim. Ama bitirici vuruşu yapmadım. “Sonuçta bütün amacım bunu engellemek değil miydi?” Yerde takla attıktan sora nefes almak içi geri çekilmişti. Gözlerindeki nefret gittikçe derinleşiyor, ruhumu yaralıyordu. Neden onunla savaşıyordum? Aynı tarafta değil miydik? Daha iyi bir gelecek için, insanların acı çekmesini önlemek için uğraşmıyor muyduk? Hayır, onunla aynı tarafta değildim. Çünkü onu da yok etmeye çalışıyordum. Aynı Kapitol’e ve Jeager’lara yapacağım gibi... Bundan 2 saat önce bir karar vermiştim. Bu savaş, devrimcilerin ve Kapitol’ün arasındaki bu yıkım... Asla iyi sonuçlanmayacaktı. Yozlaştığını bildikleri bir sistemi çökertmek için aynı yönteme başvurmaları sadece daha fazla yıkım gerekirdi. Komik olan tarafı ise, devrimcilerin gerçekten yapabilecekleri başka bir şey yoktu. “Katilleri öldürerek, yerlerine başkalarını düşünen yöneticiler getirmek..” Çok doğru bir amaç gibi geliyordu, değil mi? Doğru olan şey uğruna savaşmak, değişim için fedakarlık ettiğini görerek ölmek.. “Yeter artık..” Yanlış seçimler, yanlış kararlar... Kendini feda ettiğinde başkalarının da çökeceğini bilsen bile, yine de senden öncekilerin fedakarlıkları için savaşmak.. Akamenin yaptığı buydu, Night Raid’in yaptığı buydu. Onlarda biliyorlardı. Bu savaşın nasıl sonuçlanacağını, yanındakileri nasıl kaybedeceklerini.. Benden iyi biliyorlardı.. Bu yüzden, onları yok edecektim. Ve bunu en kısa şekilde yapacaktım: Önce, Akame’yi yok ederek. Çünkü onları kanatmanın en kolay yolu buydu. Ay kanamaya başladığında, Hepsi teker teker düşecekti. Peki, ben kim miydim? Bu soruyu bende kendime soruyorum... Kılıcımı tekrardan sımsıkı tuttum. Elimdeki rapier, belkide bu kararı verirken güvendiğim tek şey olmuştu. Sonuçta onun sayesinde bu gücü dengeli bir şekilde kullanabiliyordum. Artık zamanı gelmişti, savaşı bitirip adımı duyurmalıydım. Geri çekildim. Saçlarımın ve ellerimin elektriklenmesine izin vererek, öne doğru atılmak için yaylandım. Raiperin ucu doğrudan Akame’yi gösteriyordu. Akame ise hazır bir şekilde bekliyordu. Harekete geçtiğim anda bunun bir daha geri dönüşü olmayacaktı. Ya o, ya da ben bu savaşı kaybedecektik. Tüylerim diken dikendi, rapierin ucundan küçük kıvılcımlar çıkıyor, sadece sağ ayağım yere tam olarak basıyor, havadaki sol topuğum ise yere kıvılcımlar gönderiyordu. İki elimle rapieri kavradım. Ve hiçbir şeyi düşünmeyerek doğrudan Akame’nin üstüne atıldım. Akame gözlerimin içine bakıyordu. İlk kılıç saldırımı bloklamış ve aramızdaki mesafeyi açmak yerine daha da yakınlaşmıştı. İkinci saldırımı kılıcı tutan sağ eline yapmıştım. Rapier hızlı bir şekilde eline gelirken vücudunun sağ kısmını geriye çekmiş ve kafama tekme atmak için arkasını dönmüştü. Bunu fark etmemle eğilmiştim ve yeni saldırıyı karnına yapmak için tekrar yakınlaştım. Tehlikeyi fark eden Akame hareketi yarıda kesip kılıcımı bloklamıştı. İki kılıç arasında kıvılcımlar çıkıyordu. Sağ, sol derken sürekli birbirlerine çarpıyorlardı. Artık geri çekilmek gibi bir seçenek yoktu. Bunu ikimizde bildiğimizden durmadan saldırıyorduk. Onun kılıcının özelliğini çok iyi biliyordum; eğer bir kez bile derimi keserse beni öldürebilirdi. Bu yüzden ona saldırmak için yakınına gelmem aslında benim aleyhimeydi. Ama bunu ben istemiştim. Çünkü... Son saldırıyı Akame yapmıştı. Rapieri sert bir kılıç darbesiyle aşağıya çekerek omzumda yara açmak için kendi kılıcını uzatmıştı. Hemde kendisini çok kısa bir süre için savunmasız bırakarak... Amacı belliydi. Beni başka türlü yenemeyeceğini anladığından bu yolu seçmişti. Bu saldırı bana değdiğinde birkaç dakika içinde ölecektim. Ama eğer bu anı değerlendirirsem onu da benimle beraber mezara sokabilirdim. Gerçekten... Anlamadıkları tek şey buydu. Night Raid’in üssünü basıp, onları ikna etmeye çalıştığım konu buydu. Yozlaşmış bir krallığı, kan dökerek düşüremezlerdi. Yine de bana karşı çıkmışlardı. Ne olursa olsun, bu amaç uğruna fedakarlık etmeye hazırlardı. Ve bende, bu yüzden onlara savaş ilan etmiştim. “Yeter artık...” Omzuma gelen kılıcı büyük bir hışımla sol elimin içine almıştım. Şans eseri düz kısmını tutmayı başardığımdan elimin kesilmesini önlemiştim. Bütün vücudum bir anda titremişti. Rapieri yere bıraktığım anda sağ elimi Akame’nin göğsüne koydum. Ve karşımda, bana şaşırarak bakan kıza şu sözü söyledim. -Artık bitti... Gözlerimi kapattım. Tekrar açtığım anda ise varlığını hissettiğim kuvvetin elimden Akame’ye akmasına izin verdim. Çıkan ilk kıvılcımla beraber Akame’nin bütün vücudunu elektrik kaplamıştı. Masmavi parlayan elektrik bedenini sarmasıyla beraber Akame çığlık atmaya ve acı içinde kıvranmaya başlamıştı. Yaklaşık 5 saniye boyunca onun acı çekişini izlemiştim. Bu görüntüye dayanmak tahmin ettiğimden daha zordu. Ama, ama yapabilecek başka bir şeyim yoktu. Avcumun içinde tuttuğum kılıç kısa bir süre sonra kırılmış Akame ise acının etkisiyle bilincini kaybetmişti. Bedeni tam düşecekken onu tutmuş, kollarımın arasına almıştım. Ama biraz önce yaptığım şeyin etkisiyle dengemi kaybetmiş ve Akame kucağımdayken dizlerimin üstüne çökmüştüm. Bedenim titriyordu. Göz pınarlarım ona yaptığım şey yüzünden boşalmış, yanağıma gelen timsah gözyaşları kendime olan nefretimi arttırmıştı. -Başka yolu yoktu Akame... Ben... Özür dilerim. Akamenin teigusu parçalara dağılmış, rapier ise toprağa saplanmıştı. Kucağımda Akame’nin kalp atışlarını duyabiliyordum. Güçlü ama bir o kadar da kırılgan olan bedeni ellerimin arasında sakin bir şekilde duruyordu. Uyanması biraz zaman alacaktı ve benimde yaptığım saldırı yüzünden ayağa kalkabilecek gücüm yoktu. Yükselmeye başlayan aya bakıyordum. Sanki ne yaptığımı biliyormuş gibi kızıl rengiyle bana bakıyordu. Bu ıssız alanda, yaptığım ilk savaşı ben kazanmıştım. 2. Bölümün en başı iki hikayede de aynıdır. Bölüm 2. Birinci Yaprak (DYD Rotası) 1 gün sonra... *Night Raid’in Üssü* Öğleden sonra, yavaş ve temkinli adımlarla bir hafta önce bastığım üsse tekrar giriyordum. Ama bu sefer gizlice değil, doğruca ön kapıdan, belki bir tuzağın içine doğru... Kemerimde beni dizginleyen kılıcım, kucağımda ise baygın ve güçsüz düşmüş bir bedenle... Kapının önünde ise, “o” bana bakıyordu. Acımsayarak, küçümseyerek, üzülerek, şaşırarak---- ----Chelsea’nin yüz ifadesini anlamak mümkün değildi. Beni gördüğü gibi koşmaya başlamıştı. Ama gardımı indirmeme rağmen savaşmak istediğini hiç düşünmüyordum. Çünkü baktığı tek şey Akame’nin savunmasız bedeniydi. Yanıma geldiğinde dizlerinin üzerine çökmüştü. Ağlamaklı yüz ifadesi başımı ağrıtıyor, göğsümde ince bir acıya sebebiyet veriyordu. Kucağımdaki kızı nazikçe ona devretmiştim. Eline aldığında ise ağlamaya başlamıştı. -Akame! Akame!!!! Chelsea’nin gözyaşları yanağından akarken ağzımdaki iğrenç tadı unutup daha fazla ağlatmadan gerçeği söylemiştim. -O yaşıyor... Ağlamayı bir anda kesip kulağını Akame’nin göğsüne koymuştu. Yüzünde oluşan küçük bir tebessüm ve rahatlamadan sonra konuşmaya devam ettim. -Ama artık Teigusunu kullanamaz. Yüzündeki ifade yerini nefrete bırakmıştı. Gözlerimin içine bakarken ağlamak istiyordum. -Sen?! Planımı uygulamaya devam ettim. -Evet, ben... Birebir çarpıştık, ve o kaybetti. -... Sinirliydi. Belki de buraya ilk gelişimde dediklerim ona ulaşmamıştı. -Şimdi, ne kadar ciddi olduğumu anlıyor musun, Chelsea? -Keşke... Keşke karşıma hiç çıkmasaydın! Bunca zaman sonra... -Bunca zaman sonra... tam 12 yıl olmuştu, değil mi? Yüz ifadesi bir anda değişmişti. Artık beni görmüyor, boş bakıyordu. -Eğer o gün ölseydin.. -Eğer o gün ölseydim, seni bu savaştan sağ şekilde kurtaramazdım. -Sana katıldığımı kim söyledi?! Sen... sen Akame’yi ..! -Onu öldürmedim. Ama artık eski Akame değil, savaşması kesin ölümü olur. Chelsea gözlerini yere devirmişti. Akame’nin göğsünde oluşan yanık izine bakıyor, bir yandan da düşünüyordu. -Hey... Talsen, Seni öldürücekler... Biliyorsun, değil mi? -O gün geldiğinde, ne yapacağımı çok iyi biliyorsun. Seni, arkadaşlarını, benimle savaşmak isteyen herkesi yok edeceğim. Gözleri dediğim son şeyden sonra gövdeme dikilmişti. Büyük ihtimalle belimin sol tarafındaki kılıca bakıyordu. -... O elindeki şey, seni ele geçirecek... O zaman, istediğin kadar pişman olabilirsin, ama sonucu değiştiremeyeceksin. - Hayır Chelsea, yanlış düşünüyorsun. O şey beni ele geçiremezdi. Ama----- -Eğer bu şey beni kontrol edemezse... İşte o zaman her şey yok olucaktı.. Bugün savaşmak için gelmemiştim. Sadece Akame’yi güvenli bir yere bırakmak ve uzun süredir görmediğim Chelsea’yi tekrardan görmek istemiştim. Bundan 12 yıl önce, ben ve Chelsea, aynı kasabada yaşıyorduk. Diğer çocuklardan şanslı olarak, barışçıl ve sakin bir bölgedeydik. Avlanmak için basit eğitimler alırken, genelde birbirimizle oynuyor ve büyüklerimizi gözlemliyorduk. Ta ki, o güne kadar. O kanlı günde, kendimi savaşın ortasında bulduğumda, Chelsea artık yanımda değildi. Çünkü onu kaçırmışlardı. Hatırladığım sadece bu kadardı. Kendime ne olduğunu bilmediğimden, onu aramaya gidip gitmediğimi hatırlamıyordum. O zaman istesem de kurtaramazdım zaten. Ama beni hâlâ hatırlaması... Bunu beklemiyordum. Belki de planımı değiştirmeliydim. Aslında... Değiştirmem gerekiyordu. Çünkü arkamı döndüğümde, yüzüme doğru gelen buz parçası beni savaşmaya zorlayacaktı. Kılıcımı çıkardığım anda buz parçasını ortadan ikiye delmiştim. Küçük kristaller yanımdan geçerken, önümdeki manzarayı tam olarak algılamak için tekrar bakıyordum. -Bizi buldular! Chelsea titreyerek ayağa kalkmıştı. Bu benim suçu olmalıydı. Tam önümde, üsse yaklaşık 500 metre uzaklıkta, kapitol’ün ölümcül ekiplerinden birisi duruyordu. 5 kişilerdi, sayıları az görünse de yaydıkları ölümcül aura beni bile tedirgin ediyordu. -Chelsea. Akame’yi çabuk buradan uzaklaştır! Ayakta sakin şekilde durmaya çalışan Chelsea bir çıkış yolu arıyordu. Dediğimi pek duymuşa benzemiyordu. -Takım arkadaşların burada değil bunu biliyorum. Artık gizli üssünüz bulunduğuna göre burada kalamayacağını da biliyorum. -... -Ama beni iyi dinle! Akame’nin hayatı senin ellerinde, onu buradan götürmelisin! -Ama sen---- -Bu benim suçum. Onları buraya ben getirmiş olmalıyım. -Talsen ama sen----- -Chelsea yeter! Sizi yok edeceğimi söyledim ama ölmenize izin veremem! Senin ölmene izin veremem. Chelsea’ye konuşması için fırsat bırakmamıştım. Onu bir an önce uzaklaştırıp zaman kazanmalıydım. Bunları düşünürken, yüzümde bir gülümseme belirdi. Kafamı son kez arkaya çevirip Chelsea’ye şunu dedim. -Son olarak, mümkünse yalıtkan bir yerde saklanın. Sonrasında ise kılıcımı sımsıkı tutarak önümdeki ekibe doğru koşmaya başladım. Zorlu ama tek taraflı bir savaş olacaktı. Söylediğim... Tabiki onlar için geçerliydi... Bölüm 3. İkinci Yaprak (DYD Rotası) Neden? Neden olaylar istediğim gibi gitmiyordu? Böyle olmaması gerekirdi... Böyle olmaması gerekirdi.... Böyle olmaması---- ----lazımdı. Bir saldırıyı daha bloklamıştım. Wave kılıcını bütün kuvvetiyle omzuma itmiş ve rapierle bloklanmıştı. O anda sağ tarafıma gelen buz kütlesini engellemek için kılıcını itip geriye takla atmıştım. Savaş beklediğim gibi gitmiyordu. Onları ciddiye almamam beni sistematik şekilde zayıflatmayı başarmalarına neden olmuştu. Tek istediğim Chelsea ve Akame için biraz zaman kazanmaktı. Asıl planım onlar güvenli bir yerde saklandıktan sonra Jaeger ekibini püskürtmekti. Ama şu an planımı gözden geçirmem gerekiyordu. Hepsini teker teker takip edemiyordum.Kurome 7 kuklasını da yönetiyordu. Run uzaktan destek ateşi açarken Esdeath takımı yönetiyor ve boş anımı yakaladıkça buz kristalleriyle beni dürtüyordu. Wave ise birebir çarpışarak diğerlerine ulaşmamı engelliyordu. Beni daha önceden tanıyor olmaları imkansızdı. Gücümü, kim olduğumu daha onlara göstermemiştim. Eğer bugün buraya gelmeselerdi birkaç gün sonra onları teker teker avlayacaktım. İçimi bir anda büyük bir korku kapladı. Bir kişi eksiklerdi! Wave’in kılıcını rapierle tekrar blokladıktan sonra eğilmiştim. Solumdan yaklaşan kukla saldırdığı anda altından geçip sağ tarafımdan gelen kuklaya tekmeledim. Kazandığım birkaç saniyede herkesi tekrar saydım. Wave, Run, Esdeath, Kurome... SERYU EKSİKTİ! Nerde neRDE NERDEYDİ Bu KIZ?! Bir hışımla arkama bakmıştım. Benden 500 metre uzaktaki kapıda kocaman bir delik vardı. Hayır! Hayır Hayır!! Onun ve tiksinç köpeğinin Chelsea’ye yaklaşmalarına izin veremezdim. Akame gücünü yitirmişti, Chelsea’de onun gibi bir manyağa karşı kendini savunamazdı. Dikkatimin dağıldığını anlayan Esdeath yolladığı ince buz kristallerini göğsüme saplamayı başarmıştı. Acı içinde göğsümü tutarak geri çekildikten sonra Esdeath elini kaldırmış, diğerleri saldırmayı kesmişti. Bana doğru yürürken bir yandan da konuşmaya başlamıştı. -Kişisel olarak algılama sakın. İmparator seni öldürmemi emretti. Yoksa, sana teşekkür bile etmemiz gerekli, sayende seni takip ederek Night Raid’in saklandıkları yeri bulduk. Belki bunun hatrına imparatoru seni hayvanım yapmaya ikna edebilirim. Hem bizim karşımızda 5 dakika dayanabilecek kadar güçlüsün. Esdeath eğleniyor gibiydi. Ama konuşma tarzı beni zerre kadar irrite etmiyordu. Şu an tek düşündüğüm şey Akame ve Chelsea’nin nasıl olduğuydu. ‘’Bu benim suçum” “Eğer onun güçlerini elinden almasaydım böyle olmazdı. Ceketimden yere kan akıyordu. Bütün vücudum göğüs kafesime giren kristallerin etkisiyle titriyordu. Belki de titremelerini sebebi bu değildi. Belki de bana haber veriyorlardı. Artık ciddi olmam için... -Demek öyle, Esdeath. Artık saklayacak bir şeyim yoktu. Önümdeki grubu durdurduğum anda üsse geri dönmem gerekiyordu. Hepsini teker teker alt etmem çok zamanımı alırdı. Bu yüzden tek bir saldırıda bunu başarmaya çalışacaktım. Eldivenlerimi tek tek çıkarttım. Yere düşerlerken ise, göğsüm acımayı kesmişti. Vücudum kıvılcımlar çıkartırken rapierin kabzasını iki elimin arasına aldım. Ve Esdeath’in gözlerinin içine bakarak şunu söyledim. Esdeath kılıcı havaya kaldırmamla beraber durmuştu. Gözbebekleri bir anda küçülmüştü. -Eğer onlara bir şey olursa: Kork benden Esdeath! -Herkes geri çekilsin! Bütün gücümle rapieri yere soktum. Ve gizli saldırılarımdan biri olan yeteneğin adını bağırdım. -Eşsiz alan! Bölüm 4. Üçüncü Yaprak (DYD Rotası) Önce önüme bir yıldırım düştü. Sonra bir metre uzağıma... 10 metre uzağıma... Kısa süre içinde bir kilometrelik alana rastgele yıldırımlar düşmeye başlamıştı. Kararan gökyüzünde şimşekler çakıyorken kılıcı yerden çıkarmış ve arkama bile bakmadan koşmaya başlamıştım. Onları bulmalıydım. Seryu’dan önce, onları bulmalıydım! Üsse girdiğimde nefes nefeseydim. Yarattığım alan şu an üsse girilen yeri de etkisi altına almış olmalıydı. Eğer buraya girmesem, yarattığım o alanda hepsini öldürebilirdim. En azından... Etrafta kaçışmalarını izlerdim. Bana yaklaşık 10 dakikalık bir zaman kazandıracaktı, tabi buraya başka bir giriş bulamazlarsa... Üst katta değillerdi. Bu kısımdan gelen tek ses binanın üstüne düşen yıldırımlardı. Onlara yalıtkan bir yere gitmelerini söylemiştim. O zaman yer altında olma ihtimalleri daha yüksekti. Nefes nefese indiğim mahzende her yerde Chelsea’yi arıyordum. Bütün bunlar 15 dakikada gerçekleştiğinden binada olmayan Night Raid üyelerinin durumdan haberi yoktu. Bunlar tamamen benim suçumdu. Onları kurtarabileceğime inanmıştım. Kurtarmalıydım. Doğruluğuna inandığım amaç uğruna, Önüme çıkan herkesi yok etmeli, ama kurtarmalıydım. Duyduğum bir kükreme sesi üzerine bütün tüylerim diken diken olmuştu. Tahta kapının arkasından gelen sese doğru koşmuş ve tekmeyle kapıyı yerle bir etmiştim. Gördüğüm manzara karşısında ise... Ellerim bütün gücünü kaybetmişti. Rapier yere düşerken- --Gözlerimden gelen yaşlar yanağıma akarken. İçimde bir şeyler değişmişti. “Bu BENİM SUÇUMDU...” Yerde, kendi kanının içinde yüzen birisi vardı. Gövdesinden bölünmüş... Bağırsakları dışarı dökülmüş... Bacakları canavarın dişlerinin arasında kırılmış... Kendini bile savunamadan--- ‘benim yüzümden’ Haksız şekilde ölen Bir *ceset* duruyordu. -Akame... -Akame Akame--- ---Akame!!!! -Hahaha. Hahaha. Hahaha!!!!!! Sonunda ‘adalet’ yerini buldu! Cesetin yanında dizleri üzerine çöküp canavarın beslenmesini izleyen birisi vardı. Aklım durmuştu. “benim suçumdu” Gözlerim yere bakıyor, Ağzımdan kan geliyordu. İçimdeki nefret... Kendime doğrulmuştu. Yapabildiğim tek şey İleri doğru bir adım atmaktı. Çıkan sesten dolayı turuncu saçlı kız bana bakıyordu. Gözleri kararmış... Ağzı aldığı zevkten dolayı büzülmüştü. -Ahahahhahahahah. Akame’yi öldürdüm! Onu öldürdüm! Öldürdüm!!! Bir adım daha attım. Planında --- Yapmaya çalıştıklarımın da --- İçine sıçıyım. Eğer onların seviyesinde davranmam için beni zorluyorlarsa Bende öyle yaparım. Bölüm 5. Dördüncü Yaprak (DYD Rotası) 15 dakika önce -Lanet olsun! Arkama bakmadan koşarken olayların nasıl geliştiğine lanet okuyordum. Kucağımda baygın takım arkadaşımın silueti ve arkamda ise can düşmanlarımız vardı. Üste sadece ben ve baygın Akame varken baskına uğramıştık. Ama burayı nasıl bulmuşlardı? Talsen’i takip ederek mi... Hayır.. Lütfen onun yüzünden olmasın! Kapıyı tekmeyle kırmış ve hızlıca ana koridora girmiştim. Binanın yapısını düşünüyor, saklanacak bir yer arıyordum. En üst kat en uygun yerdi. Birbirine geçit olan onlarca oda varken şekil değiştirip gizlice içeri gelenleri haklayabilirdim. Yine de yalıtkan bir yer bulmam gerekiyordu. Bunu Talsen söylemiş olsa da, onun ne kadar tehlikeli olduğunu bilsem de bu dediğini görmezden gelemezdim. Belki gerçekten bizi bulmalarının sorumlusu oydu, Yine de şu an zaman kazanmaya çalışıyor olması bize yardım ettiğini gösteriyordu. Onu anlayamasam da, Ondan nefret etsem de, İçimdeki ses ona birazcık da olsa güvenmem gerektiğini söylüyordu. Üst kat seçeneğini eledikten sonra mahzene gitmeye karar kıldım. Uygun bir hücreye vardığımda, yanındaki gardiyan odasına Akame ile beraber girmiştim. Nefes nefese kalmamla, Akame’yi koltuklardan birine yatırdım. Bu tehlikeli durumda onu uyandırsam bile yardım edemezdi. Çünkü kılıcını Talsen kırmıştı. Bunu fark ettiğimde, içimde bir şeylerin yandığını hissettim. Bu nefretti. Bu kindi. Bu pişmanlıktı. Kelimelere dökmeye çalışmam sadece boşunaydı. 11 sene önce yaşanılanlardan sonra onu ilk kez gördüğümde hissettiğimle aynı duyguydu. O gün, büyük salonda herkesi karşısına alarak kılıcını Najenda’ya doğrultması... Titreyen sesiyle konuşurken ciddi gözükmeye çalışması. Bize savaşmayı bırakmamızı, yoksa bizi yok edeceğini söylemesi, Najenda reddettikten sonra ise ilk Akame’yi yok edeceğini söyleyip bir anda yok olması. O an herkesin duyduğu hislerle benimki farklıydı. Evet, öyle bir durumda ondan nefret ediyordum. Ama, ona karşı duyduğum nefret çok daha geçmişe dayanıyordu... Gereken hazırlıklıkları tamamlamış, eğer biri gelirse diye tetikte bekliyordum. Yaklaşık 10 dakika geçmişti, Akame’nin üstünü örttükten sonra örümcek formuna girmiş ve kapının üstünde saklanmıştım. Eğer biri gelirse saldırmak için sadece bir şansım vardı. Zaten, her şey o andan sonra gerçekleşmişti. Üst katlardan yıldırım sesleri geliyordu. Bir canavar kükrüyor, mahzene doğru yürüyordu. Duyduğum sesle atağa hazırlandığımda içeri giren kişi tahmin ettiğim şey olmuştu. Seryuu önce küçük hale dönüşen köpeğini içeri sokmuş, sonra kendi girmişti. Kıkırdıyarak çıkardığı seslerden bir şey anlamasamda ensesini görebildiğim anı bekliyordum. Korkuyordum, yine de ölüm-kalım için sadece tek bir hamle hakkım vardı. Eğer onu öldüremezsem köpeği hem beni, hem de Akame’yi öldürürdü. “Şimdi.” Ensesini gördüğüm anda kendimi aşağıya bırakmış ve o anda insan formuna geri dönmüştüm. Ağzımdaki iğneyi elime aldığımda ise, Köpeği havlamıştı. Ve Seryuu’nun kolundan çıkan iğrenç silah beni karnımdan vurarak odanın diğer tarafına yollamıştı. -Hahaha seni salak suçlu! Koro’nun yapabileceklerini hafife aldın. Böyle olacağı belliydi. -Ahahahaha. Ağzımdan kan geliyordu. Burada ölecektim. -Seninle biraz sonra ilgileneceğim. Ön aperatif olarak Akame’yi yemem lazım! Koro! Diğer suçluyu bul! Görüşüm zayıflıyordu, Düşüncelerim bulanıktı. Yüzüme sıcak kan sıçramıştı. Arkadaşım, gözlerimin önünde ölmüş, ben ise ölümü bekliyordum. -Aferin Koro! Aferin! Neden peki? Neden hiçbir şey hissetmiyordum? Neden ölürken, İçim huzurla dolmuştu?.. Bölüm 5. Şansın Bittiği Yerde... Bir saniyede... Sadece bir saniyede.. İçimi kaplayan nefrete beni ele geçirmesine izin vermiştim. -Koro! Öldür Onu! Akame’nin vücudunu yere tüküren “Koro” bana doğru geliyordu. Şu an aklımdaki tek şey- Seryuu’yu öldürmekti. Canavar dev halinde ağzını açmış ve doğruca üstüme gelmişti. Yaptığım tek şey ise, bana yaklaşmasını izlemekti. Dişlerini ve aralarından akan kan damlalarını görebiliyordum. Eldiveni çıkarttığım elimi Koro’ya doğrulttum. Elimde bir anda oluşan küçük manyetik alan avuç içimi kapayıp açmamla yaratığın üzerine gitmişti. Aramızda yaklaşık bir metre varken yaptığım saldırı yüzünden Koro bir anda durmuş- Daha doğrusu durmaya zorlanmıştı. Tek adımda kapattığım boşluğu canavarın altına girerek tamamlamıştım. Elektriklenen elimi karnına sokmamla beraber canavarın kükremesi bir olmuştu. Saniyeler sonra canavar sarı renkte çakan kıvılcımlarla beraber tamamen küle dönmüştü. Seryu 10 saniye içinde gerçekleşen olayların etkisindeydi. Bu zamanı fırsat bilerek diğer eldivenimi çıkarmıştım. -Sen onu öldürdün! -Aynı sana yapacağım gibi.. Çığlık atan Seryu vücudundan çıkan silahların hepsini bana doğrultmuştu. Geber! Diye bağırmasıyla beraber tüm mermileri üstüme boşaltıyordu. Ama yaptığı boştu. -Seni öldüreceğimi söylemiştim değil mi? -Geber! Attığı mermilerden hiçbiri isabet etmiyordu. Sol elimi yumruk yapmamla beraber tüm mermileri elektrik alanı yaratarak üstüme yolluyordum. Gözlerinden yaş gelmeye başlayan Seryu aklını kaybetmişti. Bu binayı yıkmadan önce onu durdurmalıydım. -Kes şunu! Sağ elimi yüzüne doğru sallayarak bütün vücudunu elektrik kaplayacak bir saldırı yaptım. -Ahhhhh!!! Elimde rapier olmadığından saldırılarımın gücünü ayarlamıyordum. Şu an sinir hücreleri yanıyor olmalıydı. Vücudu acı içinde yerde titrerken yanına gelip diz çökmüştüm. Saçlarından havaya kaldırarak yüzüme bakmasını sağladım. -Yaptığın şeyin anlamını biliyor musun? -ıııııı. Elektrik vermeye devam ediyordum. Şu an hem bilinci yerindeydi hem de acılar içinde kıvranıyor olmalıydı. Ama bu yetmezdi. Sol elimi kulağına götürdüm, ve işaret parmağımı kulağının içini gösterecek şekilde tuttum. -AHHHHHHHHHHHHHHHH! AHHHHHHHHH!!!!! Bütün beynini yavaş yavaş yakıyordum. Paralize olmuş vücudu hala titriyor, deminki acıdan kat be kat fazlasını çekiyordu. Sol elimi çekerek saçını tuttuğum elimden güç alarak odanın arkasına attım. Bilincini açık tutması için yolladığım dalga gözlerini kapatmasını engelliyordu. Yerden kılıcımı tekrar almıştım. İçimdeki nefret geçmemiş, yerine daha da artmıştı. Rapier elektriklendikçe adımlarım hızlanıyordu. İlk olarak, tek hamlede kalbine kılıcı saplamıştım. Kalbi patladığı için yüzüme sıçrayan kanla beraber son hamle olarak kılıcın ince ucuyla kafasını kestim. Artık ölmüş olsada elektriğin etkisiyle vücudunun alt kısmı hala titriyordu. İçimde en ufak bir duygu değişikliği yoktu. Sadece nefret ve kin, Kendime olan nefretim Ve bütün dünyaya duyduğum kin. Planım artık başarısız olmakla kalmamış, Chelsea ve Akame’yi kaybetmiştim. Tüylerim diken diken olmuştu. Evet Akame’yi ölürken görmüştüm ama- -Chelsea nerdeydi?!
  18. :TÜR: Aksiyon, Romantizm, Dram, Bilim-Kurgu, Süperzeka :KONU: Emir adındaki bir Türk gencinin, Japonyada yaşayacakları anlatılıyor. Gencimiz süper zekalı bir çocuk. Geliştirdiği yapay zeka algoritması ile dünyaya meydan okuyor. Ancak bunun ağır bedelleri olacak... :OPENING: http://www.youtube.com/watch?v=jUvIh6eePQw *************************** İkinci ve üçüncü sayfalardaki yorumlar spoiler içerebilir. Dikkat edin :) Görüşlerinizi de esirgemeyin arkadaşlar. Onlar bizim için çok önemli :) 1.SEZON 1. Bölüm (Queen-Emir-Kurumi): Yıl 2023 "Nerdeyim ben? Herkes nerede? Queen, Queen Neredesin?" Dıt-dıt-dıt-dıt... Hastahanede gözlerimi açarken duyuyorum kalp atışını ölçen o makinanın sesini. Bana ne olmuştu? Demin ne yapıyordum? Bir sağıma bir soluma baktım. Odada kimse yoktu. Camdan dışarı baktığımda güneşin yavaştan kaybolduğunu gördüm. Sonra kapı çaldı ve odaya küçük kardeşim girdi. -Abii! Uyanmıssın! Abim uyanmıs Heyyy! Diyerek üzerime atladı. Küçük İlaydam, sevgili kardeşim. İlayda demeye üşendiğimden kendisine Maviş diyorum. 10 yaşında sarı saçlı, mavimsi yeşilimsi değişken göz rengi ve peltek konuşması ile çok sevimli biri. -Hani, abim yok mu? -Tuvalete gitmişti, gelir şimdi. Abim, 28 yaşında. Ailemizi kaybettiğimizden beri bütün yük onun üzerinde. bir bilgisayar firmasında mühendis olarak çalışıyor. Benim bilgisayar Merakımda aslında oradan geliyor. 1.92 boyunda, 94 kilo, hafiften kendini salmış bir göbek ve dağınık turuncu saçlar. Kendiside tipi gibi ilginç biri. -Ah doğru ya, Maviş, Queen Nerede? -Queen mi? Ehmm şeyy.. Korkmuş, çaresiz görünüyordu. Heralde koyduğum okuma engeli onu korkutmuştu. -Sen getir, kırılmadı korkma. -Sen nerden... tamam getiriyorum! Dedi kocaman bir gülümsemeyle. Queen yani benim mini bilgisayarım, telefonda diyebilirim aslında, tamamen benim tasarladığım bir sistem üzerinde çalışan sanal zeka algoritması. Bir çeşit SKYnet. Aslında onu yeşil gezengen ve sayılardan oluşan tam bir hack arayüzü ile donatmıştım ama şuan arayüzde beni mavi saçlı, kocaman turkuaz gözleri, kırmızı dövüş kıyafetleri ve güzelmi güzel vücuduyla karşılıyor. Açıkcası bunu çizdiğim için biraz utanıyorum. Ama gerçekte böyle bir kızla çıkmanın hayal olduğunu da var sayarsam... -Queen orada mısın? -Emir! seni adi birden bire düşüp bayılmakta ne demek! Vücudunun her şeyini izliyorum ancak hiçbir şeyi anlayamadım. Bir daha beni böyle korkutma! -A-ah, çok özür dilerim. -Hıh. Ben onu aslında bana arkadaş olsun diye tasarlamıştım. İlk başta konuşmayı bile bilmezken, şimdi korkmayı, hayal etmeyi yada sevinmeyi öğrenmiş durumda. Açıkcası böyle birşeyi hiç beklemiyordum. Her gün beni şaşırtmaya devam ediyor. -Toparlan işimiz var. -Ne işi Emir? Dinlenmen gerek. -Queen, hazırlan. Sadece küçük bir baygınlık o kadar. Üstümü giyinirken abim odaya girdi. Adı Kazım, ama japonyaya geldiğinde Kazuto olarak değiştirdi. iyi mi yaptı kötümü bilemeyeceğim ama komik olduğu açık. Kapıyı kapatacaktı ki gerisin geri açtı. Sadece bakarak ne yaptığımı anlamıştı. Kafasıyla onay verdi. Ve odadan çıktı. Doktorun dediklerini söylemedi. Gerçi o gün söyleseydi, muhtemelen yaşama isteğimi kaybederdim... --------------------------------- Şuan Japonya'da yaşıyorum. Abimin işi dolayısıyla. Buradaki tek arkadaşım, Kurumi-chan, ancak ben ona sadece Kurumi diyorum. İlk başlarda biraz rahatsız da olsa, beni anlayıp sesini çıkarmadı. Bana göre saçma. Sevgilim değil sonuçta. Ama keşke olsaydı... Uzun siyah saçları, kırmızı lensli gözleri, hatta bir gözüne bazen saat şeklinde bir lens takar, ki ona çok yakışır, orta boylu, erkekleri etkileyen inanılmaz tatlı konuşması ile tam bir fıstık! -Hey Emir, seni sapık yine Kurumi'yi düşünüyorsun değil mi? Yüzünden belli yamuluverdin :) -Beynime doğrudan bağlısın zaten. Yüzümden anlamışmış. -Evet bağlıyım. Bu yüzden bir daha sapıklık yapacaksan daha dikkatli ol. -Tamam tamam... İkimizde Karasuno lisesinin sınavlarına girdik ancak kendisi sınav çıkışında ağlamaya başladı. Saçma sapan yanlışlar yaptığını söyledi. Kazanamayacağından korkuyormuş. Ben hallederim dedim. Şimdi ise oraya gidip birkaç kayıt yapmak istiyorum :) okulun çok gelişmiş kablosuz ağ sistemleri var. Oradan sızacaktım. Kim beklerki sadece 2 kişilik yer kaydı için koca sistemin hacklenmesini. Queen aklımı okuyup, işe başlamıştı bile. Kendi işlemcisi dışında, benim beynimin işlem gücünü de kullanıyor.Bu sayede işlem gücü günümüz bilgisayarlarının yüzlerce kat üstünde. Bunu sağlayan algoritmayı ben tasarladım. Başkasının eline geçmesi, dünyanın sonunu getirebilir. ... -Alo, Kurumi? -Emir-kun? -Sana kaç defa şu eki ekleme dedim. Sevmiyorum. -Ta-tamam, Emir. -Kayıt işi tamam. Haftaya beraber Karasuno Lisesindeyiz. Sınıf 1-1 de en arkada cam kenarı 2'li sıra bizim. -S-s-sen ciddisin! Emir seni seviyorum diyeceğim nerdeyse! Çok teşekkürler! -Ah keşke desen... -Anlamadım. -Önemli bişey demedim canım heh he. Ayrıca hemen sevinme. Ceza olarak 3 sene katlanacaksın bana. -tamam :) 2.Bölüm(Kötü Haberler Dizisi): -Emir, uyan! Kurumi seni bekliyor! -Tamam tamam, anladık dur. -Bak bu senin için bir şans olabilir! -Bana sapık diyenede bir bak... Ama Queen haklıydı. Kendisini dışarı çağıracak cesaretim pek yoktu. Bu alışveriş olayı imdadıma yetişti doğrusu. Yataktan kalktım. İnce, mavi bir kısa kollu ve ona uygun mavimtırak capri pantolon giydim. Artık hazırdım. kapıyı açtığımda güneşten gözlerim mayıştı. Yavaş yavaş görmeye başlarken, ağzımda diğer taraftan açılıyordu. Kurumi, kırmızı elbisesi, iki yandan toplu uzun saçları ve o çok yakışan sarı, saat şeklindeki lensi ile karşımda duruyordu. Dünkü yağmurdan ıslanan asfaltın parıltısıyla büyüleyiciydi. Ne oldu diye sorana kadar da öyle kaldım. -Çok şey olmuşsun... Ee, Güzel! -Ah teşekkür ederim Emir-kun! Ay özür dilerim, Emir. -Önemi yok, yavaştan gidelim bari. -tamam Alışveriş merkezine ulaştık. Ama gözüm dünyayı görmüyordu. Neredeyiz, ne yapıyoruz umursamıyordum. Sadece ona bakıyordum. Alışverişi tamamlayıp bir kafeye oturduk. O çilekli-muzlu dondurmasını yerken, bende çayımı yudumluyordum. -Aman ya. Herşey iyi hoşta, memleketin çayını özledim. -Yapacak birşey yok Emir. Ama sana kokteil önerebilirim, çok lezzetlidir. -Yok. Çayın yerini tutmaz. -İyi sen bilirsin... Hey, dondurma ister misin? -O-olur. Diyebildim ancak. Kendi yediği kaşıkla ağzıma dondurma tutuyordu. Çok mutlu olmuştum. Bir iki kaşık yedirildikten sonra, hepsini bana yedirirsen sana ne kalacak diye şaka yollu azarladım kendisini. Saat geç olmaya başlamıştı. kalkmaya karar verip yola koyulduk. Kırmızı ışıkta beklerken önümüzden geçen motorsikletli kişi bir anda Kuruminin çantasını kaptı. -Queen! -Anlaşıldı! Queen'in ismini söylememle beraber barikatların kalkıp motorsikletli şahsı devirmesi bir oldu. Tam çantaya doğru yönelmiştimki, gözlerim karardı, sendeledim. Ama hemen kendime geldim. Neler oluyordu bana böyle? Neyse, sakin kalmalıyım. Kurumi ile ilk randevum ve bunun batmasını istemiyorum. Gidip çantayı aldık. Hırsızı da polise teslim ettikten sonra Kurumi'nin evine doğru yola çıktık. -Emir, pek iyi görünmüyorsun? -Yok bir şey iyiyim. -Emin misin? Hırsızla uğraşırken sendelediğini gördüm. -Biraz başım döndü. O kadar önemli birşey değil. -Ah, işte burası benim evim. 2 katlı gepgeniş bir apartman gördüm. Üst katta Ailesi oturuyormuş. Alt kat ise kendlerine aitmiş. Nedenini sorduğumda ise oranın kendi kursları söyledi. Babası dövüş sanatları, annesi ise resim eğitmenliği yapıyormuş. Kendisininde karakuşak karateci olduğunu o an öğrendim. Tanıdıkça daha çok aşık oldum doğrusu... Daha fazla sabredemedim. Söyleyecektim. -Şeyy kurumi! -evet? -Seni seviyorum! Ne olursa olsun seni seviyorum! Şaşkındı. hiç beklemiyordu. Hayır dedi. Seninle olamam dedi. Sebebini sorduğumda ağlayarak evine doğru koştu. Hiç bir şey diyemedim ardından. Yanlış ne yapmıştım? ------------------------------------------------- Eve vardığımda direk odama gidip üstümü değiştirdim. Bu gün olan şeyde neydi? Sanki o an düşünce yetimi kaybetmiştim. Neler olduğunu bulmalıydım. Birde Kurumi sorunum vardı tabi... -Queen, hırsızlık anındaki bedenimin durumunu kontrol etmeni istiyorum. -Peki. Vücut verilerine ulaşılıyor... -Küçük bir kalp atışı hızı artması dışında bir anormallik yok. Oda hırsızlıktan dolayı sanırım -Anlıyorum. Kesinlikle anormal birşeyler vardı. Abim evde olmadığından ona soramadım. Ayrıca çok yorulmuştum. Yatağa uzandığım gibi uyumuşum. -Emir! Kalk lan, sabah oldu. -Off abi tamam ya. Aşağı indiğimde birisi kahvaltı hazırlıyordu. Mutfağa girdiğimde şok oldum. Yarı çıplak bir kadın vardı. Burnumu saklayarak geri kaçtım. Abimse bana gülmekle meşguldü. Kız arkadaşıymış meğer. Ulan Japonya'da da olsak kazım kazımdır diye geçirdim aklımdan. Doğru ya. Neler olduğunu öğrenmem lazımdı. Abime sorayım dedim. -O gün hastanede doktor ne dedi abi? yüzündeki gülümseme yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. Geç otur dedi. -O gün bayılmanın nedeni, beynindeki bir sorunmuş. Beyninin düşünmeyi sağlayan kısmı normal insanlara oranla yüzde yüz faalmiş. Ancak daha fazla dayanamazmış. Senin anlayacağın, Queen, seni öldürüyor. ... Uzun bir sessizlik çöktü odaya. Hiç bir şey diyemedim. Kendi yarattığım sistem, beni zehirlemişti. Ardından abim anlatmaya devam etti. -Bağlantıyı her kullandığında senden yıllarını çalıyor. Bu yüzden dikkat et. Çok gerekmedikçe algoritmayı aktif etme. Ne yapacağımı düşünürken, Queen çığlığı bastı. Haykıra haykıra ağlıyordu. -Benim yüzümden! Benim yüzümden ölüyorsun emir! -Yeter! Henüz ölmem için çok erken. Ne kurumi'yi kazanabildim, ne de amacıma ulaşabilmiştim. Burada böyle bir sebepten dolayı duracağımı mı sanıyorlar? Hayır! -Ölüm, gel! Senden korkmuyorum! 3.Bölüm(Seni Seviyorum): -Emir Dur! Daha fazla algoritmayı kullanmak istemiyorum. Seni öldürecek! -Yapmak zorundasın Queen! -Yapamam! -En azından duygularımı incele. Ondan sonrada yapamam diyorsan tamam! Queen: İyi tamam deyip verileri incelemeye başladım. Bu değerlerde neydi böyle! Korkuyordu, ama öleceğinden değil... ------------------------------ Kurumi'yi aramaya karar verdim. Neden öyle tepki verdiğini öğrenmem lazımdı. Aradığımda telefonu annesi açtı. -İyi günler Hanım efendi, Kurumi ile görüşebilir miyim? Dememle kadının ağlamaya başlaması bir oldu. Dediklerinden hiç birşey anlayamadım. O sırada babası kadını sakinleştirmeye geldi. Telefonu eline aldı. -Alo? Siz kimsiniz? -Ben Emir, okuldan bir arkadaşıyım. -He sen şu okula girmesini sağlayan çocuksun. -evet, şey, Kurumi'yi verebilirmisiniz telefona? ... -İstesemde olmaz. -Neden? -Gerçekten bilmiyor musun? Demekki seni üzmek istememiş. Kendisi şuan hastanede, yoğun bakımda. -Ne dediniz! Nerede! Adresi verin! Telefonu fırlatıp koşa koşa alt kata indim. Bisiklete atlayıp yola çıktım.Yolda bisikletin lastiği patladı. Yeter be deyip kenara fırlatıp koşmaya başladım. annesi ağladığına göre küçük bir şey olamazdı! -Tokisaki Kurumi'nin odası hangisi. Çabuk! -T-tamam, 320 nolu oda ama ziyaret saatinde değiliz beyefendi! -Sokarım saatine be! Koşa koşa yukarı çıktım. 300-301-302.. Koridorun sonundaki 320 nolu odaya daldım. Kurumi orada öylece yatıyordu. Komadaydı. Peşimden koşan kadına ona ne olduğunu sordum. Beyninde tedavisi bulunmayan bir hastalığı olduğunu, yapacak hiç bir şeyleri olmadığını söyledi. Yıkıldım. O ölecekse ben neden yaşayacaktım ki... -Queen! Bağlantıyı başlat! Kurumi'nin beynini kullanacaksın. (en üsteki diyaloğu okuruz tekrardan) -İyi be tamam, ama ölürsen suçlusu sensin. -Hadi! Kurumi'nin boynunun arkasındaki sinirlerin olduğu kısma elimi koydum. Kurumi'nin beynini hackliyordum. Önce bir kararsızlık yaşadım ama yapmak zorundaydım. O an doğruyu yanlışı değil, sadece onu kurtarmayı düşünüyordum. Sinirler aracılığı ile Queen kendini kurumiye açık bir hale getirdi. Durumu incelemeye başladı. Dediğine göre, Yapısal olarak hiçbir hasar yoktu. sadece beyni yapması gerekeni yapmıyor, adeta intihar ediyordu. Yapabileceğimiz tek şey, bendeki nöral altyapı bilgisini kurumiye aktarmaktı. Zaten durum dahada kötüleşemezdi. işleme başladık. Buraya kadarını hatırlıyorum. Sonra yine bayılmışım. Uyandığımda hemen karşıdaki odada yatıyordum. Tavandaki floresan'ı görmemle fırlamam bir oldu. Queen'in odasına daldım. Gözlerime inanamadım. İşe yaramıştı! Uyanmıştı! Gülümseyerek bana bakıyordu! -Emir, hoşgeldin. Queen'le konuştum. Bana herşeyi anlattı. -... -Konuşsana, hadi bir şeyler söyle. Seni seviyorum falan de mesela. -A-Anla-madım. - Nesini anlamadın şapşal. Hastalığımdan dolayı sana hayır dedim. -Yani... -Evet evet ondan. Yaklaş hadi. Gel otur yanıma. Kafam durdu adeta. Sadece denileni yapabildim. Yanına oturmamla sarılması bir oldu. Teşekkür etti. Sonra yüzünü bana döndü ve ufak bir öpücük kondurdu. Bununla idare et şimdilik diyede küçük bir espiri yaptı. ... Tamam onu kurtarmıştım. ama kendimi ne yapacaktım? Daha amacıma ulaşamamıştım. Burda durmalımıydım? yoksa devam mı etmeliydim? 4.Bölüm(Süper zeka): -Aa, Kurumi! Hoşgeldin! -Şşşt, sessiz ol Queen. -Ah, afedersin. Taburcu olduğumuz gecenin sabahı, kurumi bize beni uyandırmaya geldi. Yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. Yavaştan gözlerimi aralarken kuruminin sesini duydum. -Kalk artık uykucu tembel! -Tamam tamam. Derken elinden tutup yatağa çektim. Üzerime düştüğünde göz göze geldik. aramızda sadece santimler vardı. Dayanamadım, yine öpüştük. Dakikalarca hiç bırakmadan... Sonra üste ben çıktım. -Pekala Kurumi-chan! Bir erkeğin odasına bu saatte geldiğine göre iyi cesaretin varmış. Sonuçlarınada katlanırsın artık! -D-Du-Dur! Ne yapıyorsun Emir-kun! -Ah, yasak kelimeleri kullanıyorsun. Bak dahada kızdırdın beni. -Bırak beni sapıklık yapma, daha yeni çıktın hastaneden! -Olabilir. Sessiz ol yoksa duyacaklar! Dedikten sonra sustu, yüzü kızardı, ellerini yana saldı, gözlerini kapattı. "İyi be" diyebildi ancak. O an o kadar sevimli bir yüz ifadesi vardı ki... Kıyamadım. Şaka yapmaktı amacım ama Kurumi'nin beni ne kadar sevdiğini görmeme sebep olmuştu. Kendini bana bırakmış, bana güveniyordu. Küçük bir öpücük kondurup yanına uzandım. -Sanki öyle birşey yapabilirimde! -Yapamayacaksan öyle şeylere zorlama. Aptal! (Kısa bir sessizliğin ardından) -Hey, sence elimdeki bu güçle ne yapmalıyım? -Nasıl yani? -Quuen' i diyorum. Şuan herhangi bir ülkenin güvenlik ağını çökertebilir, herhangi bir uydunun iletişimini kesebilirim. Ve daha fazlası... Ayrıca ölümcül hastalıklarıda tedavi edebiliyorum. Açıkcası korkmaya başladım. -Bu işlerden anlamam Emir. Ancak bildiğim tek şey sana güvendiğim ve ne yaparsan yap arkanda olacağımdır. Bu yüzden korkma tamam mı? -Ben deli sen benden deli... Şöyle şeyler söylemesen olmaz demi? -Olmaz, sonuçta seni seviyorum ve bunu söylemekten de zevk duyuyorum. -A-Aptal... ------------------------------------------------------------------------------- -Pekala Queen, işlemi başlat. -Anlaşıldı! İnsan beynini yüzde 100 kullanırsa neler olur? Dünyanın en merak edilen sorularından biri. Çılgın bilim adamları uğraşadursun, ben Queen ile bunu başarabilirim. Onu kendi Beynime entegre edeceğim. Tek beyinde iki kişilik olacak. Böylece hem Queen beni anında anlayacak, hemde arayüzle uğraşmadığımız için daha fazla baygınlık vb. sıkıntılar olmayacak. Hem bu sayede onu kimse bulamayacak. Ancak bunu yaparsam, Queen ebediyen orda kalacak ve geri dönüşü olmayacak. Ama bu riske girmeliydim. İşlem ben uyurken, yani beynin en az kullanıldığı zamanda olacak.Sabah kalktığımda herşey belli olacak. **Sabah olur** Bir ses duyuyorum. Yankılanıyor..."Emir, Emir uyan." diyor. Gözümü açıp etrafa baktığımda kimseyi göremedim. Sonra sesi tekrar duyunca herşeyi anladım. İşlem tamamlanmıştı. -Pekala queen, şimdilik beyin kullanımını 2 katına çıkar. Bakalım neler olacak. -Tamam ama yatağa uzan ve rahatla. İşlem 10 dakika kadar sürecek. Birden yaparsam neler olacağını kestiremem. -Sana bırakıyorum. 10 dakika sonrasında uyandım. Hiç bir farklılık hissetmiyordum. Neyse, vakit daralıyor. Kurumi ile randevuma gitmeliyim dedim kendi kendime. Buluşacağımız kafeye doğru yola çıktım. Yoldan geçen arabaları izlerken bir şeyi keşfettim. Hissedebiliyordum. Evet. "Minibüsün frenleri patlayacak ve yoldan geçen çocuğa çarpacak" Hissettiğim anda fırladım. Son anda atlayarak onu kurtardım. Küçük cocuk çok kormuştu. Annesi şoku atlatıp çocuğun yanına gelene kadar sarıldım... Ulan dedim kendi kendime. Daha sadece iki katını, yüzde 15 ini kullanırken sonuç çıkarma yetim tavan yapmıştı. Randevu yerine vardığımda Kurumi çoktan oraya varmıştı. Çok beklettim mi diye klasik bir soru sordum. "Hiçte bile, yeni geldim bende" dedi. -"Hmm, ilk kelime, hiçte bile demeden önce 0.27 saniyelik bir duraksama yaşadın. Kafanı yana eğerek sevimli yüz ifadeni takındın. dur bakayım(kalbine dokundum), kalp hızın normalin çok ötesinde, Sanki koşarak gelmişsin. Ve yüzündeki şaşkınlık ifadesi bunları nasıl anladın der gibi. Ya gecikicem düşüncesiyle deliler gibi koştun. Yada o çılgın yavru köpek yine seni kovaladı. -Sen, Nasıl?? -Bundan sonra ben hem Emir, hemde Queen'im. Kısacası senden sonra kendi beynimide Hackledim.... -------------------------------- -Hey, kim bu? -Adı emir komutanım. -Emir mi? Sanırım türk. Her neyse, onu buraya geitirin. Kendisiyle konuşmak istiyorum. -Emredersiniz! 5.Bölüm(İçeriye Giriş): (Klavye tıkırtıları duyulur) "Şunuda şöyle kodladık mı, işte oldu. Sanırım bununla ordunun dikkatini çekebilirim." Az önce bulduğum bir savunma açığını orduya açık bir şekilde ilettim. Yer bilgilerimi bulmaları an meselesi olsa gerek. 1 saat kadar olmuştu. Kendi kendime sayıklamaya başladım. Ulan dedim, gerçekten saldırsam heralde koca askeri sistemi silerim haa. Aslında öylemi yapsam? Ama o zmn bir anlamı kalmaz. Kenpachi ile yüz yüze konuşmalıyım... ben bunları söylerken, bir grup asker evimin önünde toplanmaya başladı. Kapıyı kıracaklardı ki açıverdim. -Kıpırdama! -Tamam tamam, geleceğinizi biliyordum zaten. Hadi acele edinde beni üstlerinize götürün... Beni o filmlerde çok çıkan askeri jiplerden birine bindirdiler. Ellerimdeki kelepçeler de hiç rahat değildi doğrusu. Ben umursamaz tavırlarımı sergilerken yavaş yavaş harakete geçmiştik. -Efendim! Emiri bulduk! -Buldunuz mu? Salak mısın be? Herif adresini verdi. Böyle bir açığı keşvedebilecek olan adam, bu şekilde kolay bulunabilir mi? Neyse, hadi getirin. Beni klasik askeri sert tavırla zorla odaya götürdüler. İçeri girdiğimde, taht gibi bir koltuğa kurulmuş, hafif yaşlıca, bir gözü korsan misali bantlı olan bir herif vardı. Hiç kale almıyormuş gibi davrandım. -Kelepçeleri açmayı unuttular sanırım...Ah ahh, çok can sıkıcı. -Demek o sensin ha? Emir denen velet? -Sende Kenpachi denen general bozuntusu olmalısın. -Hey sözlerine dikkat etsen iyi edersin. Nerede olduğunu unutma. -Kod adı Dragneel, 0215 nolu karargah, özel komando bölüğü nexlerin tutulduğu o çok özel yer. Ayrıca tam yetkiye sahip japon donanması lideri olan Zaraki Kenpachi efendininde ini. -Seni nalet velet! Bunları nerden biliyorsun! -Buraya geltirildiğimde öğrendim. -Ne dedin!? İşte an geldi. Arayüzü son kez kullanışım. Queen'i serbest bırakmanın zamanı geldi... Üzgünüm Kurumi, eğer geri dönemezsem, üzgünüm... -Tamam, oyun zamanı bitti. Queen! Gerisini sana bırakıyorum. -Ne yapıyorsun Sen velet! -Sisteminizi hackliyorum? Bir sorun mu var? Silahını bana doğrultarak: -Hemen dur! Yoksa seni gebertirim! -Durma, ama bunu yaparsan o çok sevdiğiniz Uridium bombalarını tüm dünya öğrenecek. Nükleer sızıntıyıda unutma sakın. ----------------------------------------------- Aynı saatlerde Kurumi'nin evi: "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni video mesajınız var" "Bir yeni vid"... -Bu saatte kimden gelmiş olabilir ki? Ah, Emirden mi? -Kurimi. Bunları sana anlattığım için üzgünüm. Ancak geri dönemezsem, bilmen gerekecek. Seni çok seviyorum ancak, tüm dünyada savaşı durdurmak adına, bunları yapmalıyım. Lütfen beni bağışla... Kurumi gözlerinden yaşlar süzülürken, sadece tamam diyebildi. Onu destekleyeceğini söylemişti. Her ne kadar bu kadar manyakca şeyler beklemesede. 6.Bölüm(Emirin Mesajı & Skynet 2.0): "Queen'i aslında babam tasarladı. Temelini en azından. Ancak bunu duyan süper güçler adı altındaki şerefsizler, Türkiye bu gücü elde edemesin diye, babamı ve annemi trafik kazasında harcadılar. Şerefsizler... İntikam ateşiyle yanıp tutuşurken, Queen'i tamamladım. Şimdi sıra intikam almaya gelmişti. Ancak o sırada seni tanıdım. Hayatımda ilk defa yaşamak için bir sebebim olmuştu. Sonuna kadar çabaladım ve sonunda seni yakaladım. Ancak bu şerefsizler durmayacak ve başıma gelenlerden sonra başkasının canının yanmasına göz yumamam. Belki dönemem diye, sana Queen'i burakıyorum. Seni zorlayamam ama, dönemezsem eğer, kontrolü senin almanı istiyorum. Bu güç başkasının eline geçmemeli. Yok edip etmemek sana kalmış ancak Queen'in bir canlı olduğunu unutma... Şuan japonyanın Askeri Merkez Üssüne dalıyorum. Muhtemelen dönemeyeceğim ve henüz doyamadım sana. Doya doya seni seviyorum diyemedim. Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm! Ancak bunu yapmak zorundayım. Hoşcakal Sevgilim..." Mesajın her saniyesinde, kalbi dahada çılgın atmaya başlıyordu. Sevdiği adam, kendini hiçe sayarak ölüme gidiyordu. Elinden ağlamaktan başka hiçbir şey gelmiyordu. Hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra... Ama onun için yaşamalıydı. Kararını verdi. Geri gelmezse, Queen ile onun başlattığı işi bitirecekti. Yada bu yolda... ----------------------------------------------------- -Pekala General bey, Siz hariç bütün personeli tahliye et bakalım. -Asla! Seni nalet velet! Kim olduğunu sanıyorsun! -Sadece kızgın bir Türk... Dememle füzelerden birini harakete geçirmem bir oldu. Amerikaya doğru gidiyordu. -Pekala general efendi, ne diyorduk? -tamam tamam! Durdur şunu! ... Personelin tahliyesi tamamlanmıştı. Geriye bir tek general ve ben kalmıştım.Neden diyebildi sadece, neden. Neden mi? Daha fazla masum insan ölmesin diye... Daha fazla O***pu Çocukluğu yapan, daha fazla Bebek Katili! olmasın diye! Birde soruyordu utanmadan. Klasik asker mantığı. Hepsi böyle... -Hey general efendi, uzayda kaç tane uydunuz var? -Sana hiçbir şey söylemeyeceğim! -Keyfin bilir. -Queen, sisteme erişim sağladınmı? -Herşey hizmetinde Emir. Bu işi dışardan yapmaya kalksam muhtemelen beynimi yakardım. Onca işlem gücü ile sistemi hacklemek ne kadar kolay olsada, hayatımı çalıyor olması dehşet verici. -Japonya uzaya toplam kaç uydu göndermiş? -73 tane. 13'ü tam aktif. 50 tanesi ömrünü tamamlamak üzere. 10 tanesi izse uzayda boş geziniyor. Sadece 13 tane aktif uydu mu? Yetmez, imkanı yok! yirmi tane lazım, en az yirmi. Hiçbir şeyin kolay olmasını beklemiyordum ama, ölümdeki bilinmezliğe ne kadar karşı çıksamda, korkutuyordu. Buraya kadar gelmişken yılamazdım. -Pekala Azrail, meydan okumanı kabul ediyorum. arayüzü tam kapasite kullanacağım. Queen! Tam kapasite, hayatım pahasına! Hiç durmadan, Rus uydularına sahip olacaksın! Buraya kadar gelmişken, geri duramayız, Anladın mı! -Emir... (Quuenin düşünceleri) Benden hayatını almamı istiyor. Korkmuyor mu? Nasıl bu kadar cesur olabiliyor? Nasıl ölüme bu kadar hazır? -Hey, burda dünyayı kurtarıyoruz. Çekinme tamam? :) -T-tamam! -Pekala, SKYNET 2.0 Programı, başlasın! 7.Bölüm(Film Şeridi): -Iıaahh!! -Emir durmalıyız! -Bu kadar acıyı bir hiç için çekmiş olmayacağım! Durmayacaksın! Ölsem bile durmayacaksın! Queen'in hareketleri beynimi kavururken, hayatım yavaş yavaş gözlerimin önünden geçmeye başladı. Kurumi ile tanıştığım an geldi aklıma... Orta okulun son senesi transfer olmuştu. Çok güzeldi. O zamanda tarzı aynıydı. Tek gözünü kapatan uzun siyah saçları ve gözündeki kırmızı lensleriyle çok hoş duruyordu.Ondan çok hoşlanmıştım ama ne kadar çabaladıysamda hiç bir zaman ona açılma fırsatı bulamadım. Ta ki mezuniyet gecesine kadar. Ben yine sap gibi evime doğru yürüyordum. Yanlız başımaydım çünkü akşama kadar arkadaşlarla oyun salonunda eğlenmemize baktık. hoş bütün oyunları Queen saolsun ben kazanıyordum ama :) Karanlıkta yürümeye devam ediyorken, kenarda duran bi kız gördüm. Tek başına, kaldırımın ucunda oturmuş, hüngür hüngür ağlıyordu. Yanına yaklaştım. Aman Allah'ım, yoksa bu o muydu? -Gecenin bu saatinde burada ne arıyorsunuz? Bir şey mi oldu? -Yok önemli bişey değil. Dedi gözlerinin yaşını silerken ve kafasını yukarı kaldırdı. İnanamıyordum, bu Kurumi'ydi. Sokak lambasının ışığında parlayan gözlerinden süzülen yaşlar çenesinde birleşip yere düşüyorlardı.O anki yüz ifadesi büyüleyiciydi. Kendimden birazcık utandım. O an ne düşünüyordum öyle. Kendimi toparlayıp söze girdim. -Kurumi-san? -Emir-kun? Senin ne işin var burda? -Burası benim evime giden yol, asıl sen ne yapıyorsun kız başına? Dedim, demez olaydım. Deliler gibi ağlamaya başladı yine. Erkek arkadaşı onu aldattığını itiraf etmiş, artık ayrılmak istediğini söylemiş. Biraz teselli etmek, birazda kendimi tutamadığımdan, sarılıverdim kendisine. Oda bana sarıldı ve tekrar ağlamaya başladı. Dakikalarca öyle kaldık. Sonra kendine geldiğinde yüzüme baktı. yanakları biraz kızarmıştı. Ne oldu kızardın, hasta falan mısın diye soruncada, soğuktan, dedi sadece. Bende üstelemedim doğrusu. Ne yani benim gibi birini sevecek hali yoktu ya... O an nereden bilebilirdim hasta olduğunu, sevdiği kişi olan bana açılamayacak kadar hasta olduğunu hemde... Günler ayları kovaladı. Çok görüşmeye fırsatımız olmasada, her imkan bulduğumda yanına gittim. Yaptıklarım çokta birşeye yaramıyordu. Yakınlaşamıyordum ona. Bir gün onu zorla buluşmaya ikna ettim. Kararımı vermiştim. Geldiği gibi konuya girecek, onu sevdiğimi söyleyecektim. Buluşma yeri olarak ayarladığımız kafeye ilk ben geldim. yaklaşık beş dakika kadar sonra camdan koşarak geldiğini gördüm. Bir iki adım daha attı. Ardından yavaşça yere düştü, bayılmış olmalıydı. Başının yere deydiğini gördüğüm an, fırlayıverdim dışarıya. Yanına vardığımda yerde haraketsiz yatıyordu. Nefes alışverişini dinlemek için ağzına doğru eğildim. Sanki normal gibiydi. Kucağıma aldığım gibi, arkadaki hastaneye koştum. Şimdi düşünüyorumda, buluştuğumuz her yerde, yakında bir hastane vardı. Gözüm kurumiden başkasını görmüyordu ki fark edeyim. Neyse yetiştirdim hastaneye. Önemli bişey olmadığını, sadece yorgunluktan olan bir baygınlık olduğunu söylediler. Hem rahatladım, hem kendimi suçlu hissettim. Yorgun argın benimle buluşmaya gelmişti. Odasına girip yanına oturdum. Kafamı yorgana yaslayıp ağlamaya başladım. Bir yandanda durmadan özür diliyordum. -Gerçekten çok üzgünüm, ne olur kusuruma bakma, çok çok çok üzgünüm! -Sen neden bahsediyorsun. Senin bir suçun yokki. Gelmeyi kendim istedim ben. Dedi ve bana sarıldı,teselli etti. Hiç bir şey yokmuş gibi davranıyordu. Sanki ölmekte olan kendi değilde, başkasıymış gibi... --------- Kız kardeşim geldi gözlerimin önüne. İlaydacığım. Kendisi aslında bir akrabamızın kızı. Daha bebekken ailesini kaybedince, ona bakma işini biz üstlendik. Kendisine hiçbir zaman gerçeği söyleyemedik. Daha çocuktu zaten, üzemedik. Otobüslerde kucağımda uyuya kalırdı. Sürekli başıma bela açardı.hiç unutmam, ilk okul ikiye giden çocuklar mavişimin bir arkadaşının zorla parasını almışlar. buda dayanamayıp yerden aldığı sopayla ikisine birden girmiş. Sonuçsa felaket. Bebelerin eli yüzü kan içinde, bizim5 yaşındaki sıpadan kaçmaya çalışıyorlar. :) He birde abim var. ama onunla ne anım nede yakın bir bağım var. Sanki kan bağı yokmuş gibi. Hatta aslında kardeş değiliz dese hiç tepki göstermem. Ama seviyorum onuda, bana o baktı sonuçta. ----------------------------------------------------------------------- -Emir, biraz daha dayan! Bu son uydu! Başarabilirsin Emir! Queen'in bişeyler dediğini duyuyordum ama, ne dediğini anlayamıyordum. Gözlerim hiç bir şeyi seçemez olmuştu. Sadece bulanık, beyaz şeyler dalgalanıyor gibiydi. Bir kaç uğultudan başka birşey de duyulmuyordu. Değil kıpırdamak, vücudumun zerresini hissedemez olmuştum. Galiba ben yavaş yavaş, ölüyordum... 8.Bölüm(Son Dilek): Pekala yedek Queen, yolu bildiğini biliyorum, Bağlantımızı sağladığımıza göre sende neler hissettiğimi çok iyi biliyorsun. Beni Emir'e götür. En azından son bi kez görmek istiyorum onu! -P-peki. --------------------------- -Skynet 2.0 başlatıldı. Skynet 2.0 programı... Adını efsane film serisi terminatördeki süper bilgisayardan alan, çok gelişmiş bir yapay zeka Algoritması. filmdeki kadar güçlü değil ancak, yinede insanları dize getirebilecek bir yapı. 20 tane uyduyu dünyanın etrafına yayıp aradaki bütün diğer uyduları manipüle etmek suretiyle devreye giren bir sistem. Bu neyi değiştirecek? Tüm küresel iletişim araçları, internet, uydu telefonları... Hepsini aynı anda kullanılamaz hale getirecek.Kısacası insanlığı 150 yıl geriletecek. Kötü birşey gibi durabilir, ancak sağlık sektörüne baktığımızda, tıp alanındaki gelişmeler fazlasıyla yeterli olacak. Savaş alanları Queen tarafından canlı izlenip tüm dünyaya yayınlanacak. Kimsenin pis işleri artık silinip kaybolmayacak. En azından Planım böyle. --------------------------- Uydu sistemleri devrede. Füze savunma sistemleri devrede. Küresel iletişim engellemesi başlatıldı. Queen, kendini uyduların hafızasına transfer ediyordu. Bu sayede dünyadan yapılan hiç bir müdahele planı bozamayacaktı. Herhangi bir tehtitde ise japonların uridium bombaları çok iyi bir koz olacaktı. dııt dıııtt dııııııı.... Emirden gelen yaşam sinyalleri sıfırı gösteriyorken, Queen'in gözlerinden piksel piksel yaşlar akmaya başlamıştı. Yerde yatan cansız bedende kaldı gözleri. Yapmasaydı yaşayabilirdi. Durabilirdi, hepsi kendi suçuydu. Sanalmış gerçekmiş kimin umrunda! O acıyı hissediyordu. O yok oluşu farkediyordu... -Queen! Kendine gel. Sana bırakılan son görevide layıkıyla yerine getireceksin! -K-Ku-Kurumi san! Sen buraya nasıl geldin! -Emir seni bana emanet etti. Bir kopyanda bende vardı. Onu kullanarak geldim. Ayrıca burada sana özel bir mesaj daha var. Benim kopyamla senkronize ol. Hem mesajı al, hemde benimle bağlantıya geç, hadi. -T-Tamam. Kurumi koşarak emirin yanına gitti. Vücudu buz kesmiş, ten rengi solmuştu. Başını kucağına aldı ve tekrar "neden?" diyebildi sadece. Ancak bu seferki soru, neden onuda yanında götürmediğiydi. Cevabını bilsede, acı geliyordu kaybetme duygusu. Emirin yaptığını bencillik olarak yargıladı. "Güvenebileceği tek kişi ben olsamda, bu acıyla geride bırakılmak hiç adil değil" diye konuşmaya çalıştı, ağlamaklı bir dille, göz yaşlarını tutamazken... ----------------------------- Emirin bıraktığı bir video mesajdı. Kurumiye hazırlanan mesajla aynı zamanda yapılmış gibi duruyordu. Ciddi bir ifadeyle söze girdi: -Queen, sen benim en iyi arkadaşımdın. Sen benim can yoldaşımdın. Seni sen olman için tasarladım. Ve biliyordum ki, beni öldürecek şeyleri ne olursa olsun yapmayacaktın. O yüzden araya küçük bir program yazdım. Bundan sana bahsetmeli miydim bilemedim. Eğer öğrenirsen benden uzaklaşabilirdin belki. O yüzden de sessiz kaldım. Ancak bunları konuşmak için artık çok geç. Şimdi senden tek isteyebileceğim, ne kadar ciddi olduğumu anlaman ve sana bıraktığım son görevi layıkıyla yerine getirmen. Yoksa kendimi boş yere öldürtmüş olurum, değil mi? Video kapanırken, Emirin suratında güven dolu kocaman bir gülümseme vardı. Queen son bir çığılık daha attı. Gözündeki yaşları sildi. Bundan sonra ne ağlayacak, nede üzülecekti. Sadece ama sadece görevine odaklanacaktı. Emirden aldığı son görevine... Kurumi bile olan biteni kabullenmişken, kendisi bu şekilde duramazdı. -Pekala Kurumi san! Emirin son dileğini, onu en çok sevenler olarak bizler gerçekleştireceğiz! 9.Bölüm(Yeni Dünya): --------------------------- "Skynet 2.0 programı başlayalı 5 sene olmuştu. Hiç bir ülke uydulara erişememiş, hatta füzelerle yada uzay gemileriyle bile vuramamışlardı. Çünkü uyduların yaydığı frekanslar tüm füze ve mekiklerin navigasyon sistemini alt üst ediyor, asla hedefe varamıyorlardı. Hal böyle olunca internetin değeri kat ve kat arttı. Ülkeler artık silah, mermi, füze yerine, hackerlar yetiştirmeye başlamıştı. Aksi halde internet bağlantılarını kesmeleri gerekiyordu ki dünyanın en kapsamlı iletişim aracını bu şekilde engellemek düşünülemezdi bile." --------------------------- Bir gökdelenin tepesinde, hafif esen ılık rüzgar saçlarını dalgalandırırken, Kurumi ufka doğru bakıp, derin düşüncelere dalıyordu. Geçen 5 yıl boyunca ne yapmıştı? Hayatında neler olmuştu? tek bildiği, tek hissettiği yanlızlık duygusuydu. Kapkaranlık... Sonra Queen'in sesini duydu. Oda değişmişti. Yaşananlardan sonra Kurumi'ye anne demeye başlamıştı. Emir'i de bir nevi babası olarak görüyordu zaten. -Anne, bende aynı şeyleri hissediyorum. Bende yanlızlık çekiyorum. Ama ne kadar çirkin bir düşünce de olsa, insan alışıyor... Hem, Babam cennette seni bekliyor, unuttun mu? Hiç olmazsa senin öyle bir şansın var. Peki ya ben ne yapayım? Benim tesellim ne olacak! Bunu düşündükçe... Derken gözlerinden yaş akacak gibi oldu. Ancak söz vermişti. bir daha ağlamayacaktı. Kendini tuttu, tuttu... Kurumi gözlerini ufuktan ayırmadan konuşmaya başladı. -Queen, sen iyi bir programsın. Ayrıca her insan gibi duyguların, düşünce gücün, hislerin, Kişiliğin var. Umuyorum ki Allah buna kayıtsız kalmayacaktır. Diyebildi ama içinde hiçte buna inanası gelmiyordu. Ama böyle birşey daha önce yaşanmadığına göre, belki de olabilirdi. bu konu çok karışık olduğundan düşünmeyi bıraktı. Bir ara ufak bir gülümseme geldi yüzüne. Queen merakını gizleyememiş olacak ki, sebebini sordu. Kendi de az çok tahmin ediyordu gerçi. -Gayet açık kızım, kendi kurduğumuz uydu ağını kırmaya çalışan ekibe başkanlık ediyorum, ondan. Küresel İletişim Merkezleri (K.İ.M.)' nin en önemli yerleşkesi olan Japonya'daki ofisin başındaydı. Queen sayesinde artan zekası onu insan üstü bir güce kavuşturmuştu. Bu kurum için biçilmiş kaftandı. Onun içinde bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Tepesinde durduğu göktelende o binaydı. Kurumi, kurumdaki herkesle adeta dost olmuştu. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Hepsininde Queen'den haberi vardı. Pek tabii sadece yapay zeka olarak bilinen küçük şirin bir oyuncaktı. Tüm dünyayı etkisi altına alan program olacağı kimin aklına gelirki? ------------------------ K.İ.M.'in ikinci ve bir o kadar önemli bir görevi daha vardı. Ülkeyi, dış güçlerin hacker saldırılarından korumak. Bunun için sıradan bilgisayarlar kullanmak zorunda olması biraz sıkıntı versede, Queen'in sağladığı süperzeka fonksiyonları işini biraz daha kolaylaştırıyordu. Zaten japonyanın bir numaralı merkez olmasının sebebi, Kurumi'nin yazdığı değişken algoritmalı 8 katmandan oluşan güvenlik duvarıydı. Bir duvarı kırsalar bile ikinciyi kırmaları için 2 kat daha fazla sistem gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Çünkü 1. katmandaki değişen algoritmanın gözden kaybolmaması için, anlık kontrol altında tutulması zorunluydu. Dönemin teknolojisi onu atlatılamaz kılıyordu. Ancak bu koruma tedbir amaçlı sadece merkez binasında bulunuyor, diğer hiç bir merkeze yada kuruma sağlanmıyordu. Ne polislerde nede askerlerde bu denli güçlü korumalar vardı. Sebebi ise çalınmasını engellemekti. Göktelenin tepesinde rüzgarın hazzını yaşarken, kendisini çağıran bir anons duydu. Ardından alarmlar çalmaya başladı. Anlaşılan biri yine katmanlara kafa atıyordu. "Bıkmadılar şundan, geçemeyeceksiniz anlayın artık" diye iç geçirdi. Yavaş adımlarla kontrol odasına inerken, içerdeki personelin bağırışlarını duydu. -Tanrı aşkına başkan nerde kaldı! -2. katman düştü! -3. katman yüzde 80-70-60... Duyar duymaz içeriye doğru koştu. Queen'in yüklü olduğu aracı, paneldeki porta aceleyle yerleştirdi. Klavyeden gerekli kombinasyonları yazdı ve seslendi: -Queen! Senin sıran! -Peki anne! Queen bütün kontrolü eline aldı. Gereksiz bütün sistemleri kapatıp tüm işlem gücünü kendinde topladı. Güvenlik duvarını onarmaya başladı. ancak yenileme hızı çok yetersizdi. Onardığı her %3'lük dilime karşılık duvarın %10'u düşüyordu. Geriye yapılacak tek bir şey kalmıştı. Arayüzü kullanmak. Biran için tereddütte kaldıysada, Kurumi'nin de izniyle hemen işleme başladı. Aradan geçen 5 yılda arayüzü daha çok geliştirmişlerdi. Ancak ağrı hala çok şiddetliydi. Queen gücü yavaş yavaş arttırarak saldırıyı durdurdu. Acıdan dizlerinin üstüne çökmüş olan Kurumi, işlemin sonlanmasıyla gelen rahatlamanın etkisiyle büyük bir oh çekti. Ancak başları beladaydı. Saldıranın sıradan bir bilgisayar olması imkansızdı. Yoksa, yoksa başkası da arayüzü keşfetmiş olabilirmiydi? Hem de bu kadar güçlüsünü yapmış olabilirmiydi? Bu saçmalıktı. Dahası, yardımcıları Daniel ve Tohka'ya birşeyler açıklamaları gerekiyordu. Neler oluyordu Allah aşkına... Revire doğru yola çıkarken, Daniel ve Tohka'ya gelmelerini işaret etti. Onlara birşeyler söylemeliydi. 10.Bölüm(Daniel&Tohka): -Daniel, Tohka... Az sonra söyleyeceklerim sizin hayatınızdan daha değerli. Yani bunu kimse bilmemeli. Anlaşıldı mı? Daniel ve Tohka önce birbirlerinin yüzüne kısaca baktılar, sonra evet dercesine kafalarını bir aşağı bir yukarı salladılar. Kurumi Queen hakkındaki gerçeği anlatırken, ikisininde gözleri her duydukları kelimeye karşılık dahada büyüyordu. En son Skynet 2.0'ın aslında Queen ve çok sevdiği Emir'in eseri olduğunu duyduklarında, Korkudan yere çökmüş bir vaziyetteydiler. Daniel söze girdi: -Yani sen bizim düşmanımız mısın? -Hayır, ama eğer bana engel olmaya çalışırsanız acıma beklemeyin. Arayüz'ün neler yapabileceğini bilmiyorsunuz... -Neden bu kadar ileri gidiyorsun? İnsanların suçu ney! -İnsanların mı? O nalet yaratıkları umursamıyorum bile. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, aciz birer pislik torbası her biri. Tek dertleri savaş. Ben sadece Sevdiğim adamın son dileğini yerine getiriyorum. Öldükten sonra bana bıraktığı son dileği... Tohka şoku yeni atlatmış olacakki, titremesini kesip konuşmaya başladı: -Yani biz şimdi ne yapacağız? -İstedğinizi yapmakta özgürsünüz. Bu kadar büyük bir şeye sizi zorla bulaştıramam. -Ben, Ben seninle kalacağım. Ben son iç savaşta ailemi kaybettim. Daha fazla insanın ölmesini, daha fazlasının acı çekmesini izlemek istemiyorum. Daniel, sen ne diyorsun bu konuya? -Ben mi? Sizi çılgın kadınlar. Peki tamam. Tohka varsa bende varım. -Nasıl yani anlamadım? Cebinden çıkardığı sigarayı yakarken düşünüyordu Daniel. Ya bu çılgınca plandan uzak duracak, ya da sevdiği kadına, Tohka'ya bişey olmaması için elinden geleni yapacaktı. Derin bir nefes çekti ve: -Hay ben böyle işin ta... Bi kıza aşık ol, oda dünya çapında bir planın peşinden koşsun. Sokayım böyle şansa. -Daniel... Sen, doğru mu söylüyorsun? -E heralde. Böyle manyakca bişeyi başka niye kabul edeyim. -Daniel! Bende seni... Gözlerindeki mutluluk yaşları konuşmasını engelliyordu.Ayağa kalktı ve Daniel'in kucağına atladı. Öyle sıkı sarılıyordu ki... Kurumi ikisine uzun uzun baktı. Sonra dayanamadı, o da ağlamaya başladı. Yine emiri özlemişti. Burada, yanında olsa, ona nasıl sarılır, nasıl koklardı... Kafasını hafiften sağa-sola salladı. Şimdi bunların sırası değil diye düşündü. Kafasını toplayıp yanındakilere seslendi. -Pekala, şu bize saldıran şeyin ne olduğunu çözmemiz lazım. ------------------------------- Ertesi günün sabahı masasında uyuyakalmış Kurumi'yi Tohka aceleyle uyandırdı. Saldırının yapıldığı yerin alanını daraltmayı başarmışlardı.Hemen kontrol odasına koştular. Kurumi gördüğü yer karşısında şaşkına dönmüştü. Belirledikleri sınırların içinde o askeri üste bulunmaktaydı. Şaşkınlıktan eli ayağına dolaştı. Ne yapacağını düşünürken aklına uydu telefonları geldi. Doğrudan bağlantılı olduklarından direk generale ulaşabilirlerdi. 2 adamını telefonu iletmeleri için görevlendirdi. -------- (telefon çalar) -Ne istiyorsun. -Kenpachi... -Sende kimsin nalet olası. -Sus ve sadece soruma cevap ver. Arayüzü nerden buldun? -Ha! Sen o pisikopat veledin sevgilisi misin yoksa? -... -Hah hah ha! Biliyordum. Pekala genç bayan. Şimdi kulaklarını dört aç ve beni iyi dinle. Uydu ağının arkasında sen olduğunu biliyorum.Geliyorum, hazır olsan iyi edersin. Ayrıca bana bıraktığın o hediye içinde teşekkürler. Çok işime yaradı.Hah hah Ha! Dedi ve telefonu kapadı.Kurumi olayı anlamıştı... (Emir'in Öldüğü gün) "Dikkat, kendi kendini yok etmeye 1 dakika, Dikkat, kendi kendini yok etmeye 1 dakika..." -Kurumi! Buradan hemen çıkmalısın! Acele et. -Ama Emir ne olacak! -Biliyorum! ama o öldü! Sen yaşamak zorundasın. Acele et! ----- O an Queen'i tam olarak kontrol edemiyordum. O yüzden oradan kaçmak zorunda kalmıştık. Emirin bedenini de, orada bırakmıştık. Sonraki zamanlarda oradan çaldığımız kayıtları incelerken, klonlama ile ilgili birşeyler okumuştuk. Yoksa...Hayır olamaz! Olmamalı! Seni general bozuntusu! Sevgilimi rahat bırak! Bedenini rahat bırak!!! 11.Bölüm:(Olamaz!): -Queen herşey hazır mı? -Anne, bunu yapmak istediğine emin misin? -Duygularımı okuyabildiğin halde, bunları bana soruyor musun? -Öyle ama... Babam ne yapmanı isterdi? -Queen, sana bir gerçeği hatırlatayım. O burda değil! Nalet olsun yok işte yok! Yapmaya çalıştıkları şey, emirin yaptığı gibi Queen'i kuruminin beynine almaktı. Bu sayede beyninin tamamını, en azından teoride, kullanabilme şansına sahipti. Emir sadece yüzde 15'e çıkabilmişti. Daha yükseğini denemeye fırsatı olmamıştı. Kurumi ise sonuna kadar gitmeyi planlıyodu. O Generali ve bu işe bulaşan herkesi öldürecekti. Hali hazırda kullandığı kırmızı lensler yüzünden zaten oldukça ürkütücüyken, aklını kan hırsı bürümüş halini görünce korkmamak elde değildi. -Kızım, işleme başla... -Tamam anne! --------------------- (Generalin Üssünde) -Efendim, elimizden geleni yapıyoruz ancak, onu şimdi uyandıramayız. Aksi halde çok yaşayamaz. -Uzatma lan, dediğimi yap. Ölüm ölmemesi umrumda değil. Elimizde daha çok var. Geleceğini biliyorum Emir'in sevgilisi. Eğer o manyak ile sevgiliysen, sende en az onun kadar manyaksındır. Ama ben senin gibi değilim. Hatta sana güzel bir sürpriz de hazırladım. Hah hah ha! Uyandırılma işlemi başlıyor. Kalp atışları, normal. Kan basıncı, normal. Beyin fonksiyonları, normal. Kabin açılıyor... Dumanların arasında bir gölge gözüktü... -Pekala millet, burayı boşaltın. Birazdan ortalık çok karışacak. Ayrıca tüm uyduları onlar kontrol ediyor. Herhangi bir askeri hareket yapmaya kalkarsak işimiz biter. Burada olanlardan kimsenin haberi olmayacak. Pekala manyak kadın, gel bakalım, sen mi kazanacaksın yoksa sevgilin mi, göreceğiz! Haaahh Haaa! 5 dakika kadar sonra, Kurumi askeri üsse gelmişti. Etrafta kimsenin olmaması biraz ürkütücü olsada, sebebini o da biliyordu. Şimdi yapması gereken generali bulup onun işini bitirmekti. Yapmak istediği şeyi az çok anlamıştı. Emiri yada en azından beynini klonlamaya çalışıyordu. Bunu tam olarak başarırsa, hiç bir şekilde durdurulamazdı. Klon oldukları için beyinlerinin tamamını kullandırabilirdi. Ölmeleri çokda mühim değildi general bozması için... -Kenpachi Şerefsizi, neredesin çık ortaya! -Hey hey, sakin ol. Hem niye onu çağırıyorsun. Yoksa beni özlemedin mi? Kurumi sesi duyar duymaz titremeye başladı. Yavaşça arkasını döndü. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Dili tutulmuş, doğru düzgün nefes alamıyordu. Karşısında cansız bedenini kucağına aldığı, sevgilisi olan Emir'in tıpatıp aynısı olan biri duruyordu. Klon... -S-sen, sen Emir değilsin. Biliyorum ama... -Benim ondan ne farkım var? A dur bir dakika, ben seni ondan daha çok istiyorum. -Ne demek istiyorsun? -Senin ölmeni ondan çok istiyorum!! ... 12.Bölüm(Yeter Artık!): ----------------- Üzerime doğru geliyordu. Elindeki bıçakla koştura koştura... Elimi belimdeki tabancaya götürdüm ama, çekemedim. Dayanamıyordum artık. Yanlız başına 5 yıl yarı ölü yaşarken hep onu düşünüyordum. Cansız bedeninin soğukluğunu kucağımda hissettiğim Emir'im, klonda olsa şuan karşımda duruyordu. Yeter! Daha fazla bu acılara katlanmak istemiyorum! Kurumi kollarını açtı ve üzerine doğru koşan, emirin klonuna bakarak gülümsedi. Emir bir an sendeledi, ancak koşmaya devam etti. Tam Kurumi'nin yanına gelmişti ki, bıçağı yere attı, kuruminin elinden tutup onu kaçırdı. Kurumi hala şoktaydı. Emir konuşmaya başaldı. -Kenpachi benim beynimi kontrol altına almak için beynime bir çip koymuş. Ama beynimi olduğu gibi kopyaladıklarından Queen'de beraberinde geldi. Uyandırıldığımda otomatikman harakete geçti. Çipi devredışı bırakması biraz zaman aldı ancak gördüğüm kadarıyla tam vaktinde yetişti. -Yani sen şimdi gerçek Emir misin? -Hayır, sadece kopyasıyım. Bu yüzden sevinme. Zaten bir kaç dakikalık ömrüm var. General beni daha tamamlanmadan makinadan çıkardı. -Ölümünü bir daha mı göstereceksin bana? Tam bastırdım anılarını derken, birdaha mı buz kesmiş bedenini hissedeceğim? İstemiyorum, hayır! ... Hiç birşey diyemedi Emir. Gözleri doldu . Elinden birşey gelmiyordu. Sadece onu da bu işe bulaştırdığı için pişmandı. Koşmaya devam ettiler. General peşlerinden geliyordu. Sinirden deliye dönmüştü. Artık hiçbir şeyi umursamıyordu. Onları yakalayacak ve ikisinide oracıkta öldürecekti. Klonun zaten çok fazla ömrü kalmamıştı gerçi, ama olsun. Kurumi'nin önünde bir kez daha öldüreceğim onu! diye geçirdi içinden... ------------------ -Tanrı aşkına Kurumi-san nereye kayboldun! - En son nereye bakıyordu? Askeri üs değil miydi? Oraya gitmiş olmasın sakın? Queen, sen birşey biliyor musun? Queen kararsız kaldı. Emiri öldürenin general olduğunu söylese, sebebini bilmek isteyeceklerdi. Kurumi'yi bu kadar kızdıracak birşey küçük olamaz diye düşüneceklerdi. ama yinede anlatacaktı. geriye bir tek annesi kalmıştı. Onuda bu şekilde kaybetmek istemiyordu... -Sebebini sormayın ve sadece dinleyin. Aslında orası... ---------------- Askeri üssün etrafı dışarı çıkarılan personel ile çevriliydi. Bazılarıda generale katılmış, Kurumi ve Emiri arıyorlardı. Artık sınırına gelen Kurumi, üzüntüden patladı. -Yeter! Dur diyorum Emir. Artık yaşamak istemiyorum. Senide son kez gördüm dünya gözüyle. Her ne kadar klonda olsan... Hiç bir pişmanlığım kalmadı geride. Daha fazla dayanamıyorum. -Kurumi... Ordalar! Koşun! Sonunda general ve ekibi onları bulmuştu. Köşeye sıkışmışlardı.General o çirkin sırıtışını gösterdikten sonra, tetiği çekti. Emir refleks olarak kuruminin önüne atladı. Sırtından vurulmuştu. Tam kalbine denk gelen yerden... Ve kuruminin kucağına düştü. "Yaşamalısın" diyebildi sadece. ağzının kenarından akan kanlar, zemine yayılmış kanlara karışırken... Kurumi bir kez daha Emir'in cansız bedenini kucağında tutuyordu. Bu sefer hayatı ellerinden kayıp gitmişti. Dondu ve öylece kalakaldı... 13.Bölüm Sezon Finali(Değişim başlasın!): Daniel ve Tohka ekip ile beraber üsse vardıklarında, Kurumi'yi kucağındaki cesetle ağlarken bulmuşlardı. Onun emir olduğunu öğrendiklerinde buz kestiler. Sadece birbirlerine bakakaldılar. Yanına gidecek yüz bulamıyorlardı. Gidipte ne diyeceklerdi ki zaten... -Anne!Anne iyi misin? Ses Queen'in sesiydi. Daniel'e onu yakına götürmesini söyledi. Daha yeni yakınlaşmaya başlamışken, Queen karşısında 5 yıl önceki portreyi tekrar gördü. Her adım ilerleyişinde, duyguları daha çok yoğunlaştı. En son yanlarına geldiklerindeyse çığlığı bastı. -hayır! Yine olmasın hayır! ------- Biraz sakinleştikten sonra devam etti. Beni babamın eline koy. Neler olduğunu o bana söyleyebilir. Klon da olsa o Emir, henüz tamamen ölmemiş olmalı. Daniel söyleneni yaptı. Queen sinir uçlarından beyne ulaştı. Hafıza bölümünü tararken birden durdu. "Emir'den mesaj mı var?" Dur bi saniye, neler oluyor böyle? Emir'den mesaj mı var? Muhtemelen beyninde kalan son şeylerden biriydi. Otomatik gönderilecek bir mesaj. Açtı, okumaya başladı. "Size yaşattığım acılar için gerçekten üzgünüm, ama kurtardığınız hayatlar için buna değer. Her ne kadar hal böyle olsa da, sizi daha fazla zorlamak istemiyorum. Bu yüzden son olarak bu kodları bıraktım. Bunlar hem senin acı çekme duygunu, hemde Kurumi'nin benle ilgili anılarını hatırlamasını engelleyecek. Tamamen silecek kadar ileri gidecek cesaretim yok malesef. Şimdi iş sana kalıyor, yapacak mısın? Yoksa bu şekilde kalmak iyi mi?" Queen kafasını kaldırıp annesine baktı. Gözleri sönmüş, ölü gibi duruyordu. Dokunsan devrilecek kadar zayıftı. Onun duyguları yapaydı sonuçta. Ne kadar hissedebilme yeteneği olsada gerçekteki kadar şiddetli olamıyordu. Bir kendi yaşadıklarına baktı, birde annesinin yüz ifadesine. Düşünecek bir şey yoktu. Anıları silecekti. Daniel'den Kurumi'ye uzanmak için yardım istedi. Kurumi onu eline aldı ve söze girdi. -Bu manyağı senden iyi tanıyorum Queen. Aşağı yukarı aklından neler geçiyor biliyorum. Ama yapma. Eğer son dileğinide unutursak, yaşadığımız bunca şeyin ne anlamı kalacak? Hadi eve gidelim, bu sefer katılmamız gereken gerçek bir cenaze töreni var... Queen gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Saldı kendini. Küçücük bir ekranda mavi-beyaz süzülen piksel taneleri. Acının ne demek olduğunu öğrenmiş gibi manalı manalı süzülen gözyaşları... ---------------------- Generalin takımı dağıtılmıştı. Kendisi ise görevden alınmıştı. Tabi halka duyurulan kısım buydu. Gerçekte dünyanın en önemli güvenlik noktası haline gelmiş bir merkezin başkanına saldırmak açıklanamaz birşeydi. Hem işin arkasında gerçekten kimin olduğunun da bulunması gerekiyordu. Bu yüzden Kenpachi'yi sorgulamak üzere yanlarında getirdiler. Klasik asker bozması, ağzını bile açmadı. En son Kurumi yanına geldi. Başına silahı dayadı. "Söyleyecek bir şeyin var mı?" dedi. Generalin hayır demesinin üzerine hiç ikiletmedi. Çekti tetiği. O anki soğuk kanlılığını gören Queen içinde garip bir korku hissetti. Sanki tanıdığı annesi başkasına dönüşmüş gibiydi. Kurumi arkasını döndü ve giderken "toplayın şunu" dedi. Hala olanlara anlam verememiş olan sorgulama ekibi denileni yaptı. Kurumi kendi kendine konuşmaya başladı. Bundan sonra kötülere merhamet olmayacak. Bundan sonra acıma olmayacak. Bundan sonra kimseyi kurban vermeyeceğim hiç bir şerefsize! Sonra Queen'e döndü ve: -Kızım, bundan sonra hiç bir kötüye acıyarak bakma. Ayrıca unutma, asıl düşmanı daha bulamadık. Hiç bir yumuşaklık belirtisi göstermeyeceğiz. Ben yaşadığım sürece skynet 2.0 programı devam edecek. Küresel İletişim Merkezleri (K.İ.M.)'de emrimde. Generale o desteği veren o***'yu bulup canına okuyacağım. -Anne... Queen yaşananları tekrar düşündü. Belkide doğru olan buydu, yada yapması gereken. Annesine destek olmaya karar verdi. Her ne kadar korkuyor olsada... 2.SEZON Notlar: Konu ilk bölümden saçmalanmışa benziyor ancak yeni bölümler geldikçe ortaya güzel şeyler çıkacak. Her hafta en az bir bölüm ekleyeceğim. Keyifli okumalar. 1-1.Bölüm(uyanış): Kurumi'yi kurtarmak için beynini hacklediğimden beri 5 yıl geçti. Bu yaptıklarım sanki hiç birşeyi değiştirmemişti. Hala komadaydı, hala dışarıya tepki vermiyordu. Ne yapacağımı bilmeksizin öylece dolanıyordum. 5 yıl boyunca hiç birşey yapmadan... O gün hastaneye gitmedim. Gidemedim. Belkide benim yüzümden hiç uyanamayacaktı. Ne yaptığımı sanıyordumki? Öylece bir insanın beynini hackleyemezdim. Ama onu kaybetmekten korktum. Şu nalet dünyada bana ait olduğunu düşündüğüm tek şeyi. Bu korkum, belkide onun sonu olmuştu. Ben bunları düşünürken çalan telefonun sesiyle irkildim. Cebimden çıkarıp baktığımda hastaneden aradıklarını gördüm. Acaba... Hayır hayır. Aklıma kötü şeyler gelmemeliydi. Yinede korkarak telefonu açtım. -Alo, emir-san'la mı görüşüyorum? -Buyrun benim. -Gözünüz aydın, hastanız uyandı. -Ne! hemen geliyorum! Montumu aldığım gibi kapıdan dışarı fırladım. Bisikletim arızalıydı. 3km yolu koşmam gerekiyordu. Olsun, şuan 30km bile koşarım. O gözlerini açtıya, gerisinin bir önemi yok... 301-302... Koridorun sonundaki 320 nolu odaya kelimenin tam anlamıyla kafa attım. Evet kafa attım. Kapı arızalıydı ve açmak için biraz uğraşmam gerekiyordu. O kadar acele edincede direk kafayı vurdum.Kapıyı açtığımda kurumi yataktan doğrulmuş, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Gözlerimden gelen yaş durmak bilmiyordu. Hemen koşarak yanına vardım. -Kurumi, sonunda uyandın! -Uyanmak mı? -Evet, tam 5 yıldır komadaydın. -Be-beş yıl mı? Sen gerçekten Emir misin? Kesin bu bir rüya olmalı... -Hayır gerçek! Burdayım, hiç gitmedim! -Senin 2 defa ölümünü gördüm Emir, 2! Hepsi sahtemiydi! Tüm yaşadıklarım, hepsi bir rüyadan mı ibaretti! Hayır bu gerçek olamaz! -Kurumi... Neler olduğunu idrak edemedim ilk başta. Ondan biraz daha anlatmasını istedim. Tüm detaylarıyla, sanki bir ömür yaşamış gibi anlatıyordu. Onu daha fazla yormamak ve dinlenmesine izin vermek için, biraz yanlız bıraktım. Sonra Queen ile irtibata geçtim. Çekilen beyin tomografisini incelemeye başladık. Sonuçta beynindeki hücrelerin sayısında aşırı bir artış olduğunu gördük. Neredeyse 5 yıl yaşamış kadar veri birikmişti. Bunun 2 tane mantıksız ama mantıklı olması gereken açıklaması vardı. Ya Kurumi komadayken, benim yaptıklarım yüzünden uzun bir rüyaya dalmıştı, yada geleceği görmüştü. Beyin hakkında bilmediğimiz tonla şey varken pek hala her ikiside mümkün. Şimdi düşünmem gereken bunlar değil, Kurumi'nin bedensel ve ruhsal sağlığı. Zira eski Kurumi gitmiş, yerine sert ve asker havasında bir Kurumi gelmişti. 1-2.Bölüm(Uyanış-2): Kurumi hastaneden taburcu oldu. Bir kaç gün yanlız kalmak istediğini söyledi. Bu boşlukta bende kendimi olanları anlamaya çalışmaya verdim. Herşeyden önce beynimi daha iyi anlamam gerekiyor. Bunun için daha zeki olmalıyım ve bunu başarmanın yoluda Queen'den geçiyor. Onu doğrudan beynimin içine erişibileceği şekilde yeniden yazdım. Bundan böyle benim rızam olmaksızın bütün kontrolleri elinde tutabilecekti. Peki bu ne işe yarayacaktı? Queen insanoğlunun bildiği tüm bilgileri idrak etme yeteneğine sahip bir varlık. Beyin üzerine bilinen herşeyi öğrenecek, benim beynimi kullanarak öğrenme gücünü arttıracak ve olanları çözmeye çalışacak. Pekala çözmesi yıllar bile sürebilir. Aslında Queen'i doğrudan bedenime aktarabilirim ancak bu işlem çok riskli ve geri dönüşü olmayan birşey. Böyle birşey'e kalkışmadan önce bunu denemeliyim. Ayrıca Kuruminin Bana anlattıklarının gerçekliğinide kontrol etmem gerekiyor. Eğer gerçekten söylediklerinde doğruluk payı varsa... Geçen bir haftanın ardından daha fazla sabredemeyip kurumiyi görmeye gittim. -hey, benim, içeri girebilirmiyim? -Emin değilim. -Ne demek emin değilim, geleyimmi gelmeyeyimmi? -Onu kastetmedim. Neyse, gel. Seni çok özledim... Odaya girdiğimde pencerenin yanında dikiliyordu. Belliki dışarıyı izliyordu. Sonra yavaştan bana doğru yaklaştı. Elini yanağıma koydu. Yüzünden tarif edilemeyecek duygular yansıyordu. Korku, mutluluk, sevinç, hüzün... Hepsi bir arada... "Gerçekten senmisin?" diye tekrar sordu. Hiç bir şey demedim. İyice yaklaşıp dudağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra, "hepsi geçti, her ne yaşadıysan hiç biri gerçek değildi. Bu durumdan kurtulmalısın ve ancak sen kendini kurtarabilirsin. Sana yeni bir şans verilmiş gibi düşün. Herşeye yeniden başlama şansı." Kafasını göğsüme yasladı. Bir an ağlayacağını sandım. Hatta eski Kurumi olsaydı çoktan seller yağdırmaya başlamıştı. Şu an karşımda duran kişi ise bambaşka hissettiriyordu. Uyanmadan önce en son ne hatırladığını sordum. -Başımıza bela olmuş pisliğin tekini idam ettim. Bir kaç gün sonra ölmüş olması gereken o Kenpachi o.ç'undan bir mesaj aldım. Tahminimce kendini klonlamıştı. Şerefsiz. Nasıl yada nerde yaptığını bilmiyorum. Manyak herif, Eski usül atam bombası yaptırmış, sırf beni öldürebilmek için bütün şehri havaya uçurdu. Aslında birazda mutluydum. Sonunda gerçek senin yanına geliyordum. Sonunda tüm bunlar son buluyordu. Biraz şaşırmıştım. Bir asker gibi konuşuyor, küfürler yağdırıyordu. Yaşadıklarını göz önüne alırsak, daha azını bekleyemezdim zaten. "Sonuç olarak haklı olduğunu düşünüyorum" dedim ve tekrar sarıldım. Bu sefer yumuşadı, ağlayacak gibiydi ama yine kendini tuttu. -Peki şimdi ne olacak? Normale mi döneceğiz? -Aslında, biraz araştırma yaptım. Kenpachi denen adam gerçekten var. Gerçekten gizli bir üssün kumandanı. -Dur bir dakika, geçen sefer oraya tek başına gidiyordun. Queen'i kullanarak sistemlerini hacklemekti amacın. Bu sayede uyduları kontrol altına alıp dünyaya barış getirmeye çalışıyordun. Kısaca böyle birşeyler yapıyordun. -Güzel planmış aslında. Bir kaç saniye sessizlik oldu. Kurumi birşeyler düşündüğümü anlamış olacaktı ki, bana bakarak şeytanvari bir gülümseme gösterdi. Çok ürkütücüydü. Sonra tek rar konuşmaya başladı. -Hey, birdaha böyle bir çılgınlık yapmayı düşünürsen, benide yanında götür. Ve evet, birde şu var. Queen'i kullanarak otomatik nişan alan bir silah üzerinde çalışıyordum. Sanırım seninle birlikte bunu yapabiliriz. Bir daha seni kaybetmek istemiyorum ve oraya birdaha hayatta dönmem. Ama seni tanıyorum, bunu yapacağını adım gibi biliyorum. İntikam için... -İntikam için... Haklıydı. Planı beğenmiştim. Yapacaktım. Ama dediği gibi bu sefer yanlız değil, kurumi ile beraber gideceğim. Onu kişisel intikamım için kullanmayı hiç istemiyorum ama, bir daha yanlız bırakmayacağıma dair ona söz verdim. Bir şekilde sözümü tutmam gerek. Ölmeden, geri dönmemiz gerek. Bunun içinde çok sağlam bir plan yapmam gerek. Peki Kurumi'nin anıları ne kadar gerçek? Geleceğimi gördü? Hepsini oraya gidince anlayacağız. ********** Arkadaşlar açık konuşmak gerekirse konuyu çok dağıtıp aşırı hızlı giderek bir hata yaptım. Şimdi hikayeyi en baştan yazıyorum. Bu sefer bazı karakterler olmayacak, olanların kişilikleri farklı olacak, bu yazdıklarımda gördüğüm hatalar ve eksiklerde giderilecek. Şuan whatpad üzerinden yayınlamaya başladım ki böylesi çok daha uygun benim için. Benim yazdıklarıma ilgi duyan arkadaşları bekliyorum. Eski yazdıklarımı silmeyeceğim. Zira ikisinide okuyup karşılaştırma yapabilecek insanlar var. Belki yeni halini kimse sevmez, eskiye döneriz vs vs. İpler sizin elinizde yani. => http://w.tt/1JqYdxy ---5.Bölüm'e buradan ulaşabilirsiniz
  19. Merhaba arkadaşlar burada özgün bir çalışma yayınlıyorum. Etkilenmediğim bir şey yok dersem yalan olur. Hikayenin tanıtım kısmını buraya ekliyorum. Başlayalı fazla bir süre olmadı. Çoğu isim ve tanımların gerçek anlamlarından yararlanılmıştır. Mesela Radford ismi Kızıl geçitten gelen anlamına gelir. İleride bunun ne demek olduğunu anlayacaksınız. Geri kalan kısmı alttaki linkten okuyabilirsiniz. Daha fazlasını yayınlamak isterdim ama telif hakların korunamayacağından bunu yapamam. Sonuna kadar devam ederseniz hoşuna gideceğini inanıyorum. Burada hikayenin özelliklerinden bahsediliyor. Azda olsa spoiler içerir. Güç sistemi insanlarda şöyle ayrılıyor. 1-Savaşçı: Dört temel ilkesi vardır. a) Kaplama(Ken):Ruh aurasıyla bedeni sarmalamasına olanak sağlar. Bu fiziksel saldırlara karşı büyük oranda direnç sağlar. Ayrıca insanların uzun yaşamasına sebep olur. b)Boşluk:Ruh aurasını engelleyerek varlığını gizler ve bir ölçü de kişinin güç toplamasına sağlar. c)Arıtmak(Zen):Ruh aurasını güçlendirmeye yöneliktir. Kuvveti artırmak için önemli bir yetenektir. d)Eylem(Yen): Ruh aurasını dışa doğru salınımıdır. Bazı savaşçı klan aileleri özel güçleri de mevcuttur. 2-Büyücü: İrade gücüne sahiptirler. Bir şeyi hayal edip gerçekleşmesini sağlarlar. Her hayal ettiği şeyin gerçekleşmesi ancak gerekli büyü dizilimleri bilmekle olur. Gerekli büyü dizilimlerini asalara yükleyebiliyorlar. Asasız büyü yapmak hem zordur, hem de o kadar büyü dizilimi akılda tutmak kolay olmayabilir.Bunlarda kendi aralarında ayrılabiliyor ve ayrıca destekleyici yada hizmetçi denilen summoner çağırabiliyorlar. a)Necromancer: Ölüm ve ölülere yönelik büyüler üzerine yoğunlaşmış büyücüdür. Büyüleri genelde direk öldürme, hastalık vererek zayıflatma, ölmüş olanları dirilterek emri altına alma veya diğer ölüleri kontrol etme üzerinedir. Eranbor kıtasında yasaklanmıştır. b)Pyromancer :Ateşe hükmeden büyücülerdir. Kundaklama ustası kabul edilir. Büyük bir alev çıkartarak savaşta en büyük hasar veren büyücülerdir. c)Crymancer: Buza hükmeden büyücülerdir. Buz topu, mızrağı , tuzakları ve şiddetli buz fırtınalarıyla ünlüdür. Zemini buz mızraklarıyla kaplayarak süvarilere çok büyük zarar verdirir. d)Warlocks: Karanlık büyü sanatının efendisidir, ateş ve gölge büyü gücünü kullanmayı iyi bilirler. Summoner genelde iblis türünden olup diğer büyücülere göre daha fazla çağırabilirler. e)Bloodmancer: Büyücüler genelde eşit takas kanuna uyarak mana denilen ruh havuzundan harcadıkları güçle açığa çıkartırlar ama bloodmancer türündeki büyücüler kendilerinin veya müttefiklerinin kanını tüketerek şeytanlardan daha fazla güce erişmeye çalışırlar. Karanlık ayinler ile bu güce ulaşmak isteyenler yaşam gücünü veya kendilerini feda etmeye hevesli insanlardır. f)Shadowmancer: Büyü kullanan suikastçılardır. İlizyon büyülerinde usta olan bu büyücülerin hakkında fazla bilgi yoktur. Hatta bazılarınca şehir efsanesi olarak kabul edilen bu büyücüler, kendilerinin yaydığı bir dedikodu mu yoksa hiç bir düşmanı hayatta kalmadığı için mi olduğu pek bilinmiyor ama kimse bu adı bilinçli bir şekilde anmakta istemiyor. g)Dragon princess: Aslında bir büyücü değilde kendileri ejderlerin eski öğretilerine adayan rahip olduklarını kabul ederler. Eranbor kıtasında kendilerine ait tapınakta hayatlarını yüzlerce yıldır sürdüren bu insanlar, halk arasında genç ve güzelliğin sembolüdür aynı zamanda kutsak bakireler olarak adlandırılırlar. Rahatsız edilmedikleri sürece hiç kimseye zararları olmaz ve ayrıca insan hayatına önem vermeyecek kadar gaddarlar. 3-Simyacılar: Eşit takas kanunun temelini kullanarak bir şey elde etmeye çalışan bilim adamlarıdır. Bir şey elde etmek için eşit değerde başka bir şeyi kaybetmek gerekir. Mesela ateş yakabilmek için oksijeni yok etmeleri gibi. Bu gibi şeyleri ancak dönüştürme çemberi kullanarak elde ederler. Bir nevi katalizör etkisi de denilebilir. Bir çember; yere çizilebilir, bir giysi parçasının üzerine işlenebilir veya üzerine dövme yapılabilir. Bu çemberler tebeşirden kana, izi çıkan herhangi bir maddeyle çizilebilir. Her büyücü savaşçı olabilir ama her savaşçı büyücü olamaz. O yetenek ancak elli binde bir ortaya çıkar. Simyacılarda bir o kadar nadirdir. Gerekli araştırmalarını kimselere açıklamazlar çünkü kendilerine rakip olarak başkalarını istemezler. Büyücüler, savaşçı olmayla alakaları yoktur. Simyadaki gibi kendilerini değerli araştırmalara adarlar. Seviyeler 1-100 kadar gider. Her seviye belli bir tecrübeyle veya meditasyonla(zenle) kazanılabilir. 100. seviyeden artık efsaneler başlar. Sadece büyücülerin becerileri(skill) seviyesi mevcuttur. Bunu kullandıkça yüze kadar artırma yolunda gider. Eranbor kıtasında güçlü bir imparatorluk ve 44 tane devletçik vardır. İmparatorluğun buyruğundaki bu devletçikler kendi aralarında çatışmalar mevcuttur. Aynı kıtada iki güçlü devlette bulunmaktadır. Ayrıca keşfedilmemiş bölgeye sınır olan bu kıtanın diğer uygarlıkların istilasına uğrayabiliyor. Güçlü Tarikatlar,Ticari Birlikler, Büyülü hayvanlar ve Başka diyarlarda kitabı takip ettikçe göreceksiniz. Hikaye belirli kısımlara ayrılıyor. Mesela İlk dört bölüm çocuğun babasıyla alakalıdır. Sonraki sekiz bölüm ise büyüme ve güçlerini keşfetmeye başlamasıdır. Bu yazdığım özellikleri ilk seferde göremeyebilirsiniz çünkü ana karakter yeterli donanıma başlangıçta sahip değildir. https://www.wattpad.com/story/42122859-kahramanlar-%C3%A7a%C4%9F%C4%B1 Bu arada hikaye içi yorum ve oylarınızı esirgemezsiniz umarım. Biraz bencilce olabilir ama hikayeyi devam ettirmek adına beni hırslandırıyor. 14 bölüm yayınlanmıştır.
  20. Taruken'nin Hikayesi Türü : Aksiyon,Fantastik,Romatizim,Komedi,Shounen,Dram,Korku,Doğa üstü Güçler Konusu : 2019. Yılın sonlarında Dünyadaki Ulusal ilişkilerin bozulması sonuçundaHer Bölgede Bir Nükiyer Faliyet Gerçekleştirildi. Bu Nükliyer Kıyamet olarak adlandırdımız olay Dünya Nifusu'nun %70'ini Yok etti %20 sini Mutantlaştı Geriye kalan %10 luk bir kısma şans eseri birşey olmamıştı. Nükliyer sızıtılar giderildikten sorna Yiyecek Ve su sıkıntısı çekmeye başlayan Mutant insanlar Nükliyer kıyametten zarar görmemiş insanları vahşice Parçalayarak Yiyeme başladılar Hikayemezin ana Karakteri Taruken bir Türk, babasını ailesi Japon Kütürünü Taşıdığından ona bu isim verilmiş . Japonya da Halasını ziyaret ederken nükliyer kıyamet sornası türkiye'ye geri dönemedi. 14 yaşındaki genç Türk Ve ailesi Zarar Görülmediği ön görüldü Mutant olarak sayılmayan Taruken aslında Nükliyer Kıyamet'den nasibini almıştı, Kıtlık başlayınca ve mutantlar insanları yemeye başlayınca Taruken'nin ailesi Dev bir Mutant Tarafından zalimce gözünün önünde parçalandı. Çılgına dönen Genç Mutant Güçlerini Kullanarak Titanı yok etti gücü ise muhteşem birşeydi Yıldırım Elementi !. Gencimiz Lucy adlı Güzel bir kızla tanışıcak ve Hikaye Dahada sürükleyici olucaktır. Tanıtım Videosu : '' Kendim yaptım iyi seyirler '' NOT : Yaptığım İlk FF Yazım hataları ve kamaşık cümleler için Şimdiden özür dilerim * Karakterler * Taruken Genç,yakışıklı,Hızlı,Kızlar Konusunda Hasas,Cesur,Güler yüzlü,bazen Çok ciddi,( Kızlar konusunda hassas derken aşırı utangaç olabiliryor demek için kulandım. ) Lucy Genç,Güzel,Kibar ama bazen Kibirli,İlizyonist ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bölüm 1 ( İsimsiz Prenses ) Taruken İçinden Konuşuyor - İnsanlar... Çok aciz yaratılmış... Hh! O günü düşündükçe Sanki Bir kağbusdan uyanmışım gibi Hissediyorum...hayır... sağdice o Gün değil... Tokyo'ya Geldiğim günde bu şekilde Hissediyordum... Kıyamet günü Ha... Ne kadar acınası... Taruken 15 yaşındadır ailesini kaybettikten sorna Gücünü Kulanmayı öğrenmek için Sürekli anteraman yapmıştır Taruken - anne...baba... Merak etmeyin...Muklaka Titan Mutantların soyunu kazıyıçağım... (Cümle arası Noktalar aralıklı konuştuğunu belirmektedir) Yabancı ses + Hayır! yardım edin!! Korkuyorum !!! Taruken Koşarak sesin Geldiği yere Gider. - Bu da ne böyle Bir sivilmi? burada ne işi var!. Nalet olsun Şu dev aynı ailemin sonunu Getiren şerefsize Benziyor! ( Öfkelenmeye başlar ) ( Kız Korkudan donmuş sadice bacakları ve elleri titremektedir.) (Dev Kafasını kıza yakınlaştımış salyaları akar bir şeliklde kıza bakmaktadır) - napalım artık Kızı öylece bırakamam... pekala başlıyoruz!.. ( parmaklarını şıklatı. ve Anında yer değiştirdi. Kızı kucaında tutar Dev ise yanmış bir şekilde yere Yığılır ) Taruken -Tanrım! bu biraz acıtdı... Birazdaha dikkatli olmalıyım... - Hey! sen Cosplay yapan Kız! Derdin ne niye kaçmadın ?.... Hey! Kız + Vay canına Kar yağıyor... Ne kadarda Güzel... Keşke bende Kar tanesi olsamda havada süzülsem... + Sen Kimsin ? Taruken - Hmm Bir düşünelim Hayatını Kurtaran Fakir bir oğlana ne dersin prenses Kız + Dalgamı Geçiyorsun sen! Prenses Tamamda Cosplay yapmıyorum!. Taruken - Tamam Tamam Birşeydemedik burda yeniyim Ne kadar kız Gördüysem Göreyim senin Gibi Geyineni Görmedim açıkcası Bu arada Bunları söyledimi nasıl duydun ? yarı ölüydün be. Kız + Gizli bilgi. ( Kollarını birleştirerek ve somurtarak başka tarafa bakar. ) Taruken - Heyy. sen. biraz fazla kibirli oldunu düşünmüyormusun ? Ha bide Şu kar olayına Gelelim sen delirdinmi 1 yıldır kar yağıyor Bu kadar sıcak olmasına ramen Dünyanın dengesini bozan Radio aktif Faliyeler Bu gibi garip olaylara sebep oluyor sakın azını açıpta yutayım deme... Kız + a-a-aptalmısın sen niye öyle birşey yaparmışım gibi sorguluyosun. Taruken - Ciddi misin?.. Gerçekten Yaptınmı ?.. Kız + S-sadice birazcık. Taruken -Of Of Kurtardığım kız ölebilir ve Sorumlusu kendisi! ( Kendi Kendine Konuşur ) Kız + Ne demek istiyorsun -Dünya radiasyondan temizlendi dediler değilmi... bu yalan sadice topraktaki Radiasyon'u Yok ettiler. havadakini elbet Yok edemiyeceklerdi Denizlerdeki radiasyon buharlaşma ile Havaya karıştı ve sen de onu dilinde eritekek kendi vicuduna davet ediyorsun Yaptığın tam bir budala işi... +.... -BU arada senin adın ne? Nerden Geldin ? Burada ne yapıyorsun ? + Eyer beni iğleştirebiliyorsan Sorularını cevaplarım ( kız korkku içinde) -Sen temizmisin ? + D-daha sabah banyo yapmıştım. ( Yüzü kızarır ) - Onu sormuyorum Radiasyondan etkilendinmi !? sen beni ne sandın sapık filenmi ben senin Banyo yapmannı napıcam ?.. Bir dakika Sen banyoyu nerde buldun ya ? +Çok soru soruyorsun! evet bende bir mutantım... ya sen ? -Sözde temizdim tabi 1,5 yıl önce Mutant bir devi öldürürken benimde yakalandımı farkettim. + ığy... Korkunç... ( Tiksinerek söyler ) -Neyse ne Şimdi Güvenli bir yer bulup senİn Karnını doyuralım + Radiasyona ne oldu ! - eyer bir mutantsan etkisi olmuyacaktır sana afiyet olsun kar yiyebilirsin. ( arkasını döner ve yürü meye başlar ) + B-bekle Dalga geçme! H-Heyy Beklesene ! ( Tarukenin Peşine düşer. ) Bölüm 2 ( Prensesin İsmi ) Taruken ve İsmini daha Söylememiş Güzel Kız Birlikte Yiyicek ve içecek aramaya Giderler Bir dükkana Zorla Girerler Taruken Birşeyler ararken Kız beklemektedir... Kız - Of Neden Bu adamın Peşine düştüm ki.Ya bana zarar vermeye kalkarsa ne yapıçağım?. ( İçinden düşünür ) Taruken gelir ve elindeki birkaç Çikolata ile.. + Al bunu Açlıktan ölmeni istemiyorum. - Bu da ne böyle bununla karın doyarmı ? Dalgamı geçiyorsun sen! + Kullanım tarihi Geçmemiş sadice bunlar vardı... Tabi sen istersen dişarıda kar da yiyebilirsin. - Dalga geçme demiştim değilmi? hayatımı kurtaran fakir oğlan! + ..... - ..... + Sanırım sana ismimi söyleyebilirim artık.. Ben taruken benden zarar görüceğini sanmam. Sen Kimsin? - Lucy... Senden zarar görmiyeceğime emin olabilirsin seni anında yere sererim!. + Peki nasıl olucak bu Hızıma yetişebilicekmisin ? - Benim gücüm Hız veya güç ile alakalı değil. Sistematik bir Güç. + Sistamatikmi? Nasıl yanı nasıl kaçıçağınımı hesaplıyorsun? hahah :D - Sanırım uygulamalı olarak göstermek daha iyi olucak! Gözlerimin içine bak Lütfen... + Peki Küçük hanım... ( Birbirlerine bakarken Taruken Birden kendini bir kafesin içinde Dino devrinde görür Güçlerini çalıştımıyordur tam T-rex onu avlıyacakken Uyanır kendini yere düşmüş şekilde başı ağrır bulur.. ) + Bu da ne böyle?.. Ne oldu bana ? - ( Kız atıştırıyordur.. ) - Söylemiştim gücüm sistematik. Seni Rüyalar Diyarına Gönederdim. Gördüğün Hiçbirşey gerçek değildi ama O an herşeyi hisedersin. Seni T-rex yemeden önce uyandırdım yoksa bedenini Kaybetiğini hissederdin Piskolojik olarak Yok olurdun. + Etkilileyici ama yeterli değil hadi Tekrar dene. - Eminmisin? bu sefer seni yok etireçeğim. + Yolla bakalım. ( Tekrardan aynı sahne gelir ama taruken O rüyadan saniyesinde kurtulur.) - Ne oldu bu kadar çobuk uyanmaman lazımdı ! ( lucy şaşırır ) + Ben ilk başta beni paraler bir dünyaya yoladığını düşünüp beynimi kullanadım Bu tür oyunlar bana işlemez.Lucy eyer düşmanına yem olmak istemiyorsan Bu gücü sadice 1 kere kullan. Düşmanda benim kadar zeki olabilir. - Az önce yok etiğin devde bir kere bile işe yaramadı! + Daha önceden böyle bir şeyle karşılaşmış olmalı neyse Şimdi buradan uzaklaşalım Yiyecek kokusu onları çekmeye başladı... - O zaman beni Korumalısın Taruken. Bunu yaparmısın ? + Böyle Rica edersen neden olmasın. Bak kibarda olabiliyormuşsun işte. - Ben hep Kibarımdır. + Hadi oyalanma gidiyoruz. - Nereye gidiceğiz ? + Boklu dereye. ßen ne bilyim güvenli bir yer buluruz elbet. ( İkiside Dükkandan stok alarak yola koyulurlar... onlar Gittikten birkaç dakkika sorna Dükkan havaya uçar sebebi mutantların oradaki yiyicekler yüzünden kavga etmesidir.) Bölüm 3 (Hiç bitmeyen Yolculuk.) -Hey daha ne kadar yürüceğiz? ( Yürümekten yorulmuş bir vaziyette sordu lucy ) + Sabırlı ol, biraz daha yürümeliyiz... - Off... Yoruldum ama... + Vicudunu geliştirmessen olucağı budur. - Heh ? ( Birden durup Taruken'e baktı ) + Ne oldu ? - ( iç çekerek ) Boşver. Dedi Bir mütten yürüdükten sorna Büyük bir arazi gördüler en yakın binanın En üst katıca cıkıp kamp kurdular. Hava git gide kararıyordu Ve lucy uykuluydu. + Lucy, Uyumalısın. - Sen ne yapıcaksın. + Nöbet tutuçağım. Uyu sen. - Ama uyumazsan güçten düşersin. + Uyu. Lucy daha fazla tartışamayarak uyumaya karar verdi. O uyurken Taruken Nöbet Tutuyordu. Etrafa bakmak yerine direk Lucy'e bakıyordu. Yaınındakileri hisetiği için Rahattı. Lucy uykulu bir şekilde uzandığı yerden kalktı. Üstünde bir jeket vardı. bu Taruken'nin jeketiydi. Gözleri etrafta onu arıyordu ayağı kalkıp vadiye baktı. Ordaydı üstünde beyaz bir Tişört ve altında her zaman giydiği eşortman vardı. Kesik bir kütükle anteraman yapan Taruken e baka kaldı. Çok fazla yumruk atıyordu Kütüğe. Sonunda sinirlenip Kütüğü Elinde elektirik topalayarak vurup Parçaladı.. Daha sorna Lucy Onun yanına giti - Ne yapıyorsun ? + Antereman. zinde kalmak için. - hmm analadım. ( parçalanmış ve bu karlı havada yanan kütüğe bakıyordu.) + Sıra sende. - Ne ? + Antereman yapıcaksın. - Neden ? + Yürümek istemiyorsun değilmi ? O zaman bizde yürümeyiz... Işınlanırız..... - Ne ? Işınlanmakmı ? nasıl ? dalgamı geçiyorsun ? + hayır Cidden ışınlamak bunun için Tehlikeli bir şey yapmamız gerekiyor. - N-Ne gibi ? + Senin vicuduna elektirik yükleyeceğim. Lucy şaşkındı Ne yapıcağını kestirememişti. Nasıl ? nasıl elektirik yüklemesi yapıcaktı ? - Bunu nasıl yapıcaksın? ya bana birşey olursa ? + olmuyacak Yüksek voltaj vermiyeceğim. - P-peki am- Birden Taruken yaklaştı onun cenesini tutarak yüzüne baktı ve onu Öptü! yanlış okumadınız onu Öptü! Ayrıldıklarında ikiside kızarmakta yarış halindeydiler... - Neden bunu yaptın ! aptal! + anteraman biti.. ( arkasını dönerek söyledi bunu ) - Ne ne neden öptün beni sapıkmısın sen ! ( utanarak söylüyordu ) + Elektirik yükledim sadice ( yüzü görünmesede taruken utancından yerin dibindeydi.) - Başka yolu yokmuydu! + Diğer yollar tehlikeli en iyisi Fiziksel bir bağlantıydı dilimle senin Dilin. ( Taruken'in sesi titriyordu İlk defa.) - aptal, sapık, Cinsel eşşek! kahrolası! + daha Kötüsünüde yapabilirdim!!! - Ne gibi ? + Fiziksel bağlantı dedim. ( sesi iyice kısılmıştı ) Lucy ne dediğini anlayınca susup kaldı....
  21. Anime Tanıtım Hotarubi no Mori e Tür: Dram, Romantik, Doğaüstü Yayınlanma Tarihi: 5/09/2013 Bölüm Sayısı: 1 Süre: 44 dakika Yönetmen: Takahiro Omori Manga: Yuki Midorikawa Animasyon – Dizayn: Akira Takada Firma/Stüdyo: Brain’s Base Müzik: Makoto Yoshimori Küçük bir kız olan Hotaru, hakkında efsaneler anlatılan Yamagami Ormanı’nın içinde kaybolmuştur. Yolunu bulmaya çalışırken bir oraya bir buraya koşuşturmaktan yorulur ve sonunda olduğu yere oturup, ağlamaya başlar. Tam bu sırada yüzünde maske takılı bir genç (Gin) onu görür. Ormanda biriyle karşılaştığına çok sevinen Hotaru birden Gin’e doğru koşar fakat beklediği sevgi dolu karşılamayı göremez. Gin bir Youkai’dir (ruh) ve eğer ona bir insan dokunacak olursa yok olacaktır. Gin, eli yerine bir odun parçasını Hotaru’ya uzatır ve onu ormandan çıkartır. Hotaru, ona yardımcı olduğu için Gin’e karşı minnet duyar ve yarın bir hediyeyle geleceğini söyleyerek yanından ayrılır. Böylece Hotaru bütün yaz mevsimi boyunca her gün Yamagami ormanına Gin’i görmeye gelir. Yaz bittiğinde ise ayrılık vakti gelip çatmıştır. Hotaru’nun tatili bitmiş artık evine dönme zamanı gelmiştir. Gin’in yanından ayrılırken, ona her yaz geleceğine dair söz verir. Bu şekilde yaz, ikisininde dört gözle beklediği bir mevsim haline gelir. Yıllar boyu sürecek olan bu arkadaşlık Hotaru genç bir kız olunca çok daha derin duygular yaşamasına sebep olacaktır. Peki bu ilişki ne zamana kadar devam edecekti? One-Shot mangadan uyarlanan bu anime kısacık sürmesine rağmen insanın kalbini ısıtacak türde bir hikayeyi anlatıyor. Başarılı çizimleri, animasyonları ve harika müzikleri beni gerçekten derinden etkilemiştir. Eğer şöyle bir 45 dakikanız varsa mutlaka bu anime için ayırın ve izleyin. Pişman olmayacaksınız… İyi seyirler. ___________________________________________________________________ Kaynak: AnimeFantastica: http://www.animefantastica.com/hotarubi-no-mori-e
  22. arkadaşlar türkçeye .çevirilmiş olarak bildiğiniz iyi bir manga arıyorum.. saydığım özellikler hepsi bir arada olmak zorunda değil, ayrı ayrı da olabilir. eğer bildiğiniz ingilizce olup henüz çevrilmemişse bile tavsiye edebilirsiniz. şimdiden arigato minna :)
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli bilgi

Forum kurallarımızı okudunuz mu? Forum Kuralları.